26 Şubat 2011 Cumartesi

BÜYÜK DEVLETLERİN İSTHBARATÇILARI

BÜYÜK DEVLETLER KÜÇÜK DEVLET ADAMLARINI KULLANIRLAR 
Büyük devletler ve gizli servisleri bağımsız devletin bağımsız yetkili biriyle ya da bağımsız bir vatandaşıyla çalışmazlar; bağımlı olabilecek birilerini cımbızla çeker gibi bulurlar ve onlarla çalışırlar. Büyük devletler ve gizli servisler üstün başarı elde etmek için ancak başkalarına bağlı; başkalarına güvenmeyi alışkanlık haline getirmiş, kendi haline beceriksiz, tek başına işe yaramaz, kendilerinin desteğine ihtiyaç duyan kişileri seçerler. Bu tür insanları bulup çalışmak gizli servislerin işidir.

Bazen de büyük devletler hedef ülke önde yöneticilerine yetkisiz, edilgin eş başkanlık verirler ki, kendinin büyük devletlerce sayıldığını sanadursun, oyalansın, işlerimize fazla burnunu sokmasın diye. Bu büyük devletlerin gizli servisleriyle eşgüdümlü çalıştıkları siyasi bir manevralarıdır. Oyalama taktikli eş başkanlık görevi verirler, lakin siyasi yetki vermezler onlara. Siyasi söz yetkisi olmadığından yaptırım gücüde olmayan anlamsız bir tür eş başkanlık görevi. Ama o “eş başkan” görevi verilen kişi hep hayal dünyasında yaşar, kendi küllüğünde horoz gibi ubarır- kabarır, içe; kendi halkına yönelik siyasi malzeme yapar görevini... İnşallah bizim başımıza seçtiğimiz liderler böyle değildirler...

Başbakan Recep Erdoğan ATV’de Konuştu:
Başbakan Recep Erdoğan ATV’de canlı yayınlanan “Başbakanla Gündem Özel” adlı programda, BOP’un Türkiye de tam olarak tanımının yapılmadığını, projenin en başından ölü doğduğu teziyle: “Doğuşta daha adımı atıldığında olmadı, yürümedi bu iş. Fakat bizdekiler (Mualefet) sanki bu ‘BOP hala yürüyor’ diyor. Bunun baş aktörü biziz. Böyle bir şey yok. Çalışma yok... Ama hala bunu konuşuyorlar” demiştir. Şu andaki Libya, Mısır, Tunus vs. olayların bu proje içinde olmadığına da inanmadığını söyler.

Eski ABD çikolata renkli Dışişleri Bakanı Condoleezza Rise tarafından 7. Ağustos 2003 de tarihinde Washington Post’a kaleme aldığı yazı: “Büyük Orta Doğu Projesi” içindir. Orada Rise şöyle der: “Fas’tan Basra Körfezi’ne, oradan Orta Asya steplerine kadar 22 ülkenin rejimlerini, sınırlarını, haritalarını değiştirmek.” diye kaleme aldığı yazısı bir ibret oluşturmalıdır zihinlerde. Yine nitekim ABD Silahlar Kuvvetleri dergisinde yayınlanan yazı ve haritada “Diyarbakır Orta Doğu’nun yıldızı olacak” denerek Diyarbakır “Yahudi-Kürt Devleti” nin sınırları içinde gösteriliyor. Benzer haritalar NATO toplantılarında da sıkça gündeme getirilir.

Açıya şöyle bakarsak Recep Erdoğan’ın “Büyük Orta Doğu Projesi” hakkındaki yeri konumuna dair teyit edici 16 Şubat 2004’deki konuşmasında şöyle: “Şu anda Büyük Orta Doğu Projesi var ya, bu proje içerisinde Diyarbakır bir merkez, bir yıldız olabilir” der. Dahi 31 Mart 2003 tarihinde Recep Erdoğan, The Wall Street Journal adlı İngilizce gazeteye verdiği bir demecinde. Amerikalıların Irak işkâlına destek çıktığını beyan eder. Recep Erdoğan Orada şöyle: “Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz” demiştir. Bakın; dua ettiği Amerikan askerleri Müslüman Irak’ı işkâl etmiş, her şeyiyle yok etmiş, bir milyon beş yüz bin Müslüman öldürmüş ve binlerce kadının zorla ırzına geçilmiş Amerikan askerleri için dua etmiş Müslüman (!) Başbakan düşünün.

Ve dahi Recep Erdoğan 8 Haziran 2005’de: “Geniş Büyük Orta Doğu Projesinde demokratik ortak olarak bir görev üstlendik. Şu anda Orta Doğu coğrafyası üzerindeki ülkelere yapmış olduğumuz ziyaretler de, bunun açık ve net örnekleridir” der.

Yine Recep Erdoğan 4 Mart 2006’da: “Türkiye’nin Orta Doğu’da bir görevi var. Biz BOP’un eş başkanlarından biriyiz. Bu görevi yapıyoruz” der. Kendini ele veren bu tür söylenceler böyle olunca, “demokratik ortak olarak bir görev üstlendik” de ki kasıt ne? Onlara göre iyi bir iş, gerçekler ise “BOP için biçilen anlamsız “eş başkanlık görevi” Irak’ta rezilliğin rüsvayıdır.

İktidara geldiğinden bu yana BOP’a kilitlenen Recep Erdoğan, 13 Ocak 2009 Haftalık AKP grup toplantısında ise: “Büyük Orta Doğu Projesinin amacı bellidir. O amaçlar içerisinde Türkiye’nin üstlendiği görev de bellidir. BOP, barış, huzur, insan hakları, hukukun üstünlüğü, ileri demokrasi ve ekonomik kalkınma, kadın hakları ve eğitim özgürlüğünü daha yukarılara taşımak amacıyla atılmış bir adımdır. Burada Türkiye’ye de bir görev verildi ve biz bu görevi üstlendik” der. Ama nedense sayılan haklar hala ortada yok, görevi de kimler verdi Türk halkı nazarında belli değil. Büyük Orta Doğu Projesinde “bize bir görev verildi” diyen Başbakan Recep Erdoğan’ın Orta Doğu Projesi hakkında dedikleri tam bir müstemleke devletinin muhtarı gibidir sanki.

Milli Gazete yazarı M. Şevki Eygi bile, AKP’nin gidişatından hiç hoşnut değil... 
Şu günümüzde Amerika’nın BOP projesiyle niyetini kavramış galiba, 1969’da ki Amerikan hayranlığının yerini nefret almış gibi bir hali var yazılarında gördüğümüz kadarıyla. AKP iktidarının gidişatından, pervasızlıklarına kadar karnı ağrır hale geldi; ishal oldu, afakanları arttı. Yazık yahu zavallı M. Şevki Eygi, Türkiye’yi terk edip gidecek bir memleket arar oldu...

16 Şubat 2011 Çarşamba

PROPAGANDA ve PROVAKATÖRLÜK

PROPAGANDA ve PROVAKATÖRLÜK
İyi yetiştirilmiş bir kışkırtıcı (provokatör) hedef toplumun içine iyice zuhur eder, yerleşir. Kendini katıksız topluma kabul ettirir. Toplum şâhısa iyice inanır, güvenir hale gelir. Din ile ilgiliyse hedefteki toplum dini kullanır; karşı toplumu dinsizlikle suçlar durur. Topluma her şeyi yaptırabilecek hale geldiğini hissettiği zaman kışkırtıcı propagandayı devreye sokar, kitleleri harekete geçirir... (Sivas’ta Cuma camiinden çıkıp Madımak otelindeki masum insanları ateşe verdikleri gibi, dahi Diyarbakır’da çocukları ve kadınları siteme karşı sokaklara döküp kolluk kuvvetlerine taş attırdıkları gibi)

Kışkırtıcı propagandacı, amaca ulaşmak için her yol mubah sayar... Bir ülkeyi devirebilir; bir ülkedeki siyasi sistemi devirebilir (Ukrayna’da ve Gürcistan’da turuncu adı verdikleri devrimler gibi) Buna uygun zemin ve zaman kollanılır. Hedef ülkenin geçiş dönemleri en olgun gün olarak hesaplanır. Mesela bunlar, ekonomik kriz, işsizlik artması, dini düzen isteği, türban, ezan, etnik istenişler, hak ve özgürlükler, insan hakları vs. gibi buhranlı zamanlar iyi fırsatlardır...

Hedef toplumda cahiller, çabuk olaylara heyecanlanan, tez kızan kitleler kurban seçilir. Yıkıcı faaliyetler için sokaklara öfkelendirilmiş kitleler hâkim olmaya başlar, hâkim devlet emniyet güçleri çaresiz kalır... Yabancı ajanlar 1979’da Çorum’da, Kahramanmaraş’ta Alevi vatandaşların üzerine Ülkücüleri böyle kışkırtmıştır... Bu olayla da bolca kardeş kanı dökülmesine sebep Alman istihbaratının ve CIA’ nın elleri olduğu bilinmektedir...

Etkin şayia propagandalar...
Kamuoyu oluşturma da propagandanın en önemli unsuru insandır...
Nabız gıdıklayıcı tatlı sözler, belirli bir fikrin yüz yüze sohbetlerde yapılandır. Bazen de, sinsice olan, hedef ülkenin insanlarının kafalarını karıştırıp bulandırma, kahvehanelerde, toplantılarda, genelde lafa karışıp o değilden, ortaya ulu orta atılan dedi-kodu şayia sözlerin çevrede bulunanların anlayacağı biçimde yayılarak yapılan propagandalardır.

Bu tür şayia propagandalar, insan unsurunun bir amaç için toplandığı yerler (camiler, dernekler vs.) propaganda yapılarak tahrik edilirler (1993 Sivas olayları gibi) cemiyet halindeki insanlar, dışarıdan gelecek tehlikeler varmış gibi tahrik edilerek ayaklandırılır; camiden çıkanları cinayet işlemelerine yönlendirilirler.

Bir milletin sürekliliği uyanık olunmaktan geçer. Süreklilik için istihbarat çok önemlidir. Kötü niyetli kışkırtıcı propagandacıların planını ivedi davranıp bozmalı. Muhtemel bir eyleme geçmeden bertaraf edilmeli, halkı bu konuda bilgilendirilmelidir...

Nizami olmayan savaşlar etkin propagandanın ürünüdür
Örneğin savaş türlerinden biri, bir milletin milliciliğini, çağrıştıran tarihi destanlarında geçen kutsiliği olan objelerinden bazı, “Ergenekon, Kumpas, Oğuzlar, Atabeyler” ve benzeri gibi adların çete ilişkileri içinde göstermek propagandanın bir parçasıdır, amaç bir milletin yetişen gençliğini geçmişine duyarsızlaştırmaktır... Türkler destanî kavimlerden biridir. Milletler destanlarıyla yaşarlar... Öyleyse destansı övülesi geçmişini unutturmak için, geçmişine leke sürülerek işe başlanılır...

Hedef ülkede asker-sivil karmasından suçlular yaratılır. Suçsuzlarla suçlular bir birlerine karıştırılır. Halk tarafsız gözle olayları T.V-gazete-dergi gibi iletişim araçlarından takip eder. Birkaç suçlunun yanına yüzlerce yurtsever suçsuz insanları oturturlar; sürekli yanıltıcı yalan, uyduruk suçlar isnat edilir, gizli tanıklar yaratılır, birilerini konuştururlar, doğruluğunu halk kavrayamadan beyni bulandırılır. Amaca ulaşıldığında halk, suçluyu suçsuzlardan ayırt edilemez hale gelirmiş olur. Böylece amaca ulaşılmış olunur...

Nizami olmayan savaşın taktik stratejisi...
Hedef ülkeyi mağlup etmede ille de nizami savaş gerekmez. Hedef ülkenin savaşsız çökertilmesinde taktik strateji gayri nizami savaştır. Bir ülke savunmasında kullanılan askeri güç, çok yönlü nedenlerle etkisiz kılınabilir (Irak’ta olduğu gibi) Önceden alınan tedbirle, birçok nedenlerle dağıtılmış askerin yerini dolduracak, dayanma gücü, önceden yetiştirilmiş iyi eğitilmiş özel kuvvetler yeraltından komuta ederek, dağılmış erinden en yüksek subayına kadar yurtsever sivillerle karma direniş güçleri oluştururlar...

Ordunun nizami olmayan savaş yapabilecek kabiliyette bazı kişileri eğiterek mukavemet olarak elinde tutması bir tür tedbirdir. Elbette bu düzen içinde bazı kötü niyetliler olabilir ama sonuç olarak bunu TSK kökünü kurutmaya kadar vardırmak altında başka niyetler aranır, milli amaca hizmet için verilen eğitimler saptırılabilir...

Stratejide kuraldır: “Düşmanı dost yaparak onu yok etmektir” Farkında ve yetenekli olmalı, uyumamalı, düşman her zaman gözü açık görmeli. Tarihte: “Türkler hep yarı uyanık yatırlar” olarak bilinirler. O zaman Türk vatandaşları olarak uyanık olmalıyız ve argümanları iyi çözümlemeliyiz. Çobanı bizdenmiş gibi görünebilir, ama o başkalarının hesabına çalışabilir. O çobanın önünde sürü gibi güdülen koyun olmamalıyız...

Psikolojik savaşta strateji...
Psikolojik savaşlar kışkırtma taktiklidir, entrika, desise, hile her şey mubah sayılır... Bu tür savaşlar, topla, tüfekle, donanımlı askerlerle göğüs göğse süngüyle falan yapılan savaşlara benzemez. Bu tür savaş; birçok türleri olan savaşların en tehlikelisidir. Akla dayanır savaş biçimindir; düşmanınız belirsizdir. Dost bildikleriniz; en güvendikleriniz bir gün gelir karşınıza düşman olarak çıkar, şaşırtabilir sizi...

Normal savaşlarda korunmak, gizlenmiş olmak; her halde düşmanı tanımakla, ona nasıl müdahale edeceğini bilirsin. Nasıl savunmada olacağını da bilirsin. Sonuçta savaşı ya kazanırsın ya da kaybedersin...

Devletler her zaman psikolojik savaşlara karşı tekbirli olmalıdır...
Psikolojik savaşta düşmanını tanımıyorsun. Ortada düşman yok; tank, top, tüfek yok olduğunu bilirsin dolayısıyla tekbirsiz kaldığın için bu savaşın kaybedeni olursun farkına bile varmadan...

Psikolojik düşük yoğunluklu savaşlar; hedef ülkenin sokakları güvensiz hale getirmekle başlar. Ülkede karışıklık yaratmak, korku salmak, toplumu canından bezdirmek, malına mülküne zara vermek, kap kaç olaylarını yaygın hale getirmek, toplum taşıma araçlarını kundaklatmak, özel araçları kundaklamak, caddelerdeki dükkânların camlarını kırmak gibi şeyler. Öğrencileri bir birleriyle kavgalı hal yapmak; üniversiteleri kargaşa ortamına çekmek, ülkenin değişik yerlerinde bombalar patlatmak vs...

Bu işleri yapanların fikir babaları hep geri planda olup, öne hep cezayı ehliyeti olmayan çocukları sürerler... Bunu yapanlar yerli işbirlikçileri görünenler olabilirler. Geri planda İşi yabancı istihbarat ajanları planlarlar, işletmesini yerli işbirlikçilere devrederler...

Korku kültürü; amaç kitleleri korkutarak sindirmektir. Normal vatandaşların devletten beklediği güvenlik, en temel hakkı olan can güvenliğidir. Can güvenliğinde çekincemsi olan halk, devletine güven duymaz hale gelir. İşte psikolojik savaşın kazanılmasında en güçlü hedeflerden birisinin kazanılmışlığı olur...

Son yirmi beş yıldan bu yana Kürtlerin aidiyetleri körüklendi durdu. Kürtçülük popüler değildi ilk başlarda, popüler hale getirildi. Birden bire Kürtler, Kürtleşti, “ezilen, horlanan, dışlanan Kürt” kavramları körüklendi. Sonuca bakarsak; oy alabilmek uğruna, Fransa da ölen, protest-arabesk müziğin sahibi, her defasında kendisinin “Kürt aidiyetinden” olduğunu iddia eden Ahmet Kaya’nın kemiklerini “eşi isterse Türkiye’de aidiyeti olduğu topraklarında gömülmesi için yasa çıkaracaklarını” söyleyen Kültür Bakanı çıkabiliyor; Bakanlığını siyasi amacına alet edebiliyor...

MİLLİYETSİZLEŞTİRİLEREK MÜLKSÜZLEŞTİRMEK

MİLLİSİZLEŞTİREREK ŞUURSUZLAŞTIRACAKSIN
  
İstenen Görmez, duymaz, susan toplum    
M.Ö. 5. yüz yılda yaşamış Sun Tzu adlı Çinli savaş stratejinin en önemli sözü şöyle: “Üstün başarı, düşmanın direncini savaşmadan kırmaktır” der. Şöyle sürdürür savaş taktiklerini: “Doğrudan vurmaya gücün yetmiyorsa arkadan; başka cepheden vur, düşmana karşı onların silahlarını kullan” Böylece bir milletin direncini savaşmadan kırmak için taktik strateji, iyi bilgi sızdıran casuslar ve propagandadır.

Bunu yapmak için başta taktik, bir milletin gençliğine kökenini, varlık nedeni unutturacaksın. Milli gençlik üzerinde oyunmuş gibi senaryolar yazacaksın. Hedef ülke gençliğinin kendi iç dinamiklerini edilgin hale getireceksin, bilmediği, tanımadığı kavramlar ortaya atarak iradesini ve hâkimiyetini kıracaksın. Çok yönlü senaryoda as oyuncuları, hedef ülkedeki toplum nezdinde iyi güven telkin eden kişilerden seçeceksin. O senaryo da figüran oyuncu olarak basit görünümlü oyununu oynayacaksın. Ortaya anlamsız kavramlar atacaksın sonra geri çekileceksin. Ve daha, anlamsız, anlamadıkları kavramlar ile kavga-dövüş tartışır hale getireceksin. Sonra bırak çığ gibi büyür. Öyle çığ gibi büyütülmüş anlamsız kavgaya dönüşen tartışmalar ile başlarını kaşıyacak zaman bulamayan hedef ülke gençliğini milliyetsizleştirilmesi  sağlamış olup başarıya ulaşmış olmuşsundur...

Demem şu ki; hedefe ulaşmak için, hedef ülke gençliği millisizleştirilerek küresel sermayenin ahtapot kollarına teslim edilmesi artık kolaylaşacaktır. Öte yandan milli olan dağlar, göller, ovalar, bankalar, fabrikalar, bütün sanayi kolları tek-tek ellerinden sessizce alıp yabancılara satarak insanları kendi öz ülkesinde mülksüzleştireceksin; yalvar yakar kul-köle yapacaksın... Böylece kendi öz ülkesinde çok uluslu küresel sermayenin salt gösterileni yapan işçisi yapacaksın. Bu işi yapmada sorunsuz amaca başarılı bir biçimde ulaşmak için hedef ülkenin içindeki önde gelen hainlik eğilimli bazı kişileri seçip satın alarak yapacaksın.

Bunu yaparken öncelikli hedef o hedef ülkeye iyi yetişmiş ajanlarını sokarak, o ülkenin milli sermayesine el atacaksın, elinde olan bankalar ve stratejik arazi ve fabrikalarını çalıştığın karanlık ülke adına satılmasını sağlayan yerli işbirlikçileri ile eşgüdümlü çalışacaksın. Varsın o hedef ülke milli ordularla savunularak kurulmuş olsun. O milli şuuru, din-iman ile toplumda anlamsızlaştırıp unutturacaksın ki, Topla, tüfekle alamadığın toprakların tapusunu koynuna katması kolay olsun.

Hedef ülkedeki iyi olan her değer taşıyan şeyleri gözden geçireceksin, sonra gözden düşürecek propagandalar yapacaksın. İyi eğitilmiş casuslarınızı her yere sızdırarak bu işi iyi yapacaksın. Asla açık verip hasmınızı kuşkulandırmayacaksınız, her zaman sizi kendilerinden sanmaya size güvenmeye devam ettireceksiniz.

Şehitlik, gazilik gibi şeyleri ve “bu toprakları vatan yapanlar” edebiyatıyla iştigal edenleri yerine gelen yerde öveceksin, "yerli-milli" nutukları atacaksın. Bazen de yerine göre gülünç duruma düşürecek zihin bulanıklığı yapacaksın ama öte yandan işlerin tıkır tıkır hedefe ulaştığını göreceksin.


9 Şubat 2011 Çarşamba

ZİHNİN ABLUKAYA ALINMASI

ZİHİN YORGUNLUĞU ve BIKKINLIK
Bilinçli, bilgili kişiler için ülkesine, milletine karşı sorumluluk bilinci taşımak, ulusuna, yurduna saygı ve sevgi beslemek kutsal bir görevdir. Büyük ya da küçük boyutta kötü olanla bu toplumu yönlendirmeye yönelik yöneticilere karşı duyarlı olmak bir görevdir...

Bir milletin ümüğünü sıkıp nefes almasına engel olmaya çabalayan düşmanlar her daim olacaktır. O nedenle sürekli düşmanın yanında diri, varlıklı güçlü olmak için düşmanın niyetini önceden bilip, umudunu kırma mücadelesinde sürekli uyanık olmakla sağlanır...

Değişen dünya da değişik ülkelerin çıkarları birbirleriyle örtüşebilir. Zamanla çıkarlar çatışmaya dönüşebilir. Bu çatışmalar tank, top, tüfekle olmayabilir. Güçlü istihbarattık bilgilerle hedef ülkeyi güçsüzleştirerek kendine bağlı hale getirilebilir. Böylece dost görünümlü düşman veya açık görünümlü düşman ülke istihbarat ajanları, hedef ülkenin yöneticilerine dolaylı yollardan buhranlı günler yaşatırlar; zayıf düşürürler. Bunun yapılmasında birçok deliller kullanırlar:

A- Beynin ablukaya alınması ile zihinsel durgunluklar sağlanılır.
B- Beynin işlevini kaybetmesi ile zihinsel yorgunluklar sağlanır.
C- Bedensel yorgunlukla da: Kişiye; girdiğin mücadelede becerememe paniğine kapılması sağlanarak elden ayaktan düşürülmesi taktiği uygulanır. Örneğin: “Ankara’nın şerrinden, Brüksel’in şefkatine sığınmaktır bizim yaptığımız” diyen vekillerle ülke yönetilmesi bir tür yorgunluktur. Yapması gereken görevini Brüksel’in insafına bırakmaktır...

Yukarıda anlatmaya çalıştığım şeyler tavandan tabana doğru yaygınlaşarak oluşur. Varlığını fark ettiren devlete düşen görev, halkını mümkün olduğu kadar kendi kendini idare edebilecek asgari duruma getirmektir. İstihdam sağlamaktır, işçi ve işveren arası kültürel uyumu sağlamaktır. Dahi ülke yönetimine süratle kitleleri ortak etmektir...

Sonra halk çıkıp ortaya varlığı fark edecek, sayıldığını anlayacak, saygıda değer olduğunu kavrayacak, özgüven duyacak kendine. Dahi; devletine milletine candan bağlanacaktır...

Dinamik olmaları telkin edilmesi gereken 70 milyon Türk halkının 13 milyonunu Yeşil Kartlı halde ve dahi devleti yönetenlerin siyasi istismarı olarak süren yiyecek, yakacak, buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın gibi beyaz eşya dağıtmakla denildiği gibi öyle “sosyal devlet” falan olunmuyor. Ancak aşağıdaki sonuçlar olur:

Zihinsel durgunluğun ortaya çıkar; bir kıyıda pısırık, sönük sinerek, sessiz soluksuz hale getirmekle kendilerini güçsüz, güvensiz hissederek elini ayağını ovuşturan edilgin hale gelecek, yoksulluk “kaderdir” diyerek boyun eğecektir... Yardımlarla geçinen ezilmiş, yoksul adam her yerde dahi, bir çocuğun yanında bile dilsiz ve suskun kalacaktır...

Zihin yorgunluğu oluşmuş kişiler, ülke ekonomisine katkı sağlayamaz haldedir. Bıkkın, bitkin, çünkü ona her şeyi “kader” ile ölçme hesabı telkin edilmiştir. Yoksulluk “kader” ise, o halde bütün İslam ülkeleri kaderin sonucudur, Müslümanlar derde düşmesinler, ağlamasınlar. Onlara telkin edilen “kader” denilen şey, bir ülkenin çökertilmesinde en güçlü silahtır, iyi kullanılmaktadır içten ve dıştan...

Zihinlere girip insanların duyarlılıklarını kırmak...
Hep böyle olmuştur. Türkiye de iktidar olanlar sıngıncını sivil toplum örgütlerinden alırlar. Neden siyasilerden değil sorusuna her daim yanıt ararız dururuz. Dahi siyasiler, “siyaset işi siyasilere bırakılmalıdır” derler...

Demokrasiler de; Toplumların yaşamı her daim siyasettir. Yediği, içtiği, açlığı, tokluğu, giydiği, işi, işsizliği, sevinci, kıvancı, gözyaşı dahi adam gibi adam olması için siyasetin içinde şöyle ya da böyle olması insan olma gereğidir. Sivil toplum örgütleri başta sendikaların görevi iktidarı elinde tutan siyasilerin yanlışlarına muhalif olmak değil mi?

Fikri ahlaksızlık, kültürel kokuşmuşluk, umursamazlık aldatılmış, yanıltılarak basite indirilmiş bir halk yığınları ile karşı karşıya kalıyoruz. Türk halkı birey olmayı, özgür vatandaş olmayı kaldıramaz hale getirilmiş, padişahlık isteyen, halifelik makamı isteyen hale getirilmiştir. Kendisi kahraman olamayacağından “Davos Kahramanı” yaratabilen bir kitle ile karşı karşıya kalınabiliyor.

Bir ülkenin selameti için aynı dili konuşup didişip durmaktansa, hoşgörü içinde aynı duyguyu paylaşmak daha güzeldir. En çok hurafelerle yaşar toplumumuz. Hurafelerle dolu tarih üretiriz: “Aklın ürettiği savaş tekniğiyle Çanakkale savaşını kazanmışız” diye inanırız. Oldukça çoğumuz ise: “denizden uzanan aksakallı kayıp erenlerin ellerinin yardımlarıyla” Çanakkale savaşlarını kazandığımıza inandırılmıştır pek çokları...

İnsan her yaşta kendini tanımlar; kendini geliştirir. Türk halkının gelişmesini, kendini geliştirmesini istemiyorlar, engel oluyorlar. Ve dahi bu millete bağımsızlığını çok gördüler. Millet olma onurunu kırmak istiyorlar. Bu bir tür rejim kavgasıdır, türban bahane. Siz bakın Başbakan’ın çevresiyle çektirdiği fotoğrafa. Orada ne var: Avrupai tarzda takım elbiseli ve kravatlı tam bir Batılı. Yanında kimler var: Batılı normlarda olmayan karısı, başı türbanlı, kızı başı türbanlı, gelini başları türbanlı. Kılık ve kıyafetleriyle birer Orta Doğu kadınları...

Bakın orada; doğumuzda bir komşu var şımarık ve hırçın. Taş atıyor kafamıza incitiyor, taş atıyor camımızı kırıyor. Lakin onu şımartıp duran Batılı dostlarımız (!) bu şımarık komşunun haylazlığını görmezden gelip, “al oturt kucağına okşa onu” diyor. İşte bu haylaz ve Batının şımartıp durduğu komşumuz (!) Ermenistan. Birde bizden başka dostu olmayan kardeş Azerbaycan var ki, topraklarının bir bölümü o şımarık haylaz, bizim de kafamıza, camımıza taş atıp duran Ermenilerin işgali altındadır...

Bakın hele şu dünyanın gidişatına. Ota Asya coğrafyasında herkesin gözü var. Lakin oradan Türkiye’yi uzaklaştırmak istiyorlar. Bunu yaparlarken: “Sen AB’ye girerken bizim ölçütlerimize uyacaksın ama ancak biz Türk cumhuriyetleriyle ilgileniriz” demekteler...

İşte böyle hallerimiz var... En sevdiğimiz ölür, onu kutu gibi kazar toprağı iki metre altına gömeriz. Acısı ise yüreğimizin derinliklerine oturur...

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...