4 Ağustos 2025 Pazartesi

DEVLETLER NEDEN ÇÖKER? KÜLTÜR YOZLAŞMASINDAN ÇÖKER

BİR DEVLET NEDEN ÇÖKER, ÖZ KAYBEDİNCE, KADINI DIŞLAYINCA ÇÖKER

Selçuklu Sultanı Ahmet Sancar’a, “Devletin neden çöktü?” diye sorarlar.Sancar: “Büyük işleri küçük adamlara, küçük işleri büyük adamlara verdiğimi geç anladım! Küçük adamlar büyük işler yapamadılar, büyük adamlar küçük işleri yapmaya tenezzül etmediler. Böylece devlet düzeni bozuldu” der.

Sakit Məmmədov’dan ‘Tomris Hatun’ tablosu 

Ne İdik Ne Yaptılar Bizden Olduğunu Sandıklarımız Bizlere…

Ben iyicene anladım ki, yaşanılan bölgede 300 yıl Selçuklular, 600 yıl Osmanlılar hükmetmişler, Arap Arapları sevmiş, Acemler Acemleri sevmiş. Savaştılar, şehitler Türklerdendi, zaferin hizmetleri Araplaraydı,

Zaman değiştikçe ne Türklerin kurduğu devletlerden Selçuklu Türk’ü sevdi ne de Osmanlı sevdi…

Türk Türk'ü sevince kıydılar, kıyımdan geçirdiler. Dilini yasakladılar, Arapça-Farsça karışımı ne idi belli olmayan yoz bir dil öne sürdüler, adına “Osmanlıca” dendi, kimsenin anlamadığı. Türkçe kaba saba dil, öf dediler. Şiirler yazdılar Arapça-Farsça, Türkmenler ise başka dil bilmediler öz Türkçe deyişler yazdılar, sazlarının tellerinde mırıldandılar yolsuz kervan geçmez, Torosların boydan boya uzanan sarp, dağlarda, dağ koyaklarında yaşama tutundular…

Ovalara sığdırmadılar, perem parça dağlara dağlara çekildiler, Türkmenlerin başına türlü çorap ören Osmanlı canımızı almasın, eli uzanmasın, etimize, sütümüze diye. Türkmenlerdi, Türkmenlerle kurdular, adına Osmanlı dediler, sonra Türk yoktur dediler, Türkmen düşmanı Yavuz Selim’in kâtibi Kürt kökenli İdris-i Bitlisi Türklere hakaretler yüklü kitaplar yazdı. Şeyhülislam Ebussuud’da, İbni Kemal Paşazade’ye fetvalar yazdırıp “Türk varsa katli vaciptir” dediler, Arapları “Kavmi Necip” (Üstün Kavim) olarak gördüler, kendi ulusunu horladılar, aşağıladılar.

Anadolu Türkmenleri ülkesiydi, 16. Yüzyıl itibariyle devşirmelerin yurdu yapıldı, Türk kendi yurdunda bir mekâna sığdırılmadı, kervan geçmez, Osmanlı adama uğrayamaz dağları kendilerine yurt ettiler. Devşirmeler, Osmanlı’nın yularını tuttular, Türklerin ana yurdunda azdıkça azdılar, kimini öldürdüler, kimini ağlattılar, çocukları anasız babasız yetim bıraktılar. Gülen olmadı, ağlayan çoktu. Bütün bunları, İslam diyerek geldiler, ne Türklerin töresini koydular, nede başlarına yıkılmadık kıl kara çadırlar koydular. Türk törelerini günah gördüler, ayıpladılar, töreleri Arap geleneklerine yenik düşürdüler. Kuteybe kanlı elleriyle Talkan’da, Cürcan’da katliamlar yaptı, yüz bin Türkü fersah fersah yol üstüne ağaçlara asarak öldürttü.

Yay gerdiler, ok attılar, kendileri gerilmediler. Börteçine dendi kurdun adı, Tanrı dağlarında Destanlarda yaşayan Kürşat kurdu orduyu, Urumiçine sürdü,

Çöküş, Araplaşmak Arap Hayranlığı ile Başlar…

Arap kültüründe kız doğmak insandan sayılmaz, bundan dolayı kız doğan çocuklara ad verilmezdi. Türkiye’de yaygın olarak, sanki kutsal, dini içerikli adlarmış gibi kız çocuklarına verilen adlar Araplar kültüründe kızları insandan saymadığı ve ad bile vermeye gerek görülmeyen kız çocuklarına numaralayarak adlar vermeleri Türkler arasında bile yaygın biçimde kız çocuklarına ad olarak verilmektedir. Mustafa Durmuş’un yazdığı “Tomris’ten Rabiya’a” adlı kitabında bu adlar:

1. Vahide, birinci demektir, ilk doğan kızlara verilir.
2. Saniye, ikinci demekti, ikinci doğan kız çocuğuna verilir.
3. Selase ve Bite, üçüncü demek olup, üçüncü doğan kız çocuğuna verilir.
4. Rabia, dördüncü demekti, dördüncü doğan kıza çocuğuna verilir.

Dünyada pek başka uluslarda görülmeyen ancak İslamiyet’e kadar Arap kültüründe görülen kız çocuklarını, diri diri toprağa gömen kültürüne sahip tek millet Araplardı.

Çünkü Arap kültüründe tefecilik yapan, fahiş fiyatlarla verdikleri paraları ödeyemeyen kişilerin kızlarına, karılarına el koyup pazarlayan insafsız ve ahlaksızlıkların o kadar çoktu ki, kızlarımız o egemen güçlerin eline düşmesinden korktukları için Araplar, yeni doğan kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek bu kötü sonuçtan koruduklarını sanırlardı...

Arap kültürüyle tanışmadan, İslamlaşmadan önce Türk’ler nasıldı?
Türk’ler kadını insan yerine koyan, el üstünde tutan, onlara, “katun, kadın” yani “hatun” deyip önemseyen, çok değer veren, onları erkeğine eş, eşit kılan, komutanlar ve hakanlar gibi yetiştiren Gök Tanrılı (Tengrici) dine bağlı bir ulustu.

Eski Türkçede “namus” diye bir sözcüğü yoktu çünkü Türkler namussuzluk nedir bilmezlerdi! Türk töre ve geleneklerinde kadın eşti, erkeğe eşitti (1), arkadaştı, anneydi, sevgiliydi, tek başına bir devletti. Türk kültüründe kadın dövmek, kadına hakaret etmek yoktu, ancak Türkler İslamlaşarak Arap kültürüyle içli dışlı tanıştıkça kadın ötelenmeye, geri planlara atılmaya, daha da ileri giderek haremlere kapatılarak yaşama tutunmaya çalışılır.

Tarihe geçmiş, bir ortamda gelip halkına saygı sunan Mete Han herkesin Han’ı olduğunu söylendiği anda içeri giren eşini görünce de “İşte bu da benim Han’ım” der. Bu deyimin Cengizhan’ın eşi için söylediği: “Ben sizin Han’ınızım, bu da benim (2) Han’ım” dediği sözleriyle de bilinir. Böylece Türkçeye “hanım” deyiminin kökeni “Benim Han-ım" sözünden türeme olduğunu göstermektedir.

Eski Türk toplumsal düzeninde, bir ülkeyi, bir topluluğu veya bir boyu yöneten kadın yöneticilere Hanım (Kraliçe) demektir. Yani, Türklerde Hanım “hükümdar eşi, kraliçe, prenses” olarak kullanılmıştır. Moğolca ve Tatarca da Hanum, soylu kadın olarak 1600 yılından önceleri kullanılmaya başlar.

Türk Mitolojisinde tanrıçaların da sıfatı olarak kullanılan Kanım (Hanım) biçimini alarak söylenir. Bu deyim, Türklerde devlet yöneticilerinin kadınlar için; Han ve Hanım, Ece ve Eçe olarak da kullanmışlar. Moğollar ise "Han ve Hatan" (Kan, hakan ve katan, hatun) olarak ikili biçimlerde kullanmışlardır. Prenseslere ise Bike, Büke denilir. Hanım (Kraliçe) sözcüğünün türeyişi şu şekilde anlatılır.

Etimolojik olarak İslam öncesi Türklerde kadın yöneticilere Hanım denir... Günümüzde bu hanım sözcüğü Anadolu insanın toplumsal yaşamında kadın algısı olarak her evin eşi kadınına “hanım” der. Yani Han (Kağan) sözcüğünden Hanım'ın Anadolu erkeği bilmeden, tartışmasız olarak karısına Han’ım; kraliçem demek oluyor!..

Han’ımın türetilişine benzer bir durum da “Beg, Beğ” (Bey)’den türeyen Begüm sözcüğünün oluşumudur. Begüm; Bey’in dişil halidir ve hanım ağa, kadın yönetici, prenses gibi anlamlar içerir.

Tarihsel kaynaklarda kadına nasıl önem verildiğine dair kadınları şöyle: Süyünbike Hanım, Emese Hanım, Türkan Hanım, Çeçek Hanım, Tomris Hanım, Ipar Hanım, Mama Hanım, Börte Hanım, Kösem Hanım gibi adlar sıralanabilir…

Türk dilinde cinsiyet dönüştürme ekleriyle türetilen kadın ve erkek yönetici unvanlar, Türkçede eril ve dişil sözcükler türetmek için kullanılan (bazen) ım-im-çe-ça-es ekidir.

Han: Kral, Hanım: Kraliçe
Beğ: Begüm: Ağa: Hanımağa
Tigin: Tiginçe; Prens: Prenses
Bey: Erkek; Biyçe: Kadın
Ul: Erkek çocuk; Ulça: Kız çocuk.

Etimoloji
Türkçe dilbilimi olarak Kan kökünden Han türemiştir. Türkçede bu sözcük, soy ve soyluluk anlamları içerir. Moğolca, Tunguz’ca, Mançu’ca ve Türkçede küçük ses farklarıyla hep aynı anlamı taşır. G. J. Ramstedt’e göre “ke-kuan” (Çince: “ke” büyük + “kuan” prens), (3) Paul Pelliot ve Paul Olbricht'e göre “K'o-han” (Cücence: asil aile) biçimindedir. (4)-(5)

Dybo (2007), Benveniste 1966'nın görüşünü takiben, Han-Khagan'ın sonucu olan etimolojik kökünün Orta İran dilindeki “hva-kama” (kendi kendini yöneten, imparator) sözcüğünden geldiğini öne sürer. Alexander Savelyev ve Jeong 2020, her ikisinin de Han-Khagan için etimolojik kök olduğunu not eder ve onun kadın eşdeğeri Khatun, Doğu İran dillerinden, özellikle “Erken Saka” hvatuñ'dan türetilmiş olabileceğini derler. (6) Selman Zebil 4 Ağustos 2025

ilk Selçuklu dönemi seramiklerde kadınlar
(1) Hacı Bektaş’a soralar: “yanındaki kadın eşin mi?” diye Hacı Bektaş, “yok eşitim” der.

(2) Hanım sözcüğünün türeyişi şöyle gelişir. Mete Han (Cengiz Han olduğu da söylenir) gelip saygı sunan herkesin Han'ım şeklinde hitap ettiği bir ortamda, içeri giren eşini görünce “İşte bu da benim Hanım” der. O günden bu yana kadın yöneticilere Hanım (Kraliçe) denir.

(2) Paul Pelliot, (1920). "Note sur les Tou-yu-houen et les Sou-p'i". T'oung Pao. 20.

(3) G. J. Ramstedt (1939). “Alte Türkische und Mongolische Titel. Suomalais-Ugrilaisen Seuran Aikakauskirja.” s. 62.

(4) Paul Olbricht (1959). "Uchida's Prolegomena zu einer Geschichte der Jou-jan". Ural Altaische Jahrbücher. Cilt 26. s. 96.

(5) Paul Pelliot: "Note sur les Tou-yu-houen et les Sou-p'i". T'oung Pao. 20

(6) Savelyev, Alexander; Jeong, Choongwon (2020). "Early nomads of the Eastern Steppe and their tentative connections in the West". Evolutionary Human Sciences (İngilizce). 2: e20.

(6) Onaylanmış Soğdca xwt'w 'hükümdar' (*hva-tāvya) ve xwt'yn 'hükümdarın karısı sözcükleri ' (hva-tāvyani)”.

NOT: Yazımda Arap düşmanlığı aranmasın, Türklerin kültüründen apayrı, kendilerine özgü değerli kültürleri vardır!

DEVLETLER NEDEN ÇÖKER? KÜLTÜR YOZLAŞMASINDAN ÇÖKER

BİR DEVLET NEDEN ÇÖKER, ÖZ KAYBEDİNCE, KADINI DIŞLAYINCA ÇÖKER Selçuklu Sultanı Ahmet Sancar’a, “Devletin neden çöktü?” diye sorarlar.Sancar...