1 Kasım 2018 Perşembe

TOROS DAĞLARININ DİK DURAN YÖRÜKLERİ İDİLER


BOYDAN BOYA TOROS YÖRÜKLERİN AŞKI AMAÇI
Toroslar; bu halkın esir edilemez mahal-i olmuştur…

Ne Osmanlıyı takmıştır, ne Acem şahını, ne de çölden sunulan Emevi zırvasını. Sığınmıştır kervan geçmez, yolu yolağı olmayan dağlara. Demiştir; “kapına gelirse öşürcü padişah adamı, yüzünü bile gösterme, uzat vergini kapı aralığından gitsin.” His ve duyguları kalem ile ak kağıda dökmeye güç yetmez Yörükleri yazmaya!

Kendine özgü olgun kültürleri vardı, sistem her defasında müdahale etti, huzur vermedi. “Benim sisteminde olacaksın”  baskısını her gelen hükümdar artırdı, onlar yılmadılar…

Torosları mekân seçtiler…
Sarp yamaçlar, karlı tepeler, dağ koyakları, buz gibi sular şırıl şırıl akan…

Son Yörük inerken, son çadır sökülürken, son keçiden süt sağıldığında son kervan düzülüp yola, ovaya doğru süzülürken son nefesi vermek gibi bir şeydi, dönüp geriye, bir daha Toroslara sahip olamam hüznüyle yerleşik düzene geçmekti zorlanan...

Toros dağları, yalçın kayalıklar, sarp dağlar arasında dar geçitler, dik uçurumlar, sisli zirveler, karı eksik olmayan dağların dorukları, eteklerinde buz gibi su akan, bin bir çiçek açan yaylaları, yamaçları, bazen sert bazen yumuşak esen rüzgârların estiği çam, ladin, sedir, ardıç ormanlara karıştığı Toros Dağları. Akdeniz’e ivedilikle, kaya kovuklarına gire çıka, eğrile kıvrıla, bazen sakin, bazen delicesine akarak kendine uzanan dalları yalayarak Akdeniz’e ulaşmaya çalışan görkemli akan ırmaklar…

Yörükler yurdu…
Sancılanıp, kıvrılıp çalı dibinde doğuran cefakâr anaların yurdu…

Mezarları olup ta, mezarlıkları olmayan göçerler yurdu…

Bir ateş dumanı görürsen, git bak orada bir Yörük obası var, yaşam sürüyor demekti. Orada çilekeş, cefakâr ama mutlu insanlar yurdu var demekti. Ne ateş yanar oldu, ne duman tüter, dağlar kimsesiz, Yörükler anasını kaybeden öksüz gibi kaldılar...

Sevdiği dağları, doğduğu çalı dibini unutmaz; ‘vay dağlar, karlı Boranlı yaylalar’, der duru. Torosların yaylalarında özgür, başına buyruk iken çadırından ayrılışı ölüme bir adım daha erken yaklaşmasıydı. Çünkü dağların havasına, suyuna, doğasına alışmış âşıktı. En çokta özgürlüğüne alışmış Yörük için kentlere yerleşip oturmak gurbettir ona, kafeste bülbül gibidir, özlem dağlara, yaylalara, yaşamayan bilemez… 

Dönüp bir bakalım neler çekmişler, nelere karşı koyup onurlarını korumuşlar!

OZAN DEDEMOĞLU Osmanlı İskân Siyasetine İsyanı

Ozan Dedemoğlu, Oğuz Boylarından Boz-Ok-Beğdilli budunu kolundan olup, yaşamının bir bölümünü Gaziantep, Maraş bölgeleri göçerilerinden olduğu söylenir.
  
Dedemoğlu, 17. Yüzyıl sonlarına doğru 18. Yüzyıl ortalarına kadar yaşamış; yaşadığı dönem, ülke iç savaşlara, zulümlere, sürgünlere doymaz bir biçimdedir. Dedemoğlu, oldukça güzel ve düzgün bir dil kullanarak, savaşları, zulümleri, baskıları, sürgünleri deyişlerinde yeri yerinde anlatmıştır.

Dedemoğlu, şimdiki Suriye sınırları içerisinde kalan Rakka bölgesinde sürgün yaşadığı, daha sonra tekrar Anadolu’ya döndüğü deyişlerinden anlaşılmaktadır.

Dahi, Dedemoğlu, Türkmen aşiretlerin toplanıp, istişare yaptıklarına dair yeni iskân tabi tutuldukları yerlerin adlarını verir deyişlerinde. Bu yer adları, Akçakale, Goncan, Colap, Seylan, Şirvan ve Ören gibi yerler işte deyişinin biri aşağıda:

Toplandık aşiret geldik CULAP’a (Fırat suyu)
Baş bend Firuz Bey değil mi?
Emretti Beyler, konduk yan yana
Hacı Ali’nin yurdu SEYLAN değil mi?

Ondan aşağı Budak düzüldü
Bend sahih ismi ismine yazıldı
Orda Berk Ağa’nın keyfi bozuldu
Torunların yurdu ŞİRVAN değil mi?

Yurt verildi Ulaş’ın beyine
Oda kondu Berk Ağa’nın sağına
Firkat geldi AĞCAKALE (Akçakale) dağına
Bayındırın yurdu gonca değil mi?

DEDEMOĞLU Haymanların kurulsun
Çekilsin bayraklar, mehter vurulsun
Döğülsün kahfen harbin çağrılsın
Abdalların yurdu ÖREN değil mi?

Doğu Toroslar bölgesinde bir dram yaşanır Türkmen, Arap ve Kürt aşiretler yan yana yaşadıkları ve Türkmenlere karşı öyle bir hal alır ki, bezdirici, bıktırıcı, saldırıları hat safhada rahatsızlıklar verir olur. Bu durum karşısında Dedemoğlu bir deyişinde şöyle der:

Ömrümde sevmezdim Arabı Kürdü,
Geldi çadırını dibime kurdu. 

Ozan Dedemoğlu, Türklerin lojistik bölgesi Horasan’dan Anadolu’ya yapılan Türkmen göçleri, her ne kadar Anadolu’yu Türk yurdu haline getirmiş olsa da, zamanla muktedirler yönetimi ellerine geçirdiklerinde, Anadolu’yu Türk yurdu yapanları perişan etmekte hiç sakınca görmemişlerdir. Baskılarla, kıyılmalarla zorunlu göçlerle, zorunlu iskânlara zorlanmışlardır.

Aşağıdaki deyişinde net bir biçimde anladığımıza göre salt Anadolu bağlantılı olmadığını, kökeni, Türkmen yurdu Horasan bağlantılarının da diri olduğunu görürüz: 

Çıktık Horasan’dan sökün eyledik
Düşürdüler bizi tozlu yollara
Omuzda parlayan kargı cıdanlar
Alıp aşırdılar karlı dağlara

Bölük bölük oldu yüklendi göçler
İhtiyarlar atlı yayadır gençler
Başımıza geldi gördüğü düşler
Düşürdüler bizi görülmedik ellere

Gâhî konduk gâhî göçtük yollara
Bilip bilmediğin gurbet ellere
Âlem dağlarında şu daz çöllerde
Bizden sonra bir ad kalsın dillere

Oradan yüklendik geldik Culub’a (Fırat suyu)
Seksen dört bin hane gelmez hesaba
Deve, koyun hayli insan kalaba
Susuz hayvan inileşir çöllere

DEDEMOĞLU derki aşkın bağından
Aşırdılar bizi Yozgat Dağından
Anadolu Sivas şehri sağından
Göçtüğümüz destan olsun dillere.

Dedemoğlı’nun yukarıdaki deyişinden anladığımız kadarıyla 84 bin hane-çadır olarak Osmanlının iskân siyasetinin kurbanları olarak Rakka’ya sürgün edildiklerini deyişlerinde söylemektedir.

Tarihin tozlu sayfalarında kalan Rakka (Şimdi Suriye sınırları içerisinde bir bölge) çöllerine Türkmen sürgün günleri, Osmanlının kan, zulüm, gözyaşı, ölüm, iç içe, içler acısı bir durumdu. Rakka’ya sürgün edilirler. Beydili Türkmenleri 16.18. Yüzyıla kadar süren bir coğrafya da iskâna zorlanırlar.

Türkmenler fırsat buldukça kaçarak gizliden eski yurtlarına dönerler, genellikle Toroslar da dağlık, ormanlık, Osmanlı adamının ulaşamayacağı yerlere perem perçem yerleşirler; oralarda yaşamaya başlarlar. Bazı Türkmenleri, Osmanlının yerleştirdiği Kürt aşiretleri aralarında ve Kürt aşiretleri içinde yaşamaya başlarlar. Süreç içinde birçok Türkmen Kürtleşirler. Batıdaki Akrabaları Türk kalırken onlar Kürtleşirler.

Arap aşiretlerin ve Kürt aşiretleri arasında yaşama tutulan Türk oymaklar içinde fırsatını bulup bölgeden kaçanlara Osmanlılarca “kaçkıncı” adı verilen Türkmenler genellikle Toros, Canik, Munzur dağlarına sığındılar. 

PİR OZAN GEVHERİ 16. Yüzyılda yaşamı Türkmen ozanı şöyle sesleniyordu:

Başına bir hal gelirse
Dağlara gel dağlara gel
Seni saklar vermez ele
Dağlara gel dağlara gel

Bu canım aşka düşeli
Aşk odu ile pişeli
Yeşil dağlar menefşeli
Dağlara gel dağlara gel

Rakibe miktarın bildir
Yanına civanlar uydur
Zamane dostundan yeğdir
Dağlara gel dağlara gel

Gevheri düşmüş dillere
Diyar-ı gurbet illere
Billahi vermem ellere
Dağlara gel dağlara gel.


DADALOĞLU (1785-1868)
Avşar Boylarındandır. Osmanlı 1865 yılında göçebe boyları yerleşik düzene geçirmek amacıyla “Fırka-i İslâhiye” kararıyla eyleme geçer. Yalınız bu öyle sanıldığı gibi kolay olmuyor. Bu iklim değişimi yıllarca acılarla dolu geçmesini sağlamış. Avşarların yetiştirmiş oldukları çok hayvanları var, yeni yerleşik yaşama uyum sağlamaları hayli güçlükler içinde geçer. Bu olan biten rahatsız olan Dadaloğlu “Fırka-i İslâhiye” kumandanı Derviş Paşa’ya ve genelde Osmanlının Türkmen siyasetine çatar:

Derviş Paşa yaktı, yıktı elleri
Soldu bütün yurdumuzun gülleri

Aşağıdan iskân evi gelince
Sararıp da gül benzin solunca
Malın mülkün Seyfi  (Alıcı avcı kuş) gözlüm kalınca
Kaypak Osmanlılar size de aman mı?

Dadaloğlu, Avşar Türkmenlerinden olup 18. Yüzyıl içinde doğduğu, 19. Yüzyıl içinde öldüğü bilinmektedir. Gerçek adı Veli i olup mahlasını Dadaloğlu olarak kullanmıştır. Dadaloğlu’nun yaşadığı Orta Toros Dağlarında Gâvur Dağı, Bulgar Dağı, Ahır Dağı, Çukurova’dır. Ayrıca, Orta Anadolu ve güney illerinde yaşayan konargöçer Avşar, Sıkıntı, Kırıntı, Bozdoğan, Karsantı, Berber, Menemenci gibi Türkmenlerin içinde yaşamıştır. Dadaloğlu Toros dağlarında dolaşan göçebe Avşar Türkmenlerinden olduğu kesin kanıtı:

Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden iller bizimdir.

Dadaloğlu, Türkmenlerin yerleşik yaşam zorlanarak geçirilmelerine en ağır tepkisini kor ve deyişlerinde yerleşik yaşama geçmek istemeyen Türkmen oymaklar için sesi ve sözlü tarihi olur. Osmanlı tarım arazilerinde çalışmayı önerirse de onlar yine de geleneksel göçebe yaşamlarını sürdürmek isterler, itaat etmezler.  

Türkmenler, (Yörük taifesi) Osmanlının zorunlu sürgün ve iskân siyasetine karşı koyarak obaları hınçla haykırarak Osmanlı Devleti ile savaşlarını deyişlerinde duru ve yalın bir dil kullanarak Osmanlıya karşı halkı savaşa teşvik ediyordu. Göçebe toplum ruhunun bir geleneği olan  “anca beraber, kanca beraber” ilkesi vardır. Her türlü eylem birlikte yapılır, birlikte karara başlanır. Her şeyde “biz” vardır, “benlik” yoktur. Dadaloğlu bu ilkeye sadık kalarak bakın nasıl seslenir:

Kalktı göç eyledi Afşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağlan aşan yollar bizimdir.

Belimizde kılıcımız kirmanı
Taş deler mızrağımız temreni
Hakkımızda devlet vermiş fermanı
Ferman padişahınsa dağlar bizimdir

Dadaloğlu’m yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir

Aslında Dadaloğlu normal yaşamında doğa ve aşk deyişleri söyler, her türlü güzel şeyleri sever, onların üzerine deyişler düzen biridir. Dadaloğlu’nu içinde yaşadığı durum ve toplumsal duyuş onun, Osmanlının yaptığı “İskân” ve “Sürgün” siyaseti zoruna gider ve öylesine bir nefret dönüşür ki deyişlerinde açığa çıkar:

Ilgınca sılgınca görünen dağlar
Yoksa Türkmen ili başın duman mı?
Deli gönlüm kayıp coşunca
Hey ağalar coştucağım güman mı?

Aşağıdan akça koyun geliyor
Bezirgânlar koç yiğide gülüyor
Kitabın dediği günler oluyor
Yoksa gün döndü de ahır zaman mı?

Aşağıda akça kuğum ötüyor
Katar başı mayalarım çökünce
Şah’tan ferman Türkmen ili göçünce
Daha da hey Osmanlıya aman mı?

DADALOĞLU’M derki gördüm düşümde
Yiğide at verirler on beşinde
Alışkın piştovla dağlar başında
Azrail’den başkasına aman mı?

Benzer deyişin bir başka söyleniş biçimi daha var ki şöyle:

Ilgıt ılgıt seher yeli esiyor
Gâvur dağlarının başı dumanlı
Gönül binmiş aşk atına aşıyor
Bire beyler cünunluğun zamanı mı?

Aşağıdan iskân evi gelince
Sararıp ta gül benzimiz solunca
Malım mülküm Seyfi gözlüm kalınca
Kaypak Osmanlı size aman mı?

Aşağıdan iskân evi geliyor
Bezirgânlar koç yiğide gülüyor
Kitabın dediği günler geliyor
Yoksa devir döndü ahir zaman mı?

Aşağıda akça çığın ötünce
Katar başı mayaların sökünce
Şah’tan (Padişah’tan) ferman Türkmen ili göçünce
Daha da hey Osmanlıya aman mı?

DADALOĞLU’M sevdası var başımda
Gündüz hayalimde gece düşümde
Alışkan tüfekle dağlar başında
Azrail’den başkasına aman mı?

Toros Dağların uçsuz bucaksız sarp yerlerine, bir yarısı Suriye içlerine doğru kaçarlar. Aslında Osmanlının amacı, yerleşik düzene geçmelerine dair onlara iyi bir yaşam alanları açmak değildi, böyle bir projeleri de yoktu. Osmanlı Avşarları iyi denetleyebilmek, kolay baskı altına alabilmek için böyle bir yola girmişti.

Osmanlı İskân siyasetine isyanın açıkça yapmış olduğunu gösteren deyişi:

Kaypak Osmanlılar size aman mı?
Şah’tan (Padişah’tan) ferman Türkmen ili göçünce
Daha da hey Osmanlı aman mı?

Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahınsa dağlar bizimdir.

Dadaloğlu’nun Osmanlı’ya “kaypak” demesine neden, Osmanlı Avşarları (1) Uzun Yaylaya yerleştirme sözü verir. Avşarlara verdiği bu sözden cayarak yerine getirmez, Uzun Yaylaya Çerkez göçmenleri yerleştirir. Ayrıca Dadaloğlu, Doğu Kozan Ağası Yusuf Bey’i hile ile yakalamış, bu nedenle de Dadaloğlu’nun diline  “Kaypak Osmanlı” yerleşmiş olur.

Dahi, Osmanlı Mescit Paşa şöyle tehdit eder Avşarları: “…uslu durmazlarsa atlarını ve burnu hızmalı kızlarını Adana pazarında satarım”  der. Bunu duyan ozan “namus ve ar” eder kendine, Osmanlı’ya başkaldırı (2) eylemine girişir ve şöyle der deyişinde:

Feke’de bir kıyımdan söz ediliyor ki gelinlerin dul kaldıklarını dile getiriyor.

Şu Feke’nin hanımları
Talim bilmez âlimleri
Kör olası Derviş Paşa
Hep dul koydu gelinleri

Gitti cerit (cirit?) gitti gide Avşarlar
Gider oldu namusumuz arımız
Kavga kuruldu da kılıç çalındı
Hey ağalar nerde vardı yarımız

Büyük bir halk ozanı olan Dadaloğlu en güçlü deyişleri yanında, yaşadığı bölgenin dövüşlere de boynu eğik değildir. Haksızlığa karşı tepkili olmuştur her daim:

Ölürüz de kömür gözlüm ölürüz,
Dost ağlasın zalim felek utansın
Kıyamette kavuşmak var biliriz,
Dost ağlasın, kahpe felek utansın

Bir çıkmaza girdi bugün yolumuz
Geçit vermez sağımızla solumuz
Kalır gayri burada ölümüz
Mert ağlasın, namert olan uttansın

Avşar ili yaylasına göçmedik
Aşın yiyip, sularını içmedik
Tenhalarda kendimizden geçmedik
Can ağlasın, hain felek utansın

DADALOĞLU’M yine coştu çağladı
Ak üstüne karaları bağladı
Firkat oldu yüreciğim dağladı
Ben ölende Çapanoğlu utansın

Dadaloğlu’nun umutsuzluğa düştüğü deyişin:

Yine tuttu Gâvur dağı dumanın
Hançer vurup açarladı yaramı
Sana derim Mıstık Paşa ereni
İçindeki bunca beyler nice oldu

Sabahaca kandilleri yanardı
Soytarılar fırıl fırıl dönerdi
Ha deyince beş yüz atlı binerdi
Sana inip konan beyler nice oldu

Ağlayı ağlayı DADAL’IN şöyle
Vefasız dünyayı şu insan neyler
Bir yiğidi bir kötüye kul eyler
Şimd’en sonra yaşaması güç oldu.

Osmanlı Türkmenleri cezalandırmak için Rakka’ya Abbas Paşa adlı birini görevlendirmiştir. Abbas Paşa, İskenderun’dan karaya çıkarak Rakka’ya gelişini Avşar Türkmenlerinden Dadaloğlu da deyişini söyler:

İskeleden kalktı ol Abbas Paşa
Kızıla boranlı dağ var önünde
Elbeyli beylerin at başı çekmez
Çevrilip konacak yer var önünde

İllerinde Osman Bey, zorbaların başı
Aşireti var, çıplak eder savaşı
Keser kelleler, basar üleşi
Kartallar dönecek yer var önünde

Küçük Ali oğlu da, haykırır kakar
Düşman görünce belini büker
Cimbulat kılıçla demir bent büker
Omuzu kalkanlı er var önünde

DADALOĞLU der; ordan geçerse
Elbeyli Türk’ün yolun açarsa
Akan kanlı Murat köpük saçarsa
Seyit Battal gibi er var önünde.

KUL SADUN ve Osmanlı İskan Siyaseti
Orta Toroslardan Rakka ve Civarında iskân için sürülmüştür. Orada, Türkmenlerin Arap ve Kürt aşiretleriyle savaşlarını anlatan ozan Kul Sadun, deyişinde ise Arap kabilelerin baskıları ve Halep Valisi Abbas Paşa’nın Arap kabillerinin yanında yer alarak Türkmenlere zulmü destek olmasından, çok olumsuz şartlar geçirir bölgede. Bu nedenle bazı Türkmenler Anadolu içlerine, Konya, Karaman, Kütahya gibi yerlere kadar göç ederler. Bazıları da daha önceki ata yurtları olan Yozgat, çorum, Ankara, Kırşehir ve Çankırı yörelerine yerleşirler. Ozan Kul Sadun bu duruma şöyle der deyişinde:

Rakka çöllerinden gelen gaziler
Rakka’nın gonca gülü soldu mu?
Yeniden bir haber duydum oradan
Cerit Bekir öldü derler, öldü mü?

Cerit Bekir öldü ise kırıldı kilit
Yolumuza kötü bir kara bulut
Kürdülü Kerim’le Bayındır Halit
Kolu bağlı cellâtlara vardı mı?

KUL SADUN’um der ki bulmadık vefa
Hükmümüz geçerli şol Kaf’tan Kaf’a
Ulaşlu oğlu Hacı Mustafa
Alayları bölük bölük böldü mü?

 KARACAOĞLAN (1606-1679)
Karacaoğlan, Adana’nın Farsak köyünde doğduğu; Torosların Gavurdağı yörelerindeki Türkmenlerin içinde yetiştiği söylenir. Esmer kara yağız olduğundan adına Karacaoğlan denmiş. Gezdiği yerler ise Konya, Ankara, Karaman, Adana, Halep, Mardin, Diyarbakır kentler olduğu söylenir. Ayrıca Suriye, Mısır, Trablus ve Rumeli bölgelerini gezmiş olduğu söylenir.

17. Yüzyılda Orta Toroslar ve Çukurova’da yaşadığı bilinen Karacaoğlan deyişlerinde çok yalın, katıksız arı duru Türkçe kullanan Karacaoğlan, daha çok aşk ve doğayla iç içe olma yanında ayrılık, gurbet, sıla özlemi, sevda, acı, dostluk, yoksulluk, zulüm, ölüm içerikli, insanın doğasında var olan temaları çok işlemiştir. Hep duygularını, düşüncelerini, işin puştluğuna kaçmadan içten ve gerçekçi bir bakışla, kendine özgü bir deyiş yapısı içinde söylemiştir. Mezarı Mersin’in Mut ilçesi Çukur köyünde olduğu sanılmaktadır. Bize en çok Karacaoğlan’ı tanıtan ve deyişlerini derleyen Nüzhet Ergun olmuştur.

Dinleyin ağalar size bir şey söyleyim
Hatırdan gönülden geçici olma
Bir yiğidin amanını kesişin
Sırrını ellere açıcı olma

Meclise varışın kâmili dinle
El iki söylerse sen birin söyle
Elinden geldikçe iyilik eyle
Sakın ol başlara kakıcı olma

Karacaoğlan kalk gidelim buradan
Allah’ımız seni beni yaratan
Sakın kendini haramdan zinadan
İnsanı insana takıcı olma.
Selman ZEBİL

(1) Ahmet Z. Özdemir, “Avşarlar ve Dadaloğlu” Ank. 1985, s. 93
(2) Battal Pehlivanlı, “Dadaloğlu, Yaşamı, Sanatı, Şiirleri”  İst. 1984 s.24-27

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...