22 Nisan 2016 Cuma

BEYŞEHİR TARİHİ


BEYŞEHİR GÖLÜ KIYISINDAKİ KUBADABAD

Kubadabat Sarayı çinileri 
Antik dönemde adının Lykaonia olan Konya’nın güneyine düşen, yine antik adı Pisidia adıyla bilinen bölgeden alan üç Pisidia gölünün en büyüğü olan Beyşehir Gölünün güney kıyısında bulunan yer. Bir adı Dipoyraz Dağı olan 2992 metre yüksekliğindeki Anamas Dagı’nı dibine düşen bu yeri görüp beğenen Selçuklu Sultanı 1. Alâeddin Keykubad, Konya’nın yaz sıcağından kaçıp dinlenmek amaçlı 1235’te yaptırmıştır. Ancak Konyayı Beyşehir'e bağlayan bu yazlık Kubadabad sarayın keyfini çıkartmadan Alâeddin Keykubat bir yıl sonra ölmüştür Anadolu Selçuklu hanedanlık yazlık sarayıdır. Anadolu Selçuklu hanedanları içinde en etkili Alâeddin Keykubad olmuştur. Fars kökenli Selçuklu tarihçisi İbn Bibi yazılarına göre Alâeddin Keykubad’ın Beyşehir Gölü güney-batı kıyısında, Anamas Dağları eteğinde, Gölyaka Köyüne 3 kilometre uzaklıkta M.S.1236’da inşa edilen Kubadabad Sarayından söz eder.

Foto Selman Zebil: Beyşehit Gölü
Antalya’dan Konya’ya dönüşünde, yol üzerine düşen Beyşehir Gölünün alüvyondan oluşan güney-batı kıyılarına hayran kalır. “Cennet burası değilse neresidir” der. Burayı nasıl beğendiğini, burada nasıl bir yazlık saray yapılabileceğini tasarlar ve ilgili yerlere bu gölün kıyısına bir saray yapımı için emreder. Bizzat nasıl bir saray yapılacağını da kendisi planlar ve yapıya dair oldukça genel bilgiler bile verir. Sonuç olarak cennet gibi olan bu yere Kubadabad Sarayı yapılmış olur.

Hatta Amasya-Babailer isyanında (1240) Selçuklu Sultanı 2. Keyhüsrev zor anlar yaşar, Konya sarayından gizlice kaçarak Beyşehir Gölü kıyısındaki bu sarayda saklanır bir müddet.

İbn Bibi yazılarında anlatımlarına göre: “Buhayre-i Gurgurum” denilen bu yerin neresi olduğunu ve dahi bahsettiği “Gurgurum” denilen vilayetin neresi olduğu hakkında bir işareti bilgiyle tarif edilmemişti. İş böyle olunca, uzun zaman bu sarayın yeri ve adı terk edilmişlikten bilinmeden kaybolur gider ta ki 1940’lı yıllara Zeki Oral’ın bu yeri bulup alana çıkrana kadar.

Kubadabat Selçuklu Sarayında bulunan seramikler
O zamanın Konya Müze müdürü M. Zeki Oral’ın Kubadabad Sarayının ören yerini bulup alana çıkarmasıyla 1949 yılında Konya Anıtlar Dergisindeki yazdığı bir makaleyle alana çıkmıştır. Kubadabad Sarayı kalıntıları hakkında araştırmalar sürdürülür ve sondaj çalışmaları yapılır, bulgular ve tarihin alana çımasıyla Türk-tarih bilimine zenginlik katışı Belleten 
dergisinde makaleler halinde yayımlanır.

Kazılar ve yüzey araştırmalarından anlaşıldığına kadarıyla Beyşehir ve yöresi, yerleşim alanı olarak İ.Ö.6000 ile 7000 yıllara kadar uzanan bir tarihe sahip olduğu bilinmektedir. Yörede iz bırakan Hititler, Frigya, Lidya devletleri üzerine Romalılar, daha sonra Selçuklular eline geçmiştir. Hititlerden sonra en verimli çağını Eşrefoğlu Beyliği döneminde olur.

Eşrefoğulları Beyliği yıkıldıktan sonra Hamitoğullarının eline geçer Beyşehir. Karamanoğullarını eline geçiren Fatih Sultan Mehmet tarafından Beyşehir de Osmanlı topraklarına dâhil edilir.

Anadolu Beyliklerinin Yükselişi ve Eşrefoğlu Beyliği
Anadolu Selçuklular Devletinin çöküşü ile Anadolu Türkmen Beyliklerinin yükselişi başlar. Genellikle kurucularının adı ile anılan bu beyliklerin bazıları uzun ömürlü olup 15. Yüzyıla kadar varlıklarını sürdürürken, bazıları çok değerli, kalıcı eserler bırakarak kısa sürede tarih sahnesinden çekilirler.

Karamanoğulları Beyliği, Menteşoğulları Beyliği, Dulkadiroğulları Beyliği, Karasi Beyliği, Aydınoğulları Beyliği, Eretna Beyliği, Germiyanoğulları Beyliği, Hamitoğulları Beyliği, İsfendiyaroğulları Beyliği (Candaroğulları) Ramazanoğulları Beyliği, Tekeoğulları Beyliği, Saruhanlılar Beyliği, Eşrefoğulları Beyliği ve Osmanlılar Beyliği olarak Anadoluda varlıklarını sürdürdüler.

Bu adı geçen beyliklerden en eskisi, en güçlüsü olan Karaman Beyliği, Karaman Bey tarafından 1. Alaeddin Keykubad döneminde kurulmuştur.

Eşrefoğulları Beyliği (1280-1326)
John Freely, “At Üstünde Fırtına, Anadolu Selçukluları” adlı kitabında: “Muhtemelen Türkler ve Kürtlerden oluşan Eşrefoğlu aşireti, Karamanoğullarına zor zamanlarda iki kere yardım etmişti. Yine Konya’yı işkâl ettiklerinde Eşrefoğulları ile Menteşoğulları, Karamanoğulları’nın yardımıyla Konya’ya saldırıp kenti ele geçirmişlerdi. Fakat 1311 işkâlından sonra hakkı olan ganimet alamadığını düşünen Eşrefoğulları aşireti, Karamanoğulları ile olan bağlarını kopardı. Sonuç olarak Eşrefoğulları Batıya, Beyleri Süleymanoğlu Eşref’in şehir kapılarındaki kitabelerden öğrendiğimize göre 1290’larda işkal etmiş olduğu Beyşehir civarındaki bölgeye doğru hareket etti. Süleyman’ın oğlu Mübarizüddin Mehmet, Akşehir’i ve Bolvadin’i de alarak Eşrefoğlarının topraklarını genişletti.” Diye geçer.

Anadolu Beylikleri içerisinde en kısa ömürlü olanıdır Eşrefoğlu Beyliği. Selçuklu Sultanı 3. Gıyaseddin Keyhüsrev (1264 ile 1283) hüküm sürdüğü zamana denk gelen, Selçuklu sınırlarının batısına düşen bölge olan Beyşehir yakınlarında bulunan Gorgurum adlı yerde Seyfeddin Süleyman Bey tarafından 13. Yüzyıl ikinci yarısında kurulmuştur. Kısa bir dönem, 40 yıl ömürlü olmuş ama müthiş, en kapsamlı ve en değerli eserleri günümüze kadar gelmiş Anadolu beyliklerinden biri olmuştur.

Geçiş dönemi yaşayan Anadolu’da pek çok Türk Beylikleri kurulmuştur. Bu beylikler arasında birbirlerinin işine karışmama esası üzerine oturulmuştur. Çobanoğlu Timurtaş, Türk beyliklerini kendi idaresi altında birleştirmişti. Doğrusu, insanın aklına düşen, Kürtler bu bölgede çok eskilerden (Türklerden önce) var olduklarını iddia edeler ama Anadolu’da yaşanan geçiş döneminde her Türk aile kendi adına bir beylik kurarlarken neden Kürtler bu fırsattan yaralanıp bir beylik bile kuramadılar?

Eşrefoğlu Beyliği Beyşehir’de
İlk önceleri Gorgurum adlı yerde kurulan Eşrefoğlu Beyliği, daha sonra 1288 yılında Süleyman Bey Beyşehir’e yerleşerek pek çok bayındır haline getirterek kalıcı eserleri tarihe kazandırdı. Bu eserlerin başında, Eşrefoğlu Süleyman Bey (1297-1299) tarafından yaptırılan, ahşap ve seramiklerle süslenmiş en özgün mimarisiyle en önemli eser olan Eşerefoğlu Camiidir. Selçuklu mimarisinin bir başka eşi olmayan bu ahşap, değerli kâgir yapılı Eşrefoğlu Camii başyapıt olmaktadır.

1301-2 yılında ölen Süleyman Bey’in yerine oğlu Mübareziddün Mehmet Bey geçti. Mübarizüddin Mehmet Bey Beyliğin alanlarını Akşehir ve Bolvadin’e doğru genişletti. Mehmet Bey’in Moğolların (İlhanlılar) Anadolu Valisi Emir Çoban’a tabiiyet sunan Türkmen Beylikleri içerisinde yer aldığı bilinir.

1320 yılına gelindiğinde yaşamını kaybeden Mübarizüddin Mehmet Bey’in yerine oğlu 2. Süleyman, Eşrefoğlu Bey’i oldu. Lakin 2. Süleyman dönemi uzun sürmez. Beyşehir’e girerek ele geçiren Moğollardan Vali Timurtaş’ın önünden atıyla birlikte Beyşehir Gölü içine doğru kaçar. Arkasından atıla hızlıca yaklaşan Timurtaş, Süleyman Bey’i gölün içinde 1326 yılında boğarak öldürülmesiyle sonlandırıldı. Böylece, 40 yıla yakın süren kısa ömründe Eşrefoğlu Beyliği ancak yerel bir idari yapılanma olarak tarihte yerini almıştır.

Beyşehir Yöresine Yerleşen Kürtler
Hasan Öztürk, “Kurucuova Tarihi” adlı araştırmasında bölgedeki yerleşim yerlerinden söz eder. 1466 yılında bölgede; Orta Anadolu’da Kürtlerin ilk yerleştiği yerlerin Isparta’nın Şarkîkaraağaç’a bağlı Kürtler Köyü olduğunu yazar. Osmanlı belgelerinde 1584 nüfuz ve yerleşim yerleri belirtilmiş, Kürtler köyü 1920 tarihine kadar Konya’nın Beyşehir ilçesine bağlı bir yerleşim yeri olarak kalmıştır.

Beyşehir Sancağına ait 1466 tarihli Müsellim Defterinde Yenişehir Nahiyesi’nin kimi köylerinin Yörük olduğu yazılmıştır Bu belgede kimi köylerin Yörük olduğunu dile getirirken Yenişehir (Şarköy) Kürtler ve Muma köylerinden gayri köyleri kastetmektedir. Bu köyler; Bademli, Kurucuova, Yenice, İsrailliler, Küre ve Hoyran köyleridir.

Beyşehir ve çevresinde Etiler; Etiler, Lidyalılar, Frigyalılar, İyonlar, Makedonyalılar, Persler, Selefkoslar, Romalılar, Araplar, Selçuklular, Eşrefoğulları, Hamitoğulları, Germiyanoğulları, Karamanoğulları ve sonunda Osmanlılar hakim olmuşlardır.

Bir Başka Kaynakta Timurtaş ve Eşrefoğlu Beyliği
Eşrefoğlu Beyliği: Bu beylik Diyar-ı Rum’un kuzeyindeydi. Batısında Dündar Oğulları’nın, doğusunda Karaman Oğulları’nın, Kuzeyinde ise Cengizlilerin toprakları uzanıyordu. Bağımsızdı ve Başkenti Beyşehir’dir. Yetmiş bin kadar atlı savaşçı çıkarabilirdi. Ülkesinde 65 şehir ve 505 köy vardı. Timurtaş bu memleketi ele geçirince beyini yakalayarak, taşaklarını kestirip boynuna astırdıktan sonra halk arasında teşhir ederek öldürttü” diye anlatılır.

Dahi bir başka kaynakta ise: 1320 yılında Mehmet Bey yaşamını kaybetmesi üzerine yerine oğlu 2. Süleyman geçer, Eşrefoğlu Bey’i olur. Fakat onun beyliği fazla sürmez. Beyşehir’i ele geçiren İlhanlı Valisi Timurtaş tarafından 1326 yılında göle atılmak suretiyle öldürülerek beyliğe son verilmiştir.

AHMET EFLAKİ (M.S.1300-1330) 
Ariflerin Menkıbeleri yapıtında Beyşehir
İbn Bibi’den fazla uzun olmayan devirde Mevlevi olan Ahmet Eflaki Eşrefoğlu Beyliği hakkında yazdığı: “Beylerbeyi Eşrefoğlu Mubarizüddin Çelebi Mehmet Bey, Çelebi (Mevlana’nın oğlu) hazretlerini Beyşehir’de misafirliğe davet etmiştir. Çelebiye karşı hadden aşırı niyaz ve itikat göstererek türlü hizmetlerde bulundu ve oğlu Süleyman şah’ı saraydan çağırıp tam bir itikatla Çelebi’nin hizmetine verdi, ona mürit yaptı. Süleyman Şah’ın beline bulunmaz bir kemer bağlayıp bırakıverdiler.

Çelebi Mehmet Bey, baş koyup ‘bu çocuğun sonu ne olacak’ diye sordu. Çelebi: ‘Sizden sonra bu vilayet bu çocuğun elinde harap olacak ve topluluk onun ayakları altında dağılıp gidecek ve onu bu göle (Beyşehir Gölü) atıp yok edecekler’ buyurdu.

Ve hakikaten o çocuk, Çelebi’nin buyurduğu gibi oldu. Timurtaş devleti zamanında Beyşehir’i fethetti. Memleketi yağma ettiler ve birkaç gün sonra Süleyman Şah’ı oradaki göle attılar, memleket tamamıyla harap oldu” der. Ahmet Eflaki, “Menkıbe-i Arif-i” 1954 Ankara Basım 2. cilt sayfa 390.

Eşefoğlu Beylğinin öyle pek büyük bir eylemi olmayan, salt bir idari yapıya sahip olarak tarihe geçmişlerdir. Yalınız 1280 yıllarında Eşrefoğlu Süleyman Bey ve Karamanoğulları ile birlikte Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev’e taraftar olmuşlar, Konya Selçuklu yönetiminde önemli roller almışlardı.

1284 yılında Moğollar tarafından katledilen 3. Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi Valide Sultan, Keyhüsrev’in sadık bendeleri olan Eşrefoğulları ve Karamanoğullarından torunlarının tahta çıkmaları sağlayacaklarına inanan düşünen Valide Sultan, oğlu 3. Gıyasettin’in ölümüyle Kayseri’de tahta çıkmasına karşı çıkarak, Moğolların izniyle Konya’da torunlarının tahta çıkmasını istedi.

Olaylar istenildiği gibi gitmez. Torunlarının naipliğine getirdiği Eşrefoğlu Süleyman Bey, Sultan Mesud’un Konya’ya sevk ettiği Has Balaban komutasındaki Selçuklu ordularından çekinerek Gorgoruma geri çekildi. Yalınızca yedi ay süren çocuk hükümdarların naipliğinin ardından Moğol güdümündeki Selçuklulara karşı Karaman Oğulları ile birlikte küçük çaplı bir direniş sergilese de, siyasi çıkarını Sultan Mesud’a tabii olmak ta görerek yön değiştirerek itaatini sundu.

Eşerefoğlu Beyliğinin Yıkılışı
Moğollardan Çupan, Olçaytu’nun 1313 yılındaki ölümünden sonra, Anadolu’daki Moğol yönetimini devralmak için geri döndü ve yönetimi oğlu Timurtaş’a devredecek kadar kaldı. 1321’de Timurtaş ayaklandı ve Mehdi olduğunu iddia ederek Anadolu’da kendi devletini kurmak istedi. Bu ayaklanmayı bastırmak üzere Çupan görevlendirildi ve bu görevini yerine getirdi. Fakat oğlunun bu ayaklanmasını bağışlayarak, oğlunun suç ortaklarını öldürttü.

Çapan, oğlunu İlhan Ebu Said’e götürdü; İlhan, Timurtaş’ı bağışlayıp tekrar onu Anadolu’nun Moğol Valisi tayin etti. Çapan’ın 1326’da ölümünden sonra Timurtaş yeniden ayaklandı. Beyşehir’i aldı, Eşrefoğlları Beyi Mübarizüddin Mehmet Beyi gölün içinde boğarak öldürdü. Böylece Eşrefolulları Beyliği Mehmet Bey’in ölümünden sonra yerine geçen Süleyman’ın öldürülmesinden sonra, beylikler arasında en kısa ömürlü olarak tarih sahnesinde yerini aldı. Daha sonra yenilgiye uğrayan Timurtaş Mısır’a kaçtı, ertesi yıl orada öldürüldü.

Daha önce de İlhan Keyhatu (1291-1292) büyük bir güçle tekrar Anadolu’ya, bazı Türkmenleri kılıçtan geçirerek kökünü kazıma kararıyla girdi. Büyük bir dehşetle yolunun üzerindeki her şeyi yakıp yıktı, önüne çıkan insanları kılıçtan geçirdi. Bu dehşetli saldırılarıyla Eşrefoğulları ve Menteşoğulları aşiretlerinin yanı sıra Karamanoğulları’nın topraklarını da harabeye çevirdi. İlhan Keyhatu, Moğol ordusu ile giriştiği bu zorbalıktan, pazarlarda satılacak çok sayıda esirle birlikte kışı geçirmek üzere Konya’ya döndü. Lakin Anadolu Türkmenleri ve diğer halklar arasında İlhan Keyhatu’nun bu saldırısı büyük bir nefrete dönüştü.

Dahi, Eşrefoğlu Beyliği Zamanı Kalıcı Eserleri
En kapsamlı, en dikkat çeken değerli eserlerden biri olan Eşrefoğlu (1297-1299) Camiidir. Anadolu’daki Selçukluların bol sütunlu camilerinin en güzeli, en değerli sanat eseridir. Kırk sekiz tane sekizerli altı sırada bulunan ve üzerinde süslü sarkık sütun başlıkları olan uzun ahşap sütunlardır. Ahşap, tuğla ve taş işçiliği yanında mükemmel boyama süslemeleri, çini ve mozaikler hepsi şahane uyum içinde özgün mimarisi ile birbirini tamamlamıştır. Ayrıca minaresi tabanına yerleştirilmiş, su haznesi görevi gören bir Roma lahdinin bulunduğu çeşmesi.
 
Foto Alman gezginci Fredric Sara 1895 
Beylikler döneminden kalma kalıcı eserlerden, Eşrefoğlu Süleyman Bey Külliyesi, Süleyman Bey Bedesteni, Süleyman Bey Türbesi. Giriş kapısı ayakta duran Beyşehir Kalesi, Süleyman Bey Mescidi, çifte Hamam, Beylikler döneminden kalma bir başka eser, kitabesinde 1369-1370 olarak tarihlenen İsmail Aka Medresesidir. Dahi, tarihsiz üç eser daha vardır. Bunlar Taş Medrese, Demirli Mescit, Bayındır Köyünde 1310 tarihli, orijinal süslemelerinin çoğu yerinde duran camii ve Köşk Köyü Mescidi gibi şeyler hala günümüze kadar kalıcı bayındır eserlerdir. Bir pencere aracılığıyla türbe sahına açılarak camiye bağlanır. 

Türbe kapısının Yüksek bir kare kaide üzerinde yükselen ve tepesinde konik bir dış kubbe bulunan sekizgen bir taş yapı olan türbe, üzerindeki kitabeye göre inşa tarihi olarak 1302 olarak belirtilmektedir. Aslanapa Mezarının zengin süslemeli iç mimarı, Bütün Selçuklu seramik-mozaik en görkemlisini oluşturmakta helezonlar, hurma yapraklarından süsler ve değişik yapraklı bezemeler, on iki kenarlı yıldız motifler ile tarif edilmektedir. Eşrefoğlu Camii karşısında her birinde üçlü, iki sıra halinde, altı kubbeli, dış cephesinin çevresinde bir dizi kubbeli dükkânlar bulunan dük dörtgen bir bina olan bedesten vardır. Bu bedesten, Eşrefoğullarına ait 14. Yüzyıl başlarında yapılmış yapıdır.

Ayrıca Seydişehir de Seyit Harun külliyesi, Seyit Harun Camii, Seyit Harun Türbesi, Seyit Harun Hamamı, Mescit, Seydişehir Kalesi gibi pek çok yerler günümüze kalan mimari yapıtlardandır.

Dahi; Yazma eserler, değer biçilmeyen halılar, değer biçilmeyen çiniler, pek çok madeni eserler, kandiller, şamdanlar, sikkeler, elde olup Konya Müzesinde sergilenmektedir.

Eşrefoğlu Camii
Beyşehir’in kuzeyinde, gölün kıyısında bulunan İçerişehir Mahallesinde yer alan Eşrefoğlu Camii, 1297-1299 yılları arasında yapılmış; Anadolu'daki ahşap direkli ve kâgir duvarlar ile camilerin en büyüğü ve en özgün Türk mimarisindendir.

Foto Selman Zebil: Eşrefoğlu Camii 1988 
Orta Asya'da Semerkant, Buhara gibi eski Türkistan şehirlerinde yer alan ağaç direkli camilerin ülkemizdeki bir örneği olan Eşrefoğlu Camiidir. Camide 46 işlemeli ahşap sütun üzerinde yükselir. Sütunlar, Beyşehir ormanlarında yetişen kasnak meşesi meşe ağacından yapılmıştır. Cami inşasına başlamadan önce 6 ay boyunca çamurlu suda bekletilerek abanozlaştırılmıştır.

Eşrefoğlu caminin ortasında bir kar havuzu vardır. Yüzyıllar boyu kış aylarında camiinin damındaki kar, çatının ortasındaki boşluktan ortadaki havuza atılmış ve ortamı nemlendirerek yakılan sobalardan ötürü ahşap sütunların çatlayıp kurumasını engellemiştir. 1965 yılında bu karlığın üstü camla kapatılmış ve işlevini yitirmiştir.

Selçuklu çini sanatını yansıtan mozaik ile kaplı çok görkemli 6 metre yüksekliğinde bir mihrabı vardır. Ayrıca, tam manasıyla anıtsal nitelikli taç kapısı vardır. Pek örneği bulunmayan minberi tamamen ceviz ağacından, oymalı ve geçmeli, çivisiz, tutkalsız, inanılmaz bir ustalıkla ve incelikte geometrik şekiller ve bitkisel bezemelerle kaplıdır. Tamamı işlemeli ahşap olan caminin tavanı renkli, kökboyası kalem işi süslemelere sahip, özellikle konsollardaki motifler göze çarpan güzelliklere sahiptir.

Beylikler Devri'nde Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından yaptırılan camii, Eşrefoğlu toplu yapıları içinde yer alır. Cumhuriyet döneminde 1934'ten itibaren zaman zaman tamir edilmiştir. Bu tamiratlar sonucu toprak çatı, önce kiremitle örtülmüş; daha sonra bakırla kaplanmıştır.

Beyşehir Dolaylarında Kalıcı Antik Tarihi
Beyşehir- Fasıllar Köyünde 2.000 yıllık Lukuyanus Anıtı’ndaki yazıtta, at yarışı kurallarının yazılı olduğu ortaya çıktı. Yazıtta, at yarışları kurallarını anlatan en eski kitabe olarak edebiyata geçti.


Beş metre yükseklikte, 0.85 x 0.95 boyutunda, üzerinde Grek harfleriyle yazılmış on satırlık Yunanca bir kitabedir. Kitabeye göre Lukyanus (Lukianus) adlı bir genç ölmüş. Ailesi hatırasını yaşatmak için bu abidenin önünde at yarışları yapılmasını istemiş, yarışların nasıl yapılacağını da bu kitabede belirtilmiştir.

Beyşehir’e18 kilometre doğusundaki Tarihi antik “Hitit Misthia” kentinin üzerinde kurulu, bugün adı Fasıllar olan mahallede Hitit, Roma ve Bizans döneminden kalma uygarlıklara ait çok sayıda anıt ve harabeler bulunuyor. 3.200 yıl öncesine ait, bir dönem

Hititlerin en önemli merkezi olduğu bilinen mahalledeki en ünlü yapıt, “Bereket Tanrısı” adıyla bilinen 72 ton ağırlığındaki (Aslanlı Kaya) Fasıllar Anıtıdır.

Ayrıca, “Kurtbeşiği Anıtı” olarak da bilinen bu anıtın 100 metre kuzeyinde, yerden 10 metre kadar yüksekteki tepecikte, kaya üzerine oyulmuş at kabartması bulunuyor. Kaynaklarda bu anıtın adı, “Lukuyanus Anıtı” olarak geçen bu yapının, “Roma-pagan” döneminde yapıldığı biliniyor. Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Bahar, yaptığı açıklamada, anıtın Romalı at binicisi Lukuyanus isimli gencin erken yaşta ölümü üzerine yapıldığını söyledi.

Yöre insanlarınca “Atıkaya” adıyla bilinen anıtın çevresinde at yarışlarının düzenlediğini anlatan Hasan Bahar, “Burası bir hipodrom. Bu anıt, Lukuyanus adlı Romalı biniciye ait. Bu kişi yarışçıdır. Bu yapıdan da burada at yarışlarının yapıldığını ve at yetiştirildiğini anlıyoruz. Hititler anıtları çevredeki kutsal olduğuna inandıkları dağlar için yapıyordu. Roma döneminde de at yarışları belki bu dağları kutsamak için yapılıyordu.” Diye açıklıyordu.

Yöre insanlarınca “Atıkaya” adıyla bilinen anıtın çevresinde at yarışlarının düzenlediğini anlatan Hasan Bahar, “Burası bir hipodrom. Bu anıt, Lukuyanus adlı Romalı biniciye ait. Bu kişi yarışçıdır. Bu yapıdan da burada at yarışlarının yapıldığını ve at yetiştirildiğini anlıyoruz. Hititler anıtları çevredeki kutsal olduğuna inandıkları dağlar için yapıyordu. Roma döneminde de at yarışları belki bu dağları kutsamak için yapılıyordu.” Diye açıklıyordu.

Hasan Bahar, at kabartmanın yanında mezar odasının yer aldığına işaret ediyor ve: “Lukuyanus Anıtı’nın altında ‘Savaşçı Lukuyanus, evlenmeden öldü. Kahramanımız’ deniliyor. Çok üzülmüşler ölümüne. Roma’da, evlilik çok önemli bir aşamadır. İnsanlar için çok üzücü, bekâr gencin ölümü. Bu da Helenistik Roma döneminde önemli bir ayrıntıdır. Bölge, Roma’nın Pisidya eyaletinin doğu sınırı oluyor. Bu yapı, Pisidya dönemine ait bir kabartma diyebiliriz. Roma-pagan dönemi, 2 bin yıllık geçmişe sahip.” Diye açılıyor.

Beyşehir’e 16 km. uzaklıkta bulunan Fasıllar Köyünde bulunan kayalık bir yamaç üzerinde buluna, 50 ile 70 ton ağırlığında olduğu tahmin edilen, 2.25 x 27.75 en ve 8.30 metre yüksekliğinde tek parça bazalt kütle kaya üzerinde kaba yontulmuş Hitit Tanrısı bulunmaktadır. Alt tarafında ise bir çift aslan arasında da bir dağ tanrısı yer almaktadır.

James Mellaart tarafından ortaya atılan sava göre bu Fasıllar anıtı, 50 km. uzaklıkta bulunan, Beyşehir-Sadıkhacı Kasabası sınırları içerisinde bulunan Efaltunpınar Anıtı üzerine konulmak üzere hazırlanmış, dahi, James’in savuna göre, bu anıttan bir tane daha olması iddiası. Çünkü her iki anıt yapım tarihleri (M.Ö.13.yüzyıl Tudhaliya dönemi) ve yontu benzerlikleri birbiri ile örtüşmektedir.

Ekrem Akurgal, Anadolu anıtsal heykelcilik bakımından kabartma sanatının Hititlerle başladığını söyler. Fasıllar ve Eflatunpınar anıtlarının dışında Hitit anıtlarında insan ve hayvan figürlerinin profilden verildiğini söyler. Bu her iki anıttan yola çıkarak, James Mellaart tarafından ilk kez ortaya atılan savı desteklemektedir. Yani, Fasıllar dev anıtın Eflatunpınar anıtının tamamlayıcısı olarak (yukarıdaki grafide olduğu gibi) üzerine konulmak üzere yapıldığı savını desteklemektedir. Ancak her nedense bu anıt bitilmemiş.

2000 Yıllık At Yarışı Kuralları
At kabartmasının altında, ilişikteki resimde gösterilen kaya üzerinde Grekçe, Kiril alfabesiyle yazılı yazıtta at yarışı kurallarını yazıyor. 2000 yıllık yazıtta yer alan at yarışı kuralları şöyle sıralanıyordu:

Fasillar'da Atlı Kaya 

A- Bir at birinci olduysa başka yarışlara katılamaz…

B- Atın sahibi de yarışmada atı birinci olduysa ikinci atı katılamaz. Atın kendisi katılamadığı gibi sahibinin ikinci atı da katılamaz...

Lukuyanus Anıtı’ndaki yazıtın çözümünde, at yarışlarının kurallarını anlatan en eski yazıt olduğunu söyleyen Hasan Bahar, o dönemin at yarışları kurallarına şöyle açıklık getirir: “Bir at, 10 kupa aldı, sahibi şu kadar kupa kazandı’ diye sevinmiyor. Aksine ‘ben birinciliği tattım, diğer insanlar ve atları da kazanmalı’ düşüncesiyle, diğerlerine de kazanma şansı veriliyor. Güzel bir kaide var. Modern dünyadakilerin aksine yarışlar, centilmenlik üzerine kurulu. Spor kurallarını ortaya döken ve yarışın yapılış şekline ilişkin kuralların bulunduğu benzer bir kitabe görmedim. At yarışlarından bahseden kaynaklar var ama kurallarını ve yapılışını anlatan yok” der.

Atlı Kaya
Ali Galip Yıldırım’ın hazırladığı “Eflatunpınar Hitit Kaya Anıtı” yazısında, Fasıllar Köyünün 100 m. Doğusunda “Asarlık” denilen kayalık yamaçta bulunan Atlı kaya Kabartması (Lukyanus Anıtı), yerden on metre kadar yükseklikte dik kaya üzerine 1.85 m. Boyunda bir at kabartması ve bir nişten bulunmaktadır. Yandaki nişin mezar odası kayaya oyulmuş olarak bulunmaktadır.

M.Ö. 2. Bin yılbaşlarında Anadolu’da varlık gösteren Hitit uygarlığı, M.Ö.1650’den sonra bir devlet kuran, M.S.1400’de bir imparatorluk haline gelmiş, M.Ö. 1190 yılına gelindiğinde büyük bir yıkıma uğramıştır. Ancak Hitit uygarlığı Anadolu’da birçok önemli izler bırakmıştır günümüze kadar uzanan. Salt bizim bölgemiz olan Beyşehir ve çevresinde Kaya Anıt, Atlı Kaya, Eflatunpına gibi kalıcı uygarlık yapıtlarda, taş işçiliği, kabartma sanatı harikuladedir.

Kurt Bittel, Eflatunpınar anıtının 4. Tuthaliya tarafından bir zafer anıtı olarak yaptırıldığı iddiasında. E. Laroche, bütün bir kompozisyonun yaşam kaynağımız güneş, dünya ve suyu tensil ettiğini belirtir. Arkeolog A. Sırrı Özenir, son yıllarda Boğazköy’de (Hattuşaş) bulunan bronz bir tablette sınır belirtilirken sözü edilen Arimmatta’nın pınar havuzunun, Eflatunpınar Kutsal Havuzu olduğunu söyler.

Eflatunpınar
Eflatunpınar anıtının yapılış tarihi M.Ö.13.Yüzyılın sonlarına doğru tarihlenmiştir. Bu tarihte Hitit kralı 4. Tuthaliya dönemine denk gelmektedir. Bu dönemde bölgede ise Tarhuntassa Kralı Kurunta hüküm sürmektedir. Kabartmaların kaba görünümleri bize gösteriyor ki, anıtın yarım bırakıldığı izlemi, imparatorluğun yıkılma dönemine denk gelmesi ile anıtın tamamlanmasına neden olduğudur.



1837’de keşfedilmiş olna bu anıtın şu anki durumundaki boyu 7 metredir. Ve 30 x 35 metrelik dikdörtgen bir havuzu vardır. Anıt ilk kez İngiliz Hamilton tarafından keşfedilmiştir. Ancak bu Eflatunpına anıtının, Yazılı Kaya anıtıyla ilgili olabileceğini Fransız Charles Texsier görmüştür.

Anıtın kuzey cephesinde 19 adet kabartma taş blok kullanılarak adeta yapay bir kaya düzeyi oluşturulmuştur. Görünümün merkezinde oturan bir tanrı, bir tanrıça çifti var. Bu çiftin sağında, ortasında ve solunda şeritler halinde 10 adet karma yaratık, kanatlı cinler ve boğa adamlar, kollarını yukarı doğru kaldırarak, ikisi kısa biri uzun, en üzte anıtın tamamını kapsayan kanatlı güneş kursunu tamamlamaktadır.

Hitit tanrıları içinde en büyük ve en önemli tanrı, Fırtına tanrısı, tanrıça’nın ise Arinna’nın güneş tanrıçası olduğu arkeologlar tarafından yaygın olarak kabul görülmektedir. Buna kanıt olarak, anıtta oturan tanrıçanın güneş biçimde gösterilmiş biçimi bu savı tamamlıyor.

Anıttaki alt sırada ise ellerini göğüslerinde kavuşturmuş beş tanrı yer almaktadır. Sağ ve sol baştakiler dağ tanrılarını temsil ederken, ortada kalan üç ise yeraltı kaynak tanrılarıdır. Kaynak tanrıları eteklerinde altı adet delik bulunmaktadır. Dinsel törenler sırasında kanallardan aktarılan sular, anıtın arkasında kalan bir haznede toplanarak bu deliklerden fıskiyemsi bir biçimde kuzey cepheden ana durumdaki, iki yandan simetrik olarak iki Pınar tanrıçası oturur biçimde tasvir edilmiştir.

Bu anıt platformun önünde tahta oturur durumda bir tanrı ve tanrıça çifti bulunmaktadır. Bu çiftin hurilere ait Güneş tanrıçası ve Fırtına tanrısı olduğu kabul edilmiştir. Böyle olunca, Hitit Güneş tanrıçası ile Fırtına tanrısı, Huri’li çiftle karşılıklı oturmuşlardır. Havuzun dışında tek kütle halinde üçlü boğa protomu, havuzda olması gereken yerde değildir. Buda dinsel törenlerde kullanılmıştır.

Beyşehir Gölü
Beyşehir Gölü, 653 kilometre karelik tektonik bir jeolojik çöküntü göldür. İçinde, sekizi bazen suyun kabarmasıyla su altında kalabilen toplam 33 adayı barındıran göldür. Bu 33 adanın en büyüğü “Mada Adası” içinde köy bulunmaktadır.

Adalar da Tarih İzleri
Beyşehir Gölünde Kız Kalesi

Hacı Akif Adası: Roma devri tapınak kalıntısı.
Kızıl Ada: Hamam ve mezar kalıntıları
Çeçen Adası: Roma devri kalıntılar, yazılı dehlizler ve hamam.
Akburun Adası: Antik döneme ait mezar ve yapılar.

Kirse Adası: Kilise kalıntısı
Kız Kulası Adası: Kubadabad Sarayını harem dairesi bulunmaktadır.
Kuş Kondu Adası: Mezar ve höyük bulmuştur.

Mağaralar
Türkiye’nin en uzun mağarası olan 15 kilo metre uzunluğunda, Beyşehir Gölü’nün batı kıyısı-Gölyaka ormanlarındaki Pınargözü mağarası.

Çamlık Köyünde bulunan: Körükinimağarsaı. Yine Çamlık Köyünde bulunan Balatini, Çobanini düdeni, Tarlaini, Değirmenini vardır. Ayrıca Suludere mağaraları vardır.

Kurucuova’da: Köyini, İnönü mağaraları vardır. Yeşildağ Kasabasında: Eşekini, Hatçeini, Damlaini ve Güvercinini vardır. Ayrıca Hacı Akif Adasında bir mağara bulunmaktadır.

Göl; Türkiye’nin en büyük tatlı su gölüdür. İçinde balıklar ve göçmen kuşlar sazlıklarında barınırlar. Göçmen kuşalar gölün çevresinde yumurtlama kolonileri oluştururlar. Bu kuşlardan, Deniz Kartalı, Tepeli Kutan, Gece Balıkçıl, Karabatak, Erguvan, Küçük Karabatak, Sumru, Sesiz Kuğu, KaraboyunluBatağan, Büyük Akbalıkçıl, Sakar Meke, Kara Meke, Kışı geçirmek isteyen Sakarca Kazı gibi kuşlar.

Beyşehir Çevresi Bitki Türleri
Laleli Dağından Beyşehir ve gölü 

Yaklaşık olarak 400 farklı olan (Astragalus Stereocalyx) endemik bitki türü, (Leucojumaestivum) göl çevresinde bol miktarda göl soğanı bulunmaktadır. Dahi kasnak meşesi, saplı meşe, Makedonya meşesi, katran ardıcı, boylu ardıç, karaçam, Toros sediri gibi ağaç türleri.

Selman Zebil-Antalya 2016




Hiç yorum yok:

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...