25 Aralık 2017 Pazartesi

AT KÜLTÜRÜ ve ATLARIN EVCİLLEŞTİRİLMESİNDE TÜRKLERİN ROLÜ


Türklerde At Kültürü
İleri dörtnala giden at üzerinde 180 derece ok atmak
Amerika kıtasına Buzul Çağında Türkçe dili giderken, oradan Asya'ya At gelir…

Türkçe en az 11 bin yıllık bir dildir. Bu böyle olunca, Türkler en az 11 bin yıl önce tarih sahnesine çıkmış olduklarını da göstermektedir. Araştırmalara göre 11 bin yıl önce Bering Boğazını geçerek Kuzey Amerika’ya ulaşan bir boy, buzul çağından öncesine kara bağlantısı olan Bering Boğazından Amerika kıtasına ayak bastıkları, orada uygarlıklar kurdukları çok yakın sanı olarak ortaya çıkmaktadır.

Amerika kıtasında yaşayan Kızılderililer, Mayalar dillerine bakıldığında, Türkçe kökenli birçok sözcüklerin konuşulduğu dil bilginlerince ortaya çıkarılmıştır. Yani Bering Boğazı, buzul Çağı öncesi bir tür göç yolu olarak kullanılmış olduğuna dair en açık bilgi at cinsidir. Bu “Pliohippus” adlı at cinsi anavatanı Amerika’dır. Buzul çağında otlak ve yaşam alanları daralınca Kuzey Amerika’da yok olmuşlar ama Bering Boğazından Asya kıtasına geçerek yaşamları sürmüştür.

İşte Amerika anavatanı olan bu atlar, Amerika’dan Asya’ya, buzul çağında karayolu ile Bering Boğazından Asya’ya gelmiştir. Aynı anda Asya’dan Türkçe de Amerika’ya aynı yoldan gitmiştir. Kuzey Amerika’da nesli tükenen atlar, Asya’da nesillerinin sürmesi ve onları ilk evcilleştiren ve o atları koruyup bakımını yapan, besleyen, etinden, sütünden ve dahi en önemlisi, savaşlarda vazgeçilmez insan ve yük taşıyıcısı olarak kullanmasını bilen Türkler olmuştur.

İnsanlık tarihine en güzel armağan olan at soyunun günümüze kadar var olması ve atı ilk evcilleştiren, gem ve üzengi vuran Türklerdir! Yani günümüze kadar at soyunun sürmesi Türklerin sayesindendir. 

Kuzey Kazakistan bölgesinde yapılan çalışmalarda Arkeolog Viktor Zayberg, bu konuda birçok belgelere, bulgulara ulaşmış; 6 bin yıl önce Kuzey Kazakistan’da yaşayan Botaystsıyların kımız içen ilk topluluk olduğunu ifade eder. Bulgularında dahi, atların bilinenler aksine evcilleştirildiği tarih 6 bin yıldan daha öncesine rastladığını açıkladı.

1492 yılında Amerika keşfedildiğinde Amerika kıtasında bir tek bile at yoktur. Amerika kıtasına ilk ayak basan at, Kristof Kolomb ile birlikte gemiyle kıtaya ulaşmıştır. Yani at, atalarının topraklarına yeniden ayak basmış oluyordu.

Gelelim Kuzey Amerika yerlilerine…
Günümüzde bilinen Kuzey Amerika yerlilerinde yüzlerce Türkçe sözcük vardır. Dil bilimi bakımından bu çok önemli olan bu sözcükler arasında tesadüf benzerlikler değildir. Örneğin “Çapul Tepek”(çapulcular tepesi) benzeri ve “çift sözcükler” in eski diller uzmanı, tarihçi Tahsin Mayatepek 1932 yılında yapılan 1. Tarih Kongresinde sunduğu bir ön raporda, Orta Amerika Maya uygarlığının dil ve kültürü ile Anadolu dahi, Orta Asya kültürü ve uygarlıkları arasında şaşırtıcı benzerliklerin olduğunu ortaya koymuştur. Tahsin Mayatepek, “Çapultepek” sözcüğüne benzer 120 Türkçe sözcük bulmuştur.

Salt Tahsin Mayatepek değil, M. Naci Özfatura’nın bildirdiğine göre Fransız dil bilimcisi Dumesnil, Kızılderili dilinde 320 Türkçe sözcük tespit etmiştir. Bir başka, 1964 yılında çıkan New York Times’in “Bilim” ekinde Amerika kıtasının, Kuzey ve Güney olmak üzere ilk kültür taşıyıcıları, yani ilk ayak basanları bir haritada gösterdi. Orada, M.Ö. 4 ile 5 bin yılları “Turks” olarak göstermiştir. Anlatıma göre, Bering Boğazı yoluyla gelenler çoğunlukla Kuzey ve Orta Amerika’ya ve bir küçük kısımda Güney Amerika’ya yerleşmişlerdir.

1673’te John Jocelya adlı yazar Mohawk, Kızılderililerin “Tatarca Türkçesi” konuştuklarını yazdı. Dahi bir başka ünlü bilgin Von Humboldt da 1800 yılında yazdığı yapıtında Amerika kıtasında konuşulan 137 sözcüğün “Ural-Altay” ve “Uygurca” olduğunu yazdı. 1924’de Rio’da toplanan 20. Amerikanistler Kongresi’nde Çinli Kien, Kızılderililerin Altay menşeli olduklarını beyan etmiştir.

At Kültürü ve Atlı Yaşam
Altay Türkü Gurki'in fırçasından

Türkler Atı, iti, keçiyi, koyunu evcilleştirenlerdirler... At, ehil hayvanlar arasında en hızlı gidenidir... Onlar at sayesinde akıncılık yaptılar. Ekincilikle uğraşan kavimler üzerinde hâkimiyetler kurdular. Onlar için alınan yerlerde oturup yerleşmek değil; ele geçirmek, yenmek, utku kazanmaktır... Onlar şehirlerde, köylerde yerleşiklere, “yatuk” tembel diye alay ederler, “yürük” Yörük, yürümekten 
gelen “Yörük” yerinde duramayan, otları,
suları takip edenlerdi. Onlar Altay Göçebe Halkları olarak at sırtında dünyanın damını dolaştılar; iki bin yıldan fazla yerleşik toplumlar ile çatıştılar. Japon Denizinden başlayıp, Avrupa içlerinde son bulan maceraları bol sulu, bol otlu ovalarda Asya Bozkırları geride kalma kaydını düşerek yerleştiler. Onlar, Atlı okçulardı, Orta Asya coğrafi koşullarda göçebe halk olarak doğa ile mücadelesi, bozkırın dayanıklı, sert, yırtıcı insan türü olarak, en değerli kaynakları, kendi yaşamlarını ayakta tutmak için hayvanlar; hayvanların gereksinimi olan otlar ve sulardı...

Atlı göçebe Bozkır yaşamına özgü akıncılık; at sırtında oklu akıncıların okçu darbe vuruşları, hareket alanlarının genişliği, yerleşik kavimlere hâkim olma; çok güçlü ve büyük ordular karşılarına dikilmeden yenilgiye uğramayan bir yapıları olan sert ve sert doğa koşullarına uyum sağlayan vücut yapıları onları at ve ok sayesinde güçlü kılıyordu. Atlı göçebe kültürüne özgü tekmil yaşam tarzı, büyük sürülerin bakımı, toplu sürek avı onlara bir çeşit savaş eğitimi sayılırdı. Çinliler: “Yay çekip ok atan milletler” der kuzey komşuları olan onlara...

At sırtında koyun, keçi sürüleriyle Asya Bozkır sahalarını geçip yüz yılda Anadolu’ya ulaştılar; bin yıldır Anadolu’yu Türk yurdu haline getirdiler. Dev devletler kurdular; dev ordular organize ettiler. Avrupa içlerine kadar at sürdüler. Onlarda tek kahramanlıklar pek olmazdı. Atlı göçebe kalabalık halde hareket eder, kahramanlıklar topluma mal edilirdi. Dini dünyaları içinde göksel olanlarla hayvanlar önemli yer tutar. “Gök Tüylü; Gök Yeleli Kurt” soyut enerji verir onlara...

Onlar tarihin en eski, en hareketli atlı göçebe uygarlığı, ideal insan, ata binen, ok kullanan, avlanan, doğada avcılık yanında hayvan sürüleri besleyen, yerleşikte duramayan, sürekli akıncı olan bir ulustu. Dahi, iç içe, sıkı sıkıya yaşadığı doğayla mücadelesi yanında, beşeri kavimlerle de mücadele eder durumdaydı…

At sırtında her yere kolay uzanılan ulaşım aracıdır. Türkler at sayesinde her yöne yayılmalarına yardımcı olmuştur. Gittikleri yerlerde otlak ve sulu yerleri takip ettiler. Direnme gücüyle karşılaştıkları durumlarda ise ulu bir askeri güce dönüşerek zorlukları aşma yolunu bilmişlerdir. Koşullara bağlı olarak daha çok batıya doğru otlak ve sulak araziler, yaylalar atlı göçebelerin ayakları altına serilir.

At, en iyi bildikleridir, attan çok yönlü yaralanmışlardır, üzengiyi ve eyeri icat etmişlerdir. Vazgeçilmez zevkleri atçılık, avcılık, akıncılık onların yaşamlarının temelini oluşturuyordu. Orman içlerinde yaban avları geyik, karaca, sincap, samur ve avcılığa dâhil balıktır. Geyiklerin evcilleştirirler, etinden, sütünden, derilerinden elbise yaparak yaralanırlar.

Jean Paul Roux şöyle: “Anarşist bir ruha sahip olan göçebe, çünkü yaşam biçimi özgürlüktür ve özgürlük hem otoritenin reddini getirir. Bir şefi tanıyıp kabul ettiğinde hiç zorluk çekmeden en sıkı disipline boyun eğer.” Der.

Avcı-çoban kültürünün en öncelikli işi, at ve köpeği evcilleştirmek olmuştur. Köpeğin evcilleştirilmesi, sadık dost haline getirilmesi, keçi, koyun gibi küçükbaş hayvanların evcilleştirilip koruma altına alınmasını da işin içine katarsak, ormandan, bozkıra çıkış kaçınılmaz olur.

B. Laufer’in At Kültürü ile ilgili “Chinese Clay Figüres” adlı yapıtından alıntı yapan Bahattin Ögel, Mete’nin savaş taktiği ve stratejisi ile ilgili önemli araştırmalardan söz ede. (1) Laufer, Orta Asya’daki atlı birliklerden söz ede. Atın üzerinde askerlerin çevikçe hareket edebilmelerini sağladığı sürece atlı birlikler, birbirinden ayrılmaz bir gövde gibi ve işbirliği ile ilerleyebiliyordu. Atlı birliklerin başarıları, hız ve çeviklik, güvenlik ve baskın yapabilme yetenek ve güçlerine bağlı idi. At birliklerini yitirdiklerinde de kendileri de yok oluyorlardı.

Atlı ordular İranlılardan çıkıp yayılmış olduğuna rağmen, Romalı Anthonius Pirus çağında da Romalılarda atlı birlikler görülür. İranlılar, atlar ile askerleri genel olarak zırhlarla donatırlardı. Bu donama biçimi, Hunlar ile Sibirya’ya ve Yenisey vadilerine yayılmış olduğu görülür.

B. Laufer, Orta Asya’da atlı birliklere çok önem verilmesine rağmen, eski İran tekniğini de unutmamaktadırlar. Aslında İran toprağında at az idi. Yıllık ekonomisi, yani at sürülerine dayanan ekonomi Orta Asya’da bulunuyordu. Orta Asya’da at yalınız savaş aracı olarak beslenmiyordu; Orta Asya ekonomisinin temelini oluşturuyordu.  Atın etinden, sütünden, avda, savaşta üstüne binmek için yararlanılıyordu.

Hunlar, doğuştan savaşçı atlı oymaklardan kurulu, atçılığın ve okçuluğun uzmanıydılar. Çin tarihçisi Sema Ts’ien’in anlattıklarında da çocukları koyun üzerlerine bindirilerek kuşlar ile kemirici hayvanlara ok atarak avladıklarını gördük.

Ayrıca Marko Polo da Türklerin askeri dehasını anlatır. Şöyle der; “Türkler savaşlarda geri çekilmeyi korkaklığın bir göstergesi olarak yapmazlar, karşılarındaki aldatmaca bir taktik olarak yaparlar, düşmanlarının güçlerini tüketmeye çalışıyorlardı” der. Bu geri çekilme sırasında arkalarından takip eden düşmanlara da ileriye koşan atların üzerinde iyi bir manevra yaparak geriye, düşmana doğru ok atıyorlardı.

Hun Türklerinde At Kültürü ve Çin’e Etkisi
Okçuluk ve At Üzerinde Okçu Askerler: Çinliler daha önceleri at üzerinde yay çekip ok atmasını bilmiyorlardı. Kaynağa göre: “Kral, Hun elbisesi giydi ve orduya, at üzerinde yay çekebilen askerler kaydetti. Ayrıca Hunlara karşı savaşmak için, yine Hunlardan toplanmış askeri birliklerde kurulmuştu” (2)

Doğrusu at yetiştirme Orta Asya Türk kavimlerine uygun bir gelenektir. Eski Çin’de ata binmek için değil, at; iki tekerlekli savaş arabalarının koşumunda kullanmak içindi. M.Ö 1450-1050, Şang Sülalesi dönemi başlayan köklü değişiklikler ile at kültürü Çin’de gittikçe yayılır, atın çektiği ilk tekerlekli savaş arabası da bu dönemde görülse de pek yaygın değildir. O da salt savaş arabalarına sahip olan pek az bulunan feodallerin elindeydi.  

At: Çin’de yok denecek kadar azdır. Yani atlı savaş yapabilecek kabiliyette yoktur. Çinliler at kültürüyle yeni tanışıyorlardı. Otto Farake: M.Ö. 5. Yüzyıl ortalarında Çin’in Kuzeyindeki beylikler, savaş arabası yerine, atlı birlikler kullanmayı Türk kökenli Hunlardan öğrenmişlerdir. Çin duvarları da bu dönemde yapılmaya başladığı bir çağ idi.

Kuzey Çin de yeni görülen Orta Asyalı biçimli giyimlerle değiştirilmesi, Çinliler için düşmanı (kuzey komşuları Proto-Türk kavimleri) durdurabilmek için ordularında giyim kuşam konusunda köklü değişiklik yapmak durumunda kalmışlar, Hun elbiseleri ve zıhlarını kabul etmiş bulunuyorlardı. Bu giyim değişikliğine alışılmış Çin kültürüne bağlı kalmak isteyenler karşı çıkıyorlardı. Buna karşın halk, eski geleneklere göre giyinebilirler kararına varılır.    

Alman araştırmacı Berthold Laufer’in anlatımlarında Çin silahlarının Hunlarınkinden daha üstün olduğu iddiası doğru olsa da, Orta Asya’da bulunan Hun silahları da Çinlilerin silahları kadar mükemmeldir.

Atı kültürüne geçen Çinlilerin yapması gereken en önemli değişim kılık kıyafetlerdi.
Dünyada ve ülkemizde, İtalyan icadı “pantolon” olarak bilinen giysinin, ilk bulucusu bir İtalyan olarak bilinse de işin gerçeği öyle değildir. Pantolon, üç bin yıldan beri Orta Asya’da Türkler tarafından kullanılmıştır. Çünkü at üzerinde savaşmak, etek giyen Çinlilere göre uygun değildi. At kültürüne geçmek isteyen Çinliler de Hunların giyim kuşamlarından biri olan pantolonu da giymeleri gerekiyordu.

Çin İmparatoru Orduda Reform Yapmak İster…
M.Ö. 307’de Çin imparatoru Shih Hoang-ti, değişime karşı koyan filozof din adamlarına karşı kızar ve karşı koyanları diri diri toprağa gömülmesini ve yakılmasını emreder. Ve bu sertliğini şöyle açıklar: “Ben şimdi Hunların elbiselerinin alınıp giyilmesini ve at üzerinde nasıl ok atılabileceğini, eğitimle halkıma öğretilmesini istiyorum. Fakat herkes beni tenkit edecektir, ‘bu nasıl olabilir’ diyeceklerdir.” Der.

Ata binen, çizmeyi de icat etmişlerdir
Lakin bu istenilen değişiklik o kadar yerleşmiş bir kültürde o kadar kolay değildi ama Çin usulü entari ile de ata binilmez, at üzerinde ok kullanılmazdı. Bu olaylar karşında Vezir Fei İ, Çin İmparatoruna uzun konuşmasından sonra şöyle der: “Bunun için ey kral, çekinmeyiniz! 

Bu sözlerden destek alan Kral: “Hun elbiseleri ile silahları kullanma yolu ile elde edeceğimiz zaferler sayısız olabilir. İsterlerse herkes benimle alay etsin” der ve kararını verdi.

Zamanla Çinliler, Orta Asya’dan getirdikleri atları takas yolu ila kurdukları at pazarlarında satmaya başlıyorlardı… At ticareti o kadar verimli, duruma gelmiş ki, Çinliler Hunlulardan at satın alıp Çin içlerinde kurulmuş at pazarlarında satıyorlardı.  

At Sevgisi
Dede Korkut hikâyelerinde olsun, diğer bütün Türk destanlarında olsun at yiğidin en yakın arkadaşıdır. Türk töresine göre yiğit öldükten sonra dahi atından ayrılmaz. Eski Türkler ölen yiğitleri silahları ve savaş atlarıyla birlikte gömerlerdi.
 
Müslümanlıkla birlikte Türkler arasında bu gelenek ise ölen yiğidin “atını boğazlayıp aşını vermekle”  yetindiler. Osmanlılar devrinde de ata karşı derin sevgi ve saygı gelenekleri sürdü. Sultan 2. Osman'ın (1618-1621) ölen bir kır atının mezar taşı bulunmuştur…

Atların cenaze törenindeki yerleri de Osmanlı döneminde dahi, eski Şamanizm dönemi geleneğine uygun biçimde, 4. Murat'ın cenaze töreninde, binip harbe gittiği üç atının tersine eyerleyip tabutu önünde götürüldüğünü Naima Tarihi'nde yazar…

Kırgız-Kazaklarda da cenaze töreninde ölünün atının tersine eyerlenmesi âdeti vardır. Yolda ölen bir Kazak-Kırgız'ın atı tersine eyerlenip ölünün elbisesi ve külahı bu eğer üzerine konulup evine götürülür…

Türkler düşmanlarını yanıltmak için atlarının nallarını ters çakarlardı. Düşman gittiği yönü ileriye değil de geriye gittiği anladı…

Tarih boyunca at Türk’e kardeş olmuştur…
Köroğlu; “At yiğidin yoldaşıdır” der.
Kuşkanadı ile Türk atı ile uçar atasözü…
Türkün kanadı attır…

Köroğlu Atı İçin Şöyle Der:
Bir at gördüm Silistre'nin ilinde 
Elma gözlü kız perçemli Kırat gel 
Ne bend oldun lekelerin elinde 
Elma gözlü kız perçemli Kırat gel

Kırı binmek iyi gelir uğura 
Hay edende dağı taşı devire 
Başı küçük boynu benzer puhura 
Elma gözlü kız perçemli Kırat gel

Büyüktür gövdesi küçüktür başı 
Altıdan yediye gidiyor yaşı 
Çardaklıçamlı'da küçük kardeşi 
Elma gözlü kız perçemli Kırat gel

At ile ilgili; Selçuklular döneminde at ve atçılık konularına ışık tutmaktadır Ömer Hayyam. Ömer Hayyam, “Nevruzname” adlı yapıtında, Türkler, Selçuklular, at ve at türleri hakkında bilgiler verir: “İnsandan sonra yaratılan en şerefli mahlûk”  olarak nitelendirilen attır Şebdiz (karayağız at, Hüsrev-i Perviz’in meşhur atının adıdır) ve gülgun Hüsevin adları olup Hikâyeye gülgun’u Şirin’e hediye etmiştir. Aynı kısraktan olmadır ve bu kısrak, bir mağarada bulunan aygır heykeline sürtünerek iki defa gebe kalmış, birinde şebdiz’i diğerinde ise gülgun’u doğurmuştur. Rüstem’in atı kırmızılı, Divan edebiyatında genel anlamda olmak üzere gösterişli, yürük at anlamında da kullanılmıştır. Türkçede “kır at” denilen beyaz at veya katırlar için kullanılır.

Hun Elbise (Pantolon) ve Silahları Çin’de
Ata binen, çizme ve pantolonu giyendir
Askeri açıdan birbirini tamamlayan iki unsurdur. Hunların başarılı at üzerinde savaşları, Çinlilerin atların çektiği arabalarla savaşlarına daima üstün gelmiştir. Çin usulü at çeken arabalar, düz yerlerde iyi iş görseler de, engebeli arazilerde hareket alanları elverişli olmayıp askerlerine büyük kayıplar verdirebiliyordu. M.Ö.307, Mete Kağan’dan yüz yıl önce yazılmış Çin tarihinde: Orta Asya Türk Kavimlerinin karşısında yeterli etkisi olmayan, bundan dolayı Çinlileri Hunlar gibi giyinme, Hunlar gibi ata binip, at üzerinde yay çekmeleri için, dikenlere takılıp yırtılmayacak deri çizmeler ile deri pantolonlar giymeleri gerekiyordu. Ayrıca silah ve koşumlarını asabilecek kalın deri palaskalar, sırtlarına da sıcak ile soğuğa karşı koruyabilecek elbise reformları yapılması gerekiyordu…

Çin elbiseleri ile silah ve ordu düzeni, Orta Asya Türk kavimleri karşı yeterli etkiler sağlayamıyorlardı. Çinliler ağır hareket eden savaş arabalarını bırakıp Hunlular gibi hafif, atlı birlikler kurmak istediler. Salt atlı birlikler oluşturmak için, Çinlilerin eskiden beri giydikleri uzun etek giysilerinde buna bağlı olarak değişmesi gerekiyordu. Çünkü ata bindikleri için uygun gelen Hun âdeti pantolon ve tokalı kısa ceketler ata binenler için uygun gelendi. Dahi, Çinlilerin eskiden giydikleri ayakkabıların yerini de Hunluların ata binilmede en uygun deri çizmeler almaya başlandı. Ayrıca Çin’de ki bu değişimde Hunların süz eşyaları ve madenden yapılmış silah ve donanımlar da Çin’e girmiş ve yayılmışlardı.

Otto Franke kaynaklarına göre bir bakıma, Mete Kağan çağına gelindiğinde ise Çin ordu düzeni Hun ordu düzeni gibi durumdaydı. Hun ve Çin savaşlarında taktikler eşitlenmiş oluyordu.

Bir dip not olarak; Asya topraklarında salt Çinliler değil at Mancurya ve Doğu Moğolistan kavimleri de at kültürü yok denecek kadar azdır…

M.Ö.2000 yıllarında oluştuğu söylenen Çin kültürü, sınırlarında oluşan sınır kavimlerinin rolü oldukça açıktır. Bir incelersek yüksek Çin kültürünün safhalarını, kendi başına bir Çin kültürünün olmadığı, Çin Tarihi yazarı Prof. Eberhart’a göre "Ana Çin kültürü küçük bir bölgede ve az sayıda bir kavim tarafından oluşturulmuş bir kültür idi”  diyor. Bundan yola çıkarsak, Çin kültürünün zenginliğine, çevresindeki kavimlerden etkilenmiş ve kendi kültürünü zenginleştirmişti. Yani bugünkü zengin yüksek Çin kültürü, komşu kavimlerin yığılmalarıyla oluşmuştu. (3) Böyle olunca, at ve giysi kültürünü Çinliler Türklerden öğrenmişle ve kendi yüksek kültürlerine katmışlardır.  

Kaynaklar
(1) Bahaddin Ögel, “Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi” TTK, 2015, s. 165-166
(2) Bahaddin Ögel, “Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi” TTK Yayınları 2015, 1. Cilt, sayfa 71
(3) Bahaddin Ögel, “Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi” TTK Yayınları 2015, 1. Cilt, sayfa 2

Türklerin Savaşlardaki Başarı Nedenleri At, Zırh, Üzengi
Ekonomisi hayvancılığa dayalı Asya bozkırlarının göçebe Tükler ve diğer yakın akrabaları uçsuz bucaksız bozkırlarda binlerce at sürülerine sahiptiler. Hatta zengin seçkinler at sürüleriyle anılırlardı. Dahi, Türkler ve Moğollar Orta Asya’dan diğer ülkeler, Hindistan, Çin Rusya ve Avrupa’ya at ihracatı zenginlik kaynaklarındandı.   

Hayvancılık Orta Asya’da Türkleri hareketli duruma getirmiştir. Genellikle otlak ve sulak alanlar için sürekli mücadele içinde geçen yaşamları vardı. Bu yaşama biçimi Türkleri ve Moğolları, Doğu Avrupa’ya, Çin ve Hindistan’a, kadar alanlarda kışlak yazlık mevsimlerde at sırtında ömürleri geçerdi. Ekonomileri hayvancılığa dayanan göçebe akıncı Türklerin, yerleşik ekincilik yapan halkların tarlalardaki hâsılatları üzerlerinden geçerlerken bir direnç gösteremezler.

Onları hırçın savaşçı yapan özelliklerin başında, kendilerinin ve atların zırhlı olmasıdır. Avarlara bağımlı iken demircilikte hünerleri biliniyordu. Sanatları demir işletilmesinde becerirliklerini kaynaklarda görüyoruz. Büyük destanlarından biride Ergenekon’dan demir dağları eriterek çıkıp, Avar egemenliğinden bu gayretle kurtuldukları ve kendilerine yol buldukları anlatılır.

Gelelim zırhın önemine!
Batı dünyası daha zırh nedir bilmezken, Türkler Anadolu’da 1000 yıllık varlıkları ve tarih yazmalarına neden olan zırhlı süvariler sayesinde olmuştur. Osman Gazinin ordusunda zırhlı süvarilerin bulunduğunu 1330 yıllarında Âşık Paşa, “Garipname”  adlı yapıtında “zırhlı süvarileri Alplar” diye söz eder. Ayrıca Orhan Gazi çağdaşı Bizans İmparatoru Kantakuzenos (1347-1355), Osmanlıların silahça üstün olduklarını, onlara karşı koymanın kolay olmadığını hatıratında yazmıştır.

Zırh, At ve Üzengi
Batılı savaşçılar zırh tekniğini, Avrupa’yı istila eden Hunlardan ve Avarlardan öğrenmişlerdir. Ata binmeyi, ata hâkimiyet kazandıran üzengiyi de Batı Avarlardan öğrendiklerini Macar bilginler bildirirler. Osmanlı, Memluklar, Akkoyunlular ve Safevililer ordularının çekirdeğini zırhlı süvariler oluşturuyordu. Batılılar Osmanlının bu zırhlı tekniğine karşı ateşli silahlara yönelmesine ve başarılarının artmasına neden olmuşlardır.

Çaldıran Savaşında Safevilerin yıkılmasına ateşli silahlar neden olur…
Çaldıran Savaşında önce Şah İsmail, kırk bin zırhlı Türkmen süvarisiyle, karşısına çıkan Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı askerlerini bozguna uğratarak perişan etmişti. Osmanlı-Safevi savaşında, Şah İsmail, Sultan’ın otağına doğru yaklaştıkları anda Osmanlının Batıdan satın aldığı top, tüfek atışıyla karşısında yaralanarak bozulmuş,  yaralı olarak geri çekilmek zorunda kalınmıştı. Hatta Şah’ın askerleri de daha yeni tanıdıkları silahların ateşi karşısında şaşa kalmışlardı. Ayrıca Yavuz Selim, Memluk ordularını, Mercidabık ve Ridaniyye Savaşlarını da ateşli silahlar sayesinde kazanmıştır. 

Anadolu Türkleri ilk ateşli silahlarla 1344’de Haçlı donamasının İzmir sahil kalesi zapt emekle tanıştı. Osmanlı ateşli silahların gücünü 1380 yıllarında Balkan savaşında karşılaştıkları Sırplardan öğrenmişlerdir. Batının top tekniğini İtalya’dan öğrenen ve top imal edilen merkez Dubrovnik idi Dubrovnik Cumhuriyeti, topları Sırplara, daha sonra Osmanlılara satıyorlardı. 1. Murat Kosova Savaşında top kullanmış olduğu kesindi. Tüfek kullanımı ise Osmanlı ordusunda daha sonraları 2. Murat zamanında olmuştur.

Geriye dönelim bir an...
Osmanlı parlak dönemlerini 1352’den itibaren Rumeli’ye, dolaysıyla Avrupa’ya ayak bastığında yaşamaya başladı. Osmanlı ilk zamanlar Bizans askerleri karşında askeri üstünlüğü, zırhlı süvarilerden oluşuydu. Ne zaman Avrupa Hıristiyan dünyası ateşli silahları icat etti ve kullanmaya başladı, zırhın önemi yitti.

Osmanlı İstanbul’un fethinde kullandığı topları Macar top ustası Urban’a yaptırmıştı. İstanbul’un alınışı bu Macar top ustası Urban’ın döktüğü topları sur duvarlarını delerek “top yıktığı gedikten” (çağdaş kaynakların aktarır) Fatih İstanbul’a girmiştir. İstanbul’a giren Fatih bu top ustası Macar Urban’a güzel bir evi hediye etmiştir.

Daha sonra Sultan Süleyman tarafından, hala “Tophane” adıyla anılan yerde bir top dökme fabrikası kurulmuştur. Bir yabancı kaynağa göre burada Alman topçu ustaların çalıştığı anlatılır. Burada üretilen toplarla Rodos, Macaristan gibi ülkelerdeki dev gibi kaleler fer edilir.

Yani, zırhlı süvariler namını ateşli silahların çıkışına kadar korur; ateşli silahların çıkmasından sonra, karşı koyamayarak etkisini kaybeder. 16. Yüzyıl sonlarında kılıç, kalkan, ok yay, mızrak savaşları önemini kaybettiği yıllar olur. Avrupa’nın yeni tip geliştirdiği ateşli silahlar karşısında Osmanlı kendini yenileyemedikçe geriye doğru gelişir. Alman-Avusturya askeri karşısında Osmanlı kumandanları, tımarlı sipahiyle düşmana karşı koyamadıkları için sultana gönderdikleri telhislerde acı bir geçek olarak aktarılır. Yani açıkçası, 16. Yüzyıldan itibaren, Osmanlı zırhlı süvarisinin önemini yitirdiği, ateşli silahların üstünlüğüyle üstünlüğün Avrupalılara geçmesi, Osmanlı gerileme dönemine girmişti.

Ta-yüen Devleti ve Atları Hakkında
Devletin merkezi Kuei-shan kentidir. Ch’ang-an’dan 12550 li (5208.25 Km. uzaklıktadır. 60 bin hane, 300 bin kişi, 60 bin askeri vardır. Büyük Yüehchihlar’a 690 li (286,35 Km.) uzaklıktadır. Kuzeyde K’ang-chü ve güneyde Büyük Yüeh-chih ile komşudur. Toprağı, iklimi, yetiştirdikleri ürünleri, halkın adetleri Büyük Yüeh-chih  ve An-hsi’dekilerle aynıdır. Ta-Yüen civarında üzümden şarap yapılır, zengin kişiler içkinin 10 bin tan’dan (Han Hanedanlığı döneminde “tan” bir tür hacim ölçüsü olup yaklaşık 199,968 litre.) 199.680 litre depolarlar. Böylece bunlar onlarca yıl bozulmadan dayanırdı. Halkı içkiye, atlara, yoncaya düşkündü.

Ta-Yüen Atları
Ta-yüen’de 70’den fazla kent bulunurdu, iyi cins atlar çoktu, atların vücutlarından kan fışkırırdı. Söylenenlere göre bunlar “Gök Atlardan” doğmuştu.

Meng Kang’a göre, Ta-yüen’in yüksek dağlarında yakalaması çok zor olan vahşi bir at cinsi vardır. Bu atı ele geçirmek için beş ayrı renkten kısrak toplanır, at buraya çekilerek kısraklar ile çiftleştirilir. Doğan tayların hepsi çok hızlı koşar ve vücutlarından ter yerine kan çıkardı. Bu yüzden bunlara “Gök Atın yavrusu”  denilmiştir. Kaynak Han Shu 96A, s. 3895, n. 1, HS 22. Aynı yapıtta, s. 1060-1061’de (1) “Gök Atlar” için, atların kan terlemesinin nedeni, atların omuz ve sırt derileri altında yaşayan parazitlerdir. Kanla beslenen bu parazitler şişer ve at koştuğunda da patlayarak kan akmasına neden olurlardı.(2)

Göğün Oğlu “Yi”, Değişiklikler kitabı olarak ta çevrilen Chin Döneminin başlangıcına ait bir fal kitabında yazılanlara dayanarak, “Kutsal atlar, kuzeybatıdan gelir” der. Wu-sun atlarına sahip olunca, onları çok beğendiğinden bunlara “T’ien ma” (Gök Atlar) adını verdi. Sonra Ta-yüan ülkesinden temin edilen “Kan Terleyen Atlar” daha güçlü olduğu için Wu-sun atlarının adını yeniden değiştirerek “Hsi-chi-ma” (Çok Uzaklardan Gelen Atlar” dedi. Ta-yüen atlarına da “Gök Atları” adını verdi. (3)

Han elçileri, Göğün Oğlu’nun karşısına çıktıklarında (seyahatleri hakkında) etraflı bilgi verirlerdi. Dediklerine göre Ta-yüan’ın en iyi atları vardır ve bunlar Erh-shih kentinde bulunurdu. Fakat halk onları Han elçilerine göstermekten sakınırdı. Göğün Oğlu, Ta-yüan atlarına çok düşkün olduğundan bu duydukları hoşuna gitti. Cesur bir asker olan Chü-ling ve beraberindekileri 1000 chin altın (*) ve altından bir at heykeli ile Ta-yüan Kralı’na yollayıp karşılığında Erh-shıh kentinin iyi cins atlarından istedi.

Ta-yüan ülkesinde Han malları çoktur (Han ülkesinden gelen mallar çok olduğundan, altın at heykeli hediyesine itibar etmediler) İleri gelenler aralarında görüşerek şöyle dediler: “Han devleti bizden uzaktadır, ayrıca ‘Yen-shui’ da 
(ana yolun geçtiği bir akarsu adıdır) sık kötü kazalar olmaktadır. Kuzeyden gidildiğinde Han (Hu) saldırılarına maruz kalınır, güneyden gidildiğinde ise otlak ve su sıkıntısı yaşanırdı; bundan başka, gidilen her yerde yerleşim yeri ile bağlantıları kesik olduğundan (yol üzerinde yerleşim yerleri yoktu) yiyecek sıkıntısı çekenler çok olurdu. Han, buralara yüzlerce kişilik elçilik heyetleri yollamış, çoğu zaman bunların yarıdan fazlası yiyecek bulamadığı için ölmüştü. Bu durumda Han, nasıl büyük bir ordu göndermeye cesaret 
edebilir; ayrıca Erh-Shih kentin atları Ta-yüan’ın en değerli atlardır” diye kayıt edilmiştir. 

Böylece atlarını Han elçilerine vermeye razı olmadılar. Han elçileri kızgınlıkla kötü sözler söyleyip, altın atı kırıp parçaladılar ve orayı terk ettiler. Ta-yüan soyluları öfkelenerek, “Han elçileri bizi çok aşağıladı” deyip Han elçilerini geri gönderdiler ve doğu sınırındaki Yü-ch’eng Kralı’ndan onların yolunu kesip saldırmasını Han elçilerini öldürerek mallarına el konmasını istediler. Göğün Oğlu bunu duyunca çok öfkelendi. Daha önceden Ya-yüan’a gitmiş Yao Ting-han ve yanındakiler ona şöyle dediler: “Ta-yüan askerleri zayıftır, sayıları 3 bin bile geçmeyen güçlü Han okçu birlikleri ile karşılaştıklarında Ta-yüan mutlak yenilgiye uğrayacaktır” Göğün Oğlu daha önce Cho-yeh hou unvanlı bir kişiyi Lou-lan’a saldırıya göndermişti ve Cho-yeh hou 700 süvarisiyle buraya gelir gelmez kralı ele geçirmişti...

Atların bakımı ve eğitimi için iki at bakıcısı “Chıh ve Ch’ü-ma Hsiao-wei” (atlardan sorumlu kişi unvanlar) gibi görevlere getirildi. Bunlar Yüan fethedildikten sonra, iyi cins atların seçimi ile ilgileneceklerdi...

Ta-yüan soyluları bir plan yaparak şöyle dediler: “Kralımız Wu-kua, en iyi atlarımızı sakladı ve Han elçilerini öldürdü. Şimdi Kralı öldürür en iyi cins atları verirsek, Han ordusu kuşatmayı kaldırır; eğer bu olmazsa, o zaman bütün gücümüzle savaşır ve ölürüz. Vakit henüz geç değildir” derler.

Yüan soylularının hepsi fikri kabul ederek birlikte kralı öldürdüler. Kentin dış duvarları yıkıldı ve bir Yüan soylusu olan General Chien-mi (atlardan sorumlu olan unvan) yakalandı. Yüan halkı büyük korku içinde kentin içlerine doğru kaçtı. Soylular birbirlerine danışarak: "Han’ın Ta-yüan’a saldırısının nedeni Kral Wu-kua’dır” deyip, kafasını elçiyle birlikte Erh-shih’e gönderdiler, anlaşma teklif ederek şöyle dediler: “Eğer Han bize saldırmazsa, iyi atlarımızın hepsini çıkartırız, sizde istediğiniz kadar seçebilirsiniz, ayrıca Han ordusuna yiyecekte veririz. Eğer bizim isteklerimizi kabul etmezseniz o zaman iyi cins atlarımızın hepsini öldürürüz. K’ang-chü’den yardım gelmek üzeredir, geldiğinde biz içeriden, K’ang-chu askerleri dışarıdan, Han ordusu ile savaşacağız. Bunu iyi düşünün, hangi yolu takip edeceksiniz?”

O sırada Erh-shih Generalinin izleyeceği iki yol vardı. Saldırıya geçip savaşmalı veyahut saldırmaktan vazgeçip, atlara sahip olmaktı...

Ta-yüan’ı kurtarmaya gelecek, o zaman Han ordusu muhakkak yenilecekti. Ordudaki subayların hepsinin de böyle düşünmesinden dolayı Ta-yüan’ın anlaşma teklifi kabul edildi.

Bunun üzerine Ta-yüan, atlarını meydan çıkararak, Han görevlilerinden istediklerini seçmelerini istedi ve Han ordusuna bol miktarda yiyecek verdi. Han ordusu, en iyi cins onlarca ile orta ve ortanın altında üç binden fazla kısrak ve aygır seçti. Ayrıca bir Yüan soylusu olan, daha önce Han elçilerine iyi davranmış Mei-tsai adlı kişiyi Ta-yüan kralı olarak başa geçirdi ve anlaşma yapılarak ordu çekildi. Sonunda Han’ın ordusu kentin içine girmeden geri döndü...    
Selman ZEBİL 2017

(1) Han Shu 96 A, s. 3895, Yine  Han Shu 22. s. 1060-1061 
(2) Ayşe Onat, “Çin Kaynaklarında Türkler, Han Hanedanı Tarihinde Batı Bölgeleri” TTK, 2012,s.40
(3) Ayşe Onat, “Çin Kaynaklarında Türkler, Han Hanedanı Tarihinde Batı Bölgeleri” TTK, 2012,s.85-86
(*) Yaklaşık 224-250 gr. Ağırlığında parçalardı Genelde ticari amaçlı değil, süs ve hediye eşyası olarak kullanılırdı.

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...