15 Kasım 2016 Salı

ÇOBAN ve SÜRÜ


Halka Çoban Olmak, Halkı Sürü Yerine Koymaktır

Gerçek çoban sürüsü koyunlar ile
Beşeri İdeoloji böyle bir şeydir. Dünyanın imrendiği bir lider Mustafa Kemal, bu ülkeyi yoktan var etti. Bir ulus devlet yarattı. Kılık kıyafet düzenlemesi ile çağdaş bir millet yolunda adımlar attı. Şimdi bunları hiçe sayıp görmezden gelinemez. Hem “Laik Devletin koruyucusuyuz” diyeceksin, hem sonra, Laik Devletin kazanımlarını tepikleyip gizli gündeminizi ayyuka çıkartıp laikliğe aykırı model arayacaksın. Olacak iş mi?

Türk siyasilerde adet haline geldi halkın dini kimliğiyle siyaset yapmaları... 

Her hangi bir suç işlediklerinde, suç olmadığını kanıtlamak için hemen dinden referans göstermeye veya gidişata göre laik devlet hukuk anlayışına sığınmaya çalışıyorlar. Yani; bazen laik devlet onları bile onlardan koruyor. Her ne olursa olsun hukuk devletinden söz etseler de, kaçamakları ve çıkarları çifte standartlı ve çifte hukukluluk arz ettikleri sırıtıyor.

İçlerine sindiremedikleri şu beşeri ideoloji dedikleri laik demokrasi onlardan çok tüksek ahlak düzeyindeler. Bu laik sistem, sahtekar dincilerden, sapık İslamcılardan, inanan insanları korur ve özgürleştirir. Referansı dincilik olanlar, laiklikten anlamazlıktan gelirler. Halkın laiklikten ve faydalarından anlamalarını da istemezler. Laiklik, dindarın rahat dinini yerine getirdiğidir. O yüzden dinci, fırsat bulduğunda ilk işi laik dindarın ümüğünü sıkmaktır...

17. yüzyılda Batı’da ilk defa İngiltere de sanayileşmenin gelişmesiyle güçlenen burjuvazi sermaye, insan kol gücüne muazzam ihtiyaç duymaya başlar. İşçileşen kitleler ezilmenin karşılığı olan çeşitli haklarını bu dönemde almaya başlarlar. Bu böyle olunca yurttaşlık bilinci ilk İngiltere’de gelişim gösterir, Fransa ve Amerika’da yaygınlaşır.

1789’da Fransız Burjuva Devrimiyle daha hukuksal anlamda, İnsan Hakları ve Yurttaşlık Bildirgesinde 1. Maddede “İnsanlar özgür doğarlar ve eşit haklara sahip olarak yaşarlar” diye maddeleştirilir. Türklere yurttaşlık bilinci 1923’den sonra anlam taşır duruma gelir.

Türklere yurttaşlık bilinci 1923’den sonra anlam taşır duruma gelir. Osmanlı sistemi döneminde Türkiye de gerçek yurttaşlık bilincinin önünde din başta olmak kaydıyla, “Tanrı izniyle” kulluk görevlerini mutlakçı yöneticilere karşı yapmak alışkanlığından kaynaklandığından, hala gerçek anlamda bilinçlenmeyen Türk toplumlarda yurttaşlık kavramının kabullenilmesi pek kolay olmuyor.

Cumhuriyetin Türk insanına bahşettiklerine nankörlük etmeden bir bakarsak, “ümmet” yerine “millet”, “mümin” yerine “vatandaş” olma onurunu vermiştir. Devleti yöneten monarşi kadrolar meşruluğunu dinden alırken, halk “kul taifesi” olurken; cumhuriyetle birlikte egemenlik milletin kendisinin olur, kulluktan vatandaşlığa terfi eder.

Doçent Dr. Ercan Eyuboğlu çarpık bir tespitte bulunur: “Batı’da burjuvazinin, kapitalizmin yetiştirdiği yurttaş cumhuriyeti yaratıyor; Türkiye‘de ise yurttaş cumhuriyeti değil, cumhuriyet yurttaşı yarattı” diyerek doğru bir açıklamada bulunur.

Gelinen nokta ortada...
Parmak basarak birilerine bağımlı oy kullanmaları, demokratik bilinci yerinde olanlara her defasında tokat attırmaktadır. Bunlar daha çok siyasete din iman adıyla yön veren tarikat ve cemaat şeyhlerinin, toprak ağalarının çarpıtılmış emir ve görüşleri doğrultusunda kullanılan güdümlü oylarla altmış yıllık Türk demokrasisinin iyi gidişatının işareti olamamıştır dahi Türkiye'nin kaderini olumsuz yönde etkilemiştir. 

Demem şu ki; Türkiye’de siyasi ahlak düzeyi tam manasıyla bir gelişme gösterememiştir. Dolayısıyla Türklerde yurttaşlık bilinci de yeterince gelişim önünde siyasilerin entrikaları köstek olmayı sürdürmüş, kendini güdecek çobanlar üretmeyi sürdürmüştür.

Aşiretlerden oluşan monarşilerden ağalar, şeyhler, şıhlar, dervişler, tarikatlar ülkelerinde toplumsal yapıya yön veren topluluklardır. Bu yapı genelde İslam ülkelerine özgüdür. halde Türkiye’de bir İslam ülkesi olduğuna göre, “Kul, Reaya, Tebaa, Uyruk, Ahali, Bi-idrak” sözlerin başta alt halk tabakası için kullanıldığı rahatsız etmemektedir.

Bu tür aşağılayıcı sözler, modern ülkelerde asla kullanılmaz, onur kırıcı, yerici olduğu için. Modern toplumlarda yurttaş, vatandaş olarak üstün mertebede değerlendirilirken, İslam ülkelerinde ille de “reaya” (davar sürüsü) olarak yaşamaktan mutlu olanlar oldukça çokturlar. Ulus devlet insanı, modern anlamda “yurttaş” kavramı, Fransız Devriminden sonra ortaya çıkar. Daha önceki antik çağda Yunan ve Roma uygarlıklarında bir ölçüde “yurttaş” kavramı tanımı var idi.

Reayadan Vatandaş Olma Onuruna Erdiren Cumhuriyet
Reaya:  Arapçada “otlatılan hayvan sürüsü” anlamına gelen “ra’iyyet” ten üretilen “reaya” sözü, Osmanlı Padişahlarının altında yaşayan bütün halkı simgeleyen bir aşağılayıcı terim olarak kullanılmıştır. Osmanlı yönetici askerler içinse, reayadan bir üst sınıf anlamına “beraya” denirdi. 

Sürü kimlere denir bir bakalım: Osmanlıda 1850 de yazılan sözlüklerde vatandaş, yurttaş geçmez ve bilinmezdi. Hatta 1900’lü yılların ilk başlarında dahi Türk halkına “vatandaş” anlamına “reaya” ve “tebaa” denmiştir.

Şemsettin Sami’nin 1901 yılında yazmış olduğu sözlüğü olan “Kamus-u Türkî” de dahi “vatandaş ve yurttaş” yerine “tebaa ve tabiiyet” salt “uyruk” olarak kullanılmıştır. Orada “vatandaşlık” sözcüğü ise “hemşerilik, memleketlilik” gibi aynı bölgenin fertleri anlamında kullanılır.

Şemsettin Sami’nin “Kamus-u Türkî” sözlüğünde “ra’iyye: sürü, otlatılan hayvan sürüsü. Bir çobanın güttüğü hayvanat sürüsü, devlete ait bulunan tebaa diye geçer.

Daha açıkçası, Osmanlı’da, bir hükümdarın hükmü idaeresine tabi olup,  “tekalif-i emriyye” veren halk, Zır-destan beraya denilen “Ebab-ı Şeytan” olmayıp muhafazaları devlete ait bulunan tebaa.        

Vatan ve yurt kavramları, imparatorluğun son dönemlerinde kullanılsa da “vatandaş, yurttaş” anlayışı henüz doğmamış olduğunu görürüz. Daha açık bir ifade ile söylersek “yurt” vardır “yurttaş” yoktur.

Zamanın Başbakanı Recep Erdoğan: “Ben Sizin Çobanınızım” Demişti...
Bu sözleri söyleyen ona göre halkın tarifi, Reaya (Davar Sürüsü) olmayı elleri çatlarcasına alkışlayarak kabul ediyorsan, elbette sürünün birde çobanı olacaktır? Çoban bulundu! "Çoban benim" diyor açıkça...

Artık bundan böyle şunda bir anlaşalım bence; Halk "zavallı", halk "uyuşturulmuş", Halk "kendisinden gizlenen gerçeklerle kör, sağır olmuş" Halk “dinini bunlar yüzünden yanlış yaşamış”, halk “ahlaklı”, halk “dürüst”, halk “namuslu”  kavramlarını bir kıyıya bırakalım, halkın yapısını tartışalım artık. Öyle halk gerçekleri görmeye tamamen kör olmuş falan değildir. “Bir gerçekleri görebilse!” demekten vazgeçilmeli. Dahi, kandırılmışlar dense de, halk ne kör ne de uykusunda, salt kısa aklını kurnazca kullanmasının peşinde yığınlardan oluşmaktadır...

Daha açıkçası o halk kim biliyor musunuz?
İçimizden birileri; kimi taksici, kimi fabrikada işçi, kimi sokaklarda işi gücü olmayan takım. O halk cuma namazından sonra çıkıp sokaklarda torunu yaşında kızın kıçına, bacaklarına bakıp iç çeken ağarmış sakallı tonton amcadır. 

O halk, öğrenci kızlara “eve erkek alıyor, orospular doldu apartmana” diye dedikodu yapan hacı teyze, o halk tecavüze uğramamak için camdan atlayan kızın haberinin altına “zaten açık kapıymış, ne kaybederdi ki?” yazan türbanlı bacı... 

O halk, daha geçen gün elimden zorla aldıkları, “çaldıysa çaldı, Ecevit, Sezer çalmadı mı? Bu hiç olmazsa Müslüman, diğerleri Siyonist köpeklerdi” diyen güvenlik görevlisi, o halk ambulansın peşine takılıp üç araç geçmeyi kar sayan trafikteki şoför, o halk ağzından “cahiliye devri” düşmeyen ama “kitap okuyunca başıma ağrılar giriyor” diyen adam...

O halk “erkekler birbirini sikiyordu, Allah’ da Lut kavminin üzerine bela yolladı” diye derste anlatıp, akşam erkek öğrencilerinin üzerine çullanan dernek öğretmeni... 

O halk anaları, babaları öldüğünde üzülmeden önce “sana bir daire fazla düştü” diye saç saça, baş başa giren insanlar...

O halk kendi yaşam alanında insan gibi yaşamak için sosyalist partilere oy verip; senin ülkende “nede olsa Müslüman canım” diyerek o partiye oy veren Almancı gurbetçiler...

O halk, her ramazan ekranda ki bir sahtekâr “odun Allah diyorduuu” dediğinde ağlayanlar... 

O halk, Tecavüzde, kadın cinayetlerinde en önde yerini kimseye kaptırmayan; el değmediği kadın bırakmaya, kendisine karı olarak el değmemişi isteyen o halk.

O halk illet; tek bir kitap okumayıp, her konuda olduğu gibi dini konularda da ahkâm kesen onlar; kendisi bibi düşünmeyen başkalarının yaşamasını istemeyenlerdir. Cehalet almış başını gidiyor o halkta; cehalet haddini bilmezlik, saçma sapan dedikodular dinlemekten, gıybet etmekten haz duyup mutlu olan halk.

Bence işte bu halk "ne kandırılmış zavallı" falan değil küçük kurnazlıklar peşinde pay kapmaya koşandır. Çünkü aynı ötekileştirdiği kişiyle aynı hayat standartlarında yaşıyorsa öyle sanıldığı gibi masum, kandırılmış gariban biri değildir. Yani kısacası ortada bir savaş var, bu savaşın karşı tarafındırlar. Daha açıkçası, bu savaş
karanlıkta yaşamak isteyenlerle, aydınlık geleceğe umut edenlerin savaşıdır…

Selman Zebil 

10 Kasım 2016 Perşembe

NORVEÇ KÜLTÜRÜNDE TROLLER ve TÜRKİYEDEKİ TROLLERİN GÖREVLERİ

İskandinav Kültüründe Troller

Troll
Edda masallarında 11. yüzyıldan beri dev büyücü cadı canavarların adları troll olarak geçer. Genellikle iri ve güçlü, kısır ve tehlikeli olarak tarifi yapılır. Büyük burunları ve iri gözleri, çirkin çoklu kafaları veya tek gözlü olabilir. Onların Tanrılar ve insanlara düşmanlık yapmış ve tepkiler almıştır. Troller, dağlarda uzak soğuk topraklarda yaşarlar. Ayrıca denizlerde ve ormanlarda yaşayan trollerde vardır. Mitolojik İskandinavya kültüründe trollerle ilgili devler dönemi  “Jutul Hogget” devasa trol “Jotul”  olmaktadır. 

Troll Norveç halk masalları 1842-1844 yılından sonra kontrol altına alınır ve çeşitli maceralı önemli rol oynar ve çağdaşlaştırılır, hatta hatıra eşyalar durumuna getirilen bir kültür varlığı olarak, popüler macera, masal çizgi romanları haline getirilir.  

Norveç’in ünlü öykü yazarlarından olan Henrik İbsen, Knut Hamsun, Trygve Gulbranssen ve dahi, diğer şairler, yazarlar Troll öykülerinden esinlenerek öyküler yazdıkları anlatılır.

Gerçek Troll, İskandinav folklorunda Troll ya devdir ya da cücedir. Norveç dağlarında, ormanlardaki mağaralarda, kütük evlerde yaşayan efsanevi masal, kahramanı, çirkin suratlı, sıra dışı bir yaratıktır. Bu tuhaf efsanevi yaratıklar hantal, kaba canavarlar soyundan yaratıklar olarak adlandırılırlar.

Aslında Norveç’te turistler için hediyelik eşya mağazalarında birçok trol minyantür heykelcikleri satılır. O çirkin ve sıra dışı insan görüntüsünden çok farklı bir insan türü olarak görüntülerde çok sevimlidirler. Bu trol figürleri, genellikle Norveç’in dağ köylerinde, tamamen doğal tebeşir parçası lâteksten el yapımı olarak üretilmektedir.

Norveç’in dağ köylerinde üretilen bu troller, genelde birbirine benzerler ama her trolün yapıcının kafasına göre yaptığı trollerdir ama genel anlamını bozmuyor. Bu trollerde en önemli ve dikkat edilmesi gereken yerlerinden ise çok uzun burunlarıdır.

Eski İskandinav ve Norveç efsane kültüründe bulunan doğaüstü varlık olan trol, dev yaramaz, kötü ve çirkin mitolojik bir tür anti sosyal canavar ama bunlar bazen cüce yaratıklarda olabiliyorlar. Günümüzde popüler trol hatıra eşyalar ve resimler olarak, özellikle Norveç’te hediyelik eşya olarak bu heykelcikler satılmaktadır.            

Türkiye'deki Trollere Gelince
Troll
Türkçede anladığımız troller, Norveç efsanesindeki trollerden farklılık gösterir… 

Görevi kişiler üzerine “zarf atmak, yem atmak” gibi anlamada kullanılır. Bulundukları ortamlarda tepki çekecek, can sıkacak, kızdıracak, ortamın güzelliğini bozacak, küçük düşürücü her türlü mesajları atarak tepki toplamak. Genellikle troller, yaşamları güçlü ve başarılı gördükleri insanlarla yaşamlarını özdeşleştirmeye çalışan zavallı insanlardırlar. Bunlar yerme ile övme arasındaki farkı bile ayırt edemeyecek kadar zavallıdırlar.    

İnternet Trolleri; insanları tahrik eden, kızdıran, nezaket kurallarına uymayan, kişiler arasında ayrımcılık yapan, ortalığı karıştıran, sürekli iç hukukun ihlalleri yapan kişilerden oluşur.

Bu troller, bilgisiz, karşıt görüşlü, sert tarzlı, kendi başlarına değil de, birilerine bağlı, yalan ve yanlışla yönlendirilen ama yalandan doğruyu ayıt edemeyen, kendini kaptırmış salt kötülükler yapmakta hünerlerinin üstüne bulunulmayan kişilerdir.

Troller, birinin amacına hizmet eden, idealist olmayan, mantık taşımayan, salt tarif edileni yapan  “evet efendimci”  mantıksız ama çok kurnaz, mantık ve aklını kurnazlıkla çıkar amaçlı kullanan birileridir.

Troll
Türkiye de Trollerin görevi, teknolojiyi iyi kullanmak ve insanların zihinlerine girerek, birisine hizmet ettirmeyi özendirmek. Yani insanların kafasını karıştırmak, şaşırtmak, düşünme yeteneğini kaybettirmektir. Eğer bunları yapamıyorsa, sosyal medyadan başlıyorlar saldırıya, kafaya taktıkları kişiye çirkin iftiralar atarak, aşağılayarak işe girişiyorlar ve sonuç belli, o kişi ya savcıların kollarına düşüyor ya da işinden gücünden ediliyorlar.

Trollük projesi, güçlü destek görerek işliyor Türkiye’de. İstenmeyen, rakip kişiler hakkında çeşitli suçlama kampanyalarını taraflı bir biçimde, hukuk dışı kişiyi kötüleme ve eleştiri sınırlarının çok ötesinde tam manasıyla kötü niyetle yapılmakta olup mutlak bir yol bularak kafaya taktıkları kişileri tuzağa düşürmektir görevleri.

NOT: Dede Korkut destanındaki  "Tepe Göz" öyküdeki anlatılan tek, tepeden gözlü deve çok benzemektedir.  

2 Kasım 2016 Çarşamba

DARBE ve İDAM




Bak!

Şunu bil ki, 15 Temmuz Fetö darbesi, sokaklara dökülen, halk değil, TSK içindeki Kemalist subaylardır engelleyenler. İşte bir türlü bunu içine sindiremiyorsun. Öyle ikide bir eline alıp mikrofonu  “milletim engel oldu Fetö darbesine”  deyip durma! Darbenin tam teşekküllü, Fetöcülerin düzenlemesine, TSK bir bütün olarak uysaydı nah engellenirdi o sokaklara dökülen halkla.

Başta sokaklara dökülen halk, darbenin gelgitlerini, faso fisolu çelişkili, ne yapacaklarını bilemeyip bocaladıklarını anlayan halk cesaret aldı ve sokaklara öyle döküldü. Tabi birde telefonla katkında oldu diyelim.

Yani kısacası  “millet iradesi”  deyip durma. Millet iradesinin katkıları, TSK içindeki yurtsever subayların sayesindedir. Demem şu ki, TSK bilinçli, planlı, tam teşekküllü biçimde sokağa çıkmış olsaydı, darbenin önünde o  “irade”  asla olamazdı, evlerine kapanır, hatta alkışlarla “idam isteriz” sözleri tersine işlerdi, bilesin.  

Gelirsek idam konusuna…

İdam konusu gibi evrensel davalarda;  “Avrupalılar kendi işine baksın”  diyemezsiniz. Adama sorarlar  “imzan var orada! İmzanı inkâr edemezsin”  Haydi diyelim ki, idam cezası yeniden yasalaştı, ne olacak? Hani  “milletim istiyor”  diyerek idamı geri getirmek, halkın istediği  Apo’nun asılması, Fetö’nün asılması. Ama idam geri gelmesiyle bunların ikisi de asılamıyor. yani yeni çıkan kanunlar geriye doğru işlemez, ileriye doğru işler.

O halde…

Bugün hamaset yapıp “idam cezası önüme gelsin hemen onaylarım”  diyorsun ya, ne Apo’yu asabilirsin ne de Fetö’yü ama bir gün gelir o onayladığın idam yasası seni asabilir!



Tarih asla unutmaz…

2002 yılından önce AKP kuruma aşamasında idam cezasının kalkması tartışmalarında arkadaşlarına “idam cezası kaldırılsın, bir gün gelir bizi asarlar” gibi sözler söylediğini de o yanında olan arkadaşın anlatmıştır bilesin…


BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...