NECİP FAZIL KISAKÜREK (1904-1983)
Necip Fazıl'dan Menderes'e: "Benim yaptığımı yapanlara hükümetler servet yağdırır" diyerek örtülü ödenekten sürekli paralar sızdırır mahkeme tutanaklarına geçer |
Bu milletin zihinlerini bulandırmaya kalkıp şuursuz
(bilinçsiz) hale getirmeye çalışanlar bilmezler mi ki? Derin Müslüman gibi
görünse de: “Amerikan politikasını
korumakla mükellefiz” der ve
Müslüman-Türk halkını ve askerini Amerika’nın paralı askeri yapmak için çaba
harcayan kişidir...
Necip Fazıl'ın: “Biricik ve olabileceğimiz
ahlak kaynağımız İslam ahlakıdır” deyip kendisinin “içki, kumar, fuhuş” gibi İslam'ın dışladığı kötü şeyleri yapıp, halka "İslam ahlakından" nasihatte bulunurken, kendi yaşamı tam dünya zilleti içindedir. 23 Mart 1951'deki gazetelere bir
baksınlar Necip Fazıl kimmiş görsünler. Orada görecekler ki, İstanbul Ahlak
Polisi; birilerinin “Üstat” dediğini
Beyoğlu’ndaki bir kumarhanede viskisini yudumlayarak kumar oynarken yakayı ele
verdiğini görecekler...
Necip
Fazıl Kısakürek ve Kürtçü Nakşîliği
Necip Fazıl Kısakürek |
Necip Fazıl Kısakürek’in Atatürk ve cumhuriyete
olan kızgınlığını, Alevilere olan düşmanlığından daha kin ve nefret yüklüdür. İşte Seyit
Rıza’yı bir Kürt olduğu için savunmuştur,; onun Alevi olduğundan değildir. Necip Fazıl, diğer Nakşibendîler gibi
silsilesiyle “Kürt Teali cemiyeti” başkanı Seyit Rıza’nın babası Şeyh Übeydullah’a onun babası Şeyh Taha’ya
bağlıdır. 1976 yılında salt bu nedenle Necip Fazıl Şemdinli’ye gider ve Şeyh
Talha’nın mezarını ziyaret eder. Bu ziyaretle ilgili olarak ta, “Seyit Talha’yı
ziyaret” şiirini yazar.
Yıllar sonra yani 17 Temmuz 2012’de bu yazdığı,
“Seyit Talha’yı ziyaret” şiiri Özgür Gündem’de BDP’li Hilmi Geylani; “Şemdinli’den Qamişlo’ya Uzanan Sevdam” başlık altında şöyle yâd edecekti:
Şemdinli’nin tarihsel önemini birkaç satırbaşıyla
açarak bugüne gelmek istiyorum.
Bu aralar sorunlu tarihi kanatmadan deşerken Necip
Fazıl Kısakürek’i de okudum.
Doğruları ve yanlışları her görüşten kalemleri
harmanlaysak okumadan gerçekler bilinmez ve ortaya çıkmaz.
Necip fazıl; “Çile” kitabında yer alan 1976 yılında Şemdinli seyahatinde yazdığı ve
aidiyetime de uzanan iki mısralık şiiri, derin bir anlamı emiyor fikrindeyim.
Şiir şöyle:
Seyit Taha’yı ziyaret
Şemdinli dağlarının içtim nur çeşmesindenKurtuldum akreplerin ruhumu deşmesinden
Seyit Taha 1880’de başlayan en geniş kapsamlı Kürt
hareketinin lideri Şeyh Ubeydullah Nehri’nin babasıdır. Nehri’de Şemdinli’nin
eski ilçe merkezi o dönem Kürt yönetiminin yönetim sarayı, kalesi, köprüsüyle
anılan hareketin merkezidir.
Şeyh Ubeydullah da 1925 yılında Şeyh Sait’le
Diyarbakır’da 20 yaşındaki oğlu Seyit Muhammed ile idam edilen “Meçlisi Ayan ve Kürt Teali Cemiyeti” in
başkanı Seyit Abdülkadir’in babasıdır. Yani burada siyaseten Necip Fazıl’dan Recep Erdoğan’a uzanan bir ince
çizgi vardır.
Recep Erdoğan ve Necip Fazıl
Recep Erdoğan’ın
taparcasına bağlılık gösterdiği Necip Fazıl için ödül töreninde şöyle
diyordu: “Rabbim ondan razı olsun,
şefkatiyle, merhametiyle bizleri kuşatsın” diyordu. Bizce Necip Fazıl Kısakürek
kimdi! Recep Erdoğan’ın Necip Fazıl’ı
delice böylesine saygıyla anmasına iten neden neydi? Necip Fazıl “muhafazakâr çevre” için değerli,
dava sahibi bir “üstat” yapan şey neydi bir bakalım onu bu kadar
değerli kılan sır? Bu ülke tarihi için ne yapmış, topluma hangi katkıları
sunmuş, hangi bilimsel düşünceleri ile topluma ışık olmuş?Başta Necip Fazıl Kısakürek, muhafazakâr mahallede hayranlık uyandırma nedeni, insanlığa dair sunduğu barış, kardeşlik, hoşgörü fikirleri asla değildi. Onun militarist bir hınç, kin ve öfkeyle diri tutmaya çalıştığı, “İslamcı ideoloji” ve öğretileridir. Dahi; karşıt görüşlü kimseleri açıkça düşman ilan eden, onlara karşı sözlerini adeta kin ve kusan nefret duygularla çevresini etkileyen biriydi. “Baş yücelik” adını verdiği (Recep Erdoğan'ın özendiği, başkanlık sistemi aklının kaynağı) devlet anlayışı ile nasıl bir toplum düşlediğini açıkça ortaya koyuyordu. Düşlediği gençliğe çağrısı, Recep Erdoğan'ın da dilinden arada bir çıkarttığı şöyleydi: “Dininin, dilinin, ilminin, ırzının, kininin, öcünün davacısı” olmasını istediği bir gençlik itiyordu.
Yaşamının otuz yılını hatırlamak bile istemeyen Necip Fazıl, diğer kalan yaşamı boyunca fikirlerini cumhuriyet düşmanlığı yaparak, sıkı ama çelişkili bir İslamcılık yaparak. Yaşamının bir bölümünü, anılmasını istemez, kendi sözleri ile “çöplük” olarak görür ve o şatafatlı yıllarını. Yine o yıllar içinde (İslamcı olmadan önce) Menemen’de katledilen Kubilay için şu dizeleri kaleme alır: “Gözüme görünen şeyi açıkça, kaidesiz, tertipsiz ve imansız söylüyorum. Eğer zayıf tutarsan, eğer inkılâbın yüreğini, hassasiyetini ve sinirlerini temsil etmezsen, bıçağın ters tarafı ile yirmi dakikada kesilen Kubilay’ın kafasında sana tevcih edilen akıbeti seyredebilirsin… Türkiye’nin nüfus kütüğündeki softa ve mürtecilerin yeşil kanını kurutacaksın; bu kadar…”
Kumarcı, kadın düşkünlüğü, içki içiciliği, Kubilay için sözleri birdenbire değişerek Nakşibendî Şeyhlerinden Kürt kökenli Seyyid Abdülhakim Arvasi ile tanışınca biter. Bu Şeyh ile tanıştıktan sonra katı bir İslamcı olur ve dahi adını koymadığı bir şeriat özlemi ile yanar tutuşur...
Artık Cumhuriyete ve sola karşı
kin ve nefrete varan söylemler sıralamaya başlar Dahi, vazgeçilmez bir Amerikancı olur, Amerika’yı iyi bir müttefikimiz olarak görür.
1959 yılında “Büyük Doğu Dergisinde bu konu ile ilgili şu
sözleri yazar: “Amerikan politikasını
korumakla mükellefiz. Bize düşen, kendi kendimize sahip olarak, Amerika'nın
ebedî müttefiki, Amerikalının da ‘Sen sensin, ben de ben’ tarzında dostu olmaktır. Amerikalıyı da
böylece kendimiz için bir saadet unsuru kılmak. Yoksa belâ haline getirmek”
dediği açıktır.
İsmet İnönü’ye kinli düşmanlığını gizlemez ve şöyle yazar:
Solun tam da ortası,
Moskof ’un oltası,
Eli, zulüm muştası,
Tek ümidi, cuntası
İnkılâp, avantası,
Nemrut, onun atası,
Ölüm yolu, rotası,
Namlı servet çantası,
Ünlü küfür softası.
Necip Fazıl, böylece İsmet
İnönü’ye bile hakaret etmekten asla geri durmaz.
Necip Fazıl Ülkücü Düşüncesinden Ahmet
Arvasi’ye
Arvasi için milliyetçilik
Ülkücülük kadar, İslam da bir din ve medeniyet olmanın ötesinde bir
ideolojidir. Buna dair fikirlerini şöyle açıklar: “Bu noktada belirtelim ki, Türk milletinin ve
dolayısı ile Türk milliyetçiliğinin âlemşümul davası ve ideolojisi Allah ve
Resulünün davasıdır ve bunun adı İslamiyet’tir” der.
Türk İslam Ülkücülüğün
çıkmazı, Atatürksüz bir İslamcı milliyetçililer yanında laik, Atatürkçü,
cumhuriyetçiler ile birlikte çalışmalarıydı. Ahmet Arvasi açık bir biçimde
Atatürk ve cumhuriyete karşı çıkmaz gibi görünürken, Atatürk’ünde onayladığı,
Ziya Gökalp’ın “Garp Medeniyeti” kavramını eleştirenlerdendi.
Ahmet Arvasi Ülkücü
manifestosu olarak yazdığı kitabında, Türk milliyetçiliğinin öncüsü Atatürk’ten
bir satır bile söz etmez dahi kitabında “Türkiye Türklerindir” sözünü der ama hiçbir zaman bu sözün
kaynağının Atatürk olduğunu söylememiştir. Hatta Atatürk’ün “Hâkimiyet bila
kayd-u şart milletindir” (Hâkimiyet milletindir) sözüne karşı 25 Nisan 1946
yılında Necip Fazıl’ın “Yakın Doğu” adlı dergisinde kullandığı, “Hâkimiyet
Hakk’ındır” vurgusunu öne çıkartır...
Ayrıca Necip Fazıl, Meclisteki "Hakimiyet Milletindir" sözlerine kafayı takar şöyle der: "Büyük Doğu’nun kafasında bir Mebuslar
Meclisi değil, bir yüceler Kurultayı’nın kürsüsünde, ‘Hâkimiyet
Milletindir’ levhası yerine ‘Hâkimiyet Hakk’ındır’ düsturu
ışıldamaktadır.”
Necip Fazıl’ın bu sözleri
aradan geçen yıllar sonra 1990 yıllarına gelindiğinde şeriatçı militanlar
arabalarının arkalarına, kaynağının nereden geldiği bilinen, “Hâkimiyet Allah’ındır” sloganları asmaya başlarlar.
Buna şöyle bir iddia öne
sürüyorlardı: Doğunun Türk tarihi ve İslam’ın etkisinden çok uzak Türkler, Batılı
veya Batı medeniyetinden olamazlar, olmalarına da gerek yok, fakat çağdaşlaşma
ve laiklik ihtiyaçtır” diyen Arvasi’nin
temel düşüncesinde, gerçek manada bir laiklik yoktur… Ona göre gençler: “laiklik” anlayışı yüzünden ülkemizde
kitlelerin İslam’a yabancılaştırılması tehlikesi doğmuş, bu yüzden birdenbire,
“felsefi ideolojiler” yabancı doktrinler
çoğalmıştır” diye bir ince ayrıntıyı da
açıklamaktan ihmal etmez.
Sonuçta Ahmet Arvasi’nin
ne kadar İslamcı, ne kadar milliyetçi-ülkücü olduğu karmakarışık lakin kesin
bir şey var ki, Atatürkçü ve laik cumhuriyetçi olmadığı oldukça kesindir. Ancak
bir biçimde Nakşî Necip Fazıl çizgisinde biri olduğudur.
MHP’nin vazgeçilmez
sloganı haline gelen, “Kanımız aksa da zafer İslam’ındır” çizgisinde bir
siyaset izlemek, MHP’nin git gide İslamlaştığı lakin içinde hala ağırlığı
bulunan bir Atatürkçü, laik cumhuriyetçi kesimin varlığı da gözden kaçırmamak
gerekiyor.
Amerikancı Şair Necip Fazıl’ın Belgeli Ayıpları
17 Temmuz 1959 tarihli “Büyük Doğu” adlı dergisinde şöyle yazıyordu: “Amerikan politikasını korumakla mükellefiz… Amerikan siyasetini tutmak biricik yol…Amerika’dan nazlı bir
sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan
bahriyesinin, iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri
geçemeyiz. Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm
politikasını kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset
vahidine (tekliğine) göre ayarlamakta büyük ve her işe hâkim bir mana
gizlidir.” İşte böyle biri “üstat” adı verilen şair Necip Fazıl Kısakürek!
Çelişkili hali; dün ak dediğine bir başka gün kara diyebilen biriydi...
Sıkışınca yalvar yakar olur...
Necip Fazıl, Başbakan Menderesi iktidardayken çok
sever. Elbette bu sevginin karşılığının da ballı yağlı olarak alır. 1950’lili
yıllarda Menderes örtülü ödenekten para öder. O da bu paralarla Necip Fazıl’ın
çıkardığı “Büyük Doğu” iktidar yanlısı
dergi çıkarır. O dergide “Kininin
davacısı gençlik” yetiştirmekte bu dergide geçer. Dahi bu adı geçen dergide,
Gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı vuran, küçük çocukları istismar edip ırzına geçen
ve hapis yatıp ceza alan Hüseyin Üzmez adlı kişide yazılar yazar. Dahi
İstanbul’da polisle çatıştığı bir hücre evde öldürülen İBDA-C ve Hizbullah
lideri Hüseyin Velioğlu da vardır. Şimdi de görüyoruz ki, Başbakan Recep
Erdoğan’ın hayranlık duyduğu, ilham aldığı ve düşünceleri ayet gibi etkilediği
kişi olmaktadır.
"Hükümetten ziyade onu mefluç kılan partilere ve fesad ocağına döndürdükleri Meclis'e yönelik bir davranış… Hedefi de bölücülük, komünizm ve din nikabı altında dolayısıyla gayet tabii olarak 'devlet ve cumhuriyeti koruma ve kollama' atılışı. Bir iç darbe değil, iç şahlanıştır. İsyan değil, ıslah" der.
Necip Fazıl, “Hazreti Ali” adlı bir kitap
yazar. Orada etliye sütlüye karışmaz, haklıyı haksızdan ayırmaz, kendine göre
Alevileri de Sünnileri de küstürmeyecek siyasetinde: “Ali kesinlikle haklıydı, fakat Muaviye de
haksız değildir” der.
Dahi Necip Fazıl, DP döneminde hapse tıkılınca: “Biz erkeğiz Menderes, olamayız muannes
(dişi)” der. Sonra dışarı çıkınca örtülü
ödenekten tekrar paraları cebine almaya başlayınca ağız değiştirerek tekrar “Üstat”
Menderese övgüler yağdırmaya başlar.
1960 darbesiyle de, bukalemun gibi renk
değiştirerek, darbeyi yapan Cemal Gürsel’e yazdığı mektupta “Sayın Paşam Cemal Gürsel” diyerek şöyle
övgüler yağdırdığı bu mektubu 15 Eylül 1968 yılında Ekspres Gazetesinde
yayınlanır: “Sayın Paşam Cemal Gürsel,
…siz en iyi müdahaleyi yaparak güzel yurdumuzu kötü politikacılardan
kurtardınız. Demokrat Parti kötü idaresiyle zaten bunu hak etti” der. Ve acizleşerek yalvarır kendini
kurtarmak için: “…Beni zindandan kurtarabilirsiniz.
Esasen namusun, şerefim üzerine yemin ederim ki, serbest kaldıktan sonra
hayatımın sonuna kadar politika ile ilgili hiçbir yazı yazmayacağım. Siz
büyüklük gösterip de beni af edin, beni kurtarın, daima sizin emrinizde
olacağım” diye yalvarmıştır.
1980 12 Eylül darbesi olduğunda da “üstat” ustaca dönerek, çıkarmış olduğu “Büyük Doğu Dergisi” kapağına Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş
resmini koyarak, üzerlerine çarpı işareti yapar “çözüldü muadele
(denklem)” der.
Bugün 28 Şubatta yapılanlara tahammül edemeyenler,
“Üstat” dediklerinin nasıl 1960 darbecilerine kendini örtülü ödenekten
fayda sağlayanları sattığını bilmezler mi? Ama milleti “dindar-kindar, kininin davacısı gençlik
yetiştirmek” neyin nesi, kime karşı bu kindarlık?
Hz Muhammed’in sünnetidir: “ey iman edenler; biliniz ki, din ile kin yan yana gelmez. Müslüman’ın en büyük düşmanı kinciliktir”
Örtülü ödenekten paralar verdikçe Menderesi sever...
Menderesten, örtülü ödenekten sürekli para alır |
1960 darbesinden sonra evindeki aramalarda
kahverengi bavul içerisinde bulunan örtülü ödenek harcamaları ve mektuplar
bulunur. Gizli tutulması gereken, Menderes’e yardım talebinde yazdığı mektuplar
ve örtülü ödenekten Menderes tarafından ödenen paraların makbuzlarıdır.
21 Ocak 1954 yılında Necip Fazıl’ın Menderes’e
gönderdiği mektupta: “Muhterem
efendim” diyerek başlayan mektubunda, Emniyet
Genel Müdürü’ne kovuşturmalarla ilgili gerekli talimatın verilmesini, huzura
kabul edilmesini ve kendine yardım yapılmasını talep ediyor.
Ayrıca 26 Aralık 1956 yılda da Her şeyi uğruna feda
ettim” diye başlayan mektubunda: “…Müsteşar beyden 2500 lira ve ‘Mecmuanı
çıkarda görelim ve sonra yardım edelim’ cevabı aldım. İlk defa bir itimatsızlık
sezer gibiyim. Ben parayı alırda mecmuayı çıkarmam veya çıkarırım da, uygunsuz
bir istikamet mi tutarım? Ben ki, her şeyi uğrunuza riske etmiş, her defa mükemmel
eseri vermiş ve bu kadar tecrübe ve çileden geçmiş bir adamım. Şahsım, kalbim
ve kalemim her türlü teminatım üzerindedir.
Benim yaptığımı yapanlara hükümetler ve rejimler
servetlerini ve nimetlerini yağdırırlar. Bütün bunlara karşı 15 bin lira zarar
çarpıtılmış ve nice kast ve sabotaja karşı yalınız bırakılmış olarak
sürünmekteyim. Haftalardır bu Ankara’nın hücre ve münzevi otelinde cinnet,
buhranlar içinde çırpınmaktayım. Bütün istediğim zarara birkaç bin zamla 20 bin
lira temininden ibarettir. Bunca muvaffakiyetten sonra uğraştığım hal ve
düştüğüm şeref kırıklığı hayatıma mal olabilir.” (…)
14 Ocak 1958 yılında Menderese yazdığı mektubunda
ise: “Hesabı nasıl vereceksiniz? Ben
hastayım, şekerliyim. Ayrıca çıldırmak üzereyim Bütün hastane halime acıyor. Bu
vaziyette emrin uzaması benim ölüme cinnete terk edilmem demektir. Başıma bir
hal gelecek olursa Allah’a, Türk Milletine ve ‘Allah bir’ diyenlere karşı hesap
nasıl verecektir. Kadiri mutlakın üzerine yemin ederim ki, yalan söylemiyorum,
mübalağa etmiyorum, rol oynamıyorum, edebiyat yapmıyorum.”
14 Haziran 1958 yazdığı mektupta ise: “Reklam ve sair ihtiyaçlarım için 10 bin lira
Lütfedilirse… Ayda 6 bin lira tahsis olunursa… Akis,
Kim, Form mecmuacıklarla bütün muhalefet matbuatını saf fikirle çürütücü,
muazzam bir içtimai ve edebi, ideoloji, bina edici kafalara ve yüreklere nüfuz
edici bir mecmua kuracağıma emin olunabilir. Bu da olmazsa tam 6 aydır bir tek
yardım görmeyen beni vazife günüme kadar her ay muayyen ve mükerrer bir mikyas
altında kurmaktan ve gözyaşları içinde yalınız ibade ve mücerret eserler kaleme
almaya terk etmekten bakla iş kalmaz” der.
İşte evindeki aramalarda kahverengi bavul içinde
bulunan, örtülü ödenekten para almak için yazdığı mektuplardan bazılarıydı
Yassıada duruşmalarının zabıtlarında yer alan Necip Fazıl hak etmediği millete
ait paralar yıllara göre şöyle:
1951’de: 50.000 lira
1952’de: 50.000 lira
1954’de:
18.000 lira
1955’de:
10.000 lira
1957’de: 5.000 lira
1957’de:
Necip Fazıl hapisteyken eşine 5.000 lira ödenir.
1958’de:
Bir kısmı Tevfik İleri eliyle 10.000 lira ödenir.
1959’da:
Yine bir kısmı Tevfik İleri eliyle 10.000 lira ödenir.
Necip Fazıl Müslümanlara: “İçindeki kini eksik etmeyen” diye nasihatte
bulunuyor ve kininizin davacısı olması için gençliğe çağrı yapıyor. Fikrini
iktidardaki hizmetinde, iktidardaki siyaset adamlarına harcamış kötü bir
siyasetçi, iyi bir şair olmasına leke sürmektedir. Fikrini; Demokrat Parti’den
nemalanmak için Adnan Menderes’e yağlar çekerek yaşamını sürdürmüştür.
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı tarafından
referans olarak gösterilen bir şairi eleştirmek her babayiğidin harcı değildir.
Ama o babayiğitlerde bulunabiliyor bu ülkede.
İçki İçer, Kumar Oynar ve Kadın Düşkünüydü Necip
Fazıl Kısakürek...
Yaşamında tutkulu içki ve kumar vardı. Kendini
aklamak için de, sıkça geçmişini: “Ben
geçmişimi dürdüm, büktüm ve kaldırıp çöpe attım; bu çöpleri ancak köpekler
karıştırır” der. Yani: “Benim geçmişim çöplük, araştıranda köpektir”
diyerek, geçmişini “Çöplük” olarak değerlendirir, suçluluk duygusunun
verdiği karakteriyle kendi geçmişini araştıranların önünü “köpek” yakıştırmasıyla kesmeye çalışmıştır.
Ayşe Hür, Atatürk’ü eleştirirken dinci çevrelerden
alkış aldı hep. Ne zaman bu kesimin nerdeyse tabu haline getirerek kutsadığı
Necip Fazıl’ın gerçek geçmişini açıklayınca da dincileri hışmına uğradı, bütün
küfürleri üzerine çekti.
Bu tutumlarına Ayşe Hür: “Atatürk tabusunu
eleştirirken beni alkışlayanlar, Necip Fazıl tabusuna dokununca ayağa kalkıyorlar,
sizi çifte standartçılar” der.
Ayşe Hür, Necip Fazıl’ı eleştirmeye başlar, onun
Menderese yalvarışla mektuplar yazarak para istediğini, ama Necip Fazıl parayı
“dava adamlığı ve davaları” için değil
de kumar için istediğini şöyle yalvararak ister: “Sürünmekteyim, 10 bin lira
lütfedilirse... Benim yaptığımı
yapanlara hükümetler ve rejimler servetlerini ve nimetlerini yağdırır” diye sitemde bulunur.
Ayrıca 1959 yılında İsmet Paşa’ya atınla taş
hakkında Necip Fazıl Kısakürek yazısı:
15/7/1959
yılı Kim dergisi, Vatan, Ulus, Kervan kapatılır. Ahmet Emin Yalman, Necip Fazıl
kışkırtmasıyla, yaşı küçük kız çocuğa tecavüz suçu işleyen Hüseyin Üzmez adlı
kişi tarafından vurulur.
Dahi;
1959 ilkbaharında İsmet Paşa’nın Batı Anadolu gezisinde Uşak’ta olaylar çıkar.
Polis göz yaşartıcı bomba kullanır. DP’lilern attıkları taşla İsmet Paşa
yaralar. Bu olayı Necip Fazıl Kısakürek Büyük Doğu Dergisinde: “Küçük bir çakıl taşını bu kadar büyütmeye
gerek yok. Onun leş haline getirecek gülleden ne haber” diye yazar.
Kahramanlar Yanında Hainde
Yetiştirdi Bu Topraklar
Bu
bereketli topraklarda devletler kurulmuş, devletler yıkılmış. Bin yıldan fazla
zamandır Türk yurdu olmuş, pek çok düşman işgallerine maruz kalmış, inançla,
imanla savuşturmasını bilmiş, yurduna alçakları uğratmamış, niyet edenlerinde
ayaklarını hayallerini hüsrana uğratmıştır.
O
kadar bereketli topraklarımız var ki, pek çok kahramanlar yetiştirdiği gibi
yabancıların gıpta ettiği. Ama o kadarda işlenmiş tarlalarda yaramaz ayrık
otları gibi hainlerde yetiştirmekte menşurdur. Hainler, zamanla gerçek
kahramanları unutturan, hiçleştiren, halkın gözünden düşüren eylemler yaparak,
hainlerin birer kahramanlar gibi halka alıştırıyorlar.
Kurtuluş
Savaşına karşı çıkan, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının mücadelelerine engel
olmak için çeşitli dubaralar kurgulayan zevatlar, Yunan destekçileri, İngiliz
ajanları, işkâlsı Yunan yanlısı fetvalar veren hainliliği sanat yapmış imamları
bugün kahramanlaştırmaktalar.
Karanlığın Aydınlığa Karşı Savaşı
İşgalci
düşmanlara karşı verilen mücadele karşısında bir de bu ülkeyi yıllarca
karanlıkta tutup milleti kör eden, ovalarda köstebek yuvasını andıran evlerde, dağlarda kartel yuvası gibi çalı çırpıdan yapılmış
çadırlarda yaşamaya tabi tutanlara karşı mücadele verenlere karşı savaşıydı.
Abdullah
Gül’ün, Recep Erdoğan’ın, Bülent Arınç’ın ve siyaset eden sağ kesimlerin
yanında ülkemizde bir kesimin “Üstadımız” dedikleri Necip Fazıl Kısakürek nasıl biri?
09/06/1947
yılında Türklüğe Hakaret suçundan 05/08/1947 1 ay 27 gün hapis cezası.
6
Ağustos, Son Posta gazetesi, “Türklüğe hakaret davası bitti” diye yazar
Dahi,
21/04/1950 Türklüğe Hakaret 15/07/1950 3 ay, 25 gün hapis cezası alır.
Cumhuriyet Savcılığı Tevkif Müzekkeresi No 1950/5191
Necip
Fazıl’ın şiirindeki şu sözleri: “Ah
küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap; bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve
inkılâp” diyerek Atatürk ve devrimlerine
hakaret suçu işler. Aslında Atatürk
döneminde ateşli bir Atatürkçü olan Necip Fazıl, 1943 yılında “Büyük Doğu” adlı dergisi Kasım sayısında “Atatürk ölmediğini bir gün mutlaka geri döneceğini yazardı. Atatürk
zamanında gelişen gerici Menemen olaylarına istinaden irticacılar için, “zift ruhlu, zehir” olarak belirtir. Menemen olaylarını şu
sözlerle lanetler: “Vatanımızın
kalbimize en yakın bir köşede daha dün düşman bayrağından temizlediğimiz bir
meydan, (Menemen) bugün ‘inna
fetehnaleke’ yazılı zift ruhlu bir
irtica âleminden temizliyoruz İrtica, yatağımızın başucundaki bir bardak suya
karıştırılan zehirdir” diye yazar. Menderes hükümeti ile birlikte bu sözlerini
unutur, Amerikancı bir zihniyete dönüşür. Menderes hükümetinin örtülü
ödeneğinden kumarda harcadığı paralar söğüşlemeye başlar ve Atatürk
düşmanlığına dönüşür.
Atatürk’e
Hakaret 15/10/1960/3349 numaralı mahkumlar için müddetname “Destan” adlı şiirinde Cumhuriyet Devrimlerine ve Atatürk’e dolaylı hakaret
vardır. 18/12/1961 1 yıl 65 gün hapis cezası.
Necip Fazıl Dinciliği, Cumhuriyet Devrimlerine Karşı Kincilik
Hareketiydi
İşin “Tekke ve Zaviyelerle
Türbelerin Kapatılması ve Türbedarlıklarla İle Birtakım Unvanların Önlenmesine
ve Kaldırılmasına Dair Yasa” 30.11.1925
tarihinde kabul edilen 167 sayılı yasa tasarısını teklifi veren dört isim var.
Sonra 1946’da bu dört kişi Demokrat Parti’yi kurarlar. Bunlar: Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fuat Köprülü,
Celal Bayar’dır. En çokta bu dörtlü kendilerinin teklif edip yaşama
geçirdikleri yasaları yine bu dörtlü bu yasaları laçkalaştıranlar olarak tarihe
geçmişlerdir. Bunların yaptıklarına bir bakalım:
1. 3 Mart 1924 tarihinde 430 sayılı Tevhidi-i Tedrisat (Eğitim Birliği)
kanunu.
2. 25 Kasım 1925 tarihinde 671 sayılı Şapka İktizası Kanunu.
3. 30 Kasım 1925 tarihinde 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin
Seddi’ne ve
Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun.
4. 17 Şubat 1926 tarihinde 743 sayılı Türk Kanunu Maddesi’yle kabul
edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair madeni nikâh
esası ile aynı kanunun 110. maddesi hükmü.
5. 20 Mayıs tarihinde 1288 sayılı Beynelmilel Erkamın (rakamların)
Kabulü Hakkında Kanun.
6. 1 Kasım 1928 tarihinde1353 sayılı Türk Harflerin Kabul ve Tatbiki
Hakkında Kanun.
7. 26 Kasım 1934 tarihinde 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa gibi lakap ve
Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun.
8. 3 Aralık 1934 tarihinde 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilmeyeceğine
Dair Kanun
Türkler, şimdiye kadar görmedikleri yeniliklerle tanışıyorlar. Türkün
adam gibi adam olması için çıkarılmış aşağıdaki 8 maddeden oluşan. 10 yılda
tamamlanan yasaların 1946 yılında Demokrat Partiyi kuranların,1950 yılından
sonra ilgasına iştahlı katkıları
olmuştur. Bu yasaların ilgasında bu dörtlüden oluşan Adnan menderes,
Fuat Köprülü, Refik Koraltan, Celal bayar, Demokrat Partiyi kurduklarından
sonra ilk işleri, kendilerinin desteğinde oluşturulan yasaların yok sayılmasını
da yine bu dörtlü yapmışlardır.
Akıl ve çağ dışılık zorluyor zihinleri. Bir kere bu yasaların Türk
halkına verdiği “adam gibi adam
olma” ağır gelmiştir. Yani millet olarak
işimize yarayan ne varsa tersinde anlamakta üzerimize yoktur. 1923 ruhunun
Türklere sunduğu “adam olma” yasaları duyarsızlıkla ortadan kaldırmak
isteyenler, İslam’ın içine sinsice sokulan Süfyaniler soyundan Emevi
zihniyetinin kalıtımıdır.
Çöreklenmiş Emevi zihniyetinden kurtulmak çok zor: “Geleneksel İslam
fıkhı, temelleri Emevilik tarafından atılan bir fıkıh olduğu için, hem büyük
ölçüde Kur'an dışıdır hem de şiddet üreten bir fıkıhtır. Çünkü bu fıkıh,
İslam’ı ideolojileştiren bir fıkıhtır” der Y. Nuri Öztürk
Eski Marksist, yeni Müslüman Fransız düşünür Roger Garaudy haklı olarak
şöyle der: “Müslümanlar, eğer tarihin
önünde ayakta kalacaklarsa, Çöl fıkhından, uzay fıkhına geçmek zorundalar” Yalan mı?
İstiklal Marşının şairi Mehmet Akif Ersoy, dil, din ilişkisi hakkında
camiler de hutbesinde şöyle der: "...Her tarafta Müslümanlık cehalet, Müslümanlar ise sefalet içinde
mahvolup gidiyor. Müslümanlık bize dünya için bir ‘hayat-ı tayip’ vaat ediyordu. Niye vermedi? İşte bizim hep
cehaletimiz yüzünden Müslümanların hepsi cahil, Arap’ı cahil, Türk'ü cahil,
Kürt'ü, Arnavut'u cahil. Hani Müslümanlar kardeşti? O halde nedir Müslümanların
bu hali? Aman Yarabbi! Kur'an ne söylüyor, biz ne anlıyoruz. Sabır katlanmak
değil, göğüs germektir..." diyerek
acizledir.
İsmet Paşa İle Eski Bir Nazır: İsmet Paşa, Lozan anlaşması için
görevlendirildiğinde, Osmanlı Babı âli sinde yetişmiş deneyimli bir eski
Nazır'dan (bakan) akıl ister: "Ben
acemi diplomatım, sizin zengin deneyimlerinizden yararlanmak isterim" der İsmet Paşa.
Eski Nazır'ın yanıtı: "Bana
akıl sorma! Ne düşünüyorsan onu yap! Çünkü bizim boynumuz dış ülkelere hep
eğikti. Karşımızdakini güçlü, bizim güçsüz olduğu bilinci benliğimize
işlenmişti, hep alttan alırdık. Siz ise bir yenginin insanısınız" der.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 10 yıl içinde yaşama geçirdikleri
yukarıdaki yasaların birilerinin hesabına gelmese de ne kadar yararlı olduğu
şimdi daha iyi anlaşılmaktadır...
1923’den 1945’e kadar devletini korumuş, gözlemiş; siyasi İslamcılara
göz açtırmamış bir devlet idaresi 1945’den sonra ilk laçkalığını dinde
göstermiştir. Kemalist ideolojinin çöküşü CİA’nın kapalı planları sonucu,
“Dünya İslam Birliği” kurmaya, başına
Türkiye’yi getirmeyi ön gören ABD, İslamcı-Müslümanları hep kışkırtmıştır...
17 Eylül 1943’de kurulan “Büyük
Doğu” adlı derginin sahibi Necip Fazıl
Kısakürek, dinsel gizemciliğin ve kendini besleyen Amerikancı bağlılığın gücü
doğrultusunda yayın yapar. 1946’da siyasi İslamcı çizgiye tamamen giren
dergide, aslen Aksekili olan “Serdengeçti” lakaplı, Osman Yüksel adı da öne
çıkar. Çağdaş cumhuriyetin on yıllık sürede çökertilen Sünni-dinciliğin üst
yapısının rövanşı 1950’den sonra alınmaya yemin etmiş siyasiler işlerini inatla
sürdürmektedirler.
İBDA-C
(İslam-i Büyük Doğu Akıncılar Cephesi)
MSP’nin
Akıncılarının devamı olarak 1984’de kurulan İBDA-C İslam-i terör örgütü RP
(Refah Partisi) oldukça destek görmüştür. Finans kaynakları da Al Baraka, Milli
Gazete, Akit ve Akit grubuna bağlı Cuma dergisi, Milli Gençlik Vakfı ve dahi
Refah Partisi. Bu örgütü oluşturanların gözünde yatan düş, şeriat için silahlı
savaş vererek “Allah’ın askerleri” (Hizbullah) imgesiyle alana çıktıkları bilinir. Aşağıda açıklandığı gibi sert
çıkışları ile ünleri yaygındır.
İBDA-C’nin
üstadı ve fikir babası Necip Fazıl Kısakürek’in tezleri doğrultusunda
kurulmuştur. “İslam-i Büyük Doğu Akıncılar Cephesi” fikrinin mimarı sair Necip Fazıl Kısakürek hayranlarına
duyurulur. Refah Partisi ve İBDA-C hakkında Ergün Poyraz’ın “MNP’den FP’ye
İhanet Belgeleri” yapıtına bakınız.
12
Eylül 1980 askeri darbeden sonra MSP (Milli Selamet Partisi) kapatılmasıyla, MSP’nin yan örgütü olan “Akıncılar” da İBDA-C’nin içinde ad
değiştirerek birer nefer olarak varlıklarını sürdürürler. Sert çıkışlı, dili
sivri, kendilerinden olmayanlara küfrü hak gören bir tür yapılanmaları vardır.
İBDA-C’cilerin
çıkarmış oldukları “Taraf” adlı
dergilerinde bazı ilginç ve düşündürücü kesitler aktarmakta yarar var.
Bunlardan bazıları şöyle: “...bizim
vazifemiz paryalıktan başka hak tanımayan bir Siyonist Türkiye Cumhuriyetini
yok etmektir. Her ne suretle olursa olsun yok etmek ve Sünni İslam devletini
kurmaktır. Bu görev her Müslüman’ın üzerine farz-ı ayandır...” (1)
MSP
lideri Necmettin Erbakan’ın Akıncılarının 1984’de Salih Mirzaoğlu takma adlı
Kürt kökenli Salih İzzet Erciş tarafından Batman’da kurulmuştur. Kumar düşkünü
İslamcı şair Necip Fazıl Kısakürek’i “üstat ve yol gösterici” olarak
bilirler ve ondan ilham alırlar.
Davutlar
Milli Gençlik Vakfı adına Fikret Eraydın adlı bir kişi “Taraf dergisi” ne abone olmak istediğini, 6
aylık parasını yatırdığını mektupla bildirir. Eraydın Mektubunda şöyle bir
tenkit yazmayı da ihmal etmez: “...derginizde bazı İslam edebine aykırı kelimeler kullanılıyor. Lütfen
bu konuda biraz dikkatli olalım ve yazalım. Bu gibi sözler davanıza zarar
verebilir...” der.
Bu
istek karşısında “Taraf Dergisi” söyle bir yanıt yazar: “...küfür hakikati örtmektir. Hakikati
örtenleri aşağılamak, tahkir etmek ise ‘şer-i bir vazifedir.’ İmamı Rabbani
hazretleri ‘ehli bidati tahkir edin, aşağılayın’ diye buyuruyor. Tüm
ahlaksızlıkları içerisinde toplayan Kemalizm’e ve onun işbirlikçilerine tahkir
edici ifadeleri, İslam edebine aykırı kelimeler olarak görmeniz yanlış. Piç,
veledizina, ibne, ayyaş ve pezevenklere sıfatlarını söylememek Hakk’ı incitir.
(...) İman öfkesiyle sövmeyi birbirine karıştırmayınız. Küfre hakaret etmek,
yerine göre şiddetin bir parçasıdır.”
derler.
Taraf
dergisi 32. sayısında: “...Anadolu’nun
kurtuluşu için İslamcı savaş harekâtı resmen 2 Temmuz (1993) Sivas’ta, fiilen
de Ağustos ayı İBDA-C çıkışıyla başlamıştır. (...) Müslümanlar
silahlandırılmalı, laik devletin sonu hızlandırılmalıdır. (...) MGV (Milli
Gençlik Vakfı) daha şimdiden iç savaşın önemli kalelerinden olacağını
hissettiriyor. (...) İslam’ın kanı yerdedir...” der.
İBDA-C
yayınlarındaki bazı sloganlara bakarsak PKK’ya açıkça destek verdiklerini de
görürüz. İBDA-C’ciler doksanlı yılların ilk yarılarında, her şehit düşen Türk
askeri için bayram ettikleri taraf dergilerinde sergiledikleri yazılardan bazıları: “Yaşasın Kemalizm’e karşı PKK’lı
gerilla kardeşlerimiz... Yaşasın kanlı Sivas kıyamı; dinsiz cumhuriyet yıkılma
yolunda en önde giden Sivas’ın yiğit Müslümanlarına teşekkürü bir borç biliriz”
gibi pek çok radikal çıkışlar.
Ve
dahi; “...karar çıkmıştır, ‘İslam’da
şiddet yoktur’ diyen her kim olursa olsun aynen Kemalist ve işgal yanlısı bir
kâfirdir. Nifak ve fitnecilerin katli hak ve önceliktir. Yaşasın Anadolu
halkının şeriat için silahlı mücadelesi...”
Sivas’ta
37 aydının yakılmalarına ise o kadar alçakça ve insafsızca sözler söylemekteler
ki, insanları diri diri yakarak öldürenler için haklılık payı veren bunlardan
bir kaçı ibretlik sözleri: “...Sivas’ta
insanlarımız yargılama ve cezalandırma hakkını kullanmıştır. Yargılama ve
cezalandırma hakkı yalınız Müslümanlarındır. Bunun lamı cimi yok. Yasadışı
TC’nin hiçbir hakkı yoktu...” diyerek
devlete bile kafa tutmaktadırlar.
Bir
taraf okuru kadın: “...bir büyüğünüz
olarak, ablanız ve anneniz gibi düşünüyorum” diyerek bir uzun bir mektup yazar.
İşin detaylarını anlayamamış Taraf okuru bu kadın: “...Taraf dergisiyle müşerref oldum, çok
beğendim fakat polise köpek, teröriste gerilla diyorsunuz (...) Allah aşkına
PKK’yı hiçbir şekilde haklı çıkararak bahane ileri sürmeyin...” der.
Taraftan
yanıt: “...Müslümanlara parya muamelesi
yapan, geçmişte yüz binlerce kardeşimizin kanına giren Kemalist devlettir. PKK
değil! İslamcı mücadelelerin etkinliği, bu devletin güç kaybetmesiyle
bağlantılı olduğundan ona darbe indiren her kesim, biz İslam devrimcilerini
mutlu kılar... Polise ‘köpek’ nitelemesi, işkenceci ve kuduz İslam düşmanı
polisler için geçerli, bizimkiler için değil” diye yanıtlarlar.
Malatya
cezaevinde PKK davasından yatmakta olan ve kendini “savaş esiri” olarak tanımlayan Mehmet İstek adlı birinin Taraf’a yazdıklarından bir
bölümü şöyledir: “...Kürt ve Kürtlerin
tanımlarını doğru ele almanız, derginizi takdir etmeme neden oldu...” der.
Tarafın
yanıtı: “...siz oradan kıracaksınız
zinciri, biz buradan...” olur.
İBDA-C’ye
bir mektup gelir imzasız. Bu imzasız mektuba yanıt vermek için iki gün
çalışırlar yanıt vermek için. Fakat bir türlü yanıt vermezler. Ancak kısa bir
not düşerler Taraf dergisine imzasız mektup atana: “Yahu muhterem, inanır mısın yayın kurulunu
topladık, senin sorularını tartışmaya açtık, gece geçti, gündüz döndü yok,
cevaplayamayacağız. İyisi mi, sen siktir ol başka kapıya git” derler.
O
mektubun aslı aşağıda şöyle: Türkiye’nin
samimi Müslüman halkını kandıracak, kandıramazsanız silahla yanınıza mı
çekeceksiniz? Bre dinsizler... Bre ehlisünnet vel cemaat geçinip Allah’a,
peygambere, Kur'an’a, vatana, isyan edenler... Bre besmelesizler, bre yüce Allah Kur'an ’da, kâfirler için dahi ‘onları dost edinin’ demişken, düşmanlıktan
söz etmemiş iken 'taraf olmayan, bertaraf olur' diye Müslümanları tehdit edersiniz. Tuhaf; “Taraf olmayan, bertaraf olur” sözünü son seçimlerde tehditkâr bir biçimde
Recep Erdoğan muhaliflere söylemiştir.
Sizi
dini ve niyeti bozuklar, nasıl olur da ulu emre itaat Allah’ın hükmü iken,
peygamberimizce ‘başındaki sarma başlı
Habeş bile olsa itaat edin’ demiş iken ‘taraf
olmayan, bertaraf olur’ diye
Müslümanları tehdit edersiniz... Ali Muaviye’ye başkaldırmamış iken,
dünyadaki en ileri ülke. Bre kılıksız cahiller. Bre Müslümanlar arasına
fesat tohumu saçan eşkıyalar; sizin cenaze namazınız bile İslam hükmü
gereğince kılınmaz” diye geçer.
Not:
RP’si döneminde Recep Tayyip Recep Erdoğan İstanbul Belediye Başkanıydı. O
dönemde Recep Erdoğan İBDA-C’ciler gibi düşünüyordu. Hani İBDA-C’ cilerin
söylediği: “taraf olmayan, bertaraf
olur” sözleri, recep Erdoğan’ın
geçmişteki bilinçaltına yerleşmiş takıntıların bir an yüzeye yansımasıdır
Anayasa değişikliğindeki muhaliflere öfkelendikçe mosmor kesilip kızara bozara
söylediği: “bitaraf olan, bertaraf
olur” sözleri.
Ayrıca,
günümüzdeki “Taraf Gazetesi” ile 1990’lı yıllarda İBDA-C’nin çıkarmış
olduğu “Taraf Dergisi” ayrıdır, karıştırılma maldır!
1976 Yılında Necip Fazıl ideolojisinde Akıncılar
Kurulur
Ocak 1976 yılında kurulan
Akıncılar Derneği, MSP’nin militan güçleri olarak 1977 yılında git gitgide
şiddetini artırarak eylemlere başlayarak. MSP, Akıncılar Derneği planı, MHP’nin
Ülkücülerinden örnek alınarak yaşama geçirmişlerdi. MHP’nin sokak militanları
Ülkücülerin yaptıkları eylemlerden sorumlu olmazlardı fakat, ülkücülerin
eylemleri hep MHP yararınaydı.
MSP Akıncıları
oluştururken model olarak Ülkücü MHP ilişkilerini benimsemesi nedeni, Ülkücüler
hem MHP’li idiler, hem de değildiler. Ülkücülerin bütün yaptıkları sokak
eylemlerinden en az bazı MHP’li yöneticiler bilgi sahibiydiler ama hukuken bir
bağları olmadığından sorumlulukları yoktu. İşte bu Ülkücü-MHP model yapı,
MSP’yi (Milli Selamet Partisi) harekete geçirerek Akıncıların kurulmasına geçerler. Böylece MSP’de
kendi vurucu gücünü oluşturuyor, ama ayrı bir kuruluş olduğu için, Akıncıların
açıkça belli fikirlerini MSP’nin açıktan söylemek isteyemediklerini
söyleyebilen ki, yaptıkları eylemlerden hukuken sorumlu olmayan MSP
militanlarıydılar.
Akıncıların etkilendiği,
Akıncıların ana kökeni, daha önceden kurulmuş olan Necip Fazıl Kısakürek’in
“Büyük Doğu” yankılanmasının, Nakşiliği
disiplininde MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) içinde yetişmiş Akıncılar
üzerindeki etkinin fevkalade olduğu bilinendi. MTTB, içinde Necip Fazıl’ın
etkisinde 11. Cumhurbaşkanlığı yapmış Abdullah Gül de bulunmaktaydı.
Akıncıların öykündüğü bir
başka dış kökenli etkilendiği, Mısır’da 1926 yılında ortaya çıkan “İhvanı
Müslim” (Müslüman Kardeşler) olmuştur.
Laik Filistin için Türk solu mücadele verirken, Filistin’e giderek birçok Türk
solundan gençler, Filistin davası için savaşırlarken, İhvan kardeşlerin böyle
bir kaygıları yoktu, varsa yoksa şeriat, şeriat için vardılar, Filistin’in
özgürlüğünden daha önemliydi. Bu hal, aynen Akıncılar içinde MSP ve Akıncı
militanları içinde geçerliydi.
Anti Komünizm hareketlere
karşı mücadelede olduklarını iddia eden Ülkücüler, Akıncılar ile ilk başta
birlikte çalışırlar. Bu ortak çalışmalarına MTTB’de dahil olur. Lakin bir şey
fark edilir, birbirlerine yakınlaştıkça, birbirlerinden eleman kazanmayı da
ihmal etmedikleri. Bazı hallede, Ülkücülerden dine daha yatkın Akıncılara
eleman temini, Ülkücü-Sol çatışması kadar yoğun olmasa da, Akıncı-Ülkücü
çatışmalarını da yanında taşır duruma gelir. Bu Akıncı-Ülkücü çatışmasının
altında yatan, MHP’nin ilgi alanlarına zuhur eden Akıncılara kızgınlık, şiddete
varan duruma kadar uzanır, yoğun Ülkücü-Sol çatışmalarındaki kadar ölümlü sonuç
olmazsa da bazen ölümlerle sonuçlanan durumlar olmuştur.
Akıncılar birkaç kola
dağılırlar. Her ne kadar Akıncılar Türkler içinden ortaya çıksalar da,
İslamcılık kadroları, İslamcı Kürtleri de içlerine alarak, Kürtlerin yoğun
oldukları yerlerde oylarını 1977 seçimlerinde yükselttikleri fark edilmiştir.
Yani MSP bu 1977 seçimlerde oylarını Kürtlerin yoğun oldukları yerlerden oy
almayı, 1980’lerden daha sonraları seçimlerde de sürdürmüştür.
Akıncılar derneğinin
kurucuları arasında yer alan önemli bir ad: Büyük dedesi Kürt Mutkili Aşireti
reisi Hacı Musa, Şeyh Sait isyanını örgütleyen “Azadi” (özgürlük) lideriydi Yine Hacı Musa’nın 1925yılında
isyan arasında ölen oğlu İzzet Bey de Mirzabeyoğlu’nun dedesiydi. Bu Akıncı
Mirzabeyoğlu 1950 yılında Erzincan’da doğmuş olan İzzettin Salih Erdiş, Daha
sonraki adını “Salih Mirzabeyoğlu” olarak değiştirmiş. Eskişehir’de Nakşî olmuş, yine burada tanıdığı Necip
Fazıl Kısakürek’in etkisinde kalmış, “Bürük Doğu” cu olmuştur. Yıllar sonra kuracağı İBDA-C terör örgütünün
de adını buradan almıştır.
1977-1979 yılları arasında
MSP ve Akıncılar çevresinde bulunan ve daha sonra Akıncıların içinden, İran
devriminden etkilenen bir başka İslamcı silahlı terör örgütü olarak ortaya
çıkar. Bunlar ise “Hizbullah” topluluğu, olarak başında da Hüseyin Velioğlu
Akıncıların en önemli halefleriydiler.
Bu Akıncı kökenli Kürt
İslamcı terör örgütleri 1990’lı yıllarda sokağa indiler, birçok aydın insanları
katlettiler. Bir gerçeğin altını çizersek, bu Akıncıların arkasında Recep
Erdoğan ve yıllar (2) sonra AKP’de konumlanan pek çok kişiler vardı.
Kininin ve Dininin Davacısı Olan;
Recep Erdoğan’ın ilham kaynağı Necip Fazıl’ın
Menderes Hükümeti döneminde yıllarca, örtülü ödenekten para almıştır. Büyük
Doğu adında çıkarmış olduğu dergide Recep Erdoğan’ın etkilendiği gençliğe tarif
ettiği “dinin davacısı” ol dediği
tarihlerde Menderes hükümeti güçlü bir biçimde iktidarda ve Necip Fazıl’ın
azılı savunduğu haldedir.
Menderes için gözyaşı dökerlerken, arka planlara
bakalım...
Türk gençlerine “dininin davacısı” ol diye
telkinlerde bulunurken, himayesinde olduğu Menderes Hükümeti 1955 yılında BM
(Birleşmiş Milletler) Müslüman Cezayir’in bağımsızlığının konuşulmasına karşı
çıkarak, Fransa’nın yanında yer almıştır. Bunu Necip Fazıl gördüğü halde sus
pus, görmezden gelip dergisinde “dininin
davacısı” ol diye yamayı sürdürdü.
1956’da Fransa’nın Müslüman Mısır’a karşı Süveyş
Kanalı’na asker çıkarmasını en hareketli biçimde Menderes Hükümeti
desteklemiştir. Yine Necip Fazın gözlerini kapadı.
1958’de BM’de Cezayir’in bağımsızlığına karşı,
sömürgecilerin yanında oy kullanır.
1959’da yine İsrail’in bağımsızlığını tanırlar.
1959’da yine Menderes Hükümeti ABD’ye Türk
toprakları üzerinde üs kurma izni veriler.
Türk gençliğine “dinin davacısı, kinin davacısı” yazılarını yazmaya devam eder Necip Fazıl. Menderes Hükümet başkanının
elinin altında olan örtülü ödenekten nemalanmaya devam eder.
Recep Erdoğan Hükümeti ne yapıyor? Halkın önüne
çıkıp Menderesin resimleri önünde poz verdi durdu ve Necip Fazıl’ın şiirlerini
okudu durdu. Örtülü ödenek elinin altında, kimse hesap sorama yetkisi yok. Kim
bilir örtülü ödenekten hangi yandaş destekçilerine gidiyor bilen yok ama bir
gün meydana çıkar da görür bu millet.
Müslüman Irak’a ABD saldırısını desteklediler ve
Irakta ABD Askerlerinin başarılı olması ve sağ selim ülkelerine dönmeleri için,
Irak’ta 1 buçuk milyon Müslüman katleden dahi,
kadınların zorla ırzına geçen ABD askerlerine Recep Erdoğan başarılar
dileyip dualar okumuştur.
ABD’nin Irak işgaline askeri destek vermek için 1
Mart teskeresinin meclisten canla başla çalıştılar. İsrail’in en azılı düşmanı sayılan Müslüman
Suriye’ye nasıl cephe aldığını görün.
Atatürk’ün getirdiği devrimlerin rövanşıdır Necip Fazıl’ın
aşağıdaki sözleri.
Dilinin davacısı: Atatürk’ün dil devrimine karşı
vurgulanan bir tür anlatım biçimidir.
1952’de Anayasanın dilinin değiştirdiler. Eski
Arapça-Farsça sözcükleri geri getirdiler. Ezanı Türkçeden yeniden Arapçaya
getirdiler.
İlminin davacısı: Gençliğin asabına etkilemek için,
eğitim düzeyindeki değişiklikler, Köy Enstitülerin kapatılması. Üniversite
özerliği siyasilerin ayakları altına alınır. Menderes bu üniversitelerin
özerkliğine karşı oluşunu şöyle açıklar: “Ondan sonra üniversite kalkar ‘ben meclisi murakabe edeceğim’ der. O
Büyük Millet Meclisi’yse ‘ben de
üniversitedeyim der (...)
Kininin davacısı: İşte bu bir felakettir. Kin ile
dinciliği nasıl yan yana getirdiklerine şaşmak gerekir.
Irzının Davacısı: Neyi kast ettiği bellidir.
Kadınları çarşafa ve tesettüre girilmesini tavsiyesidir. Ama kadın başını örtü,
namus kurtulmadı. AKP hükümeti iş başına geçtiği 2002 yılından bu yana kadınlar
kapandıkça vesikalı hayat kadını da kat ve kat artmıştır.
Mehmet Yiğittürk haklı olarak şöyle diyor: “Vatanın Davacısı neden yok?”
Dahi, Necip Fazıl Kısakürek 12 Eylül
Hayranlığı
Her benimsemediği konuda kinini,
nefretini açıkça ortaya kusan Necip Fazıl, ülkenin yüz karası, kanlı 12 Eylül
askeri darbesini öve öve bitiremez, basar yağcılığını, yazar yazılarını, sahip
çıkar gururla 12 Eylül darbesi kaleme şu sözlerle kaleme alır:
“Hareketin mahiyeti… Malum
klasik darbelerden biri değildir… Bu hareket olmasaydı, yıl değil, ay değil,
belki hafta ve gün hesabı ile Türkiye'nin çöküşü gerçekleşebilirdi… 27 Mayıs
1960 ile 12 Eylül 1980 Hareketi arasında şu fark vardır ki, ilki milli iradeye
tam zıt ve fikirsiz bir gece baskını olmuşken, ikincisi milli ihtiyaca tam
uygun bir imdat davranışı olmak istidadındadır… 27 Mayıs 1960 hareketi 'millete
rağmen' diye belirtilirken, 12 Eylül 1980 müdahalesi ancak 'millet için'
formülüyle ifade edilebilir."
"Hükümetten ziyade onu mefluç kılan partilere ve fesad ocağına döndürdükleri Meclis'e yönelik bir davranış… Hedefi de bölücülük, komünizm ve din nikabı altında dolayısıyla gayet tabii olarak 'devlet ve cumhuriyeti koruma ve kollama' atılışı. Bir iç darbe değil, iç şahlanıştır. İsyan değil, ıslah" der.
Selman ZEBİL
(1)Taraf dergisi 1984 sayı 26. sayfa 2- 8
(2) Kaya Ataberk, “Türk Siyasetinde Kürt İslamcılar” adlı yapıtı, İleri Yayıncılık, s.198-201
Necip Fazıl KISAKÜREK, Büyük Doğu Dergisi / Sayı 20
/17.7.1959
Necip Fazıl Kısakürek, Doğru Yolun Sapık Kollaro, 1977
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder