14 Mayıs 2013 Salı

TÜRKİYE'DE KİMLİK ARAYIŞI

Kimlik Arayışında Üç İdeoloji
Kimlik arayışında Türkiye’nin kaderi, öteki İslam ülkelerinden farklıdır. Türkiye de üç tür kimlik arayışı vardır:

Birincisi: Kan temelli aranan kimlik.

İkincisi: Toprak temelli kimlik arayışı yöntemidir.

Üçüncüsü ise: Dini aidiyete bağlı kalıp, etnik ve toprak temelli kimliğin retti ile “ümmet” toplumu olmaktır.

İde: Yunanca “ide” yani beynin içinden geçen düşünce (Türkçe ülkü) Örneğin önündeki ağaca bakarken arkandaki ormanı göremiyorsan bir ideolojinin, bir düşüncenin azgın militanı gibi davranırsın. Aşırı ideolojik bakış bazen siyasilere büyük hatalar yaptırabiliyor. Mesela insanlığın din-tarım toplumundan endüstri-bilim toplumuna geçmek istemesi bir ideolojidir. Dünya ve toplumları anlamaya yönelik tutarlı bir düşünce sistemi demokrasi ile var olur.

Etni: Türkçe de “budun” olarak anlatılır...
Smith’in açıklaması “cemaati anlatan ethnie atalara ait ortak efsaneleri tarih ve kültürleri ortak olan, kendilerini belli topraklar ile özdeşleştiren ve bir dayanışma duyguları olan insan nüfuzları” olarak tarif edilir.

Dine bağlı kimlik: Örneğin din; millicilik, laiklik, ülke bütünlüğü, ulusal varlık insanların yaşamlarına damga vuran ideolojilerdir. Bunların dışında bir de kalkınma ideolojisi vardır ki, doğu insanına pek yakın olmayan, Batı toplumlarına has olan tarım toplumundan bilimin ışığında endüstri toplumuna geçmek bir ideolojinin başarılmış sonucuydu...

Kimlik aidiyetlerini ümmet toplumu içinde olmasını isteyenler, durağan, değiştirilemez kaidelere bağlıdırlar, bireycilikleri yoktur, bir inançta birleşirler, ortak akla hizmet ederler ve bir otoriteye (şehe-şıha, ağaya) biat ederler. Tarım-din toplumlarında bilimsel bir gelişim gösterdiği bugüne kadar hiç görülmemiştir. Bu tür toplumların ulus devlet kurdukları da tarihte hiç yoktur; görülmemiştir...

Toprağa bağlı kimlik: O toplumun sınırlarla belirlenmiş topraklar üzerinde etnik kimliklerine bakılmaksızın kaderde ve tasada, sevinçte birlikte yaşamak isterler.

Kana dayalı kimlik: Aynı kandan gelenlerin, milli bir cephe oluşturarak, bazen ırkçılığa varan zararlı eylem içinde olanlardır.

Bireysel kimlik: Azınlığa mensup bir bireyin kimliği boşlukta yaşamazlar; bir toplum üyesi olarak yaşarlar. Biz buna toplumun ortak kimliği deriz. Toplumsal kimlikten azınlık birey kimliği güç alır. Bireysel kimlik salt azınlıklara mahsusta değildir. Aile içinde, aileye uymayan davranışlar içinde bulunana, aile içinde yapılan baskı da bireyin yaşamak istediği kimliğine müdahale sayar.

Genetik kimlik, köken olarak geldiği kimliktir. Yani, ana-babanın hangi soy ve ırktan olduğudur. Bu; kişinin doğuştan iradesi dışında oluşur. “Ben şuyum, şu kimliktenim” diye özgür iradesiyle benimsediği, severek kabul ettiği kimliktir.

Alt kimlik: Azınlıklar için en önemli kimlik kabul eldir. Bulunduğu toplum içinde doğan ve kültürel olarak, toplum içinde gelişen ama üst kimlikte birleşirken alt kimliğini de sürdürebilir.

Üst kimlik: Başka; üst kimlikten ayrı bir azınlık kimlikten gelebilir. Her hangi bir alt kimliğin bireyi olduğu halde, üst kimlikte bütünleşir. İradesiyle doğal hak olarak kendi toplum kimliğini, üst kimlikte hisseder. Buna biz “gönüllü asimilasyon” deriz.

Birey kendi öz kimliğinde ısrar ederek, üst kimliği reddederse bu çatışmalara kadar gider. Ama birey üst kimliği kabul eder, kendi alt kimliğinde de ısrarcı olması kuşku yaratır. İşte Türkiye’de ki sorunun kaynağı burada yatıyor!

Bundan gayri, gönüllü birliktelik sağlanır mı?
Bir gerçek var ki bu ülkede bir topluluk var; “biz Kürt’üz” diyorlar, doğruda diyorlar. Ama Türk-Kürt kavgasının arkasına saklanıp, işi kızıştıranlar vardır. Her iki tarafta bunun pek farkında değil. Buna tek neden, bu topraklarda barış içinde yaşayamıyorsak, sağlam, yarına güvenle bakan bir devlet politikası olmayışıdır. Ne oldu: "Kart-Kurt” dağda gezen insandan, “pat-çat, vur kaç” ile şehirleri harabeye çeviren insanlara doğru yol almış sonuca ulaşılmıştır.

Kürtler Osmanlı sistemi içinde 350 yıl özerk bir yapıda, şeyhlerine, beylerine, aşiret liderlerine merkezi otoriteye bağlı kalmaları şartıyla müdahale edilmeden yaşarlar. Bu devrede dillerini, kültürlerini korurlar ve geliştirirler, asimile olmazlar. Bilakis o bölgeye yerleşen Oğuz Türkmenleri Kürtleşirler. Yani demem şu ki; Yavuz Selimden 350 yıl boyunca Kürtler bölgede özerk yapıda güçlenirler ve dillerini ve kültürlerini geliştirler.

Bundan böyle Kürtlere: “Şimdi sen millet falan değilsin, gel beraber yaşayalım, kültürel sorunlarını çözmeye hazırım, yalınız benim korumam altında kal yeter ki” sözlerine kanmayacaklar. Onlar buna: Kürtler onun bunun ürettiği projelere boyun eğmeyecek, bundan böyle, Kürtler herhangi bir devletin koruması altında değil, bundan böyle varlığını, toprağa bağlı, sınırları olan bağımsız bir Kürdistan olarak yoluna devam edecek” diyorlar. Yani demem şu ki; artık Kürtleri yerinde tutmak kolay olmayacak. Kürt ulusu devlet kurulana kadar tatmin olmayacaklara benziyor.

Sen ne kadar: “vatan bölünmez, şehitler ölmez” de dur. Şehitler ölüyor, ölmeyen anlamaz, Vatan bölünüyor, daha yüz yıl önce Osmanlı vatanı bölüne parçalana bu sınırlara çekilindi, şimdi yine vatan bölünmek isteniyor, biraz daha sınırlar daralacak ama “hala vatan bölünmez, şehitle ölmez” nidaları havada kalıyor.

Barış; ihanetin olduğu yerde barış olmaz. Bazen “barış” ihanet içinde olmanın sığınağı olur. Masada silah oldukça, bir taraftan “Barış” diyerek “aidiyet” arayışların birinci adımı “eşit haklar” statüsü istemenin ikinci adım ötesine devam edecek bu ülkede. 

Selman ZEBİL 2013

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...