18 Mart 2021 Perşembe

DÜŞMAN ve ŞEYTAN

 ŞEYTAN ve DÜŞMAN

Şeytan tasavvuru
İnsan zihninde mutlak bir düşman, korkutan, korku veren soyut bir enerji vardır. Bu korkutucu, ürpertici soyut çisim “şeytan” olarak biçimlenmiştir. Bir kişinin kendisi için kötülük düşünen düşmanıdır şeytan. İnsanoğlu yerleşik düzene geçmesiyle mal-mülk edinme tamahı başlar. İyiye sahip olmak, daha iyi şeyin kendinde olmasını istemek insanlar arasında kavgaların nedeni olmuştur. İşte ilk düşmanlık benlikle böyle meydana çıkmıştır.

İnsanoğlu kendine karşı kötü düşünceler barındıran birine “düşman” demiştir. İlk semavi din olan İbranice de düşman, “şeytan” manasına gelmektedir. İlk semavi dinin başlangıcından bu yana da değişmeden öteki son iki semavi dinlere (Hıristiyanlık-Müslümanlık) değişikliğe uğramadan şeytan olarak girmiştir. Batı dillerine şeytan İbraniceden geçmiştir. Hıristiyan dinine göre şeytan “satan” olarak bilinir, “Hıristiyan karşıtı, İsa’nın düşmanı” olarak tabir edilir.

Dini ve Tanrı kelamı Kur'an’ı bir paravan araç olarak kullanan sahtekârlara karşı Kur'an Bakara Suresi 14. Ayette şöyle: “Bunlar iman etmiş olanlarla yüz yüze geldiklerinde ‘iman ettik’ derler. Kendi şeytanlıklarıyla baş başa kaldıklarında ise söyledikleri şudur: ‘hiç kuşkunuz olmasın biz sizinleyiz. Geçek olan şu ki, alay edip duran kişileriz” geçer. 

Allah adını kullanıp saf Müslümanları kandıran sahtekârlar, şeytandan daha öndeler. Şeytanın Allah’tan uzaklaştığı, Allah’ı tanımadığı, Allah’a düşman olduğu falan yoktur.  Şeytanın insana olan düşmanlığından, insana yakın olmadığından Allah tarafından cezalandırılmıştır. 

Fatr suresi 5. ayet, Lokman 33. ayet: “Allah ile aldatmak. Sizi Allah ile aldatan herkes şeytandır. Mümin maskeli müşrikliğin mesleği haline gelen şeytancık” diye geçer.

Bütün çatışmaların temelinde insan ve şeytan vardır. Şeytanileşmiş suratlarıyla mala mülke doymayan insan, bütün zulümleri saf Müslümanlara “kader” olarak telkin ederek, "zahmeti" ve "rahmeti" cennet kılıfına sokarak anlatırlar. Kendileri kazanç sağlamakta hünerleriyle şirke bulaşmaktan asla geri kalmazlar. Fesattırlar, (Ölçüyü bozanlar) fesat yuvalarında barınırlar. Allah: “yoksulları yoksulluklarıyla, zenginleri, zenginlikleriyle intihan eder” diyerek Allah ile Allah adını kullanarak insanları aldatırlar sahtekârlar. 

Düşman;
İslam öncesi Türkler'de düşman, şeytan anlamınadır. İslamlaşan Türkler İbraniceden şeytan olarak almış ve düşmanı da "kötülük eden biri" olarak kullanmaya başlamıştır. Doğrusu, her ikiside benzer anlam taşır...,

İnsan zihninde kendine mutlak bir düşman yaramak vardır. Kavram olarak düşman, çok eski bir kavramdır. Her millete bir düşman kavramı vardır. İnsanlığın yaşadığı her yerde düşman, kötü niyetli, kötülük düşünen demektir. Bir kişi, kendisi için kötü düşünen kişi düşmanıdır. Asya kökenli olan düşman, "duş-duj" kötü, uğursuz. Dujmen, düşman, kötü düşünceler barındıran anlamınadır.

İbranice de düşman saytan (şeytan) kişinin düşmanı manasınadır. İbraniceden Batıya aynen saytan olarak geçmişti. Batılı Hıritiyanlar için manası, “Hıristiyanlığa ve İsa’ya düşman” demektir.

Kur'an da, 63 ayet içinde geçer şeytan. Dil bilimci Ragıp El İsfahan-i, şeytan sözcük olarak “stn” kökünden geldiğini “uzaklaştırmak” anlamına gelir. Buna bir örnek verirsek, halk arasında “beladan uzak kalmak, düşmandan uzak kalmak” gibi dahi “düşmanlık aşılayan, aldatan, fitne-fesat yaratan” olarak algılanır.
Selman ZEBİL

17 Mart 2021 Çarşamba

BEYŞEHİR GÖLÜ KURUMASIN, TAMAHA-HIRSA-HOYRATLIĞA DUR DEYİN ARTIK

 BEYŞEHİR GÖLÜ KURUMASIN (!?)

Foto Selman Zebil: Laleli dağından Beyşehir ve gölüm görünümü
Bu yazıyı okuyun sonuna kadar. Türkiye'deki binlerce yıldır var olan göllerin nasıl 50 yıl içinde kuruduklarını göreceksiniz. Şu anda Beyşehir gölü kurumamak için direniyor; sahip çıkalım

Beyşehir Gölü, 653 kilometre karelik tektonik bir jeolojik çöküntü göldür. İçinde, sekizi bazen suyun kabarmasıyla su altında kalabilen toplam 33 adayı barındıran göldür. Bu 33 adanın en büyüğü “Mada Adası” içinde köy bulunmaktadır. Beyşehir gölü Türkiye’nin en büyük tatlı su gölüdür. Bir bölümü Isparta sınırlarına uzanan bu göl, Konya il sınırları içindedir. Beyşehir gölü kıyılarında, Beyşehir dâhil gölden yaralanan 22 yerleşim yeri bulunmaktadır. Ayrıca Beyşehir Gölü, 90 km. uzaklıktaki “Konya’nın Denizi” olarak anılır. Hafta sonları Konya’dan Karaburun Plajı denen yere yüzlerce Konyalı dinlenmeye gelirler.

Ayrıca Beyşehir Gölü’nde 500’e yakın kuş türü barınmaktadır. Bu kuş türlerinin bir bölümü göçmen kuşlardan oluşmakta olup, Gölde sazlıklar arasında kuluçkaya yatmaktadırlar.

Beyşehir Gölündeki “kuş varlıkları” konusunda araştırma makalelerinde (*) “Beyşehir Gölü çevresi çok farklı ekosistemlere bölündüğü için hangi kuş türlerinin yılın hangi zamanında gölün neresinde bulunabileceği değişiklik göstermektedir ve buna yönelik bir çalışma da günümüze kadar yapılmamıştır” denmekte. Dahi, “Bu kuşların yılın hangi zamanında gölün neresinde gözlenebileceğine dair bilgiler verilecek, kuş varlıkları etkileyen olumlu ve olumsuz faktörler üzerinde durulacaktır.” Demektedirler.

Beyşehir Gölü, Orta Anadolu’nun güney batısına düşen, Akdeniz Bölgesinin kara ikliminde bir yerde olup, ülkemizde en az yağışın gerçekleştiği bir havzada bulunmaktadır.

Foto Selman Zebil, Beyşehir gölü ve İçerişehir yıl 1986
Beyşehir Gölü, Beyşehir kazasının içme suyunu karşıladığı gibi çevresinde birçok insana yaşamsal katkılar sağlamaktadır. Başta arazilerin sulanmasında olmak üzere, balıkçılıkla uğraşan birçok ailelere kazanç kapısı olmayı sürdürüyor. Bu bağlamda, ele alırsak, Beyşehir Gölü su kaynaklarının sürdürülebilir biçimiyle korunması kaçınılmaz.

Beyşehir Gölü Havzası’na yönelik koruma, siyasi çıkarcılardan, göl kıyılarının yapılanmasına asla izin verilmemesine en ağır yasal engellerle korunmasına yardımcı olunmalıdır. Göl kıyılarının yapılanmaya açılması, kirletici baskılar bir yana, yer altı ve yağışlardan kazanılan suların çekilmesine neden olup gülün kuraklıkla karşı karşıya kalması kaçınılmaz durum alır.

Yani, sonuç olarak, Beyşehir Gölü Havzası’nda su kaynaklarının bilinçsiz kullanılması yanında yapılanma ile su emebilecek toprağın betonlaştırılması sonucu Beyşehir Göl havzanın tamamını hedefte olacaktır. Akıllıca sürdürülebilir biçimde korunması şartın sağlanabilmesi için birçok tedbire gereksinim vardır.(

*) Kamil Beşoluk, Sedat Aydoğru, Sadullah Bahar, Nimet Turgut, “Beyşehir Gölü Kuş Gözlem Turizmi, Kuş Gözlemciliği”

Foto: Selman Zebil, Beyşehir gölü ve Anamas dağı yıl 1986
Uygarlığın Kaynağı Su
İnsan yaşamın kaynağında su olduğu gibi insan uygarlığının kaynağında sudur. Bütün kentli uygarlıkların olsun, göçebe uygarlıklarında olsun insanlar mutlak bir su kıyısında toplanmışlar ve suya göre düzenlenip uygarlıklarını geliştirmişlerdir. Çok eskiçağlardan beri insanlar, göl, deniz, ırmak, dere gibi su kıyılarına yerleşmişlerdir.

Beyşehir; kendi adıyla anılan gölün kıyısında kurulmuş ve Beyşehir gölü kıyısını fırdöndü dolaşırsak, göl kıyısının birçok önemli yerleşimlerle çevrili olduğuna tanık oluruz...

Bölgedeki göller, Beyşehir gölü, Tuz Gölü, Hotamış Gölü, Suğla Gölü, Akşehir Gölü gibi göllerdir. Beyşehir, Eğirdir ve suğla Göllü coğrafi olarak Göller Yöresinde yer alır. Bu alan coğrafi olarak, “Beyşehir, Suğla, Yalvaç, Oluğu” olarak adlandırılmaktadır.


Maalesef günümüzde git gide insan eliyle yanlış ve hırslı, hoyratça suların kullanımlardan dolayı birçok göllerin hızlıca kurudu ve bazı göllerimizde kurumaya yüz tuttu. Örneğin, bu vurdumduymaz hoyratlık yüzünden Konya Göllerinden Hotamiş Gölü kurudu, Beyşehir gölü can çekişiyor, kurumaya doğru ilerliyor. “Göl yerinde su eksilmez” mantığıyla hareket eden yöre halkı anlamıyor, anlamak istemiyor. İçme suyunu Beyşehir gölden alıyor. İleride kurumuş gölden başka su kaynağı bile bulmayacak durumlar uzak değildir bu böyle giderse. Ayrıca kuruyan göl ve çevresinde çevre dengesinin bozulacağı bir başka sorun olarak karşımıza çıkacaktır…

Ne Yapmalı?
Foto: Selman Zebil, Beyşehir gölünde gün batımı 1987
Önce politik zihinleri aşmalı, planların uygulanması için bir yol çizilmeli ve denetim altına alınmalıdır. Başta halkın değerlerine karşı bilinçlendirilmeli. Yerel yönetimler işin ciddiyetini kavramalı. Şehir merkezi yönetim uğraşıları ve milli parlar statüsü devrede tutulması, ulaşım, tedarik sağlanmalı, iyi giden kültürel faaliyetler cazibesi ile dıştan ve içten turist çekimine yararlı olunmalı ve dahi, uygun, onarılmış kagir evler gelen misafirlerin konaklama mekanları durumuna getirilmelidir. Örnek mi? Alaçatı incelenebilir. Ev pansiyonculuğu başlatılabilir! En zengin kültür turisti, en eski ev pansiyonunda kalmak, o kültürel havayı solumak ister. Her şeyi parasal gözle bakmamak gerekir. Medya, sivil toplum örgütleri, yerel turizm çalışmaları ve tanıtım faaliyetleri ile daha geniş turizm faaliyetleriyle uğraşanlar ile koordineli çalışılmalıdır.

Foto: Selman Zebil, Laleli dağından Beyşehir Gölü yıl 2014
Anadolu’da Son 50 Yılda Göllerin Çölleşmesinin Sonucu Beyşehir Gölü Olmasın...

DSİ (Devlet Su İşletmeleri) Tarafından Kurutulan Maya Gölü Olayı İbretli Bir Örnek Manay Gölü 1950-1965 yılları arasında DSİ tarafından kurutulmuş, l750 hektarlık kısmı Burdur İli sınırları, 4000 hektarlık kısmı ise Antalya il sınırları içerisinde olan ve Antalya’nın Korkuteli ilçesine yakın bir alanda bulunan bu Manay Göl, insan hüneriyle kurutulmuş bir göldür.

Bu Göl, “Manay” adını, göl iken içerisinde dalgalanan sulardan ve suların çıkardığı seslerden alan “Manay” suların dansı, “Maney” ise suların müziği demektir. Şimdi ise kurutulmuş olan bu göl yerinde ne suları var ne de suların ses var, kurak topraklar kalmış geride. Manay Gölü ve havzası, bütün Tekeli yaylasının en yüksek ve en egemen yerinde bulunmaktaydı: Dağlarla çevrili, bereketli toprakların çevrelediği gölün deniz seviyesinden yüksekliği l349 metrede bulunmaktaydı.

Neye akıl edilip hizmet edildiyse; ülkemizde 1950-60’lı yıllarda yoğun bir biçimde yaşanan göl kurutmaları ve kurutulan göl yataklarının halka tarım arazileri olarak dağıtılması aklı bu ülkeye hıyanetliktir. DSİ bu işe girişmiş, çevre köylüleri de bu adı geçen gölün kurutulmuş topraklarından pay kapma yarışına girişmişlerdir. Birçok davalıklar ortaya çıkmıştır.

Nankör İnsanoğlu Hırsı Yüzünden Doğayı Katletmesi
Foto: Selman Zebil, Beyşehir Gölünde gün batımı yıl 2017
Göllerin kurumasına neden olan insanlar artık şunu iyi bilmelidirler. Dünya artık suya hasret günlere doğru giderken, ülkemiz de daha hızlı adımlarla giderek önlemler almalıdır. Türkiye'nin 1993 yılında taraf olduğu Ramsar Sözleşmesine göre, Göller Yöresi ve ülkemizin diğer bölgelerinde sorunlarla boğuşan göllerimizin kurumaması için ivedilikle sorunları giderici çareler bulmak gerekiyor.

Göller ve sulak alanlar açısından son derece zengin bir ülke olan Türkiye'nin, son 50-60 yıl içinde yani 20'nci yüzyıl boyunca ve 21. Yüzyıl ilk çeyreğine kadar 1 milyon 400 bin hektar sulak alanların ve göllerin, bilinçsiz, bencil, hırslı, tamahkâr insanların yüzünden kuruduğunu bilinmektedir. Ama bunun bilindiği halde sesini çıkamayan siyasi bir ortamın işbaşında olması bir başka sorundu. Bu tamahkârlık yüzünden bölgede “Küresel ısınmayla ortaya çıkacak olan iklim değişiklikleri ile susuzluk sorunu ortaya çıkacak ve derelerin, göllerin doğal yaşam alanlarına dokunulmadan çözüm bulmak gerekir.

TTDK Antalya Şube Başkanı Hediye Gündüz, 1997 yılında başlatılan ‘Göllerimizi İstiyoruz’ kampanyası çerçevesinde sorunları dile getirmektedir. Hediye Gündüz, “Bu liste Türkiye’nin tarım ülkesi olarak tarımını nasıl bir tehlikeye attığının göstergesidir. Türkiye’nin yaklaşmakta olan dünyanın en büyük tehlikesi küresel ısınmaya karşı nasıl savunmasız kaldığının listesidir. Bu liste çocuklarımızdan çaldığımız gelecektir” dedi.

Foto: Selman Zebil Reğüleli köprüden günbatımı yıl 1985
Çarşamba Kanalı

Konya Ovası’nda sulama için gereken suyun azlığı Konya’daki yöneticileri Beyşehir Gölü’nün bol sularından yararlanma düşüncesine götürmüş, 19. yüzyılda bazı girişimler olmuşsa da sonuç alınamamış, ancak 20. Yüzyılın başlarında Beyşehir Gölü Konya Ovası’na açılan kanalla akıtılmıştır. (*)

(*) Mehmet Bildirici, “Tarihi Su Yapıları, Konya, Karaman, Niğde, Aksaray, Yalvaç, Side, Mut, Silifke”, Ankara 1994, s.89.

Göller Yöresinde 35 Göl Kuruduğuna Dair Hediye                                    Gündüz’ün Açıklaması

A-Platformu sözcüsü Hediye Gündüz 2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü nedeniyle Sözcü Gazetesi’ne bir açıklama yaptı. Türkiye’nin 3 büyük gölünün ise susuzluk nedeniyle kurumaya başladığına dikkat çeken Hediye Gündüz, “Ülkemizin en büyük 3 gölü ve Göller Yöresi gölleri için büyük bir çalışma başlattık” dedi. “Türkiye'de 65'ten fazla göle sahip Göller Yöresinde 35 gölün kuruduğunu belirten A Platformu (Antalya Isparta Burdur Denizli Kaş Platformu) sözcüsü Hediye Gündüz şunları söyledi, “Ülkemizin su deposu gölleri ne yazık ki halen hızla kuruyor. Ülkemizin en fazla gölüne sahip Göller Yöresinin 65’ten fazla gölden 35’i ne yazık ki kurumuş durumda. 11 Göl ise kuraklık tehlikesi karşısında direniyor. Diğerlerinin birçoğu ise kurumayla karşı karşıyadır. Ülkemizde hem iklim değişikliği, hem de göl sularını yanlış kullanma sonucu göllerimiz kuruyor. Bizler, 1970’li yıllarda kurutulan Avlan Gölünü mücadele ile geri kazandık. Şimdi de kuruyan diğer göllerimizin yeniden geri kazanılması için herkese çağrı yapıyoruz. Göllerimizi geri istiyoruz” diyordu.

Geri Kazanılan göl, Avlan Gölüdür
Aylan Gölü: “1970’li yıllarda devlet eliyle kurutulmuş göl, çevreciler ve köylülerin ‘Göllerimizi geri istiyoruz! Kampanyası çerçevesinde mücadelesiyle geri kazandığımız ve sularına kavuşan ilk gölümüzdür. Bu yıl yağmurun bol yağması nedeniyle sularıyla şu anda nazlı nazlı ama yine de buruk süzülmektedir. Ancak gölün alanı kurutulmadan önce 24 bin dönüm iken, şu an sadece 1/3’ü sularına kavuşmuştur. Göl ancak sularının tamamına kavuştuğunda huzur bulacaktır” diyor Gündüz.

Göller Yöresindeki Göllerin Can Çekişi

Foto: Mesut İnal, Beyşehir Gölünde tarihi ada
Göller Bölgesi denen alan, Konya’nın batısı, Antalya’nın yine batış, Isparta, Burdur’u da içine alan geniş alanlarda bulunan göllerin bu alanlara çok fazla göl ve gölcüklerin oluşumundan dolayı “Göller Bölgesi” denmiştir. Bu göller, yörelerine göre kendine özgü yöresel iklimlerini de yaratmışlardır. Bu alanlarda bulunan göllerin 65 adet olup, dağlarda da gölcükler bulunmaktadır. Sorun bu göllerin yarıdan fazlası kurumuş, suru çekilerek kurumuş haldedir. Bu nedenle yörelerin kendine özgü iklimleri de değişime uğramıştır. Bu hal ise gelecek nesiller için yaşam alanlarını daralması, tarımsal verimin kurak ortamda oluşmaların gerilemesi son derece düşünülmesi gereken konunun başında gelmektedir.

Göller bölgesinde bulunan ve daha önce bulunup ta kurumuş göller, dahi insan eliyle kurutulmuş göller vardır. Bu göllerden insan eliyle kurutulanlardan biri Antalya’nın Elmalı ilçesindedir. Bu gölün kurutulmasıyla bölgede ekolojik denge bozulmuş, şimdi insanlar yeniden bu gölün sularını beklemektedirler.

Göller bölgesi gölsüzleşerek çölleşiyor…
Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) Antalya Şubesi'nce yapılan araştırmada, Antalya, Isparta, Burdur, Afyonkarahisar, Denizli ve Konya'yı içine alan Göller Bölgesi'nde bulunan irili ufaklı 65 gölden 31'inin tamamen kuruduğu, 11'inin kuraklık tehlikesi altında olduğunu belirtmektedirler.

Karagöl, Girdev Gölü; Müren Gölü, Küçük Göl kurumuş, suya hasret artık

Diğer Korukeli Göllerinden Manay (Söğüt) Gölü, Sarı Gölü (Kırkpınar), Gölcük Gölü, Genceli Gölü, Keklicek Gölü, Akgöl, İmecik Gölü artık suya hasret, kurak haldedirler.

Antalya göllerinden Yamansaz gölünün yarısı susuz halde bırakılmış, o susuz yerlere de dev binalarla yapılmıştır. Gölün kalan diğer sulu bölümü ise, iş işten çoktan geçtikten sonra SİT alanı ilan edilmiştir.

Yine Çakal Gölü %50’si suyu çekilmiş, yarı kurak halde kalmış…
Karadayı Boğazak Sazlıkları (Boğazkent) susuzluktan kurumuş durumda. Geçmişte Kuş Cenneti olarak bilinen Kocağöl-Boğazkent göl ve sazlıkları çevre kirliliği, yanlış avlanma, bilinçsiz sulamalardan dolayı sorunla karşı karşıyadır. Bütün bunlar insan faktörünün rolünün, ölçüsüz, bilinçsiz çevre duyarlılığı olmayan kişilerin, günü gün etme düşüncesinden kaynaklanan durumdur. Raporuna, bu yıl biri tamamen kurumuş olan Antalya'nın Nohut Gölü ile biri de kuruma tehlikesi yaşayan Burdur'un Gölhisar Gölü'nün de eklendiği açıklandı…

Gelelim Kurumakta Olan ve Kuruyan Konya’nın Göllerine
Beyşehir Gölü; Türkiye’nin üçüncü büyük tatlı su gölüdür; duyarsızlıklar sürmektedir, göl kıyılarına yakın yerlerde hızlı bir biçimde yapılanma sürmektedir. Daha çok yapılanma, geçmişte sazlık olan yerler doldurularak, sular kurutularak yapılmaktadır.

Sular çekilmekte, böyle giderse önüne geçilmez kötü durumlarla gelecek nesiller karşılaşabilir.

Yine Türkiye’nin ikinci büyük gölü ise Tuz Gölüdür. Bu gölünde suları çekilmektedir. Suğla Gölü derseniz kurumuş, suları çekilmiş. Çumra ovasındaki Arapçayırı gölü susuz. Güvenç Gölü; Yarma Bataklığı; Hotamış gölü ve sazlıkları, Samsam Gölü kurumuş. Nasrettin Hocanın Maya çaldığı Akşehir Gölü susuz kalmış, Hoca gelse ne der acaba? Karapınar Ovası, Ereğli Sazlıkları kurumuş halde.

Burdur Sınırları İçinde Kalan Göller İse:
Ülkemizin sayılı göllerinden biri olan Burdur Gölü suları hızla kuruyan göller arasındadır. Bu gölde yaşayan doğal yaşam bitiyor. Dikkuyruk kuşları tehlikededir.

Yine Burdur sınırları içinde bulunan, siyasetin göz diktiği, dünyada pek az doğa benzeri bulunan Salda Gölü, siyasi rant uğruna, çevresine eğlence yerleri kuruluyor, o değerli berrak kumları tehlike altında bırakılıyor.

Yine Burdur’da ki Kestel Gölü susuz, suya muhtaç olmuş. Yazır Gölü susuz, Akgöl kuraklaşmış, Yarışlı Gölü kurumuş, Mamak Gölü öyle, Kuru Göl kurumuş, Beylerli Gölü kurumuş, Karataş Gölü, kurumaya doğru hızlıca yol alıyor, şimdi yarısı susuz bırakılarak kurutulmuş halde, suları çekildikçe balıkları tehlikededir…

Gölhisar Gölü: Hızla suları azalıyor, kuruyor. Acı Göl derseniz, tuz stepleri tehlikede; Karaevli Gölü susuz, Heybeli Gölü susuz, Pınarbaşı Gölü susuz.

Gelelim Kuruyan ve Kurumakta Olan Isparta’nın göllerine:

Ülkemizin 4. Büyük gölü olan Eğirdir Gölü, git gide hızla çekilen suları, içinde yaşayan kerevitleri ve balıkların varlıkları tehlikede kalacaklar. Kovada Gölünün kuşlara koruma alanı olması, suların varlığına bağlıdır. Alparslan Gölü işe kurumuş suya muhtaç.

Mers
in gölleri İse:
Aynaz Bataklığı; Regma Bataklığı sularını çekmiş, şimdi kurumuş haldeler. Hatay sınırları içinde bulunan Amik Gölü susuzdur.

Afyon Gölleri
Eber Gölü kurumuş. İscehisar Gölü ise, bölgedeki mermercilik işleriyle uğraşanların mermer tozları ve mermer kırıntı atıklarından dolayı bu göl büyük risk altındadır...

Selman Zebil 4 Kasım 2020

BEYŞEHİR GÖLÜ KURUYOR DİĞER GÖLLER YÖRESİNDE KURUYAN GÖLLER GİBİ!

Uygarlığın Kaynağı Sudur

Foto: Selman Zebil, Beyşehir Gölü kuruyor!!!
İnsan yaşamın kaynağında su olduğu gibi insan uygarlığının kaynağında sudur. Bütün kentli uygarlıkların olsun, göçebe uygarlıklarında olsun insanlar mutlak bir su kıyısında toplanmışlar ve suya göre düzenlenip uygarlıklarını geliştirmişlerdir. Çok eskiçağlardan beri insanlar, göl, deniz, ırmak, dere gibi su kıyılarına yerleşmişlerdir.

Beyşehir; kendi adıyla anılan gölün kıyısında kurulmuş ve Beyşehir gölü kıyısını fırdöndü dolaşırsak, göl kıyısının birçok önemli yerleşimlerle çevrili olduğuna tanık oluruz...

Bölgedeki göller, Beyşehir gölü, Tuz Gölü, Hotamış Gölü, Suğla Gölü, Akşehir Gölü gibi göllerdir. Beyşehir, Eğirdir ve suğla Göllü coğrafi olarak Göller Yöresinde yer alır. Bu alan coğrafi olarak, “Beyşehir, Suğla, Yalvaç, Oluğu” olarak adlandırılmaktadır.

Maalesef günümüzde git gide insan eliyle yanlış ve hırslı, hoyratça suların kullanımlardan dolayı birçok göllerin hızlıca kurudu ve bazı göllerimizde kurumaya yüz tuttu. Örneğin, bu vurdumduymaz hoyratlık yüzünden Konya Göllerinden Hotamiş Gölü kurudu, Beyşehir gölü can çekişiyor, kurumaya doğru ilerliyor. “Göl yerinde su eksilmez” mantığıyla hareket eden yöre halkı anlamıyor, anlamak istemiyor. İçme suyunu Beyşehir gölden alıyor. İleride kurumuş gölden başka su kaynağı bile  bulmayacak durumlar uzak değildir bu böyle  giderse. Ayrıca kuruyan göl ve çevresinde dengesinin bozulacağı bir başka sorun olarak karşımıza çıkacaktır…
Selman Zebil 2021

15 Mart 2021 Pazartesi

RECEP ERDOĞAN'IN MÜSLÜMAN KARDEŞLER "İHVAN" HAYALLERİ BOŞA ÇIKTI

Hayaller budur; cumhuriyet değil, Osmanlıcılıktır
Recep Erdoğan İhvan Rüyaları, Emevi Caminde Namaz Kılacaklardı, Olmadı!

İhvan hayali rüyasına kapılıp ne demişlerdi? “Esat üç ay içinde devrilecek, Şam’daki Emevi Caminde namaz kılacağız” demişlerdi. 10 Yıl oldu, Esat devrilmedi, dimdik ayakta, 4 milyona yakın Suriyeli bizin 81 ile dağılmış, 81 ildeki camilerimizde namaz kılıyor oldular.

Recep Erdoğan’ın olması olanaksız İhvancı hayali bitti, sonunda bu hayalinin yaşama geçmeyeceğini anladı gibi geldi. Ama iş işten çoktan geçti; bir kişinin bir hayali inat uğruna bugün ağır ekonomik koşullara gelinmişse, ağır faturaları halka kesilmişse artı, üstüne üstlük birde 4 milyondan fazla Suriyeli yükünü üzerine yüklemişse, bunun tek sorumlusu Recep Erdoğan’ın inadıdır; zihninde tasarladığı tasavvurundaki hülyalı, rüyalı planlarıydı sonucun bu duruma gelmesindeki baş nedenler…

Öylesine hayallere kapıldı ki, Ortadoğu Müslüman halklarına “büyük abi” olma idi.
Mısır’da İhvancı Mursi’nin Hüsnü Mübarek’i devirerek yerine geçmesi ile Recep Erdoğan, “hayallerim gerçekleşiyor” sevdasına kapıldı. Sıranın Suriye’ye geldiğini tasavvur ediyordu. 10 yıl önce başlayan Suriye iç karışıklığına doğrundan taraf oldu, iç işlerine karıştı; 3-5 aya kalmaz Esat devrilecek, İhvan Mısır’da sonra Suriye’yi de ele geçirecekti. Suriye’den sonra Libya’ya kadar Doğu Akdeniz’den Batıya doğru (Lübnan’ı, Ürdün’ü de içine alarak) İhvan altına alınmış olacaktı…

Ne oldu? Bu arada kısa sürede Mısır’da Mursi bir darbe ile devrildi; Suriye’de 10 yıldır Esat devrilemedi, ayakta duruyor. Libya üçe bölünse de İhvan’a umulan gibi geçit verilmedi. Diğer Arap ülkeleri ve Arap körfez ülkeleri Recep Erdoğan’ın İhvancı inadını ve İhvancı niyetini anladılar, İhvan’a ve İhvancı planlı Erdoğan’a Arap dünyası karşı sert biçimde cephe aldılar lakin yine kaybeden Türkiye oldu…

Recep Erdoğan’ın Tutarsız, Duygusal Siyaseti ve Mısır ilişkileri
Recep Erdoğan hakaret etme klasiğinden biride, her cuma namazı çıkışı cami kapısı önünde gazetecilere açıklamalarda bulunmasıydı: Ayrıca bir başka klasiği “O Katil ile asla bir araya gelmem” dediği Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile “iş birliği” görüşmelerini “koşulsuz” olarak açıklamasıydı.

Recep Erdoğan, Dışişleri Bakanı Mevlit Çavuşoğlu’nun “Mısır'la diplomatik düzeyde temaslarımız başladı” sözlerini de değerlendirdi. Çavuşoğlu'nun “Mısır'la diplomatik düzeyde temaslarımız başladı” sözlerine ilişkin “Mısır ile istihbarı, diplomatik ve ekonomik olarak iş birliği sürecimiz devam ediyor" dedi.

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan'ın Mısır ile ilişkileri anlatırken şöyle dedi:
“Mısır'la istihbarı, diplomatik ve ekonomik olarak işbirliği sürecimiz devam ediyor. Sıkıntı söz konusu değil. Bunu en üst düzeyde değil de, bir tık altında devam ediyor. Gönlümüz ister ki Mısır’la olan bu süreci çok daha güçlü devam ettirelim. Bu istihbarı, diplomatik ve siyasi görüşmeler netice verici olduktan sonra bunu daha ileri taşırız. Mısır halkıyla Türk milletinin ayrı olması söz konusu değil. Mısır halkını Yunanistan'ın yanına yerleştirmek söz konusu değil. Olması gereken yerde görmek isteriz. Suudi Arabistan'ın Yunanistan ile ortak tatbikata girmesi bizi üzmüştür. Biz Suudi Arabistan'ı da böyle bir kararda görmek istemezdik. Bunu da görüşeceğiz, bu böyle olmamalıydı diye düşünüyoruz.” Diye konuştu.

Aynı Recep Erdoğan daha önde Abdül Fettah es-Sisi hakkında her yerde Mısır konusu geçtiğinde Sisi’ye sık sık “katil” diye en ağır hakaretlerde bulunmuştu.

Erdoğan daha önce Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi hakkında sık sık "katil" kelimesini kullanmıştı.

Bugün ne dediğini, yarın ne olacağını, ne tepki alacağının bilincinde olmadan ağzına ne geldiyse diplomatik sınırları aşan çocukça davranan Recep Erdoğan karakteri ile hep karşı karşıya kalmıştır ülke.

Önce Mısır lideri Sisi için: “Hele Mısır, sen hiç konuşamazsın. Zira sen ülkende demokrasi katili olan bir kişisin. %52 oyla seçilmiş olan bir Mursi’yi, evet mahkemede çırpınarak ölmesine sen neden oldun. Belki de operasyon yaptın ve ailesini bile defnetmesine müsaade etmedin. Sen böyle bir katilsin. Sisi birileri ile toplantı yapmış bu operasyonu kınamış Yahu kınasan ne yazar, kınamasan ne yazar.” demişti

Arkadaşlar bizim mısırla istihbarı diplomatik ve ekonomik olarak zaten işbirliği sürecimiz devam ediyor. Her hangi bir sıkıntı söz konusu değil. Bunu en üst düzeyde değil de en üst düzeyin bir tık altında devam ediyor. Tabi gönlümüz özellikle ister ki yani Mısırla olan bu süreci çok daha güçlü bir şekilde devam ettirelim. Onun içinde yapılan bu istihbarı, diplomatik bir yanda siyasi görüşmeler netice verici olduktan sonra” demez mi? Erdoğan bu der…

Dönelim Recep Erdoğan karakterine, Müslüman Kardeşler hayranlığı onun Filistin değil, Filistin’de Hamas, Mısır değil, Mısır’da Müslüman Kardeşler, Ortadoğu değil, Ortadoğu’da İhvan hareketleridir.

3 Temmuz 2013’te Mısır’da Mursi’nin devrildiğine “darbe” diyen tek lider Recep Erdoğan ve tek ülke Türkiye olmuştur.

Yine Mısır’da mahkemede kalp krizi ile ölen Mursi ölümüne “cinayet” diyen dünyada tek lider Recep Erdoğan ve tek ülke Türkiye’dir.

Bu tutumuna karşı Mısır’daki darbeciler hemen sert tepkiler verdiler: “Türkiye iç işlerimize karışıyor” açıklamaları yaptılar.

Sisi bir darbecidir, bir katildir. Demokrasiye darbe vurdu, seçilmişleri hapsetti, idam ettirdi, onlara destek veren binlerce kişiyi de katletti.

Son kurban Muhammed Mursi oldu. Bir önceki duruşmasında “sağlığım bozuk ama tedavime izin verilmiyor, hayatım tehlikede” demişti.

Ölüme terkedildi. Üstelik 2013’ten bu yana Sisi’nin zindanlarında Mursi gibi yüzlerce kişi, doğal olmayan yollarla hayatını kaybetti, birçoğu işkenceden can vermişti. Mursi de onlardan biriydi.” Dedi.

Dünyada tek ülke lideri bu sözleri söylüyordu Sisi için. Bu sözlerin yarın, en ağır bir biçimde yalanacağını, yutulacağını öngörüsü olmayanlar alkışlıyordu.

Recep Erdoğan’a bu sözleri için Mısır’dan tepkiler geliyordu. Çünkü hedefinde Sisi vardı, sürekli suçluyor ve diline ne geldiyse hakaret içerikli sözler söyleyen tek lider Recep Erdoğan ve tek ülke Türkiye idi.

Recep Erdoğancı yandaş basın bir taraftan Recep Erdoğan’ın bakışını alkışlıyordu. Erdoğan’ın Mursi ölümüne “şehit” diyorlar, köşelerinde incili biçili yazılar düzüyorlardı

Hüsnü Mübarek’e darbe yaparak 2012’de çok az katılımla kazandığı seçimi kazanmıştı. Sisi’nin yaptığına “darbe” ise darbe olarak algılıyorlardır.

Bağlantı, bağlılık, Mursi’nin yetiştiği ve gittiği yol “Müslüman Kardeşler” örgütüne yoluydu. Temeli 1927 yılında, Türkiye’de laiklik maddesinin getirilmesine karşı bir tür tepki olarak Mısırda kurulmuştu. Ortadoğu’da bir tür silahsız terör örgütü idi…

BM’de Recep Erdoğan’a Ayrılan Masa Boş Kalır
BM Genel Kurulda yaptığı konuşmanın ardından liderlerin bulunduğu salona doğru giden Recep Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump'ın masasında Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi'yi görünce yemeğe katılmaktan vazgeçti. Masaya oturmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan için ayrılan sandalyenin boş kalması dikkatleri çekti...

Recep Erdoğan, BM’de ABD Başkanı Trump’ın masasında Mısır'ın darbeci lideri Sisi’yi görünce salona girmedi. Sisi, o masadaydı ve Erdoğan onun olduğu salondan çıkmıştı. Masada BM Genel Sekreteri Guterres, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda da Sisi ile yer alıyordu.

Daha Önce 2014’te Yine Masaya Sisi Var Diye Oturmamıştı
Recep Erdoğan, 2014’de BM Eski Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'un verdiği yemeğe, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile aynı masada olmayı reddettiği için katılmamıştı.

Recep Erdoğan, Mart ayında düzenlenen “Uluslararası İyilik Ödülleri” programındaMısır lideri Abdulfettah Sisi ile kendisini barıştırmak isteyen liderlerin olduğunu belirtmiş, "Halkın yüzde 52 oyunu almış olan Mursi'yi ve arkadaşlarını mahkum eden bir anti demokratla karşı karşıya gelmem, onunla aynı masaya oturmam" demişti.

25 Şubat 2019’da, bu sözleri Mısır’dan sert bir yanıt, Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri’den gelir. Recep Erdoğan’ın Sisi ile ilgili sözlerine Mısır’da yayın yapan MBC kanalına telefonla bağlanan şöyle der: “Bu tip üsluplardan kaçınıyoruz. Bu seviyeye inmeyeceğiz. Bu tür açıklamalara cevap verecek vaktimiz yok. Çok meşgulüz” diye yanıtını verdi.

Recep Erdoğan'dan Sisi ile ilgili olarak: “Böyle biriyle asla görüşmem, onunla bir masaya oturmam” demişti

23 Haziran 2019, İstanbul seçimi kapsamında Sancaktepe Belediye Binası önünde düzenlenen toplu açılış töreninde, alıp eline mikrofonu sahneye çıkıp konuşan Recep Erdoğan: “Pazar günü Sisi mi diyeceğiz, Binali Yıldırım mı? Mesele bu kadar önemli, Erdoğan’ın akıbetini Mursi’nin akıbetine benzetenler, Sisi zihniyetidir. İşte onun için çok çalışmamız lazım. Biz, bunlardan korkmuyoruz. Biz, kefenimizi giyerek zaten bu yola çıktık. Böyle de yürüyeceğiz. Onun için kefenimizi giyerek bu yola çıkanlara korku asla, asla, asla yakışmaz.” dedi.

Ekrem İmamoğlu bu sözlerine ise: “Keşke Sn Cumhurbaşkanı çok da sahada olmasa Türkiye’nin önemli sorunlarıyla ilgilenmeye devam etseler” diye yanıt verdi.

2013'te bir darbeyle Muhammed Mursi'yi devirmesi ile başlayan Recep Erdoğan’ın kişisel duygusallığı doğrultusunda Türkiye’nin Sisi’ye sert tutumu 8 yıl sürdü. Sonuç; nerdeyse sıfırlanan Türkiye-Mısır diplomatik ilişkiler artık Recep Erdoğan'ın yıllardır sürdürdüğü darbeci Sisi söylemleri verdiği büyük zararların anlaşılması ile yerini “Kardeşim Sisi” alıyor.

Devrik Lider Mursi’yi Anımsatan “Rabia işareti” Şimdi Ne Olacak?
Mısır mahkemesinde idamla yargılanan Mursi, 2019'da mahkeme salonunda kalp krizi geçirerek yaşamını kaybetmiştir. Bunun nedeni olan kişi olarak Sisi’yi gören Recep Erdoğan, her fırsatta Rabia işaretini kullanmış, AKP'nin sembolü haline getirmişti. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Mısır ile diplomatik düzeyde temasların başladığını açıkladı.

Anadolu Ajansı ve TRT'ye açıklamalarda bulunan Çavuşoğlu, "Mısır ile hem istihbarat düzeyinde hem de dışişleri bakanlıkları düzeyinde temaslarımız var. Diplomatik düzeyde temaslarımız başladı" diye haber yaptılar. Çavuşoğlu'na göre: "Mısırlılardan herhangi bir ön koşul gelmedi. Türkiye'den de herhangi bir ön koşul şu anda gitmedi." Dedi.

Yıllarca Mısır'la Düşman Ol, Şimdi de Dost Eli Uzat
Yıllardır Rabia işaretini Sisi'ye karşı direnişin sembolü olarak kullan, kendi ülkendeki dindar, dinci kesimlerin dini söylemlerle suyunu ala, bunun üzerinden prim yap, içte bir süre yaralan sonra bir yere kadar varan işte yolun sonu olduğu önüne çıkınca da pilin bittiğini anla ve sığın şimdi “Katil” Sisi’ye. Hem de önkoşulsuz görüşmeler yapar duruma geldiğini açıkla meydanlarda. Bu devlet adamlığıyla ilişkili değil, ancak kendi kibri duygusallığı sonucu önce kibrinin esiri ol sonra işler ters tepince yenilgini kabul et ama faturayı bu halka kes oldu mu? Yani “önkoşulsuz” demek, şimdiye kadar yaptığın Sisi’ye hakaretleri yutmak demektir, haksızlık yaptım demektir. Bu bir yenilgin demektir. 8 yıldır kin ve nefretin boşuna yapılmış, zararı bu halka kesilmiş fatura demektir. Bu bir kaldırılmaz yenilgidir. Karşıya hiçbir şey kabul ettirmeden “önkoşulsuz” el uzatmak, şimdiye kadar yaptıklarının hatalarını kabul etmek zorunda kalmaktır…

Ortadoğu’ya “abi olacağım” Müslüman Kardeşleri arkama alacağım rüyasından uyanmak demektir. Recep Erdoğan’ın 19 yıllık rüya âlemi bu ülkeyi batırdı. 19 yıl boyunca kandırdım sandığı toplumları kandıramadığı anladı; bütün hayaller suya düştü. Arap Baharı eylemleri ile çok heyecanlanıp umuda kapılmıştı, kendisi BOP Eşbaşkanlığı olarak Ortadoğu’da “büyük abi”, “baş yüce” olarak kucaklayacaklar sanmıştı. Bu hayallerle dünyayı kandırmaya çalıştı, hiçbir yerde ne güveni kaldı ne de destekçisi. Yalınız kaldı, ülkeyi de yalnızlaştırdı.

Sinsi bir biçimde Müslüman Kardeşler Ortadoğu'da yayılmaya başladı, bu örgüt baktılar ileri gidiyor dağıtıldılar; darmadağın edildiler. AKP'nin bütün umudu Ortadoğu’da onlara bağlıydı. Daha doğrusu, Ortadoğu’nun Recep Erdoğan desteğinde dinci-Şeriatçı sisteme Müslüman Kardeşler ile birlikte geçmesi, sonrası ise Türkiye’yi bu eksene çekmekti. Bu kurnazlığı Batılılar anladılar; Arap dünyası da anladı ve Türkiye’ye karşı cephe oluşturmaya başladılar. Şu anda ne Arap dünyası Recep Erdoğan’a güveniyor, ne de Batı dünyası. Yani güven duyulmayan, sonradan ne yaparsa yapsın, itibarı olmayan biri olarak yalnızlaştırıldı, ülkeyi de yalnızlaştırdı, dünyadan koparttı nerdeyse…

O kadar Arap dünyasından ise bir tek Katara kaldı dost olarak. Gerçi Katar’da en kısa sürede terk edenlerden olması yakındır d-sanırsam. Çünkü diğer Arap ülkeleri ile işleri bozulan Katar, yeniden Arap kardeşleri ile dostluk işlerini düzeltmek peşinde. Böylece Katar ilişkileri de kapanması an sorunu.

Atatürk demişti, karışmayın Arapların aralarındaki didişmelere. Bundan ibret almadılar, Müslüman Kardeşler hikâyeleri ile beyinleri yıkanmıştı bir kere, Ortadoğu büyük heyecan veriyordu, maceracı hayalperestlikle, işin içinde birde mezhepçi tavırla Ortadoğu’da hatalı dış politika ile Recep Erdoğan büyük yatırımlar yaparak yanlışı oynadı; kaybeden ülke oldu.

Yetti gayri, 2002'de iktidarı ele geçirip, aralıksız elinde 19 yıldır tutan AKP'nin gizli, bazen yüzeye çıkan hayalleri içinde Ortadoğu’ya “büyük koruyucu abi” olmak isteyen, mezhepçi siyaseti ile Ortadoğu'nun bağrına çöreklenmek istemişti. Bu hayal 19 yıl sürdü, gerçek niyeti anlaşılınca Ortadoğu uyandı, en büyük tepkiyi Arap dünyası verdi; umduğunu bulamadı, hayallerinde, hatalarının faturası Türk halkına ödettirmekte kaldı artı ülkeyi yalnızlığa sıkıştırıldı…

Mevlit Çavuşoğlu diyor ki: “Mısır, BAE ve Suudi Arabistan ile ilişkilerimizin düzelmemesi için sebep yok” Şimdi Mısır’da “Diktatör” dedikleri Sisi aynı sisi; diktatör ise değişmiş falan değil, aynı Sisi. Yani değişen, Recep Erdoğan ve iktidarıdır. Dün hakaretler yağdırdığına bu gün övgüler yağdıranlarda kendileridir. Olan Türkiye’ye oldu, bu Recep Erdoğan’ının kendi duygusal ilişkilerinden Türkiye’nin hiç bir çıkarı olmadığı gibi, çok zararları oldu.

Meydanlarda yıllarca halka, Rabia işareti yapma siyaseti ile Mısır’ı ve yönetimini Herkes kabile siyaseti gibi devlet yönettiler.

Türkiye Mısır İlişkileri Bozuluyor
Türkiye, seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi 3 Temmuz 2013'teki askeri müdahaleyle devirerek iktidarı ele geçiren Sisi yönetimini tecrit politikası izliyordu.

Türk hükümeti, Sisi’nin gerçekleştirdiği darbeye tepki gösterince Mısır, dönemin Kahire Büyükelçisi Hüseyin Avni Botsalı’yı “persona non grata” (istenmeyen adam) ilan etmiş, iki ülkenin diplomatik ilişkileri maslahatgüzar seviyesine inmişti. O tarihten bu yana Sisi'yi sert dille eleştiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz Temmuz ayında CNN International’a verdiği röportajda Sisi’yi “tiran” olarak nitelemiş, bu açıklama üzerine Mısır, Türkiye’nin Kahire Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Alper Bosuter’i bakanlığa çağırmıştı.

Suudi Arabistan ziyareti öncesi Atatürk Havalimanı’nda basın toplantısı düzenleyen Recep Erdoğan’a “Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile görüşüp görüşmeyeceği” sorulur. Yanıtı aynen şöyle: “Şaka yapıyorsun herhalde. Böyle bir şey arkadaşlar söz konusu değil. Bizim gündemimizde böyle bir şey asla söz konusu değil. Böyle bir şeyin olabilmesi için çok ciddi bir defa olumlu istikamette adımların atılabilmesi lazım" yanıtını verdi.

Recep Erdoğan şöyle diyordu: “Ailesi vasiyetinin yerine getirilmesini istiyor, ailesine naaşını vermiyorlar. Sisi denilen kişi Mısır’da böyle bir yöneticidir ve bir zalimdir." dedi.

Ortadoğu’ya “Abi Olma” Niyeti Açığa Çıkıyor Sözleri
Recep Erdoğan; "Libyalı, Yemenli, Mısırlı kardeşlerimizin sıkıntısı da bizim sıkıntımızdır" diyen şöyle sürdürüyor: “Sudan'dan Endonezya'ya, Orta Asya'dan Afrika'ya, Uzak Doğu'dan Avrupa'ya uzanan çok geniş bir bölge ile kökü yüzyıllar öncesine giden derin insani ve kültürel bağlarımız var. Daha bir kaç asır öncesine kadar Osmanlı'nın idaresi altındaki topraklarda bugün 45 ülke, etki altındaki coğrafyanın tamamını göz önüne aldığımızda 64 farklı devlet mevcut. Bunların çoğunda soydaşlarımız, kardeş ve akraba topluluklarımız bulunuyor. Ayrıca 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa başta olmak üzere, çeşitli ülkelere giden vatandaşlarımız da ciddi bir yekûn oluşturuyor.

Bugün yalnızca Avrupa ülkelerinde 5,5 milyon civarında Türkiye kökenli kardeşimiz hayatlarını sürdürüyor. Dolayısıyla bizim ne Avrupa'daki ne Kuzey Afrika'daki ne de Kafkasya, Balkanlar, Orta Asya'daki gelişmelere bigâne kalmamız mümkün değil. Hatta bunu Latin Amerika'ya kadar da sürdürebiliriz. Oralarda bile Türkiye'den oralara göç eden vatandaşlarımızın olduğunu biliriz. Libyalı, Yemenli, Mısırlı kardeşlerimizin sıkıntısı da bizim sıkıntımızdır.

Orta Asya'daki soydaşlarımızın dertleri, bizim de derdimizdir. Buradaki sorunlarla ilgilenirken asla yayılmacı, müdahaleci bir anlayış içinde değiliz. Çünkü bizim, hiç kimsenin, hiçbir ülkenin toprağında, egemenliğinde, içişlerinde gözümüz yok. Biz, öncelikle kendi milli güvenliğimizi, kendi vatandaşlarımızın can ve mal emniyetini sağlama almaya, ardından da bölgemizin ve gönül coğrafyamızın istikrar, huzur ve iç barışına katkı sunmaya çalışıyoruz."

Son 8 yılda 1 milyon insanın canına mal olan Suriye'deki zulme, bu hassasiyetle çözüm yolları aradıklarını aktaran Erdoğan, Libya'daki krizi, Yemen'deki çatışmaları, Somali'deki istikrarsızlığı, Filistinli kardeşlerimizin çilesini sonlandırmak için bu anlayışla mücadele ettiklerini, ilk kıble Kudüs-ü Şerif'in hakkını da bunun için savunduklarını söyledi.

Batı'da yükselen İslam düşmanlığına, mülteci karşıtlığına, gün geçtikçe veba gibi yayılan Neonazi terörüne bunun için dikkati çektiklerini dile getiren Erdoğan, terör örgütleriyle ilgili sergilenen çifte standarda bunun için karşı çıktıklarını ifade etti.

Muhammed Mursi'nin ölümüyle bir kez daha Mısır'daki gelişmelere tepki gösteren Recep Erdoğan şunları söyledi: “Bizlere hak, hukuk, özgürlük dersleri verenler Mısır halkının özgür iradesiyle yüzde 52 oyla seçtiği cumhurbaşkanının, darbe mahkemelerinde ölümüne sessiz kalsa da biz, sessiz kalamayız. Merhum Cemal Kaşıkçı cinayetinin unutulmasına nasıl rıza göstermemişsek Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin dramının da birileri tarafından unutturulmasına asla izin vermeyeceğiz. Uluslararası hukukun verdiği imkânları sonuna kadar kullanarak, meselenin aydınlığa kavuşturulması için mücadele edeceğiz.” Diyordu.
Selman ZEBİL 15 mart 2021


9 Mart 2021 Salı

BEYŞEHİR GÖLÜ BATI KIYISINDAKİ KUBAT-ABAT SARAY'NIN KISA TARİHÇESİ

Beyşehir Gölü Batı Kıyısı ve Nişabur Kentiyle (1) Kıyaslanması

Foto: Selman Zebil, Beyşehir Gölünde bir ada 1987
Çok yaşa Nişabur! Eğer yeryüzünde cennet varsa orası sensin, Eğer sen cennet, cennet  değilsen, yeryüzünde cennet yok demektir.(2)

Alâeddin Ata Melik Cüveyni’nin 1260 yılında yazdığı “Tarih-i Cihan Güşa” adlı yapıtında: “Eğer gökyüzüyle karşılaştırıp şehirleri yıldızların yerine koysak, Nişabur yıldızların arasında parlak Zühre yıldızının yerini tutar. Eğer onu insan organlarının birinin yerine koymak
istersek, hiç şüphesiz gözün yerine koyarız. İnsan Merv-i (3), Bağdat’ı ve Küfe’yi ne yapsın? Nişabur dünyada insanın gözünün bebeği gibidir” der. 

Foto: Selman Zebil, Beyşehir gölünde ve ada 1987
Şöyle sürdürür: “Çok yaşa Nişabur! Eğer yeryüzünde cennet varsa orası sensin. Eğer sen cennet değilsen, yeryüzünde cennet yok demektir.” Şiirimsi bu sözlerin benzerini Alâeddin Keykubat, Alanya dönüşü Beyşehir Gölü kıyısına ulaştığında gördüğü güzelliğe hayran kalarak, burasının İran kenti Nişabur için söylenen sözlerin benzerini söyler. Bu sözleri, Antalya’dan Konya’ya dönüşünde, yol üzerine düşen Beyşehir Gölünün alüvyondan oluşan güney-batı kıyılarına hayran kalır ve şöyle der: “Cennet burası değilse neresidir” der ve buraya hayran kaldığını bu sözleri ile dile getirir. Hayran kaldığı için de burada nasıl bir yazlık saray yapılabileceğini tasarlar, ilgili yerlere bu gölün kıyısına bir saray yapımı için emreder. Bizzat nasıl bir saray yapılacağını da kendisi planlar ve yapıya dair oldukça genel bilgiler bile verir. Sonuç olarak cennet gibi olan bu yöreye Kubadabad Sarayı yapılmış olur.

Foto: Selman Zebil, Beyşehir gölünde günbatımı 1986
Kaynaklar:
(1) Yukardaki şiirlerin, “Saalibi’nin Tetimetü’l-Yetimmesi”nde Ebu’l-Hasan Muhammed b. İsa el-Karacı’nın olduğu söylenir

(2) Alaettin Ata Melik Cüveyni, “Tarih-i Cihan Güşa”, cv. Mürsel Öztürk, 2013, TTK, c.1 s.177

(3) Yukardaki bu şiirlerin, “Saalibi’nin Tetimetü’l-Yetimmesi”nde Ebu’l-Hasan Muhammed b. İsa el-Karacı’nın olduğu söylenir.
.   

7 Mart 2021 Pazar

BEYŞEHİR TARİHİ ve EŞREFOĞLU BEYLİĞİ


BEYŞEHİR GÖLÜ KIYISINDAKİ KUBADABAD

Kubadabat Sarayı çinileri 
Antik dönemde adının Lykaonia olan Konya’nın güneyine düşen, yine antik adı Pisidia adıyla bilinen bölgeden alan üç Pisidia gölünün en büyüğü olan Beyşehir Gölünün güney kıyısında bulunan yer. Bir adı Dipoyraz Dağı olan 2992 metre yüksekliğindeki Anamas Dagı’nı dibine düşen bu yeri görüp beğenen Selçuklu Sultanı 1. Alâeddin Keykubad, Konya’nın yaz sıcağından kaçıp dinlenmek amaçlı 1235’te yaptırmıştır. Ancak Konyayı Beyşehir'e bağlayan bu yazlık Kubadabad sarayın keyfini çıkartmadan Alâeddin Keykubat bir yıl sonra ölmüştür Anadolu Selçuklu hanedanlık yazlık sarayıdır. Anadolu Selçuklu hanedanları içinde en etkili Alâeddin Keykubad olmuştur. Fars kökenli Selçuklu tarihçisi İbn Bibi yazılarına göre Alâeddin Keykubad’ın Beyşehir Gölü güney-batı kıyısında, Anamas Dağları eteğinde, Gölyaka Köyüne 3 kilometre uzaklıkta M.S.1236’da inşa edilen Kubadabad Sarayından söz eder.

Foto Selman Zebil: Beyşehit Gölü
Antalya’dan Konya’ya dönüşünde, yol üzerine düşen Beyşehir Gölünün alüvyondan oluşan güney-batı kıyılarına hayran kalır. “Cennet burası değilse neresidir” der. Burayı nasıl beğendiğini, burada nasıl bir yazlık saray yapılabileceğini tasarlar ve ilgili yerlere bu gölün kıyısına bir saray yapımı için emreder. Bizzat nasıl bir saray yapılacağını da kendisi planlar ve yapıya dair oldukça genel bilgiler bile verir. Sonuç olarak cennet gibi olan bu yere Kubadabad Sarayı yapılmış olur.

Hatta Amasya-Babailer isyanında (1240) Selçuklu Sultanı 2. Keyhüsrev zor anlar yaşar, Konya sarayından gizlice kaçarak Beyşehir Gölü kıyısındaki bu sarayda saklanır bir müddet.

İbn Bibi yazılarında anlatımlarına göre: “Buhayre-i Gurgurum” denilen bu yerin neresi olduğunu ve dahi bahsettiği “Gurgurum” denilen vilayetin neresi olduğu hakkında bir işareti bilgiyle tarif edilmemişti. İş böyle olunca, uzun zaman bu sarayın yeri ve adı terk edilmişlikten bilinmeden kaybolur gider ta ki 1940’lı yıllara Zeki Oral’ın bu yeri bulup alana çıkrana kadar.

Kubadabat Selçuklu Sarayında bulunan seramikler
O zamanın Konya Müze müdürü M. Zeki Oral’ın Kubadabad Sarayının ören yerini bulup alana çıkarmasıyla 1949 yılında Konya Anıtlar Dergisindeki yazdığı bir makaleyle alana çıkmıştır. Kubadabad Sarayı kalıntıları hakkında araştırmalar sürdürülür ve sondaj çalışmaları yapılır, bulgular ve tarihin alana çımasıyla Türk-tarih bilimine zenginlik katışı Belleten dergisinde makaleler halinde yayımlanır.

Kazılar ve yüzey araştırmalarından anlaşıldığına kadarıyla Beyşehir ve yöresi, yerleşim alanı olarak İ.Ö.6000 ile 7000 yıllara kadar uzanan bir tarihe sahip olduğu bilinmektedir. Yörede iz bırakan Hititler, Frigya, Lidya devletleri üzerine Romalılar, daha sonra Selçuklular eline geçmiştir. Hititlerden sonra en verimli çağını Eşrefoğlu Beyliği döneminde olur.

Eşrefoğulları Beyliği yıkıldıktan sonra Hamitoğullarının eline geçer Beyşehir. Karamanoğullarını eline geçiren Fatih Sultan Mehmet tarafından Beyşehir de Osmanlı topraklarına dâhil edilir.

Anadolu Beyliklerinin Yükselişi ve Eşrefoğlu Beyliği
Anadolu Selçuklular Devletinin çöküşü ile Anadolu Türkmen Beyliklerinin yükselişi başlar. Genellikle kurucularının adı ile anılan bu beyliklerin bazıları uzun ömürlü olup 15. Yüzyıla kadar varlıklarını sürdürürken, bazıları çok değerli, kalıcı eserler bırakarak kısa sürede tarih sahnesinden çekilirler.

Karamanoğulları Beyliği, Menteşoğulları Beyliği, Dulkadiroğulları Beyliği, Karasi Beyliği, Aydınoğulları Beyliği, Eretna Beyliği, Germiyanoğulları Beyliği, Hamitoğulları Beyliği, İsfendiyaroğulları Beyliği (Candaroğulları) Ramazanoğulları Beyliği, Tekeoğulları Beyliği, Saruhanlılar Beyliği, Eşrefoğulları Beyliği ve Osmanlılar Beyliği olarak Anadoluda varlıklarını sürdürdüler.

Bu adı geçen beyliklerden en eskisi, en güçlüsü olan Karaman Beyliği, Karaman Bey tarafından 1. Alaeddin Keykubad döneminde kurulmuştur.

Eşrefoğulları Beyliği (1280-1326)
John Freely, “At Üstünde Fırtına, Anadolu Selçukluları” adlı kitabında: “Muhtemelen Türkler ve Kürtlerden oluşan Eşrefoğlu aşireti, Karamanoğullarına zor zamanlarda iki kere yardım etmişti. Yine Konya’yı işkâl ettiklerinde Eşrefoğulları ile Menteşoğulları, Karamanoğulları’nın yardımıyla Konya’ya saldırıp kenti ele geçirmişlerdi. Fakat 1311 işkâlından sonra hakkı olan ganimet alamadığını düşünen Eşrefoğulları aşireti, Karamanoğulları ile olan bağlarını kopardı. Sonuç olarak Eşrefoğulları Batıya, Beyleri Süleymanoğlu Eşref’in şehir kapılarındaki kitabelerden öğrendiğimize göre 1290’larda işkal etmiş olduğu Beyşehir civarındaki bölgeye doğru hareket etti. Süleyman’ın oğlu Mübarizüddin Mehmet, Akşehir’i ve Bolvadin’i de alarak Eşrefoğlarının topraklarını genişletti.” Diye geçer.

Anadolu Beylikleri içerisinde en kısa ömürlü olanıdır Eşrefoğlu Beyliği. Selçuklu Sultanı 3. Gıyaseddin Keyhüsrev (1264 ile 1283) hüküm sürdüğü zamana denk gelen, Selçuklu sınırlarının batısına düşen bölge olan Beyşehir yakınlarında bulunan Gorgurum adlı yerde Seyfeddin Süleyman Bey tarafından 13. Yüzyıl ikinci yarısında kurulmuştur. Kısa bir dönem, 40 yıl ömürlü olmuş ama müthiş, en kapsamlı ve en değerli eserleri günümüze kadar gelmiş Anadolu beyliklerinden biri olmuştur.

Geçiş dönemi yaşayan Anadolu’da pek çok Türk Beylikleri kurulmuştur. Bu beylikler arasında birbirlerinin işine karışmama esası üzerine oturulmuştur. Çobanoğlu Timurtaş, Türk beyliklerini kendi idaresi altında birleştirmişti. Doğrusu, insanın aklına düşen, Kürtler bu bölgede çok eskilerden (Türklerden önce) var olduklarını iddia edeler ama Anadolu’da yaşanan geçiş döneminde her Türk aile kendi adına bir beylik kurarlarken neden Kürtler bu fırsattan yaralanıp bir beylik bile kuramadılar?

Eşrefoğlu Beyliği Beyşehir’de
İlk önceleri Gorgurum (Gökçimen) adlı yerde kurulan Eşrefoğlu Beyliği, daha sonra 1288 yılında Süleyman Bey Beyşehir’e yerleşerek pek çok bayındır haline getirterek kalıcı eserleri tarihe kazandırdı. Bu eserlerin başında, Eşrefoğlu Süleyman Bey (1297-1299) tarafından yaptırılan, ahşap ve seramiklerle süslenmiş en özgün mimarisiyle en önemli eser olan Eşerefoğlu Camiidir. Selçuklu mimarisinin bir başka eşi olmayan bu ahşap, değerli kâgir yapılı Eşrefoğlu Camii başyapıt olmaktadır.

1301-2 yılında ölen Süleyman Bey’in yerine oğlu Mübareziddün Mehmet Bey geçti. Mübarizüddin Mehmet Bey Beyliğin alanlarını Akşehir ve Bolvadin’e doğru genişletti. Mehmet Bey’in Moğolların (İlhanlılar) Anadolu Valisi Emir Çoban’a tabiiyet sunan Türkmen Beylikleri içerisinde yer aldığı bilinir.

1320 yılına gelindiğinde yaşamını kaybeden Mübarizüddin Mehmet Bey’in yerine oğlu 2. Süleyman, Eşrefoğlu Bey’i oldu. Lakin 2. Süleyman dönemi uzun sürmez. Beyşehir’e girerek ele geçiren Moğollardan Vali Timurtaş’ın önünden atıyla birlikte Beyşehir Gölü içine doğru kaçar. Arkasından atıla hızlıca yaklaşan Timurtaş, Süleyman Bey’i gölün içinde 1326 yılında boğarak öldürülmesiyle sonlandırıldı. Böylece, 40 yıla yakın süren kısa ömründe Eşrefoğlu Beyliği ancak yerel bir idari yapılanma olarak tarihte yerini almıştır.

Beyşehir Yöresine Yerleşen Kürtler
Hasan Öztürk, “Kurucuova Tarihi” adlı araştırmasında bölgedeki yerleşim yerlerinden söz eder. 1466 yılında bölgede; Orta Anadolu’da Kürtlerin ilk yerleştiği yerlerin Isparta’nın Şarkîkaraağaç’a bağlı Kürtler Köyü olduğunu yazar. Osmanlı belgelerinde 1584 nüfuz ve yerleşim yerleri belirtilmiş, Kürtler köyü 1920 tarihine kadar Konya’nın Beyşehir ilçesine bağlı bir yerleşim yeri olarak kalmıştır.

Beyşehir Sancağına ait 1466 tarihli Müsellim Defterinde Yenişehir Nahiyesi’nin kimi köylerinin Yörük olduğu yazılmıştır Bu belgede kimi köylerin Yörük olduğunu dile getirirken Yenişehir (Şarköy) Kürtler ve Muma köylerinden gayri köyleri kastetmektedir. Bu köyler; Bademli, Kurucuova, Yenice, İsrailliler, Küre ve Hoyran köyleridir.

Beyşehir ve çevresinde Etiler; Etiler, Lidyalılar, Frigyalılar, İyonlar, Makedonyalılar, Persler, Selefkoslar, Romalılar, Araplar, Selçuklular, Eşrefoğulları, Hamitoğulları, Germiyanoğulları, Karamanoğulları ve sonunda Osmanlılar hakim olmuşlardır.

Bir Başka Kaynakta Timurtaş ve Eşrefoğlu Beyliği
Eşrefoğlu Beyliği: Bu beylik Diyar-ı Rum’un kuzeyindeydi. Batısında Dündar Oğulları’nın, doğusunda Karaman Oğulları’nın, Kuzeyinde ise Cengizlilerin toprakları uzanıyordu. Bağımsızdı ve Başkenti Beyşehir’dir. Yetmiş bin kadar atlı savaşçı çıkarabilirdi. Ülkesinde 65 şehir ve 505 köy vardı. Timurtaş bu memleketi ele geçirince beyini yakalayarak, taşaklarını kestirip boynuna astırdıktan sonra halk arasında teşhir ederek öldürttü” diye anlatılır.

Dahi bir başka kaynakta ise: 1320 yılında Mehmet Bey yaşamını kaybetmesi üzerine yerine oğlu 2. Süleyman geçer, Eşrefoğlu Bey’i olur. Fakat onun beyliği fazla sürmez. Beyşehir’i ele geçiren İlhanlı Valisi Timurtaş tarafından 1326 yılında göle atılmak suretiyle öldürülerek beyliğe son verilmiştir.

AHMET EFLAKİ (M.S.1300-1330) 
Ariflerin Menkıbeleri yapıtında Beyşehir
İbn Bibi’den fazla uzun olmayan devirde Mevlevi olan Ahmet Eflaki Eşrefoğlu Beyliği hakkında yazdığı: “Beylerbeyi Eşrefoğlu Mubarizüddin Çelebi Mehmet Bey, Çelebi (Mevlana’nın oğlu) hazretlerini Beyşehir’de misafirliğe davet etmiştir. Çelebiye karşı hadden aşırı niyaz ve itikat göstererek türlü hizmetlerde bulundu ve oğlu Süleyman şah’ı saraydan çağırıp tam bir itikatla Çelebi’nin hizmetine verdi, ona mürit yaptı. Süleyman Şah’ın beline bulunmaz bir kemer bağlayıp bırakıverdiler.

Çelebi Mehmet Bey, baş koyup ‘bu çocuğun sonu ne olacak’ diye sordu. Çelebi: ‘Sizden sonra bu vilayet bu çocuğun elinde harap olacak ve topluluk onun ayakları altında dağılıp gidecek ve onu bu göle (Beyşehir Gölü) atıp yok edecekler’ buyurdu.

Ve hakikaten o çocuk, Çelebi’nin buyurduğu gibi oldu. Timurtaş devleti zamanında Beyşehir’i fethetti. Memleketi yağma ettiler ve birkaç gün sonra Süleyman Şah’ı oradaki göle attılar, memleket tamamıyla harap oldu” der. Ahmet Eflaki, “Menkıbe-i Arif-i” 1954 Ankara Basım 2. cilt sayfa 390.

Eşefoğlu Beylğinin öyle pek büyük bir eylemi olmayan, salt bir idari yapıya sahip olarak tarihe geçmişlerdir. Yalınız 1280 yıllarında Eşrefoğlu Süleyman Bey ve Karamanoğulları ile birlikte Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev’e taraftar olmuşlar, Konya Selçuklu yönetiminde önemli roller almışlardı.

1284 yılında Moğollar tarafından katledilen 3. Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi Valide Sultan, Keyhüsrev’in sadık bendeleri olan Eşrefoğulları ve Karamanoğullarından torunlarının tahta çıkmaları sağlayacaklarına inanan düşünen Valide Sultan, oğlu 3. Gıyasettin’in ölümüyle Kayseri’de tahta çıkmasına karşı çıkarak, Moğolların izniyle Konya’da torunlarının tahta çıkmasını istedi.

Olaylar istenildiği gibi gitmez. Torunlarının naipliğine getirdiği Eşrefoğlu Süleyman Bey, Sultan Mesud’un Konya’ya sevk ettiği Has Balaban komutasındaki Selçuklu ordularından çekinerek Gorgoruma geri çekildi. Yalınızca yedi ay süren çocuk hükümdarların naipliğinin ardından Moğol güdümündeki Selçuklulara karşı Karaman Oğulları ile birlikte küçük çaplı bir direniş sergilese de, siyasi çıkarını Sultan Mesud’a tabii olmak ta görerek yön değiştirerek itaatini sundu.

Eşerefoğlu Beyliğinin Yıkılışı
Moğollardan Çupan, Olçaytu’nun 1313 yılındaki ölümünden sonra, Anadolu’daki Moğol yönetimini devralmak için geri döndü ve yönetimi oğlu Timurtaş’a devredecek kadar kaldı. 1321’de Timurtaş ayaklandı ve Mehdi olduğunu iddia ederek Anadolu’da kendi devletini kurmak istedi. Bu ayaklanmayı bastırmak üzere Çupan görevlendirildi ve bu görevini yerine getirdi. Fakat oğlunun bu ayaklanmasını bağışlayarak, oğlunun suç ortaklarını öldürttü.

Çapan, oğlunu İlhan Ebu Said’e götürdü; İlhan, Timurtaş’ı bağışlayıp tekrar onu Anadolu’nun Moğol Valisi tayin etti. Çapan’ın 1326’da ölümünden sonra Timurtaş yeniden ayaklandı. Beyşehir’i aldı, Eşrefoğlları Beyi Mübarizüddin Mehmet Beyi gölün içinde boğarak öldürdü. Böylece Eşrefolulları Beyliği Mehmet Bey’in ölümünden sonra yerine geçen Süleyman’ın öldürülmesinden sonra, beylikler arasında en kısa ömürlü olarak tarih sahnesinde yerini aldı. Daha sonra yenilgiye uğrayan Timurtaş Mısır’a kaçtı, ertesi yıl orada öldürüldü.

Daha önce de İlhan Keyhatu (1291-1292) büyük bir güçle tekrar Anadolu’ya, bazı Türkmenleri kılıçtan geçirerek kökünü kazıma kararıyla girdi. Büyük bir dehşetle yolunun üzerindeki her şeyi yakıp yıktı, önüne çıkan insanları kılıçtan geçirdi. Bu dehşetli saldırılarıyla Eşrefoğulları ve Menteşoğulları aşiretlerinin yanı sıra Karamanoğulları’nın topraklarını da harabeye çevirdi. İlhan Keyhatu, Moğol ordusu ile giriştiği bu zorbalıktan, pazarlarda satılacak çok sayıda esirle birlikte kışı geçirmek üzere Konya’ya döndü. Lakin Anadolu Türkmenleri ve diğer halklar arasında İlhan Keyhatu’nun bu saldırısı büyük bir nefrete dönüştü.

Dahi, Eşrefoğlu Beyliği Zamanı Kalıcı Eserleri
En kapsamlı, en dikkat çeken değerli eserlerden biri olan Eşrefoğlu (1297-1299) Camiidir. Anadolu’daki Selçukluların bol sütunlu camilerinin en güzeli, en değerli sanat eseridir. Kırk sekiz tane sekizerli altı sırada bulunan ve üzerinde süslü sarkık sütun başlıkları olan uzun ahşap sütunlardır. Ahşap, tuğla ve taş işçiliği yanında mükemmel boyama süslemeleri, çini ve mozaikler hepsi şahane uyum içinde özgün mimarisi ile birbirini tamamlamıştır. Ayrıca minaresi tabanına yerleştirilmiş, su haznesi görevi gören bir Roma lahdinin bulunduğu çeşmesi.
 
Foto Alman gezginci Fredric Sara 1895 
Beylikler döneminden kalma kalıcı eserlerden, Eşrefoğlu Süleyman Bey Külliyesi, Süleyman Bey Bedesteni, Süleyman Bey Türbesi. Giriş kapısı ayakta duran Beyşehir Kalesi, Süleyman Bey Mescidi, çifte Hamam, Beylikler döneminden kalma bir başka eser, kitabesinde 1369-1370 olarak tarihlenen İsmail Aka Medresesidir. Dahi, tarihsiz üç eser daha vardır. Bunlar Taş Medrese, Demirli Mescit, Bayındır Köyünde 1310 tarihli, orijinal süslemelerinin çoğu yerinde duran camii ve Köşk Köyü Mescidi gibi şeyler hala günümüze kadar kalıcı bayındır eserlerdir. Bir pencere aracılığıyla türbe sağına açılarak camiye bağlanır. 

Türbe kapısının Yüksek bir kare kaide üzerinde yükselen ve tepesinde konik bir dış kubbe bulunan sekizgen bir taş yapı olan türbe, üzerindeki kitabeye göre inşa tarihi olarak 1302 olarak belirtilmektedir. Aslanapa Mezarının zengin süslemeli iç mimarı, Bütün Selçuklu seramik-mozaik en görkemlisini oluşturmakta helezonlar, hurma yapraklarından süsler ve değişik yapraklı bezemeler, on iki kenarlı yıldız motifler ile tarif edilmektedir. Eşrefoğlu Camii karşısında her birinde üçlü, iki sıra halinde, altı kubbeli, dış cephesinin çevresinde bir dizi kubbeli dükkânlar bulunan dük dörtgen bir bina olan bedesten vardır. Bu bedesten, Eşrefoğullarına ait 14. Yüzyıl başlarında yapılmış yapıdır.

Ayrıca Seydişehir de Seyit Harun külliyesi, Seyit Harun Camii, Seyit Harun Türbesi, Seyit Harun Hamamı, Mescit, Seydişehir Kalesi gibi pek çok yerler günümüze kalan mimari yapıtlardandır.

Dahi; Yazma eserler, değer biçilmeyen halılar, değer biçilmeyen çiniler, pek çok madeni eserler, kandiller, şamdanlar, sikkeler, elde olup Konya Müzesinde sergilenmektedir.

Eşrefoğlu Camii
Beyşehir’in kuzeyinde, gölün kıyısında bulunan İçerişehir Mahallesinde yer alan Eşrefoğlu Camii, 1297-1299 yılları arasında yapılmış; Anadolu'daki ahşap direkli ve kâgir duvarlar ile camilerin en büyüğü ve en özgün Türk mimarisindendir.

Foto Selman Zebil: Eşrefoğlu Camii 1988 
Orta Asya'da Semerkant, Buhara gibi eski Türkistan şehirlerinde yer alan ağaç direkli camilerin ülkemizdeki bir örneği olan Eşrefoğlu Camiidir. Camide 46 işlemeli ahşap sütun üzerinde yükselir. Sütunlar, Beyşehir ormanlarında yetişen kasnak meşesi meşe ağacından yapılmıştır. Cami inşasına başlamadan önce 6 ay boyunca çamurlu suda bekletilerek abanozlaştırılmıştır.

Eşrefoğlu caminin ortasında bir kar havuzu vardır. Yüzyıllar boyu kış aylarında camiinin damındaki kar, çatının ortasındaki boşluktan ortadaki havuza atılmış ve ortamı nemlendirerek yakılan sobalardan ötürü ahşap sütunların çatlayıp kurumasını engellemiştir. 1965 yılında bu karlığın üstü camla kapatılmış ve işlevini yitirmiştir.

Selçuklu çini sanatını yansıtan mozaik ile kaplı çok görkemli 6 metre yüksekliğinde bir mihrabı vardır. Ayrıca, tam manasıyla anıtsal nitelikli taç kapısı vardır. Pek örneği bulunmayan minberi tamamen ceviz ağacından, oymalı ve geçmeli, çivisiz, tutkalsız, inanılmaz bir ustalıkla ve incelikte geometrik şekiller ve bitkisel bezemelerle kaplıdır. Tamamı işlemeli ahşap olan caminin tavanı renkli, kökboyası kalem işi süslemelere sahip, özellikle konsollardaki motifler göze çarpan güzelliklere sahiptir.

Beylikler Devri'nde Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından yaptırılan camii, Eşrefoğlu toplu yapıları içinde yer alır. Cumhuriyet döneminde 1934'ten itibaren zaman zaman tamir edilmiştir. Bu tamiratlar sonucu toprak çatı, önce kiremitle örtülmüş; daha sonra bakırla kaplanmıştır.

Beyşehir Dolaylarında Kalıcı Antik Tarihi
Beyşehir- Fasıllar Köyünde 2.000 yıllık Lukuyanus Anıtı’ndaki yazıtta, at yarışı kurallarının yazılı olduğu ortaya çıktı. Yazıtta, at yarışları kurallarını anlatan en eski kitabe olarak edebiyata geçti.
Beş metre yükseklikte, 0.85 x 0.95 boyutunda, üzerinde Grek harfleriyle yazılmış on satırlık Yunanca bir kitabedir. Kitabeye göre Lukyanus (Lukianus) adlı bir genç ölmüş. Ailesi hatırasını yaşatmak için bu abidenin önünde at yarışları yapılmasını istemiş, yarışların nasıl yapılacağını da bu kitabede belirtilmiştir.








Beyşehir’e18 kilometre doğusundaki Tarihi antik “Hitit Misthia” kentinin üzerinde kurulu, bugün adı Fasıllar olan mahallede Hitit, Roma ve Bizans döneminden kalma uygarlıklara ait çok sayıda anıt ve harabeler bulunuyor. 3.200 yıl öncesine ait, bir dönem

Hititlerin en önemli merkezi olduğu bilinen mahalledeki en ünlü yapıt, “Bereket Tanrısı” adıyla bilinen 72 ton ağırlığındaki (Aslanlı Kaya) Fasıllar Anıtıdır.

Ayrıca, “Kurtbeşiği Anıtı” olarak da bilinen bu anıtın 100 metre kuzeyinde, yerden 10 metre kadar yüksekteki tepecikte, kaya üzerine oyulmuş at kabartması bulunuyor. Kaynaklarda bu anıtın adı, “Lukuyanus Anıtı” olarak geçen bu yapının, “Roma-pagan” döneminde yapıldığı biliniyor. Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Bahar, yaptığı açıklamada, anıtın Romalı at binicisi Lukuyanus isimli gencin erken yaşta ölümü üzerine yapıldığını söyledi.

Yöre insanlarınca “Atıkaya” adıyla bilinen anıtın çevresinde at yarışlarının düzenlediğini anlatan Hasan Bahar, “Burası bir hipodrom. Bu anıt, Lukuyanus adlı Romalı biniciye ait. Bu kişi yarışçıdır. Bu yapıdan da burada at yarışlarının yapıldığını ve at yetiştirildiğini anlıyoruz. Hititler anıtları çevredeki kutsal olduğuna inandıkları dağlar için yapıyordu. Roma döneminde de at yarışları belki bu dağları kutsamak için yapılıyordu.” Diye açıklıyordu.

Hasan Bahar, at kabartmanın yanında mezar odasının yer aldığına işaret ediyor ve: “Lukuyanus Anıtı’nın altında ‘Savaşçı Lukuyanus, evlenmeden öldü. Kahramanımız’ deniliyor. Çok üzülmüşler ölümüne. Roma’da, evlilik çok önemli bir aşamadır. İnsanlar için çok üzücü, bekâr gencin ölümü. Bu da Helenistik Roma döneminde önemli bir ayrıntıdır. Bölge, Roma’nın Pisidya eyaletinin doğu sınırı oluyor. Bu yapı, Pisidya dönemine ait bir kabartma diyebiliriz. Roma-pagan dönemi, 2 bin yıllık geçmişe sahip.” Diye açılıyor.

Beyşehir’e 16 km. uzaklıkta bulunan Fasıllar Köyünde bulunan kayalık bir yamaç üzerinde buluna, 50 ile 70 ton ağırlığında olduğu tahmin edilen, 2.25 x 27.75 en ve 8.30 metre yüksekliğinde tek parça bazalt kütle kaya üzerinde kaba yontulmuş Hitit Tanrısı bulunmaktadır. Alt tarafında ise bir çift aslan arasında da bir dağ tanrısı yer almaktadır.

James Mellaart tarafından ortaya atılan sava göre bu Fasıllar anıtı, 50 km. uzaklıkta bulunan, Beyşehir-Sadıkhacı Kasabası sınırları içerisinde bulunan Efaltunpınar Anıtı üzerine konulmak üzere hazırlanmış, dahi, James’in savuna göre, bu anıttan bir tane daha olması iddiası. Çünkü her iki anıt yapım tarihleri (M.Ö.13.yüzyıl Tudhaliya dönemi) ve yontu benzerlikleri birbiri ile örtüşmektedir.

Ekrem Akurgal, Anadolu anıtsal heykelcilik bakımından kabartma sanatının Hititlerle başladığını söyler. Fasıllar ve Eflatunpınar anıtlarının dışında Hitit anıtlarında insan ve hayvan figürlerinin profilden verildiğini söyler. Bu her iki anıttan yola çıkarak, James Mellaart tarafından ilk kez ortaya atılan savı desteklemektedir. Yani, Fasıllar dev anıtın Eflatunpınar anıtının tamamlayıcısı olarak (yukarıdaki grafide olduğu gibi) üzerine konulmak üzere yapıldığı savını desteklemektedir. Ancak her nedense bu anıt bitilmemiş.

2000 Yıllık At Yarışı Kuralları
At kabartmasının altında, ilişikteki resimde gösterilen kaya üzerinde Grekçe, Kiril alfabesiyle yazılı yazıtta at yarışı kurallarını yazıyor. 2000 yıllık yazıtta yer alan at yarışı kuralları şöyle sıralanıyordu:

Fasillar'da Atlı Kaya 

A- Bir at birinci olduysa başka yarışlara katılamaz…

B- Atın sahibi de yarışmada atı birinci olduysa ikinci atı katılamaz. Atın kendisi katılamadığı gibi sahibinin ikinci atı da katılamaz...
Lukuyanus Anıtı’ndaki yazıtın çözümünde, at yarışlarının kurallarını anlatan en eski yazıt olduğunu söyleyen Hasan Bahar, o dönemin at yarışları kurallarına şöyle açıklık getirir: “Bir at, 10 kupa aldı, sahibi şu kadar kupa kazandı’ diye sevinmiyor. Aksine ‘ben birinciliği tattım, diğer insanlar ve atları da kazanmalı’ düşüncesiyle, diğerlerine de kazanma şansı veriliyor. Güzel bir kaide var. Modern dünyadakilerin aksine yarışlar, centilmenlik üzerine kurulu. Spor kurallarını ortaya döken ve yarışın yapılış şekline ilişkin kuralların bulunduğu benzer bir kitabe görmedim. At yarışlarından bahseden kaynaklar var ama kurallarını ve yapılışını anlatan yok” der.

Atlı Kaya
Ali Galip Yıldırım’ın hazırladığı “Eflatunpınar Hitit Kaya Anıtı” yazısında, Fasıllar Köyünün 100 m. Doğusunda “Asarlık” denilen kayalık yamaçta bulunan Atlı kaya Kabartması (Lukyanus Anıtı), yerden on metre kadar yükseklikte dik kaya üzerine 1.85 m. Boyunda bir at kabartması ve bir nişten bulunmaktadır. Yandaki nişin mezar odası kayaya oyulmuş olarak bulunmaktadır.

M.Ö. 2. Bin yılbaşlarında Anadolu’da varlık gösteren Hitit uygarlığı, M.Ö.1650’den sonra bir devlet kuran, M.S.1400’de bir imparatorluk haline gelmiş, M.Ö. 1190 yılına gelindiğinde büyük bir yıkıma uğramıştır. Ancak Hitit uygarlığı Anadolu’da birçok önemli izler bırakmıştır günümüze kadar uzanan. Salt bizim bölgemiz olan Beyşehir ve çevresinde Kaya Anıt, Atlı Kaya, Eflatunpına gibi kalıcı uygarlık yapıtlarda, taş işçiliği, kabartma sanatı harikuladedir.

Kurt Bittel, Eflatunpınar anıtının 4. Tuthaliya tarafından bir zafer anıtı olarak yaptırıldığı iddiasında. E. Laroche, bütün bir kompozisyonun yaşam kaynağımız güneş, dünya ve suyu tensil ettiğini belirtir. Arkeolog A. Sırrı Özenir, son yıllarda Boğazköy’de (Hattuşaş) bulunan bronz bir tablette sınır belirtilirken sözü edilen Arimmatta’nın pınar havuzunun, Eflatunpınar Kutsal Havuzu olduğunu söyler.

Eflatunpınar
Eflatunpınar anıtının yapılış tarihi M.Ö.13.Yüzyılın sonlarına doğru tarihlenmiştir. Bu tarihte Hitit kralı 4. Tuthaliya dönemine denk gelmektedir. Bu dönemde bölgede ise Tarhuntassa Kralı Kurunta hüküm sürmektedir. Kabartmaların kaba görünümleri bize gösteriyor ki, anıtın yarım bırakıldığı izlemi, imparatorluğun yıkılma dönemine denk gelmesi ile anıtın tamamlanmasına neden olduğudur.


1837’de keşfedilmiş olna bu anıtın şu anki durumundaki boyu 7 metredir. Ve 30 x 35 metrelik dikdörtgen bir havuzu vardır. Anıt ilk kez İngiliz Hamilton tarafından keşfedilmiştir. Ancak bu Eflatunpına anıtının, Yazılı Kaya anıtıyla ilgili olabileceğini Fransız Charles Texsier görmüştür.

Anıtın kuzey cephesinde 19 adet kabartma taş blok kullanılarak adeta yapay bir kaya düzeyi oluşturulmuştur. Görünümün merkezinde oturan bir tanrı, bir tanrıça çifti var. Bu çiftin sağında, ortasında ve solunda şeritler halinde 10 adet karma yaratık, kanatlı cinler ve boğa adamlar, kollarını yukarı doğru kaldırarak, ikisi kısa biri uzun, en üzte anıtın tamamını kapsayan kanatlı güneş kursunu tamamlamaktadır.

Hitit tanrıları içinde en büyük ve en önemli tanrı, Fırtına tanrısı, tanrıça’nın ise Arinna’nın güneş tanrıçası olduğu arkeologlar tarafından yaygın olarak kabul görülmektedir. Buna kanıt olarak, anıtta oturan tanrıçanın güneş biçimde gösterilmiş biçimi bu savı tamamlıyor.

Anıttaki alt sırada ise ellerini göğüslerinde kavuşturmuş beş tanrı yer almaktadır. Sağ ve sol baştakiler dağ tanrılarını temsil ederken, ortada kalan üç ise yeraltı kaynak tanrılarıdır. Kaynak tanrıları eteklerinde altı adet delik bulunmaktadır. Dinsel törenler sırasında kanallardan aktarılan sular, anıtın arkasında kalan bir haznede toplanarak bu deliklerden fıskiyemsi bir biçimde kuzey cepheden ana durumdaki, iki yandan simetrik olarak iki Pınar tanrıçası oturur biçimde tasvir edilmiştir.

Bu anıt platformun önünde tahta oturur durumda bir tanrı ve tanrıça çifti bulunmaktadır. Bu çiftin hurilere ait Güneş tanrıçası ve Fırtına tanrısı olduğu kabul edilmiştir. Böyle olunca, Hitit Güneş tanrıçası ile Fırtına tanrısı, Huri’li çiftle karşılıklı oturmuşlardır. Havuzun dışında tek kütle halinde üçlü boğa protomu, havuzda olması gereken yerde değildir. Buda dinsel törenlerde kullanılmıştır.

Beyşehir Gölü
Beyşehir Gölü, 653 kilometre karelik tektonik bir jeolojik çöküntü göldür. İçinde, sekizi bazen suyun kabarmasıyla su altında kalabilen toplam 33 adayı barındıran göldür. Bu 33 adanın en büyüğü “Mada Adası” içinde köy bulunmaktadır.

Adalar da Tarih İzleri
Beyşehir Gölünde Kız Kalesi

Hacı Akif Adası: Roma devri tapınak kalıntısı.
Kızıl Ada: Hamam ve mezar kalıntıları
Çeçen Adası: Roma devri kalıntılar, yazılı dehlizler ve hamam.
Akburun Adası: Antik döneme ait mezar ve yapılar.
Kirse Adası: Kilise kalıntısı
Kız Kulası Adası: Kubadabad Sarayını harem dairesi bulunmaktadır.
Kuş Kondu Adası: Mezar ve höyük bulmuştur.

Mağaralar
Türkiye’nin en uzun mağarası olan 15 kilo metre uzunluğunda, Beyşehir Gölü’nün batı kıyısı-Gölyaka ormanlarındaki Pınargözü mağarası.

Çamlık Köyünde bulunan: Körükinimağarsaı. Yine Çamlık Köyünde bulunan Balatini, Çobanini düdeni, Tarlaini, Değirmenini vardır. Ayrıca Suludere mağaraları vardır.

Kurucuova’da: Köyini, İnönü mağaraları vardır. Yeşildağ Kasabasında: Eşekini, Hatçeini, Damlaini ve Güvercinini vardır. Ayrıca Hacı Akif Adasında bir mağara bulunmaktadır.

Göl; Türkiye’nin en büyük tatlı su gölüdür. İçinde balıklar ve göçmen kuşlar sazlıklarında barınırlar. Göçmen kuşalar gölün çevresinde yumurtlama kolonileri oluştururlar. Bu kuşlardan, Deniz Kartalı, Tepeli Kutan, Gece Balıkçıl, Karabatak, Erguvan, Küçük Karabatak, Sumru, Sesiz Kuğu, KaraboyunluBatağan, Büyük Akbalıkçıl, Sakar Meke, Kara Meke, Kışı geçirmek isteyen Sakarca Kazı gibi kuşlar.

Beyşehir Çevresi Bitki Türleri
Laleli Dağından Beyşehir ve gölü 

Yaklaşık olarak 400 farklı olan (Astragalus Stereocalyx) endemik bitki türü, (Leucojumaestivum) göl çevresinde bol miktarda göl soğanı bulunmaktadır. Dahi kasnak meşesi, saplı meşe, Makedonya meşesi, katran ardıcı, boylu ardıç, karaçam, Toros sediri gibi ağaç türleri. Selman Zebil-Antalya 2016

Yararlanılan Kaynaklar
Alaettin Ata Melik Cüveyni, “Tarih-i Cihan Güşa”, cv. Mürsel Öztürk, 2013, TTK, c.1 
Şikari, “Karamanoğulları Tarihi” Haz. Mesut Koman, Konya, 1946, İsmail Çiftçioğlu, “Beyşehir’de Moğol Emiri İsmail Ağa’nın Eserleri ve Vakıfları” 2002, Isparta 
Mürsel Öztürk cev. “Müsâmerett’ül-Ahbar”. TTK, Ankara 2000
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Anadolu Beylikleri”
İbn Bibi El Evamürü’l-Alaiye Fi’l-Umuri’l-Alaiye (Selçuk-Name) TCKB yayınları Mürsel Öztürk 1996, 
Osman Turan, İbn Bibi’den aktarma
Faruk Sümer, “Anadolu’da Moğollar, Ankara 1969-1970
Osman Turan, “Selçuklular Zamanında Türkiye” İstanbul 1984

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...