9 Şubat 2011 Çarşamba

ZİHNİN ABLUKAYA ALINMASI

ZİHİN YORGUNLUĞU ve BIKKINLIK

Beyin sağlığı, çalışma belleği üzerinde belirleyici etkidir. Kişilerde dikkat ve odaklanma becerileri, çalışma belleği üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Stres durumlarında kişiyi dikkatsiz ve dağınıklık sonucu, çalışma belleği performansını olumsuz etkileyebiliyor. Stres ve duygusal durum, çalışma belleği üzerinde etkili olabilirken, yüksek düzeyde stres ise, çalışma belleğinin işlevini olumsuz etkileyebilir. Sonucu da nörolojik hastalıklara kapılarını aralar.

İnsan zihninin çalışma belleği üzerindeki etkisi, karmaşık bir ilişki ağı içerir. Genetik, eğitim, deneyim, dikkat, duygusal durum ve beyin sağlığı gibi faktörler, çalışma belleği yeteneklerimizi etkileyebilir. Çalışma belleğini daha iyi anlamak ve geliştirmek, bilişsel psikoloji ve eğitim alanlarında önemli bir araştırma konusu olarak öne çıkmaktadır. Bu çalışmalar, çalışma belleği üzerindeki etkileri daha iyi anlamamıza ve zihinsel performansımızı artırmamıza yardımcı olabilir.

Bilinçli, bilgili kişiler için ülkesine, milletine karşı sorumluluk bilinci taşımak, ulusuna, yurduna saygı ve sevgi beslemek kutsal bir görevdir. Büyük ya da küçük boyutta kötü olanla bu toplumu yönlendirmeye yönelik yöneticilere karşı duyarlı olmak bir görevdir...

Bir milletin ümüğünü sıkıp nefes almasına engel olmaya çabalayan düşmanlar her daim olacaktır. O nedenle sürekli düşmanın yanında diri, varlıklı güçlü olmak için düşmanın niyetini önceden bilip, umudunu kırma mücadelesinde sürekli uyanık olmakla sağlanır...

Değişen dünya da değişik ülkelerin çıkarları birbirleriyle örtüşebilir. Zamanla çıkarlar çatışmaya dönüşebilir. Bu çatışmalar tank, top, tüfekle olmayabilir. Güçlü istihbarattık bilgilerle hedef ülkeyi güçsüzleştirerek kendine bağlı hale getirilebilir. Böylece dost görünümlü düşman veya açık görünümlü düşman ülke istihbarat ajanları, hedef ülkenin yöneticilerine dolaylı yollardan buhranlı günler yaşatırlar; zayıf düşürürler. Bunun yapılmasında birçok deliller kullanırlar:

A- Beynin ablukaya alınması ile zihinsel durgunluklar sağlanılır.
B- Beynin işlevini kaybetmesi ile zihinsel yorgunluklar sağlanır.
C- Bedensel yorgunlukla da: Kişiye; girdiğin mücadelede becerememe paniğine kapılması sağlanarak elden ayaktan düşürülmesi taktiği uygulanır. Örneğin: “Ankara’nın şerrinden, Brüksel’in şefkatine sığınmaktır bizim yaptığımız” diyen vekillerle ülke yönetilmesi bir tür yorgunluktur. Yapması gereken görevini Brüksel’in insafına bırakmaktır...

Yukarıda anlatmaya çalıştığım şeyler tavandan tabana doğru yaygınlaşarak oluşur. Varlığını fark ettiren devlete düşen görev, halkını mümkün olduğu kadar kendi kendini idare edebilecek asgari duruma getirmektir. İstihdam sağlamaktır, işçi ve işveren arası kültürel uyumu sağlamaktır. Dahi ülke yönetimine süratle kitleleri ortak etmektir...

Sonra halk çıkıp ortaya varlığı fark edecek, sayıldığını anlayacak, saygıda değer olduğunu kavrayacak, özgüven duyacak kendine. Dahi; devletine milletine candan bağlanacaktır...

Dinamik olmaları telkin edilmesi gereken 70 milyon Türk halkının 13 milyonunu Yeşil Kartlı halde ve dahi devleti yönetenlerin siyasi istismarı olarak süren yiyecek, yakacak, buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın gibi beyaz eşya dağıtmakla denildiği gibi öyle “sosyal devlet” falan olunmuyor. Ancak aşağıdaki sonuçlar olur:

Zihinsel durgunluğun ortaya çıkar; bir kıyıda pısırık, sönük sinerek, sessiz soluksuz hale getirmekle kendilerini güçsüz, güvensiz hissederek elini ayağını ovuşturan edilgin hale gelecek, yoksulluk “kaderdir” diyerek boyun eğecektir... Yardımlarla geçinen ezilmiş, yoksul adam her yerde dahi, bir çocuğun yanında bile dilsiz ve suskun kalacaktır...

Zihin yorgunluğu oluşmuş kişiler, ülke ekonomisine katkı sağlayamaz haldedir. Bıkkın, bitkin, çünkü ona her şeyi “kader” ile ölçme hesabı telkin edilmiştir. Yoksulluk “kader” ise, o halde bütün İslam ülkeleri kaderin sonucudur, Müslümanlar derde düşmesinler, ağlamasınlar. Onlara telkin edilen “kader” denilen şey, bir ülkenin çökertilmesinde en güçlü silahtır, iyi kullanılmaktadır içten ve dıştan...

Zihinlere girip insanların duyarlılıklarını kırmak...
Hep böyle olmuştur. Türkiye de iktidar olanlar sıngıncını sivil toplum örgütlerinden alırlar. Neden siyasilerden değil sorusuna her daim yanıt ararız dururuz. Dahi siyasiler, “siyaset işi siyasilere bırakılmalıdır” derler...

Demokrasiler de; Toplumların yaşamı her daim siyasettir. Yediği, içtiği, açlığı, tokluğu, giydiği, işi, işsizliği, sevinci, kıvancı, gözyaşı dahi adam gibi adam olması için siyasetin içinde şöyle ya da böyle olması insan olma gereğidir. Sivil toplum örgütleri başta sendikaların görevi iktidarı elinde tutan siyasilerin yanlışlarına muhalif olmak değil mi?

Fikri ahlaksızlık, kültürel kokuşmuşluk, umursamazlık aldatılmış, yanıltılarak basite indirilmiş bir halk yığınları ile karşı karşıya kalıyoruz. Türk halkı birey olmayı, özgür vatandaş olmayı kaldıramaz hale getirilmiş, padişahlık isteyen, halifelik makamı isteyen hale getirilmiştir. Kendisi kahraman olamayacağından “Davos Kahramanı” yaratabilen bir kitle ile karşı karşıya kalınabiliyor.

Bir ülkenin selameti için aynı dili konuşup didişip durmaktansa, hoşgörü içinde aynı duyguyu paylaşmak daha güzeldir. En çok hurafelerle yaşar toplumumuz. Hurafelerle dolu tarih üretiriz: “Aklın ürettiği savaş tekniğiyle Çanakkale savaşını kazanmışız” diye inanırız. Oldukça çoğumuz ise: “denizden uzanan aksakallı kayıp erenlerin ellerinin yardımlarıyla” Çanakkale savaşlarını kazandığımıza inandırılmıştır pek çokları...

İnsan her yaşta kendini tanımlar; kendini geliştirir. Türk halkının gelişmesini, kendini geliştirmesini istemiyorlar, engel oluyorlar. Ve dahi bu millete bağımsızlığını çok gördüler. Millet olma onurunu kırmak istiyorlar. Bu bir tür rejim kavgasıdır, türban bahane. Siz bakın Başbakan’ın çevresiyle çektirdiği fotoğrafa. Orada ne var: Avrupai tarzda takım elbiseli ve kravatlı tam bir Batılı. Yanında kimler var: Batılı normlarda olmayan karısı, başı türbanlı, kızı başı türbanlı, gelini başları türbanlı. Kılık ve kıyafetleriyle birer Orta Doğu kadınları...

Bakın orada; doğumuzda bir komşu var şımarık ve hırçın. Taş atıyor kafamıza incitiyor, taş atıyor camımızı kırıyor. Lakin onu şımartıp duran Batılı dostlarımız (!) bu şımarık komşunun haylazlığını görmezden gelip, “al oturt kucağına okşa onu” diyor. İşte bu haylaz ve Batının şımartıp durduğu komşumuz (!) Ermenistan. Birde bizden başka dostu olmayan kardeş Azerbaycan var ki, topraklarının bir bölümü o şımarık haylaz, bizim de kafamıza, camımıza taş atıp duran Ermenilerin işgali altındadır...

Bakın hele şu dünyanın gidişatına. Ota Asya coğrafyasında herkesin gözü var. Lakin oradan Türkiye’yi uzaklaştırmak istiyorlar. Bunu yaparlarken: “Sen AB’ye girerken bizim ölçütlerimize uyacaksın ama ancak biz Türk cumhuriyetleriyle ilgileniriz” demekteler...

İşte böyle hallerimiz var... En sevdiğimiz ölür, onu kutu gibi kazar toprağı iki metre altına gömeriz. Acısı ise yüreğimizin derinliklerine oturur...

Hiç yorum yok:

TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)

ETHEM NEJAT (1887-1921) Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün...