20 Aralık 2018 Perşembe

BEYŞEHİR'E TÜRKLER YERLEŞMEDEN ÖNCEKİ TRİHİ

BEYŞEHİR EŞREFOLLARI TARİHİ’NE GİRİŞ’TEN ÖNCE
                           (İlk Çağlarda Beyşehir)

Türklerin eline geçmeden önce Beyşehir ve dolayları Anadolu’da bilinen en erken yerleşim yerlerinden biridir. Araştırmalara göre günümüzden 10 bin yıl kadar uzanan bir tarihe sahiptir. Anadolu’da ilk köy tipi yerleşimlerin ortaya çıkışı da Beyşehir yöresinde başlamıştır. 1. 4. Jeolojik zamanda sıcaklığın artması ile Anadolu’daki kapalı havzalarda bulunan göllerin suları yavaş yavaş azalmaya başlamış, göllerin seviyelerinin düşmesine bağlı olarak çevrelerinde tarıma uygun geniş alanlar ortaya çıkmıştır.

Tarih boyunca insanlar uygarlıklarını su kıyılarında kurmuşlardır. Böyle olunca Beyşehir Gölü kıyısında, göl suları belirli bir seviyeye çekilince, ortaya verimli topraklarında çıkmasıyla buralarda ilk yerleşimleri kurmaya başlanmıştır. Dahi, Neolitik Döneme ait bu yerleşimler çoğunlukla İç Anadolu’da göller yöresinde kurulmuş, ilk tarım da İç Anadolu bölgesinde başlamıştır. İç Anadolu bölgesinde en kapsamlı yerleşim yeri başta Çatalhöyük olmuştur.

Beyşehir Gölü’nün doğu kısmında yer alan Erbaba yerleşim yeri olur. Yine bir başka, Beyşehir Gölü’nün kuzeyinde bulunan Çukurkent civarında buluna eski yerleşim yeri bulunmaktadır. 

Proneolitik ve Neolitik çağlarda iklimin bir hayli yağışlı ve serin olduğu dönemlerdir. Daha tahrip edilmemiş ormanlarda vahşi hayvanların yaşadığı çağlarda, insanlar, Bataklıklar ve yırtıcı vahşi hayvanlardan kendilerini korumak için bulundukları düzlüklere höyükler yapıyorlardı yırtıcı, vahşi hayvanları takip çok iyi korunmak için yapıyorlarmış höyükleri. Dahi, bu yığma höyüklerde barınaklarını da yapmışlar ve yiyecek tahıl ambarlarını da buralarda yapmışlardır. Ayrıca Beyşehir gölündeki balıklardan yaralanmışlardır. 

Bilindiği gibi Neolitik Dönemin en önemli özelliği insanların toplayıcılıktan üreticiliğe geçiş dönemine girmeleridir.  Kanıtı, bu döneme ait yerleşim yerlerindeki kazılarda arpa, buğday, mercimek gibi tahılların yetiştirildiği, sulama tarım yapıldığı ortaya arkeologlar tarafından çıkarılmıştır.

Beyşehir Gölü Havzası hakkında yapılan çalışmalar, bölgenin Neolitik Çağ sonrası yerleşilmeye başlanılmıştır. Kazılarda, Kalkolitik, Tunç ve Demir Çağı’na ait çok çeşit sayıda malzeme bulunmuştur. Bu da bize bölgede insan varlığının binlerce yıl sürdüğünü göstermekte olduğuna dair kanıttır..

Beyşehir Gölü Havzası, en kapsamlı uygarlık çağını Hitit İmparatorluğu Dönemi’nde yaşamıştır. Buda bize gösteriyor ki, Hititler dönemine ait, kalıcı arkeoloji anıtlarıyla herkesin bildiği tarihi Eflatun (*) Pınar ve Fasıllar anıtlarıdır. Bu iki önemli anıtı bu topraklar yüzyıllardır korumuştur. Maalesef Beyşehir yöresindeki bu yüzlerce yıllık anıtlar önemsenmemiş; varlıkları dünyaya ancak 20. Yüzyıla kadar duyuramamıştı.

Hitit Egemenliğinden son bulduktan sonra bölge, Demir Çağı yaşar. Beyşehir ve çevresi bu çağda, Frigler’in hâkimiyet alanına girer. M.Ö. 7. yüzyılda Lidyalılar, M.Ö. 546’da Persler, M.Ö. 333’te Makedonyalılar, M.Ö.120’de Romalıların egemenliği altına girer. En son da, Bizanslıların hâkimiyetinden Türklerin eline geçmişti.

Beş metre yükseklikte 0x095 boyutunda, üzerinde Grek harfleri
yazılmış son satırlık Yunanca bir kitabedir. Kitabeye göre Lukyanus 
(Lukianus) adlı bir genç ölmüş. Ailesi hatırasını yaşatmak için
bu abidenin önünde at yarışları yapılmasını istemiş, yarışları nasıl
yapılacağını da bu kitabede belirtmiştir.
Strabon, (3) “Antik Anadolu Coğrafyası” yapıtında, tarihi adı Karalis olan Beyşehir Gölü, onun küçüğü de tarihi adı Trogitis olan Suğla Gölü olmak üzere iki gölden söz eder. Bazı kaynaklarda eskiçağlarda bu gölün daha büyük olduğu ve sonradan küçüldüğü ve şehir merkezinin önemli bir kısmının eskiden su altında bulunduğu dair söylenceler vardır. Beyşehir, bu dönemlerde göller bölgesinin büyük bir bölümünü kapsayan Pisidia sınırları içerisinde gösterilmektedir

Pisidia bölgesinin sınırları kesin olarak saptanamamış olsa da kuzey ve kuzeybatıda Phrygia, doğuda Lykaonia, batıda Milyas Kabalis, güneyde Pamphylia, güneydoğuda Isauria ve Kilikia bölgeleriyle komşudur (4)

Uzun süredir Bizans yönetiminde olan Beyşehir ve yörelerinde 11. Yüzyılda itibaren görünmeye başlarlar. Büyük Selçuklu Sultanı Alpaslan, 1071’de Malazgirt Zaferinden öncesi çoktan Türkmenler Doğu Anadolu ve Orta Anadolu bölgelerinde yayılarak dolaşmaya başlamışlardı ama güvencede değillerdi. Ancak Alpaslan’ın Malazgirt Savaşından sonra Bizans ordusunda umutsuzlukla güç kaybetmeye başlaması sonucu Türkmenler için Anadolu güvenli hale gelmeye başlar. Bizans’ın güvencesi azaldıkça, Türkmenlerde özgüven armasıyla Anadolu’ya seller gibi akmaya başlarlar.  

Büyük Selçuklu Türkmenleri Orta Anadolu’ya kadar kısa sürede yığılmaya başladığında henüz Beyşehir uç bölgesi durumundaydı. Beyşehir ve çevresinde ve göldeki adalarda Türkmenler ile ticari ilişkiler içinde Rumlar yaşıyordu. Böylece zamanla bölge Türk âdet ve geleneklerini benimsedikleri belirtilmektedir (5)

Bizans Kaynaklarında Beyşehir ve Gölü
Bizans kaynaklarında Beyşehir adı şöyle geçer: “İmparator İoannes, Phrygia kenarından geçerek Attalos’un harika şehri Antalya’ya ulaştı. Civardaki bölge ve şehirlerde düzen ve asayişi kurmak için burada bir süre kalmak fikrindeydi. Çünkü bazı yöreler Türk boyunduruğuna boyun eğmişlerdi. Bunlar arasında hemen hemen bir deniz kadar büyük Pusguse (Karalis Bugünkü Beyşehir) Gölü de vardı. Gölün içinde birçok yerden sudan fışkıran küçük fakat çok müstahkem adaların ahalisi Hıristiyan olmakla beraber, bunlar o sırada kayıkları aracılığı ile Konya Türkleriyle canlı ilişkiler sürdürmekteydiler.

Böylece bunlarla Türkler arasında sadece kuvvetli bir dostluk kurulmakla kalmamış, bunlar adet ve gelenekleriyle hemen hemen Türkleşmişlerdi. Bu sebepten de sınır komşularının tarafını tutuyorlar ve Bizanslıları kendilerine düşman olarak görüyorlardı. Uzun bir alışkanlık işte milliyet ve dinden daha güçlü oluyor, bunlar akıllarını yitirmişçesine davrandılar, imparatora küfürler savurdular ve adalarını koruyan su engeline güvenip onun emirlerine açıkça karşı koydular. İmparator her ne kadar bunlara, gölün eskiden beri Bizans’a ait olduğunu eğer gerçekten istiyorlarsa, adaları boşaltıp açıkça Türklerin tarafına geçmelerini söyledi.

Eğer böyle yapmayacak olurlarsa imparator gölün, belki de uzun bir süre Bizans Devleti için kaybedilmesine hiç bir surette tahammül etmeyecekti. Fakat sözlerinin bir yararı olmadı. Bu yüzden de imparator icraata geçti. Gezi ve balıkçı kayıklarını birbirine bağlayarak sallar yaptırdı. Surları yıkan koçbaşlarını bunların üzerine yükleyerek müstahkem adalara karşı sevk etti. Böylece bu adaları zapt edebildi. Ama bu arada Bizanslılarda bazı felaketlere uğramaktan kurtulamadılar. Birkaç kez, gölde patlayan fırtına salları sürükleyip parçaladı, bunların yükü ya suların derinliğine gömüldü, yâda dalgalarla sürüklenip kayıplara karıştı.” (6)

Bizanslar için İstanbul-Antalya arasında kalan yol hattının stratejik en önemli bölgelerden biriside Beyşehir idi. Türklerin eline geçtikten sonra da Beyşehir stratejik önemini yitirmemiştir. Öneminden dolayı olsa gerek Anadolu Selçuklu Sultanı Alaettin Keykubat’ da Beyşehir Gölü batı kıyısına bir saray inşa ettirmiştir.

Alaettin Keykubat tarafından Konya-Antalya yolu üzerinde bulunan Beyşehir Gölü kenarında Anadolu Selçuklu Sultanı Alaettin Keykubat tarafından inşa ettirmiş olduğu şehir-saray uzun süre unutulmuş, maalesef acıdır ki, nerde olduğu dahi bilinmiyordu. Eşrefoğlu Süleyman Bey’in tarafından Eşrefoğlu Beyliği kurulduktan sonra 13. Yüzyıl sonlarına doğru Anadolu Selçukluların yazlık idari merkezi olan Kubadabad Sarayı Moğolların Anadolu’yu istilaları sonucu kasıp kavurmalarıyla terkedilmiştir, uzun yıllar unutulmuş gitmişti. Bu unutma işi ve tamamen terkedilmesi, şehrin kurucuları ve varlık nedeni olan Anadolu Selçukluları yönetici ve askerî sınıfının ortadan kalkması sonucunda gerçekleşecektir…

Kubadabad’ın ayakta olduğu dönemlerde; Anadolu Selçukluları tarafından çeşitli hizmetlerine mükâfat olarak kendilerine malikâne tarzında yerler verilmiş olan emirler siyasî durumdan surların Romalılar veya Bizanslılara ait olabileceğini ve bazı yerlerde duvar yüksekliğinin 2-3 metreden fazla olduğunu ifade etmektedir. Faydalanarak merkezle olan bağlarını koparmak suretiyle müstakil beylikler kurmuşlardır.

Kubadabad Sarayının Bunuşuna Dair birçok iddialar 
Rüçhan Arık, Kubadabad ile ilgili eserinde Kubadabad’ın keşfedilişi başlığında bu konuya değindikten sonra, 1908 yılında demiryolu güzergâhı için Anadolu’da araştırmalar yapan Graf Von Schweinitz tarafından görüldüğünü. Hatta Kız kalesinin bir fotoğrafının yayınladığını fakat neresi olduğu keşfedemediğini (7) söylemekte ve bu konuda Zeki Oral’ın ilk tanıtma yazılarını yazdığını dile getirilmektedir.

Kubadabad Sarayı bulunduktan sonra sarayla ilgili birçok yayın yapılmıştır.
Osman Turan tarafından dönemin kaynaklarına dayanılarak Beyşehir Gölü civarında olabileceği işaret edilmiş (8), daha sonra yeri Zeki Oral tarafından tespit edilmiştir. (9) İsmail Hakkı Konyalı ise, Kubadabad sarayının yerini kendisinin bulunduğu iddia eder. (10) Konyalı, “Kubadabad Sarayı yapıldıktan sonra burada aynı adlı şehrin ve vilâyetin çekirdeği olduğunu, bu civarda bir köyde bulunan mescit kitabesine göre de sarayın; kuruluşundan on sene kadar sonra vilâyet merkezi haline geldiğini” söylemektedir.(11)

Ruşen Arık, “Kitabeye göre 1235 yılında bu vilâyetin valisi Bedreddin Sütaş adındaki kişidir.” Diye açıklanıyor ve Kubadabad Sarayının bulunduğu yer tarif ediyor, şöyle, “Beyşehir Gölü’nün güneybatı kıyısında, Torosların bir kolu olan Anamas Dağları’nın eteklerindeki küçük alüvyon ovasında, göle doğru çıkıntı yapan kayalık tepe ile toprak tol denen bronz çağı höyüğü çevresine yayılan bir külliye, bir site harabesidir. Eski adıyla Hoyran, bugünkü adıyla Gölyaka denilen, Beyşehir’e bağlı beldenin 3 km kadar kuzeyindedir.” Diye tarif eder.(12)

Mehmet Yusufoğlu, “Kubadabad şehri Selçuklulardan sonra terkedilmiş olsa da, bölge halkı Selçuklu kültürüne ait örnekleri hala yaşatmaktadır. Örneğin Beyşehir Gölü’nün batı kıyısında bulunan ve o dönemde Kubadabad şehrinin mahalleleri durumunda olan Hoyran, Kurucuova, Muma ve Bademli köylerinde Selçuklu devri yemeklerinden olan  ‘Tutmaç’  adlı yemeğin hala yaşadığı söylenmektedir. 

Beyşehir’in En Eski Tarihinden Günümüze
Tarih, toplumların binlerce yıllık gelişim süreçlerini kayıt altına alana olgudur. Tarihi süreç içinde oluşan kültür yapılanması, kimlik kazanılması, birlikte yaşam, birlikte yerleşim yerlerinin oluşturulması, geçmişten beri süregelen insanlık yaşamı içinde kıyasıya mücadeleleri, savaşları, barışları, ilişkileri ele alan tarih, sosyal, kültürel ve aile ilişkileri tarihi kayıtlardan öğrenmektedir insanlar…

Tarihi, Pisidya bölgesi sınırlarında bulunan Karalis, Gurgurum, Pisidia Bölgesi’nin sınırlarını “Pisidialılar Pamphylia Ovası’nı çeviren dağlık arazide oturuyorlardı”  Bu dağlık bölgenin sınırları tarihte çok kez değişmiştir. Ancak Burdur, Eğridir ve Beyşehir göllerini içine alan, güneyde Antalya ile sınırlanan coğrafi bölge olarak tanımlanabilir

Anadolu’nun en önemli Hitit kentleri ve eserlerinin bulunduğu Pisidia Bölgesi’nde bulunmaktadır. Bu bölgede en önemli yeri ise Beyşehir ilçe sınırları içerisinde bulunan Eflatun pınarı ve Fasıllar Anıtlarıdır. M.Ö. 9. yüzyılın sonlarına doğru Frig sınırları içerisinde yer alan Pisidia Bölgesi, Frig etkisi, Hıristiyanlığın başlangıcına kadar sürmüş olduğunu gösteren epigrafik buluntular vardır. Frigya çöktükten sonra M.Ö.1579 yılından M.Ö. 548 tarihine kadar yaşamış olan Lidya’nın hâkimiyetine girmiştir (13)

M.Ö.547-546 yıllarında Perslerin Anadolu’yu ele geçirdiği tarihe kadar Pisidia’nın Lydia yönetiminde kalmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bölge bu tarihten itibaren, Bütün Anadolu toprakları gibi, Büyük İskender’in Anadolu’yu fethine kadar Pers yönetimindedir.

Osman Turan’a göre, Beyşehir ve çevresinin Türklerin eline geçmeden önce, uzun bir süre Bizans hâkimiyetinde kalmış, Türklerin ancak Beyşehir bölgesindeki varlığının 11. Yüzyılın sonlarına doğru denk gelmiş olduğu bilinmektedir.

Konya, Anadolu Selçukluları kurucusu Kutalmış oğlu Süleyman Şah tarafından Bizanslılardan alınmıştır. Süleyman Şah, Konya ile birlikte Konya’nın batısındaki Takkeli Dağ’daki Kevele kalesi ile birlikte birçok kaleyi de ele geçirmişlerdir.

Selçukname’ye göre Kevele kalesi ve batısındaki Pisidia kaleleri de aynı yıl veya bir yıl sonra alınmıştır. Pisidia’daki Krallığa (Viranşehir), Gurgurum, Misthia (Fasıllar), Vasada (Yunuslar) ve başka bütün kaleler 1078 veya 1079 yılında Anadolu Selçuklularının yönetimi altına alınmış, 1219 yılından itibaren istikrarı bir biçimde idare edilmiştir, ta ki, ülke Moğol istilası sırasına kadar.

1. Alaattin Keykubad’ın ölümü ile Selçuklu Devletinde siyasi kargaşa yaşanmış (Osman Turan, 1984), Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğol istilası ile güç kaybetmesi üzerine Viranşehir, Anadolu’ya Selçuklularla birlikte gelen, Eşrefoğlu Süleyman Bey’in idaresine geçmiş ve Süleymaniye, Süleymanşehir, Beyşehir adını almıştır.(14)

Osmanlı Sultanı 1. Murat Beyşehir’de…
13. yüzyıldan itibaren Beyşehir, Anadolu Selçukluları, Karamanoğulları, Eşrefoğluları, Hamitoğulları ve Osmanlıların hâkimiyetine girmiştir. 1466 yılına kadar Osmanlılarla Karamanlılar arasında pek çok kez hâkimiyet değiştirmiştir. Beyşehir’in Osmanlılara ilk geçişi 1. Murad zamanıdır. Tarihi kaynaklarda şöyle, 1. Murad burayı “Hamit oğlu Hüseyin Bey’den, Akşehir, Beyşehir, Seydişehir, Yalvaç, Karaağaç ve Isparta’yı şer’i usulle sattı. Murad Han Gazi adamlar gönderdi. Satın aldığı ülkeyi idare etmeye başladı. Hisarlarına kendi kullarını koydu. Etrafını da kendi beratıyla tımar olarak dağıttı. Bu fethin süresi 28 Mart 1380-16 Mart 1382 kadar sürdü”

Dr. Nazmi, 1922 yılında yayımlanmış olduğu kaynakta, Sultan 1. Murat’ın Hüdavendigar memleketini, Karamanoğlu Alaattin Ali Bey’in tecavüzünden kurtarmak maksadıyla Konya’ya geldiğinde Beyşehir’e de uğrayıp Eşrefoğlu Camiin hünkâr mahfilinde namaz kıldığı ifade edilmektedir. (15)

1389’da Karamanoğlu Alaeddin Bey, 1392’de Yıldırım Bayezid, 1402’de Karamanoğlu 2. Mehmet Bey, 1414’te Çelebi Sultan Mehmet, 1435’te Karamanoğlu İbrahim Bey, 1436’da 2. Murad tarafından alınan şehir, 1466 yılında kesin olarak Osmanlı yönetimi altına girmiştir. (16)  SELMAN ZEBİL 2018

Kaynakçalar:
(*) Eflatun Pınar Anıtı, bazı kaynaklarda kutsal bir anıt olarak nitelendirilmektedir. Buradaki kaynak, büyük bir güçle topraktan fışkırır ve doğal bir kaya seti ile toplanarak çok küçük ölçüde bir kaynak gölü oluşturur. Hititler bu küçük gölün kıyısına önyüzünde kabartmalar olan bir kült düzseti yapmıştır. Anıtın resim ve çizimleri için Bkz. Rudolf

1) Beyşehir Bölgesinde bulunan tarihi kalıntı Eflatun,
(2) Hasan Bahar, Demir Çağı’nda Konya ve Çevresi, Konya 1999.
(3) Strabon, “Antik Anadolu Coğrafyası” çev. Adnan Pekman, İstanbul 1993, s.49-50’de
Strabon, Psidialılar için, “Bu insanların çoğu Torosların tepesinde oturur, fakat bazıları da Pamfilya kentleri olan Side ve Aspendos’un üst tarafında, zeytin ağaçlarıyla dolu tepelerde otururlar” demektedir. Pisidialılar hakkında Strabon, “Anadolu”, s.52-54.
(4) Mehmet Özsait,” İlk Çağ Tarihinde Pisidya;” Ve “Helenistik ve Roma Devrinde Pisidya Tarihi, İstanbul 1985; Veli Sevin, “Anadolu’nun Tarihi Coğrafyas”ı 1, Ankara 2001, s.153-155.
(5) Osman Turan, “Türkiye”, s.177. Fuad Köprülü, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu”, Ankara 1994, s.79; W. M. Ramsay, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, (Çev. M.Pektaş), İstanbul 1961, s.82.
(6) Niketas Hkoniates, Hıstorıa, Çev. Fikret Işıltan, Ankara 1995, s.24-25.
(7) Rüçhan Arık, “Kubadabad Sarayı”, İstanbul 2000, s.44
(8) Osman Turan, “Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Metin, çev. ve Araştırmalar”, Ank. 1988, s.14
(9) M. Zeki Oral, “Kubadabad Bulundu”, Anıt, s. 10 Kasım 1949; ve M. Zeki Oral, “Kubadabad Çinileri”, Belleten, S.66, Ankara 1953
(10) İbrahim Hakkı Konyalı, “Kubadabad Sarayı Beyşehir”, s.170;
(11) İbrahim Hakkı Konyalı, Beyşehir, s.165-193,373;
(12) Rüçhan Arık, “Kubadabad Sarayı”, 2000, s.45 ve 48
(13) Mehmet Yusufoğlu “Selçuk Devri Yemekleri Herise ve Tutmaç”, Konya, Anıt, S.16,1950, s.11
(13-14) İbrahim Hakkı Konyalı, 1991
(15) Dr. Nazmi, “Türkiye’nin Sıhhî ve İçtimaî Coğrafyası”, Ankara 1922, s.155.)
(16) Mehmet Akif Erdoğru,”Osmanlı Yönetiminde Beyşehir” Sancağı1992)







16 Aralık 2018 Pazar

BEYŞEHİR TARİHİNDE EŞREFOĞLU BEYLİĞİ


BEYŞEHİR'DE EŞREFOĞULU SÜLEYMAN BEY ve EŞREFOĞLU CAMİİ TARİHİ

Selçuklu Sultanı 3. Keyhüsrev’in annesi, Eşrefoğlu Süleyman Bey’i saltanat naibliği, Karamanoğlu Güneri Bey’i ise beylerbeyi görevi ile Konya’ya çağırdı. İsmail Hakkı Konyalı, “Akşehir Tarihi”(*) adlı yapıtı, Kendilerine bağlı Türkmenler ile birlikte şehre gelen Süleyman ve Güneri Beyler, iki şehzadeyi 15 Mayıs 1285’te tarihi törenle Konya Selçuklu tahtına oturttu. Ancak, bir süre sonra Vezir Sahip Ata Fahrettin Ali’ye mensup olan Has Balaban, ordusu ile Konya üzerine yürüyünce Karamanoğlu Güneri Bey Karaman topraklarına dönerken, Eşrefoğlu Süleyman Bey de önceki Beylik merkezi Gorgorum’a (Gökçimen köyü) çekildi.

1288’de Selçuklu-Moğol ortak ordusu Karaman’a karşı harekete geçtiler. Larende (Karaman) bölgesini tahrip etmeye başladı… Yine de her iki müttefik olan Süleyman Bey, Güneri beyler gelen tehlikeyi sezdiler, hemen Konya’ya haber göndererek Selçuklu Sultan 2. Mesut’tan özür dilemek istediklerini açık bir dille barış istediler. Bu istekleri yerine getirmeleri için Sultan 2. Mesut, tahtında Eşrefoğlu Süleyman’a ve Karamanoğlu Güneri Bey’e eli öptürüp itaatlerini aldıktan sonra yerlerine geriye dönmelerine izin verdi.

Tatlıya bağlanan barış görüşmelerinden sonra Eşrefoğlu Süleyman Bey, döndüğü ülkesi Gorgorum’dan (Beyşehir yakınlarındaki Gökçimen) taşındığı, daha sonra Beyşehir’de, İçerişehir adı verilen yerde imar işlerine başlar. Bu şehir çevresi surlarla çevrili, kale kapısından kente giriliyordu. Hala ayakta olan sadece o kale kapısı kitabesinde 1290 tarih ile dört satırlık bir yazı yer alıyor. Yazıda: Buranın Eşrefoğlu Seyfettin Süleyman Bey tarafından inşa ettirildiği. Sultan 2. Mesut’un adının da bulunduğu kitabenin ilk satırındaki söz, şehrin bu sıralarda Süleyman Bey’in adına nispetle, “Süleymanşehir” diye anıldığını göstermektedir. Süleyman Bey’in kitabede “Emirü’l-Kebirir’lmu’azzam” olarak anılması da dikkate değer.

Süleyman Bey, şehrin imarı ile meşguldü. Beyşehir-İçerişehir denilen yerde, hala kalıntıları görkemli bir biçimde ayakta duran, camisi, kadınlar ve erkeklere has şırıl şırıl suları akan hamamı, hanı, Eşrefoğlu Camisi karısında bulunan otuz bir dükkânlı bulunan bir bedesteni bulunmaktadır.

Eşrefoğlu Camii birinci kitabede Caminin yapılıma başlaması M.S.1297 yazken, büyük kapıdan içeri girilen kemer üzerindeki ikinci kitabede ise caminin yapımının bitimi ise M.S.1299’da tarihinde tamamlandığını yazmaktadır.

Eşrefoğlu Süleyman Bey, M.S1299 veya M.S.1300’de Bağımsızlığını ilan etmiş Beyşehir’de Selçuklu Sultanı Gıyasettin 2. Mesut adına Süleyman şehrinde gümüş dirhem sikkeler kestirmişti. Daha önce de Sultan 3. Alaettin adına gümüş sikkeler kestirmişti. Ondan sonra Eşrefoğlu Süleyman Bey, Ağustos M.S.1302’de ölmüştür. 
 
(*) İsmail Hakkı Konyalı, “Akşehir Tarihi” adlı yapıtı s.54

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...