29 Ekim 2022 Cumartesi

DIŞGÖÇ SORUNU ve Ord. Prof. Dr. Philipp Schwartz (1894-1978)

 

Ord. Prof. Dr. Philipp Schwartz (1894-1978)

1930’lu yıllar Yeni Cumhuriyetin 10. Yıllarıydı...

Adolf Hitler faşizm zulmünden kaçıp Türkiye'ye sığınan, çok sayıda başta Alman bilim insanını güvenli ülke diye Türkiye’ye sığınırlar. Faşist Hitlerin Nazi Almayasından canını kurtaran Ord. Prof. Dr. Schwartz bunlardan en önemli biriydi. Faşizm zulmünde; yaşamları tehlike altında olan diğer 46 akademisyeni kurtaracak. Listenin başında 21 bilim insanıyla Türkiye kurtarıcı devlet olur.

Nasıl 1930’lu yıllar Almanya’da Hitlerin yaptığı bilim insanı kıyımı olduysa, bugün Türkiye’de “ulusal birliktelik” yerine 1930’ların Hitler Almanya’sı gibi, “ulusal bir utanç” veren “benden olmayan, benim düşündüklerimi onaylamayanlar” sığ düşüncesiyle bilim insanlarını ayrıştırıcı, horlayıcı tutulardan dolayı, iyi yetişmiş yetenekli gençler dahi “yeter artık” deyip son günlerde ülkelerini terek ederek Avrupa yollarına düşmelerine yol açan zihniyet benzer biçimdedir.

Atatürk ve Ekibi Ne Yapmışlardı!
Ankara'da kurulmuş uzun masanın başında dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip oturuyordu. Sağ yanında hükümetin üniversite reformu danışmanı Prof. Dr. Albert Malche vardı. Masanın çevresindeki diğer koltuklar da bakanlık yetkililerine ayrılmıştı. Salona girip tek boş koltuğa oturdu ve toplantı başladı. Ortak dil olarak Fransızca seçilmişti. Yedi saat süren toplantıdan çıkar çıkmaz kendisinden büyük bir merakla haber bekleyen İsviçre'deki arkadaşlarına telgraf çekti:

Ord. Prof. Dr. Philipp Schwartz o sonrası anılarını şöyle anlatacaktı: “Üç değil, 30...” Daha sonra 30’u bile çoktan aşarak 1930'lu yıllarda “üniversitesini kurmakta” olan yeni Türkiye Cumhuriyeti, Alman Nazi zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınan 300 bilim insanının yerleşmesine sağlayanların başında Schwartz geliyordu. 

Ord. Prof. Dr. Philipp Schwartz, Yahudi kökenli Macar patologdu. Budapeşte Üniversitesi'ni bitirmiş, 1928 yılında Almanya'da profesör olmuştu. 1933 yılında Hitler zulmünden İsviçre'ye kaçmıştı. Ancak sadece kaçıp kendini kurtarmamıştı. Bir yandan da kendisi gibi zorda kalan Alman bilim insanlarını da örgütleme görevini yapmış, Yurt Dışındaki Alman Bilim Adamları Yardımlaşma Derneği (NDWA) aracılığıyla can alan Nazi faşizminin kaygısına düşmüş yüzlerce bilim insanının yalnızca canlarını kurtarmakla kalmamış, onların bilimsel etkinliklerini sürdürmelerine de olanak sağlamıştır Türkiye'de.

Philipp Schwartz, 1934’te geldiği Türkiye’de 1948’e gelindiğinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olur. 1953'te de Almanya'ya döner. Oradan daha sonra gittiği ABD'de 1977'de 83 yaşında yaşama veda eder.

Türkiye Bilim İnsanı Şu Son Günlerde Tersi Benzer Göçü Yaşıyor...
Ord. Prof. Dr. Philipp Schwartz'ın yıllar sonra yaşamına damga vuran olayların benzerinden söz eden Deutsche Welle'nin geçtiği bir haberinin başlığında: “Tehlike altındaki 46 bilim adamına davet” diyordu. Şöyle: Almanya'nın ünlü Alexander Van Humboldt Vakfı, yaşamı tehlike altında olan 46 yabancı bilim insanını araştırma enstitülerine davet etti. 46 bilim adamından 21'i Türkiye'den...” olması, Türkiye’yi yönetenlerin utancı olmasıydı.

Daha ilginci ise: “Merkezi Bonn kentinde olan Alexander Van Humboldt Vakfı'ndan yapılan açıklamada, Philipp Schwartz adlı girişime bağlı bursiyerler ocak ayından itibaren iki yıllığına Almanya'nın toplam 39 araştırma merkezinde görev yapacak. Söz konusu bilim insanları ülkelerinde savaş ortamı ya da siyasi soruşturmalar nedeniyle Almanya'dan destek talebinde bulundu. Bursiyerlerin çoğunluğu 21 kişi ile Türkiye'den geliyor, onu 18 kişi ile Suriye izliyor. Irak'tan üç, Tacikistan, Burundi, Yemen ve Sudan'dan ise birer bursiyer Almanya'ya geliyor.” Ülkeyi hangi ülkelerle kıyaslayın bakın, yeri nerde? Bu daha da Türkiye’yi yönetenlerin utancı olması gerektirmektedir. Ayrıca tamamı İslam ülkelerinden olmaları!..

İç savaş yaşayan, her dakika bombaların patladığı, can güvenliği olmadığı Suriye’den bile 18 bilim insanı, benzer kaderi yaşayan Irak’tan 3 bilim insanı olurken, Türkiye’den 21 bilim insanı kendilerini Türkiye’de güvende görmeyip tehlikede görmeleri utanç değil se nedir acaba?

1933'te Hitler faşizminden kaçıp yeni kurulmuş, genç Türkiye Cumhuriyeti'nde kendilerini yeniden yaşam güvencesine alan Schwartz. Aynı zamanda kendisi gibi Nazilerin zulmünden kaçan 300 bilim insanının Türkiye'ye gelmesini sağlamış ve yeni Türkiye Cumhuriyeti Üniversitelerinin gelişimine büyük katkı sağlamışlardır.

Bundan tam 83 yıl sonra ise Philipp Schwartz adına kurulan girişim dünyanın dört bir yanından “yaşamı tehlike altında olan” bilim insanlarını Almanya'ya getirip burs veriyor. Bunların içinde en büyük grubu Türkiyeli bilim insanları oluşturuyor olması yine utanç olmalıdır.

Aradan 89 yıl geçmiş, Almanya’da yaşanan utanç yerini kalkınmaya bırakmış, dünyaya lider ülke olmuş, Türkiye ise, dünyada otoriter ülkelerde bile bu kadar bilim insanı kıyımı olmazken Türkiye de acınacak durum, son günlerde 5000’den çok bilim insanı ülkesini terek ediyor, daha güvenli ülkelerde yaşamını sürdürmek için. Hatta daha kötüsü, ülkeyi terk edip, Türkiye dışındaki ülkelerde okuyup yeni bir yaşama atılmak için yaş düzeyi 15'e kadar inmiştir. 

Ayrıca hangi ülkede bu kadar akademisyen kıyımı yapılmıştır. Bu kıyımdan payını alan Türkiye’de 2500’e yakın Akademisyen üniversitelerden atılmış ve onlarcası tutuklanmıştır. Ayrıca, ülkede 15 üniversitesini kapısına kilit vurulmuştur! Bu hal bir ülkenin utanç duyması gereği değil midir?

Türkiye’de Medya ve Cumhurbaşkanlığı Sistemi...
AKP ve lideri, ülkeyi iflasa sürüklüyor! Türkiye’de AKP iktidarının hiç sevmediği medya toplumudur. Bu hele birde kendilerini eleştirenlerden ise, katlanılacak gibi değil, gereği hemen yerine getirtilerek sus sopası tam ağızlarının ortasına vurulur.

Gazetecileri Koruma Komitesi ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü gibi medya kuruluşlarının açıklamalarına göre Türkiye’de “en çok tutuklu gazetecinin olduğu ülke” sıralamasında başlarda yere alan ülkeler içindedir. Bu bir bakıma Türkiye’nin dünya şampiyonu olduğunun göstergesidir.

Dünya’da en çok gazeteci tutuklu sayısını bile Türkiye kimseye vermemektedir...
Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ)'nin 2016 raporuna göre 81 tutuklu gazeteciyle Türkiye liste başı. 38 tutuklu gazeteciyle Çin ancak ikinci olabilmiştir. Üçüncü sırada ise Mısır 25 gazeteciyi tutuklamıştır.

CPJ'nin raporuna göre 1 Aralık 2016 itibariyle bütün dünyada 259 gazeteci tutuklu. Bunlardan 81’i Türkiye de olmaktadır. 15 Temmuz darbesi bahanesiyle ülkede ilan ettikleri OHAL ile kapatılan televizyon kanalları, radyolar, gazeteler, dergiler, haber ajansları vardır. Salt dünyada tutuklu gazeteci sayısı bile kendi başına Türkiye'de medyanın bu duruma getirilmesi “utanç” vericidir.

Ülkeyi yönettikleri 20 yıl boyunca akademi, medyasına, siyasetine kadar çatışmalı, kutuplaşmalı durum ile insanlarının can ve mal güvenliğini sağlayamayan bir ortama doğru son hızla ilerlemektedir. Birçok konuda ülkede yaşayan 85 milyon insana çağrı yaparak, birbirlerini suçlayan vatandaşların, birbirlerini CİMER’e ihbarda bulunmalarını sağlayan “muhbir vatandaş” yarattılar. Bunda bir yere kadar bunda başarılı oldular.

Hani, “Ya başkanlık ya kaos” demişlerdi. Şimdi Cumhurbaşkanlık sistemi yürürlükte, Recep Erdoğan başında ne oldu? Ortaya derin, telafisi git gide zorlaşan ortaya kaos Cumhurbaşkanlığı ortamında daha önce görülmemiş biçimde yürüyorlar. "Verin yetkiyi, görün faizle, dolarla nesil mücadele edilir görün” demişti, verildi yetki, görüldü etki, arttı dolar, enflasyon, zamlar, kederler.

Yararlanılan Kaynak: Prof. Dr. Philipp Schwartz, "Kader Birliği" Belge Yayınları, İstanbul 2003, s.84-85-100

Selman Zebil 29 Ekim 2022 Cumhuriyetin Kurulduğu tarih.


26 Ekim 2022 Çarşamba

GASPIRALI İSMAİL'İN YAŞAMI ve "DARRÜRRAHAT MÜSLÜMANLARI" ADLI ÜTOPYASI




Gaspralı İsmail’in Yaşamı ve “Darürrahat Müslümanları” Adlı Ütopyası Yazılarından

Yıl 1865, aylardan Şubat; Rusya’nın Selanik Konsolosu Leontyev’in raporunda şöyle geçiyordu:

“Trakya’da 700 haneyi vuran bir sel felaketi yaşandı… Her millet kendi felaketzedelerine ilgi gösterdi… Ermeniler soydaşlarına, Museviler kendi dindaşlarına, Ortodokslar ise Bulgarlara ve Yunanlara sahip çıktı… Herkese kiliselerde yemek veriliyor… Görüldüğü kadarıyla, zavallı Müslümanlar herkesten daha perişan durumdalar. Çünkü onlara sahiplik edecek hiçbir merci yok”

Yıl 1851, günlerden Nevroz, Kırım Yarımadası’nın güney ucunda, Bahçesaray’da Kafkasya Genel Valisi’nin tercümanı Mustafa Alioğlu’nun İsmail adında bir oğlu dünyaya gelir. O sonradan babasının soyluluk unvanına istinaden Gaspıralı İsmail ya da İsmail Garpinski diye anılacaktır.

İsmail önce, İslami kurallara göre eğitim veren bir okulda okur, ama anadilini bile öğrenemez. Sonra Moskova’da askeri okula devam edecektir. Ne var ki okulu bitiremez, çünkü Girit’teki Rum ayaklanması nedeniyle zorluklar yaşayan Osmanlı ordusuna yardım etmek için okuldan kaçar; 40 günlük bir yolculuktan sonra tam gemiye binmek üzereyken yakalanır… Geri gönderilir ama Moskova’ya da dönmez.

Gaspıralı, Önce Bahçesaray’da öğretmenlik yapar, Rus edebiyatı ve siyasetiyle ilgilenir. A. Herzen, D. Pissarev, N. Çernişevski, W. Belinski gibi Rus devrimcilerinin (Narodnikler) eserlerini ardı ardına okur ve çok etkilenir; onlar gibi halkçı olur.

Gaspıralı İsmail’in Paris Yılları
1872 yılında Kırım’dan ayrılarak önce İstanbul’a, oradan Viyana’ya ve Stuttgart üzerinden Paris’e geçer. Gaspıralı Paris’te iki yıl kalır. Ekmeğini kazanmak için ne iş olsa yapar; bir ara ünlü yazar Turgenyev’in sekreterliğini de yapar. Yerinde duramaz, Avrupa’nın kültür hayatını öğrenmek arzusuyla gezer ve okur; önce edebi, sonra siyasi ve ardından da felsefi eserleri. O yıllarda Paris de çok hareketlidir. 1871 Paris Komününün yıkılmasının üzerinden henüz bir yıl geçmiştir. İlerici ve sosyalist akımlarla tanışır. Her yere girip çıkar, Genç Osmanlılarla da ilişki kurar.

Türk ve Müslüman’sa Sahipsizdir
Rusya’da yaşayan Türklerin en büyük umudu, Osmanlı Türkleriyle birleşmek ve kurtarılmaktır. Bu amaçla, Kırım’dan İstanbul’a gelen, Gaspıralı İsmail 1874’teaskeri okula kaydolmak için İstanbul’a gelir, amacı Türk ordusunda subay olmaktır. Rus elçisinin müdahalesi sonucu başvurusu kabul edilmez.

Zor günlerdedir imparatorluk; 19. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı Devleti dağılmaktadır. Osmanlı aydınları ise ortak bir örgütte buluşamayacak kadar dağınıktır. İşte böyle şartlarda Gaspıralı, hem Türk aydınlarıyla birleşmek hem de Rusya’da yaşayan Türklerin öncü kesimlerini aydınlatmak için güçlü adımların atılması gerektiğinin bilincine varır. O halde 19. yüzyıl Türkçülüğü, sadece Aydınlanma ve çağdaşlaşma sürecinin değil, aynı zamanda ulusal varlığın korunmasının da ifadesi olarak doğar.

Gaspıralı İsmail iki yıl sonra Kırım’a döner, halkı tanımak için köyleri dolaşır, Rus halkçıları gibi o da halkın arasına karışır, Türk köylülerinin hayatını paylaşır. Bu arada Türk ve Rus gazetelerine Molla Abbas takma adıyla makaleler yazar. Halk Gaspıralı’yı bağrına basar, Bahçesaray’ın belediye başkanı olur. Beş yıl görevde kalır. Ama onun esas amacı halkı ve özellikle de köylüleri aydınlatmaktır. Okullar kurmak, gençleri eğitmek ve gazete çıkarmak için yetkililere başvurur. Gazete başvurusu, yayın Rusça-Türkçe olmak kaydıyla kabul edilir. 1883 yılında kolları sıvar ve Tercüman gazetesini çıkarır…

Rusya Toplumu ve Siyasi Koşullar
Rusya’nın ekonomik ve siyasi açıdan canlanmasına, Rusya’da yaşayan Türkler ayak uyduramazlar. Bu gerçeği kavrayan ve değiştirme yönünde adım atan ilk aydınlardan biri Gaspıralı olur... O önce Rusya’da yaşayan Türk ve Müslümanları aydınlatacak; sonra da bütün Türklerin ortak birliğini hedefleyecek girişimlerde bulunmak için girişimlerde bulunacaktı. Başta amacı “dilde, düşüncede ve işte birlik” sağlamaktı. Bu ülküsünü gerçekleştirip yaşama geçirmek salt ömrü değil, bütün servetini de harcar.

Ona göre; “Türkler yalıtılmışlıktan kurtulmalı, Avrupa’nın uygarlık dengini yakalamalıdır. Hatta o kaynaklardan beslenmelidir” Trakya’daki sel felaketinde olduğu gibi Osmanlı Türkleri, içinde bulundukları içler acısı durumdan kurtulmalıdır. İstanbul hükümeti Batının güdümünden çıkmalı; emperyalist ülkelerden bağımsız, toplumsal açıdan gelişmiş ve çağdaş bir düzen kurulmalıdır. Türkler için başka bir çıkar yol yoktur. Dahi, bütün Türk kavimlerinin konuşacağı ortak bir Türkçe geliştirilmelidir. İstanbul Türkçesinin dil yapısını bozan Fars ve Arap etkisinden kurtulmalı, dincilik adı altında yürütülen yobazlığa karşı durulmalı, halk din konusunda aydınlatılmalıdır.

Gaspıralı İsmail sadece gazete ve dergiler çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda eğitimde “Usul-ü Cedit” (Çağdaş Eğitim Metodu) yerleştirmek için okullar inşa eder, müfredat kitapları yazar, öğretmenleri bizzat eğitir. Türklerin yaşadığı bütün bölge ve ülkeleri dolaşır.

Gaspıralı İsmail’in Ütopyası
Türk ütopyalarının en seçkin örneklerinden olan “Darürrahat Müslümanları”, onun kaleminin parlak bir ürünüdür. Ayrıca kadınların içinde bulundukları toplumsal geriliği eleştirmek için “Kadınlar Ülkesi” adlı bir ütopya daha yazar.

Çıkardığı Tercüman gazetesinde Batılı ülkelerin kapitalist düzenini eleştiren yazılar yayımlar; sömürü ve eşitsizliği mahkûm eder, Avrupa’nın sosyalist akımlarını tanıtır. Gazetesinde R. Owen, C. Fourier, Saint Simon, Edward Bellamy gibi ütopik sosyalistlerden bahseder, onların eserlerini gazetesinde tefrika eder. Türkçülük düşüncesinin yaygınlaşmasını sağlar. Türk aydınları arasında baş gösteren “İslamcılık”, “Osmanlıcılık” ve “Türkçülük” tartışmalarına katılır. En doğru yolun Türkçülük olduğunu savunur.

En büyük destekçisi ise varlıklı bir aileden gelen kayınvalidesi Fatma Hanım olur. O, damadının Aydınlanma davasına öylesine inanır ki en son, çeyizinde sakladığı ziynet eşyasını bile ona davası uğrunda harcaması için verir.


1894 yılında Tercüman’ın Osmanlı topraklarına girmesi yasaklanır. Bunun üzerine İstanbul’a gelir, Jön Türklerle de görüşmeler yapar. Osmanlı ve Rusya'da yaşayan Türklerin karşılıklı ilişkisinin gelişmesine katkıda bulunur.

1908 yılında Jön Türk Devrimini hararetle destekler…
1911 yılında Hüseyinzade Ali Bey’le birlikte İttihat ve Terakki’nin Merkez Yönetimine seçilir. Yusuf Akçura’nın yayımladığı Türk Yurdu’nda yazıları yayımlanır.

Kaspıralı İsmail, Almanlarla İttifaka kaşı, Türk-Rus Dostluğunu Savunur
Her zaman Türk ve Rusların kader birliğine vurgu yapar iki halkın dostluğunu savunur. Bu nedenle 1. Dünya Savaşı’na giden koşullarda Osmanlı’nın Almanlarla ittifakına karşı çıkar. Ona göre savaşta en çok Rusya ve Osmanlı zarar görecektir. 1914 yılında Rusya’da yapılan seçim faaliyetlerine katılmak üzere yollara düşer. Petersburg yolunda hastalanır ve birkaç ay sonra da baba ocağında hayata gözlerini yumar.

Ölümü Türk dünyasında geniş bir yankı uyandırır…
Cenazesine o günün koşullarında6 bin kişi katılır. Gaspıralı için “dava adamı ayakta öldü” denir…

Onun kurduğu okullar, Sovyet Devrimi’ne kadar çağdaş kuşaklar yetiştirmeye devam ederler. Gazetesi Tercüman, kızının denetiminde bir 4 yıl daha çıkar. Kızı Şefika Hanım sonradan Türkiye’ye yerleşir ve 1975 yılında vefat eder.

Türkiye’nin halkçı, Türkçü kuşağın gelişmesinde onun da büyük payı vardır. Türkiye’nin kaderinde bu kuşak önemli büyük roller almışlardır. Atatürk’le birlikte Cumhuriyet Devrilerini gerçekleştirmişlerdir. Ancak üzülerek söyleyelim ki, Gaspıralı İsmail hakkında Türkiye’de solcu, sosyalist geçinenlerle, dinci yobaz tayfalar hiçbir bilgiye sahip değiller.

Aslında 19. yüzyılın devrimci akımı olan Türkçü-halkçı akım, 1930’lu yıllardan sonra ayrışmaya uğrar; solcular Türkçü-halkçı, sağcı milliyetçilerse halkçı-devrimci damardan koparak (*) birbirine yabancılaşırlar.

(*) Sadık Usta, “Odatv.com

19. yüzyılın Türkçülük eylemleri, sosyalist teoriden besleniyordu. Nitekim Hüseyin Cahit Yalçın anılarında o dönemin kültürel iklimini, “O zaman hepimiz sosyalistik” diyerek açıkça ifade eder. Onlar Namık Kemal'in vatanseverliğini bayrak edinmiş, Batı kapitalizmine karşı ulusal ekonomiyi savunuyorlardı; onlar dinci bağnazlığa karşı Aydınlanma düşüncesinden yanaydılar; Türk dilinin yabancı etkiden kurtarılmasını teşvik ediyor, halkçı-devrimci tutum alıyorlardı.

Şaşırtıcı ama gerçek: Bugün hâlâ ciddi bir Gaspıralı arşivine sahip değiliz. Onun çalışmaları Amerika, Rusya, Gürcistan, Türkiye ve Azerbaycan arasında dağılıp gitmiştir. Çıkardığı gazete ve dergilerdeki makalelerin bir kısmı büyük bir özveriyle Yavuz Akpınar, Bayram Orak ve Nazım Muradov tarafından bir araya getirilmiştir.

Son söz: Yusuf Akçura, Gaspıralı için “Türk milletinin muallimi” demiştir. Kırım Türkleri ise onu “Türklerin Babası” olarak sayarlar.

Yararlanılan Kaynak: "Seçilmiş Eserleri" Ötügen Yayınları

Selman Zebil 26 Ekim 2022






                            


GASPIRALI İSMAİL (1851-1914) HAYATI ve ENGİN GÖRÜŞLERİ




GASPIRALI İSMAİL (1851-1914)

Türk dünyasının büyük düşünürü, yetiştirdiği en büyük zekâ, güçlü mücadele adamı ve gerçekten inanmış idealist kültür milliyetçisi, değişimci, yenilikçi düşünürüdür.

Gaspıralı İsmail, Kırım-Bahçesaray’a iki saatlik aradaki Avcıköy’de dünyaya geldi. 1853-1856, Kırım Savaşı bütün şiddetiyle süren dönemde geçen çocukluğu Kırım-Türk kültürünün beşiği olan Bahçesaray’dır. Orada Türk kültüründen silinmez izler bırakan evler, sokaklar, Hansarayı, hanlar, camiler olmuştur. İsmail Bey daha 10 yaşındayken Akmescit Lisesine gönderilir. Orada iki yıl kaldıktan sonra Varonej şehrindeki askeri okula gönderilir. Daha sonra, Moskova Askeri İdaresi’ne gitti. Gaspıralı İsmail’in o dönemde en çok etkisinde kaldığı Rusların Türk karşıtlığından beslenen Panslavizm siyaseti olur. İsmail Bey, bu tutuma karşı kor ve bu yüzden okuldan ayrılır. Oradan ayrıldıktan sonra İsmail Bey, Zincirli Medresede Rusça öğretmeni olarak göreve başlar. Bu görevi sırasında da bolca kitaplar okuyarak zenginleştirir fikirlerini.

İsmail Bey, zenginleşen kafasında oluşmaya başlayan fikirlerini çalıştığı medresede uygulamaya çalışır. “Yenilikçi” fikirlerini “usul-ü Cedit” (yeni metotlar) ile öğrencilerini bilinçlendirir.

İsmail Bey’in en büyük hedeflerinden biri, İstanbul’a gelerek subay olmak ister. Yarıda bıraktığı eğitiminin subay olmaya engel olacağını düşünerek, eğitimini tamamlamak üzere 1871 yılında Paris’e gider. 1874 yılına kadar Paris’te kalır ve İstanbul’a döner ama isteği olan subaylığa ulaşamaz. 1875 kışında Kırım’a döner. 1878 yılında Bahçesaray Belediye Başkanlığına seçilir. Bu görevi sayesinde idealindeki yenilikçi görüşlerini uygulayacağını sanıyordu ama çok engellerle karşılaştı.

Gerçekte bütün uygulamaları Türk birliğinin daha ileri bir merhalesi olarak İslamcı bir nitelikte taşıdığı gerçeği vardı. Yani, fikir yapısı Türkçü olduğu kadar, İslamcı bir niteliği de vardı. Nitekim 1907 yılında, Kahire’deki “İslam Kongresi” toplayabilmek için büyük güç sarf ettiği bilinmektedir. Yine 1910 yılında Hindistan’a gider ve orada Bombay’da “Encümen-i İslamiye” toplantısına katılarak görüşlerini anlatır.

Gaspıralı İsmail, Meşrutiyetin ilanından sonra 1909’da tekrar İstanbul’a döner ve İstanbul da dönüşü büyük bir heyecanla karşılanır. Türkiye Türklüğüne büyük bir ilgi duyarak sarılan İsmail Bey, Kırım’da Rus basına karşı Türkiye’yi savunmaktan Türkiye aleyhindeki yazılara yanıt vermekten asla çekinmemiştir. 1. Dünya Savaşı arifesinde tekrar İstanbul’a gelen İsmail Bey, Türkiye’nin savaşa girmemesi konusunda uyarmalar yapar ama dinletemez...

Gaspıralı İsmail Bey’in Seçme Bazı Sözleri ve Görüşleri:
“...İngilizler Müslüman halklara uyguladıkları kötü muameleye Rusya’da çok az adam aşinadır. Bu sistem çok iyi düşünülmüş olabilir; amma onu, İngiliz kibirliliği ve soğukluluğu bozuyor. Eğer İngilizler de Ruslar gibi uyumlu, sade yaratılışlı olsalardı, tamah ve açgözlülüklerine rağmen Doğu onlara meftun olurdu.

İngilizler son zamanlara kadar, güya Halife ve Müslümanların dostu olarak doğuda ilerlediler. Onlar Fas’ı Fransa’dan, İspanya’dan koruduklarına; Halife’yi İran ve Rusya’ya karşı daima müdafaa ettiklerine; Mısır’ı Fransa pençesinden kurtarmak için geçici olarak zapt ettiklerine; Hindistan’da hâkim değil, yerli mihracelerin ve halkların dostu olduklarına Doğuya inandırmışlardı.

İngilizler kendi fikirlerince, Müslümanları daha fazla inandırmak için “Hindistan Müslüman ülkesidir ve bu ülke Müslümanları, Britanya hâkimiyeti ile ulaştırılmalıdır”

Diyerek Mekke Şerifinden fetva almağa bile Muvaffak oldular. “Siz bize ticari imtiyazlar veriniz, bizde sizin taç ve tahtınıza, Kur’an’ınıza dokunmayarak, sizi koruyup uygarlığın nimetleriyle ihtiyacınızı karşılayalım” derler.

...Ermenistan’la ilgili çevrilen dolaplar, Türkiye’yi sıkıştırmak, onu reformlar yapmaya ve halka özgür müesseseler vermeye zorlamak isteği ile izah edilir. Aynı zamanda İngilizler, olayları kasıtlı olarak tahrif ederek Rusların, Müslümanlar ve tüm Müslümanlar için “iflah olmayan düşman” olduklarına Müslümanları inandırıyorlar. Ama Ermeni olayları ve Mısır’ın çok uzun süreli korunması İngiliz oyununun üzerindeki perdeyi kaldırdı ve Doğu, İngiliz dostluğunun tüm tarihine eleştirici bir gözle bakmaya başladı” der Gaspıralı Seçilmiş Eserleri S. 130- 140

Gaspıralı İsmail ve Kadınlar Hakkında Görüşleri
O, bir toplumun gelişmişlik düzeyini kadınların gelişmişlik düzeyiyle kıyaslar. Kadınları aydınlatmak ve çağdaş yaşama katmak için “Âlem-i Nisyan” (Kadınlar Dünyası) adında bir gazete çıkarır ve çalışmalarına ortak ettiği kızı Şefika Hanımı başına getirir. Çocuklar için “Âlem-i Sübyan” (Çocuklar Dünyası) yayımlar. Gaspıralı yıllar içinde “Şafak”, “Tonguç”, “Tan Yıldızı”, “Kamer, Mirat-ı Cedit” (Yenilik Aynası), “Tercüman” gibi gazete ve broşürler yayımlar.

Bunlarla da yetinmez, Rusya’daki bütün Türkleri örgütlemek için Müslüman-Türk Kongresi’nin kuruluşuna önayak olur. Bu kongrelerin etkisi Türkiye’ye de yansır. Kırım ve Kafkasya kökenli olan birçok aydın, Osmanlı topraklarında “Türkçü-Halkçı-Sosyalist” akım içinde etkin roller üstlenirler. Gaspıralı, aynı zamanda akrabası olan Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali, Mehmet Emin Resulzade, Sadri Maksude Aksal gibi Türkçü-halkçı aydınlarla da sürekli görüş alışverişinde bulunur. Dahi, Gaspıralı, Türk insanını aydınlatmak için birçok siyasi, toplumsal ve kültürel içerikli makaleler yazar…

“...Dünyada ne kadar er kişi var ise o kadar da kadın-kız vardır. Bundan böyle insanlığın yarısı kadınlar olduğu halde rahat, saadet ve mutluluğa, insanlar açısından kadınların ne kadar önemli oldukları anlaşılıyor.

Eğer kadınların kötü oldukları hükmedilirse, yarım dünyanın kötü olduğuna hükmedilmiş olur. Eğer kadınların iyi olduğu hükmedilirse yarım dünyanın iyiliğine hükmedilmiş olur.

Gerçekten de bir şehrin, vilayetin cemaati veyahut milletin kadınları cahil ise, toplumun ve ümmetin yarısı cahil olması lazım geliyor. İnsanoğlunun yarısını oluşturan kadınların ne kadar büyük tesirleri olduğu azıcık mülahaza ve tefekkür (düşünmek) tayin ve beyan olunur.

‘Biz kadınız; bizde ne iş ne ehemmiyet vardır’ deyip hata etmeyiniz. Dünyanın ve beni âdemin tam yarısı olmanın dışında, bazı konularda er kişilerden daha büyük derece de bulunuyorsunuz... İnsanı doğuran, doğurduktan sonra büyüten, besleyen, dil öğreten, terbiye eden, bilgi ve ahlak güzelliği bakımından olgunlaştıran sizlersiniz. Bundan dolayı kadınlar ‘insancıklar’ değildir. Her biri koca bir insandır. İnsanlığa pek büyük hizmet eden insandır.

...Malumdur, bir milletin kadınları sağlam vücutlu, namuslu, çalışkan, bilgili olursa, bütün milli yapı dahi kavi bedenli, namuslu, gayretli ve âlim olur. Bunun aksi olarak kadınları zayıf, namussuz, gayretsiz cahil olarak milletin bireyleri dahi bu noksanlıkları taşımaktadır.

Dişi insanları üç büyük görevi vardır: Biri kadınlık, biri analık, biri eşliktir...
Fakat erlerinde böylece üç görevi vardır: Biri kocalık, biri atalık, biri eşliktir...
Bunun için diyoruz ki, kadınlar büyüktürler; insan topluluğunun hem yarısı hem esasıdır.

...Kocaya varan bir kadın çocuk doğurur, ana olur. Bu konu daha büyük bir konudur. Kadınlık analık ile kemal bulur, analık ile güzelliğe erer. Kadın evin gülü ise, ana cennetidir. Çocuğuna bakmak, emdirmek, terbiye etmek, dünyada öncelikle bilinmesi gerekenleri öğretmek ananın borcudur...

...Kadınlar insan olduğundan ve insan evladı terbiye edeceğinden dişi hayvan gibi cahil ve bilgisiz kalsalar dünya ve ömür fena olur. Eğitim ve bilgi bütün Müslim (erkekler için) ve Müslime’ye (kadınlar için) farz edilmiştir. Biraz düşünülürse bunun yüceliği ve değeri anlaşılır.” Der Gaspıralı İsmail, Seçilmiş Eserleri Ş. 287- 88- 89- 90 Ötügen Yayınları

Gaspıralı İsmail’in çağdaşlaşma hakkındaki görüşleri: “Muhafazakârcılık, Kadimcilik, ceditçilik ve yenilikçilik...

“...İstanbul’da önceleri bulunmayan mühendislik mektebi tesis edip (yenilikçi sultan Mahmut) İstanbul’da bulamadığı öğretmenleri ve ustaları Avrupa’dan getirmesi ve devre göre gereken yeniliklere, yüce şeriata aykırı ve geçmiş kuşaklara ihanet sayılır cahilce bağnazlık, eskiye bağlılık. Toplumsal, ekonomik, kanun ve kurallardan habersiz yaşayan doğulular, ‘bu bize gerekli değildir, bu bize yaraşmaz, geçmiş kuşaklar böyle etmişler; şeriat bunu kabul etmez. Varsın kâfirler kazansın, bize eldeki yeter’ diye manasız dayandırmalarla cahil halka yakışır tarzda savsatalar ile insan hayatı için gerekli olan, çağa göre gerekli tekbirlerden açıkta kaldığımız alandadır...”

İslam dünyasını kaplamış gericilik ve bağnazlığın sonuçlarına bakıldıkça kan ağlamak olası değildir. İpten iğneye kadar, kalemden kâğıda kadar, gömlekten başımızdaki sarığa kadar kullandığımız hep eşya yabancı üretimdir. Türkiye’de bir deyim vardır, adına atasözü derler ‘asılırsan İngiliz ipiyle asıl’ diye çarpıcı bir deyiş, ipin bile dışarıdan geldiği gerçeği.

...Cava’dan (Endonezya) Mağribe (Fas) kadar kamçı, yumruk, çizme, ökçe yiyoruz, hayvan suretinde kullanılıyoruz. Han ya da Şah namlılarını almış, iki gözü kör olmuş müstebitlerimiz (despotlar) bir ecnebi yüzbaşı gördük de kalkıp el kavuşturmaya mecbur bulunuyorlar da bizler yine de bir şeyler diyemiyoruz, hissetmiyoruz. Böyle lazımdır sanıyoruz...

...Utanılacak ve esef edilecek bu hallerimizi başka anlama çekme ve yorumsuz bırakmıyorlar. ‘Allah böyle uygun görmüş, bu haller bir günah karşılığı, bağışlama sebebi’ imiş. Eğer millette azıcık çaba, ısrarla gayret gösterme belirtisi kalmış ise bunu dahi bilerek değil, cahil ve gaflet ile çürütüp ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Bunun ile beraber, güya müdafaa ettikleri din ve şeriatı batırmakta olduklarından haberleri olmuyor.

...Bizim Rusya ve Maveraünnehir muhafazakârları şu derece gafil ve cahildirler ki, asrımızın en büyük bilginleri olan Şeyh Cemalettin Afgan-i, Şeyh Muhammed, Abdullah-i Mısri, Manastırlı İsmail Hakkı gibi ünlü bilginlere nazar-ı hakaret ile bakıyorlar...

Başka bir deyişle, muhafazakârlık toplumsal kanunlara ve mantığa dayanırsa ziyan etmediği ve bazı sıralarda ecelden men ederek vatan ve millete fayda getirdiği görülmüştür. Lakin İslam dünyasında, Batı da olduğu gibi içtimai, siyasi muhafazakâr yoktur. Ancak aşırı gericilik ve tutuculuk vardır. Şöyle ki, etkileme gücü ve hareketlerinden koruma değil, milli düşüş ve çöküş geliyor.” Aynı Yapıt S.272- 286

Yağmur yağar içeriz, yerden çıkar biçeriz...
Türk dünyasının öncü ışıklarından olan Gaspıralı İsmail 1907’de, Tükenmiş bir ulusun yoluna devam etmesi için, Türklerin yapmasını istediği Mısır’da yankı uyandıran bir konuşmasının bir bölümü şöyle:

“...Şimaldeki (kuzey) Kazan’dan, Cenup’taki (güney) Mısır’a. Mağrip ’teki (batı) Fas’tan, Şark’taki (doğu) Java’ya nazarı teftişle (dikkatli inceleyerek) bakılırsa millet-i İslam-iye (İslam milletleri) asarı tem ed dünden ve irtikalden (yüksek dereceye çıkma) ziyade asarı tedend-i (aşağılama, gerileme) görülecektir. Medreseler ve mektepler harap ve faydasız bir haldedir. (...) Hüner; marifetle hâsıl (ortaya çıkan, görünen) ettiğimiz şey pek azdır. Bereketli topraklarımızda birçok şeyler hâsıl ediyor. (...) Bunları nakleden ecnebi (yaban) gemicilere vermeye mecburuz...

...Hazerat (saygı duyulmak üzere büyüklere verilen unvan, hazret) ‘Yağmur yağar içeriz, yerden çıkar biçeriz’ ile bugün dünyada ömür sürmek mümkün ise yarın böyle haybeci geçinmek ve rızk kesp etmek mümkün olmayacaktır. Bu miskinlik, bu faaliyetsizlik, bu hünersizlik bizleri bitirecektir. Ecnebisizlik ve yalını Müslüman işçileriyle İslam hükümetlerinde iş göremiyorlar. Demir yolu, liman rıhtımı, kanal, fabrika tesis olunacaksa ecnebi mühendislerine muhtaç oluyoruz...

...Umumi İslam’ın teessüflü (kederli, tasalı, acımalı) bu haline sebep nedir? Maarifsizlik, (eğitim) cahil denilirse bunların sebebi nedir suali geliyor (...) Demek istiyorum ki, Arap, Türk, Fars ve Hint akvamı İslam-iyenin (İslam ulusları) bugünkü düşkünlüğü hilkat (yaratılış) ve tabiatlarından ileri gelen bir hal değildir. Böyle ise faaliyet ve temeddün (uygarlaşma) yollarımızı kestiren ‘din-i Mübin-i İslam mı?’ İşsizlik, sanatsızlık, nadanlık (bilmezlik, cahillik) hep bizde fikir ve akıl hareketsizliği, yani Şark (doğu) âleminde bir fikir, bir eser edip zuhuruna (varlığına) karşı Garp (batı) âleminde yüz fikir, yüz eser ve yüz edip (bilgin) baş gösterdiği ilave olunursa halimiz ne kadar müşkül (zor) olduğu daha güzel anlaşılmış olur...” Der.

Yüz yıldan fazla bir zaman geçmiş Gaspıra’lının Mısır’da yankı uyandıran yukarıdaki sözlerini söyleyeli. O günden bu günümüze ne değişti ki? İslam âlemi günümüzde bile değişikliğe iki adım bile atamadı. Yağmurdan yağan suyu içti, yerden biten otları yedi durdu. Batıya hep kuşkuyla baktı durdu, batının geliştirdiği teknolojiye gıpta etti durdu, kızdı, öfkelendi Batısız da edemedi...

Gaspıralı İsmail Bey, 11 Eylül 1914 Cuma günü Kırım-Bahçesaray’da vefat etti. Ertesi günü muhteşem bir kalabalıkla muhteşem bir cenaze töreni düzenlenerek Mengligiray Han Türbesi yanındaki toprağa verildi.
Selman Zebil 26 Ekim 2022

13 Ekim 2022 Perşembe

SIĞINMACI GÖÇÜ ARTIK İSTİLAYA DÖNÜŞMEYE BAŞLADI

Sığınmacı Göçü Olmayı Aşmış, İstila ve Güvenlik Sorununa Dönüşmektedir

Türkiye’ye ülkenin geleceğini karışıklara sokacak göç istilası vardır; buna daha doğrusunu söylersek bu sığınmacı göç olmaktan çoktan çıkıp, ulusal kültürel dokuyu da değiştirebilecek bir tür istilaya dönüşmüştür. Bu hal, ulusal güvenlik sorununu da yanında taşımaktadır. Bu soruna daha fazla geç kalınmadan biran önce el atılmalıdır.

Ülkede beleşten vatandaşlık alan Suriyeli, Afganlı, Iraklı, İranlı, Pakistanlı, Somalili, Sudanlı, Mısırlı Türk vatandaşlığı alanların başını çekmektedir. Recep Erdoğan’ın bunu yapmasında amacı, Türkiye’nin nüfus dengesini bozup değiştirmek Türkleri, Türk kimliğini silmek değilse nedir? Anadolu’da Laz’ı, Çeçen’i, Çerkez’i, Kürdü, Türk’ü. Arnavut’u Arap’ı bizimdir, birlikte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız, aynı kültürde bütünleşmiş durumdayız.

Bütünleşmede, uyum sağlamada zorluklar bulunan yeni vatandaşlık verilen bu kadar değişik milletlerden, bu kadar değişik kültürlerden gelen yığınlarca sığınmacılara salt siyasi çıkar uğruna vatandaşlık vermek ülkeye hıyanetliktir. İlay Aksoy DP Göç ve Sosyal Başkanı açıklamalarına göre; Bunlar bazı kentlerde kedi aralarına Türklerin giremediği kedi mahallerini, gettolarını oluşturmuşlar! Dahası, dolan gettolardan taşarak yeni gettolar oluşturduklarını söylüyordu. Salt İstanbul’da 2,5 milyona yakın yabancıların yaşadıkları söyleniyor.

İstanbul’da kendilerine oluşturdukları mahallelerde kalabalıklar halinde görünseler de birçoğunun oralarda kayıtları var ama kendileri adreslerinde yoklar, bul bulabilirsen! Nerede oldukları, ne iş yaptıkları, kimler ile ilişkiler içinde oldukları belirsiz.

Son günlerde Afganistan’dan sürüler halinde 15-35 yaş arasında erkeklerden oluşan Afganlı sığınmacılar kevgire dönmüş sınırdan giriş yapmışlar, yapıyorlar da. Ne kadar Afganlı ülkeye giriş yapmış, ülkeyi yönetenler bilmiyor. En kötü tarafı, Amerika ne kadar Afganlı Türkiye’ye giriş yaptığının sayısını biliyor.

Parayla vatandaşlık satmak...
Nerde kaldı “Milli ve Yerli” ülkede yabancılara 250 bin dolara daire satıp eline kolayca al sana vatandaşlık diyen bir başka ülke var mı bilmem ama Türkiye’yi yöneten, milli, yerli, beka propagandası yapanlar, parası karşılığında Türk kimliği vermeleri, hele işin içinde MHP varsa daha da vahimidir.

En tuhaf yanı, devleti küçük düşürücü olanı, 250 bin dolara ev alan kişi, tek başına vatandaş olmuyor, en az iki karısı olan İslam ülkesinden biri, en az üçer, dörder çocukları ile birlikte iki karısını da vatandaşlık alma hakkına sahip oluyor. Yasaya göre üç yıl sonra evini satabiliyor ama vatandaşlığı ebedi kalıyor iyi mi!


Türkiye’de ev alan kişinin, Türkiye medeni yasalara göre iki karı ile nikahlı olmak yasaktır. Siyasi iktidar buna da bahanesi, “efemdim onların şeriat yasalarına göre birden fazla evlikler vardır” diyerek niyetlerinde taşıdıkları için işi savsaklamaktadır.

Bir Türk iki karısıyla nasıl uygar Avrupa ülkelerine, benim inancıma göre birden fazla kadın ile evlenme vardır” deyip gidemiyorsa, Türkiye’ye nasıl iki, üç karılı İslam ülkelerinden gelip Türkiye’ye yerleşebiliyorlar?

Bir örnek daha verirsek: Suriyeli sığınmacılar, bedava doktor muayenesinden geçiyorlar, devletin ödediği ilaçları bedava alıyorlar. Birçoğu vatandaşlık almışlar. Suriyeli ailelerin yarısı Türkiye’de ailenin yarısı Suriye’ye rahat girip çıkıyor, çoğu zaman Suriye’de yaşıyorlarmış. Ancak Suriye’de yaşayan sağlık sorunu olma durumunda Türkiye’ye gelip bedava muayene olup, bedava ilaçlarında alıyorlar mış!

Ayrıca, Türk toplumunu oluşturan bu ülkenin öz unsurların siyasi geleceğinin ortak kaderini paylaşmayan, Suriyeliler seçimlerde oy vererek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının gelecek kaderinde rol oynayacaklardır!..

Yabancılara topluca tek imza ile vatandaşlık verme yetkisi...
Sonuç: Türkiye 2017’de itibaren tek adam otoritesini kullanarak ülkede ne kadar sığınmacı varsa bir imza ile topluca vatandaşlık vermek vardır. Bu durum ülkede egemenliğin tek adamın isteği ile başkalarına vermektir. Geçici Koruma Maddenin 11. Maddesine göre, Recep Erdoğan, sığınmacılara topluca tek imza ile vatandaş yapma yetkisine sahiptir. Neden acaba bu yetkiyi eline aldı dersiniz?..

Dahi ayrıca söylencelere göre, daha hiç Türkiye’ye gelmemiş kişilere bile vatandaşlık verildiği söylenmektedir!..

Selman Zebil 13 Ekim 2022

  


BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...