26 Aralık 2021 Pazar

AKP' İKTİDARININ "DENEME-YANILMA" YÖNTEMİ BİLGİSİZLİĞİN BECERİKSİZLİĞİDİR



Deneme-Yanılma Yöntemi Sonunda Gelindi
            Dolar Garantili TL Hesabı

Erdoğan konuştu, dolar hızlı düşüşe geçti sanmayın! Erdoğan gece yarısı halkı uyutup gece yarısı konuşurken oyun içinde oyun kurgulanıp 10 saatte 7 milyar dolar Recep Erdoğan’ın talimatlarına bağlı kalan Hazinenin parası ile kumar oynayanır. Kazanırsa kendi ikbali yükselecek, kaybederse hazine kaybedecektir. Ancak her iki konuda kazançlı çıkacak olan doları yüksek seviyeden bozup, 5 saat sonra yeniden dolar alan küçük bir imtiyazlı çevredir.

Sonuç mu? Ucu, arkası belli olmayan faizdir. Kitabına uygun örtülü faiz artırımıdır. Yani bir şey değil. Bu sinsi uygulama “ortada nas var, sana bana ne oluyor?” demenin “U” dönüşü yapılıp halka hap gibi yutulmasının açık biçimiydi...

Bunun adı çarpıtılarak halkı aldatmacadır, “faiz” demeden, faiz artırımı hilekarlığıdır.
Döviz üzerinden faiz ve dövizin garantisidir. Dövizi olmayan yoksul halka ağır bedeller ödetilmesidir. Yani bu TL görünümlü limitsiz, sınırsız dolar garantili bir tür mevduat hilesidir. Kendi milli parasına güven duymayıp, dolar güvencesi ile garanti verilmesidir; din iman, milli yerli sözlerin havada kalmasıdır. Doları olmayan, doları olanın yükünü yüklenecek demektir. Yani doları olmayan yoksul, dolar zenginini besleme adaletsizliği demektir. Hazineden dolar kuru üzerinden ödeme yapmaktır. Bu halle, Anayasanın 10. Maddesine göre işletilemez, Anayasal suç demektir. Düzgün giden ülke ekonomilerinde böylesi görülmeyen yanlış giden bir olay demektir...

Bütün Bunlar İkbal Uğruna mı?
Nerde kaldı sözde NAS, din, diyanet, millilik-yerlilik deyin, kur garantili sonsuz faiz ödemeli günlere yol alınıyor. Ekonomi şaşırtmış, ne yaptıklarının bilincinde bile değiller, yeter ki artık kendi ikballeri sağlam dursun.

Daha açıkçası, %14 faiz artı kur korumalı, dövize çevrilebilir uygulama demek, “Türk parasına güven yok; itibarı yok, size tam güvenli dolar garantili” demekle sıfır risk hazinenin (dolaysıyla yoksul halkın) üstüne sarıp, doları olmayan, yüzünü bile görüp nasıl olduğunu bilmeyen bun ülkenin yoksul insanlarının haklarını dolar sahiplerine yükleyen yoksul halkın riski demektir...

Erdoğan Anayasal Suç İşliyor
Recep Erdoğan, ağır biçimde Anayasal suçu daha önce olmamış biçimde işlemekte ve çevresine topladığı kendisine biat eden yöneticilere de işletiyor.

Bütün bunları yaparken çocukluğundan beri kafasında biçimlenmiş, ideolojik saplantıları yaşama geçirmek için Anayasa, hukuk, hak, yasa düşünmüyor. Ettiği yeminin tersini yapıyor. Buna da kılıf olarak, “Kutlu dava, menzile varmak için her şey mubah” mantıksız dayanağı yani, Ortadoğu yaşam biçimine doğru yol almaktır.

Halkın Aklıyla Alay Etmek, Ben Cumhurbaşkanıydım!
Recep Erdoğan, 2021 İlim Yayma Ödülleri Töreni'nde Merkez Bankası’nın 128 milyar dolar rezervlerin eritilmesine; Merkez Bankası'nın döviz rezervinin yok olmasına: “Başbakanlığım döneminde 135 milyar dolara çıkardık, sonra düşüş yaşandı, yoktum, cumhurbaşkanıydım.” Diyerek sorumluluğu üzerine almadı. 20 Aralık Pazartesi 2021

Ahmet Davutoğlu bu sözlerine ise: “Çok açık bir ifadeyle bir kez daha söylüyorum. Ne nası cehaletinizi örtmek için kullanın ne de rakamları başarısızlığınızı örtmek için istismar edin. Bu başarısızlığın sorumlusu siz ve göreve getirdiğiniz ehil olmayan kadrolardır. Siz gideceksiniz ve Gelecek kadroları bütün enkazı toparladığı gibi yeni bir ufka bu ülkeyi taşıyacak.” Diyerek karşılık verdi.

Recep Erdoğan Nerede Durabilir?
Recep Erdoğan, her geçen gün iki ileri, bir geri adım atarak sürekli amacına ulaşma yoluna devam ediyor. Bütün önündeki engelleri geçtiğini, önünde hiçbir engel kalmadığı anda bilin ki, Afganistan’da gerici Taliban neler yapıyorsa, onların bile biz neden düşünemedik” diye gıpta edecekleri karanlık günlere ülkeyi dönüştürecektir.

Recep Erdoğan, Anayasasında laik bir devlet yazmasına rağmen, son derece dünyevi bir konu olan ekonomiyi, çekinmeden dini kurallarına göre yönetim uyarlama söylemi, “NAS var, sana bana ne demek düşer” demesi, yarın sistemi daha sert biçimde tehdit etmeyeceği garantisi var mı?

Recep Erdoğan, faiz ile ilgili ne demişti bakın: “Neymiş efendim? Faizleri düşürüyormuşuz. Benden başka bir şey beklemeyin. Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa, onu yapmaya devam edeceğim. Hele “hüküm bu” oldukça tehlikeli sözleri, tehlikenin en belirleyici dışa vurmuş halidir. Recep Erdoğan sinsi bir biçimde teokratik (din üzerine kurulu) kitabına göre yönetiliyormuş gibi konuşma, tehlikesi az buçuk aksakta olsa olan demokrasiyi hançerlemektir...

Recep Erdoğan bütün davranışlarıyla laik bir ülkenin Cumhurbaşkanı gibi davranmıyor, niyetinin bazen açık biçimde, toplumu ayrıştırarak, muhalefete en ağır hakaretler ederek ayrıştırıyor, kendi kitlesine mesajlar veriyor, kentleştiriyor. Biz, saklı niyetinin yeri ve zamanı geldikçe yüzeye vurmasından anlıyoruz.

Başta Anayasa; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre “değişmez ve değiştirilmesi teklif bile edilemez” denen laiklik yazılı bir biçimde var ama uygulamada olmayan; hiçleştirilen bir madde. Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısının olmazsa olmazının tek unsurudur, yoksa demokrasiden söz edilemez, otokrattık rejime kaymış demektir.

Her ne kadar Cumhurbaşkanı olup görevine başlarken bu cumhuriyet Anayasasına ve laik ilkelerine bağlı kalacağına dair namusu ve şerefi üzerine yemin ettiğine inanmayın. O yemin, dini yolda yürümek için takkiye yemini olarak kabul edilir ve Allah bunun hesabını sormaz inancı vardır. Çünkü kendilerine göre “kutsal yolda” bu namus ve şeref üzerine yapılmış yeminin kendi açılarından pek te bir bağlayıcı yanı yoktur. Edilen yemin “laik demokratik Cumhuriyet için olmadığı, NASA göre evirip çevirip din üzerine kurulmuş bir ülkeyi yönetmek için ideali olduğuna artık inanmak gerekir.

Türkiye artık böyle mi yönetilecekse anayasaya ne gerek vardır ki?
Artık Recep Erdoğan, dünyevi bir konu olan ekonomi yönetiminde sıkıştığı anda, din, iman, Kur’an, Allah ve Peygamber'in buyruklarına göre hüküm ortaya atarak işini sürdürecektir anlaşıldığı kadar. Sınırı nerde durur belli değil.


10 Aralık 2021 Cuma

ISPARTA HALISININ TARİHİ ÖYKÜSÜ

Beylikler Döneminde Başlayan Isparta Halıların Öyküsü

Rönesans ressamlarının büyülendiği Türk halıları bir zamanlar tüm Avrupa’nın zengin konutlarını süslüyor, Batı Anadolu’da yüz binlerce tezgâhta milyonlarca metrekare el dokuması halı üretiliyordu. Isparta halısı üzerinden anlattığımız bu öykü, aslında bütün Türkiye’nin ortak öyküsüdür.

12. Yüzyıldan itibaren yöreye yerleşen Türk boylarının Asya’dan getirdiği bu köklü kültür mirası, Anadolulu Rumların ve Ermenilerin de emeğiyle harmanlanarak 19. Yüzyılın sonundan itibaren dünyanın en büyük üretim organizasyonlarından birini kurmuştu. Kent merkezinden dağ köylerine kadar binlerce evde, birbirinden bağımsız kadınlı erkekli yüz bin dokumacı; adeta büyük bir fabrikanın üniteleri gibi halı üretiyordu. Dokumacılar arasında Ispartalı Rum kadınlarının olması da ayrıca dikkat çekiyordu. Neredeyse her evin alt katında ya da bir köşesinde ‘halılık’ adı verilen bir oda ekleniyor, halı atölyeleri bölgedeki sivil konut mimarisinin doğal bir unsuru haline geliyordu.

Selçuklu devletinin dağılmasının ardından Anadolu’nun güneyinde kurulan Hamitoğulları Beyliği’nin merkezi olan Eğirdir ve Isparta çevresinde sürdürülen geleneksel dokumacılık kültürü, 19. Yüzyılda tüm Avrupa’ya yayılacak olan bir Türk halısı çılgınlığının başlamasını da sağlayacaktı. 12. yüzyıldan itibaren bölgeye yerleşmeye başlayan Türkmen gruplar, Antalya’dan başlayarak Torosların iç kesimlerine, Burdur, Isparta, Konya ve Afyonkarahisar çevrelerine yayılan alanda yoğun bir hayvancılık üretimi yapıyorlardı. Dağlık kesimlerde keçi, daha düz alanlar ve ovalarda koyun yetiştiriciliği yapan halkın ürettiği yünler hem giysi hem de dokumacılık için kullanılıyordu.

Bir zamanlar ünü tüm dünyaya yayılan Isparta halıcılığı işte bu üretimin sonucu doğdu. Isparta çevresinde yürütülen yoğun hayvancılık üretimi sayesinde geleneksel dokumacılığı sürdüren kırsaldaki Yörük-Türkmen toplulukları, 19. Yüzyıla gelindiğinde kentli Türk, Rum ve Ermeni girişimcilerin çabalarıyla tüm Avrupa kıtasına ve hatta Amerika’ya halı gönderir oldular.


19. yüzyılın sonlarında Isparta’da halı dokumacıları. (Şark Halı Kumpanyası kartpostalı)

1800’lü yılların ikinci yarısında Isparta’da kurulan yerel halı şirketi, Avrupa’ya halı ihraç etmek üzere girişimlerde bulunsa da yaşanan büyük bir dolandırıcılık skandalının ardından feshedilmişti. Ancak Ispartalı Rumlardan biri olan Dr. Bodosaki ile Etrelizade Mehmet Efendi adında bir Türk girişimci, Rönesans ressamlarının tablolarını süsleyen ve 13. Yüzyıldan bu yana Avrupalı zenginlerin hayali olan Türk halılarını dış pazarlara ulaştırma çabalarını sürdürdüler. Yeni halı tezgâhları, modeller ve boyahaneler kuruldu. Kendisi de bizzat bu dönemin tanığı olan ve halıcılığı geliştirme çabasında bulunan Ispartalı tarihçi ve siyasetçi Böcüzade Süleyman Sami, o günlerde yaşananları, “Etrelizade, sonradan zarar ederek işi bırakmış, Bodosaki ve kardeşleri İzmir’de buldukları yeni alıcılar sayesinde işi ilerleterek zengin olmuşlardı” diye aktarıyor.

Ispartalı Rumların İzmir üzerinden Avrupa pazarına halı ihraç etmeye başlaması, yereldeki üretimin de yaygınlaşmasına neden olur. Bu çabaların ardından Isparta halıcığı için başlayacak yeni atılımın kahramanı, Akşehirli bir Ermeni olan ve Reji İdaresi’nde muhasebecilik yaparken Isparta’ya sürgün gönderilen Haçik Usta olur. Böcüzade’nin Haçik Usta ile ilgili aktardıkları şöyle: “Halıcılığın gelişmesinde, Akşehir’den Isparta’da sürgün bulunan Ermeni Haçik Usta ön ayak olmuş, yeni bir makas icat ederek beratını almıştı. Bu Haçik Usta, İzmir’de oturan Ispartalı Agopoğlu ve Mahdumlarıyla ilişki kurarak onların yardımıyla Isparta’da Şark Halı Kumpanyasını kurmuş, kendisi de Direktör (Müdür) olmuştu. Bu şirket sayesinde halıcılık köylere kadar yayılmıştır. Halen çalışmakta olan Şark Halı Kumpanyası bu ciddi girişimin ürünüdür.”

1908-1912 yılları arasında Osmanlı Meclis-i Mebussan, Isparta mebusu olarak görev yapan Böcüzade Süleyman Sami, o yıllarda Fransa’nın Isparta halılarından yüksek gümrük alacağını öğrenince İzmir Mebusu (Rum) Aristidi Paşa ile müşterek bir önerge vererek Osmanlı’nın Paris Sefareti (Elçilik) tarafından bu konuda önlem almasını ve Hariciye Nezareti’nin (Dışişleri Bakanlığı) gerekli girişimlerde bulunmasını istediklerini de tarihe not düşüyor.

Isparta Halılarında Renkler ve Adları
Isparta’da ‘Seccade’, ‘Üzümlü’, ‘Yolluk’, ‘Kelle’ ve ‘Taban’ olarak anılan halıların dokunduğu tezgahlar hızla yaygınlaşır. Goncalı, Gülistan, Goblen, Kandahar, Elvan, Saatli gibi modellerin hâkim desenleri de tıpkı Isparta’nın gül bahçeleri gibi allı-güllüdür. Isparta halılarını diğerlerinden ayırt eden renkler hemen göze çarpar; kiremit kırmızısı, lacivert, cam göbeği, yağ yeşili, ‘kirli’ de denilen kırık beyaz, kirli sarı, indigo mavi, yeşil ve bejin hâkim olduğu halılar insanda hayranlık uyandıracak canlılıkla ve bir tablo gibi halıya işlenir.



Oriental Carpet Manufacturers
Böcüzade’nin kısaca değindiği Şark Halı Kumpanyası, aslında Isparta halıcılığı başta olmak üzere tüm Batı Anadolu’da geleneksel Türk halıcılığının gelişmesinde önemli rol oynayan Londra merkezli büyük bir şirketti. Daha önce aracılar eliyle Batı Avrupa pazarına ulaştırdığı Türk halılarını, doğrudan temin etmek isteyen şirket harekete geçti. 1907’de İstanbul’da, 1908’de ise İzmir’de şubeler açan ve tam adı “Oriental Carpet Manufacturers” olan, Türkiye’deki adıyla Şark Halı Kumpanyası, 1911’den itibaren de İran’ın kuzeybatısında bulunan ve ağırlıklı olarak Türk nüfusun yaşadığı Hemadan kentinde bir şube açtı.


Şark Halı Kumpanyasına ait bir katalogda yer alan iki Isparta halısı,

1978 yılında 44 Bin Tezgâh, 100 Bin Dokumacı, 2 milyon m2 Halı Hesaplanır
1890’lardan 1930’lara kadar Isparta’daki ticari halıcılığı doğrudan etkileyen Şark Halı Kumpanyası, bu dönemde Avrupalı tüketicinin Oryantalist algılarına yönelik modeller de yaratarak, halıcılığın tüm köylere yayılmasını sağladı.

Öyle ki 1924 yılında Isparta çevresinde 2450 tezgâhta toplam 7350 halı dokumacısı çalışır. Bu tezgahlarda dokunan halı miktarı ise toplam 100 bin metrekarenin üzerine çıkar. Bu rakamlar 1950’de 5928 tezgâhta 12.870 dokumacı ile 186 bin metrekare halıya çıkarılır. 1978 yılına gelindiğinde, Isparta halıcılığı için bir daha asla görülemeyecek olan rakamlara ulaşılır: Isparta çevresinde 44 bin halı tezgahında 100 bin dokumacı o yıl toplam 2 milyon 150 bin metrekare halı üretecekti.


         Ispartalı halıcılar bir sergi sırasında

Isparta halıcılığının ünü öylesine yaygınlaşmıştı ki, Türk sinemasının ilk renkli filmi olarak tarihe geçen Muhsin Ertuğrul’un yönetmenliğini üstlendiği 1953 yapımı ‘Halıcı Kız’ filmi Isparta’da çekilecek, halı dokuyarak yaşamını kazanan genç kızların öyküsünü beyaz perdeye aktaracaktı.

Şark Halı Kumpanyası büyük bir ivme kazandırdığı ticari halıcılık, Birinci Dünya Savaşı ve 1920’lerin sonlarında başlayan ekonomik krizin Avrupa’daki tüketimi sekteye uğratmasıyla şirketin Türkiye şubelerini kapatmasına neden oldu. Ardından ise Isparta halıcılığı daha çok iç pazara yönelmeye başladı. 1970’li ve 1980’li yıllarda Isparta çevresinde üretilen halılar, kent merkezindeki devasa halı pazarında doğrudan dokumacı kadınlar ya da yakınları tarafından satışa sunuluyor, tüccarlar tarafından satın alınan halılar tüm ülkeye ulaştırılıyordu. Eşi askerde olan gelinler, çocuğunu okutan anneler, çarşı-pazar parası biriktiren kadınların yanı sıra halı dokumacılığı kadın-erkek ailece yapılan belli başlı bir iş kolu haline gelmişti.

Modern dokumacılığın gelişmesi karşısında kolaylaşan ve iş gücü ucuzlayan halıcılık üretimi giderek yerini fabrikalara terk etti. Geçmişte yün ve pamuktan üretilen Türk halılarının yerini, Petro-kimya ürünü ve sentetik halılar almaya başladı. İpinden boyasına, tezgahından makasına, kirkitinden modeline birçok kalemde kent halkına büyük bir ekonomik olanak sağlayan halıcılık yalnızca zaman yenilmedi, aynı zamanda gelmekte olanı doğru okuyamayan yöneticilerin basiretsizliğine de kurban gitmişti.


Şark Halı Kumpanyasına ait bir broşür (Şark Halı Kumpanyası’nah ait İzmir’deki merkezi)

Yüzlerce yıl ömrü olan geleneksel Türk halılarının, kurtulunmak istenen birer ceset gibi evlerden sokağa atıldığı 1990’lı yıllara gelindiğinde, Isparta’da kent merkezinden köylere halı tezgâhları da birer birer sökülerek ya sobalarda yakılan oduna ya da inşaat malzemesine dönüştü. Tezgâh demirleri hurdacıya satıldı, Ermeni Haçik Usta’nın yaklaşık 120 yıl önce icat ettiği makaslar ve kirkitler ise tavan arasına atıldı. Bugün kent genelinde bir iki kurumun çabasıyla sürdürülen ‘göstermelik’ halı dokumacılığını saymazsak neredeyse Isparta halısı dokunan hiçbir tezgâh kalmadı. Dokumacılıkla yaşamını kazanan kırsal nüfus, üretim araçlarının işlevsiz hale gelmesiyle birlikte 1980’li yıllardan itibaren büyük bir hızla köyleri boşaltarak büyük kentlerde ucuz ve niteliksiz iş gücüne dönüştü. Bir zamanlar zeminini ve çevreleyen dükkanları rengarenk halıların süslediği Isparta Halı Sarayı bugün ‘otopark’ olarak kullanılan bir viraneye dönüşmüş durumda.

Bugün İran’da halen canlılığını koruyan geleneksel Türk halıcılığı dünya pazarlarında ‘İran halısı’ olarak yüksek meblağlarla alıcı bulurken, İsfahan, Tebriz, Hamedan, Şiraz, Urmiye ve onlarca kentin her birinde ayrı ayrı halıcılık fuarları düzenleniyor. İran halısı olarak ünlenen ‘Sumak’ halıları, İran’da ‘Şahseven’ olarak anılan Türkler tarafından dokunuyor. Kaşkay Türklerinin dokuduğu halılar, İran halı pazarının en önemli markalarından birini oluşturuyor.

Bugün tek bir İran halısının fiyatı 10 bin liradan başlıyor, malzemesine ve ebadına göre 100 bin liraya kadar çıkıyor. Isparta, Uşak, Konya, Niğde gibi bölgelerde 30-40 yıl öncesine kadar yaşayan geleneksel Türk halı ve kilim dokumacılığının, bugün İran’da varlığını sürdürüyor olması İran’ın kazancı, Türkiye’nin ise büyük bir ayıbıdır. Isparta halıcılığının zamana ve teknolojiye yenildiği yalanını fütursuzca söylemeyi sürdüren sorumlular, bugün el dokuması halıların dünyanın her yerinde halen büyük bir kültürel ve ekonomik değer olduğunu görmüyor.


Uşak ve Eskişehir’de halı ipi boyahaneleri-Şark Halı Kampanyasına ait kartpostallar

Kaynaklar:
Yusuf Yavuz, “Dinleyin, Yitip Giden Sizin Öykünüzdür”: Yusuf Yavuz 3 Mart 2018
Süleyman Sami, “Isparta Tarihi, Böcüzade. Serenler Yayını-İstanbul 1983.
Isparta Kültür ve Turizm Envanteri, Isparta İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yayını, 2011.
Isparta Turan Yazgan Etnografya Müzesi sergisinden bir tarihçe.
Şark Halı Kumpanyası görselleri: http://www.levantineheritage.com/ocm.htm

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ (BOP) ve EŞBAŞKANLIK GÖREVİ



BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ ve EŞBAŞKANI

Bu Bush’un Haziran 2004’de ilan ettiği BOP’nin haritası
Eski ABD çikolata renkli Dışişleri Bakanı Condoleezza Rise tarafından 7. Ağustos 2003’de Washington Post’a kaleme aldığı yazısı şöyle: “Büyük Orta Doğu Projesi” içindir. Orada Rise şöyle der: “Fas’tan Basra Körfezi’ne, oradan Orta Asya steplerine kadar 22 ülkenin rejimlerini, sınırlarını, haritalarını değiştirmek.” diye kaleme aldığı yazısı bir ibret oluşturmalıdır zihinlerde. Yine nitekim ABD Silahlar Kuvvetleri dergisinde yayınlanan yazı ve haritada “Diyarbakır Orta Doğu’nun yıldızı olacak” denerek Diyarbakır “Yahudi-Kürt Devleti” nin sınırları içinde gösteriliyor. Benzer haritalar NATO toplantılarında da sıkça gündeme getirilir.

Açıya şöyle bakarsak Recep Erdoğan’ın “Büyük Orta Doğu Projesi” hakkındaki yeri konumuna dair teyit edici 16 Şubat 2004’deki konuşmasında şöyle: “Şu anda Büyük Orta Doğu Projesi var ya, bu proje içerisinde Diyarbakır bir merkez, bir yıldız olabilir” der.

31 Mart 2003 tarihinde yine Recep Erdoğan, The Wall Street Journal adlı İngilizce gazeteye verdiği bir demecinde. Amerikalıların Irak işkâlına destek çıktığını beyan eder. Recep Erdoğan Orada şöyle: “Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz” demiştir.

Bakın; dua ettiği Amerikan askerleri Müslüman Irak’ı işkâl etmiş, her şeyiyle yok etmiş, bir milyon beş yüz bin Müslüman öldürmüş ve binlerce kadının zorla ırzına geçilmiş Amerikan askerleri için dua etmiş Müslüman (!) olduğunu iddia edeni düşünün!

8 Haziran 2005’de bu kez Recep Erdoğan: “Geniş Büyük Orta Doğu Projesinde demokratik ortak olarak bir görev üstlendik. Şu anda Orta Doğu coğrafyası üzerindeki ülkelere yapmış olduğumuz ziyaretler de bunun açık ve net örnekleridir” der.

4 Mart 2006’da yine Recep Erdoğan: “Türkiye’nin Orta Doğu’da bir görevi var. Biz BOP’un eş başkanlarından biriyiz. Bu görevi yapıyoruz” der.

Onlara göre iyi bir iş, gerçekler ise “BOP için biçilen anlamsız “eş başkanlık görevi” Irak’ta rezilliğin rüsvasıdır.

13 Ocak 2009’dada iktidara geldiğinden bu yana BOP’a kilitlenen Recep Erdoğan, Haftalık AKP grup toplantısında BOP konusunda en kapsamlı konuşması se: “Büyük Orta Doğu Projesinin amacı bellidir. O amaçlar içerisinde Türkiye’nin üstlendiği görev de bellidir. BOP, barış, huzur, insan hakları, hukukun üstünlüğü, ileri demokrasi ve ekonomik kalkınma, kadın hakları ve eğitim özgürlüğünü daha yukarılara taşımak amacıyla atılmış bir adımdır. Burada Türkiye’ye de bir görev verildi ve biz bu görevi üstlendik” der.

Ama nedense sayılan haklar hala ortada yok, görevi de kimler verdi Türk halkı nazarında belli değil. Büyük Orta Doğu Projesinde “bize bir görev verildi” diyen Recep Erdoğan’ın Orta Doğu Projesi hakkında dedikleri tam bir müstemleke devletinin muhtarı gibidir sanki.

Millî Gazete yazarı M. Şevki Eygi bile o günlerde, AKP’nin gidişatından hiç hoşnut değil! Şu günümüzde Amerika’nın BOP projesiyle niyetini kavramış galiba, 1969’da ki Amerikan hayranlığının yerini nefret almış gibi bir havası var yazılarında gördüğümüz kadarıyla. AKP iktidarının gidişatından, pervasızlıklarına kadar karnı ağrır hale geldi; ishal oldu, afakanları arttı. Yazık yahu zavallı M. Şevki Eygi, kahrından dünyasını terk edip gitti başka dünyasına...

Recep Erdoğan ATV’de Konuştu. ATV’de canlı yayınlanan “Başbakanla Gündem Özel” adlı programda, BOP’un Türkiye de tam olarak tanımının yapılmadığını, projenin en başından ölü doğduğu teziyle: “Doğuşta daha adımı atıldığında olmadı, yürümedi bu iş. Fakat bizdekiler (Muhalefet) sanki bu ‘BOP hala yürüyor’ diyor. Bunun baş aktörü biziz. Böyle bir şey yok. Çalışma yok... Ama hala bunu konuşuyorlar” diyerek asla suçluluğunu kabul etmeyen durumunu burada da göstererek, suçu muhalefete yüklemedeki sanatını burada da kullandığını görmekteyiz... SELMAN ZEBİL 10 ARALIK 2021




6 Aralık 2021 Pazartesi

ŞAMLARLIYDIK, ESKİ GELENEKLERİMİZ BİTİRİLDİ ŞİMDİ NERDEN GELDİK NERELERDEYİZ?

Bizim Eski Gelenek ve Göreneklerimiz Vardı
Köylüydük, Köylülüğümüzü Unuttuk...


Buzdolabı, çamaşır makinesi, yoktu; bir kere başta elektrik yoktu, nadiren bazı evlerde bataryalı, sandık gibi radyolar vardı. Kesilen kışlık etler, dahi, kurbanlık olsun kavrulur, bir sepete doldurulur, tavana, kedilerin ulaşamayacağı bir yere asılır, oradan kış boyu yemeklere katılarak yenirdi…

Bileniniz var mı; yoksa unutuldu mu bilmem!
Katık adı verilen yoğurttan yapılmış, yoğurt tadında, peynir gibi, kuzu midesinden yapılmış “tuluk” adı verilen deri içinde, kış yiyeceği olarak saklandığını ve kış günlerinde yendiğini? Bilmeyeler öğrensin, bunlar bizim kültürel değerlerimizdi…

Yine, keçi derisi içine iki üç ay toplanan yoğurtan kışa hazırlık tahrana yapılır, kış günleri evlerde kızartılır, çerez niyetine yenirdi. Ayrıca, nohut, mısır kışlık hazırlanır bir kıyıda küp içinde saklanır, kışın kavrularak çerez olarak yenirdi. Bitmedi, güz geldiğinde, herkesin birer küçük üzüm bağları vardı, oradan toplanan üzümler, ezilerek pestilinden şıra adı verilen suyu kaynatılarak pekmez yapılır, küplere doldurularak ağzı sıkıca kapatılır, kışın yenirdi.

Ne günlerdi yokluk içinde huzurlu olmak!
Köylüydük; ne oldu da varlık içinde köylülüğümüzü unuttuk! Her ailenin en az on, on beş keçisi olurdu, kılından sütünden yararlanılırdı. Her ailenin en az bir karasığır cinsinden ineği vardır, danası büyür, erkekse okuz yapılır, dişi ise döllenmesi için büyütürlerdi.

Evlerin içinde mutlak vazgeçilmez mobilya sayılan bir sandık vardır, içi; anaların kızları için çeyizlikler koyduğu…

Sofra adabı vardır her evde, el işçiliğinden bakırdan bir sini, yine bakırdan dövme sahanlar vardı, odun ateşinde tencerede pişirilmiş yemekleri içine koyup tahta kaşıklarla, bağdaş kurulup oturulur sinin çevresinde yemekler yenirdi. Mutlak sofraların olmazsa olamaz olanı ayranlar içilirdi. Öyle çelik tencere, porselen tabak, çelik kaşık-çatal falan bilinmezdi...

Yemekler, öyle gazla çalışan ocaklarda falan pişirilmezdi ha! 
Her evin demirbaşlarından sacayağı denilen, demirden yapılmış, üzerine bakırdan yapma kalaylı yemek tenceresi konup, altında odun yanan ateşte pişirilirdi. Odun ateşinde, kalaylı bakır tencerede pişen yemeğin tadı bir başka olurdu. Bacalardan tüten meşe odunu dumanı evirile kıvrıla süzülürdü göklere doğru akşamüzerleri. Yemek kokusu buram buram kokardı burunlara hani...

Hele yekpare kütükten oyularak yapılmış hamur karma tekneleri vardı ki, içinde undan hamur yoğrulur, yanına, dört ayaklı, ağaçtan yapma, “senit” adı verilen düz bir ağaç üzerinde “meleksi” adı verilen topak hamurlar, oklava ile açılarak, yufka ekmek yapılır; saç üzerinde pişierken kokusu ta ötelerden alınırdı…

Köylünün en değerli günlük kullanılan eşya varlıkları hamur teknesi, oklava, sacayağı, saç, un ambarı, kıl çul dokuma buğday denkler, saman savurma atkısı, ot didelemede kullanılan dirgen, öküzleri sürmek için kullanılan üvendiren, beldenat, karasaban, boyunduruk, sırımdan yapılmış kayış, iki tekerlekli öküzlerin çektiği kağnı, düvendi. Kimsenin aklına lüks yaşantı gelmezdi, bir yarış içinde olmazlardı asla, kıskançlık yoktu, sende var bende de olsun diye bir yarış falan düşünülmez, akıl bile edilmezdi...

Taştan yapılmış, yarı kâgir, üstü toprak örtülü, altı samanlık bir tarafı, bir tarafı hayvanların barınağı ahır evler. İkinci kat içleri çamur-saman karışımı sıva ve üzerine “çırpı” adı verilen ak çamurdan badana yapılırdı. Ev düzeni; yatak yorgan koymak için, adına “yüklük” denen oda içinde bir yer olurdu, oraya yataklar, yorganlar sabah olunca istiflenir, görülmemesi içinde üzerine bir "bütgü" çekilerek kapatılırdı. Odada yere serilen halı bilinmezdi, kıldan dokuma çul, altında hasır otundan örme “hasır” adı verilen sergi vardır, veya yünden dokuma "keçe" adı verilen kalınca yer sergileri olurdu. Nerdeyse her evde, yünden el dokuması bir kilim bulunur, onu yere serip kullanmazlardı. Çünkü o kilimle cenaze üzerlerine ötülürdü mezarlığa kadar.

Yazdan hazırlanmış odun ve meşe kütükler ile soğuk kış geceleri, odun sobası yakılarak ısınırdı evler. Toprak testiler, bakır güğümler köyün ortak çeşmesinde akan taşıma ile evlere, içme ve kullanma suları olarak taşınırdı. Öyle evlerde kıvırdın mı musluğu akan sular daha yoktu…

Hayvanlar, keçi koyun, inek, en az iki öküz, eşek, on beş, yirmi tavuk, kedi, kapı bekçisi köpek.

Mezarlıklar var, anacak 1930’lara kadar olan mezarlar, taşlarla çevrili, birer kümbet, ikinci, üçüncü nesiller kimlere ait olduğunu bilmeleri çok zordu. Çünkü okuryazar yoktu mezar taşlarına kimliğini belirten yazı yazabilsinler. Anadolu'da geneklikle mezar taşı yazma devriminden önce köylerde okuryazar olmadığından veya bir iki kişiyle sınırlı olduğundan, 1930’lardan itibaren başlayan harf devrimiyle okuryazar oranı arttıkça, mezar taşlarına ölmüş kişinin kimliğini belirten başucu taşlarına adı yazılmaya başlanıyor. Bu başucu mezar taşları, özel seçilmiş düz taşlardan olup, üzerine keski ile sahiplerinin adı yazılmıştır. 1960-1970’lerin sonlarına doğru ise, mezarlar mermerden, daha gösterişli özel yaptırılmaya başlanılır.

Ne oldu, kime uyup değişti bu millet?
Bir dönem değişikliğinin sancılarını yaşar olduk. Görgümüz, göreneğimiz değişti, yapısal sancılar çekmeye başladık. Bir söz vardır atalardan: “görmemişin bir oğlu olmuş, tutmuş çükünü koparmış” diye. Bu söze taş çıkartır duruma gelmişiz. Önümüze çıkan geçmişten ne varsa yakıp yıkıp, bütün değer yargıları tarumar etmişiz.

Bütün değişimimiz şu son 40-50 yıl içinde bu korkunç yozlaşma, bu değer yargısızlık, yüreklerimizi kemiren kıskançlık, maganda hallerimiz, toplumsal keşmekeşlik sonucu, birbirimizin kıskancı olmuş. Toparlanmak gerek. Toparlanmak!

SELMAN ZEBİL 6 ARALIK 2021

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...