11 Haziran 2018 Pazartesi

AKP İKTİDARI 2002'DEN 2016'YA KADAR SATTIĞI DEĞERLERİMİZDİ



Bir zamanlar Atatürk eseri Sümerbank
MİLLİ FABRİKALARIN, TOPRAKLARIN ORMANLARIN BANKALARI SATTILAR: 

AKP'den önce ülkenin can damarları olan varlıkları ulusundu “babalar gibi" sattılar. Bir zamanlar aşağıdaki milli değerler Türk’tü; 2002’den beri Türklükleri bittiler; pek çoğu yabacıların oldu...

GARANTİ BANKASI: Yarı hissesi Amerikalılara satıldı, (ABD GE Consumer Finance)
YAPI KREDİ BANKASI: Yarı hissesi İtalyaların oldu, (UniKredit)
ŞEKER BANK: Kazakların, (Bank Turan Âlem)
DIŞBANK: Hollandalıların, (Fortis Bank)
TEKFENBANK: Yunan’a (EFG Eurobank)
FİNANSBANK: Yunanlılara, (National Bank of Greekce)
ALTERNATİFBANK: Yunanlılara satıldı (Yunanlılar bize Atina’da Ziraat Bankası Şubesi bile açmamıza izin vermezlerken, bizimkiler onlara üç tane baka sattılar)
MNG BAK: Lübnanlılara satıldı,
TEB: Fransızlara satıldı, (BNP Paribas)
ADABANK: Kuveytlilere, (The İnternational İnvestor Şirketi)
TÜRKİYE FİNANS: Kuveytlere,
DENİZBANK: Belçikalılara,
OYAKBANK: Hollandalılara.
CBANK: İsraillilerin,
ALBARAKA TÜRK: Arap İslamcı sermayenin,
KUVEYT TÜRK: Arap İslamcı sermayenin

DEV FABRİKALAR SATILDI
TÜPRAŞ BLOK SATIŞ,
TÜPRAŞ USAŞ HİSSESİ,
TÜPRAŞ’A AİT 18 TAŞINMAZ
ESGAZ,
BURSAGAZ
PETKİM, PETKİM A.Ş
ESGAZ,
ERDEMİR
İSDEMİR
DİVRİĞİ DEMİR MADENİ
HEKİMHAN DEMİR MADENİ
İSKENDERUN İSDEMİR LİMANI
EREĞLİ ERDEMİR LİMANI
ÇELBOR
TÜMOSAN Türk Motor Sanayi 2004,
ORTADOĞU TEKNOPARK A.Ş.
BEYMEN: Yarısı Amerikalılara,
ENERJİSA: Yarı Hissesi Avusturyalılara,
ECZACIBAŞI İLAÇ: Çek Cumhuriyetine,
İZOCAM: Fransızlara,
DEMİRDÖKÜM: Almanlara
DÖKTAŞ: Fransızlara,
ASELSAN Hisseleri
BUMAS,
ERYAĞ,
OYAK İNŞAAT A.Ş. (%25 Hisse),
MEYBUZ A.Ş.
ARÇELİK Hisseleri,
ASELSAN Elektrik Sanayi ve Tic. A.Ş. Hisseleri,
ASPİLSAN Askeri Pil Sanayi ve Tic. A.Ş. Hisseleri,
HAVELSAN A.Ş. Hisseleri, İstanbul İmar Ltd. Şti,
KOÇ HOLDİNG A.Ş. Hisseleri,
KTHY Kıbrıs Türk Hava Yolları Ltd. Şti Hisseleri,
TOFAŞ Hisseleri.
DİTAŞ,
GERKONSAN,
TÜMOSAN İŞLETMESİ,
T.Z.D.A.Ş.
SAKARYA TRAKTÖR İŞLETMESİ,
PETKİM Standart Kimya Şirketi 2003,
TAKSAN Tezgâh Sanayi 2003,
HAVELSAN A.Ş.
ASPİLSAN Pil Sanayi ve Ticaret AŞ.
MEYBUZ A.Ş. Ve İstanbul da ve Kütahya da 3 Arsa ve çeşitli illerde 24 Taşınmazlar.
USAŞ Hissesi ve USAŞIN 11 Lojmanı.
TÜGSAŞ AŞ.
GEMLİK GÜBRE SANAYİ AŞ.
İGSAŞ İstanbul Satın Alma Müdürlüğü ve Gübre Sanayi, Kütahya A.Ş. Varlıkları, Şanlıurfa depoları arazisi, Fatsa ve Tekirdağ Depoları...

TÜMAŞ Türk Mühendislik Müşavirlik ve Müteahhitlik A.Ş

ETİ HOLDİNG’E AİT SATILAN MİLLİ DEĞERLER
ETİ Bakır AŞ,
ETİ Elektrometoloji A.Ş.
ETİ Gümüş A.Ş. ETİ Krom A.Ş.
ÇAYELİ BAKIR İŞLETMELERİ A.Ş.
KARADENİZ BAKIR İŞLETMELERİ (KBİ)
SAMSUN İŞLETMESİ, MURGUL İŞLETMESİ
SEYDİŞEHİR ETİ ALÜMİNYUM A.Ş. Yanında Oymapınar Barajı, Alümina Madeni, Eti Alüminyum’a ait 4 Taşınmaz ve Lojmanlar satıldı.
ETİ ELEKTROMETOLOJİ AŞ.
ETİ GÜÖMÜŞ AŞ.
ETİ KROM AŞ.
Giresun'da 2 Maden ruhsatı işletme Hakkı Devir,
Murgul İşletmesi Hidroelektrik Santrali Samsun'da varlıklar
Sinop'ta 1 Maden ruhsatı işletme Hakkı Devir.

GERKONSAN (Gerede Çelik Konstrüksiyon ve Teçhizat Fabrikaları San. Ve Tic. A.Ş)
DİTAŞ (Doğan Yedek Parça İmalat ve Teknik A.Ş.)

Sümerbank şimdi yok artık, "S"si bile satıldı

SÜMER HOLDİNG A.Ş.’ye ait:
SÜMERBANK Nazilli Fabrikası 2003,
SÜMER HOLDİNG BAKIRKÖY İŞLETMESİ 2004'te 

SÜMERBAK Diyarbakır İşletmesi 2004,
SÜMER HOLDİNG-BUMAS  
MERİNOS HALI MARKASI
Merinos İşletmesinin Makine ve teçhizatları,
Eryağ A:Ş. Adıyaman İşletmesi,
Manisa Pamuk Mensucat A:Ş.
Sarıkamış Ayakkabı İşletmesi ve Sarıkamış İşletmesi,
Beykoz Deri ve Kundura İşletme Sanayisi,
Yeşilova Halı Yünü İpliği ve Battaniye Fabrikası,
Bakırköy İşletmesi,
Çanakkale Sentetik Deri işletmesi,
Tercan,
Merinos
Akdeniz İşletmelerine ait Makine ve Teçhizatlar,
İstanbul İmar L.T. D. Şirketi.
Adıyaman İşletmesi,
Malatya İşletmesi,
Manisa Pamuklu Mensucat A.Ş.
Yeşilova Halı Yün İplik ve Battaniye Fabrikası T. A.Ş.
Gemlik Suni İplik Müessesesi,

TEKEL
TEKEL Alkollü İçkiler Sanayi ve Ticaret 2004,
TEKEL Sekili Tuzlası 2004,
TEKEL Sigara Sanayi İşletmeleri 2008
Adana Sigara Fabrikası,
Tokat Sigara Fabrikası,
Bitlis Sigara Fabrikası,
İstanbul Sigara Fabrikası,
 Malatya Sigara Fabrikası,
Samsun-Ballıca Sigara Fabrikası,
Ambalaj Fabrikası Müdürlüğü,
Ankara Başmüdürlük Binası (İkiz Kuleler),
Bodrum Tesisleri ve Taşınmazları,
Tekel’e ait olan Adapazarı, Düzce, Çine, Turgutlu, Mudanya, Yenişehir, Kocaeli, Hendek, Sinop, Şarköy, Merzifon, Geyve, Gölmarmara, Soma, Savaştepe, Ulubey, Ahmetli, Yenice, Bergama, Çivril, Fethiye, Dikili, Trabzon ve Menemen yaprak döküm işletmeleri kapatıldı.

TÜRKİYE’DE KÜRESEL MADEN ŞİRKETLERİ
İşte AKP döneminde maden sahalarına sahip yabancı şirketlerden, Rio Tinta, Anatolia Minererals, Odyssey Resources, Eldorado, Gold, Fronteer Eurasia, Ariana, Stratex, Teck Cominco, Pregold, Galata, Truva. Türkiye, dünya bor yataklarının % 75’ini elinde tutan ülkedir. Bu madenin imtiyaz sahibi devlet kurumu olan ETİ Holding AŞ. ‘ye aittir. Buna en büyük rakip ise Rothschild ailesine ait Rio Tinta olmaktadır...

MADENLER, TAŞINMAZ, TAŞINMAZ VARLIKLAR ve ARAZİLER
Mazıdağ Fosfat Tesisleri,
Divriği Demir Madeni,
Hekimhan Demir Madeni,
Alümina Madeni,
Güney Ege Linyitleri İşletmesi,
Bursa Linyitleri İşletmesi,
TKİ’ye ait 79528 ve 73021 no.lu maden ruhsatları,
TDÇİ A.Ş.’ Ait Deveci Maden Sahası
Çeşitli illerde 21 Arsa 115 Taşınmaz, 5 bina ve 16 Dükkân satılmıştır...
İnegöl Kibrit Fabrikası Taşınmazları,
İstanbul Tütün Mamulleri Sanayi ve Tic. A.Ş,
Kastamonu Jüt İpliği Fabrikası Makine ve Teçhizatı,
Kıbrıs Türk Tütün Endüstrisi Ltd. Şti.
TEKA ile Sigara San.
İşletmesi A.Ş.'ye ait puro marka ve varlıklar
İzmir Yaprak Tütün İşletmesi Makine-Teçhizatı,
Çamaltı Tuz İşletmesi Müdürlüğü,
Ayvalık Tuz İşletmesi Müdürlüğü,
Çankırı Kaya Tuzlası,
Tuzluca Tuzlası, Yavşan Tuzlası,
Kağızman Tuzlası,
Kaldırım Tuzlası,
Kayacık Tuzlası,
Kristal Tuz Rafine,
Sekili Tuzlası.
Manisa-Saruhan da 1 tarla, Adana ve Gebze de 3 taşınmaz, Elbistan da 1 arsa, 1 bina, Konya-Ereğli de 1 arsa, 1 bina, Erzurum da1 daire, muhtelif illerde 3 arsa, Konya da 1 dükkân, Kırıkkale ve Manisa da 2 taşınmaz. Çanakkale de 1 arsa, Yarınca da 5 Taşınmaz.

Beslen Makarna Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.
Bumas-Karaman Bulgur Sanayi ve Ticaret A.Ş.
EBK. Manisa Tavuk Kombinesi A.Ş ve İş yeleri ile Mal Varlıkları.

EBK’ye ait çeşitli illerde 11 Mağaza, 23 Büro, 12 Lojman, 4 Arsa, 4 daire, 1 Bina, 131 Taşınmaz, Samsun ve Mersin de Soğuk Hava Depoları.

EMEKLİ SANDIĞI VARLIKLARI
Büyük Ankara Oteli,
Büyük Efes Oteli,
Büyük Tarabya Oteli,
Kızılay Emek İşhanı,
Kuşadası Tatil Köyü
İstanbul Hilton Oteli,
Çelik Palas Oteli
Bayındırlık, Karayolları Sosyal Tesisleri, Bodrum Tesisleri ve Taşınmazları,

TÜRK HAVA YOLLARI (THY)
Sabiha Gökçen Havaalanı,
THY-USAŞ Hisseleri,
THY-Lojman,
TÜPRAŞ USAŞ Hissesi

TURİZM ve DİNLENME TESİSLERİ
Erciyes Sosyal Tesisi (Bayındırlık ve İskân Bakanlığı),
Erciyes Sosyal Tesisi (DSİ),
Erciyes Sosyal Tesisi (Karayolları Genel Müdürlüğü),
Ataköy Otelcilik A.Ş.
Ataköy Marina Ve Yat İşletmesi A.Ş,
Kuşadası Tatil Köyü,
Yeditepe Beynelmilel Otelcilik Turizm Ve Tic. A.Ş. (% 26 hisse)

İLETİŞİM SEKTÖRÜNDEKİ SATILANLAR
TÜRK TELEKOM: Arap-Lübnanlıların,
AVEA: Lübnanlılara,
TELSİM: İngiliz-Vodafon’un oldu.
TÜRKCELL: Yarısı Fin-Rus ortaklığına,
SÜPER FM: Kanadalılara satıldı
TGRT (FOX): Amerikalılara,
AyCel

SİGORTA SEKTÖRÜNDEKİ SATILANLAR
2005’e Kadar “Yerli” ve “Milli” olan Bankaların % 65’e yakını Yabancıların ve ona bağlı sigortacılık sektörünün % 70’i yabancı şirketlerin kontrolüne teslim edişmiş durumda.
Ray Sigorta A.Ş.
Başak Sigorta A.Ş. Ve Başak Emeklilik A.Ş.

TÜRKİYE DENİZCİLİK İŞLETMESİ (TDİ)
Çanakkale’ye ait 9 Gemi,
Deniz Nakliyatı T.A.Ş.
3 Tanker, 
M/F Ankara Feribotu,
M/F Samsun Feribotu, M/S Karadeniz Gemisi,
Nakliyat İnşaat Turizm İhracat, Pazarlama A.Ş.
Salıpazarı Liman Sahası (GALATAPORT),
Şehir Hatları Çanakkale Hizmetleri ve 9 Gemi,
Turan Emeksiz Yolcu Gemisi,
Yakıt II Gemisi
N/F Ankara Feribotu,
Samsun Feribotu,
Karadeniz Gemisi,
Nakliye İnşaat Turizm İh. Pazarlama A.Ş,
Şehir Hattı Hizmet ve Gemileri,
K.B.İ. A.Ş.’ye ait Samsun İşletmesi,
Turan Emeksiz Yolcu Gemisi ve İstanbul’da 21 Taşınmaz ile Samsun’da Eski Acente Binası, Yakıt 2 Gemisi, Samsun’da Taşınmaz, Şehir Hatları Çanakkale Hizmetleri, Çanakkale de 9 Gemi...

LİMANLAR
Trabzon Limanı,
Dikili Limanı,
Fenerbahçe-Kalamış Yat Limanı,
Kuşadası Limanı,
KUŞADASI LİMANI: İsrail’e satıldı.
TCDD İZMİR LİMANI: Hong-Kong’lara,
Çeşme Limanı,
Kuşadası Limanı,
Trabzon Limanı,
İskenderun Limanı,
TCDD Derince Limanı,
TCDD Mersin Limanı,
TCDD Bandırma
TCDD Samsun Limanları
Taşucu Limanı Tersane Alanı,
İskenderun İSDEMİR Limanı,
Ereğli ERDEMİR Limanı
Antalya Limanı,

KÂĞIT SANAYİ
SEKA, Taşucu Tersane Alanı,
Afyon İşletmesi, Aksu İşletmesi,
Balıkesir İşletmesi,
Kastamonu İşletmesi,
Akkuş İşletmesi,
Çaycuma İşletmesi,
Karacasu İşletmesi,
Ank. Alım Satım Müdürlüğü Binası,
Ardanuç İşletmesi Varlıkları,
YİBİTAŞ KRAFT Torba İşletmesi,
SEKA Balıkesir İşletmesi 2003,
SEKA İzmit İşletmeleri 2005.
SEKA’ya ait çeşitli illerde 3 Arsa, 7 taşınmaz ve Ankara Alım Satım Müdürlüğü Binası... SEKA’ya ait: Afyon ve Balıkesir İşlemeleri, Yibitaş Kraft Torba İşletmesi,
Çaycuma İşletmesi, Aksu İşletmesi, Kastamonu İşletmesi, Karacasu İşletmesi,
Akkuş İşletmesi.

CAM SANAYİ
Paşabahçe Cam Sanayi ve Ticaret A.Ş,
Trakya Cam,
Anadolu Cam,

ŞEKER FABRİKALARI
Kütahya Şeker Fabrikası 2004’de satıldı.
Adapazarı Şeker Fabrikası 2005.
Son satılan 14 şeker fabrikaları

Araç Muayene İstasyonları

TARIMSAL SANAYİ
T.Z.D A.Ş. Sakarya Traktör İşletmesi,
SÜTAŞ Malatya İşletmesi,
HEKTAŞ A.Ş. (Veteriner İlaçları ve Halk Sağlığı İlaçları), Türkiye Gübre Sanayi AŞ (TÜGSAŞ.)
TÜGSAŞ A.Ş. GEMLİK GÜBRE SANAYİ A.Ş.
SAMSUN GÜBRE SANAYİ A.Ş,
İSTANBUL GÜBRE SANAYİ A.Ş.
KÜTAHYA GÜBRE A.Ş.
İSTANBUL SATIN ALMA MÜDÜRLÜĞÜ BİNASI.
ŞANLIURFA DEPOLARI ve ARAZİLERİ,
TEKİRDAĞ DEPOLARI ve FATSA DEPOLARI satıldı.

GIDA MAMÜLLERİ İŞLETMELERİ
Beslen Makarna Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.
Bumas-Karaman Bulgur Sanayi ve Ticaret A.Ş.
EBK. Manisa Tavuk Kombinesi A.Ş ve İş yeleri ile Mal Varlıkları.

Türkiye’nin “Yerli ve Milli” Yağları artık “Yerli ve Milli” değiller...
Turyağ, Türkiye’nin yerli üretimlerdendi satıldı. Kime mi, ABD’li Cargill’e
Salat Yağ diye milli ve yerli yağ vardı, satıldı Hollandalı Buge’ye,
Yudum Yağ, “yerli ve milli”  idi Suudi Arabistanlı, Afia İnternational’a satıldı.
Koza ve Vadi yağları vardı, “milli ve yerli” ABD’li Seaboard Corparation’a satıldı.
Oruçoğlu yağları  “yerli ve milli” idi artık değil, satıldı, sahibi Birleşik Arap Emirlikleri Trans Atlantik Group DMCC aldı.

4 Haziran 2018 Pazartesi

YEDİĞİMİZ YOĞURT ve SÜT GERÇEKTEN SÜT-YOĞURT MU?


Süt ve Yoğurt
Ülkemiz insanların sağlığı için yoğurt büyük önemli yer tutardı; kendi yoğurdunu kendisi doğal sütten üretirdi. Hata eskiden zehirlenmiş kişilere yoğurt yedirilirdi. Yani yoğurt bir tür panzehirdi. Evde, doğal sütten yapılan yoğurt, en fazla 4 günde ekşirdir. Nedir Homojenizasyon derseniz şudur: “Süt, normal şartlarda birbiriyle karışımı olmayan iki sıvı içerir, süt ve yağ. Bir süre sonra süt içindeki yağ, sütün yüzeyine çıkar. Homojenizasyon, 50-70 derce ve 150 bar basınç altında gerçekleştirilen kimyasal uygulamayla, sütteki yağ taneciklerini parçalayıp dönüştürerek su içine eşit olarak dağıtılarak yağın yüzeye çıkmasını engeller.  

Bu ülkede ne zaman “Homojenizasyon”  ve “UHT”, uzun süre sütün bozulmadan kalmasını sağlamak amacıyla uygulanan endüstriyel işlem demektir. Yoğurtun bir aya yakın raf ömrü olması için uygulanmaktadır.

Bu işlenmiş süttün insan sağlığı için zararları: Çocuklarda görülen kronik orta kulak iltihabının altında endüstriyel süt kullanımı olduğu birçok hekim tarafından bilinmektedir. Hatta bağışıklık ve alerji alanında uzman İngiliz Bilim adamı Jonathan North, daha önceleri %25 olan alerji hastalıklarının 2009 yılında %40’lara fırladığını tespitinde bulunmuştur. Bu oran ABD’de ise %55 insan alerji hastasıdır.     

Yoğurt
Yoğurt kültürü, dünya dillerine ve dünya mutfağına Türk kültürü olarak girdi...
Kaşgarlı Mahmut  (1072) “Divan-ı Lügat’it Türk”  adlı yapıtında “yoğurt” adı geçer ama dünyaya bizden yayılan yoğurt, küresel sermayedarların daha çok para kazanmaları için başına türlü oyunlar getirilmiştir. Homojenize edilen yoğurt, artık gerçek yoğurtmuş gibi, yoğurt sanarak toplumlar yemeye başlamışlardır. Her gıda dalında olduğu gibi, küresel para babalarının daha çok kazanmak için yaptıkları kurnazlığın sonucudur.

Müslüman geçinen, Muhafazakâr Müslüman halkın seçtiği iktidarlar, Müslümanlara kimyasal yoğurt yerdirtiyorlar. Kimyasal yoğurt, yoğurtta kıvamı artırmak ve su tutması için jelâtin ekleniyor. Jelâtin ise çok ucuz bir madde, daha çok domuz derisinden elde ediliyor...  

Jelatin, çok ucuz kimyasal medde ve nerdeyse her işlenmiş gıda maddesinde kullanılıyor. Gaziantep Tarım İl Müdürlüğü araştırmasına göre, piyasada satılan 10 marka yoğurttan sekizinde jelâtin kullanıldığını tespit etmiştir.

Ayrıca, domuz yağı ucuz olduğu için hazır kek ve pastalarda ithal edilerek domuz yağı kullanıldığını bilmeyen var mı? Var, Muhafazakârların, Muhafazakâr Müslüman diye seçtikleri parti pek ala biliyor...

Nerdeyse 6 bin yıllık, insan sağlığı için en yaralı yoğurdu yoğurt olmaktan çıkardılar, yoğurt sandığımız, yoğurda benzeyen kimyasal malzemelerden üretilmiş, domuz derisinden yapılmış jelâtin yediğimiz maddeye “yoğurt”  diyoruz.

En basit deneme, endüstriyel yoğurttan, geleneksel yoğurdun seçilmesi çok kolay:
Endüstriyel yoğurt, kaymaksız olur, 1 aya yakın kaldığı halde sulanmaz, ekşimez...
Geleneksel yoğurt ise kaymaklı olur, sulanır, en fazla 5 günde ekşir...

Yoğurdun insan ömrünü uzattığı bilinmektedir...
Yüz yaşını aşmış Bulgar çobanların ekşimiş süt-yoğurt yedikleri dikkat çeker. Evde üretilen geleneksel yoğurt, maya bakterisinin, Latince adı “Lactobacillus Bulgaricus” adını veren kişi, sütü ekşiterek yoğurda dönüştüren bakterinin gerçekten de olağanüstü bir laktik asit üreticisi olduğunu keşfeden bilim insanı Ellie Metchnkoff’dur.   

Nestle-Mis Süt İlişkisi
Soner Yalçın, "Saklı Seçilmişler" adlı yapıtında ayrıntılar ile duyurmaktadır Bakınız!..
Küresel sömürgeci şirketler, girecekleri ülkelere önce yerli ortaklar bularak girerler. Dünyanın en büyük yiyecek ve içecek ürünleri üreten şirketlerinden Nestle 1867 yılında İsviçre Vevey’de kuruldu, günümüzde beş yüze yakın fabrikasıyla, 276 bin çalışanıyla ve yüz milyar doları aşan cirosuyla bir dünya devi durumundadır.

Nestle, Türkiye pazarına 1875 yılında girerek sütlü ve çikolata ürünleriyle girer, ancak sınırlı bir tüketici kitleye hitap ederken 1980’li yıllarda Özal ekonomisiyle Nestle, Türk gıda pazarına girerek önemli yerle sahip olmayı başarırı. Hazır kahve, çikolata, çikolatalı toz içecekler, kahve kreması gibi maddeler ithal edilmeye başlanır.

Mis Süt’ü dilim dilim yutar...
1995 yılında Türkiye’nin en büyük süt ürünleri üreticisi, Tekfen Holding bünyesindeki Mis Süt’ün %25’ini satın alarak iç piyasaya girere. 1996 yılında ise, Mis Sütte ortaklık payını %34’e çıkartır. 1998’e gelindiğinde ise %60’a çıkartır. 2000 yılına gelindiğinde ise Mis Süt’ün tamamını Nestle satın alarak tamamına sahip olur.

Danone Ne yaptı?
1999’da Süt ve süt ürünleri konusunda üretim yapan “Birtat” adlı şirketi satın aldı. Birtat, Ankara bölgesinde faaliyet gösteren, bölgede tanınmış güçlü bir şirketti. Dahi, Danone, Sabancı Holdingle ortaklık kurduğu “DanoneSA” şirketinin tamamını satın alıp ele geçirince firmanın adını  “Tikveşli”  olarak değiştirdi.

İsmet İnönü’nün yaveri Yüzbaşı Mustafa Fikret Yüzatlı (1898-1969) 1928 yılında  “Ömür Yoğut”’u kurdu. Türkiye’de ilk ambalajlı yoğurt olarak 1994’e kadar yani, piyasada 66 yıl kalabildi. 1994 yılında bu yoğurt markası Sabancı’ya satıldı. Sonra Danone hepsini satın alarak kendi bünyesine geçirdi. Ayrıca, Nestle’nin eleine geçirdiği Mis Süt ve Gülüm süt’de Danone’nin eline geçirere, Danone süt ürünleri konusunda nedeyse Türkiye’de tekelleşmiş duruma geldi...

Ülkede salt süt ürünleri değil yabancıların eline geçen, kaymak, dünya ülkeleri arasında Türkiye’nin 3.  yeraltı zengin kaynaklarından maden suları, şişelenmiş içme sularının %70’i yine yabancıların elindedir. Yeraltı sularda ilk Pazar payı %29 ile Nestle, %18.4 ile Coca Cola, %10.5 “Evian su” ile Danone olmaktadır. Bu pet şişe sularının 5’te ikisinin musluk suyundan filtrelenerk şişelendiği bir gerçektir. Hatta Coca Cola “Dasani”  markasıyla musluk suyunu filtre edip sattığı, suyun içinde kansere neden olacak  “bromate”  tespit edildi. Sonra şirket bu suları piyasadan çekmek zorunda kaldı.

Not: Türkiye’de Danone’nin, Aptamil bebek mamasında GDO bulundu
İnsanları, kendi paraları ile aldıkları GDO’lu gıdalar ile öldürüyorlar.

Türk siyasetçilerini eli 16 yıldır küresel şirketlerin elinde oldu. ABD’li Başkan Türkiye’de faaliyette olması için Cargill için nasıl kulis yaptığını biliyor musunuz?

SÜTAŞ hissesi, SÜTAŞ Malatya İşletmesi ve Muhtelif yerlerde 6 Arsa, 5 Bina, 13 Daire, 51 Taşınmaz ve bir dükkan.

Et ve Balık Üretim AŞ (EBÜAŞ),
Manisa Et Ve Tavuk Kombinası,
Samsun Soğuk Hava Deposu,
Mersin Soğuk Hava Depoları,
Çeşitli illerde 11 Mağaza, 23 büro ne varsa satıldı...

TÜRK TAVUK IRKLARI ve YABANCILARA SATILMIŞ YUMURTA ve TAVUK ETİ PAZARLARI

TAVUK IRKLARI ve TÜRK TAVUK IRKI 
Türk Tavuğu
Daha uzuz tavuk yetiştirmek ve daha çok para kazanmak, global sermayecilerin işi olmuştur. Daha çok kazanmak için tavuk genetiği üzerinde çalışmalar yaptılar. Kimi çevreler sanmasın ki, bütün bu çalışmalar ile yoksullara ucuz tavuk eti yedirmekti. İşin gerçeği bu değildi.

Aslında yaptıkları iş, tavuk soykırımı idi
2007 yılında FAO’nun verilerine göre,  kayıt altına alınmış olan 1273 tavuk
ırkından 156 ırkın %12,3’ü yok olma sürecinde. 9 tavuk ırkı ise kritik ve koruma altına alınmış. 212 tavuk ırkının %16,6’sı soyunun tükenmekte olduğu, 42 ırkın ise %3,2 soyunun tükenmekte olduğundan koruma altına alındığı,40 Tavuk ırkının %3,1’i tamamen yok olduğu, 493 tavuk ırkının %38,7’sinin hakkında herhangi bir bilginin bulunmadığı, 321 ırkında %25.2’si tehdit altında olmadığı tahmin ediliyor. Yani, yok olma tehdidi altında bulunan tavuk ırlarının çoğunluğu Türkiye’de bulunan Avrupa ırklarıdır.

Türk Tavuğu
Kaynaklara göre tavuk, M.Ö. 2000 yıllarında yani 4 bin yıl önce kırmızı yabani tavuk Güney Asya’da evcilleştirildi. Buradan da dünyaya yayıldı. Osmanlı’da tavuk ticareti yoktu. Evlerde kümeslerde yumurtasından yaralanmak için özel olarak yetiştiriliyor, ancak eve değerli bir konuk geldiğinde tavuk kesilip sofrada ikram ediliyordu.


Cumhuriyet döneminde, “Ankara Merkez Tavukçuluk Araştırma Enstitüsü” kurulması ile tavukçuluk için ilk adımı Atatürk dönemi 1930’da atıldı. “Asri Tavukçuluk” adlı kitapta:  Türkiye’nin ilk hibrit yumurta tavukları olan “Atak”, “Atabey”, “Atak-S”, üretildi. “Atak” “Atak”, “Atabey”, “Atak-S” adlarıyla tescil ettirildi, 2006 yılında pazara sunuldu. Yılda ortalama bir milyon civcivin satıldığı bizim tavukların adını duyan var mı? Sultan Tavuk Osmanlı saray tavuğu olarak ta bilinir. Tavuk türlerinden, protein bakımından çok zengin olan, başında ve çenesinde tüyler olan, bacak yapıları paçalı ve beş tırnakları bulunan ak, “Sultan Tavuk” vardı. Protein bakımından çok zengin olduğu için 19. Yüzyılda İngiltere’ye götürüldü. Orada dünyaya yayıldı. ..

1874 yılında Amerikan Kümes Hayvanları Birliği tarafından, “kusursuzluk standardına” kabul edildi. Bugün “sultan tavuk” anavatanı Türkiye’de özel hayvanat bahçelerinde, “süs tavuğu” olarak gösterilmektedir.

“Vaktiyle İstanbul’da pek meşhur olan ve fakat bugün misli bulunmayan, 'Süslü’ ve ‘Timurlenk’ tavukları, ‘Padu’ ırkının yakışıklı bir nevi olarak İstanbul’da yetiştirilmişti. Maalesef bugün nesilleri kesilen hakiki ‘Gerze’ ve ‘Mısri’ tavuklarıyla tepeli ‘Fizan’, paçalı ‘Nemse’ ırklarının pek çok meraklıları vardı. Yakışıklı ve nefis etli ‘Hacıkadın’ (Gerze) tavuklarını, uzun ve kalın öten ‘Denizli’ ince ve uzun sesli ‘Berat’ horozlarını zevk için besleyenler çoktu. Yerli tavuk nesilleri içinde horozlarının kalın ve uzun sesler ile maruf ‘Denizli’, diğeri de etlerinin nefaseti ve şekillerinin zarafeti ile meşhur ‘Hacıkadın’ iki ırk safiyetlerini muhafaza etmektedirler.” Diye geçer.

Sonuç ne?
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından, git gide yok olan “Denizli” ve “Gerze” ırklarının Ankara’da koruma amaçlı Denizli Horoz Üretme İstasyon’unda yetiştiriliyor.

Yıl 1952’de, ABD ile ikili ilişkiler geliştirilirken, bütün beslenme biçimimizi de etkilediler. Başta tavukçuluk sektöründe bize, “Plymouth Robk”, New Hampshire”, “Rhode Island Red” ve “Wyandotte” gibi ABD’den gelen civciv ırkları Tarım Bakanlığına bağlı kuruluşlara ve halka dağıtıldı. Günümüz ülkemizde % 80’i oluşturan tavuk ırkı broyler “Plymouth Rock” cinsi oldu. Halk arasında bu türe, “Çilli”, “Ankara Plamıt” gibi adlar ile anılır oldu.

Kanada’da Türk tavuğu olarak adlandırılan üç damızlık tavuk ırkı geliştirildi...
1995 yılında Kanada’dan bu tavukların altısı kahverengi yumurta, dördü ak olmak üzere on saf tavuk, hatta üzerinde ıslah ve melezleme çalışmaları yapıldı...

Bizim Akdeniz tavuk ırklarının “yumurtacı” İngiliz ve Asya ırklarının “etçi” Amerikan ırklarının da “Kombine verim yönlü” olduğu bilinmektedir. Sormak gerekir “milli ve yerli” palavrası sıkanlara. Ülkemizde hem Akdeniz, hem Asya da bulunan yumurtacı ve etçi tavuklara sahipken, nasıl oldu da ithale mahkûm edilerek “hibrit” tavukların pazarına dönüştürüldük? Yoksa her konuda olduğu gibi tavuk konusunda da karşımıza çıkan ABD’li küresel sömürgeci Rockefeller’i korumak için mi?

Bey Piliç
İki küresel şirket var... Bu şirketler dünya tavuk sektörün, tavuk damızlık tedarikini ellerinde tutmaktadırlar. Bunlardan 1. Aviagon (Ross, Hubbard, Arbor Acres, İndian River ve Peterson markaları ile) 2. Cobb-Vantress (Cobb, Avian, Sasso, Hubbard ve Hybro markası ile)

Dünyanın en büyük ana damızlık ve damızlık civciv üreticisi Aviagen, Türkiye’de “Ross 308” ırkıyla pazarın en büyüğü. “Aviagene Anadolu Ana Damızlık Tav. AŞ.” Aviagen Anadolu Kanatlı Teşhis ve Analiz Laboratuarı”, “Ross Ankara A.Ş.” Gibi bu küresel şirketleri var. (*) Bu küresel şirketler Türkiye’de tavuk sektöründe değişik adlarda şirketleri var Bey Piliç bu küresel şirketlerin ortağıdır.

En düşündürücüsü ise, yerli ve milli olan Köy-Tür tavuk işletmelerini bazılarını bu küresel şirket ellerine geçirdi.

İşte hal böyle...
Ülkede civcivi, küresel şirketler üretiyor...
GDO’lu katkı maddeli yemi, küresel yabancı şirketler veriyor...
İlacı, küresel yabancı şirketler veriyor...
Piliç kesim araçları bile küresel yabancı şirketler veriyor ama bize tek şey kalıyor, bolca tavuk tüketmek; küresel şirketlere daha çok para kazandırmak.

Köy-Tür
Köy-Tür; Türkiye Kalkınma Vakfı öncülüğünde Tarsus Nemrut Yaylası’ndan yoksul beş çiftçi ailesi tarafından 1970 yılında, Türkiye’nin gittikçe güçlenen en büyük beyaz et üreticisi oldu. Git gide güçlenen Köy-Tür, ülkede 12 ilde faaliyet göstermeye başlamıştı.

1981 yılında Hollanda küçük üreticilere yönelik uluslararası 250 benzer uygulama arasında “en başarılı örnek” seçilerek ödüllendirilmişti. Köylünün yanında, sağlıklı tavuk yetiştiren Köy-Tür, ülkenin yedi bölgesinde üretim yapan, bağlı olduğu vakfın misyonu gereği kırsal kalkınmada öncülük yapmak amacıyla haklı olarak kümes tavukçuluğu desteklendi.

Sonuç ne oldu? Global kapitalistlerin ahtapot kollarına atıldı...
Köy-Tür, global sermayenin sahiplerinden olan Cargill’in acımasız vicdanına teslim edildi. İlk önce Köy-Tür, Cargill’den ham madde olan mısır alıyordu. Cargil, Köy-Tür yönetiminden verdiği mısır ham maddesi karşılığında güvence olarak teminat istedi. Bunun üzerine Köy-Tür Cargill’e teminat olarak 2 milyon dolarlık teminat mektubu verdi.

Cargill bu aldığı teminat mektubunu nakit paraya çevirerek, Köt-Tür hakkında bilinçli olarak piyasada dedikodulara yol açan yaygaraya neden oldu ve böylece Köy-Tür’ün sarsılmasına neden oldu. 2000 yılında Köy-Tür’ün cirosu 178 milyon dolara ulaşmış yerli ve milli bir şirketti.

Ne oldu, Cargil’in etkin, yok etme politikası sonucu Köy-Tür’e yem veren firmalar kalmadı, piyasadan yem tedarik edemeyen Köy-Tür, yem bulamayınca, bir milyon tavuk ölmeye başladı. Bülent Ecevit Köy-Tür’ü kurtarmaya çalışsa da, “Kuş Gribi” palavrasıyla bu yerli ve milli kuruluş 2005 yılında kapandı. AKP buna seyirci kalarak kılını bile oralı bile olmadı.

Banvit Tavukçuluk
Köy-Tür kapandı. Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşu arasında bulunan Banvit satıldı. Banvit ülkede 44. Sırada yer alıyordu, son cirosu bir milyar 886 milyon liraydı. Türk, yerli ve milli Banvit, Brezilyalı gıda devi BRF (Bresil Foods) şirketine satıldı. Bu şirket, Banvit’ten sonra da gözü Keskinoğlu’nu almak üzere.

Kim bu BRF? 1960 yılında Brezilya da faaliyete geçen Amerikalı ünlü milyarder Rockefeller’indi.

C.P. Standart (Arkasındaki güç Rockefeller)
Merkezi Tayland olan CP Standart, bugün Türkiye’de gerek tavuk eti, gerek tavuk yemi alanında %14 Pazar payına sahip olan en büyük şirketlerden biri de C.P. Standart olmaktadır. Bu şirket 1986 yılında İnegöl’de yem fabrikası kurarak Türkiye’de faaliyetlerine başlamıştır. Kısa süre sonra, Turgutlu, Hayrabolu, Ankara, Hendek, Adana da fabrikalar kurarak Türkiye pazarında yıllık cirosunu yaklaşık bir milyar dolara ulaştırdı.

C.P. Standart, ilk faaliyetini 1921’de Tayland’da başlayarak, dünyanın önde gelen yem, tavuk, piliç eti, sofralık yumurta ve karides alanında üretici durumdadır. Dünyada yıllık 23.2 milyon ton yem, haftalık 26 milyon etlik civciv üretimiyle dünya ikincisi olmaktadır. Toplan 280 bini aşkın çalışanı, 20 milyar dolar cirosu bulunmaktadır.

Domuz Gribi, deli dana hastalığı...
Ülkemizdeki yerli ve milli değerlerimizi yok etmek için ortaya çıkartılan bir tuzak oyundu. “Ölüm Tohumları” adlı kitabında F. William Engdahl, köy tavukçuluğunu bitirilmesine şöyle diyordu: “Yeni bin yıl girerken Amerikan tavuk endüstrisi dünya tavuk üretimini küreselleştirmek için sahnedeydi. Kuş gribi, cennetten ve ya cehennemden sadece bu iş için gönderilen bir hediyeydi sanki...” diyordu.

Deli dana hastalığı, domuz gribi yaratılan olaylar ülkemizde yerel, milli-yerli sektörleri vurdu. Türkiye’nin en büyük tavuk şirketlerinden “Köy-Tür, “Mudurnu Piliç”, Şeker Piliç” gibi milli ve yerli şirketler yabancılara ya satıldılar ya da kapılarına kilit vurulup kapatıldılar.


2004'de Türkiye’nin en büyük 500 şirketi arasına giren Köy-Tür, Banvit, Mudurnu, Beypiliç, Özhen, Entaş, Şen Piliç ve Keskinkılıç vardı. Ayakta salt yabancı şirketlerle ortaklık yapanlar ayakta kalabildi.
Selman ZEBİL

(*) Soner Yalçın, “Saklı seçilmişler” Kırmızıkedi yaınları, 2017, s.149



3 Haziran 2018 Pazar

ŞEKER FABRİKALARI MİLLİYDİ, ARTIK DEĞİLLER



ŞEKER PANCARINDAN ŞEKER ÜRETEN ÜLKE İKEN!

Bize unutturmaya çalıştıkları şeker pancarı tarımıdır...

Neden derseniz; yasak; bizim tarımsal ekonomimize darbe vurmak için, sinsice haşhaş dikmeyeceksin dedi, tütün dikmeyeceksin dedi, uyduk, yasakladık. Ancak 1974 Ecevit hükümeti dinlemedi, Amerika’ya rağmen haşhaş dikimini tekrar başlattı.
Geçelim haşhaşı...

Şeker pancarı üretimini azaltın dediler. Sonra, şekerpancarı fiyatlarını serbest piyasaya belirlesin dediler. Ardından şeker fabrikalarını özelleştirin dediler. Alıştıra alıştıra dillerinin altındaki baklayı çıkarmaya başladılar. “Şekerpancarı maliyetli, sizin ihtiyacınızı nişasta tabanlı endüstriyel şeker ile gideriniz”  dediler.

Her şey planlı projeli, istenilen gibi işlemekte...
İşte işin aslına gelindi: ABD dedi ki, “sizin şekerpancarının maliyeti pahalı. Biz (daha ucuza gelen) nişasta bazlı şeker verelim”  dediler.

Türkiye 1998 yılında 500 bin 951 hektar şekerpancarı ekili alan varken, 2015 yılında 272 bin 990 hektar alana düşülmüştür.

1998 yılında Türkiye’de 22 milyon ton olan şekerpancarı üretimi, 2015 yılında bu sayı 15.8 milyon tona düşmüştür.

Şekerpancarı üreticisi çiftçi sayısı ise 450 binden, 120 bine düşmüştür...

Geldik mi emperyalist planların amacına git gide ulaşmasına, geldik!
2015 yılına geldik. Türkiye’nin şeker gereksinimi, üretim karşılayamaz oldu. Ülke 170 bin ton şeker ithal eder oldu. Dahi hesapta olmayan, ülkeye kaçak yollardan 3 milyon kiloya ulaşan kaçak şeker girmektedir.

2016 yılı geldi, yine ülkenin şeker gereksinmesi arttı, AKP hükümeti şeker ithal etti.
Sonra AKP ne yaptı biliyor musunuz? Kendi ülkesinde şekerpancarı üreticilerinden sakındığı teşviki vermedi. Var olan şekerpancarı üreticilerini de bezdirmek ve zarar ettirmek, üretimde zorlamak için, 8 Nisan 2016’da sıfır gümrük ile şeker ithaline kara verdi.

Şimdi buralara nasıl gelindi bir bakalım...
Türkiye’de biri kamuya ait Şeker Fabrikası AŞ, 7 pancar şekeri ve 5 nişasta bazlı şeker üreticisi olmak üzere 12 şirket faaliyet gösteriyor. Rekabet kıran kırana gidiyor. Birisi şekerpancarı üreticileri, “yerli ve milli” tarım köylüleriydi, ötekisi nişasta tabanlı şeker üreticileriydi, bunlar daha çok küresel güçlerdi. Ülkede, hükümetin üvey evlat gözüyle baktığı  “Yeki ve Milli” şekerpancarı üreticileri başta Cargill’e yedirilmekteydi.

Cargill ve Hıyanet Oyunları
Amerikalı tohum üreticisi Cargill Türkiye'nin bir tarım politikası olmadığını fırsat bilerek Türk şekeri ve şeker pancarı üzerine bir rapor hazırlıyor. Bu raporda “Şeker pancarı” tarımının kârlı olmadığı vurgulanıyor. Ve bunu sadece şeker konusunda yapmıyor. Birçok tarım ürününde benzer çalışmaları var ve sırayla devreye sokuyor.

Şeker pancarı tarımı durursa şeker fabrikalarının ithal nişasta bazlı hammaddelerle şeker üretmesi bekleniyor ki, bütün dünya nişasta bazlı şekerlerin sağlığa zararlı olduğunu tartışıyor. Hatta bazı kanser çeşitlerine sebep olduğu biliniyor.

Görünen o ki, “Yerli ve milli uçak” yapmaktan söz edenler, yerli ve milli araba yapmak hayaliyle uçanlar, hatta insansız tank yapmaktan söz edenler, yerli ve milli şeker fabrikalarını birilerine peşkeş çekerken nişasta bazlı şeker üreten Amerikalı Cargill'e teslim olmak üzereler.

Bu 14 fabrika özelleşince yaklaşık 250 bin pancar çiftçisiyle 5 bine yakın şeker fabrikası işçisinin işlerinden olacağı biliniyor. İddia o ki, satın alanlar bu fabrikaları ya hemen, ya da birkaç yıl çalışıp kapatacak. Bazı fabrikaların arazileri zaten hayli kıymetli ve getirisi çok yüksekti. O zaman ülke tamamen ithal nişasta bazlı şekere teslim edilecek demektir. Oysa Almanya ve Fransa gibi ülkeler nişasta bazlı şeker üretimini reddedip hâlâ şeker pancarından şeker üretmekteler. Bu ülkelerde nişasta bazlı şeker kotaları Fransa'da sıfır Almanya'da yüzde 1.5 iken Türkiye'de yüzde 15. Sonuç: “Fabrikaları satalım, üretim dursun, şekeri de ithal edelim!” Artık aç gözünü Türkiye… Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyamete...

Satışa çıkarılan 14 şeker fabrikasından 4'ü kâr ediyor, 10'u zarar yazıyor. 16 yıldır iktidarsınız. Şeker fabrikaları zarar etmesin diye hangi çareleri, çözümleri düşündünüz, uyguladığınızda olmadı?

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Ahmet Atalık, toplum aydınlasın diye bilgiler gönderdi. Sözleri şöyle: "33 şeker fabrikası var. 25'i devlete (Türk Şeker) ait..."

Şeker Kanunu 2001 yılında çıkarıldı...
AKP 2002'de ülkemizi yönetmeye başladı. Şeker Kanunu çerçevesinde kurulan Şeker Kurumu, şirketlere “kota tahsisi” verdi. Bu tahsiste dış kaynaklı nişasta bazlı şeker (NBŞ) kotası kayırıldı. Çünkü kanun dış kaynaklı nişasta bazlı şekeri kayırmaya yatkın çıkartılmıştı. Kota yurt içinde üretilen pancar şekerinin yüzde 10'u büyüklüğünde tutuldu. Oysa 28 üyeli Avrupa Birliği'nde bu kota yüzde 5 ile sınırlandırılmıştı. Ayrıca Şeker Kanunu'nda Bakanlar Kurulu'na şeker kotasını yüzde 50 oranında artırma ve yükseltme yetkisi de vermişti. Bakanlar Kurulu bu yetkisini, nişasta bazlı şeker (NBŞ) kotasını her yıl yüzde 35 artırarak kullandı. Böylece Türkiye, 28 Avrupa Birliği ülkesinin ürettiği nişasta bazlı şekerin yarısını tek başına üretmeye başladı. Darbeyi önce Türk pancar çiftçisi yedi. Şeker pancarı ekicisi: 2003'te 460 bin çiftçiydi. 2016'da 105 bine indi. Pancar tarlaları boşaldı. Köylüler kentlere aktı

İkinci darbeyi devletin işlettiği şeker üretiyordu. Yeterli pancar bulamayınca 4 fabrika kapandı, biride Ağrıda idi, şehrin tek sanayi kuruluşuydu. Bugün Ağrı yine Türkiye'nin en fakir ili olarak kaldı ve Türkiye şeker piyasası hızla nişasta bazlı şeker üretenlerin eline geçti...

2003 yılında. Türk Şekerin kârı: 265 milyon TL'ydi...
2004'te kâr etti. 2005'te kâr etti...
2006'da zarara döndü...
2009'dan sonra zarar süreklilik kazandı...
2016'da zarar: 76.5 milyon TL'ye ulaştırıldı...
Türk Şeker'in 76.5 milyon TL zararı içinde 25 devlet şeker fabrikasının payı 32 milyon TL oldu...

Üçüncü darbeyi işçiler yedi: 2002'de çalışan 19 bin kişiydi. 2016'da 8 bin kişiye indi. Şeker fabrikalarına, onların çalışanlarına, fabrikalara pancar yetiştiren çiftçiye, şeker pancarı fabrikalarda şekere dönüşürken ortaya çıkan yan ürün küspeyi hayvanlarına yem yapan köylüye dış kaynaklı tarım politikası uygulayanlar ihanet etmiş oldu. Şimdi bu fabrikalar satılığa çıkartıldı ama aslında Türkiye'nin şeker pazarı satışa sunuldu. Dünkü yazıda sormuştum, bugün yeniliyorum: 16 yıldır Ankara'da Saray yapmaya ve İstanbul'da padişah saraylarını yenileyip içinde oturmaya gösterdiğiniz özeni, zarar etmekte olan şeker fabrikalarına göstermiş olsaydınız, onlar da kâra geçecek bir yolu bulamazlar mıydı?

Türkiye'yi emanet ettiğimiz İktidarın 2017 yılı dış ticaret bilançosu, yaklaşık 157 milyar dolarlık mal satmışız, 234 milyar dolarlık mal almışız. Yaptığımız ticarette 77 milyar dolarlık açık yaratmışız. Deftere yazdırmıştır.

Geçen yıldan daha rezil bir tablo ile bu yılın Ocak ayında karşılaştık. Yine almışız, satmışız, Sadece bir ayda 9 milyar dolar açıkta kalmışız. Yuh! Ocak ayında ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 58'e gerilemiş. Milyar dolarlardan bahsediyorum! Sadece bir ayda diyorum. Açıkta geçen yılı ikiye katladığımızı söylüyorum. “İyi gidiyoruz” diyorlar. Kötü gitmemiz için daha ne kadar açılmamız gerçekleşiyor...

Kim bu şirket? Ne yapar?
Cargill, Iowa eyaletinin Conover kentinde hububat ticareti yapmak için 1865'te kuruldu. Şirket giderek büyüdü. 2004 yılına gelindiğinde 61 ülkede faaliyet gösteriyordu. Yıllık cirosu 60 milyar dolardı. 1960 yılından beri Türkiye ile iş yapıyor. 1986 yılında önce Pendik’te Kurulu nişasta fabrikasını satın aldı. 1997 yılında Bursa'nın Orhangazi ilçesinde mısır şurubu üretmek için 90 milyon dolarlık bir fabrika kurdu. Hendek'te fındık işleme tesisi var. İşlenmiş fındık ihraç ediyor. Türkiye'ye hububat, yem, ayçiçeği ve pamuk ithal ederek piyasaya sürüyor.

Başkan Bush 'Cargill' derken, Başbakan Erdoğan'da Irak'ta pasta olarak adlandırılan ihalelerden pay almak ve Türkiye'de oluşturulması planlanan Nitelikli Sanayi Bölgeleri konusunda' hiç bile zaman gerçekleşmeyen  istekler öne sürdü.

Cargill'in AKP ile hikâyesi böyle.

Bu kez Başkan Trump, Cargill’in isteği doğrultusunda AKP Hükümeti’nden  şeker fabrikalarının özelleştirilmesini istedi. Cargill'in iddiasına göre, özelleştirme halinde Türkiye daha hızlı büyüyecek, üretim, istihdam ve ihracat artacak, hükümet de daha fazla vergi toplayacakmış...

Cargill’in Yazdığı Şeker Raporuna
Sözcü Gazetesinin ulaştığı Cargill’in Ocak ayında hazırladığı şeker raporuna göre şeker fabrikalarının özelleştirilmesi tavsiyesinde bulunmuştur. Daha önce, şeker fabrikalarının satış sürecine dahil olmadıklarını söylemişlerdi... Sonra anlaşıldı ki, Cargill’in hükümete sunduğu pancar şekeri ile ilgili rapordan kısa bir süre sonra AKP iktidarı 14 “yerli-milli” şeker fabrikasını özelleştirme kararı almıştır...

14 şeker fabrikasını özelleştirme kararı alan AKP iktidarı, Şeker Kurulu’nu kapatıp, ABD'li nişasta bazlı şeker (NBŞ) üreticisi Cargill'in etkisi altına girdiğine dair iddialar ortaya sürülüyor. Cargil, bu işin arkasında kendilerinin olmadığını söylemişlerdi ancak bu açıklamanın hemen ardından Cargill'in Ocak 2018'de yayımladığı kritik rapor ortaya çıktı.

Ey Amerika denirken, tısss...
Arkasında güçlü siyasi lobileri bulunan elin Amerikalı dünya devi Cargill’in raporunda kotaların kaldırılmasını, şeker fabrikalarının özelleştirilmesinde ve kamunun yapacağı her türlü çalışmaya yardımcı olarak katılmak istemektedir. 

Cargill'e göre, (bu millet aptal ya!) şeker fabrikalarının özelleştirmesi halinde Türkiye daha hızlı büyüyecek, üretim, istihdam ve ihracat artacak, hükümet de daha fazla vergi toplayacak. Aynı raporda özelleştirme halinde, halen % 10'la sınırlanan NBŞ üretiminin yüzde 50'lere yaklaşacağı da itiraf edildi.

Cargill'in kendi ürettiği NBŞ'nin önünü açmak için “milli-yerli” pancar üreticisi bu millete, siyasi iktidara öğüt vererek pancardan şeker üretimini önemli ölçüde azaltacak şu önerileri sunuyor, ‘Tam serbestleşme ve özelleştirme' sayesinde pancar fabrikalarının satılması halinde Türkiye daha hızlı büyüyecekmiş, işsizlik daha da azalacakmış, böylece hükümetin de vergi gelirleri artacakmış. falan, filan, yalan dolan, kandırmaca.

İşte Cargill'in şeker fabrikalarının özelleştirilmesi durumunda 3 farklı modelden söz ediyor: Kota rejiminin bütünüyle kaldırılması ve kamu sermayeli Türkşeker'in elinde bulunan şeker fabrikalarının özelleştirilerek devletin bu alandan bütünüyle çıkması sonucunda ortaya çıkacak ekonomik gelişmeler ele almaktadır...

Cargill’e göre şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle ekonominin büyüme performansı üzerinde pozitif bir etki yapacak, 2023 yılına kadar 32.7 milyar liralık reel büyüme etkisi, yüzde 0.1 ila 0.04 puan arasında bir reel büyüme hızı artışı sağlayacaktır.

Özelleştirme sonrası verimlilik artışının da etkisiyle 2023 yılına kadar toplam 184 bin 513 kişilik ilave istihdam artışı olacaktır.

Bu dönüşümün ihracat katkısı 4 milyar dolar, kamuya vergi artışı sayesinde sağlayacağı ilave kaynak 1.8 milyar lira olacaktır.

 Kotaların kaldırılması ve özelleştirme halinde şekerin kilogram fiyatı 3.3 liradan 2023 yılında 2.1 liraya düşecektir.

Cargill'in raporuna göre, kotaların kaldırılıp şeker fabrikalarının özelleştirilmesi halinde, 980 bin ton kapasiteye sahip Türkiye'deki nişasta bazlı şeker (NBŞ) üretimi 700 bin ton daha artarak 2023 yılında 1 milyon 590 bine yükselecektir.

Sağlık Kurulu raporunda kısırlıktan kansere kadar birçok alanda insan sağlığına zararlı olduğu belirtilen NBŞ, kota engeli nedeniyle bugün 260 bin ton civarında üretiliyor. Bu da toplam şeker üretiminin yaklaşık yüzde 10'una karşılık geliyor. Cargill'in önerisinin gerçekleşmesi, yani kotaların serbest bırakılıp pancar şekeri fabrikalarının özelleştirmesi halinde ise pancar şekeri üretimi 2.82 milyon tondan 3.28 milyon tona çıkacak, ancak NBŞ'nin pancar şekerine oranı yüzde 15'ten yüzde 48.5'e yükselecek. Dolayısıyla NBŞ, Türkiye şeker pazarının yaklaşık yarısını ele geçirmiş olacak.

Geçelim Avrupa Birliği (AB) Yasaklamalarına
Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunda nişasta bazlı şeker, çok ciddi bir biçimde kısıtlamalar getirilerek denetiliyor. Bizde ise nişasta bazlı şeker üretiminin önünü açan özelleştirmeler yapılmak isteniyor.

Cargill’in AKP hükümetine sunduğu rapordan parçalarda, Nişasta Bazlı Şekeri savunuyor ve “Halk Sağlığı” konusunda bu zararlarını bir tarafa bırakarak daha fazla kazanmak için direniyor; mevcut sistemden yakınıyor, ülkenin mevcut siyasi yöneticilerini aldatırcasına diyor ki:

“Türkiye’de uygulanan mevcut sistem, pancar bazlı şeker üretimini destekleyen ve nişasta bazlı şeker üretimini caydıran bir yapıya sahiptir. Söz konusu politika ile pancar çiftçisinin sosyal olarak desteklenmeye çalışıldığı açıktır. Ancak, pancar gerek kaynak kullanımı ve verim yapısı gerekse üretim süreci açısından ekonomik etkinlik kayıplarını beraberinde getirmektedir. Dolaylı bir destek mekanizmasına dönüşen bu sistem, üretken kaynakların verimli alanlara tahsisinin önünde engel teşkil etmektedir.” 

Diyerek şeker fabrikalarında çalışanları ve binlerce pancar üreticilerini hesaba katmadan, onların desteklenmelerine devlet katkısını haksızlık sayıyor nerdeyse...

Yılmaz Polat Amerika’dan Yazdı
ABD'li nişasta bazlı şeker (NBŞ) üreticisi Cargill, 14 şeker fabrikasının özelleştirilmesi haberiyle yeniden gündemde.

ABD'li yetkililerle 'baş başa' görüşme yapmayı tercih eden AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın, Dışişleri Bakanı Rex Tillerson'la 'Külliye'de yaptığı 3 buçuk saatlik 'başbaşa' görüşmede, 'Cargill Şirketi'nin isteklerinin ele alındığı konuşuluyor.

Erdoğan'ın 'Cargill'le tanışması yeni değil.

Başkan George Bush, Erdoğan'la Başbakan olarak Beyaz Saray'da yaptığı ilk resmi görüşmede (28 Ocak 2004) Cargill ile ilgili net istekleri oldu. Cargill'in sorunlarını çözüp, şirketi rahatlatmasını istedi. Cargill'in iki sorunu vardı. 
Orhangazi'deki fabrikasını birinci derecede tarım arazisine kurduğu için firma aleyhine dört dava açılmıştı. Bu davalar nedeniyle üretim yapamaz hale geldi.

Cargill, bulunduğu arazinin birinci derece tarım arazisi statüsünden çıkarılarak sanayi bölgesi ilan edilmesini ve böylece dört davanın düşürülmesini istiyordu. Erdoğan Hükümeti bir kararname ile Cargill’in faaliyetine devamını sağladı.

Orhangazi fabrikasında mısırdan fruktoz veya mısır şekeri diye adlandırılan şeker üretiliyordu.

Pancar üreticisinin korunması amacıyla mısır şekeri üretiminde yüzde 10'luk kota uygulanıyordu. Cargill bu kotanın kaldırılmasını ve tam kapasite ile çalışması için önünün açılmasını da istiyordu.

Başkan Bush'un 'Cargill şirketinin yeni yatırımlarını güçleştiren sorunların aşılması yönünde Ankara'dan beklediklerinin' büyük bölümü, Erdoğan Hükümeti tarafından sessizce yerine getirildi.

Ülkede İlk Kurulan Şeker Fabrikaları

Şevket Sürek, “Bir Dönemin Tanıkları” isimli kitabında, Atatürk'ün önderliğinde kurulan şeker sanayinin ilk günlerini anlatmış.

19 Nisan 1923'de şirketleşen ve ilk özel teşebbüs denilebilecek yatırım Uşak Şeker Fabrikası'dır. Uşaklı molla Nuri Ömeroğlu'nun gayretiyle kurulan bu fabrika aynı zamanda ilk şeker fabrikamızdır.

Molla Nuri Ömeroğlu şeker işiyle ilgilendiğinden olsa gerek, Atatürk'le tanıştırılırken heyecandan “Nuri Şeker” olarak takdim edilmiştir.

Fabrikanın temeli 6 Kasım 1925'de atılmış ve 17 Aralık 1926'da hizmete açılmıştır. Fabrikanın kurucusu Molla Nuri Ömeroğlu'nun (Nuri Şeker) oğlu Muhsin Şeker, babasının kurduğu fabrikanın kuruluş hikayesini şöyle anlatmaktadır:

“Babam fabrikayı kurmadan önce, şekeri evimizde imal etmeyi başarmıştı. Köyümüzde yetişen şeker pancarını şehirdeki evimizde kazanlara koyup kaynatıyor, kabuklarını soyup rendeliyor, ağaçtan yapılmış sıkma makinesiyle sıkıp elde edilen şerbeti bulandırmadan başka kazanlara aktarıyor ve bundan köpük helvası (şekerli bir karışım) yapıyordu. Ben de yapılan helvaları pazara götürüp satıyordum. Şehirlisi köylüsü kapış kapış alırdı.

Babam bununla yetinmedi. Sayısız deneylerden sonra pancar kokusu alınmış koyu şerbeti elde etti, bunu dükkân dükkân gezdirdi ve “İşte bu, şekerin koyu şerbetidir” dedi. “Şeker fabrikası yaptıralım tarlalarımızda bol bol şeker yesin” diyordu. O fabrikayı kurmak babam için ölümüne bir amaç olmuştu.(*)

Nuri Şeker'in bu çabaları sonuçsuz kalmayacak ve küçük işletmesi fabrikaya dönüşecekti. Hem de hayli ilginç bir hikâye ile… Nuri Şeker fabrika kurmak istemektedir ama devlet desteğine ihtiyacı vardır. Konuyu bir şekilde İsmet İnönü'ye aktarmayı başarır. İnönü asker kökenli olduğundan, sanayi ve ticaretle ilgili konularda atak olmadığından konuya pek ilgi duymaz. Bir şekilde zamanın İktisat Bakanı Celal Bayar'a ulaşır ve talebinin Meclis'e götürülmesini ister. Bayar konuyu kavrar ve hemen Atatürk ile paylaşır. Atatürk konuyla ilgilenir. Hatta heyecanlanır...

Bayar'a “Yarın Bakanlar Kurulu'nu toplayalım, ben başkanlık edeyim. Orada kendilerine destek veririz böylece İnönü'yü de kırmamış oluruz” der. Ertesi gün toplanırlar, Celal Bayar konuyu gündeme getirir. Atatürk “Bu tür girişimleri desteklemeliyiz” şeklinde bir konuşma yapar, Bakanlar Kurulu'na dönerek “Sizler de bu fabrikadan hisse almalısınız“ şeklinde tavsiyede bulunur ve “Açılış törenine beraber gidelim”  der.

Böylece Nuri Şeker ve arkadaşları ilk şeker fabrikasını kurmak için faaliyete geçer. 600.000 lira sermayeli bu fabrikanın temeli atılır. Fakat daha sonra benzer girişimle kurulacak olan Alpullu Şeker Fabrikası önlerine geçer. İlginçtir, şeker 1700'lü yıllardan beri bilinmekte, üretilmekte ve tüketilmektedir. Bu gerçek ortadayken Uşak'ta şekerci Molla Nuri Ömeroğlu bilinen teknolojiyi yok farz ederek şeker pancarından şeker üretmiş ve başarılı olmuştur. Atatürk dahil hiç kimse “Şeker ithal etmeye devam edelim” dememiş Nuri Şeker'in bu buluşuna itibar etmiştir.

Türkiye'de ilk özel sektör girişimine örnek gösterilecek bu yatırım CHP döneminde devletleştirilmiştir. Uşak Şeker Fabrikası'nın kurulması sırasında Nuri Şeker'in bu teşebbüsü bir başka girişimci gruba cesaret vermiştir. Nuri Şeker'in girişimi devam ederken İstanbul'da da benzer bir faaliyet vardır. Özel şahıslar ve milli bankaların katılımıyla

1925'de 500.000 lira sermaye ile İstanbul ve Trakya şeker fabrikaları T.A.Ş kurulacak ve Alpullu Şeker Fabrikası 26 Kasım 1926'da üretime geçecektir.

Ardından Anadolu Şeker Fabrikası T.A.Ş. kurulacak ve Eskişehir'deki fabrikalarını
5 Aralık 1933'de hizmete açacaktır.

19 Ekim 1934 de dördüncü şeker fabrikası olan Turhal Şeker Fabrikası kurulup üretime geçecektir. Böylece 1934 yılında hiç yoktan var ettiğimiz dört şeker fabrikamız olmuştur...

(*) Uşak Şeker Fabrik “Çükündür” (pancar) yetişsin, hem paralarımız Avrupa'ya gitmesin

Cumhuriyetle  “Yerli-Milli” Ekonomiye Geçiş

Sinan Meydan Falih Rıfkı Atay’dan aktarma: “Ağzımızın tadını kaçırdınız 26 Şubat 2018 Yazarlar “Meclis kürsüsünde bir de ‘üç beyaz' parolası revaçtaydı. Ekmeğimizi kendi unumuzdan yoğurmak, şekerimizi kendi pancarımızdan almak, bezimizi kendi pamuğumuzdan dokumak… Ah bir buna muvaffak olsaydık…” (Falih Rıfkı Ataya)

Sabah akşam  “yerli-milli” olmaktan söz eden AKP'nin, 2002'de iktidara geldikten sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin 80 yılda biriktirdiklerini nasıl haraç mezat sattığı hepimizin malumu… Geçtiğimiz hafta da Türkiye Şeker Fabrikası A.Ş.'ye ait 14 şeker fabrikasının satışa çıkarıldığını öğrendik. Oysaki Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 85-90 yıl önce her bakımdan yerli-milli bir ekonomi kurmuştu. Bu yerli-milli ekonominin bel kemiği ise fabrikalardı.

Türk Sanayi Devrimi Çay ve Şeker
Falih Rıfkı Atay, “Çankaya”da şöyle yazıyor: “Meclis kürsüsünde bir de ‘üç beyaz' parolası revaçtaydı. Ekmeğimizi kendi unumuzdan yoğurmak, şekerimizi kendi pancarımızdan almak, bezimizi kendi pamuğumuzdan dokumak… Ah bir buna muvaffak olsaydık. 1923 kafası ve iradesi imkânsızlığa meydan okumuştur… Türk tarihi, 1923 iradesinin ve kafasının mucizesini unutmaz.” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 523,524). Milli Mücadele kazanıldı. Anadolu işgalci düşmandan temizlendi. Ancak asıl düşman yokluk ve yoksulluktu. Atatürk şimdi, o asıl düşmanla mücadele etmeye hazırlanıyordu. “Siyasi ve askeri zaferleri, iktisat zaferleriyle taçlandırmaktan” söz ediyordu. “Yeni Türk devleti bir sanayi devleti olacaktır” deniyordu.

Önce 1923'te İzmir İktisat Kongresi'nde sanayileşmek için yapılacaklar kararlaştırıldı. Sonra Lozan Antlaşması'nda kapitülasyonlar kaldırıldı. Böylece Osmanlı'dan kalan tüm bağımlılıklar gibi ekonomik bağımlılıklara da son verildi.

1927'de Teşviki Sanayi Kanunu çıkarıldı. Buna göre hükümet, fabrika kurmak isteyenlere belli şartlarla parasız toprak verecek, fabrikalar için gereken bütün araç, gereç ve donanım gümrükten muaf olacak, bunlar demiryollarıyla ucuza taşınacak, fabrikalara özel ayrıcalıklar tanınacak, hükümet, pahalı da olsa yerli fabrika ürünlerini tercih edecek…

Sermaye hareketini yönetmek, piyasayı canlandırmak, kredi vermek ve fabrikalar kurmak için 1924'te İş Bankası, 1925'te de Sanayi ve Maden Bankası kuruldu...

1923-1930 arasında devlet, elinden geldiğince özel teşebbüsü destekledi. Ancak devlet destekli bu liberal kalkınmadan istenilen sonuç alınamadı. 1929'daki dünya ekonomik buhranından sonra 1930'dan itibaren Devletçiliğe ağırlık verildi. Devletçiliğin ilk uygulaması “millileştirme” oldu. Cumhuriyet, Osmanlı'nın yabancılara teslim ettiği su, elektrik, telefon, maden, liman, demiryolu vb. tüm işletmeleri, parasını verip satın alarak kamulaştırdı.

1932'de Devlet Sanayi Ofisi ve Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası kuruldu. 1933'te ise bu iki kuruluşun yerini Sümerbank aldı. Sümerbank'ın, Sanayi ve Maden Bankası'nın yönetimindeki kuruluşları işletmek, yeni fabrikalar kurup işletmek gibi görevleri vardı.

1933'te Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı. Buna göre ülkenin değişik yerlerinde 20 fabrika kurulmasına karar verildi. Plana göre Kimya Sanayi, Toprak Sanayi, Demir Sanayi, Kağıt ve Selüloz Sanayi, Kükürt Sanayi, Süngercilik, Pamuklu Dokuma Sanayi, Kamgran (Merinos) Sanayi, Kendir Sanayi alanında yatırım yapılacaktı. Plan uygulandı ve 16 fabrika kuruldu. Bu plan, az gelişmiş ülkelerin ilk sanayi planıydı. Dünyaya örnekti. Bu arada madenleri işletmek ve elektrik enerjisi sağlamak amacıyla da 1935'te Etibank kuruldu. Buna ek olarak petrol ve maden araştırmaları yapmak, haritalar ve raporlar hazırlamak amacıyla 1935'te MTA kuruldu. 1936 başlarında bir Sanayi Kongresi düzenlendi.

1937'de ülkenin değişik yerlerinde 100'den fazla fabrika kurmak amacıyla İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı. Ancak 2. Dünya Savaşı nedeniyle uygulanamadı...

Bağımlı Osmanlı Ekonomisinden Bağımsız Cumhuriyet Ekonomisine
15.yüzyılda coğrafi keşiflerle ticaret yolları yön değiştirdi. 16. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı toprak sistemi bozuldu. Bitmeyen savaşların yıpratıcı etkisi, halkın dirlik düzenlik kavgası, isyanlar, vergi gelirlerinin azalması, paranın değersizleşmesi, üretimin düşmesi Osmanlı ekonomisini sarstı. 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması gibi antlaşmalarla sanayileşmiş Batılı emperyalist ülkelere büyük ekonomik kolaylıklar sağlandı. Bu kolaylıklar, yerli üreticiyi bitirdi. 19. yüzyılda Osmanlı önce Galata bankerlerinden sonra İngiltere, Fransa gibi ülkelerden çok yüksek faizle borç aldı. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı öncesinde Osmanlı aldığı borçları ödeyemeyip iflas etti. Bunun üzerinde alacaklı Batılı emperyalist ülkeler, alacaklarını tahsil etmek için 1881'de Duyunu Umumiye'i kurdu. Osmanlı'nın tüm gelir kaynaklarına el koydular: Madenler, limanlar, demiryolları, fabrikalar, bankalar, hatta tütün bile yabancıların kontrolüne bırakıldı. Osmanlı, 19. yüzyılda bir taraftan kapitülasyonlar, diğer taraftan Duyunu Umumiye ile sömürülüyordu...

Osmanlı’da Sanayileşme
Aslında Osmanlı, Sanayi Devrimi'ni ıskalamak istemiyordu. Ancak ne yeterli teknolojisi, ne yetişmiş elemanı ne de yeterli sermayesi vardı...

Osmanlı'da 1866'da Islah-ı Sanayi Encümeni kuruldu. Bu encümen, sanayinin gelişmesi için bazı çalışmalar yaptı.

1873'te fabrika kurmak isteyenlere gümrük ve vergi muafiyeti getirildi. 1888'de bu yönde yeni düzenlemeler yapıldı. 1897'de vergi muafiyeti uzatıldı. 1913'te de Geçici Sanayi Kanunu (Teşvik-i Sanayi Kanunu) yapıldı. Bu kanunla fabrika kuracaklara yeni kolaylıklar sağlandı. 1915'te belli kentlerde bir sanayi sayımı yapıldı. 1916'da fabrika kuracakları koruyucu bir gümrük kanunu çıkarıldı...

İttihat Terakki'nin milli ekonomi yaratma çabaları savaş koşullarında ister istemez yarım kaldı...

686/ 3/10 1915 sanayi sayımına göre Osmanlı'da 10'dan fazla işçi çalıştıran toplam 282 sanayi kuruluşu vardı. Bunların yüzde 9'u devletindi. Bu kuruluşlardaki sermaye ve emeğin sadece yüzde 15'i Türklerindi. (1)

 “1918 Ağustos'unda ekonomi, bütün iç ve dış ticaret… Banka ve imtiyazlı şirketler hepsi Hıristiyan, Yahudi veya ecnebi idi. Su, ışık, gaz, her türlü ulaştırma, telefon, rıhtımlar ve limanlar, fenerler hepsi yabancıların elinde ve Türk halk yığınları medrese eğitimi altında, vicdan ve kafa karanlığı içindeydi. Uyanmalarına ihtimal yoktu…” (2)

Osmanlı'dan Cumhuriyete kalan fabrikalar şunlardı: Bakırköy Dokuma Fabrikası, Feshane Yün İplik Fabrikası, Hereke İpek Dokuma Fabrikası, Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası ve Tophane Silah Fabrikası. (3)

Ayrıca Osmanlı'dan kalan az sayıdaki fabrika da savaşlar nedeniyle işlemez hale gelmişti.

Ekonomi Zaferi 
Sanayi istatistiklerine göre, 1923'e kadar ülke genelindeki irili ufaklı tüm sanayi kuruluşlarının sayısı 386'ydı. 1923-1933 arasında bu sayı 1087'ye ulaştı. 1927'de 17 milyon değerinde olan milli sanayi imalatı, 1933’te 137 milyona çıktı. (4)

Sonuçta Atatürk Cumhuriyeti, yokluk ve yoksulluk içinde başarılı ve özgün ekonomi politikalarıyla Türkiye'yi üç beyaz; bez, şeker ve unda dışa bağımlılıktan kurtardı...

Atatürk Türkiye'si borç almadan, (Osmanlı borçlarını ödeyerek) kendi kaynaklarını kullanarak kalkınmayı başardı. Denk bütçeye dayalı ve enflasyonsuz kalkınma sonunda milli gelir artışı en üst seviyelere çıktı. Şevket Pamuk, şöyle diyor: “Kişi başı gelirler açısından 1939 yılı Türkiye için 20. Yüzyıl'ın ilk yarısındaki tepe noktasını temsil ediyor.” (5)

1929-1939 arasında dünya sanayi üretimi yüzde 19 artarken Türkiye'deki sanayi üretimi yüzde 96 arttı. Atatürk Türkiye'si, Rusya ve Japonya'dan sonra dünyada en hızlı kalkınan üçüncü ülke oldu. (6)

İşte Falih Rıfkı Atay'ın “1923 kafasının iradesi ve mucizesi” dediği

Şeker Çay, Şeker Fabrikalarımızın Tarihi
1919 yılı Kasım ayı… 
Atatürk ve arkadaşları Sivas'ta… Yokluk çekiyorlar. Olmayan şeylerden biri de şeker… Bir gece Atatürk, Emireri Ali'yi çağırıp birer şekerli kahve istiyor. Emireri Ali, “Paşam şeker yok, sade yapayım” deyince Atatürk gülerek “Mazhar Müfit, niçin şeker aldırmıyorsun?” diyor. Sonra da “Farkındayım, yine züğürtledik!” diye ekliyor. Mahzar Müfit, “Evet Paşam! Hem züğürtledik, hem de paramız şeker almaya yetmez. Şeker çok pahalı” diye cevap veriyor.

Evet, o yıllarda tüm tüketim maddeleri gibi şeker de çok pahalıydı. Çünkü çok zor bulunuyordu. 1923'te ülkenin 50 bin ton olan şeker ihtiyacının tamamı dışarıdan karşılanıyordu. (7)

Osmanlı'da 1840'ta Arnavutköylü Dimitri, bir şeker fabrikası kurmak için Ticaret Nezareti'ne başvuruyor. Osmanlı, belli şartlarla kendisine izin veriyor. (8)

Bu fabrikanın açılıp açılmadığını bilmiyoruz, ancak 1915 sanayi sayımından Osmanlı'da -sadece biri Türklere, diğerleri gayrimüslimlere, yabancılara aitçok küçük ölçekli birkaç şeker fabrikası olduğunu öğreniyoruz. Bunlar, Ali Faik Osmanlı Şeker Fabrikası, Antonopulos Şeker Fabrikası, Antonyadis Antonyos Şeker Fabrikası, Antonyadis Yanko ve Şükerası Şeker Fabrikası, Jarboni ve Hacı Yanki Şeker Fabrikası, Keseneki Yorgi Şeker Fabrikası'dır. (9)

1.Dünya Savaşı yıllarında İstanbul'da bile şeker yoktur. Şeker yerine kuru üzüm, pekmez kullanılır. Onlar da bulunabilirse… Gazetelerde bir haber çıkar: Avusturya'dan “iki vagon şeker geliyormuş” diye. Günlerce o vagonlar beklenir. Şu işe bakın ki o şekerler gelmeden savaş biter. (10) 

Yıl 1923… 
Atatürk'ü ziyaret etmek için bekleyenler var. Bunlardan biri yaşlı bir köylü Nuri Efendi'dir. Atatürk “Buyur Nuri Efendi” diyor. Nuri Efendi, Uşak'ın Kalfa Köyü'nden geldiğini, babasından bir helva ve haşhaş yağı imalathanesi kaldığını, kendisi İstanbul'da askerliğini yaparken şeker üretimini öğrendiğini, sonra Avrupa'dan mektup zarfı içinde pancar tohumu getirtip ekip şeker elde ettiğini anlatıyor. “Mehmet Hacim Bey'in önderliğinde 51 kişi birleştik Terakki Ziraat Türk A.Ş.'yi kurduk. 600 bin lira sermayemiz var. Paşam! Bize el ver. Şeker fabrikamızı kuralım” diyor.

Cumhurbaşkanı Atatürk yerinden fırlıyor. Nuri Efendi'yi sevgiyle saygıyla kucaklıyor. “Hepiniz var olun! Türkiye'yi bu azim, bu istek, bu şevk kurtaracak…” diyor. Gerekli talimatları veriyor. Türkiye'nin ilk şeker fabrikasını işte bu köylü Nuri (Şeker) Efendi kuracaktı.

Sonuçta 1926'da Türkiye Sanayi ve Maden Bankası'nın da ciddi desteğiyle Uşak Şeker Fabrikası açıldı.

1925 yılında 1 milyon 200 bin sermayeyle İstanbul ve Trakya Şeker Fabrikaları A.Ş. kuruldu. Bu şirketin kurduğu Alpullu Şeker Fabrikası da 1926'da açıldı.

İş Bankası, 1932'de Eskişehir Anadolu Şeker Fabrikaları Türk A.Ş.'yi, 1933'te de Turhal Şeker Fabrikası Türk A.Ş.'yi kurdu. Çok geçmeden Eskişehir Şeker Fabrikası ve Turhal Şeker Fabrikası açıldı ve şeker üretimine başladı. 3 Temmuz 1935'te, değişik şirketlerin elindeki şeker fabrikaları bir tek şirkette birleştirildi. Sümerbank, Ziraat Bankası ve İş Bankası'nın eşit hisselerle katıldıkları 22 milyon lira sermayeli Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Ortaklığı kuruldu...

1923'te yılda 50 bin ton olan şeker ithalatımız, şeker fabrikalarımızın kurulmasından sonra giderek azaldı. 1934-1935'te 2-3 bin tona indi. Türkiye'de Devlet Sanayii ve Maadin İşletmeleri, s. 238, 239. Dolayısıyla Türkiye, şeker ihtiyacının neredeyse yüzde yüzünü bu yerli-milli şeker fabrikalarıyla karşıladı. 1.Dünya Savaşı yıllarında, her konuda olduğu gibi şeker konusunda da darlık başladı. Savaş koşullarında Alpullu'daki fabrika durdurulunca üç fabrikaya kaldık. Şeker karaborsaya düştü. Savaş ekonomisi yeni vergilere yol açtı. Hükümet, şekerin kilosuna 10 kuruşluk İstihlak Vergisi yükledi. Türkiye'yi II. Dünya Savaşı cehennemine sokmayan İsmet İnönü'yü, “Bizi şekersiz bıraktın” diye suçlayanlara İnönü, “Ama babasız bırakmadım” demişti. (Kayra, age, s. 210-212)

Savaş sonrasında dört şeker fabrikası yeninden tam kapasite çalışmaya başladı. Üretim 1947'de 100 bin tona yaklaştı. Zamanla bu rakamlar da aşıldı. Örneğin 1951 üretimi 186 bin tondu. Türkiye'de Devlet Sanayi ve Mardin İşletmeleri s. 239

20-25 yıl önce şeker ithal eden Türkiye, şimdi şeker ihraç ediyordu. 1951-1956 arasında toplam 11 yeni şeker fabrikası kuruldu. Böylece fabrika sayısı 15 oldu.

15 oldu. 1962'de Ankara Şeker Fabrikası ve 1963'te Kastamonu Şeker Fabrikası kuruldu...

1977'de Afyon, 1982'de Muş ve Ilgın, 1983'te Bor, 1984'te Ağrı, 1985'te Elbistan, 1989'da Erciş, Ereğli ve Çarşamba, 1991'de Çorum, 1993'te Kars, 1998'de Yozgat ve 2001'de Kırşehir Şeker Fabrikaları işletmeye açıldı.

Cumhuriyet ilan edilirken Türkiye'de sadece şeker değil, çay da çok zor bulunuyordu. Rize Çay Fabrikası 1947'de kuruldu. 20 Mayıs 1947'de Rize Çay Fabrikası ürünlerinden 20 tonluk ilk ihracat yapıldı. Demem o ki, iki şekerli demli çayını yudumlayıp CeHaPe'ye; Atatürk'e, İnönü'ye saldıran kardeşim, o demli çayı, o çaya attığın şekeri bile onlara borçlusun...

Allah aşkına! Türkiye'nin yerli-milli varlıklarını satmaktan vazgeçin. Şeker fabrikalarımıza dokunmayın. Ağzımızın tadını kaçırmayın. “Ağzımızda tat mı bıraktılar!” dediğinizi duyar gibiyim...

Bu Ülkenin İlk Alpullu Şeker Fabrikasının Kuruluşu
Cumhuriyetten önce Türkiye’de, bir memurun 1 aylık maşıyla ancak bir kilo şeker alınıyordu. Kendi şekerini kendisi üreten ülke olmaya, savaştan yeni çıkmış, yokluklarla mücadele eden yeni cumhuriyet, her alanda olduğu gibi, yerli ve milli”  şeker üretecek ilk şeker fabrikasını 22 Aralık 1925'de Alpullu'da temelini atarak, 26 Kasım 1926’da ilk Türk şekeri üretilmeye başlanmış oldu...

Osmanlı’da çay bulabilip, demlediği çaya atacak şeker olmadığından tatlandırıcı olarak pekmez katıldığı dönemlerdi. Anacak Anadolu köylüsü ise çay içmeyi 1940 yıllardan sonra öğrenmeye başladı. İşte AKP zihniyeti, “Taş üstüne taş koymayanlar” deyip halkın gözünde sıfırlamaya çalıştıkları cumhuriyetin daha ikinci yılında yaptırdığı şeker fabrikalarından Alpullu Şeker fabrikası da AKP’nin satacakları arasındadır.

Alpullu Şeker Fabrikasından sonra, Uşak Şeker Fabrikası, özel girişim ortaklığı Türkiye İş Bankası, T.C.Ziraat Bankası, Trakya illeri özel idareleri, özel şahısların katılımı ile kuruldu.

Gerçek bir “Yerli ve Milli” ses, yapılan hazırı satmakla değil, yapmakla övünür...
Dönemin önemli yazarlarından milletvekili, Azerbaycan doğumlu Ahmet Ağaoğlu, fabrikanın açılışıyla ilgili 28 Kasım 1926 tarihli Ulus Gazetesi'nde şöyle yazıyordu: “Köylerden ve şehirlerden gelenler, medeniyetin, ilim ve fennin şaheseri bulunan bu şeker fabrikasının etrafını zevk ve heyecanla dolaştılar. Yalnız bir sene evvel bu abide hayal ve hülya gibi görünüyordu. İşte 30 bin dönümlük geniş bir ovada muazzam bir anıt. Bacalarını semaya kadar yükseltmiş bölgeye can vermiştir. Kayışlar sürünüyor, çarklar dolaşıyor, makineler inliyor, yüzlerce küp hareket ediyor sonunda bembeyaz şeker tozu olarak aşağıya doğru dökülüyor. İşte Türk şekeri; işte Türk topağından, işçisinin elinden meydana gelmiş olan Türk şekeri. İstiklal Mücadelemizde, şeker fabrikaları bir hülya idi. Bütün bu hülyalar hakikat olmuştur. Gazinin dehası ve yüksek iradesi bize rehberken başarılamayacak bir iş kalmayacaktır” diyerek onurla bu yazıyı yazmıştı.

20 Aralık 1930'da Alpullu Şeker Fabrikası'nı ziyaret eden Büyük Önder Atatürk, şeref defterine; “Alpullu Şeker Fabrikası'nı gezdim. Gördüğüm durumdan çok memnun kaldım. Fabrikanın büyütülmesini ve şimdikinden daha başarılı olmasını dilerim. Ülkemizin her uygun yerinde şeker fabrikaları çoğalması ve ülkenin şeker ihtiyacının karşılanması önemli hedeflerimiz arasındadır” diye yazdı.

Osman Bölükbaşı, Şeker Fabrikalarının Kuruluşu Hakkında anlatıyor:
“Seneler evvel Yunanistan'da bir şeker fabrikası yapılmış fakat haşerelerin önüne geçilemediğinden pancar elde edilememiş ve fabrika kapanmıştı. Aynı tehlike Trakya'da da vardı. Onun için fabrika ilk önce modern bir tarım örgütü kurdu. Bugünkü tarım örgütünün çekirdeği bu fabrikada kuruldu. Bu örgüte Avrupa'da okumuş, pancarı bilen ziraat mühendisleri alındı ve haşerelerle mücadele başarıldı.”

“Bütün bu olanaklara rağmen kendimize tam olarak güvenemiyorduk. Pancar tarımını köylülere öğretmek, hastalıklarla, haşerelerle savaşmak için Almanya'dan ve komşumuz Bulgaristan'dan sözde uzmanlar getiriliyordu. Hele getirilmiş olan iki Bulgar uzmanın bizi ne derece baltaladıklarını o zamanın genç ziraatçılarından Fethi Tan anlamıştı. Çünkü sulu taban arazide üretim yerine çiftçileri daima ters yöne çeviriyordu. Yöneticileri bilgilendirmesinden sonuç alamayınca Fethi Bey, Bulgar'ı öldürmekle tehdit etti ve Türkiye'den ayrılmasını sağladı. Fabrika içindeki teknik personel genellikle yabancılardan oluşuyordu. Bunların yanında çalışan Türk mühendisleri, hiçbir şekilde kilit noktalara getirildi.

Fabrikanın ilk işçilerinden 1913 doğumlu Emrullah Beydeli, “Atatürk ‘memleket kalkınacak' demiş. Fabrika geldi, okul geldi. Aa be elektrik gördük biz Alpullu'nun Şeker Fabrikası'nda. Hafta sonu köye gidip babama ‘Görmüşüm cenneti koca ova kesmiştir ışığa' dedim. Bir gün de anamı götürdüm. Gördü anam elektriği şaşırdı zavallı...” diye anlatıyordu.

Son "Yerli-Milli" Şeker Fabrikaları Satışa Çıkarıldı
Özelleştirme “geçmişi satma” demektir...
Geçmişi satmakla da, çocuklarımızın geleceğini satıldı..
Şimdiye kadar devletin elindeki birçok değerli fabrikaları yerliye sattılar. O yerlilerde bir iki yıl içinde yabancı küresel şirketlere çok karlı bir biçimde sattılar. Örneğin, Tekirdağ rakı fabrikası bir yerliye satılmıştı. O yerli bir yıl bile geçmeden yabancıya sattı...

Sonunda ne oldu derseniz, AKP en sonunda onu da satıldı...
Şeker fabrikalarının satışa sunulması mantıksızlığına karşı, “Milli değerleri para ile ölçüp satanlar, “milliyiz ve yerliyiz” deme hakları yoktur. AKP iktidarı, 14 Şeker Fabrikasını satışa çıkarttı, toplumun büyük kesiminden “olur” görmediği halde sattı. AKP’ye yakınlığıyla bilinen Memur-Sen (Memur Sendikası) bağlı “Enerji Bir Sen bile bu satışa çok sert tepki gösterdi ve şöyle bir açıklama yaptı: “Türk Şeker milli meseledir, özelleştirmeye kurban edilmez.”  çağrısında bulundu ve: “Milli değerler para ile ölçülemeyeceğinin”  uyarısında bulunduğu halde satıldılar...

AKP iktidarının ülkedeki 14 şeker fabrikasının satışa çıkarılmasına bir diğer tepki; Şeker İş Genel Başkanı İsa Gök; Türkiye’deki pancar şekerinin pahalı şeker kamışı ithalatından daha ucuz olduğunu söyleyenlerin kökü dışarıda bir ‘şeker lobisi’ ile bağlantılı olduğunu savunuyordu. Gök, şöyle diyordu: “Karşımızdaki lobinin güç ve etkinliğinin farkındayız. ABD ve ABD’de faaliyet gösteren şirketlerin önemli bir bölümü çiftçi kooperatiflerinin içinde yer aldığı yönetim modellerinin mülkiyetindedir”  Diyordu.

(1) Tevfik Çavdar, Milli Mücadele Başlarken Sayılarla Vaziyet ve Manzara-i Umumiye s. 66.
(2) Falih Rıfkı Atay, Atatürk Ne İdi, s. 132,133
(3) Nejdet Serin, Türkiye'nin Sanayileşmesi, s. 97)
(4) Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri, Tarih, IV, s. 297,298).
(5) Şevket Pamuk, Türkiye'nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, s. 194).
(6) Firdevs Gümüşoğlu, Ülkü Dergisi ve Kemalist Toplum, s. 248,249
(7) Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, C.1, s.353
(8) Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış, s. 80
(9) Çavdar, age, s. 67-69
(10) Cahit Kayra, 1923- 1950 Devletçilik, Altın Yıllar, s. 210



BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...