Amerika
kıtasına Buzul Çağında Türkçe dili giderken, oradan Asya'ya At gelir…
Türkçe
en az 11 bin yıllık bir dildir. Bu böyle olunca, Türkler en az 11 bin yıl önce
tarih sahnesine çıkmış olduklarını da göstermektedir. Araştırmalara göre 11 bin
yıl önce Bering Boğazını geçerek Kuzey Amerika’ya ulaşan bir boy, buzul
çağından öncesine kara bağlantısı olan Bering Boğazından Amerika kıtasına ayak
bastıkları, orada uygarlıklar kurdukları çok yakın sanı olarak ortaya
çıkmaktadır.
Amerika
kıtasında yaşayan Kızılderililer, Mayalar dillerine bakıldığında, Türkçe
kökenli birçok sözcüklerin konuşulduğu dil bilginlerince ortaya çıkarılmıştır.
Yani Bering Boğazı, buzul Çağı öncesi bir tür göç yolu olarak kullanılmış
olduğuna dair en açık bilgi at cinsidir. Bu “Pliohippus” adlı at cinsi
anavatanı Amerika’dır. Buzul çağında otlak ve yaşam alanları daralınca Kuzey
Amerika’da yok olmuşlar ama Bering Boğazından Asya kıtasına geçerek yaşamları
sürmüştür.
İşte
Amerika anavatanı olan bu atlar, Amerika’dan Asya’ya, buzul çağında karayolu
ile Bering Boğazından Asya’ya gelmiştir. Aynı anda Asya’dan Türkçe de Amerika’ya
aynı yoldan gitmiştir. Kuzey Amerika’da nesli tükenen atlar, Asya’da
nesillerinin sürmesi ve onları ilk evcilleştiren ve o atları koruyup bakımını
yapan, besleyen, etinden, sütünden ve dahi en önemlisi, savaşlarda vazgeçilmez
insan ve yük taşıyıcısı olarak kullanmasını bilen Türkler olmuştur.
İnsanlık
tarihine en güzel armağan olan at soyunun günümüze kadar var olması ve atı ilk
evcilleştiren, gem ve üzengi vuran Türklerdir! Yani günümüze kadar at soyunun
sürmesi Türklerin sayesindendir.
Kuzey
Kazakistan bölgesinde yapılan çalışmalarda Arkeolog Viktor Zayberg, bu konuda
birçok belgelere, bulgulara ulaşmış; 6 bin yıl önce Kuzey Kazakistan’da yaşayan
Botaystsıyların kımız içen ilk topluluk olduğunu ifade eder. Bulgularında dahi,
atların bilinenler aksine evcilleştirildiği tarih 6 bin yıldan daha öncesine
rastladığını açıkladı.
1492
yılında Amerika keşfedildiğinde Amerika kıtasında bir tek bile at yoktur.
Amerika kıtasına ilk ayak basan at, Kristof Kolomb ile birlikte gemiyle kıtaya
ulaşmıştır. Yani at, atalarının topraklarına yeniden ayak basmış oluyordu.
Gelelim
Kuzey Amerika yerlilerine…
Günümüzde
bilinen Kuzey Amerika yerlilerinde yüzlerce Türkçe sözcük vardır. Dil bilimi
bakımından bu çok önemli olan bu sözcükler arasında tesadüf benzerlikler
değildir. Örneğin “Çapul Tepek”(çapulcular tepesi) benzeri ve “çift sözcükler” in eski diller uzmanı, tarihçi
Tahsin Mayatepek 1932 yılında yapılan 1. Tarih Kongresinde sunduğu bir ön
raporda, Orta Amerika Maya uygarlığının dil ve kültürü ile Anadolu dahi, Orta
Asya kültürü ve uygarlıkları arasında şaşırtıcı benzerliklerin olduğunu ortaya
koymuştur. Tahsin Mayatepek, “Çapultepek” sözcüğüne benzer 120
Türkçe sözcük bulmuştur.
Salt
Tahsin Mayatepek değil, M. Naci Özfatura’nın bildirdiğine göre Fransız dil
bilimcisi Dumesnil, Kızılderili dilinde 320 Türkçe sözcük tespit etmiştir. Bir
başka, 1964 yılında çıkan New York Times’in “Bilim” ekinde Amerika kıtasının, Kuzey ve Güney
olmak üzere ilk kültür taşıyıcıları, yani ilk ayak basanları bir haritada gösterdi.
Orada, M.Ö. 4 ile 5 bin yılları “Turks” olarak göstermiştir.
Anlatıma göre, Bering Boğazı yoluyla gelenler çoğunlukla Kuzey ve Orta
Amerika’ya ve bir küçük kısımda Güney Amerika’ya yerleşmişlerdir.
1673’te
John Jocelya adlı yazar Mohawk, Kızılderililerin “Tatarca Türkçesi”
konuştuklarını yazdı. Dahi bir başka ünlü bilgin Von Humboldt da 1800 yılında
yazdığı yapıtında Amerika kıtasında konuşulan 137 sözcüğün “Ural-Altay” ve “Uygurca” olduğunu yazdı.
1924’de Rio’da toplanan 20. Amerikanistler Kongresi’nde Çinli Kien,
Kızılderililerin Altay menşeli olduklarını beyan etmiştir.
At Kültürü ve Atlı Yaşam
Altay Türkü Gurki'in fırçasından |
Türkler Atı, iti, keçiyi, koyunu evcilleştirenlerdirler... At, ehil hayvanlar arasında en hızlı
gidenidir... Onlar at sayesinde akıncılık yaptılar. Ekincilikle uğraşan
kavimler üzerinde hâkimiyetler kurdular. Onlar için alınan yerlerde oturup
yerleşmek değil; ele geçirmek, yenmek, utku kazanmaktır... Onlar şehirlerde,
köylerde yerleşiklere, “yatuk” tembel diye alay ederler, “yürük” Yörük, yürümekten
gelen “Yörük” yerinde duramayan, otları,
suları takip edenlerdi. Onlar Altay Göçebe
Halkları olarak at sırtında dünyanın damını dolaştılar; iki bin yıldan fazla
yerleşik toplumlar ile çatıştılar. Japon Denizinden başlayıp, Avrupa içlerinde
son bulan maceraları bol sulu, bol otlu ovalarda Asya Bozkırları geride kalma
kaydını düşerek yerleştiler. Onlar, Atlı okçulardı, Orta Asya coğrafi
koşullarda göçebe halk olarak doğa ile mücadelesi, bozkırın dayanıklı, sert,
yırtıcı insan türü olarak, en değerli kaynakları, kendi yaşamlarını ayakta
tutmak için hayvanlar; hayvanların gereksinimi olan otlar ve sulardı...
Atlı
göçebe Bozkır yaşamına özgü akıncılık; at sırtında oklu akıncıların okçu darbe
vuruşları, hareket alanlarının genişliği, yerleşik kavimlere hâkim olma; çok
güçlü ve büyük ordular karşılarına dikilmeden yenilgiye uğramayan bir yapıları
olan sert ve sert doğa koşullarına uyum sağlayan vücut yapıları onları at ve ok
sayesinde güçlü kılıyordu. Atlı göçebe kültürüne özgü tekmil yaşam tarzı, büyük
sürülerin bakımı, toplu sürek avı onlara bir çeşit savaş eğitimi sayılırdı.
Çinliler: “Yay çekip ok atan
milletler” der kuzey komşuları olan
onlara...
At
sırtında koyun, keçi sürüleriyle Asya Bozkır sahalarını geçip yüz yılda
Anadolu’ya ulaştılar; bin yıldır Anadolu’yu Türk yurdu haline getirdiler. Dev
devletler kurdular; dev ordular organize ettiler. Avrupa içlerine kadar at
sürdüler. Onlarda tek kahramanlıklar pek olmazdı. Atlı göçebe kalabalık halde
hareket eder, kahramanlıklar topluma mal edilirdi. Dini dünyaları içinde göksel
olanlarla hayvanlar önemli yer tutar. “Gök Tüylü; Gök Yeleli Kurt” soyut enerji verir onlara...
Onlar
tarihin en eski, en hareketli atlı göçebe uygarlığı, ideal insan, ata binen, ok
kullanan, avlanan, doğada avcılık yanında hayvan sürüleri besleyen, yerleşikte
duramayan, sürekli akıncı olan bir ulustu. Dahi, iç içe, sıkı sıkıya yaşadığı
doğayla mücadelesi yanında, beşeri kavimlerle de mücadele eder durumdaydı…
At
sırtında her yere kolay uzanılan ulaşım aracıdır. Türkler at sayesinde her yöne
yayılmalarına yardımcı olmuştur. Gittikleri yerlerde otlak ve sulu yerleri
takip ettiler. Direnme gücüyle karşılaştıkları durumlarda ise ulu bir askeri
güce dönüşerek zorlukları aşma yolunu bilmişlerdir. Koşullara bağlı olarak daha
çok batıya doğru otlak ve sulak araziler, yaylalar atlı göçebelerin ayakları
altına serilir.
At, en iyi bildikleridir, attan çok yönlü
yaralanmışlardır, üzengiyi ve eyeri icat etmişlerdir. Vazgeçilmez zevkleri
atçılık, avcılık, akıncılık onların yaşamlarının temelini oluşturuyordu. Orman
içlerinde yaban avları geyik, karaca, sincap, samur ve avcılığa dâhil balıktır.
Geyiklerin evcilleştirirler, etinden, sütünden, derilerinden elbise yaparak
yaralanırlar.
Jean
Paul Roux şöyle: “Anarşist bir ruha
sahip olan göçebe, çünkü yaşam biçimi özgürlüktür ve özgürlük hem otoritenin
reddini getirir. Bir şefi tanıyıp kabul ettiğinde hiç zorluk çekmeden en sıkı
disipline boyun eğer.” Der.
Avcı-çoban
kültürünün en öncelikli işi, at ve köpeği evcilleştirmek olmuştur. Köpeğin
evcilleştirilmesi, sadık dost haline getirilmesi, keçi, koyun gibi küçükbaş
hayvanların evcilleştirilip koruma altına alınmasını da işin içine katarsak,
ormandan, bozkıra çıkış kaçınılmaz olur.
B.
Laufer’in At Kültürü ile ilgili “Chinese Clay Figüres” adlı yapıtından alıntı
yapan Bahattin Ögel, Mete’nin savaş taktiği ve stratejisi ile ilgili önemli
araştırmalardan söz ede. (1) Laufer, Orta Asya’daki atlı birliklerden söz ede.
Atın üzerinde askerlerin çevikçe hareket edebilmelerini sağladığı sürece atlı
birlikler, birbirinden ayrılmaz bir gövde gibi ve işbirliği ile
ilerleyebiliyordu. Atlı birliklerin başarıları, hız ve çeviklik, güvenlik ve
baskın yapabilme yetenek ve güçlerine bağlı idi. At birliklerini
yitirdiklerinde de kendileri de yok oluyorlardı.
Atlı
ordular İranlılardan çıkıp yayılmış olduğuna rağmen, Romalı Anthonius Pirus
çağında da Romalılarda atlı birlikler görülür. İranlılar, atlar ile askerleri
genel olarak zırhlarla donatırlardı. Bu donama biçimi, Hunlar ile Sibirya’ya ve
Yenisey vadilerine yayılmış olduğu görülür.
B.
Laufer, Orta Asya’da atlı birliklere çok önem verilmesine rağmen, eski İran
tekniğini de unutmamaktadırlar. Aslında İran toprağında at az idi. Yıllık
ekonomisi, yani at sürülerine dayanan ekonomi Orta Asya’da bulunuyordu. Orta
Asya’da at yalınız savaş aracı olarak beslenmiyordu; Orta Asya ekonomisinin
temelini oluşturuyordu. Atın etinden,
sütünden, avda, savaşta üstüne binmek için yararlanılıyordu.
Hunlar,
doğuştan savaşçı atlı oymaklardan kurulu, atçılığın ve okçuluğun uzmanıydılar.
Çin tarihçisi Sema Ts’ien’in anlattıklarında da çocukları koyun üzerlerine
bindirilerek kuşlar ile kemirici hayvanlara ok atarak avladıklarını gördük.
Ayrıca
Marko Polo da Türklerin askeri dehasını anlatır. Şöyle der; “Türkler savaşlarda
geri çekilmeyi korkaklığın bir göstergesi olarak yapmazlar, karşılarındaki
aldatmaca bir taktik olarak yaparlar, düşmanlarının güçlerini tüketmeye
çalışıyorlardı” der. Bu geri çekilme sırasında arkalarından takip eden
düşmanlara da ileriye koşan atların üzerinde iyi bir manevra yaparak geriye,
düşmana doğru ok atıyorlardı.
Hun Türklerinde At
Kültürü ve Çin’e Etkisi
Okçuluk
ve At Üzerinde Okçu Askerler: Çinliler daha önceleri at üzerinde yay çekip ok
atmasını bilmiyorlardı. Kaynağa göre: “Kral, Hun elbisesi giydi ve orduya, at üzerinde
yay çekebilen askerler kaydetti. Ayrıca Hunlara karşı savaşmak için, yine
Hunlardan toplanmış askeri birliklerde kurulmuştu” (2)
Doğrusu
at yetiştirme Orta Asya Türk kavimlerine uygun bir gelenektir. Eski Çin’de ata
binmek için değil, at; iki tekerlekli savaş arabalarının koşumunda kullanmak
içindi. M.Ö 1450-1050, Şang Sülalesi dönemi başlayan köklü değişiklikler ile at
kültürü Çin’de gittikçe yayılır, atın çektiği ilk tekerlekli savaş arabası da
bu dönemde görülse de pek yaygın değildir. O da salt savaş arabalarına sahip
olan pek az bulunan feodallerin elindeydi.
At:
Çin’de yok denecek kadar azdır. Yani atlı savaş yapabilecek kabiliyette yoktur.
Çinliler at kültürüyle yeni tanışıyorlardı. Otto Farake: M.Ö. 5. Yüzyıl
ortalarında Çin’in Kuzeyindeki beylikler, savaş arabası yerine, atlı birlikler
kullanmayı Türk kökenli Hunlardan öğrenmişlerdir. Çin duvarları da bu dönemde
yapılmaya başladığı bir çağ idi.
Kuzey
Çin de yeni görülen Orta Asyalı biçimli giyimlerle değiştirilmesi, Çinliler
için düşmanı (kuzey komşuları Proto-Türk kavimleri) durdurabilmek için
ordularında giyim kuşam konusunda köklü değişiklik yapmak durumunda kalmışlar,
Hun elbiseleri ve zıhlarını kabul etmiş bulunuyorlardı. Bu giyim değişikliğine
alışılmış Çin kültürüne bağlı kalmak isteyenler karşı çıkıyorlardı. Buna karşın
halk, eski geleneklere göre giyinebilirler kararına varılır.
Alman
araştırmacı Berthold Laufer’in anlatımlarında Çin silahlarının Hunlarınkinden
daha üstün olduğu iddiası doğru olsa da, Orta Asya’da bulunan Hun silahları da
Çinlilerin silahları kadar mükemmeldir.
Atı
kültürüne geçen Çinlilerin yapması gereken en önemli değişim kılık
kıyafetlerdi.
Dünyada
ve ülkemizde, İtalyan icadı “pantolon” olarak bilinen giysinin, ilk bulucusu
bir İtalyan olarak bilinse de işin gerçeği öyle değildir. Pantolon, üç bin
yıldan beri Orta Asya’da Türkler tarafından kullanılmıştır. Çünkü at üzerinde
savaşmak, etek giyen Çinlilere göre uygun değildi. At kültürüne geçmek isteyen
Çinliler de Hunların giyim kuşamlarından biri olan pantolonu da giymeleri
gerekiyordu.
Çin
İmparatoru Orduda Reform Yapmak İster…
M.Ö.
307’de Çin imparatoru Shih Hoang-ti, değişime karşı koyan filozof din
adamlarına karşı kızar ve karşı koyanları diri diri toprağa gömülmesini ve
yakılmasını emreder. Ve bu sertliğini şöyle açıklar: “Ben şimdi Hunların elbiselerinin alınıp
giyilmesini ve at üzerinde nasıl ok atılabileceğini, eğitimle halkıma öğretilmesini
istiyorum. Fakat herkes beni tenkit edecektir, ‘bu nasıl olabilir’
diyeceklerdir.” Der.
Ata binen, çizmeyi de icat etmişlerdir |
Lakin
bu istenilen değişiklik o kadar yerleşmiş bir kültürde o kadar kolay değildi
ama Çin usulü entari ile de ata binilmez, at üzerinde ok kullanılmazdı. Bu olaylar
karşında Vezir Fei İ, Çin İmparatoruna uzun konuşmasından sonra şöyle der:
“Bunun için ey kral, çekinmeyiniz!
Bu
sözlerden destek alan Kral: “Hun
elbiseleri ile silahları kullanma yolu ile elde edeceğimiz zaferler sayısız
olabilir. İsterlerse herkes benimle alay etsin” der ve kararını verdi.
Zamanla
Çinliler, Orta Asya’dan getirdikleri atları takas yolu ila kurdukları at
pazarlarında satmaya başlıyorlardı… At ticareti o kadar verimli, duruma gelmiş
ki, Çinliler Hunlulardan at satın alıp Çin içlerinde kurulmuş at pazarlarında
satıyorlardı.
At Sevgisi
Dede
Korkut hikâyelerinde olsun, diğer bütün Türk destanlarında olsun at yiğidin en
yakın arkadaşıdır. Türk töresine göre yiğit öldükten sonra dahi atından
ayrılmaz. Eski Türkler ölen yiğitleri silahları ve savaş atlarıyla birlikte
gömerlerdi.
Müslümanlıkla birlikte Türkler arasında bu gelenek ise ölen yiğidin
“atını boğazlayıp aşını vermekle”
yetindiler. Osmanlılar devrinde de ata karşı derin sevgi ve saygı
gelenekleri sürdü. Sultan 2. Osman'ın (1618-1621) ölen bir kır atının mezar
taşı bulunmuştur…
Atların
cenaze törenindeki yerleri de Osmanlı döneminde dahi, eski Şamanizm dönemi
geleneğine uygun biçimde, 4. Murat'ın cenaze töreninde, binip harbe gittiği üç
atının tersine eyerleyip tabutu önünde götürüldüğünü Naima Tarihi'nde yazar…
Kırgız-Kazaklarda
da cenaze töreninde ölünün atının tersine eyerlenmesi âdeti vardır. Yolda ölen
bir Kazak-Kırgız'ın atı tersine eyerlenip ölünün elbisesi ve külahı bu eğer
üzerine konulup evine götürülür…
Türkler
düşmanlarını yanıltmak için atlarının nallarını ters çakarlardı. Düşman gittiği
yönü ileriye değil de geriye gittiği anladı…
Tarih
boyunca at Türk’e kardeş olmuştur…
Köroğlu;
“At yiğidin yoldaşıdır” der.
Kuşkanadı
ile Türk atı ile uçar atasözü…
Türkün
kanadı attır…
Köroğlu Atı İçin
Şöyle Der:
Bir
at gördüm Silistre'nin ilinde
Elma gözlü kız perçemli Kırat gel
Ne bend oldun lekelerin elinde
Elma gözlü kız perçemli Kırat gel
Elma gözlü kız perçemli Kırat gel
Ne bend oldun lekelerin elinde
Elma gözlü kız perçemli Kırat gel
Kırı
binmek iyi gelir uğura
Hay edende dağı taşı devire
Başı küçük boynu benzer puhura
Elma gözlü kız perçemli Kırat gel
Hay edende dağı taşı devire
Başı küçük boynu benzer puhura
Elma gözlü kız perçemli Kırat gel
Büyüktür
gövdesi küçüktür başı
Altıdan yediye gidiyor yaşı
Çardaklıçamlı'da küçük kardeşi
Elma gözlü kız perçemli Kırat gel
Altıdan yediye gidiyor yaşı
Çardaklıçamlı'da küçük kardeşi
Elma gözlü kız perçemli Kırat gel
At ile ilgili; Selçuklular döneminde at ve atçılık konularına
ışık tutmaktadır Ömer Hayyam. Ömer Hayyam, “Nevruzname” adlı yapıtında,
Türkler, Selçuklular, at ve at türleri hakkında bilgiler verir: “İnsandan sonra
yaratılan en şerefli mahlûk” olarak
nitelendirilen attır Şebdiz (karayağız at, Hüsrev-i Perviz’in meşhur atının
adıdır) ve gülgun Hüsevin adları olup Hikâyeye gülgun’u Şirin’e hediye
etmiştir. Aynı kısraktan olmadır ve bu kısrak, bir mağarada bulunan aygır
heykeline sürtünerek iki defa gebe kalmış, birinde şebdiz’i diğerinde ise gülgun’u
doğurmuştur. Rüstem’in atı kırmızılı, Divan edebiyatında genel anlamda olmak
üzere gösterişli, yürük at anlamında da kullanılmıştır. Türkçede “kır at”
denilen beyaz at veya katırlar için kullanılır.
Hun Elbise (Pantolon)
ve Silahları Çin’de
Ata binen, çizme ve pantolonu giyendir |
Askeri
açıdan birbirini tamamlayan iki unsurdur. Hunların başarılı at üzerinde
savaşları, Çinlilerin atların çektiği arabalarla savaşlarına daima üstün
gelmiştir. Çin usulü at çeken arabalar, düz yerlerde iyi iş görseler de,
engebeli arazilerde hareket alanları elverişli olmayıp askerlerine büyük
kayıplar verdirebiliyordu. M.Ö.307, Mete Kağan’dan yüz yıl önce yazılmış Çin
tarihinde: Orta Asya Türk Kavimlerinin karşısında yeterli etkisi olmayan,
bundan dolayı Çinlileri Hunlar gibi giyinme, Hunlar gibi ata binip, at üzerinde
yay çekmeleri için, dikenlere takılıp yırtılmayacak deri çizmeler ile deri
pantolonlar giymeleri gerekiyordu. Ayrıca silah ve koşumlarını asabilecek kalın
deri palaskalar, sırtlarına da sıcak ile soğuğa karşı koruyabilecek elbise
reformları yapılması gerekiyordu…
Çin
elbiseleri ile silah ve ordu düzeni, Orta Asya Türk kavimleri karşı yeterli
etkiler sağlayamıyorlardı. Çinliler ağır hareket eden savaş arabalarını bırakıp
Hunlular gibi hafif, atlı birlikler kurmak istediler. Salt atlı birlikler
oluşturmak için, Çinlilerin eskiden beri giydikleri uzun etek giysilerinde buna
bağlı olarak değişmesi gerekiyordu. Çünkü ata bindikleri için uygun gelen Hun
âdeti pantolon ve tokalı kısa ceketler ata binenler için uygun gelendi. Dahi,
Çinlilerin eskiden giydikleri ayakkabıların yerini de Hunluların ata binilmede
en uygun deri çizmeler almaya başlandı. Ayrıca Çin’de ki bu değişimde Hunların
süz eşyaları ve madenden yapılmış silah ve donanımlar da Çin’e girmiş ve
yayılmışlardı.
Otto
Franke kaynaklarına göre bir bakıma, Mete Kağan çağına gelindiğinde ise Çin
ordu düzeni Hun ordu düzeni gibi durumdaydı. Hun ve Çin savaşlarında taktikler
eşitlenmiş oluyordu.
Bir
dip not olarak; Asya topraklarında salt Çinliler değil at Mancurya ve Doğu
Moğolistan kavimleri de at kültürü yok denecek kadar azdır…
M.Ö.2000
yıllarında oluştuğu söylenen Çin kültürü, sınırlarında oluşan sınır
kavimlerinin rolü oldukça açıktır. Bir incelersek yüksek Çin kültürünün
safhalarını, kendi başına bir Çin kültürünün olmadığı, Çin Tarihi yazarı Prof.
Eberhart’a göre "Ana Çin kültürü küçük bir bölgede ve az sayıda bir kavim
tarafından oluşturulmuş bir kültür idi”
diyor. Bundan yola çıkarsak, Çin kültürünün zenginliğine, çevresindeki
kavimlerden etkilenmiş ve kendi kültürünü zenginleştirmişti. Yani bugünkü
zengin yüksek Çin kültürü, komşu kavimlerin yığılmalarıyla oluşmuştu. (3) Böyle
olunca, at ve giysi kültürünü Çinliler Türklerden öğrenmişle ve kendi yüksek
kültürlerine katmışlardır.
Kaynaklar
(1) Bahaddin Ögel,
“Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi” TTK, 2015, s. 165-166
(2) Bahaddin Ögel, “Büyük Hun
İmparatorluğu Tarihi” TTK Yayınları 2015, 1. Cilt, sayfa 71
(3) Bahaddin Ögel,
“Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi” TTK Yayınları 2015, 1. Cilt, sayfa 2
Türklerin
Savaşlardaki Başarı Nedenleri At, Zırh, Üzengi
Ekonomisi hayvancılığa dayalı Asya bozkırlarının göçebe
Tükler ve diğer yakın akrabaları uçsuz bucaksız bozkırlarda binlerce at
sürülerine sahiptiler. Hatta zengin seçkinler at sürüleriyle anılırlardı. Dahi,
Türkler ve Moğollar Orta Asya’dan diğer ülkeler, Hindistan, Çin Rusya ve
Avrupa’ya at ihracatı zenginlik kaynaklarındandı.
Hayvancılık Orta Asya’da Türkleri hareketli duruma
getirmiştir. Genellikle otlak ve sulak alanlar için sürekli mücadele içinde
geçen yaşamları vardı. Bu yaşama biçimi Türkleri ve Moğolları, Doğu Avrupa’ya,
Çin ve Hindistan’a, kadar alanlarda kışlak yazlık mevsimlerde at sırtında
ömürleri geçerdi. Ekonomileri hayvancılığa dayanan göçebe akıncı Türklerin,
yerleşik ekincilik yapan halkların tarlalardaki hâsılatları üzerlerinden geçerlerken
bir direnç gösteremezler.
Onları hırçın savaşçı yapan özelliklerin başında,
kendilerinin ve atların zırhlı olmasıdır. Avarlara bağımlı iken demircilikte
hünerleri biliniyordu. Sanatları demir işletilmesinde becerirliklerini
kaynaklarda görüyoruz. Büyük destanlarından biride Ergenekon’dan demir dağları
eriterek çıkıp, Avar egemenliğinden bu gayretle kurtuldukları ve kendilerine
yol buldukları anlatılır.
Gelelim zırhın önemine!
Batı dünyası daha zırh nedir bilmezken, Türkler Anadolu’da
1000 yıllık varlıkları ve tarih yazmalarına neden olan zırhlı süvariler
sayesinde olmuştur. Osman Gazinin ordusunda zırhlı süvarilerin bulunduğunu 1330
yıllarında Âşık Paşa, “Garipname” adlı
yapıtında “zırhlı süvarileri Alplar” diye söz eder. Ayrıca Orhan Gazi çağdaşı
Bizans İmparatoru Kantakuzenos (1347-1355), Osmanlıların silahça üstün
olduklarını, onlara karşı koymanın kolay olmadığını hatıratında yazmıştır.
Zırh,
At ve Üzengi
Batılı savaşçılar zırh tekniğini, Avrupa’yı istila eden
Hunlardan ve Avarlardan öğrenmişlerdir. Ata binmeyi, ata hâkimiyet kazandıran
üzengiyi de Batı Avarlardan öğrendiklerini Macar bilginler bildirirler.
Osmanlı, Memluklar, Akkoyunlular ve Safevililer ordularının çekirdeğini zırhlı
süvariler oluşturuyordu. Batılılar Osmanlının bu zırhlı tekniğine karşı ateşli
silahlara yönelmesine ve başarılarının artmasına neden olmuşlardır.
Çaldıran Savaşında önce Şah İsmail, kırk bin zırhlı Türkmen
süvarisiyle, karşısına çıkan Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı askerlerini bozguna
uğratarak perişan etmişti. Osmanlı-Safevi savaşında, Şah İsmail, Sultan’ın
otağına doğru yaklaştıkları anda Osmanlının Batıdan satın aldığı top, tüfek
atışıyla karşısında yaralanarak bozulmuş,
yaralı olarak geri çekilmek zorunda kalınmıştı. Hatta Şah’ın askerleri
de daha yeni tanıdıkları silahların ateşi karşısında şaşa kalmışlardı. Ayrıca
Yavuz Selim, Memluk ordularını, Mercidabık ve Ridaniyye Savaşlarını da ateşli
silahlar sayesinde kazanmıştır.
Anadolu Türkleri ilk ateşli silahlarla 1344’de Haçlı
donamasının İzmir sahil kalesi zapt emekle tanıştı. Osmanlı ateşli silahların
gücünü 1380 yıllarında Balkan savaşında karşılaştıkları Sırplardan
öğrenmişlerdir. Batının top tekniğini İtalya’dan öğrenen ve top imal edilen
merkez Dubrovnik idi Dubrovnik Cumhuriyeti, topları Sırplara, daha sonra
Osmanlılara satıyorlardı. 1. Murat Kosova Savaşında top kullanmış olduğu
kesindi. Tüfek kullanımı ise Osmanlı ordusunda daha sonraları 2. Murat
zamanında olmuştur.
Geriye dönelim bir an...
Osmanlı parlak dönemlerini 1352’den itibaren Rumeli’ye,
dolaysıyla Avrupa’ya ayak bastığında yaşamaya başladı. Osmanlı ilk zamanlar
Bizans askerleri karşında askeri üstünlüğü, zırhlı süvarilerden oluşuydu. Ne
zaman Avrupa Hıristiyan dünyası ateşli silahları icat etti ve kullanmaya
başladı, zırhın önemi yitti.
Osmanlı İstanbul’un fethinde kullandığı topları Macar top
ustası Urban’a yaptırmıştı. İstanbul’un alınışı bu Macar top ustası Urban’ın
döktüğü topları sur duvarlarını delerek “top yıktığı gedikten” (çağdaş
kaynakların aktarır) Fatih İstanbul’a girmiştir. İstanbul’a giren Fatih bu top
ustası Macar Urban’a güzel bir evi hediye etmiştir.
Daha sonra Sultan Süleyman tarafından, hala “Tophane” adıyla anılan yerde bir top dökme fabrikası kurulmuştur. Bir yabancı
kaynağa göre burada Alman topçu ustaların çalıştığı anlatılır. Burada üretilen
toplarla Rodos, Macaristan gibi ülkelerdeki dev gibi kaleler fer edilir.
Yani, zırhlı süvariler namını ateşli silahların çıkışına
kadar korur; ateşli silahların çıkmasından sonra, karşı koyamayarak etkisini
kaybeder. 16. Yüzyıl sonlarında kılıç, kalkan, ok yay, mızrak savaşları önemini
kaybettiği yıllar olur. Avrupa’nın yeni tip geliştirdiği ateşli silahlar
karşısında Osmanlı kendini yenileyemedikçe geriye doğru gelişir.
Alman-Avusturya askeri karşısında Osmanlı kumandanları, tımarlı sipahiyle
düşmana karşı koyamadıkları için sultana gönderdikleri telhislerde acı bir
geçek olarak aktarılır. Yani açıkçası, 16. Yüzyıldan itibaren, Osmanlı zırhlı
süvarisinin önemini yitirdiği, ateşli silahların üstünlüğüyle üstünlüğün
Avrupalılara geçmesi, Osmanlı gerileme dönemine girmişti.
Ta-yüen Devleti ve
Atları Hakkında
Devletin
merkezi Kuei-shan kentidir. Ch’ang-an’dan 12550 li (5208.25 Km. uzaklıktadır.
60 bin hane, 300 bin kişi, 60 bin askeri vardır. Büyük Yüehchihlar’a 690 li
(286,35 Km.) uzaklıktadır. Kuzeyde K’ang-chü ve güneyde Büyük Yüeh-chih ile
komşudur. Toprağı, iklimi, yetiştirdikleri ürünleri, halkın adetleri Büyük
Yüeh-chih ve An-hsi’dekilerle aynıdır.
Ta-Yüen civarında üzümden şarap yapılır, zengin kişiler içkinin 10 bin tan’dan
(Han Hanedanlığı döneminde “tan” bir tür
hacim ölçüsü olup yaklaşık 199,968 litre.) 199.680 litre depolarlar. Böylece
bunlar onlarca yıl bozulmadan dayanırdı. Halkı içkiye, atlara, yoncaya
düşkündü.
Ta-Yüen Atları
Ta-yüen’de
70’den fazla kent bulunurdu, iyi cins atlar çoktu, atların vücutlarından kan
fışkırırdı. Söylenenlere göre bunlar “Gök Atlardan” doğmuştu.
Meng
Kang’a göre, Ta-yüen’in yüksek dağlarında yakalaması çok zor olan vahşi bir at
cinsi vardır. Bu atı ele geçirmek için beş ayrı renkten kısrak toplanır, at
buraya çekilerek kısraklar ile çiftleştirilir. Doğan tayların hepsi çok hızlı
koşar ve vücutlarından ter yerine kan çıkardı. Bu yüzden bunlara “Gök Atın yavrusu” denilmiştir. Kaynak Han Shu 96A, s. 3895, n.
1, HS 22. Aynı yapıtta, s. 1060-1061’de (1) “Gök Atlar” için, atların kan
terlemesinin nedeni, atların omuz ve sırt derileri altında yaşayan
parazitlerdir. Kanla beslenen bu parazitler şişer ve at koştuğunda da
patlayarak kan akmasına neden olurlardı.(2)
Göğün
Oğlu “Yi”, Değişiklikler kitabı olarak
ta çevrilen Chin Döneminin başlangıcına ait bir fal kitabında yazılanlara
dayanarak, “Kutsal atlar, kuzeybatıdan gelir” der. Wu-sun atlarına sahip olunca, onları çok beğendiğinden
bunlara “T’ien ma” (Gök Atlar) adını
verdi. Sonra Ta-yüan ülkesinden temin edilen “Kan Terleyen Atlar” daha güçlü
olduğu için Wu-sun atlarının adını yeniden değiştirerek “Hsi-chi-ma” (Çok Uzaklardan Gelen
Atlar” dedi. Ta-yüen atlarına da “Gök
Atları” adını verdi. (3)
Han
elçileri, Göğün Oğlu’nun karşısına çıktıklarında (seyahatleri hakkında) etraflı
bilgi verirlerdi. Dediklerine göre Ta-yüan’ın en iyi atları vardır ve bunlar
Erh-shih kentinde bulunurdu. Fakat halk onları Han elçilerine göstermekten
sakınırdı. Göğün Oğlu, Ta-yüan atlarına çok düşkün olduğundan bu duydukları
hoşuna gitti. Cesur bir asker olan Chü-ling ve beraberindekileri 1000 chin
altın (*) ve altından bir at heykeli ile Ta-yüan Kralı’na yollayıp karşılığında
Erh-shıh kentinin iyi cins atlarından istedi.
Ta-yüan
ülkesinde Han malları çoktur (Han ülkesinden gelen mallar çok olduğundan, altın
at heykeli hediyesine itibar etmediler) İleri gelenler aralarında görüşerek
şöyle dediler: “Han
devleti bizden uzaktadır, ayrıca ‘Yen-shui’ da
(ana yolun geçtiği bir akarsu
adıdır) sık kötü kazalar olmaktadır. Kuzeyden gidildiğinde Han (Hu)
saldırılarına maruz kalınır, güneyden gidildiğinde ise otlak ve su sıkıntısı
yaşanırdı; bundan başka, gidilen her yerde yerleşim yeri ile bağlantıları kesik
olduğundan (yol üzerinde yerleşim yerleri yoktu) yiyecek sıkıntısı çekenler
çok olurdu. Han, buralara yüzlerce kişilik elçilik heyetleri yollamış, çoğu
zaman bunların yarıdan fazlası yiyecek bulamadığı için ölmüştü. Bu durumda Han,
nasıl büyük bir ordu göndermeye cesaret
edebilir; ayrıca Erh-Shih kentin atları
Ta-yüan’ın en değerli atlardır” diye kayıt edilmiştir.
Böylece
atlarını Han elçilerine vermeye razı olmadılar. Han elçileri kızgınlıkla kötü
sözler söyleyip, altın atı kırıp parçaladılar ve orayı terk ettiler. Ta-yüan
soyluları öfkelenerek, “Han elçileri bizi çok aşağıladı” deyip Han elçilerini
geri gönderdiler ve doğu sınırındaki Yü-ch’eng Kralı’ndan onların yolunu kesip
saldırmasını Han elçilerini öldürerek mallarına el konmasını istediler. Göğün
Oğlu bunu duyunca çok öfkelendi. Daha önceden Ya-yüan’a gitmiş Yao Ting-han ve
yanındakiler ona şöyle dediler: “Ta-yüan
askerleri zayıftır, sayıları 3 bin bile geçmeyen güçlü Han okçu birlikleri ile
karşılaştıklarında Ta-yüan mutlak yenilgiye uğrayacaktır” Göğün Oğlu daha önce Cho-yeh hou unvanlı bir
kişiyi Lou-lan’a saldırıya göndermişti ve Cho-yeh hou 700 süvarisiyle buraya
gelir gelmez kralı ele geçirmişti...
Atların
bakımı ve eğitimi için iki at bakıcısı “Chıh ve Ch’ü-ma Hsiao-wei” (atlardan
sorumlu kişi unvanlar) gibi görevlere getirildi. Bunlar Yüan fethedildikten
sonra, iyi cins atların seçimi ile ilgileneceklerdi...
Ta-yüan
soyluları bir plan yaparak şöyle dediler: “Kralımız
Wu-kua, en iyi atlarımızı sakladı ve Han elçilerini öldürdü. Şimdi Kralı
öldürür en iyi cins atları verirsek, Han ordusu kuşatmayı kaldırır; eğer bu
olmazsa, o zaman bütün gücümüzle savaşır ve ölürüz. Vakit henüz geç
değildir” derler.
Yüan
soylularının hepsi fikri kabul ederek birlikte kralı öldürdüler. Kentin dış
duvarları yıkıldı ve bir Yüan soylusu olan General Chien-mi (atlardan sorumlu
olan unvan) yakalandı. Yüan halkı büyük korku içinde kentin içlerine doğru
kaçtı. Soylular birbirlerine danışarak: "Han’ın
Ta-yüan’a saldırısının nedeni Kral Wu-kua’dır” deyip, kafasını elçiyle birlikte Erh-shih’e gönderdiler, anlaşma teklif
ederek şöyle dediler: “Eğer
Han bize saldırmazsa, iyi atlarımızın hepsini çıkartırız, sizde istediğiniz
kadar seçebilirsiniz, ayrıca Han ordusuna yiyecekte veririz. Eğer bizim
isteklerimizi kabul etmezseniz o zaman iyi cins atlarımızın hepsini öldürürüz.
K’ang-chü’den yardım gelmek üzeredir, geldiğinde biz içeriden, K’ang-chu
askerleri dışarıdan, Han ordusu ile savaşacağız. Bunu iyi düşünün, hangi yolu
takip edeceksiniz?”
O
sırada Erh-shih Generalinin izleyeceği iki yol vardı. Saldırıya geçip savaşmalı
veyahut saldırmaktan vazgeçip, atlara sahip olmaktı...
Ta-yüan’ı
kurtarmaya gelecek, o zaman Han ordusu muhakkak yenilecekti. Ordudaki
subayların hepsinin de böyle düşünmesinden dolayı Ta-yüan’ın anlaşma teklifi
kabul edildi.
Bunun
üzerine Ta-yüan, atlarını meydan çıkararak, Han görevlilerinden istediklerini
seçmelerini istedi ve Han ordusuna bol miktarda yiyecek verdi. Han ordusu, en
iyi cins onlarca ile orta ve ortanın altında üç binden fazla kısrak ve aygır
seçti. Ayrıca bir Yüan soylusu olan, daha önce Han elçilerine iyi davranmış
Mei-tsai adlı kişiyi Ta-yüan kralı olarak başa geçirdi ve anlaşma yapılarak
ordu çekildi. Sonunda Han’ın ordusu kentin içine girmeden geri döndü...
Selman ZEBİL 2017
(1) Han Shu 96 A, s. 3895, Yine Han Shu 22. s. 1060-1061
(2) Ayşe Onat, “Çin Kaynaklarında
Türkler, Han Hanedanı Tarihinde Batı Bölgeleri” TTK, 2012,s.40
(3) Ayşe Onat, “Çin Kaynaklarında
Türkler, Han Hanedanı Tarihinde Batı Bölgeleri” TTK, 2012,s.85-86
(*)
Yaklaşık 224-250 gr. Ağırlığında parçalardı Genelde ticari amaçlı değil, süs ve
hediye eşyası olarak kullanılırdı.