12 Kasım 2014 Çarşamba

ŞAMANİZM'İN ISLAHI "AK DİN" İNANCI ve ALTAY'LARDA RUS ZULMÜ

AK DİN ve ALTAY TÜRKÜ ÇET-ÇELPEN
Bozulmuş “Kara din” dedikleri Türk Kam dinini (Şamanizm) ıslah ederek çağın isteklerine uydurmak için 20. Yüzyılda Altay dağlarında başlayan bir eylem olan Burhanizm, Altaylılarca “Ak Yang” yani  “Ak din” olarak çıktı. Ayrıca “Ak Din” Rus zulmüne ve emperyalizmine karşı bir siyasi eylem ülküsü olarak doğmuştur.

Tam manasıyla bu “Ak Din” eylemin ne zaman başladığı bilinmese de Burhanizm olarak 1904-1930 yıllarında Altay bölgesinde açığa çıkmaya başlamıştı. Ruslara göre bu Burhancılık (Ak din) eyleminin, bölgedeki Rus egemenliğine düşmanlık ve Şamanizm’e karşı bir dini ve siyasi propaganda olarak ortaya çıkmıştır. Aslında Burhancılık (Ak Din) Şamanizm’in içinden gelen, ilk önderi sayılabilen orta halli bir Altay Türkü olan Çet Çelpen’dir. Ona en iyi destekçi, Kule adlı karısı dahi, 14 yaşında Çugul Sarok Çandık adlı üvey kızıydı.  

Türk dinin bozulmasına ve birçok dinden içine karıştırılmasına karşı gelişen bir akım, olsa da “Ak Din” adı verilen eylemin “Burhancılık” adı verilse de, özde temeli daha çok eski Şamanist gelenektir. Bu akımın önderi Çet Çelpen, Üst-Kan kasabasından 20 km. uzaklıkta bulunan dağlık ve bir ormanlık bölgede yaşıyor ve burada ibadet ediyordu. Yanına gelenlere Ak-Yang’ın ilkelerini öğretiyor ve öğütlerde bulunuyordu. Cet-Çelpen’in öğretisine göre: Ruslarla birlikte yemek, içmek, onlara dost olmak yasaktı. Hatta Rus parası bile kullanılmamalıydı.

Çet Çelpen, 20. yüzyılın Kamları (Şamanların) Kök Tengri Dininin içine birçok akla ve mantığa sığmayan hurafeler soktukları için onların şeytan işleriyle uğraştıklarını öne sürüyordu. Onlar davullarını, cüppelerini ve aslarını ateşte yakarak gerçekleri söylemeye zorlamak lazımdı. Tanrı’ya hoş kokulu otların dumanı, süt, şarap ve kımız gibi saçılar da kurban sayılabilirdi. Eğer bu din etrafında birleşirlerse, Rus zulmünden de kurtulmak mümkündü.

Çet Çelpen’in Ak Din öğretisine göre kanlı kurban kesmek yemek yasaktı. Ancak yılda bir kez kuzu kesilebilirdi. Tanrılara kurban yerine hoş kokulu otlar tütsülenerek dumanı, süt, şarap ve kımız saçıları yeterlidir.

Ak Din öğretisinde, Budizm, Lamayizim felsefesinden, milli dava unsurları göze çarpıyordu. Eski din Kamların öğretilere, ayrıca Hıristiyanlık misyonerlerin bölgeye gelerek aşıladıkları Hıristiyan dine de karşı konulması, dahi, Rus parasının bile bölgede kullanılmaması isteniyordu. Rus parası yerine, ejder resmi bulunan Çin parası kullanılmalıydı. 

Çet-Çelpen, Ak Yang” (Ak Din) hakkındaki bütün vaazlarını çok güzel bir hitabeti olan kızı vasıtasıyla yapıyordu. Bu kızı dinlemek için binlerce kişinin toplandığı oluyordu. Zamanla Çet-Çelpen’in on binlerce taraftarı oldu. Bu Rus hâkimiyetinin Altaylarda tehlikeye girmesi demekti. 1904 Temmuzunda binlerce Altay Türkü, tören için Çet-Çelpen’in çadırında toplanmıştı, genç kızın ateşli nutkunu ve ilahilerini dinlerken, ibadetle meşgul bu silahsız insanlar Rus askerleri tarafından baskına uğradılar. Çet-Çelpen karısı, kızı ile ileri gelen 20 kadar müridi tutuklandı. Rus hükümeti Altaylı Burhanistlerin mallarını, mülklerini yağmaladılar. O zaman Rus devlet dumasında bulunan bazı liberal görüşlü kişiler ve avukatlar onların savunulmalarını üstlendiler. Böylece ölüm cezasından kurtuldular. İki yıl sonra (1906) Çet-Çelpen Biysk Hapishanesinde öldü.     

1918 yılında, Ünlü Altaylı Ressam Gregori Gurkin ve bazı diğer Altaylı önderler birlikte bölgede Ruslardan bağımsız, “Oyrat Cumhuriyet kurma hedefi üzerine  “Karakurum Yerel Komitesini” kuralar. Tasarlanan bu “Oryat Cumhuriyeti” sınırları salt Altay bölgesi değil, komşu olan diğer Türkçe dilli toplulukları da kapsayacak biçimde olur. Ruslar bu eylemin, Rus egemenliğine karşı ortak bir milli eylem olarak kabul ederler ve 1921 yılında bölgeye ulaşan Bolşevikler tarafından zor kullanılarak bastırılır. Son araştırmalarda hala bölgenin Altay ve çevresinde Burhanistler (Ak Din) inancında olanların varlığı ortaya çıkmıştır.  

Buda ve Lamaizm dininden alınma, ama “Ak Yang” (Ak Din) olarak adlandırılan, Buda, Türkçeleştirilmiş adı “Burhan” veya “Burkan” olarak karşımıza çıkar. Hala Anadolu’da erkek isimleri olarak kullanılan “Burhan” veya “Burkan”, “Buda” anlamına Türkçeleştirilmiş ada olarak karşımıza çıkar.

Burnaizm dini (Ak Din) öğretilerine göre: “Aksakallı, ak giysili ve ak atlı bir adam olarak tarif edilir. Günahlardan tövbe edilirse ‘Ak boz atlı Hoyrat Han’ gelip Altaylıları Rus işkâlından ve zulmünden kurtaracak” diye inanılır.

Ak Din’in felsefesinde gördüğümüz Yaşlı, Aksakalı, Ak Boz Atlı Hoyrat Han gibi figürler, Anadolu’da İslamlaşmış bütün Türkler arasında nerdeyse benzer biçimde “Aksakallı Pir, Boz atlı Hızır” gibi kurtarıcı negatif enerjiler olarak karşımıza çıkar. Yada, Dede Korkut (Korkut Ata) ile özdeşleştiriliyordu.

Tarihi araştırmacı Andrei Vinogradov göre “Ak Din” eylemi, “ufak Türk-Moğol kavimlerini birleştirerek, daha büyük bir topluluk oluşturma geleneğine benzeyen özellikler vardı. Yani Türk Moğol topluluklarına tanınan Bozkır İmparatorluğunu kurma geleneğinin 20. Yüzyıla kadar taşınmış olan kalıntısı olarak görülebilir. “Ak Din’de” sözlü mitoloji çok canlıdır ve Manas, Cengiz Han ve Kral Gazar gibi efsaneleri anlatılan kahramanlar insanların günlük hayatında bir rol oynamaktadır. Ak Din eski Türk ve Moğol inancı Tenriciliğin en önemli özellikleri bulunduğunu söyleyebiliriz” der. 
Selman ZEBİL

Yararlanılan Kaynaklar: 
S. Gömeç, “Şamanizm ve Eski Türk Dini” makalesinden.
Andrei Vinogadov, “Ak Jang in the Context of Religious Traditon” 
Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü” 1976. 

11 Kasım 2014 Salı

OSMANLI PAŞASI POLONYALI KONSTANTY BORZECKİ (Mustafa Celalettin Paşa)

MUSTAFA CELALETTİN PAŞA (Konstanty Borzecki 1826-1876)

Konstanty Borzencki,
Mustafa Celalettin adını alır
Nazım Hikmetin büyük dedesi olan Mustafa Celalettin Paşa 1826 yılında varlıklı ve köklü bir aile çocuğu olarak, Polonya-Kleszow’da Konstanty Bozcki doğdu. Annesi ve subay abası çocuklarının iyi bir eğitim alması için çaba harcar.

Konstanty, 1844 yılında Piotrkow’da liseyi bitirdi. Resim kabiliyeti nedeniyle Varşova’da Güzel Sanatla akademisine başlasa da iki yıl sonra okulu terk etti. Ani ve sürpriz bir karala Wloclawik’teki Katolik Papaz okuluna kaydolur. Bir yıl sonra orayı da terk eder. Anadili Lahça’den sonra Fransızca ve Rusça dillerini çok iyi konuşur olur. Ayrıca Latince ve Almancasını da iyi biliyordu. 

1848 yılında Avrupa’da gelişen halklar içinde bağımsızlık ve özgürlükçü devrim hareketleri Konstanty’yi de etkiledi. Avrupa halkları arasında özgürlüklerine düşkün Polonyalılar da vardı. Aslında Polonyalılar Avrupa’da 200 yıla yakın zamandır Prusya’ya hatta daha çok ta Rusya’ya karşı sürekli ayaklanmalar yapan bir milletti. 1830 devrimi Avrupa etkili olur ve Polonya bu devrimin işaret fişeğini ateşleyen olur. Dur durak bilmeyen isyanlar kasar kavurur her daim kan ve gözyaşı içinde kalır.

Polonyaca bu açıklamayı üzerini tıklayarak büyütebilirsiniz...
1948 yılına gelindiğinde her tarafta devrimci heyecan, Avrupa’da halklar açısından tarihsel bir dönüm noktası oluşturdu. Tam bu dönemde ayrıca buluşlar, keşifler, icatlar gelişerek sanayi hızla gelişmeye başlar. Aynı anda toplumsal sorunlar, siyasetin ve felsefenin dahi halkların örgüt modelleri yenilmesine neden olur. Zenginlik bir tarafta almış başını giderken, şehirlerin varoşlarında alabildiğine yoksulluk, sefillik, güvensizlik kol gezer oldu.

Bunlar Paris’te başlayan devrimin sonuçlarıydı. Zaman içinde hızlıca Avrupa’ya yayıldı ve Polonya’yı etkiledi. Büyün coşkuyla başlayan ayaklanmalar, Avrupalı zalim zorba iktidarların şiddetiyle bastırılmaya çalışıldı ve Avrupa’dan en kapsamlı aydın, emekçi, zanaatkâr, yaratıcı bilim adamlarının, yurtseverin başka yeni kıtalara yığınla göçlerin başlamasına neden oldu. Amerika’nın zenginleşmesine, ileri teknolojide gelişmesine derin katkılar sağladılar.

Bu göçlerden az da olsa Osmanlı topraklarına sığınan Avrupalılar da olmuştu. Bazıları zamanla tekrar Avrupa’ya, ülkelerine dönerler, bazıları ise Müslüman olurlar yüksek mevkilere kadar ulaşırlar ve Osmanlı ülkesinde pek çok yararlı hizmetlerde bulunurlar. İşte bunlardan biride Polonyalı Konstanty Borzecki (Mustafa Celalettin Paşa) olur. 

Konstanty Borzeçki, 1848 yılında ayaklanmaya katılır. Ayaklanma istenilen sonuç vermez. Konstanty yakalanır; Prusya’da Magdebur hapishanesine atılır. Oradan salıverilince doğru Fransa’ya kaçar. Orada güvende değildir, Rusya’ya iade korkusu vardır. 1849 yılında Polanyalı ve Macaristanlı eylemcileri Rusya’ya iade etmeyen Osmanlı’ya sığınır.

O dönemde savaş alanlarında yeni kullanılmaya başlanan harita çizimlerinde üstün yeteneği olan Konstanty Osmanlı ordusuna alınır, harita şubesine atanır ve yüzbaşı rütbesi verilir. Aradan iki yıl geçince İslamiyet’i kabul eden Konstanty, Mustafa Celalettin adını alarak Bektaşi olur.

Konstanty, Müslüman olduktan sonra yanında çalıştığı “Er-Kan-ı Harp”dairesi kumandanlarından Mirliva Ömer Paşa’nın takdirini ve sevgisini kazanır ve Ömer Paşa’nın kızı Saffet Hanım ile evlenir. Bu evlilikle Osmanlı ordusunda çok iyi yerlere gelmesine etkili oldur ve şöhreti arttı. Tabi ki buna yetenekleri, sadakati, fedakârlığı ve cesaretinin de katkıları vardı elbette.

Böyle bir eylemci kişi, ülkesi Polonya’nın kurtuluşu için çarpışırken, gelip sığındığı Osmanlı için aynı fedakârlığı cesaretle yaptı. Dahi, askerlik bilimi ve tarih, Mustafa Celalettin Paşa’nın en büyük tutkusuydu; cephede savaşmaktan korkusu yoktu. Bu uğurda ölümü kucakladı. Pek çok bölgede, Karabağ, Kırım, Bağdat, Girit gibi yerlerde savaştı. 28 yıllık askerlik yaşamında çok kez yaralandı ama son ölümcül yarayı 50 yaşındayken, 10 Ekim 1876 yılında şehit düştü. Cenazesi Karadağ-Spoz kasabasında bulunan camii avlusunda defnedildi.

Avrupa da doğdu Mustafa Celalettin, Avrupa kıtasında öldü lakin 28 yıllık askerlik yaşamı boyunca Asya’da doğmuş Türklerin tarihi sayfalarına adını yazdırmış oldu.

Avusturya, Macaristan ve Polonyalı mülteciler Osmanlı düşünce yaşamına kalıcı etkileri olmuştur. Osmanlının çağdaşlaşmasında en kapsamlı katkıları olmuştur. Çünkü bu mülteciler kendi ülkelerinde en iyi eğitim görmüş aydın kişilerden oluşuyordu.  

Bunlardan biri olan Mustafa Celalettin Paşa, gerçek manada etkisi Türk tarihi, Türkçülük, Türk dili ve kimliği üzerine oldu. “Eski ve Modern Türkler” adlı yazdığı kitap 1969 yılında İstanbul’da Fransızca olarak basıldı. Ve bu kitabını Sultan Abdülaziz’e bizzat kendi giderek elden sundu. Bu kitap 2. Baskı olarak ikinci yıl Fransa-Paris’te yapıldı ve Avrupa’da oldukça etkili oldu.

Kitap genellikle Osmanlı Devletinin bekasını anlatıyordu. Dahi, Osmanlı içinde yaşayan değişik unsurların yan yana yaşamlarını ve bu unsurların refahını sağlamak için devletçe, milletçe neler yapılması gerektiği hakkında iyi bir anlatım ele alınmıştı. Ayrıca kitapta geçen konular, hem de Avrupalıların Türkleri daha iyi anlatmaya, Avrupalılarda var olan Türkler hakkındaki ön yargıları kırmaya yarıyordu.

Dahi, Celalettin Paşa, Türklerin modern olmaları gerektiğini destansı şiirsel bir dille ele alıyor, aydınlanmasına yardım ediyordu. Bu kitabını yazarken, ta eski Türklerden Osmanlı Devletinin kuruluşuna kadar gelişmeleri içeren destanımsı bir dille bilgiler veriyordu. Orada, Türklerin dünya tarihi içinde oynadıkları rolleri, Türklerin ilk çağ kavimlerinden olduklarını, Osmanlıların bu kavmin bir parçası olduğunu anlatıyor.

Celalettin Mustafa Paşa, Türklerin çok eski, dünya tarihinde büyük yerinin olduğunu, bilime, sanata önem verdiklerini yazıyordu. Lakin bir de madalyonun öbür yüzünü de ortaya döküyordu. Tanzimat sonuçları itibarıyla, Türkiye’nin Avrupa medeniyet yoluna girmekle iyi bir iş yaptığını överken, Avrupalılara verilen imtiyazlara ve sanayinin sekteye uğratılmasına, ithalat-ihracat gibi konularda gümrük vergileriyle ilgili hataların yapılmasına da yer veriyordu.

Türk halkının ruh yapısını, yasa ve ilkelerini, toplumsal yapısını, toprak zenginliğini
Analiz ediyordu. Türk aile yapısı, aile ocağı, askerlik ocağı, askere alınma gibi toplumu ilgilendiren konuları şiirimsi bir dille anlatmış kitabında. Askere alınan Türklerin uzun askerlik sürelerinden dolayı işlenecek, ekilip biçilecek toprakların bakir kalmalarına, Askerlik yapmayan Hıristiyanlara nazaran eşitliksizlik yaratıldığına dair dikkat çekmiştir. Dahi, Türklerin işletip ekip biçtiği topraklar zamanla Hıristiyanların elinde toplandığını açık bir dille anlatmıştır. Celalettin Mustafa Paşa bu durumun adil olması için, Hıristiyanlarında askere alınmasını istiyor ama Hıristiyanlardan oluşan askerlerin bir arada tutulmamak kaydıyla.

Ve dahi; Celalettin Mustafa Paşa’ya göre Türkler, kendi ülkelerinde sanayi ve üretimden kopmuş, kendi ülkesinde salt hamal, çiftçi ve amele olarak kalmıştı. Meslek ve ticaret yabancıların elindedir. Daha açıkçası, Celalettin Mustafa Paşa’nın yazdığı kitaptan anlaşıldığı kadarıyla Batı emperyalizmin yabancıların tuzağına Osmanlının düştüğünü ilk gören kişi olmuştur. Ona göre Osmanlı tabasına bağlı azınlıkların ülkeye sağladığı yaralardan söz ederken, bu imtiyazlı azınlıkların ülkeye yabancılaşarak verdikleri Zaraları korkunç olduğunu anlatmıştır.

Ayrıca ülkedeki hukuk sisteminin ve idari sisteminin reformlara tabi tutulmasını ve aşırı idari merkeziyetçiliğin eleştirisini yapıyordu. Dahi, dilde yenileşme istiyor, Arapça, Farsça gibi dil yapısına uygun alfabelerin bizim dil yapısına uymadığını örnekler vererek söylüyordu.

Mustafa Kemal Atatürk ve kuşağı, Celalettin Mustafa Paşa’nın görüşlerini biliyorlardı. Hatta Mustafa Kemal’in kütüphanesinde, Celalettin Mustafa Paşa’nın yazdığı 150 yıl önce 1869 yılında yazdığı Paris baskılı “Eski ve Modern Türkler” (Turcs Anciens Moderns) adlı kitabının bir nüshası vardı. Bu kitabı Atatürk’ün okuduğu muhakkaktı. Bu kitabın bası yazılarının altına ve kıyılarına  “çok mühim, dikkat, abartma” gibi notlar düşmüştür.

Celalettin Mustafa Paşa’nın Türklere duyduğu ilgiyi 1869 yılında Fransızca yazdığı  “Eski ve Modern Türkler” kitabında anlatmıştı. Bu kitapta Türklerin ulusal bilincini uyandıran sözler vardı. Mustafa Kemal onun fikirlerini önemser. Celalettin Paşa için: “Bu Polonyalı gerçek altından anıta layıktır” dediği biliniyor.

Atatürk’ün “Eski ve Mordern Türkler” adlı kitabı, yakın arkadaşı, Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’ın teyze oğlu Ali Fuat Cebesoy’dan edindiği sanılmaktadır.150 yıl önce Paris’te baskısı yapılan bu kitabın Türkiye’de 150 sonra baskısı “Kaynak Yayınları” tarafından basılmış ve dilimize Güven Berker tarafından çevrilmişti.

Celalettin Mustafa Paşa, Osmanlıya iltica ettiğinden kısa bir süre içinde mahiyetinde çalıştığı Ömer Lütfi Paşanın taktirini kazanır sonra Müslüman olur. Ömer Lütfi Paşa kızıyla evlendirir. Harp okulunda uzun bir süre harita hocalığı yapar. Daha sonra savaşlara katılır, katıldığı bütün savaşlarda üstün başarılar sağlar. Ayrıca, en kısa sürede, hayranlık kazandıran savaşlardaki cesaretinden dolayı genç yaşta paşalığa kadar yükselir. 

Polonya kökenli Osmanlı aydını Celalettin Mustafa Paşa, savaşçılığı yanında, yazdığı kitaplarla Türkleri milli duygularını uyandıracak fikirleri onun ölümünden sonra pek çok Osmanlı aydınına ışık tutmuştur. Namık Kemal, Süleyman Paşa gibileri yanında, Türkçülük akımının öncülerinden olan Kazan’lı Yusuf Akçura gibilerini derinden etkiler ve “Les Turcs Anciens et Modernes” Osmanlı Türkleri arasında, Türkçülük faaliyetlerinin ilk yapıtları arasında sayılır.        

Daha açık bir biçimde, Şair Nazım Hikmetin büyük dedesi Celalettin Mustafa Paşa Türk devriminin en önemli kişilerinden bir paçadır. Nazım Hikmet dedesi hakkında  “Lehistan Mektubu” adlı şiirinde şöyle der:
…..
Sevgilim
dedelerimizden biri 1840 Polonya muhaciri
Lehistan’dan gelmiş dedelerimizden biri
gözlerinde karanlığa yenilginin
saçları al kana boyalı
……
Sevgilim nerde,
ne zaman hürriyet dövüşmüş de ön safta Polonyalı bulunmamış?
Göğsümü kabartmıyor değil dedelerimden biri Lehli oluşu…

Kaynak Yayınlarından çıkma yapıttan: Soner Yalçın “Sözcü Gazetesi”
Htt://turktoresi.blogspot.com.tr/2010/06/Mustafa Celalettin pasa-contanty.html
http://www.arastiralim.net/ilk/2010/01/page/41



ALTAY TÜRKÜ GRİGORİ GURKİN (1870-1937)

GRİGORY GURKİN, Ön Adı Çoros Gurkin (1870-1937)

Gurkin, Altay Türklerindendir. 1870 yılında Altay Ulalu Curt’a bağlı Caş Tura’da doğmuştur. Orada Rus Ortodoks misyonerlerin açtığı okulu bitirmiş 1897 yılında Petersburg’a gitmiş. Orada resim akademisine kayıt yaptırmak istese de, geç kaldığı için kabul edilmez. Bir an İvan İvanoviç Shishkin (1832-1898) tanışır. Gurkin onunla 8 ay çalışmış, ondan resim konusunda dersler almış. Daha sonra 1899’da Petersburg Resim Akademisine sınavsız alınmıştır. 4 yıllık eğitimden sonra, Altay Masalları derlemeye başlar. 1926 yılında Rus şair G. Vyatkin ile birlikte Altay masalları yayımlamaya başlar.

Daha çok O, Sibirya ve çevresinde yaşayan bütün Türk boylarının çok iyi tanıdıkları efsaneleşmiş bir önderidir. Daha çok doğayla bütünleşmiş resimleriyle tanınmasa da O, aynı zamanda iyi bir Türkolog ve etnolog kimliklidir.

1917 Ekim Devriminden sonra Gurkin ve Altaylı aydınlar Ruslara karşı bağımsızlık mücadelesine girişirler. Altay ve Sibirya’daki bütün Türk boyları içine alacak “Karakorum” adında bağımsız bir devlet kurma niyetleri vardır. Dahi, bu iş için küçük bir ordu bile oluştururlar. Bu arzunun gerçekleşmemesi sonucunda Gurkin 1919 yılında Moğolistan’a, daha sonra 1921 yılında Tuva Türklerin içine girer ve Tuvalar onu bağırlarına basarlar. Hala Tuvalar ve Altaylılar, Gurkin'in Pantürkist harekatından dolayı sevilmekte ve takdir edilmektedir. 

Çoros Gurkin, hala günümüz Sibirya-Altay Türklerince bağımsızlık kahramanıdır. 4 bine yakın yapıtları bulunan Gurkin’in en öneli yapıtı, 1907 yılında, “HAN ALTAY” adlı tablosudur. Bu tablonun 1926 yılında biraz değiştirerek (alta ki iki resme bakınız) kartal resmi ve yeşil ağaçları yok eder. Yani, bir neslin yok olmasını tuvale yansıtması, Altay bölgesinde 1930 yıllarda bir Turancı hareketin baş göstermesi korkusundan olsa gerek, bu tablosu yüzünden “Pantürkist Ressam” suçlanmasıyla cezalandırılır..

Gurkin,1921-1926 yılları arasında devlet memuru olarak çalıştığı Tuva Cumhuriyetinde 1930 yıllarında pullar üzerine basılmış “Turan” damgası olduğu iddiasıyla 1934 yılında Stalin rejimi tarafından “Turancı” suçlanmasıyla tutuklanır.  1937 yılında, Rus usulüne göre ensesine kurşun sıkılarak öldürülür.  

Doğayla iç içe bir yaşam, Altay dağlarının görkemli eteklerinde yaşamak, onu arada bir zaman dağlara yolculuk etmesini sağlar. 1897 yılında İvan İvanoviç Şişkin adlı bir Rus ressam ona yeteneğini gösterir, iyi bir resim sanatçısı yapar. Daha sonra da St. Petersburg Akademisi Resim bölümünden mezun olur. St. Petersburg’da Gurkin ilk profesyonel resmini 1894 yılında yapar. 1895 yılında “Kamlanie” (Kurban Gecesi) adlı resmini yapar.

Gurkin’in 1907 yılında tuvale yansıttığı “Han Altay” adını verdiği resminde kayada kanatlarını açmış bir kartal var, ağaçlar canlı, dağ öyle!  

Resim 1907, ötekisi Resim 1926 
Daha sonra 1926 yılında tuvale çizdiği resminde kartal resmi yok, ağaçlar daha soluk, bazıları kurumuş, yok olmuş, dağ soluk kalmış. Bunu anlamı, nesillerin yok olduğunun bir dram halinde yansıtması olarak açıklanır.

Gurkin’i büyüleyici Altay yurdunun büyüleyici doğası, alabildiğine geniş coğrafyası etkisiyle eline boyasını, tuvalini ve fırçasını alır, başlar çizmeye Altay dağlarının canlılığını tuval üzerine.

Gurkin’i idama götüren, “Pantürkist”
olarak suçlanmasına neden olan “Han Altay” resmidir. “Han Altay” adını verdiği birinci resmini, Rusya Federasyonu içinde bulunan, katıksız Türklerin bulunduğu yerin adıdır.
                                                                                                               





BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...