6 Aralık 2021 Pazartesi

ŞAMLARLIYDIK, ESKİ GELENEKLERİMİZ BİTİRİLDİ ŞİMDİ NERDEN GELDİK NERELERDEYİZ?

Bizim Eski Gelenek ve Göreneklerimiz Vardı
Köylüydük, Köylülüğümüzü Unuttuk...


Buzdolabı, çamaşır makinesi, yoktu; bir kere başta elektrik yoktu, nadiren bazı evlerde bataryalı, sandık gibi radyolar vardı. Kesilen kışlık etler, dahi, kurbanlık olsun kavrulur, bir sepete doldurulur, tavana, kedilerin ulaşamayacağı bir yere asılır, oradan kış boyu yemeklere katılarak yenirdi…

Bileniniz var mı; yoksa unutuldu mu bilmem!
Katık adı verilen yoğurttan yapılmış, yoğurt tadında, peynir gibi, kuzu midesinden yapılmış “tuluk” adı verilen deri içinde, kış yiyeceği olarak saklandığını ve kış günlerinde yendiğini? Bilmeyeler öğrensin, bunlar bizim kültürel değerlerimizdi…

Yine, keçi derisi içine iki üç ay toplanan yoğurtan kışa hazırlık tahrana yapılır, kış günleri evlerde kızartılır, çerez niyetine yenirdi. Ayrıca, nohut, mısır kışlık hazırlanır bir kıyıda küp içinde saklanır, kışın kavrularak çerez olarak yenirdi. Bitmedi, güz geldiğinde, herkesin birer küçük üzüm bağları vardı, oradan toplanan üzümler, ezilerek pestilinden şıra adı verilen suyu kaynatılarak pekmez yapılır, küplere doldurularak ağzı sıkıca kapatılır, kışın yenirdi.

Ne günlerdi yokluk içinde huzurlu olmak!
Köylüydük; ne oldu da varlık içinde köylülüğümüzü unuttuk! Her ailenin en az on, on beş keçisi olurdu, kılından sütünden yararlanılırdı. Her ailenin en az bir karasığır cinsinden ineği vardır, danası büyür, erkekse okuz yapılır, dişi ise döllenmesi için büyütürlerdi.

Evlerin içinde mutlak vazgeçilmez mobilya sayılan bir sandık vardır, içi; anaların kızları için çeyizlikler koyduğu…

Sofra adabı vardır her evde, el işçiliğinden bakırdan bir sini, yine bakırdan dövme sahanlar vardı, odun ateşinde tencerede pişirilmiş yemekleri içine koyup tahta kaşıklarla, bağdaş kurulup oturulur sinin çevresinde yemekler yenirdi. Mutlak sofraların olmazsa olamaz olanı ayranlar içilirdi. Öyle çelik tencere, porselen tabak, çelik kaşık-çatal falan bilinmezdi...

Yemekler, öyle gazla çalışan ocaklarda falan pişirilmezdi ha! 
Her evin demirbaşlarından sacayağı denilen, demirden yapılmış, üzerine bakırdan yapma kalaylı yemek tenceresi konup, altında odun yanan ateşte pişirilirdi. Odun ateşinde, kalaylı bakır tencerede pişen yemeğin tadı bir başka olurdu. Bacalardan tüten meşe odunu dumanı evirile kıvrıla süzülürdü göklere doğru akşamüzerleri. Yemek kokusu buram buram kokardı burunlara hani...

Hele yekpare kütükten oyularak yapılmış hamur karma tekneleri vardı ki, içinde undan hamur yoğrulur, yanına, dört ayaklı, ağaçtan yapma, “senit” adı verilen düz bir ağaç üzerinde “meleksi” adı verilen topak hamurlar, oklava ile açılarak, yufka ekmek yapılır; saç üzerinde pişierken kokusu ta ötelerden alınırdı…

Köylünün en değerli günlük kullanılan eşya varlıkları hamur teknesi, oklava, sacayağı, saç, un ambarı, kıl çul dokuma buğday denkler, saman savurma atkısı, ot didelemede kullanılan dirgen, öküzleri sürmek için kullanılan üvendiren, beldenat, karasaban, boyunduruk, sırımdan yapılmış kayış, iki tekerlekli öküzlerin çektiği kağnı, düvendi. Kimsenin aklına lüks yaşantı gelmezdi, bir yarış içinde olmazlardı asla, kıskançlık yoktu, sende var bende de olsun diye bir yarış falan düşünülmez, akıl bile edilmezdi...

Taştan yapılmış, yarı kâgir, üstü toprak örtülü, altı samanlık bir tarafı, bir tarafı hayvanların barınağı ahır evler. İkinci kat içleri çamur-saman karışımı sıva ve üzerine “çırpı” adı verilen ak çamurdan badana yapılırdı. Ev düzeni; yatak yorgan koymak için, adına “yüklük” denen oda içinde bir yer olurdu, oraya yataklar, yorganlar sabah olunca istiflenir, görülmemesi içinde üzerine bir "bütgü" çekilerek kapatılırdı. Odada yere serilen halı bilinmezdi, kıldan dokuma çul, altında hasır otundan örme “hasır” adı verilen sergi vardır, veya yünden dokuma "keçe" adı verilen kalınca yer sergileri olurdu. Nerdeyse her evde, yünden el dokuması bir kilim bulunur, onu yere serip kullanmazlardı. Çünkü o kilimle cenaze üzerlerine ötülürdü mezarlığa kadar.

Yazdan hazırlanmış odun ve meşe kütükler ile soğuk kış geceleri, odun sobası yakılarak ısınırdı evler. Toprak testiler, bakır güğümler köyün ortak çeşmesinde akan taşıma ile evlere, içme ve kullanma suları olarak taşınırdı. Öyle evlerde kıvırdın mı musluğu akan sular daha yoktu…

Hayvanlar, keçi koyun, inek, en az iki öküz, eşek, on beş, yirmi tavuk, kedi, kapı bekçisi köpek.

Mezarlıklar var, anacak 1930’lara kadar olan mezarlar, taşlarla çevrili, birer kümbet, ikinci, üçüncü nesiller kimlere ait olduğunu bilmeleri çok zordu. Çünkü okuryazar yoktu mezar taşlarına kimliğini belirten yazı yazabilsinler. Anadolu'da geneklikle mezar taşı yazma devriminden önce köylerde okuryazar olmadığından veya bir iki kişiyle sınırlı olduğundan, 1930’lardan itibaren başlayan harf devrimiyle okuryazar oranı arttıkça, mezar taşlarına ölmüş kişinin kimliğini belirten başucu taşlarına adı yazılmaya başlanıyor. Bu başucu mezar taşları, özel seçilmiş düz taşlardan olup, üzerine keski ile sahiplerinin adı yazılmıştır. 1960-1970’lerin sonlarına doğru ise, mezarlar mermerden, daha gösterişli özel yaptırılmaya başlanılır.

Ne oldu, kime uyup değişti bu millet?
Bir dönem değişikliğinin sancılarını yaşar olduk. Görgümüz, göreneğimiz değişti, yapısal sancılar çekmeye başladık. Bir söz vardır atalardan: “görmemişin bir oğlu olmuş, tutmuş çükünü koparmış” diye. Bu söze taş çıkartır duruma gelmişiz. Önümüze çıkan geçmişten ne varsa yakıp yıkıp, bütün değer yargıları tarumar etmişiz.

Bütün değişimimiz şu son 40-50 yıl içinde bu korkunç yozlaşma, bu değer yargısızlık, yüreklerimizi kemiren kıskançlık, maganda hallerimiz, toplumsal keşmekeşlik sonucu, birbirimizin kıskancı olmuş. Toparlanmak gerek. Toparlanmak!

SELMAN ZEBİL 6 ARALIK 2021

Hiç yorum yok:

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...