27 Şubat 2023 Pazartesi

TÜRK MİTOLOJİSİNDE KURT KÜLTÜ

Türklerde Kurt Kültü Gök Börü (Göksel Kurt)
Proto-Türk topluklarında bir totem olan kurt, Hunlar döneminde ata kültünün bir parçası durumundaydı. Nerdeyse bütün Türk dünyasında mezar ve veya kayalarda resmedilmiş, bazı resimler üzerine Şaman alet ve elbisesi giydirilmiş olarak görülür. O dönemlerde adına “Tanrı-Kurt” adıyla anılırmış. Yani Kurtla ilgili olarak zamanla hayvan-ata kavramı gelişmiş, devlet, yöneticilik unsurları simgesi olarak ta anılan dahi çeşitli anlamlar yüklenmiştir.

Her ulusun mitlerinde bir tabu hayvanı vardır. Onlara hürmet ederler ve saygı duyarlar. Türklerinde saygı duyduğu; hürmet ettiği, adını gökten aldığına inanılan “tabusu” Gök yeleli Gök Kurt’tur. Sık söylenmese de bir adına Gök Börü de denir.

Genelde ise Gök Kurt olarak gerçek Türk tarihi içinde tanımlanır. Günümüzde siyasi olarak “Bozkurt” diyenlerin tabiri sonradan ortaya atılmıştır. Gök Kurt, göksel olması ve ufukta belirmesi ve Türk ulusuna, “ilahi kutsal bir kılavuzluk” yaptığına inanılır. Yani Türklerin her dara düştüklerinde bir çıkış yolunu mutlak ilahi “Gök Kurt” yol gösteriyordu.

Gök Kurt, Kök Kurt, Gök Börü (Bozkurt) gibi adlarla anılan Kurt, Türk-Moğol efsanelerinde kutsal hayvan, ulusal sembollerin başında gelir. Moğollarda “Börteçine” (*) veya “Börtoşona” olarak geçer. Türk ve Moğolların ortak inancında, başlarına kötü bir iş geldiğinde kurt, çıkar meydana ve yol gösterici olarak geçer ve dahi bazı Türk ve Moğol boylarında soylarının kutlu bir varlık olarak algılanılan kurttan türediğine inanılır. Soyun bir kolunun Kurt’tan diğer bir kolunda Ala Geyikten geldiğine inanılır. Gök Kurt gökyüzünü Alageyik ise yeryüzünün simgesi olur. Göktürkler gök renkli bayraklarında Gök Kurt başı resmi bulunur, anlamı savaşçı ruhu, özgürlüğü, hızı ve doğayı temsil eden bir karakter olarak inanılır.

Göktürkler çadırlarının önlerinde direklerin başına Kurt başı asarlar ve Göktürklerin inancında savaş ruhu olarak bilinen tanrı, Kurt görünümünde öne koyulur ve Türklere dar günlerinde, düşmanlar tarafından tehdit edildiklerinde yol gösterici olur.

Önemlidir ki, her milletin tarihi, ulusal destanı ve efsaneleriyle başlar. Büyük devletler kuran hakanların ve onların yardım eden milli tanrıların menşelerine dair söylenen efsaneler; ayinlerde okunan dua ve ilahiler. Kahramanların maceralarını yavaş ve güzel sesle şakıyarak masallar, halk efsanelerinden itibaren atalar sözü bugün bizim için manasız gibi gelebilen hurafeler, yalınız bir milletin değil, bütün beşeriyetin tefekkür tarihini ve onu en muhaliflerine bile hizmettir.

Anadolu halk dilinde bir söz vardır, “Kurt Masalı” Bu Anadolu da yalan sözlere için söylenen bir sözdür.

Çin kaynaklarında Türklerde Kurdun egemenlik ve yiğitlik ilişkisi hakkında oldukça geniş bilgiler sunulur. Kurt konusunda bir Çin yıllığında: “Sancaklarının başı altında kurt başı takarlar. Korumacılarına, savaşçılarına “Fu-li” (Börü) derler. Çin dilinde anlamı kurt demektir, yani kurttan doğmuşlardır. Diye yazar. (Kaynak Ahmet Taşağıl, “Göktürk Ülkesine Gelen Çinli Elçilerin Raporlarına Göre Göktürk-Çin İlişkileri (552-630) Yüksek Lisans Tezi İst. S. 187)

Dsiungnulara ait Noin-Ula kurganlarında (mezarlarında) çıkartılan ve bayrak haline gelmiş keçe torba biçiminde bir tözün (ruhun) bağlı bulunduğu yerde, yani gönderin tepesinde bir kurt başının asılı bulunması, Hunlarda kurt totemi çok önem taşıdığı göstermektedir…

Doğu Türkistan’da 6. ve 8. Yüzyıllara ait kurt başlı bayrak göklerde biçiminde ıslak kireç sıva üstüne yapılan resimler (fresk) bayrak biçiminde ayrıntılı resimlerle anlatma ve betimlemiş olarak görülmektedir. Kurt kısaca Türkler için bir tür yol gösterici olarak daha çok bilinenidir. Uygur Türklerinde Oğuz Destanında kurt yol gösterici olarak geçer. Hatta Başkurtlar adıyla biline Başkurt Türkleri vardır adını kurttan alma. Onların efsanelerinde de kurt yol gösterici olarak bilinir.

Yani, Türk kozmolojinde gök unsuruna bağlı olarak aydınlığın ve buna bağlı unsurların bir simgesidir. Kültigin Yazıtlarının doğusundaki, “Tanrı güç verdiği için babam Kağan’ın ordusu kurt gibi imiş, düşmanı koyun gibi imiş” diye yazar. Yine Oğuz Kağan destanında gök kurdun bir ışık birlikte orya çıkması işaret edilir. Bazı Türkler arasında kurt her zaman gök kurt (boz kurt) olarak anılmaz ancak en çok adı “gök kurt” olarak yaygın biçimdedir. Türk toplumlarında daha az bilinen kurt adına eklenen “Ak kurt”, “Al Kurt”, “Kara Kurt, olarak renklerde kurt adlarına tanık oluruz.

Burada, “Ak Kurt” gök unsur, saflık ve erdemlilik, temizlik simgesi olur. “Al Kurt” şiddete veya yer unsuruna; “Kara Kurt”, karşı durulmaz güce, yeraltı unsurlarına veya kötülüğün simgesi olduğuna işaret ettiğine inanılır.

Müslümanlaşmış Türklerde kurt anlamı eski kutsallığının yerini maalesef bazı uydurulmuş olumsuzluk anlamlara kurban edilmiştir. Anadolu’da bazı Müslümanlar ise yaygın olan “yiğitlik ve güç” simgesi yanında akıllı veya kurnaz biri için “kurt adam”, deyimi kullanırken öğüt veren yaşlılar için ise “eski kurt” gibi yaygın sözler vardır ve sıkça görülmüştür. Bu Beyşehir-Şamlar Köyünde de aynen böyledir…

Günümüzdeki bozkurt işareti ve tarihçesi…

Bozkurt işaretinin 1991 Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra Bakü'de Ebulfeyz Elçibey'in düzenlediği mitingde bir milyon insanın Milliyetçi Hareket’in sembol ismi Alparslan Türkeş'i “Bozkurt” işaretiyle selamlaması sonrası ortaya çıktığı sanılsa da Tarihi araştırmalarda bu sembolün Türklere Budist kültüründen geçtiği yazılmaktadır.

Bozkurt işreti, Türk hakanları tarafından başarı anlamına gelen bir zafer işaretidir. Batıya göç eden, Hun, Kıpçak, Peçenek Türkleri aynı zamanda bu işareti soy belirtir olarak yani “Ben Türküm” manasında da kullanmışlardır

Bu sembole 10. yüz yıl İranlı Şair Firdevsi’nin “Şahname” adlı yapıtında da rastlanmaktadır. Türk kadınların minyatürünün yer aldığı bu eserde Bozkurt işareti yapan kadınlar resmedilmiştir.

Çin de bulunan çıkarılan eserlere bakıldığında. Bozkurt İşareti yapan Türk hakanı Heykeli ilgi çekicidir. Bozkurt işaretinin, İslamiyet öncesi Göktürk döneminde ve diğer Türk devletlerinde, Türk hakanlarının zafer işareti olduğu, mağaralarda bulunan 6. yüzyıla ait “Türk hakanı heykeli” ile apaçık anlaşılmıştır.

Türk-Moğol etnografınki bir sembol olan kurt, Potanin’in Çeltlerle yazdığı eserlerinde, kurdun, Türk kültürü olduğunu kuşku etmediği halde bugünkü Türk akvamında bu efsane bakiyelerine pek az tesadüf etmiştir. Orta asırlardaki İtalyan destanlarına kadar etki eden “Bozkurt Efsanesi” unsurları” Veselowski “Roma Hikâyeler Tarihi” yapıtı. Dahi Cengiz Kağan, soyu olarak “Börteçine” (Bozkurt) olarak anılır.

Kuşkusuz kurt, en eski Türk destanının merkezi unsuru olmuştur. Hala Müslümanlaşmamış Şamanist Türkler de kurt kutsi mahiyeti olduğu görülür. Hala Şaman davulunda salt kurt motifleri resmedilir. Şamanist Türkler Kam dualarında kurtta el açıp dua ederler. Rus Tarihçi Vladimir Radloff derlemelerinde geçer.

Kurda dair Romalılarda bir efsane olsa da kurt Türk ulusal kültürün kültü olduğu bir gerçektir. Fuat Köprülü: “O gün bugün İslam olan Türklerin halk edebiyatında bile eski bir milli destanı ortak izlerine tesadüf olunmaktadır. Türkiye tarihi, kurt bütün Orta Asya kavimlerinin ortak kültürüdür.” Der.

Dede Korkut hikâyelerinde kurt: Kurdun yüzü mübarek ve karabaşım kurban olsun kurdum sana” diye geçer kurt kültü. Zamanla Şamanizm’in hatıraları Anadolu da halk kütleri arasında saklanmıştır.

Oğuz kağan destanının ana teması “Gök Kurt” oluşudur. Gök Kurt ışık huzmeleri içinde görünür ve “Türklere yol gösterdiği” anlatılır. Gök Yeleli-Gök Kurt, Orta Asya Türk dilleri konuşanların ortak inancıdır. Hunlar, Uygurlar, Oğuzlar, Sibirya halklarının hatta Türklere yakın akraba sayılan Moğolların ortak inancında Kurt totemi vardır...

Bu Kurt adı, tarihte ve mitolojide “Gök Yeleli-Gök Kurt” dur. Adını gökten aldığından, “Göktürkler” gibi göksel olandır. “Gök Kurt” günümüzde siyasi bir olguya dönüşerek “Bozkurt” olur. Görüldüğü gibi “Gök Kurt” özelliği, özgünlüğü yitirilerek başkalaşır...

Kurt diye anladığımız hayvan dağlarda gezer, dört ayaklı, kulakları dik, kürkü kıymetli yırtıcı bir hayvan olarak bilinir. Birde mitolojik “Kurt” vardır. Türklere dar günlerinde yardım eder ve atalık yapar. İşte bu “Kurt” pek anlaşılmış değildir. Türk halkı içerisinde gizemli bir yaratık olarak kalmıştır. Tekbir getirilerek “Kurt Selamı” verilerek “Ya Allah, Bismillah, Alla-u Ekber” ile hiç mi hiçbir alakası yok. Buna siyasete bulaştırılmış hali ve işin hafife alınışı denir. Yani, kurt izini, it izine karıştırmaktır ancak...Selman ZEBİL 27 Şubat 2023

(*) Ergenekon destanında geçen kurdun adı da “Börte Çene” olarak geçer. Göktürk destanında, Türklere tuzak kurularak yok edilmek istenir. Bu tuzaktan kurtulan bazı Türler kaçarak çevresi dağlarla çevrili bir yere girerek sığınırlar; orada yüz yıl dağların arasında gizlenmiş olarak kaldıkları anlatılır. Çoğalırlar, Ergenekon’a sığmaz olurlar ancak çıkacak bir yol bulamazlar. Bir gün bir demirci ustası dağların demir madeni olduğunu keşfeder. Bu madenleri eriterek dağlardan bir yol açılıp çıkılabileceğine karar veriler. Ve öyle de yaparlar; yüzlerce körüklerle ateşledikleri demir madenini eritirler ve bir çıkış yolu açarlar. Oradan çıkışlarında Türklere yol gösteren “Börte Çine” adlı kurt beklemektedir. Türklere yol gösteren kutrun peşinden giderek kendilerine yeni bir yaşam bulurlar. Dahi; hala Anadolu’da “Börü-Börtü, böcek” kurt anlamına söylenir. 

20 Şubat 2023 Pazartesi

DESPOT-OTORİTER-TOTALİTER-DİKTATÖR EĞİLİMLİ LİDERLER

Despotizm ve Despot kime Denir?
Despotizm hem yönetim anlayışı hem de bir kişilik özelliği ve yönetim anlayışıdır.
Despotizm, genellikle diktatörlükle de eş anlamlıdır. Bu eş anlamlı olan totalitarizm, otokrasi, baskıcılık.

Despotizm yönetim anlayışına sahip kişilerce, kanunca belirlenmiş hükümleri bilerek ve isteyerek ihlal etmek anlamına gelir. Bu kanunları ihlal eden o despot yönetici, yönetilenleri toplumu baskı altında tutar. Yönetilenlerin hemen hemen bütün özgürlükleri ellerinden alınmış durumdadır. Kişiler istedikleri her faaliyeti, istedikleri biçimde yapamazlar, ciddi ve kesin ağır yasaklar ile önleri kesilir. Çünkü yöneticiler cebri bir biçimde kendi dayattıkları her şeylerin uygulanmasını isterler.

Despotizmin tiranlık, totaliter rejim ya da mutlakiyet gibi sözcüklerle de bir bağı vardır. Daha açık biçimiyle, despotizm yönetimi, egemenliğin tek bir kişiye ait olduğu bir yönetim biçimidir. Her şeyi tek adamın isteklerine göre biçimlenir. Yani despot eğilimlimi ağırlıklı kişi, kendisini tanrısal bir varlık olarak gördüğü bir noktaya yerleştirmiştir. Kendine biçmiş olduğu çok geniş özgürlük alanları yaratırken, yönettiği topluma hiçbir özgürlük alanı bırakmaz, onların özgürlüğünü kısıtlayarak varlığını sürdürür. Çünkü kendisini toplumdan kendi iradesini üstün gördüğünden hiçbir yasağa bağlı olmaz, yönettikleri üzerinde sürekli olarak yasaklar uygular.

Yani kısacası, despotun verdiği emirler sorgulanmadan doğrudan yerine getirilmelidir. Aksi halde despot, emirlerini yerine getirmeyen kişilere her türlü cezayı vermek hakkına sahiptir.

Otoriter Diktatörlük ve Ruh Halleri!
Devletin kişiler ve gruplar üzerinde sıkı bir denetim sağladığı ve muhalif fikirlere sınırlı olarak yer verdiği diktatörlüklerdir. Otoriter diktatör, kendisi gibi düşünmeyen, kendinden olmayan hiç suçu olmayan, yoktan yere üzerine suç atılan insanların cezalandırıldığı bir ülke yaratırlar. Dışlanan, horlanan, aşağılanan, zayıf görülen, erkeğe eşit görülmeyen kadınlar, çocuk hakları verilmeyen ülkeyi yönetirler.

Otoriter diktatör kişiler, yönettikleri ülkede akıllı insan istemezler; cahil insanlar ülkesi yapıp cehaletin içinde yaşamaları için yaşamın içinde var olan eğlencenin, kültürel etkinliklerin, müziğin, sanatın, sanatçının fikir insanlığının, bilim ve felsefe üretenlerden korkar, zalimce önlerini tıkar, iş yapamaz duruma getirir. Böylece sokaklar, mafyaya, suç çetelerine, uyuşturucu baronlarına ve onların pazarlamacılarına kalır. Çünkü bu tür çetelerin işi iktidarla uğraşmazlar, onlara göre her şeyin üstesinde para olduğu yeterlidir.

Otoriter diktatör ile yönetilen ülkede hak ve özgürlüklerini arayan insanlar polis şiddetiyle karşılaşır, en doğal protesto ve gösteri hakkını kullanamaz duruma getirilir, yürüyüş ve gösteri hakları ellerinden alınır, toplumu sorunsuz, başlarını ağrıtmayacak biçimde yönetebilmek için soru sormayan, sorgulamayan, düşünmeyen budala, kendilerine bağlı, her dediklerini yapan insanların yönetildiği ülke yapmak isterler...

Totalitarizm
Bütün yetkilerin merkezîleştirildiği, devlete mutlak itaat beklenen, diktatörlük yarı yönetim. Totalitarizmde bireysel özgürlüklere izin verilmez ve bireyin yaşamının bütün alanları devleti yönetenin kontrolüne bırakılır.

Totaliter diktatörlük: Kişisel ve siyasal özgürlükleri devletin güvenliği için sınırlandırabilen, bireye oldukça sınırlı bir yaşam sahası tanıyan diktatörlüklerdir. Devlet resmi bir ideoloji çerçevesinde şekillendirir ve muhalif fikirlere imkân tanımaz.

Totalitarizm ile otoriterizm arasındaki en temel fark...
Totaliter bir devlette, hükümetin insanlar üzerindeki kontrolü neredeyse sınırsızdır. Hükümet, ekonomiyi, politikayı, kültürü ve kamusal alanı bütün yönleri ile kontrol eder. Eğitim, din, sanat ve bilim, hatta ahlak ve üreme hakları, totaliter hükümetler tarafından belirlenir. Otoriter hükumetlerde ise yine tek bir diktatörün veya grubun baskıcı yönetimi söz konusu olduğu halde vatandaşlara sınırlı bir özgürlük alanı tanınır.

Eğer basın tamamen kontrol altına alınamamışsa sıkı biçimde sansür uygulanır.
Basın yayın organları, sürekli hükumet yanlısı propaganda yapar duruma getirilir...
Hükumeti eleştirmek yasaklanır, vatandaşların devletten korkar durma getirilir sürekli topluma “korku” salmak için birçok dolaylı ve doğrudan unsurları kullanılarak toplum sindirilir.

Otorite ve Otoriterleşme
Bütün yetkinin bir kişinin elinde toplanması. Otoriter, herhangi bir konuda bir şeyin yeterliliğine herkesi inandırarak bir kişinin kendine sağladığı itaat ve güven; hâkimiyet ve emretme gücü, yaptırım koyma ve kullanma gücüdür.

Totalitarizm ve Otoriterizm Arasındaki Farklar, birbirlerini tamamlayış olmalarıdır...
Benzer birer yönetim biçimi olan totalitarizm ve otoriterizm arasındaki fark pek yok sayılır. Demokratik ülkelerde yasalar vardır, yasalara göre kimse müdahale etmez, edemez seçimlere gidilirken. Ancak otoriter liderlerin yönettiği ülkelerde, kimse tek adamın emirleri dışında davranamaz. Seçimlere aday olabilmek için devleti tepeden yöneten tek adamın onayladıkları, halkın tamamının onayladıklarını seçilmesi olası değildir. Seçilse bile, kısa sürede görevden alınır ve yerine tek adamın iteyip atadığı kişiler yönetime getirilir.

Yani totalitarizm yönetimlerde, totaliter liderlerin emrinde devletin gücünün sınırsız olduğu, kamusal ve özel yaşamın neredeyse bütün yönleriyle kontrol edildiği yönetim biçiminde bütün kontrol, her yönde, örneğin, siyasetin yanında finans konuları yanı sıra, halkın yaşam biçimine, ahlak anlayışına, giyim kuşamına, inançlarına kadar kapsayan lider olarak varlığını sürdürmek ister.

Max Weber otorite tiplerini üçe ayırır: geleneksel otorite, karizmatik otorite ve hukuksal (demokratik) otorite.

1. Geleneksel otorite: Geleneklerin büyük saygı gördüğü, toplumsal düzenin ağır değiştiği toplumlarda ve kurumlarda görülür. Bu gibi ortamlarda iktidarın kaynağı; gelenekler ya da yerleşik inançlardır.

2. Karizmatik otorite: Önderin olağanüstü gibi görünen niteliklerinden doğar. İktidarın kaynağı, bizzat kişinin doğuştan sahip olduğuna inanılan özelliklerdir. Büyük bir kahraman ya da çok zor koşullar içinde toplumu çıkış yoluna sokabilmiş olan bir önderin iktidarının kökeninde karizmatik otorite bulunur. Çoğu zaman mantıkla araştırılmadan, onun olağanüstü niteliklere sahip olduğuna inanılır.

3. Hukuksal (demokratik) otorite: Ne geleneklerden ne de olağanüstü kişisel niteliklerden kaynaklanır. Bu tür otorite söz konusu olduğunda, iktidarın kaynağını akıl ve kurallar oluşturur. Kişiler belli kurallara göre iktidara gelir, belirli sınırlar içinde yetkilerini kullanır ve belirli kurallara göre iktidardan uzaklaşırlar.

Bu üç “meşru” otorite kaynağına, genelde meşru sayılmayan; kaba güce ve baskıya dayalı otorite de eklenebilir. Köklü siyasal rejim değişikliklerinin en azından başlangıç dönemlerinde, siyasal iktidarların ana kaynağını bu tür bir otorite oluşturur. Zamanla diğer otorite türleri devreye girer.

Otoriter Liderler...
Genelde iktidarı elinde tutan kişinin otoriterleşmesi, daha çok yönettiği ülkede zamanla kriz koşulları derinleştikçe demokrasi sınırları gittikçe daraltılarak, anti demokratik uygulamalar ile kişi hak ve hukuku hiçe sayılmaya başlar ve toplum özgürlükleri otoriter liderin iki dudağı arasından çıkacak sözlerle belirlenir. Otoriter liderin en büyük sığınağı, daha çok baskıcı yöntemini yönettiği kitlelere milliyetçilik sosu ile yönettiği toplumun milli duygularını sömürerek, kitlelere “dış güçler bizi kıskanıyorlar, gelişmemizi istemiyorlar” gibi söylemlerle halkın dikkatlerini çekerek, kendisinin otoriter zalimliklerini unutturuyor. Bütün bunlar, daha çok kriz ortamı genişledikçe uygulamaya açık duruma getirilir...

Otoriterleşen liderlerde genelde cahillik çok görülür ancak var olan akıllarını kurnazca demagoji (lafebeliği) yaparak kullanırlar. Sürekli dış düşmanlar yaratırlar ancak kendisinin gücüyle düşmanların etkisiz kaldıklarını topluma anlatırlar; gerçek tarihi çarpıtarak kendi kurgusal, efsanelerden oluşan tarihi oluşturur, toplumun gözünü boyar, kedisinin tarihine inandırır. Eğe karşı çıkan, sorgulayan, eleştiren olursa, onlara çamur atar, vatan hainliği ile suçlar ve etkin propaganda ile değersizleştirir

Otoriter liderin bir özelliği korkak oluşları. O nedenle yalınız olmaktan korkarlar, sürekli çok kalabalık korumalarla, konvoy halinde zırhlı araçlarla dolaşırlar ve yüksek maaşlarla çevresinde insanlardan koruma duvarları oluştururlar. O, korumaları ve birlikte çalıştığı bürokratlara hazineden yüklüce maaşlar vererek, kendisine bağımlı kılar. Yoksul toplumu da ekonomik sıkıntı içinde olmalarını, onlara yetinmeleri için devlet bütçesinden sosyal yardımlar yaparak kendisine bağımlı duruma getirirler...

Otoriter liderlerin bir başka özellikleri, bencillik yüklü hırslarının sürdürebilmek için yardımlar yaptıkları yoksul kitlelere sürekli olarak tek seçeneklerinin kendisi olduğuna inandırır. Bir bakıma otoriter liderin oluşturduğu faşist rejime uymayan, karşı çıkan kim olursa olsun mutlar cezalandırılır, günlerce, hatta yıllarca cezaevlerinde sorgusuz sualsiz yılları yıllara dolattırır.

İşçiler, öğretmenler, memurlar yaşam koşullarının iyileştirilmesi için anayasal gösteri haklarını kullanmak istiyorlar, yine gaz, cop, “alın bunu” diyen polisle karşılaşıyor, ters kelepçe ile bazılarını, diğerlerine gözdağı olması için doğru sorguya götürülürler...

Otoriter liderlerin kullandıkları propaganda dili seviyesiz ve düzeysiz daha çok demagojik içeriklidir. Ağzı bozuk, sürekli rakiplerine argo ve küfürler kullanırlar ve buna da “halk dili”, “halkın anlayacağı dil” derler. Bu hakaretli, küfürlü sözlerine halk “bizden biri, bizim dille konuşuyor” diyerek elleri çatlarcasına alkışlarlar. İş böyle olunca, otoriter liderlerde görülen, olağanüstü şartlarda, kendilerine olağanüstü siyasal koşullar yaratırlar. Milliyetçiliği kullanarak, kriz ortamlarında ırkçı, savaş yanlısı görünerek, toplumun milli duygularını kabarık tutarlar, o kitlelere kişisel ve siyasi hırsları doğrultusunda fırsat kollamaları ve krizleri bu temelde kullanmaları arasında diyalektik bir bağ kurarlar, böylece koltuklarını sağlam tutarlar...

En tepeden, en alta ki bürokrata kadar otoriterleşmek...
Otoriterlik baskıcı bir rejimi, totaliterlik ise kontrol altına almayı tasvir eder. Örneğin, otoriter bir lider egemenliği altında çalışan bir bürokrat, liderinin yanında “evet efendim” yönteme bağlı kalır, kendisini liderine “aferin” dedirmek için deliler gibi çalışır çabalar. Ancak liderin yanında yokluğunda, kendi emri altında olanlara baskı uygular ve kendisine saygıda kusur etmelerini ister. Böylece, yukarıdan aşağıya doğru salahiyet eden baskıcı sistem, liyakat yerini emirler aldığını görürüz. Bu biatçı bürokratlar bir bakıma da en tepedeki tek adama yaralanmak için birbirlerini kontrol ederek, birbirlerini asla güven duymazlar. Yani, en tepeden, en alt bürokratlara kadar, totaliter toplumun her kesimine nüfus eder ve kontrol mekanizmaları ile düzenlerini işletirler...

Totaliter Liderler ve Totalitarizm
Totalitarizm, bütün yetkilerin merkezîleştirildiği, toplumdan devlete mutlak itaat beklenen, diktatörlük yönetimlerde. Sözcük sıfat hâlinde totaliter olarak kullanılır. Totaliter egemenlik olarak da bilinir. Totaliter yönetimlerde tek kişinin özgürlüğü vardır, bireylerin, bireysel özgürlüklerine izin verilmez ve hatta birey yaşamının bütün alanları devlet ve devleti yönetenin kontrolündedir.

Carl Friedrich ile Zbigniew Brzezinski göre totaliter rejimlerin 7 ortak özelliğini vurgular:

1. Ütopyacı gelecek vaadi ve bin yıllık egemenlik iddiasıyla gelişmiş bir ideoloji.
2. Tek kişi, tek lider, tek parti.
3. Terör sistemi, fiziksel veya psişik.
4. Medya tekeli.
5. Silah tekeli.
6. Bürokratik koordinasyonla, ekonominin merkezi yönetimi.
7. Totaliter rejime destek veren propagandalar.

Totaliter çevresine topladığı üç-beş kişiler tarafından baş lider, tek güç ve tanrısaldır, her şeyi o bilir, onun dediği olur, karşı konulmaz, her şey üzerinde hakkı vardır, her şeye o tek başına kara verir, hak, hukuk odur. O totaliter liderin emrine amade olan, ruhunu okşayan dalkavuk, yalaka, yağcı kim olursa olsun lütfuna mazhar olur. Eğer eleştiren olan olursa hiçlikte kaybolur. Çünkü totaliter rejim inşa edenin ruhunda özgürlük ilkesi yoktur, bireyin kendi geleceklerini düşünmesi yoktur, her şey tek adamın emrindeki toplumun mutluluğu içindir. Aile ve gruplar totaliter lider ve düzeni için örgütlemesi zorundadır...

Totaliter sözcüğün kökeni...
Totaliter sözcüğü Türkçeye Fransızcadan giren bir sözcük olup, kökeni Latince olan “totus (bütün) sözcüğünden gelmektedir. Faşist İtalyan diktatör Benito Mussolini 1920'lerde, başında bulunduğu İtalya’daki yönetimini tanımlamak için “totalitario” olarak kullanmıştır. Mussolini bu sözcüğün kavramı: “Devlet içindeki herkes, devlet dışındaki hiçbir kimse, devlete karşı olan hiçbir kimse” diye açıklamıştır.

Totaliter, benliğinde gizli diktatörlük eğilimi olan bencilliğini önde tutan kişiler, belirli güç sahibi olduça diktatörleştirmeye iten ruh, ona “karizmatik lider” diyerek sürekli övülmeyi, kendisinin bulunmaz tek önemli varlık olduğunu söylendikçe her geçen gün ruh hali kendisini bulunmaz tek kişi olarak algılamaya başlar ve artık o, “ben sizden biriyim, sizin gibiyim” demeyi aşar, “ben sizden ayrıyım, bulunmaz liderim” hastalığı onun bütün ruhunu bir hastalık gibi sarar. O, “bulunmaz lider” egosu ile böbürlenir, özeleştiri yapmaz, her konuda tek hatasız kişi kendisini sanır...

Totalitarizmin ile ülke yöneten liderlerde birde halkın arasına karışmak yerine yanına en güvendiği, seçilmemişlerden oluşturduğu, “evet efendimci” bürokrasiyi hizaya getirerek ortaya türettiği bir lider kültü üzerinde varlıklarını korurlar.

Totaliter lider, en çok istemediği, parlamenter demokratik sistemdir. Bu nedenler, parlamenter sitemi ortadan kaldırmak ve yerine totaliter niyetini birçok seçim entrikaları ile yasallaştırıp, bütün kurumları kendi hükmü altına alıp kendi totaliter rejimini kurar. Parlamenter sisteme son vererek, kafasında tasarladığı sistemine geçerek “tek adam” olur, yönettiği ülkede kendisine ayak bağı olabilecek kişileri düşmanlaştırarak, ötekileştirir.

Totaliter Lider, Otoriterleşen Ülke Yönetimi ve Halklar
Önce, halk propagandaya neden inanıyor; halk neden totaliterliğe bu kadar eğilimli?..
İlk koşul, genelleştirilmiş yalnızlık, sosyal izolasyon ve nüfus arasında sosyal bağların olmamasıdır. Sosyal bağlantının bu şekilde bozulması ile 
yaşamda anlam eksikliği ikinci koşula yol açar. Üçüncü koşul ise, bir popülasyonda serbest yüzen kaygı ve psikolojik kargaşanın yaygın varlığıdır...

Dördüncü koşul, sırayla, ilk üçünden de kaynaklanmaktadır: çok fazla serbest yüzen kaygı ve saldırganlık. Yalnızlık, anlamsızlık ve belirsiz endişe ve rahatsızlıktan rahatsız olan insanlar genellikle giderek daha sinirli veya agresif hissederler ve bu duyguları ortaya çıkartmak için nesneler ararlar. Bunlar, kitle oluşumuna, totaliterlik için verimli bir zemin olan psikolojik duruma yol açan koşullardır...

Bu sürecin salt kapsamlı bir incelenmesi, “totaliterleşmiş” bir nüfusun şok edici davranışlarını anlamamızı sağlar; buna bireylerin kolektifle (yani kitlelerle) dayanışma dışında kendi kişisel çıkarlarını feda etme konusunda aşırı istekli olmaları, muhalif seslere karşı derin bir hoşgörüsüzlük ve sözde bilimsel endoktrinasyon ve propagandaya karşı belirgin duyarlılıkları da dahildir.

Totaliter eğilimli hatta tam totaliter kişi iktidarın öncelikli amacı toplumu önce izole etmek için çalışmaktır. Evden işine, işten evine gelip gitsin, evinde çoluk çocuklarıyla uğraşsın, siyesilerin işine aklı ermesin, karışmasın ister. Sürekli yokluklara, insan hatasından kaynaklanan kazalara hep halka “sabırlı olun”, “kader, Allah’ın taktiri” diyerek din iman ile, önceden zayıflatılmış zihnini uyutur durur. Zaten artık halk başına ne geldiyse Allah’tan olduğuna, iyi işler olmuşsa onu da liderim dediği, liderlerini körü körüne takip edenler, başlarına gelen belaların o lider olduğunu akıl edemez, “Allah seni başımızdan eksik etmesin seni” derler sürekli hatalı güvenlerini sürdürürler. Ancak bu totaliter liderlerde baskı, yolsuzluk ve rüşvet, özel mal mülk edinme, kızlarını oğullarını servet sahibi etme yanında, yandaşlarına da mal mülk edinme yolunu açarlarak hızlıca zenginleşirler...
Selman ZEBİL 20 Şubat 2023

Yarlanılan Kaynaklar:
Hale Hacıkuloğlu, “Platon’un Devlet Kuramı”, Ara Yay., İstanbul, 1991.
Mehmet Ali Ağaoğlu, “Eski Yunanda Siyaset Felsefesi”, Ankara, 1989.

5 Şubat 2023 Pazar

ŞAMLAR KÖYÜNDE 50 YAŞ ALTININ ANIMSAMADIĞI ANILAR



Bir Zamanlar Bizim Köyün (Şamlar) Yaşam Dokusu
Bizim bir köyümüz vardı, kadının gebelik dönemi kentlerin yaşam koşullarındaki gibi değil, kendi doğa koşullarında doğal olarak mevsimine göre, gecesi gündüzü olmayan tarlada, bağda, bahçede, kırda, bayırda, evinde çalışan kadın, bir yandan da doğacak çocuğunun giysilerini hazırlar, bazen evinde bazen dağda çalı dibince sancısı gelir doğururdu yavrusunu.

Doğan çocuğun kırk gününe kadar önemlidir. Kırkı çıkmadan yıkanmaz, 40 gün “kırklama” diye bir tören düzenlenirdi. Çocuğun kırkı çıkmadan o eve başka lohusa kadın alınmaz. Eğer lohusa kadı, 40 çıkmamış çocuğun bulunduğu odaya girerse albastı-kırk-bastı basmasından korkulur. Evde iki körpe çocuk varsa iğne değiştirilir. Eğer çocuğu kırk bastığına inanılırsa “aydaş” aşı pişirilip yedirilir. Aydaş aşı pişerken yoldan gelip geçenler ocağın altına birer parça çalı atarlardı.

Çocuklar beşikte yatırılır, beşiğin içinde minder vardır, minderin ortasındaki bir delik bulunur, bu deliğin altına pişirilmiş topraktan yapma “silbiç” adlı bir kap yerleştirilir, çocuk tuvaletini bu silbiç denen kabın içerine yapardı.

Doğan çocuk son erkek çocuksa, önemlidir, diğer, kendisinden büyük oğlan kardeşleri evlendikçe, kendi evlerini kurarlar ancak evin direği, evin işlerini görecek, yaşlanmış anne ve babanın gereksinimlerini gidersin diye ana-babası ile baba evinin direği olarak kalırdı. Kız çocuklar ise kocaya giderler...

Ne olurdu bilir misiniz?
Bir baba, babasının yanında ve aile büyüklerinin yanında çocuğunu kucağına alıp sevemezdi. Semeye kalkarsa ayıplanırdı. Çünkü babasının yanında çocuğun babasının söz hakkı yoktu. Ayrıca çocuğa adını aile büyükleri, aile büyünden birinin adı verilmesi geleneği vardır.

Nazar değmesi...
Genel geleneklerden olan nazar olayı, nazar değmesin diye akraba olmayanlara nazarı geçer diye pek gösterilmek istemezler. En çok ta gök gözlü insanların nazarı geçer diye çocuğa bakmasına izin vermezler. Kısmeti bağlanmasın, diye, göbeği düşünceye kadar çocuğun yanında iş yapılmazdı.

Çocuk doğduğu andan itibaren annesi genelde sırtında bağlı olarak taşır ve bir yandan da bağda, tarlada, bahçece, ekinde, harmanda sırtında çocukla işlerini görürdü. Bazen de çalıştığı yerde kuytu bir yerde salıncak yaparak içinde uyutulur, üzeri bir battaniye ile sarıp sarmalayarak çocuğu rüzgardan, tozdan, güneşten korunurdu.

Çocuk yedi yaşına gelince aileye yardım olsun diye gücünce işlerde çalışırdı. Eskiden tarlar iki alız öküzle kara sabanla sürülürdü. İlk baharla nadas edilir, o dönemde “büvelek” adı verilen bir böcek öküzlerin sırtından ısırırlar, öküzler koşturarak bir gölgelik yere sığınırlardı. İşte o öküzleri nadastan salınan öküzleri gütme (otlatma) olarak bu çocuklar görevlendirildi. Yani çocuklar büyüdükçe nadastan salınan öküzleri, atları gütmeye başlar. Ayrıca, görevleri arasında oğlakları ve kuzuları gütmek de çocukların işiydi.

Yoksul aile gençleri, ilkokuldan sonra yaşları 15’in üzerine çıkmaya başladığında artık büyümüş sayılırlar ve gurbetin yollarına düşerler. Aileye yardım için gurbetin ağır işlerinde çalışılarak para kazanılır. Kimisi kazandığı paralar ile evlilik hazırlıkları için biriktirirlerdi. Bir zamanlar köy yaşantımız böyleydi, yaşam büyükler kadar çocuklar ve gençler içinde o kadar zordu.

Çocukluğumun unutulmaz, iz bırakan anılarıydı bir daha geriye gelmeyecek olanlar...
Leylek leylek lekirdek, hani bana çekirdek, çekirdeğin içi yok! Diye başlayan oyunlar...
Körebe oyunu, çelik çomak, topaç çevirmek, bilye ütme oyunu, kazık ütme oyunu, bir düz taşın üzerine çizilen grafi üzerinde üçtaş, beş taş oyunu. Hiç unutulur mu, yağ satarım bal satarım, ustam ölmüş ben satarım, diyerek birinin ardına mendil bırakmak, daire biçimi oturup ayaklarını birbirine dayayarak tekerleme söylerler. Her tekerlemenin sonunda bir ayak oyundan çıkar, kimin ayağı sona kaldıysa oyunu yitirir. Mendi arkasına konduğunu hissetmeyeni bir tur atarak onun kovaladığı yere oturup, elindeki mendili bir başkasının arkasına bırakarak ebe seçme, evcilik oyunu, çember çevirme, kışları kar yağdı mı kardan adam yapar, kartopu oyunu onadığımız günler. Baharla yalman zamanı söğüdün odunundan kabuğunu çıkartıp düdük yapmak. Hele ninelerimizin eski bez çaputlarından top yapıp yakarca adı verilen oyun oynardık sokaklarda...
Selman ZEBİL 2023


BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...