5 Şubat 2012 Pazar

ERKEĞİN KADINA BAKIŞI ve TAHRİK OLUŞU



KADININ SAÇINDAN, GİYSİSİNDEN TAHRİK OLAN ERKEKTİR

Müslüman erkeğin “örtünmeyen fuhuş işler” dedikçe, kadın-erkek ortak
yaşamda, her şeyin Müslüman erkeğin cinsellik anlayışıyla ölçüldüğü bir  yerde, Müslüman erkek uygarlığın neresinde buluşup bende varım diyebilir? Kadınların giyim ve kuşamlarıyla ilgilenen ve karar veren erkek egemenliği, kadınların namus ahlakı anlayışında da hep erkekler karar vermektedir. Müslüman kadının kendi hür iradesi kısıtlıdır, kendi başına kendini ilgilendiren konularda erkek düşüncesi ölçüt alınır hep.

İslam da “cinsellik hastalığı” erkeklerden yayılmaktadır...
Eğer erkekler kadınların giysilerinden “cinsel tahrik” oluyorlarsa bir şeyler ciddi biçimde İslam ülkelerinde yanlış gidiyor demektir. Eğer kadınlar giyim kuşamlarından dolayı erkeklerin tecavüzünden kurtulamıyorsa dahi "evlilik öncesi ilişkiye erkeği teşvik ediyor" mazereti kabul görüyorsa, bunda kadına Müslüman erkekler tarafından “lanetli” fatura kesiliyorsa bir tür hastalık değilse nedir?


İslam ülkelerinde kadın hakkında karar verme yetkisi erkeklerde oluşu, kendi kendilerini cinsel sapık zanlı yerine koymuyor mu? Müslüman erkekler kadınları "seks objesi" gibi görmekten çok, kadınında bir insan evladı ve bir insan evladını doğuran ana olduğunu anlasa erkek kendini kontrol eder.

Siz bakmayın bazı kişilerin adlarının başına gelen Dr. Doç. Prof. gibi
bilimselliğin işareti olan evrensel unvanlar geldiğine. Onların birçoğu
karanlıkta yaşayan yarasalar gibidirler. Dünyada en demokratik İslam ülkesi Türkiye’de ki irticaının geldiği noktanın netliğini ortaya koyarsak, Türkiye de laik devlettin emekli müftülerinden olan Mehmet Göktaş’ın yazdığı, nerdeyse bedavaya satılan “Örtünmeye Çağrı” adlı kitabında örtünmeyen kızları “çıplak,
iffetsiz” olarak nitelemekte, üniversitelere kızların “erkek avlamak için gittiklerini” söylemekte. Dahi aynı kitapta örtünmeyen kızlar içinse:  “dişiliğinizden, cinselliğinizden, vücudunuzdan başka bir şey yok mu insanlara?”   demekte.

İnönü Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdurrahman Kasapoğlu,
“Kadın Modernizm ve Örtünme” adlı kitabında: “dansöz gibi süslenip, çıplak, açık giysi (dekolte) kıyafetle üniversiteye gelen genç kız, tahsil yapma isteğinde ne derece samimidir? Tahrik edici giysisi, ojeli tırnakları, rujlu dudakları,oynak hareketleri, iç gıcıklayan gülüşleri, histerik teşviklerle dolu gamzeişaretleri ile nasıl bir tahsil amaçlıyor? Yoksa avlanmak için mi gidiyor üniversiteye. Kızları avlamak için bekleşen erkeklerin bulunduğu ortama?”  der.

Bir başka Prof. Dr.(!) Bekir Topaloğlu’nun kaleme aldığı “İslam’da Kadın” adlı kitabında tesettür takmayan kadınlar için, “fuhuş yapan kadın” anlamına geleceğinive Tesettür olsa-olsa erkekte genel bir kadın vücudunu tanıma merakını meydana getirir. Buda insanı arzu edilen izdivaca sevk eder. Fakat açıklık erkeğin ilgisini cinsi temasa, seri ve sorumsuz temasa götürür ki, bunun adına fuhuş denir”  der.

Daha bir başka İslamcı yazar Mehmet Alagaş, “Kadın’ın Onuru” adlı
kitabında   “Kız çocuklarının küçük yaşlardan itibaren tesettüre bürünmelerini” 
istiyor. Üniversitede çalışan bir Dr, Doçent, Profesör ilim adamı kimlikli şahıslar, üniversiteye gelen başı açık kızlara hakkında düşünceleri sapıklığında ötesinde bir olay. İktidarda bulunak AKP Hükümetinin akıl danışmanlarından sayılan bir densiz Cüneyt Zapsu ise bakın ne söylemekte türbanlı üniversiteye giden kızlar
için:   “Başındaki örtüyü çıkar demek, donunu çıkar demektir”   der.


Dünyanın neresinde olursa olsun, İslamcılar kadına arkada bir yer verilerken, apış arası ağrılarını gidermede kadınsızda edemezlerdir.
Yine unvanının başında Prof. olan bilim (!) adamı olan ilahiyatçı Süleyman Uludağ ise, “Sofi Gözüyle Kadın” adlı kitabında böbürlene övüne: 14 yaşındaki bir kız çocuğu  80 yaşındaki bir şeyhin bekâretini bozduğu nu söyler. Kitaptan okuyalım, bakın alçaklığa; din diye neleri ile uğraşıyorlar. 14 yaşındaki bir kızla evlenen Şeyh Ahmet Cam Namati, 60 cinsel birleşmenin yaşandığı gece sonrasında kıza şunları söyler:  “Eğer sana acımamış olsaydım, bu sayıyı 100’e çıkarırdım. Artık bir daha annen ‘kızımı 80’lik bir ihtiyara vermek istemem’
diyemezdi”   demiştir diye yazar.

Yine İlahiyat Profesörü Süleyman Uludağ   “Sofi Gözüyle Kadın” adlı kitabında şöyle:  “Hak erenler ve Allah dostları tam ve mükemmel erkekler” der. Sapıkça yazılar yazan Profesör Süleyman Uludağ, daha da ileri giderek, Peygamberlerin ve evliyaların cinsel güçlerini keramet sayıyor ve “Allah vergisi” gibi gösteriyor okuyucularına. Allah’ın sanki işi gücü yokta bazı insanların apış arası ilişkileriyle mi uğraşıyor?” diyesi geliyor.
Çöl sıcağında yaşayan Arapların cinselliğe karşı duygu ve düşüncelerini dinin içine sokuşturmuşlardır. Dünyada iken Allaha itaate kusur etmeyen insanlar için, öldüklerinde cennette “huri kızları”  rüşvet olarak verilir.
Hayel dünyasında yaşayanın umudu 1000 kadını bir gecede gebe bırakmak... Cennete giren bakire kızlarla sefa sürmek... Dahi:  "Cennete girenler bakirelerin kızlıklarını bozarak sefa sürer” 
hayelleriyle yatıp kalkmak... Ve dahi; 80 yaşında birinin bir gece de
60 defa cinsel ilişkide bulunması gibi biçimlendirilmiş sözlerden bazı zavallı Müslüman erkekler haz duyuyorlar.

İslam dini sapık ve sapkın, Uçkur düşkünleri, sabi sever din mensuplarının dinihaline getirmekteler. Bunları yapanlar yukarıda değindiğim gibi   “bilim adamı” sıfatı taşıyanlar. Bunlardan birisi Prof. Süleyman Uludağ aynı adlı kitabından: “Süleyman Peygamber’in 1000 karısı olduğu, bir gecede hepsini hamile bıraktığını”   rivayet edildiğini yazar.

Bir gecede 1000 kadını hamile bırakmak yaratılışa aykırıdır başta. Hiçbir erkekcinsel gücünü Allah’ın özel ayrım yaptığı kullarına  “cinsel güç”  ayrıcalığı kullandırdığı doğru değildir. Ama İslam âlemi böyle savsata işlerle kendini meşgul ediyor.

En son olarak yine Prof. “bilim adamı” sıfatı taşıyan Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Orhan Çeker, kadınlar hakkında talihsiz açıklamalar yapar: Dekolte giyinen kadınlar tacize ve tecavüze müsaittir. Kadıntahrik edici davranışta bulunmuşsa tecavüze müstahaktır” gibi saçma sapan şeyler söyler. Ama insan olan insanın, hiçbir gerekçe tacize, tecavüze sebep gösterilemez, kadının dekolte giyinmesi erkeği eğer çeker kışlıyorsa bu erkeğin kişiliği ve karakteri bozuk demektir ve tedaviye ihtiyacı vardır.

Başı Açık Kadını Perdesiz Eve Benzeten Zihniyet
Şeytanın bile “pes” diyeceği bir fikir. AKP Ünye Tanıtım ve Medya Başkanı Süleyman Demirci, sosyal paylaşım sitesi Facebook sayfasında: “Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır, ya da kiralıktır”  diye yazar.

Süleyman Demirci’nin kadını alçaltıcı bu tür mantıksız sözleri geniş halk kitleleri teki verince göstermelik olarak AKP yönetimi görevinden
uzaklaştırılır. Ama bu sözleri söyleyenin istifa ettirilmesi yeterli midir? Hayır; çünkü AKP’nin içinde %80 aynı böyle düşünen insanlar var. Bu tür kadınları aşağılayıcı sözleri halkın tepkilerini ölçmek için söyletirler, tepkilere göre istedikleri gibi olgunlaşmış mı yoksa daha zaman var mı diye. Tepkiler sert olmuşsa geri çekilirler; zaman tam kıvamında olduğunu hissettiklerinde işler tamamdır, gereken yapılır.

Yok; halkın bakışı eğer daha olgunlaşmamışsa hemen karşı atak takiyye devreye girer:  “bu fikirler partimizi bağlamaz, kendi şahsi fikirleridir, AKP’yi bağlamaz” deyip işin içinden fırlayıp çıkarlar.

Mustafa Kemal arkadaşlarıyla rakı içerek sohbet ediyormuş. Bu sırada arkadaşlarından biri perdeyi çekip kapatmaya çalışırken Mustafa Kemal:  “ne yapıyorsun” der Arkadaşı “Kimse görmesin diye perdeyi çekiyorum” der. Mustafa Kemal: “Bırak açık kalsın, rakı içiyoruz, asıl perde kapalı kalırsa bir kötü şeyler yaptığımızı sanırlar.”   Der.

Oktay Ekşi, Hürriyetteki köşesinde “bunlar analarını bile satarlar” diye
yazdığı yazısından dolayı, işinden olması bir yana, defalarca özür dilemesine rağmen Recep Erdoğan: “Ben bu gazeteciyle mücadele etmem, savaşırım”  diyerek tepkisini sert biçimde koymuştu. Ama kendi partidaşı, kadınlar hakkında hakaret içeren sözler söyleyince benzer bir tavrı göstermemektedir.

Allah’ın adını pis ağızlarında geveleyip duruyorlar, ağızlarından besmele eksik etmiyorlar, şaşaalı Cuma caminden padişahlara özgü çıkışı halka,  “bakın ne kadar dindar, ne kadar Müslüman” desinler diye gösteriş yapanlar, sonra atlayıp devletin uçağına gittiğin yerlerde parti propagandası yapanlar, yanında başı türbanlı karısını kızın taşıyanlar var. “Müslüman adamın başı türbanlı karısı-kızı” desinler diye halka gösteri yaparlar. Eski liderinin ölümü üzerine eline alıp okuduğun Kur-an’ı, günlerce yazılıp çiziliyor ve haber kaynakları işgal ediliyor. Bundan payda sağlanıyor, sonra oya dönüşüyor. Bu işler öylesine kolay oluyor ki, birkaç hıyarla turşu yapmaktan daha kolay
geliyor insana.

Giysi İle Meşgul Olan İslam Âlemine Efendi Olan Batı
Bakın, İslamcılar sarık için ne denmekteler: “Sarık ile namaz,
sarıksız yetmiş rekâttan daha üstündür.”
derler. Ve dahi: “Sarık, iman ile imansızlığı ayıran mâniadır; kendini putperestlerden ayırır”   Bir insanın dini
ve toplumsal durumunu belirleyen bir tür araç olur giysi. Her daim Müslümanların geleneksel giysileri, “Müslümanları kâfirlerden ayıran görünüm” olarak algılanır. Şöyle bir iddiada bulunurlar:   “Tanrı ve melekler inayetlerini, Cuma namazında sarık saranlara verirler” diye halkı aldatırlar.

Sonra: “Sakal koy ve bıyıklarını düzelt, İslam’a uy. İslam dışı giysiyi
benimseyip bir Müslüman’ın giymesi dinden çıkma hareketi” sayılır.

Duru bir mantığın böyle düşünen cahillerle buluşacakları hiçbir mekân
yoktur. İslam âleminin kör ve cahilliği nedeniyle, Fransız Devrimi ve
Avrupa’da ki sosyal-siyasal ve ekonomik gelişmeler, Müslümanlar arasında hiçbir heyecan sebebi olmaz. Avrupalı emperyalistler, İslam âlemine “efendi”  olmayı tescilleştirir lakin İslam dünyası anlamış değil hala. Böylece; Batı’ya İslam âleminin ne ihraç edeceği bir ürünü, ne edebi bir dünya kültürü, ne teknolojisi, ne de siyasi-toplumsal bir dünya görüşü vardır.

Lakin Batı, yukarıdakilerin hepsini İslam ülkelerine ihraç etmektedir...
Dahi; ta 1560 yılında Osmanlıda bulunan elçi Busbecq şöyle der:
“Dünya da hiçbir ulus, Hıristiyanlar tarafından icat edilen top, havan daha diğer birçok şeyleri kullanmalarıyla da kanıtlandığı gibi, yabancıların yararlı icatlarından yararlanmalarından Türklerden
daha büyük bir isteklilik göstermemiştir   der. Sonra çıkarlar meydanlara: “Bir milleti (gayri Müslim) taklit eden, onlardan biri
olur”  derler.

Ziya Paşa: “Dünyayı küfrü gezdim, beldeler, kâşaneler
gördüm. Dolaştım mülki İslam’ı, bütün viraneler gördüm”
  der.


İslamcılarda ideolojileşen sarık-çarşaf-peçe ve türbanın menşei...
Türkler Müslümanlaşırlarken Şamanizm etkilerini İslam’ın içine
sokmuştur. İranlılarda da bu böyle olmuştur. Onlarda eski dinleri olan
Zerdüşt dinlerinden bolca objeleri İslam dini içine sokmuşlardır...

İslam’ı özünden vuran, İslam’ın içeriğini değişik yorumlarla değiştiren
üç büyük tarikat İran kökenli olup, Anadolu Türklerini derin tesiri altına
almıştır. Bu tarikatlar, Mevlevilik, Kadrilik, Nakşibendîlik. İşte bu üç
Tarikatın kurucularının kökenleri de İranlı oluşlarıdır. Bunlar, Mevlana
Celalettin-i Rumi, Abdul Kadir Geylani ve Bahaddin Nakşibent’tir. Dahi
İslam’ı etkileyenler arasında Hint düşüncesi de çok etkili olmuştur.
İslam-Emevi orduları Orta Asya içlerine girmeye çalışırlarken önce İran’ı ele geçirirler. Ele geçirdikleri İran’ın uygarlığı karşısında şaşkına dönerler ve zenginlikleri Arapların gözlerini kamaştırır...

Geçmişte derin deneyimli uygarlığı ve zenginliği İranlıların Arap dini ve kültürüyle kaynaştıktan sonra, İran inanç sistemi çöker ve İran uygarlığı geriler. Çok zengin İran edebiyatı ve Zerdüşt dini inancıda İslam cilası altında yaşar hale gelir.

Türklerde de bu böyle olmuştur. Türklerin dini Şamanizm, her ne kadar
silinse de zihinlerden, Türklerin bilinçaltında var olmuş ve İslamlaştırılmış olarak yaşamıştır.

Türbana gelince; türban, bileninde bilmeyeninde bir tür çatışma haline
getirdikleri bir simge olmuştur. Nedir türban, gerçekten İslami başörtüsü mü? Değildir; erkeğin başına taktığı sarığın adıdır doğrusu. Türbanın kökeni Alman dilinde   “turban”  sözcüğü olduğu   “doğu erkeğinin başlığı, sarık” anlamına söylenilen bir cisimdir. Daha derin kökeni Farsça  “dulbend”   den türediği söylenir.

Türkçeye sonradan sokulmuş olan bu sözcük (türban) eskiden
bilinmiyordu. Türkçeye İtalyancadan-İspanyolcadan “turbante” diye geçer. Arapçada böyle bir sözcük anlamı “Türban” toprak anlamına gelen  “turab” in çoğuludur  “türban”   Yani   “topraklar” olur.

Türban Türkiye’ye 1960 yıllarda örtülü bir düşünce olarak sokulmuştur,
İran kökenlidir. Söylenişi dilimize Batı’dan girmiştir. İran’da anlamı
“kadın başörtüsü” değildir, bir tür tarikat simgesidir. Anadolu köylerinde
bu tür türban bilinmez. AKP kurmaylarından Ali Babacan’ın halası Hatice Babacan 1960’lı yıllarda türban takan ve Üniversiteye türbanı ideolojik olarak ilk sokan kadındır...

Bakalım kutsal kitapta ne demekte örtünme konusunda...
Kur-an Azap ve Nur surelerinde: “Örtünün, iffetinizi koruyun. Örtünün,
başörtülerinizi iki yakanızdan aşağı sarkıtın”   anlamında yorumlanır. Demek ki türbanlı örtünme, Kur-an’da örtünme tarifi gibi değildir. Böyle olunca  “türban”  bir İslam örtüsü değildir.
Sarık; tarikatçıların vazgeçilmez simgesi olur...
Yine İslam dininde “sarık” yoktur. Arapça da “sarık” anlamına gelecek bir sözcükte yoktur. Muhammed zamanında sarık bilinmezdi. Emeviler ve Abbasiler zamanında halifelik saray ve konaklarında Asyalı Türklerin Şaman inançlarına bağlı giysilerle “bekçi, gözcü, muhafız” olarak görev alırlar. Bu Asyalı Türkler aracılığıyla Müslümanlar arasında yaygınlaşmış bir Türk kökenli sözcük   “sarık”  sarmak fiilinden türeyen bir tür şaman başlığıdır. Türk Şamanlar, “yoğ-yuğ” törenlerinde giyerlerdi...

Çarşaf ve peçe...
İran kökenli olup, Zerdüşt inancının kalıntısıdır. Yukarıda söz ettiğim üç tarikat kurucusu olanlarında İran kökenli olduklarını yazmıştım. Bu tarikat erbabı üçgen biçiminde kadın-erkek çarşaf giyerler...

İslam’ın kurulduğu Arabistan’da, İslam öncesi ve sonrası tepeden ayaklara kadar inen kadın-erkek sıcaklardan dolayı bir tür entari giyerler. Araplar çarşaf ve peçe diye bir şey bilmezlerdi. Çünkü
Arapçada   “P”   ve  “Ç”   sesleri yoktur. Bu sesleri söyleyemezler. Dolaysıyla da
bu iki örtü biçimi de Farslardan gelmedir. Yani Zerdüşt dininin kalıntısıdır...

İşte görüldüğü gibi İslam’ı özünden vuran, İslam’ın içeriğini yorumlarla
değiştiren tarikat ve cemaatlerin ideolojik gayeleri, zihinlerde durağanlık yaratıp varlıklarını daha iyi bir biçimde sürdürmek için “Türban, Çarşaf, Sarık, Peçe”   gibi objeleri dinin birinci sırasına koyarak, dinin birinci sırasındaki gerçek kurallar unutturulmuştur. Dinciliği meslek haline getiren bilgisiz siyasiler, tarihleri ve köreltilmiş vicdanları çıkar amaçlı kadını kullanmada, kadına giysi ile baskı unsuru olmada galibiyet kazandığını sanmaktadırlar.

Kur-an Nur Suresi 31: “Örtülerini göğüslere salsınlar. Allah’tan
emin olan kadınlara söyle: Karşı cinsi yanlış düşüncelere sevk edecek
eylemlerden kaçınsınlar. Namus ve şahsiyetlerini korusunlar. Süsleriniz ziynetlerini, görünen kısımlar müstesna açmasınlar. Örtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar.


Eğer İslam millet türban için harcadığı enerjiyi başka insanlığa yararlı
alanlarda harcasaydı daha bambaşka dünya da yaşam hakkı olurdu
Müslümanların...




Hiç yorum yok:

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...