18 Ocak 2013 Cuma

SAİD-İ NURSİ (KÜRDİ) KİMDİR?

SAİD-İ KÜRDİ (NURSİ)
Nurculuk akımının önderi, göbek adı Rıza olan Said-i Nursi (asıl adı Kürdi) 1877 yılında Bitlis ili Hizan ilçesi Nurs Köyünde doğmuştur. Meşrutiyetin ilanından sonra Bitlis ve yöresinde şeyh olarak faaliyet yürütür. Burada edindiği ünüyle yola çıkarak İstanbul’a gelir ve siyasi faaliyetlere katılır. Bir taraftan Kürtçü hareketle içli dışlı olurken, öte taraftan da ikili oynayarak İslamcılığı oynar. Düzenli bir eğitim-öğretim yaşamı olmamış. Nakşibendi tarikatına bağlı Şafi mezhepli bir molla Kendi ifadesiyle bir yarım ümmi (yarı cahil) Akıl hastası tedavisi görmüş, irticai yazılar yazmış, 31 Mart ayaklanmasına katılmış, Kürtçülük hareketi içinde olmuş, oradan buraya nabza göre hareket etmiş güdümlü bir kişiliğe sahip birisi olarak görülür.

17 Kasım 1921 tarihli “hal tercümesinde” kimliğini şöyle açıklar:
“İsmim Said. Şöhretim Bediüzzaman’dır. Pederimin ismi Mirza’dır. Bir sülale-i mar’rüfeye nispetim yoktur (tanınmış bir soydan gelmiyorum) Mezhebim Şafii’dir. Devlet-i aliye-i Osmaniye tebaiyetindenim. Tarih-i veladetim 1293’tür (1877)
Kaynak: Bediüzzaman Said-i Nursi “Mektubat” Yeni Asya Neşriyat İst. 1997 s. 417

Şerif Mardin’in yazdığına göre:
Said-i Nursi, 23 Mart 1960 yılında Urfa’da, İpek Palas Otelinde ölmüştür. DP Hükümeti dönemi Urfa Valisi Şerafettin Atak’ın emriyle Halil-i Rahman Cami bahçesinde gömülür. Nursi’nin ölümünden üç ay sonra 27 Mayıs darbesi olur ve 1960 Temmuz ayında Said-i Nursi’nin mezarı açılarak kemikleri askeri bir uçakla Isparta dolaylarında bilinmeyen bir dağda gömülür.

Önceleri Said-i Kürdi adını kullanırken, soyadı kanunu çıkınca soyadını doğduğu köyün adını vererek “Nursi” olarak değiştirir. Said-i Kürdi (Nursi) İstanbul da kurulan “Kürt Teali Cemiyeti” ne üye olur. Öğretilerinin kaynağı olduğu bilinen daha 130 parçadan oluşan “Risale-i Nur Külliyatı”ı yazmadan önce 1912 yılında yazdığı bir kitabında, Kürt asıllı Selçuklu komutanı Selahattin Eyyubi adını kullanarak: “Uyan ey Selahattin Eyyubi’nin torunları Kürtler” diyecek kadar da Kürt milliyetçisi olduğu da bir gerçek. Bu yazısından dolayı hakkında o dönemde dava açılır.

Ama biz baktığımızda Said-i Nursi her yönden kullanılmaya yatkın biri olduğudur. Kendi anılarında bir ara “İttihat ve Terakki” tarafından kullanıldığını itiraf eder. “Hürriyet ilanıyla ve 31 Mart Vakasındaki hizmetlerimle, İttihat ve Terakki Hükümetinin nazarı dikkatini celp ettim. Cami’ül Ezher gibi ‘Medreset’üz, Zehra’ namında bir İslam üniversitesinin Van’da açılması teklifi ile karşılaştım” der. İşte bu sözleri çarpıtarak uyduruk yazarlarında Said-i Nursi’nin Van’da üniversite kurmaya çalışmıştır” diye yalanlarla donatırlar kitaplarını. Said-i Nursi’nin kendi anlatımıyla Van’da bir üniversite kurulması düşüncesi, İttihat ve Terakki partisine ait olup Said-i Nursi’ye kurmasını istemişlerdir. Ayrıca Şerif Mardin, Said-i Nursi’nin “Teşkilatı Mahsusa” (Günümüzün MİT’i) içinde yer almış olduğunu yazar.

M. Şükrü Hanioğlu, 2. Meşrutiyet döneminde Said-i Nursi’nin “Kürtçü Hareketle” ilişkisi olduğunu, kuşkuya yer verilmeyecek biçimde açıklamıştır. “Doktor Abdullah Cevdet ve dönemi” adlı yapıtında: “Badiüzzaman Said-i Kürdinin nutukları kütüphane-i içtihat 1324 (1908)” ve “Kürtler Yine Muhtaçtır, Şark ve Kürdistan, 19 Teşrin-i Sani 1908, Şevval 1326” adlı yazılarını kaynak göstererek, Said-i Nursi’ni ayrılıkçı Kürt örgütleriyle ilişkilerini aktarmıştır.

Mustafa Yıldırım kitabında: “Abdullah Cevdet Mısırdan döndüğünde (1908) İstanbul’da Osmanlı Kürt Teavün ve Terakki Kulübü çevresinde bir Kürt ulusçuluk hareketi başlatmıştı.” Dahi, Abdullah Cevdet daha bu işe: “Mısır’da iken, Said-i Kürdinin meşrutiyet dolayısıyla verdiği hutbeleri İçtihat Matbaasının İstanbul’daki şubesinde bastırarak katılmıştır.” Der.

Said-i Nursi’nin “Şark ve Kürdistan” gazetesinde “Bediüzzaman Said-i Kürdi” imzasıyla Kürtler hakkında yazılar yazdığını belirtilir.
Kaynak: Sinan Meydan, Naci Kutlaydan aktarma Malmisanij, Mahmut Lewendi, “Kürt Kimliği Oluşum Süreci”  İst.1997 s.94 

Dahi, İttihat karşıtı, “İttihat-ı Muhammed-i Cemiyeti” kurucuları Süheyl Paşa, Mehmet Sadık, Ferit Rıza Paşa ve Derviş Vahdeti’nin arasında yer alır Said-i Nursi. 31 Mart Mürteci Vakasına katılanlarla birlikte hareket etti ve bu hareketi düzenleyen Nakşibendi Tarikatına mensup, İngiliz yanlısı gerici Derviş Vahdeti’nin “Volkan Gazetesinde ve Kürdistan dergilerinde “Bediüzzaman Said-i Kürdi İbni Mirza” (Mirzaoğlu Bediüzzaman Said-i Kürdi) adıyla yazdığı yazılarla bu irticai hareketi körükleyerek desteklemiştir.

Said-i Nursi, 1918 yılında İstanbul’a gelerek Çamlıca tepesindeki bir köşke yerleşir.
Kürdistan Teali Cemiyetini kurucuları arsında olur. Dahi, Teali İslam Cemiyeti, Kürt Neşriyat Cemiyeti” kurucuları arasında görürüz Said-i Nursi’yi. Türkiye’deki Nurcular onu göklere çıkartarak bir görünüp-görünmez güç olarak algılarlar ve öyle anlatırlar.

Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşındaki rolünü azaltabilmek için ve Said-i Nursi’yi ihtiyarlaştırmak maksatlı: “Said-i Nursi, Kurtuluş Savaşına büyük katkılar yapmıştır”

diye Said-i Nursi özgeçmişini yazan başta Cemal Kutay, hiçbir kaynağa dayanmadan tamamen kurmaca, yalanlarla donatılmıştır. Cemal Kutay’ın yazdığı, “Çağımızda Bir Asrı Saadet Müslüman Bediüzzaman Said-i Nursi” adlı kitabı,sonra Said-i Nursi özgeçmişi yazanlara kaynak kitap olmuştur. Bunlar: Şerif Mardin’e ve dahi: Necmettin Şahiner’in yazdığı “Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said-i Nursi 1996 ve Said-i Nursi ve Nurcular Hakkında Aydınlar Konuşuyor 1970” kitaplarıdır.

Cemal Kutay, Necmettin Şahiner, Şerif Mardin iddialarında Said-i Nursi 2. Abdülhamit’e Sait imzalı bir dilekçe vererek, padişahtan, “Kürtçe eğitim verecek okullar açılmasını ve Van’a bir üniversite açılmasını” istediğini belirtirler. Onlara göre Said-i Nursi’nin bu isteği çok sert tepki görmüş ve 2. Abdülhamit onu 1907’de Taptaşı Akıl Hastanesi’ne tedavi görmesi için yatırılmasın emretmiştir. Böyle iddia edenlere göre Said-i Nursi akıl hastanesinde kaldığı sürede bir anatomi kitabını ezberleyerek doktorları akıllı olduğuna dair inandırıp taburcu olduğunu söylerler.

Gerçekler Böyle mi?
Aslında tamamen çarptırma ve düzmece ile Said-i Nursi’yi aklama ve olağanüstü bir kişiliğe ulaştırma cabaların sonucu, “Anatomi kitabını ezberlediğine” dair düzmece bir olağanüstü bir kişi olduğu izlenimi vermektedirler.

İşin gerçeği böyle: Bitlis Valisi, Said-i Nursi’nin hasta olduğunu, tedaviye gereksinimi vardır” diyerek akıl hastanesine yatırılması bir iyilikti, kötülük maksatlı değildir.

İşin aslı, 2. Abdülhamit’ten Said-i Nursi: “Van’da ne üniversite kurulmasını istemiştir, ne de Kürtçe eğitim veren okullar açılmasını” Said-i Nursi’nin akıl hastanesine yatılma nedeni. Bitlis Valisi Tahir Paşa’nın 2. Abdülhamit’e yazdığı 3 Kasım 1907 tarihli bir mektuptur. Bitlis Valisi mektubunda: Kürdistan âlimleri arasında üstün zekâsıyla tanınan Molla Said Efendi hasta olduğundan, padişahın merhametine ve ilgisine sığınarak bu defa padişaha başvurmak istemiştir.

Kurtuluş Savaşına katıldığı yalanları ile Said-i Nursi’yi halkın gözünde kahraman yapmak için çabalar vardır. Ama Türkiye Cumhuriyetini kuranlar kendileri ateşle imtihan ettiği 1918-1922 yılları arsı Said-i Nursi neredeydi biliyor musunuz? Bunun açıklamasını Seyfi Güzeldere en iyi yanıtı:
“Gerçek Badiüzzaman Said-i Nursi ve Doktrinleri 1966 s. 132-133” adlı yapıtında şöyle:

Molla (Said-i Nursi) İstanbul’a geldiği vakit mütareke olmuştu. Müslüman-Türk toptan tutsak gitmemek için yer yer bileşip tedbir arıyordu. O hemen kardeşinin oğlu Abdurrahman’ın Çamlıca’da ki köşküne yerleşti. Kitap dediği uyduruk serisini bütünlemeye başladı. Molla bu işlerle uğraşırken, Anadolu bağımsızlık savaşını kan ve ateş içinde idi. Bir dergi, Molla’nın bağımsızlık savaşına katıldığını yazıyor. Doğru değil. O savaşın gazilerinden binlercesi bugün yaşamdadır. Yalınız benim tanıdığım 200 gazi var. Biri diyebilir mi ki bu insan, değil silahla, fikir yoluyla olsun bu savaşa katılmıştır.


Önce kedi diyor ki, ‘Tutsaklıktan döndüm, İstanbul’da üç ay kaldım, 1918’in ortasından 1921’in ortasına gelelim, sonbaharda ayrıldığını’ söylüyor. Demek ki 1922 olmaktadır. O zaman Molla’nın İstanbul da beklemesinin açık gerekçesi oydu ki; halife kazanırsa, zaten halifeci, Türk ulusu kazanırsa Türk ola! Halifenin artık çöktüğünü görünce Ankara’dan geçip Van’a gitmiştir (1922)” Der.

Kurtuluş Savaşı yıllarında kurulan “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurulur ve her yerde işgalcilere karşı silahlı direnişe katılırlar. Ülkede 47 Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti içlerinde 84 din adamı yönetici durumundadır. Ayrıca 47 Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanının 16’sı din adamıdır. Said-i Nursi bir din adamı sıfatı taşırken oralarda yoktur, hiçte oralar uğramaz.

Ama Said-i Nursi biz: “Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürt Neşriyat Cemiyeti kurmakla meşgul görmekteyiz. Ayrıca İngiliz Hava Kuvvetleri Komutanlığının Bağdat’tan yazılan gizli raporunda, Kürtler Türklere karşı kışkırtarak ayaklandırmak amacıyla kurulmuş olan “Kürdistan Teali Cemiyeti” kurucuları arasında Said-i Nursi’nin adı vardır. Sinan Meydan, “Bu cemiyetin düzenlediği ‘Koçgiri Ayaklanması’ işgalcilere karşı mücadele veren ulusalcıları hayli uğraştırmıştır” 
Kaynak: “Cumhuriyet Tarihi Yalanları”  2010 s. 516

Said-i Nursi, Kurtuluş Savaşı sürerken İstanbul’da şimdinin Diyanet İşleri Başkanlığı yerinde olan “Dar-ül-Hikmet-ül İslamiye” Ağustos 1918’de aylık 5000 kuruş maaşla işe başlamıştır. Yani kendi menfaati peşinde, Osmanlı Padişahı kurumundan kazanç sağlamaktadır.

Aslında Said-i Nursi, gerici harekâtın içinde bulunur. Cumhuriyetin var olmasına karşı, var olmaması için mücadele edenlerle birliktedir. Ama o başarılmışın yanında olmak için 1922’de Ankara’ya gelir. Ankara’ya geldiğinde umduğunu bulamaz. “İslam’a ve ibadete çağrı” bildirisinde 4. Madde: “Namaz kılmazsanız isyan çıkacağını” bildiren Said-i Nursi Van’a gitmek üzere yola çıkar.

24 Eylül 1924’de Erzurum’da görülür. İngiliz Hava Kuvvetleri Komutanlığı 11.11.1924 Bağdat gizli raporlarında: Erzurum’da ayrılıkçı, 1923 yılında kurulan Azad-i Örgütünün ileri gelenlerinden Miralay Cibranlı Halit ve Baba Bey ile görüşmüştür. Azad-i Örgütünde Said-i Nursi “ulema” olarak iş görür.
Kaynak: Uğur Mumcu, “Kürt İslam Ayaklanmaları s.70 Bu Azad-i Kürt örgütünün Van yöneticisi Said-i Nursi’nin kardeşidir. Said-i Nursi özgeçmişleri yazanlar bu konudan asla söz etmezler, adeta görmezden gelirler.

1925 yılında Said-i Nursi, Şeyh Sait isyanına karıştığı gerekçesi ile Van’da tutuklanmış ve bir okul binasına hapsedilir. Sonra bazı tutuklularla birlikte Van’dan Antalya’ya gönderilir. Daha sonrada Burdur ve Isparta’ya sürülmüştür.

Şeyh Sait isyanı sonrası, Şeyh Sait’in torunu Isparta’ya Said-i Nursi’yi ziyarete gelir. O ziyarette Şeyh Sait’in toruna Said-i Nursi şöyle der: “Ben biraderi azamım. Şeyh Sait efendinin hayfını aldım” der.

1950 yıllarında Said-i Nursi, Şeyh Sait’in oğulları Şeyh Ali Rıza ve Şeyh Selahaddin Ankara’ya çağırarak Beyrut otelde görüşür.Şeyh Sait isyanıyla onlara: “Biraderi azamım şeyh Sait efendi büyük bir şeref ve derece ile vazifesini tamamladı. Bende bu hadisede, onunla beraber cihada Diyarbakır’da şahadete nail olmayıarzuluyordum” der
. Kaynak: Mustafa İslamoğlu,“Şeyh Sait Ayaklanması” c. 3. İst. 1991 s. 393-394

Görüyoruz ki Said-i Nursi elinde silahla ayaklanma eylemlerine katılmasa da, etkin dini propaganda ederek halkın din duygularınıkabartarak örgütlenme çalışmaları yaptığı açıktır. Ve şöyle der: “Daha sonra bana denildi ki; kardeşim Şeyh Sait üzerine ‘küfrü mutlak’ karşısında silahıyla el hâd etmek vacip oldu. O silahı ile ‘küfrü mutlak’ kaldırdı, ‘cühl-i mutlak’ kaldı. ‘Cühl-i mutlak’ kaldırmak için kaleminle cihat etmek de senin üzerine vacip oldu. Ben de ‘cühl-i mutlak’karşısında kalemimle cihat ttim” der.

Dahi, Said-i Nursi: Kardeşim Şeyh Sait, kıyama (ayaklanmaya) başladığı zaman Van’da mağara da idim. Kendisine bir mektup yolladım. Mektubumun cevabını alamadan duydum ki, kardeşim Şeyh Sait ayaklanmıştır. Düşündüm ki, mağaradan çıksam bir faydam olmazdı. Sonra beni mağarada yakalayıp sürgüne gönderdiler. Altı yıl süre ile dizlerime vurarak esef çekip memleketimizde fiili olarak yapılan mukaddes cihattan mahrum kaldım” der.

İşte böyle bir Said-i Nursi ile karşı karşıyayız… 
Devletine kaşı isyan edip silah çekenlerin yanında bulunamadığına üzülür. Dahi Diyarbakır’da yargılanıp asılanların içinde bulunmadığına yanar. Onlara “şehit” diyecek kadar bağlılığını bildirir. Batıda yaşayan Kürt kökenli olmayanların Nurculuk hareketi içinde olanlar, Said-i Nursi’nin Kürt-millicilik eylemlerine destek verdiği yanına bakmaksızın, din eksenli hayat görüşü önemli olur. Onun din, iman, namaz, cihat, şahadet gibi sözlerine bağlanmakta olduklarını anlamaktayız.

Dar-ül Fünun hocaları ile öğrencilerinin de katıldığı mitingler işgalci Yunanlıları kınarlar. Fatih mitinginde Halide Edip Hanim, Darülfünunun Öğretim Üyesi Selahattin Bey, Üsküdar mitinginde Sabahat Hanım, Kadıköy mitinginde Darülfünun öğrencisi Münevver Saime Hanım Yunan işgalini kınayan coşkulu, etkileyici bir konuşmalar yapar…

Öğrenci Münevver Saime Hanım ellerini havaya kaldırıp: “Yarabbi! Ben kardeşlerime değil ilk önce sana sesleniyorum. Vatanın felaketi karşısında bir genç kızın feryadını dinle. Bu ağlayan anneler, şehitlerin annesi. Bu boynu bükük genç kadınlar fedakârlıkların genç zevcesi, şu hıçkıran yavrular askerlerin yetimleri değil mi? Ben kendi bağımsızlığı gasp edilmiş bir milletin kızı olarak bağımsızlıma nasıl yürüyeceğimi söyleyeceğim. Bu beyanım, kollarımızı bağlamak isteyenler için dikkate şayan olmalı” der. Orada yine Said-i Nursi yok. 
Kaynak: Sinan Meydan  “Cumhuriyet Tarihi Yalanları” İnkılap Yayınları 2010 s. 191

Said-i Nursi İstanbul’da Çamlıca köşkünde huzur içinde ruhsal değişim içinde, bir yandan da İstanbul’da İngilizlerin güdümünde “Kürdistan Teali Cemiyeti ve Kürt Neşriyat Cemiyeti” gibi cemiyetlerin kurulmasıyla ilgilenmektedir.

İngilizlerin Bağdat’taki Hava Kuvvetleri Komutanlığının Bağdat’tan yazılan gizli raporda Kürtleri Türklere karşı kışkırtarak ayaklandırma amacıyla kurulmuş olan “Kürdistan Teali Cemiyeti” kurucuları arasında Said-i Nursi adı vardır. Geniş bilgi için bakınız 
Mustafa Yıldırım, “Meczup Yaratmak” adlı yapıtı s. 32-33-73-74-147

13 Haziran 1919 Amasya’da Abdurrahman Kamil Efendi, Sultan Beyazıt Caminde halka şöyle seslenir: “Muhterem evlatlarım! Türk milletinin artık kıymeti mevcudiyeti kalmamıştır. Mademki milletimizin, şerefi, haysiyeti, istiklali tehlikeye düşmüştür, artık bu hükümetten iyilik ummak bence abestir. Şu andan itibaren padişah olsun, isim ve unvanı ne olursa olsun hiçbir makamın hikmeti mevcudiyeti kalmamıştır. Yegâne çare-i halas (Kurtuluş Yolu) halkımızın doğrudan doğruya hâkimiyeti ele alması ve idaresini kullanmasıdır” diye fetva verir. Kaynak: Hüseyin Meriç  “Milli Mücadele Yıllarında Amasya” yapıtı Ankara 1972 s. 130

Dahi; Mustafa Kemal’in yanında bulunan Kuvvacı din adamları bir amaç uğruna işgale karşı halkı örgütlemek için yatmadan, oturmadan doludizgin yerel kongreler düzenleme çabası harcıyorlardı. Said-i Nursi ise İstanbul’da, o günlerde hiçte Kurtuluş Savaşıyla ilgisi olmayan “Müderrisler Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti, Yeşilay Cemiyeti ve Darül Hikmet-ül İslam Cemiyeti” gibi örgütlerin faaliyetlerde bulunmaktaydı.

26 Temmuz 1919’da Balıkesir Kongresine katılan 48 delegenin 13’ü din adamı mahalli müderris ve müftülerden oluşuyordu. Yine 10-23 Mart 1920’de 5. Balıkesir Kongresine katılan 60 delegenin yarısı müderris ve müftülerden oluşuyordu. 16-25 Ağustos 1919 tarihinde toplanan Alaşehir Kongresine katılan 45 delegenin 9’u müftülerden oluşur.

Ve dahi; 6-9 Ağustos 1919 Eşme Müftüsü Nazif Efendi, Isparta Müftüsü Hacı Hüseyin Hüsnü Efendi, Karacasu Müftüsü Mustafa Hulusi Efendi, Bozdoğan Müftüsü Mehmet Efendi, Sarayköy Müftüsü Ahmet Şükrü Efendi, Isparta’dan Müderrisi Ali Efendi, Tavas Bektaşi Tekkesinden Mazlum Baba gibi pek çok din bilginleri ve din adamları katılmıştır.

18 Ağustos 1919 Muğla kongresine çok sayıda din adamı katılır. Başta Müftü Zeki Efendi ve Hafız Emin Efendi gibi çok sayıda din adamları katılır. 5 Ağustos 1920’de toplanan Pozantı Kongresinde din adamları çokluğu dikkat çeker. Ayrıca Erzurum ve Sivas kongreleri de pek çok din adamlarının desteği sağlanır.
 Bakınız kaynak: Mustafa Çalışkan “Kurtuluş Savaşı Sırasında Din Faktörü” yayınlanmamış lisans tezi Ankara 1991 s. 122-123-335

Anadolu’da gerçek din adamları direniş içindeyken Said-i Nursi yine yok oralarda. Ellerinde silah, din adamları camileri dolaşarak halkı direnişe sevk ederler, kurtuluş için halkı harekete geçirmeye çabalarlar. Pek çok din adamı Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kurarak halkı silahlı direnişe başlatırlar. 47 Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinde 84 din adamı yönetici durumundadır. Dahi; 47 Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin 16’sında cemiyet başkanı din adamındandır.

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Ankara’da Müftü Rıfat Börekçi, Afyon’da Müftü Sait Efendi, Amasya’da Müftü Hacı Tevfik Efendi, Bilecik’te Müftü Mehmet Şükrü Efendi, Bolu’da Müderris Kürtzade Mehmet Sıtkı Efendi, Çankırı’da Müftü Bekirzade Ata Efendi, Denizli’da Ahmet Hulisi Efendi, Erzurum’da Hoca Raif Efendi, Hakkâri’de Müftü Ziyaeddin Efendi, Isparta’da Şeyh Ali Efendi canla başla işgale karşı mücadelede yer alırlarken yine Said-i Nursi yok yanlarında.

Bırakın Tük din adamlarını, Kurtuluş Savaşına destek veren dahi cephede bulunan Türk olmayan Müslüman din adamları da katılmıştır. Kurtuluş Savaşına destek veren Iraklı Uceymi Paşa, Hindistanlı Muhammet Ali, Libyalı Şeyh Ahmet Sunisi gibi Müslüman din adamları var ama Said-i Nursi yok yine. 

Said-i Nursi, Kurtuluş Savaşının en ateşli yıllarında İstanbul da “Darül-Hikmet’ül İslamiye” adlı kurumda görev yapmaktadır. O dönemi Said-i Nursi şöyle anlatır: “Son derece mutlu bir dönem olduğunu” belirtmektedir. O yıllarda ateşle intiham yapanların, elemli, kederli, kasvetli günlerinde Said-i Nursi mutludur…

Bazılarının söylediği gibi Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşına katkı sağladığı yoktur. Ne kalemiyle nede elinde silahıyla bir katkı sağlamamıştır. Asıl bağımsızlık mücadelesi sırasında İstanbul-Çamlıca’daki evinde kendine göre kitapçıklar yazar dahi bazı cemiyetlere üye olur. Bunlardan “Kürdistan Teali Cemiyeti” faaliyetlerinde bulunur. O dönemin çağdaş din adamları Kurtuluş Savaşına katı sağlarlarken Said-i Nursi ise İstanbul-Çamlıca’daki evinde yaşarken, bir yandan karma karışık kitaplar yazar, Bu haliyle buhrandadır, ruhsal değişimler ve dönüşümler de geçirmektedir.

Ne zaman Kurtuluş Savaşı Türk’ün lehinde sonuçlanmaya başlar, Said-i Nursi Mustafa Kemal’e 23 Kasım 1922’de bir mektup yazar. Bu mektupta Mustafa Kemal’e: “İslam âleminin kahramanı Paşa Hazretleri” diye hitap eder. Bu saygı ve övgü dolu sözlerini Mustafa Kemal öldükten sonra değiştirir. Atatürk öldükten sonra kaleme aldığı yazılarında Said-i Nursi hakaret içerikli: “Deccal ve Süfyan” demeye başlar.

Savaş kazanılmış, Ankara’da yeni bir devlet kurulmaktadır. Ülkenin dertleriyle uğraşmak yerine İstanbul-Çamlıca da huzur içinde yaşayan Said-i Nursi yalnızlığa itilmeye başlar. Yanındaki kardeşinin oğlu, yardımcısı Abdurrahman da ölmüştür. Bu halden özellikle kafası ve ruh hali karmakarışık halde bazı sorunlar yaşamaya başlar. Kurtuluş Savaşına katılmaz ama Ankara da yeni kurulan devlet içinde önemli yer almak maksadıyla olsa gerek, İstanbul’dan Ankara’ya gelir ancak itibar görmez ve umduğunu bulamaz. Ankara da “Aklı ve bilimi” esas alan çağdaş yeni bir devlet yapılanmasına doğru gidiliyor. Yeni devlet yapılanması sırasında Mustafa kemal yanında pek çok din adamları bulunurken Said-i Nursi’nin Ankara’daki “bazı davranışları” nedeniyle bu gibi din adamlarının yeni kurulacak çağdaş devlette yeri olamayacağını Mustafa Kemal söylüyor.

Mustafa Kemal’in yanında bulunan din adamları olan: Rıfat Börekçi, Şemsettin Günaltay, İsmail Hakkı İzmirli, Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi Yazır, Hafız Yaşar Okur gibi din adamları vardır. Bunlardan Elmalılı Hamdi Yazır’a, Mustafa Kemal kendi cebinden ödediği para ile Kuran’ın Türkçe tefsir ve tercümesini yaptırır. İmam Buhari’nin hadislerini de Kamil Miras Hoca’ya da tercüme ettirir. Türkiye’nin her köşesine dağıtılır. Türk Halkı dinini kendi dilinden öğrenmeye başlar. Said-i Nursi ise hap muhalefet oluşturmakla meşgul olur.

Hür adam Değil, Güdümlü Adam Daha Çok Yakışır
ABD’nin soğuk savaş dönemleri, kominizim tehdidine karşı yeşil kuşak oluşturma ile komünizmi İslam’la vurmak amacına dönük siyasetine 1950’lerde Said-i Nursi, ABD destekli yerli işbirlikçi olur. Amerikan isteklerine uygun bir din adamı olduğunu kanıtlar.

Şeriatçı çizgide “Yeni İstiklal” sahibi Mehmet Şevki Eygi’dir. Said-i Nursi’yi sürekli gündemde tutarak unutturmayan bir kişidir. 27 Mayısa rağmen 60’lı yıllarda yayınlarını kesmez. 10 Ağustos 1966’da ki başyazısında: “Yegâne çıkar yol, Türk milletinin iradesine uymaktır” diye yazar. Orada kocaman bir de Said-i Nursi’nin fotoğrafı var. Fotoğrafın altında söyle bir yazı geçer: “Bediüzzaman Said-i Nursi, İslam düşmanlarının planlarını alt-üst eden adamdır.” Diye yazar.

Cengiz Özakıncı, İslamcılara ihtiyaç duyan ABD, Amerika malı cihat yazmaları için seçtikleri içinde Said-i Nursi için şöyle der: Said-i Nursi hem eski Almancı, yeni Amerikancı. Hem İslam birliği yandaşı, hem Osmanlıcı, hem Kürt, hem hilafetçi olması bakımından Amerikalıların buillit tarafından kucaklaştırılan soğuk savaş stratejisinin Türkiye’deki kanaat önderi ve ruhani lideri olup çıkmıştı” diye ifade eder.

Müslümanlar ADB adına Müslüman propagandası yapmaktı görevleri. Günümüzde hala siyasi istismar haline getirilen din, siyasilerin Müslüman’a Müslüman propagandası oy almak için sürmektedir.

ABD ve Said-i Nursi
2. Dünya Savaşından sonra Komünizme karşı Amerikancı bir gelişme olur Türkiye’de. Sad-i Nursi’ de bu gelişmelerin içinde olur. Ona göre: “Komünistler, malsız-mülksüz serserilere zenginlerin mallarını fakirlere dağıtarak peşkeş çekmek için uğraşanlar” diye açık bir biçimde ABD taraftarı olur, İslam dünyasını komünizm tehlikesine karşı Amerika’nın koruyuculuğuna inanır.

Ama bir aymazlık hala Nurcular arasında sürer: Hani Sad-i Nursi olağanüstü, insanüstü kerametlere sahipti de neden ABD’nin koruyuculuğundan medet umar hali sorgulanmaz!

Said-i Nursi bakın ne demekte Amerika için: “Küre-i arz-ın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslamiyet’le Asya ve Afrika’nın saadet ve sükûnet ve müsamaha bulacağına (barış bulacağına) karar vermesi ve yeni doğan İslam devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırk beş yıl önce olan müdanayı ispat ediyor, kuvvetli şahit olur.”

Görüyorsunuz ki Said-i Nursi’ye göre, Amerika’nın bütün gücüyle, İslam âleminin dini hakikatlerine sahip çıktığına dair yanlış tezlerini halka benimsetme başarılı olduğu bir gerçek olarak önümüze gelmektedir. Ve dahi, Amerika’nın İslam’ın koruyucusu ve yeni gelişen İslam devletlerini okşadığını ve onlarla ittifak içinde olduğunu ilan eder.

Sad-i Nursi, Müslümanların Komünizmden korunmasını Amerika ve Avrupa’ya bırakır! Hatta Avrupa ve Amerika Müslümanları desteklemek zorundadır der: Zamanın iktidarına bile yön ve şekil verebilecek seviyede bulur kendini. Hatta Tahsin Tola adındaki Isparta Milletvekili ile Menderese haber gönderir: İngiliz ve Fransızların yanından çok DP’yi, Amerika’nın yanında olmasına dair akıl verir.

“…Rehber risalelerdeki Leyle-i Kadir meselesi: Şimdi hem Amerika ham Avrupa eseri görülüyor. Onun için şimdiki bu hükümetimizin (Menderes Hükümeti) hakiki kuvveti, hakiki Kuran ’iyeye dayanmak ve hizmet etmektir… Eskiden Hıristiyan devletleri bu ittihat-ı İslam’a taraftar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için hem Amerika hem Avrupa devletleri Kuran ve ittihat-ı İslam’a taraftar olmağa mecburdurlar” der
Said-i Nursi, “Emirdağ Lahikası” s. 54

24 Şubat 1955’te Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere arasında CENTO denen bir pakt kurulur. O günlerde Said-i Nursi Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a ve Başbakan Adnan Menderes’e akıl veren bir mektup gönderir: “Komünizme karşı Hıristiyan ve İslam dünyasının birlikte hareket etmesinin iyi olacağını belirtir. Bu yoldan giden Said-i Nursi talebeleri de Amerikan güdümlü “Komünizmle Mücadele Dernekleri” kurarlar ülkede.

Ve dahi, Said-i Nursi şöyle hayal görüşlerini sıralar
“Nev-i beşer bütün aklını kaybetmezse, maddi ve manevi bir kıyamet başlarında kopmazsa İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur'an’ın kabulüne çalışan meşhur hatipleri ve din-i hakkı arayan Amerika’nın çok ehemmiyetli cemiyeti gibi rüya zeminin kıtları ve hükümetleri, Kur'an’ı mucizü’l beyanı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruhu canlarıyla sarılacaklar” diye. Kaynak: Şerif Mardin, “Sikke-i Tasdik-i Gaybi” 6-7 s. 163

Türkiye’de bu zatın eylem ve fikirlerini genelde benimseyenlere “Nurcular” denmiştir. Bunların amaçları laik sisteme karşı şeriatı savunmaktır. Ancak bu işleri sinsice devlete ve sistemi koruyan orduya karşı gelmeden yumuşak bir biçimde, devlette kadrolaşmakla vakıf ve öğrenci yurtları dahi özel eğitim kurumları işleterek örgütlenmeyi tabandan başlatmak amaçları vardır.

Bugün Türkiye’de Nurculık faaliyetleri içinde bulunan örgütler ve liderleri:
Feytullah Gülen taraftarlarına “Feytullahçılar” Mehmet Kutlular taraftarlarına “Yeni Asyacılar”

M. Birici tarafında bulunanlara “Yeni nesilciler”
S. Dursun’un başında bulunanlara “Med-Zehra”
İ. Şentürk’ün başında bulunduğu örgüte “Tenvir”
Mehmet Kırkıncı “Erzurum Nur Cemaati” adı altında
S. Nur Ertürk’ün başında bulunduğu örgüte “Yazıcı”
Müslüm Gündüz Ün başında bulunduğu örgüte de “Aczimendiler” denmektedir.

Cemal Kutay
Cemal Kutay, Kürt ayrılıkçı harekâtın en önde gelen aşiretlerinden Bedir hanilerden Tahir Bedirhan Bey’in oğludur” der Mustafa Yıldırım, “Meczup Yaratmak” yapıtı s. 103.

Yazdıklarına güvenilmeyen, parayla ısmarlama kitap yazan bir Cemal Kutay yazdığı “Çağımızda Bir Asrı Saadet Müslüman Bediüzzaman Said-i Nursi” Yanı Asya yayını İst.1981 kitabı hakkında yıllar sonra 100 bin lira karşılığında yazdığını itiraf etmiştir. Bu yazdığı ısmarlama kitabında Emirdağ’a giderek Said-i Nursi ile görüştüğünü ve eli öptüğünü yazmıştı. Cemal Kutay yıllardan sonra Emirdağ’a gitmediğini, elde öpmediği söyler.

Her şeyi paragözüyle gören Cemal Kutay, 1978 yılında Milli eğitim Bakanlığına 150 bin liraya, nerden bulduğu bilinmeyen, elinde bulunan Atatürk’ün 500 adet el yazmalarını pazarlık ederek sattığı gerçeğini Uğur Mumcu Haziran 1981 yılındaki: “Hediyesi Kaç Lira” başlıklı yazısıyla açığa çıkartır
.

Uğur Mumcu’nun yazısına göre Cemal Kutay şöyle der: “…Muhterem efendim, Atatürk’ün el yazmaları ile Onuncu Yıl Nutku ve Türkün Tarihi ile ilgili belgelerin açıklanmasından oluşan 5 bin takım fotokopisi ile ilişki alındı ile 12 Ocak 1977 tarihinde, Yayımlar ve Basılı Eğitim Malzemeleri Genel Müdürlüğüne teslim edilmiş, 3 bin adetinin bedeli alınmıştı. Kalan 2 bin takım tutarı, 150 bin liranın ödenmesini rica eder, saygılar sunarım” diyerek tamamı 225 bin lira olan, geri kalan 150 bin lira parasını ister.

Moon Tarikatı ve Nurcular
Kore Savaşında Amerika’nın yanında yer alan, Amerika ile ilişkilerini geliştirmek için CIA ile işbirliği yapan Sun Moyung Moon adlı Koreli: “Unifiacation Church” (Birleştirme Kilisesi) ü kurmuştur. Said-i Nursi yolunda gidenlerin önde gelenleri bu işin bilincindeler. Moon tipi bir örgütlenme ve Moonlarla işbirliği yaptıkları bir geçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Mustafa Yıldırım, “Meczup Yaratmak” yapıtında, İşte bu Mooncular tarikat ile Said-i Nursi harekâtını sürdürenlerin yolları 1980’lerde kavuşur ve Mooncular ile Türkiye’de Nurculardan destek görmeye başlarlar.

Mustafa Yıldırımdan dinleyelim: Moon öncelikle tüm Hıristiyanları birleştirerek kendisini ‘bir tür Mesih’ olarak tanır. Âdem ve Havva’nın günah işleyerek insanoğlunun kanını kirlettiğini, İsa’nın ise siyaset bilmediğinden başarılı olamadığını ileri sürer. Örgütlülük ağı geliştikçe de öteki dinden insanları yanına çekmek için ‘Mesihlik’ propagandası yükselterek Müslümanları da birliğe çağırır; onlarla akademik, kültürel ve sonra da ticari ilişkiler ağı kurmayı başarır. Moon; okullar, medya, kültürel örgütler, şirketler, finans kurumlarından oluşan bir model yaratır. Türkiye’den giden ilahiyatçılar Moon’un okullarında ders verirler.” Der. Yıldırım.

Şu günümüzde Nurcuların yaptıkları Moon ideolojiyle tamamen örtüşmektedir. Dahi, devlet ilişkileri için de yer almaları devlette önemli görevler üstlenmeleri gibi faaliyetleri yanında Medya, sermayesi milyar dolarları bulan şirketler, dershaneler, finans kurumları, yayınevleri, kültürel örgütler, okulları olarak karşımızda bir inanç ideolojisinden çok çok, çok güçlü sermayeye hükmeder olmuşlardır.

Mustafa Yıldırım, “Sivil Örümceğim Ağında” yapıtında pek çok gerçeklere değinir. Sözde “Dinler Arası Diyalog” adı altında ilişkilerle amaç Moon’un hedefine uygun olarak adam öğütlemek: Devlete karşı durmak yerine, kişiler aracılığıyla devlet kurumlarını ele geçirmek maksatlı Moon Tarikatı’na benzer Nurcular harekâtına aynı biçimde sızmıştır.

“Moon’un kapsamlı Türkiye atağı ‘Unification Movement’ gezisidir. 35 ülkede toplanan 150 kişi New York, Kudüs, İstanbul, Roma, Yeni Delhi, Katmandu, Bangkong, Pekin, Tokyo New York yolculuğu boyunca, her kentte bir hafta kalarak işlerini gördüler.

Bu o denli açıktır ki, Moon’un örgütçüsü Dr. Joseph Bettis, ‘Heyetimiz içinde yer alanlar bütün dünyada tek din olmasını açıklıyorlar. Bu bizim ikinci turumuz. Bunu devam ettirkek istiyoruz’ dedikten sonra örgütlerin geleneksel yayılma yöntemlerine uygun bir açıklamada daha bulunuyor ‘ancak tura katılanlar her yıl değişecek. ‘Bu yıl 8 Türk’ünde bizimle gelmesine çok memnun olduk’ Türkiye’yi temsil edenler arasında Dünya Dinleri Gençlik Seminerlerine katılan Türk heyetinde Ahmet Davutoğlu bulunuyordu.

Boğaziçi Üniversitesinin öğretim görevlisi olan Davutoğlu, masumane çalışmalarının amacını şu ilginç sözlerle açıklıyordu: ‘Amerika’da kendi sahasında söz sahibi değişik dinlere mensup bir grup Profesörün önderliğini yaptığı bu gezide, amaç bilfiil yaşayarak, daha açık bir ifade ile ‘gezici bir üniversite şeklinde Dinler Arasında Diyalog ve fikir alış verişi temin etmektir. İlki geçen sene yapılan bu geziye Türk temsilciler bu sene katıldı. Gerek Amerika’da gerekse Kudüs’te gerçekten çok değerli gözlemler yapmak imkânı bulduk” der. Sinan Meydan Cumhuriyet Tarihi Yalanları” 2. Cilt, Dipnot s.564

Said-i Nursi 
Anadolu topraklarını paylaşmak için düşmanca tavırla sergileyen Wilson, Lloyd George ve Yunan Başbakanı Venizolos gibilerini örnek göstererek, beyin bulandıran övgülerle dolu sözlerine bir bakalım: “Dini İslam’ı Hıristiyan dinine kıyas edip Avrupa gibi dine lakayt olmak pek büyük hatadır. Evvela: Avrupa dinine sahiptir. Başta Wilson, Lloyd George, Venizolos gibi Avrupa büyükleri, papaz gibi dinlerinde mutaassıp olmaları şahiddir ki; Avrupa dinine sahiptir.” Demiştir.“Mektubat” Yeni Asya Neşriyat s.312

İstihbarat Belgelerinde Said-i Nursi
Belgelerden anlaşıldığına göre 1925 yılından bu yana Saişd-i Nursi hakkında istihbarat bilgilere göre gittiği yerlerde her adımı takip edilir. Bu belgelerin en ilginci 1950 yılların ortalarında hazırlanan 4 sayfalık bir evrak. Dönemin MAH (şimdiki MİT) hayatta olmayan pek çok kişinin adları geçer. Bu adlar içinde şair Necip Fazıl’ın adı da vardır.

O dönemde (1958) Said-i Nursi’nin TSK’ya sızmaya çalıştığını, TSK içinde o dönemde pek çok subay “Nurcu” diye fişlenir.

Dahi 1958 yılında hazırlanan bir belgede Said-i Nursi1925 yılında Şeyh Sait isyanına destek vermesi ve Kürt milliyetçiliği fikir ve gayesini, din ve tarikat kisvesi altında yaymaya çalıştığı belirtilmiştir.

Çok gizli damgalı bir başka belgede: Adı Said-i Kürdi, Said-i Nursi, Bediüzzaman. Kayıtlı bulunduğu arşiv: Afişinin 5 sayısına kayıtlıdır.

İstihbarata Göre Yaptığı iş: Boşta gezer,
Alınması gereken durum: Kürtçülük mefkûresi taşıdığı, dini hassasiyetleri buna alet ettiği, Nurculuk teşkilatı kurmak istediği görüldüğünden… Dini hassasiyetleri alet ederek devletin emniyetini bozacak hallere halkı teşvik etmek ve Nurcular adında gizli bir cemiyet kurmak… Fırsat düşkünü, sinsi ve kurnaz bir şahıs olan adı geçenin kötü emellerini gizli gizli tahakkuk ettirmek istediği görülmüştür. Durumu denetlenmesi lüzumu görülmüştür. Diye geçer.
 


11 Ocak 2013 Cuma

ÜLKÜCÜ HAREKATIN 1969 ADANA KONGRESİNDE C.K.M.P'DEN MHP'YE DÖNÜŞÜ



Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi yerini MHP alıyordu
NİHAL ADSIZ GÖRÜŞLERİ ve MHP
Gerçek adı Hüseyin Nihal Adsız, 12 Ocak 1905’de İstanbul-Kadıköy de doğar, 1975’de ölür. Katıksız Türkçüdür. Askeri okul 3. sınıfta iken Arap asıllı subaya selam vermediği için okuldan atılır. Sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine yazılı ve oradan 1930 da mezun olur.

Değişik yerlerde öğretmenlik yapar ve “Türkçülük ülküsü” üzerine “Orhun” dergisini ve “Mecmua” dergileri yayımlar. Daha sonra “Tanrıdağı, Çınaraltı” gibi milliyetçi dergilerde yazılar yazar.

Nihal Adsızdan bazı sözler; “Sağcı biziz: Türkçüler sosyal adaletçi olamaz. Vatanın nimetlerini turistlere değil de soydaşlarımıza üleştirmek istememiz gerçek ahlakın gerektirdiği adaleti sağlamayı dilememiz solcu olmamızı gerektirmez.”

“Sağda Türkçüler, solda beynelmilelciler vardır. İster dünya beynelmilelcisi olsun, Türklüğü başa geçirmeyen, ihmal eden ve ya yok sayan bütün düşünceler soldur”

“Sağ ve sol deyimleri kabataslak ele alındığı takdirde Turancılarla İslam birliği taraftarları sağda birleştikleri gibi yalınız sosyal adalet kavramı düşünüldüğü anda, Türkçülerin sosyalistlerle aynı hızda olmaları gerekmektedir.”

9 Şubat 1969 Adana Kongresinden sonra CKMP'den  
Türkiye de koyu dindarların bir takımı milliyeti inkâr ederek yalınız dinle yetinmek taraftarıdırlar. Bunlardan biri camideki vaazında ‘vatan için ölen cehenneme gider, cennete gidecekler ancak din uğrunda ölenlerdir’ der. Şimdi bu seviyesiz yobazla Türkçüler aynı cephede saymak hem bir anlayış kıtlığı, hem de gerçeklere sırt çevirmek demektir” der.

“Solcu’ diye tanımlananların karşısındakilere de ‘sağcı’ denir. ‘Sağcı’ demek ekonomide devletçi olmayan, liberal olan muhafazakâr olan ‘sağcı’ sayılmıştır.

...Kendilerine ‘mukaddesatçı’ diyen dindarla, milliyetçi ve sağcı sayıldığı gibi sosyalist ve komünistlerin kendilerini ‘milliyetçi’ diye öne sürdükleri görülmüştür”  der.

“Turancılarla İslam birlikçileri sağda birleştikleri varsa, Turancılarla sosyalistlerin sosyal adalet kavramında birleştikleri geçeği vardır” der Atsız. “Bizdeki dincileri ve hilafetçileri sağa koymak, Batı ülkelerinde ki teamüle de aykırıdır... Sağ-Sol tarifi, Türkiye için milliyetçilik açısından ele alınarak yapılabilir. Bir parti milliyetçi olduğu nispette sağcıdır. Fakat milliyetçilik milletin toplum ve fert olarak yükselmesi demek olduğundan milliyetçi bir parti, adaletin ve servetin dağıtımı bakımından sosyalistlerin fikirlerine yakın olabilir...”

“...Dincilik ve siyasi ümmetçilik, Türkçülüğü ikinci plana itmek ve ya varsaymak olduğundan milliyetçiliğe aykırı yahut düşmandır. Bu bakımdan dinciler, siyasi ümmetçiler, hilafetçiler  ‘sağcı’ olamazlar... Türkçülüğü İslam topluluğu içinde eritmek malihulyasına kapılmış olduklarından beynelmilelcilerdirler ve her beynelmilelci gibi soldurlar...”

Nihal Adsız, “aşırı sağ” diye adlandırılan İslamcıları da “sağ” olarak asla kabul etmez. Yıl 1968, örnek verir: “Geçen yıl sonrasında yakalanan ‘Hızbuttahrir’ adlı derneğin hilafetçi olduğu, Türkiye’yi şeriata göre idare etmek istediği, resmi dil Arapçayı kabul ettiği açıklanmış ve başlarında bir Arap bulunan bu grup ‘aşırı sağcı’ diye sınıflandırılmıştır.” diyen Adsız tepki koyar ve Türklerin birleşip tek devlet halinde toplanmasını ülkü edinmiş Türkçülerle bu yobazları aynı grupta nasıl toplanabilir. Resmi dilin Arapça olmasını isteyenlerle bir tutulur mu?”

“İdeoloji bakımdan ‘sağ’ milliyetçiliği ‘sol’ beynelmilelciliği temsil ettiği için ‘sağ’ Türkçüler, solda beynelmilelciler vardır. İster dünya beynelmilelcileri ister Türk beynelmileliler soldur” der.

“...’Ben bu milletin sömürülen fertlerini düşünüyorum’ demekle de olmaz. Bir milletin sömürülen fertlerini, başka milletlerin merhametli insanları da düşünebilir.” demekle Adsız öncelik kendi milletinin çıkarları demek ister.

Atsız’ın yanılgıları ve bir bağımsızlık mücadelesi kahramanına hakarete varan sözü: “Milliyetçilik, Bolivya dağlarında öldürülen Arjantinli ‘maceracı serseri’ Guavera için zıplayıp da sıra, Kazak kahramanı Osman Batur’a gelince susmak hiç değildir” der.

Milli kaygıların önüne oy kaygıları keser...
1969 Adana Kongresinden sonra CKMP'den MHP'ye dönüş 
Katıksız bir Türkçü olan Nihal Adsız ile Türk İslam Sentezciliğine kayan Alpaslan Türkeş’in arası kırk dört yıl önce açılır. Dokuz motosikletli genç, Alpaslan Türkeş’in “Dokuz Işık” idealini temsilen, ellerinde 16 Türk devletlerini temsil eden bayraklarla 16 gençle birleşerek Adana caddelerinde turladıktan sonra, mehter marşıyla MHP kongresi 8 Şubat 1969’da en kapsamlı dönüşümle açılır.
  
Türkeş’e mesafeli olan katıksız Türkçü Adsız taraftarları da kongre yerine girerler. Turancıydılar; “Büyük Türkiye”yi kurma yolunda yeminliydiler. Sloganları Tanrı Türkü Korusun” idi. Yakalarında Bozkurt rozeti, sarkık bıyıkları, başlarında kalpakları vardı. Adsız adını alan Nihal, Göktürkler de henüz devlete yararlı bir işi yerine getirmemişse kişiye ad verilmezdi. Katıksız Türkçü Nihal Adsız, "Adsız" soyadını Türk’e yaraşır bir alanda hizmet etmediğinden almıştı...

Alpaslan Türkeş ise bir iş görmesine hacet kalmadan “Başbuğ” unvanını kendine layık görmüştür.
 
Her ne kadar olursa olsun çalışmaları partiye oy kazandıramıyordu. CKMP, Türkçü bir parti olmasına rağmen seçimlerde siyasi çizgisinde geniş kitlelere ulaşamıyordu. Her ne kadar Türkçü bir parti olsa da işin bir püf noktası olduğunun, oy toplamanın başka yolları olduğunu sezerler. Türk-İslam sentezi ile din alanlarına girerek işe başlama kararı alınır.
   
Bu alanda parti çizgisini değiştirmeye Türkeş ve arkadaşları karar verirler. Her ne kadar laik, demokratik, cumhuriyetçi ve Türkçü bir parti olsalar da, oy alabilmek için Türkçü motiflerin yanına İslam-i motifler de yerleştirmeye başlarlar.
 
Sosyal alanlarda İslam’ın ne kadar önemli olduğu propagandası ile eyleme geçen Türkeş ve yanlıları, Adana kongresinde, değişime karşı çıkan güçlü, katıksız Atsız yanlısı Türkçülerin direnmeleri, Adsızcılar-Türkeşçiler arası derin kavgalarla büyük dönüşüm, Türkeş taraftarlarının zafer kazanması ile başlar.
 
Sonra, Adsızın hayallerini süsleyen katıksız Türkçülüğünün “Tanrı Dağı” yanına İslamiyet’in simgesi olan “Hira Dağı” eklenir sloganlarına: “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” Dahi, Katıksız Türkçülerin taşıdığı diğer sloganlar: “Tanrı Türk’ü korusun” yerini, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” şekliyle İslamileştirilir.
 
Zamanla daha ileri giderek, “Ya Allah, bismillah, Allah-u Ekber” sloganları sertleşir. Nihal Adsız, Ellerinden uzaklaşan partileri için: “MHP de Allah, Tanrı’yı kovdu” der ve Türkeş’e: “sen git, güvendiğin Araplara biat et; oy toplamak için Arap develere bin” der.
  
Nihal Adsız ve arkadaşlarına göre katıksız Türkçülük 1969 Adana kongresinde öldü. 8 Şubat 1969 da Adana kongresinde Türkeş ve arkadaşlarınca ele geçirilen CKMP adı, MHP olarak değiştirilir. Bozkurt sembolünün yerini üç hilal alır. “Bozkurtlar”, “Ülkücüler” olur. “Türkçülük” yerini “Milliyetçilik” alır. Şamanist Bozkurtlara ihtiyaç kalmaz. 1960’lı yıllarda okulda solcu öğrencilerden dayak yiyen Fehmi Yücesoy “Bana yardım et ey gök tanrısı” diye dua ederken, 1969’dan sonra dua biçimi Arabi dualar dönüşür.
 
MHP, dönem dönem laiklik sıfatını yitirerek, ideolojileşme ve radikalleşme
de dinci partilerle yarışır hale gelir ve Atatürk’e bile pek yer verilmez olunur. Çünkü bu çıkışları Kemalist ideolojiden, oy almaya dönük İslam-i söylemlere dönüş ile Türkeş bir tür utangaç ve mahcup “Atatürkçü” olarak kaldığı bir gerçek olarak ortaya çıkar.

Ülkücü gençleri dönüşümle artık tarikat ve cemaatlerin liderlerini ziyaret ediyorlar. Oruç tutmayanları okullarda, sokaklarda dövüyorlar, sokakların din bekçiliği yapar oluyorlar, cemaatlere girip çıkıyorlar, şeyhlerin, şıhların ellerini öpüyorlardı.
 
Son gelinen nokta, MHP yine oy kaygısına kapılarak AKP’nin plansız, programsız türban sevdasına balıklama atlamıştır. MHP artık Türk milliyetçiliğinin sözcüsü olma yolunda ki adımları artık ciddiye alınmaz, belirli bir oy ile ne dindarlara yaranabiliyor ne de Türkçü tekelini elinde tutabiliyor. 25 yaşına kadar “Ülkücü” yetiştiriyorlar, 25 yaşından sonra dinciliği siyasete alet edenlere oylarını veriyorlardır. Selman ZEBİL 

Kaynak: Nihal Adsız Yazılarında yararlanılmıştır






4 Ocak 2013 Cuma

MUSTAFA KEMAL'E "DECCAL" DİYEN ZİHNİYET

MUSTAFA KEMAL’E “DECCAL” DİYE İFTİRA ATANLAR

Hak, hukuk bahane... Her olaya din gözüyle bakma; Allah-Peygamber işin her alanda istismarı haline getirildi. Kimse cumhuriyetin varlık nedeniyle ilgilenmedi. O nedenlerin var oluşunu değil de cumhuriyeti sorgular halde oldular...

Doğrusu cumhuriyet bütün varlığını Türk ülküsüne ve Türk ulusuna bağışlanmış, kendi ruhunun ateşini vermiş; erdemliği Türk ulusunun ateşi olmuş; ışığı Tük ulus ülküsünün karanlığını aydınlatan meşalesi olmuş. Lakin cumhuriyetin erdemliliğini anlayan bir ruh hali doğal mecrasından her geçen gün uzaklaşarak başka mecralara sürükleniyor olarak görüyoruz...

Yani demem şu ki, hiç kimse laikliği ortadan kaldırıp yerine başka ülküler yerleştirmeye kalkmak isteyenlerin huzur içinde kalacaklarını sanmasınlar. Bu ülke ne İran’dır ne de o özendikleri Arap ülkeleri. Görün işte özlenen Arap Ortadoğu coğrafyasını. Ne var orada?

Acı, ıstırap, gözyaşı, Yahudi-Haçlı-ABD-Hıristiyan emperyalizmin yüzyıldan bu yana 2013’ye kadar süren sarsıntıları.

1929 yılında Mustafa Kemal, İlkokul öğrencilerinin dini bilgilenmeleri için Abdulbaki Gölpınarlı’ya yazdırdığı “Din Dersi” kitabında şöyle denmektedir: “Allah’a evlerimizde de ibadet edebiliriz. Fakat Allah camide ibadeti daha çok sever. Çünkü onun faydası daha çoktur. Oradaki büyüklerden din işlerini öğreniriz, birbirimizi tanırız, severiz. Birbirimizin halini anlarız; birbirimize faydamız dokunur. Zaten Müslümanlık ayrılık dini değildir, topluluk dinidir.” Ve sürer:

“Peygamberin sonu ve en büyüğü, insanlara İslam dinini öğreten, İslam imanını bildiren Hz. Muhammed’dir. Şu iki söz İslam imanını bildirir; Allah birdir ondan başka Tanrı yoktur, Muhammed’de Allah’ın Peygamberidir. İşte bu sözlerin anlamına inanan kimse Müslüman’dır. Müslümanların kutsal kitabı Kur'an'ı Kerim’dir. Allah’ın emirleri bu kitapta yazılıdır. Biz Kur'anı Kerim’e çok hürmet ederiz.” başka söze ne hacet var?

Mustafa Kemal’e “dinsiz deccal” diyen zihinleri kuşatılmış yerli hainler bakın kimlerle işbirliği halindeler. Hz. Muhammed’ e “deccal” diyen Batı ile. Bir amaç uğruna nasılda bir anda ittifak yapıyorlar laik cumhuriyet rejimine karşı...

Said-i Nursi, ne zaman Kurtuluş Savaşı Türk’ün lehinde sonuçlanmaya başlar, Mustafa Kemal’e 23 Kasım 1922’de bir mektup yazar. Said-i Nursi bu mektupta Mustafa Kemal’e: “İslam âleminin kahramanı Paşa Hazretleri” diye hitap eder.

Said-i Nursi, Yeni oluşmaya çalışılan Ankara hükümetinde yer alamaya çalışır ama “Aklı ve bilimi” esas alan çağdaş yeni bir devlet yapılanmasına doğru gidiliyor. Yeni devlet yapılanması sırasında Mustafa kemal yanında pek çok din adamları bulunurken Said-i Nursi’nin Ankara’daki “bazı davranışları” nedeniyle bu gibi din adamlarının yeni kurulacak çağdaş devlette yeri olamayacağını Mustafa Kemal söylüyor.

Said-i Nursi, Mustafa Kemal yaşarken övgü dolu sözlerini unutur. Saygı ve övgü dolu sözlerini Mustafa Kemal öldükten sonra değiştirir. Atatürk öldükten sonra kaleme aldığı yazılarında Said-i Nursi hakaret içerikli: “Deccal ve Süfyan” demeye başlar Atatürk’e

Aynı yolda giden, geçmişten bu günümüze kadar evrimleşerek kendini tamamlamaya çalışan Mehmet Şevki Eygi, Atatürk için aynı bahtsız sözleri kullanır.

1969 yılındaki Amerikan uşaklığı ve işbirliği yapan M. Şevki Eygi, o zamanın 10 Mart 1969 tarihli “Bugün” gazetesindeki köşesinde şöyle yazar: “Müslümanlar ile kızıl kâfirler arasında topyekûn savaş kaçınılmaz hale gelmiştir. Stalin’in benzeri deccalların (yani Atatürk’e sözü) piçleri olan kızıl veletler bütün Müslümanları karşılarında bulmalıdırlar. Deccal yıkılsın ey necip millet, uyan ve davran!”

Ve devam ediyor: “Rusya ve Çin Allah’ı inkâr ediyor. ABD ise Allah’a inanıyor, dini var. Amerika da İslam’ı yayma hürriyeti var. ABD inançlarımıza hürmet ediyor. Ey deccalın ismine sığınıp gölgesinde yürüyen küfür çomarı! Biz senin kör deccalın (Mustafa Kemal) gibi nice azgın itleri gebertip ayaklarından sürümüşüz...” diye yazar.

Henry Kissıngger; “İnançlarımıza hürmet ediyor” dediği Amerikan emperyalizmine 60 yıldır fikir babalığı yapan şahıstır. Rockefeller Vakfındaki konuşmasında: “Amerika olarak neden güçlüyüz biliyor musunuz? Bizler aramızda vatan hainlerini öldürürüz. Diğer ülkelerdeki vatan hainlerini ise kahramana dönüştürüp, o ülkenin üst yönetim konumlarına getiririz” der.

İşte bu sözleri söyleyen devşirme dinci fesat mollaları ve cumhuriyet dahi Atatürk düşmanları, ABD hayranlıklarını görsünler Ortadoğu coğrafyasında Müslümanları ne hale getirdiğini tanısınlar. Kendi içlerinde hinlere yer vermezlerken, kendileri için ülkesini karalayan hainleri nasıl desteklediklerini görsünler…

Türk milli kültürün çökertilmesi için başta siyaset dincilerinden Amerika da oturan vaizin tayfaları, İslam’ın geleceği hakkında ABD’nin kuyruk sokumunda, ABD adına Haçlı-İslam karma “Ilımlı İslam” Büyük Ortadoğu Projesi dâhilinde, Büyük Yahudi İsrail’e hizmet etmeyi bilerek veya bilmeyerek sürdürüyorlar bir taraftan.

Şimdi de sokaklara dökülüp İsrail-Amerikan bayrakları yakmak “Ya Allah bismillah Allah-u Ekber” işaret parmaklarını havaya kaldırıp İsrail’i protesto etmek beni güldürüyor. Kendini “barış elçisi” sanan başbakan şaşkın; atladığı gibi uçağa Ortadoğu Arap-Kral devletlerle istişare yapmakta beyhude...

Batılıların Müslümanlar hakkındaki niyetleri, ortak nokta da Müslümanları yok etmektir... Haçlılar harekâtına yardım etmek isteyen Türk İslamcılardır ki, adlarına “hıyanet siyasi İslamcıları” denir. Batı ile ortak noktaları yıkılmak istenilen Kemalizm’dir. Birde Batıya itaatkâr kadim Batı hayranlığı duyan zümreler vardır ki adlarına “hıyanet çeteleri” denilebilir...

Siyaset dincilerin çökertmek istediği Kemalist laik sistem, ittifak içinde oldukları Batının ise arzuları, “kutsal topraklara haçlıların önünü kesen” Müslüman güçlerin yok edilmesi. Bu oyunun Türk İslamcılarla oynanması başka bir düşündürücü soru. Amerika da oturan vaiz ve cemaatinin “İslam-i şekil değişmez” kuralını hiçe sayarak, İslam’ı hakkıyla yaşamaya çalışan Müslümanların etrafına nifak tohumları ekerek İslam da bölünmelere sebebiyet vermektedirler...

Çevresine güzellikler saçan geleneksel İslam, ABD-AB-İsrail üçgeninde gelişen İslam’a nifak saçma, siyasallaşmış İslam olarak “Ilımlı İslam” aldatısı ile aldatılanları anlamakta güçlük çekiyoruz.

Gülen cemaatinin estetikle, akılla ve zekâyla pek ilgileri yok ama çok kurnazlar. ABD-CIA işbirliği altında yatan namert düşüncede birleştikleri payda, Mustafa Kemal ve onun var ettiği laik milli cumhuriyet. Amerika’nın istemediği Türkiye’nin bağımsız “milli devlet” oluşundan hoşlanmıyor, içimizdekiler de Türkiye’nin “laik devlet” oluşundan rahatsızlık duyuyor. İkisindeki ortak payda, Müslümanların kendilerini güttürmeleri...

Bakara Suresi 104. Ayet şöyle: “Ey iman edenler! ‘bizi davar gibi güt’ diye konuşmayın” dese de “Din adamları yanılmaz; hata yapmaz” diye bir düşünce var İslam dünyasında. Dinden ahkâm kesenlerden hesap sorulmaz, yargılama yapılmaz, kontrol edilmez diye bir tez var. Bundandır Müslümanların işi zordur.

Sürü haline gelen yığınları kötü sonuçlar beklemede. Acınacak, perişan durumda İslam âlemi; verimsiz kuru kalabalıklardır. Tarihin en acımasız işkencesi ve en acımasız kanı İslam ülkelerinde din adına dökülüyor. Dehşet ve iftiralar ihanetleri izliyor arkasından.

Şems-i Tebriz-i Ölümü 1247: “Sana bir çift söz söylüyorum; bu halk nifak yoluyla konuşmaktan, ikiyüzlülükten hoşlanır. Doğru sözden sıkılırlar... Çünkü halk ikiyüzlülük yönünden geçinmek ister. Ta ki onlarla birlikte hoşlukla vakit geçirsin. Ama doğruluk yolunu tuttu mu dağlara, kırlara kaçmak gerekir.” der Makalat 1/99-100. Aynı yapıtta daha başka: “Yer uygunsuz, oradakiler kabiliyetsiz olunca o yerde konuşmak zulüm olur (insana)” geçer Makalat 1/187.

Duyarsız dönekler, tabansızlar, kemiksiz omurgasızlar, Türkiye’nin felaketini hazırlayan devşirme “ikinci cumhuriyet sevdalı” aydınlar, Türkiye’yi felakete sürüklemek için hep beraber ABD ve AB ile işbirliği içindeler. Türk halkı anlamalı, dik durmalı, dostumuz kim; düşmandan yana kimin olduğunu bilmeli...

Burada son söz; dinci zihniyet bataklık gibidir. Kurutulmadığı müddetçe taraftar üretir. Dünya üzerinde dincinin kazandığı bir tek savaş yoktur. Terör estiren bir kültürü vardır sonu gelmeyen. Savaş içinde olur hep, lakin barışla sonuçlandırdığı savaşta şimdiye kadar hiç görülmemiştir... Dindarın belasıdır her daim…
Selman Zebil

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...