15 Şubat 2016 Pazartesi

ORTA DOĞU PAYLAŞIMI ve CİDDİYE ALINMAYAN TÜRKİYE

ABD Eski Başkanı Şü Sözleri İle Başlayalım
Rchard Nixon şöyle:  “Müslüman ülkelerde demokrasi ve laiklik olmasına izin vermeyiz. Eğitim sisteminin ve ülke idaresinin din temelleri üzerine kurulması gerekiyor. Başlarındaki çobanı ele geçirince, ülkeyi biz yönetiriz bu doğrultuda.”  Diyordu.

Orta Doğu ve AKP Safsataları
Dış politika, diplomasi, bilgi, birikim, deneyim, zekâ gerektirir Ortadoğu’ da siyasi aktör olmak için. Öyle kafadan, Arap âleminin sözcüsü, İslam dünyasının öncüsü olma tasavvurları, hülyalı rüyalı âlemlerde yaşamaya benzemez. Hele kurumsal bir altyapı, tarih, coğrafya, iktisat alanında entelektüel bilinciniz yoksa öyle  “Stratejik Derinlik” zavallı bir istek ama asla gerçekleşmeyecek durum olarak kalır ve arkanızdan koskoca ülkeyi de çekerek bataklığa boğdurursunuz.

Ülkenizde insan haklarına duyarlı, sokağın sesine kulak veren, insanlar özgü, ahlaki, vicdani nesneleri, salt İslami boyuttan değerlendirilen diplomasi, evrensel insan hakları Suriye’de çiğneniyor. “Dostum”  deyip sarıp sarmaladığınız Esat o zamanda böyleydi, bilmiyor muydunuz?  Eee! Sudan’da kadim dostu El- Beşir söz konusu olunca nasılda farklı davranıyor oluşunuz, sizin insan hak ve özgürlüklerden anlayışınızı göstermektedir dünyaya. Hele Suudi Arabistan ile içli dışlı dostluğunuz ve Suriye konusunda işbirliği yapmanız, Suudi Arabistan’ın insan ve hakları konusunda Esad’dan daha mı iyidir?

Hani başında “Komşularla sıfır sorun” siyaseti ile geldiniz, bütünüyle sorun oldunuz. , Cumhuriyet tarihi içinde hayatta karşılığının olmayan akılla her şeyi biz biliriz diyerek, Türk diplomasini bitirdiniz, her şeyi doğaçlamaya bıraktınız, devleti doğaçlama olarak, plansız, projesiz yönetiyorsunuz.  Aklı başında olanları hem düşündürüyorsunuz, hem de güldürüyorsunuz acı örneklerle dolu hallerinizden.

Hani, “Bölgesel aktör”  olacaktınız, bölgede “haberiniz olmadan kuş bile uçmuyordu” Hani  “stratejik güç, küresel oyun kurucu, oyun kuran” sizdiniz! Hep şaka mıydı, dalgamı geçtiniz milleti kandırmak için bir oyun muydu? 

Bu içi boş laflarınızın cilası döküldü, gibi iddialı lafların cilası döküldü. Sonuçta İşin kolayına kaçmak için dediğiniz, “değerli yalnızlık”  kaldı mı bizimle baş başa Başka ne var elde, avuçta. Haydi, bakalım niye Suriye sınırlarında uçaklarını 24 Kasımdan bu yana uçuramaz oldunuz bakalım!  Ulan sizden daha güvenilir PYD oldu Batının gözünde, size ancak bas bas bağırmak düşer  “onlar terörist” diye… Kimse sizi ciddiye alıp da dinlemez…

Irak’ın kuzeyinde Barzani’yi bağımsızlık ilanına hazırlanıyor ama siz ne yapıyorsunuz, Barzani ile salt maddi kazanmak uğruna sıkı fıkı oldunuz sonra da Türkiye’nin bütünlüğünü savunmak amacıyla bas basa bağırıyorsunuz. Ama izansızlığınız, Irak’ı bölmeye çalışan zihniyet, Türkiye’yi de böler olmasını kavrayamayışınız. Haa! Hatırlatalım Barzani ABD emperyalizminin piyonudur, size sıra asla gelmez. Öyle sanmayın ki Barzani-PKK arasındaki gerginlik size yarlı olur… Şimdilik ABD’nin baskısıyla, zoraki PKK ile geçiniyor ise Suriye’nin kuzeyinde, PKK’nın uzantısı olan PYD’yi ABD’nin “dostuz” diye nasıl desteklediğini dünyaya ilan etti.

Ahmaklıktan vazgeçmek, doğruyu bulmak akı işidir. Bir atasözümüz var,”Arap eli öpmekle Arap olunmaz”  diye. Bölgede ancak mevcut Suriye rejimi ve rejimin başı Esat ile anlaşmaktır. Çünkü Suriye’nin parçalanması, Türkiye’nin de parçalanması demektir. Yıllarca süren iptidai bir yönetim biçimi olan Suriye’deki PYD Kürtlerinden, daha güçlü bir imparatorluk bünyesinden çıkan Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan, daha insani ve daha da bağımsızlık bilincinde gelişmiş birikimleri olan Kürtler, Suriye’den ve Irak’tan daha gelişmiş, daha ileri, daha uygar bir ülkenin yurttaşları olarak, yönetim kabiliyetleri, diğer Kürt gruplarına oranla daha yüksektir.

ABD’ye bağlı, daha çok bağımsızlığa yakın Barzani’ye değil de, neden Türkiye gibi bir stratejik ortağını incitip üzebilecek çıkışlar yaparak PKK-PYD terör örgütlerine neden daha çok güvendiğinin nedenleri işte bu bilinçte yatmaktadır.

ABD, çıkarlarına, zamana, zemine, ihtiyacına, kuvvet dengesine, sorunun çapına, tehdidin büyüklüğüne, düşmanına göre yeni arayışlar içinde. Yeni ittifaklar peşinde. Kiminle, nerde ne zaman, nasıl, net tür örgütlere ne tür silahlar vererek donatacağını hesaplar. Ancak Amerika’nın vicdanı, ahlaki yoktur. Ancak Amerikan çıkarları vardır. Ortadoğu da insani değerler umurunda değildir ABD için çıkarını önde gelir. Kimi harcayacağı, kiminle dostluk kuracağı, kimin işi bitince çöpe perişan ederek atacağı kimi kime karşı kullanacağı hiç belli olmaz, hepsini yapabileceği bir gerçektir          

Ne oluyor?
Türkiye NATO’nun silahlı en güçlü kanadındayken, Suudi Arabistan ve Katar ile Suriye rejimini yıkmak için müttefik oluyor. Arabistan ve Katarın seviyesine düşürmüş oluyorlar. Suudi Arabistan ve Katar’ın tarihlerinde kazandıkları hiçbir savaş yoktur, savaşabilecek kabiliyetleri de yoktur. İşte manzara, Türk Silahlı Güçlerini kimlerle ortak yapar duruma soktular.

Sanmayın ki, Suriye sorunu, Esat gidince bitecek. Asıl derin sorunlar Esat sonrası başlayacak, Suriye birden fazla parçalara bölünecek ve bu bölünme Türkiye’ye sıçrayacak, Türkiye’yi de bölecektir. Dahi, Türkiye’de ki ulusal ve bölgesel ölçekten olan Kürt sorunu, küresel ölçekli sorun olarak, küresel güçlerin Suriye’de ne yapmışlarsa, Türkiye’ye de onu yapacaklar.

Öyle Suriyeli muhaliflere falan güvenmeyin. Onlar, kimin arabası hızlı giderse atlayıp hızlı giden arabaya binen, güvensiz zümrelerdir. Bunlar Suriye halkı içinde saygınlığı, meşrutiyeti olan, arkalarından gidilebilecek güvenilirliğe sahip bir tabanları da yoktur. Bu muhaliflerin iç savaşın verdiği uzun yıllar içinde çeteleşme, yağmalama, servet edinmeye alışmışlar bir kere. Öyle abartıldığı kadar güvenilir örgütler değildirler.
Öyle aldandılar ki; her konuda olduğu gibi Esat’ın üç beş günde yıkılacağını sandılar, olmadı. Esad’ın Baas rejimi, bizimkilerin anlayamadığı, üç beş günde yıkılacak sanıp, Şam-Emevi caminde namaz kılacaklarını hayal etmişlerdi ama bir türlü yıkılmadan ayaktadır. Bunun nedeni, gücünü laik oluşundan alan, örgütlü ve güçlü oluşuydu.

İşin aslı, Türkiye Suriye lideri Beşar Esad’dan bazı adımlar atmasını istemiş ve bazı tavizler koparmaya çalışmıştı. Bu talebin Esad iktidarında Müslüman Kardeşlere pay vermesiydi. Esad kesinlikle ret etmesi sonucu düşmanlığın kaynağı olmasıdır. Sandılar ki Esad’a  “kardeşim”  demekle her dileğine boyun eğecek, tersi oldu. Sonuç! Çok başka kanallara doğru aktı gitti…

Recep Erdoğan ve AKP yönetici kadroları, bölgedeki sorunlara kendisi zihinsel mezhepçi baktığından, herkesin böyle baktığını sanarak işe girişti. İşte öngörüsü olamayan yapısıyla gelişen olayları kavrayamadan salt işi mezhepsel boyuttan baktı. Diplomatik öncelikleri kullanmadı, jeopolitik gerçekleri görmezden geldi, stratejik derinliği hafife aldı, sonuç belli oldu, başarısızlık hüsranı.

Örneğin kendileri gibi sanıp, İran’ın Irak’ın Suriye’ye desteğini mezhepsel bir yaklaşım olarak gören AKP iktidarı cehaletini, öngörüsüzlüğü göstermektedir. Sormazlar mı; o halde Rusya da mı mezhepsel Suriye’nin yanında? Davutoğlu boşuna yazmış “Stratejik Derinlik”  adlı kitabını. İran, Arap dünyasının en laik ülkesi olan Suriye’yi stratejik bir ortak olarak destekliyor. Ya da sizinle ittifak içinde olan NATO sizin yanınızda Sünni olduğunuz için mi varlar. Kaldı ki Suriye ordusunu ve Baas Rejimini koruyup kollayanlarında salt Alevi olmadıkları, daha çok Sünni Suriyelilerin olduğu gerçeğini bilmiyorlar mı? Kafanıza bir kere kazımış mezhepçilik, her kesimi öyle sanıyorsunuz. Ama kapitalist ve global sistemde öncelik yurttaşlarına daha güvenli ortam yaratmak için uluslar arası siyasetlerini ekonomi ve güvenlik için,  tehdit algısı nerede varsa oraya hücum ederler. Sizin gibi mezhepsel düşünmez çünkü onlar için söz konusu jeopolitik hedeflerdir; koşarlar, mazlum milletlerin acımadan kanını akıtırlar. 


30 Aralık 2015 Çarşamba

NECİP FAZIL KISAKÜREK KİMDİR ve KİŞİLİĞİ


 NECİP FAZIL KISAKÜREK (1904-1983)
Necip Fazıl'dan Menderes'e: "Benim yaptığımı yapanlara
hükümetler servet yağdırır" diyerek örtülü ödenekten
sürekli paralar sızdırır mahkeme tutanaklarına geçer
İyi bir şair bilinir ama berbat bir fikir adamı olan Necip Fazıl, şairliğini halka, fikrini iktidarın hizmetinde kullanmıştır. 1950’lerde bolca DP nimetlerinden yaralanmış Adnan Menderes’e yağlar çekmiştir. Bu ülkeye en ağır zarar veren İBDA-C’in kurulmasında kaynak kişidir. Dahi, Erbakan’ın MNP’sinden Türkeş’in MHP’sine gelgitleri olan biridir.

Bu milletin zihinlerini bulandırmaya kalkıp şuursuz (bilinçsiz) hale getirmeye çalışanlar bilmezler mi ki? Derin Müslüman gibi görünse de: “Amerikan politikasını korumakla mükellefiz” der ve Müslüman-Türk halkını ve askerini Amerika’nın paralı askeri yapmak için çaba harcayan kişidir...

Necip Fazıl'ın: “Biricik ve olabileceğimiz ahlak kaynağımız İslam ahlakıdır” deyip kendisinin “içki, kumar, fuhuş” gibi İslam'ın dışladığı kötü şeyleri yapıp, halka "İslam ahlakından" nasihatte bulunurken, kendi yaşamı tam dünya zilleti içindedir. 23 Mart 1951'deki gazetelere bir baksınlar Necip Fazıl kimmiş görsünler. Orada görecekler ki, İstanbul Ahlak Polisi; birilerinin “Üstat” dediğini Beyoğlu’ndaki bir kumarhanede viskisini yudumlayarak kumar oynarken yakayı ele verdiğini görecekler...

Necip Fazıl Kısakürek ve Kürtçü Nakşîliği
Necip Fazıl Kısakürek
Necip Fazıl Kısakürek’in önemli özelliğinden biride Nakşibendî tarikatından olmasıdır. Sürekli olarak yazılarında Sünnilik vurgulaması, Sünnilikle “Ehli Sünnet vel cemaat” temel eksenli temaları işlemesi, Sünni vurgularını Alevi-Şiileri yerici, aşağılayıcı yazıları 1969’da yazdığı “Son Dönemin Din mazlumları” adlı kitapta, Görürüz. Yine o kitapta, Seyit Rıza’yı savunduğuna tanık oluruz. Doğrusu, Seyit Rıza'nın Alevi mezhebi aidiyetinden olduğundan değil, Seyit Rızanın Kürt isyancılık yanından ve yeni cumhuriyete karşı oluşundan dolayı konusuna alır.


Necip Fazıl Kısakürek’in Atatürk ve cumhuriyete olan kızgınlığını, Alevilere olan düşmanlığından daha kin ve nefret yüklüdür. İşte Seyit Rıza’yı bir Kürt olduğu için savunmuştur,; onun Alevi olduğundan değildir. Necip Fazıl, diğer Nakşibendîler gibi silsilesiyle “Kürt Teali cemiyeti” başkanı Seyit Rıza’nın babası Şeyh Übeydullah’a onun babası Şeyh Taha’ya bağlıdır. 1976 yılında salt bu nedenle Necip Fazıl Şemdinli’ye gider ve Şeyh Talha’nın mezarını ziyaret eder. Bu ziyaretle ilgili olarak ta, “Seyit Talha’yı ziyaret” şiirini yazar.

Yıllar sonra yani 17 Temmuz 2012’de bu yazdığı, “Seyit Talha’yı ziyaret” şiiri Özgür Gündem’de BDP’li Hilmi Geylani; “Şemdinli’den Qamişlo’ya Uzanan Sevdam”  başlık altında şöyle yâd edecekti:

Şemdinli’nin tarihsel önemini birkaç satırbaşıyla açarak bugüne gelmek istiyorum.
Bu aralar sorunlu tarihi kanatmadan deşerken Necip Fazıl Kısakürek’i de okudum.
Doğruları ve yanlışları her görüşten kalemleri harmanlaysak okumadan gerçekler bilinmez ve ortaya çıkmaz.

Necip fazıl; “Çile” kitabında yer alan 1976 yılında Şemdinli seyahatinde yazdığı ve aidiyetime de uzanan iki mısralık şiiri, derin bir anlamı emiyor fikrindeyim. Şiir şöyle:

Seyit Taha’yı ziyaret
Şemdinli dağlarının içtim nur çeşmesinden
Kurtuldum akreplerin ruhumu deşmesinden      

Seyit Taha 1880’de başlayan en geniş kapsamlı Kürt hareketinin lideri Şeyh Ubeydullah Nehri’nin babasıdır. Nehri’de Şemdinli’nin eski ilçe merkezi o dönem Kürt yönetiminin yönetim sarayı, kalesi, köprüsüyle anılan hareketin merkezidir.

Şeyh Ubeydullah da 1925 yılında Şeyh Sait’le Diyarbakır’da 20 yaşındaki oğlu Seyit Muhammed ile idam edilen “Meçlisi Ayan ve Kürt Teali Cemiyeti” in başkanı Seyit Abdülkadir’in babasıdır. Yani burada siyaseten Necip Fazıl’dan Recep Erdoğan’a uzanan bir ince çizgi vardır.

Recep Erdoğan ve Necip Fazıl
Recep Erdoğan’ın taparcasına bağlılık gösterdiği Necip Fazıl için ödül töreninde şöyle diyordu: “Rabbim ondan razı olsun, şefkatiyle, merhametiyle bizleri kuşatsın” diyordu. Bizce Necip Fazıl Kısakürek kimdi! Recep Erdoğan’ın Necip Fazıl’ı delice böylesine saygıyla anmasına iten neden neydi? Necip Fazıl “muhafazakâr çevre” için değerli, dava sahibi bir “üstat” yapan şey neydi bir bakalım onu bu kadar değerli kılan sır? Bu ülke tarihi için ne yapmış, topluma hangi katkıları sunmuş, hangi bilimsel düşünceleri ile topluma ışık olmuş?

Başta Necip Fazıl Kısakürek, muhafazakâr mahallede hayranlık uyandırma nedeni, insanlığa dair sunduğu barış, kardeşlik, hoşgörü fikirleri asla değildi.
 Onun militarist bir hınç, kin ve öfkeyle diri tutmaya çalıştığı, “İslamcı ideoloji” ve öğretileridir. Dahi; karşıt görüşlü kimseleri açıkça düşman ilan eden, onlara karşı sözlerini adeta kin ve kusan nefret duygularla çevresini etkileyen biriydi. “Baş yücelik” adını verdiği (Recep Erdoğan'ın özendiği, başkanlık sistemi aklının kaynağı) devlet anlayışı ile nasıl bir toplum düşlediğini açıkça ortaya koyuyordu. Düşlediği gençliğe çağrısı, Recep Erdoğan'ın da dilinden arada bir çıkarttığı şöyleydi: “Dininin, dilinin, ilminin, ırzının, kininin, öcünün davacısı” olmasını istediği bir gençlik itiyordu. 


Yaşamının otuz yılını hatırlamak bile istemeyen Necip Fazıl, diğer kalan yaşamı boyunca fikirlerini cumhuriyet düşmanlığı yaparak, sıkı ama çelişkili bir İslamcılık yaparak. Yaşamının bir bölümünü, anılmasını istemez, kendi sözleri ile
“çöplük” olarak görür ve o şatafatlı yıllarını. Yine o yıllar içinde (İslamcı olmadan önce) Menemen’de katledilen Kubilay için şu dizeleri kaleme alır: 
“Gözüme görünen şeyi açıkça, kaidesiz, tertipsiz ve imansız söylüyorum. Eğer zayıf tutarsan, eğer inkılâbın yüreğini, hassasiyetini ve sinirlerini temsil etmezsen, bıçağın ters tarafı ile yirmi dakikada kesilen Kubilay’ın kafasında sana tevcih edilen akıbeti seyredebilirsin… Türkiye’nin nüfus kütüğündeki softa ve mürtecilerin yeşil kanını kurutacaksın; bu kadar…”

Kumarcı, kadın düşkünlüğü, içki içiciliği, Kubilay için sözleri birdenbire değişerek Nakşibendî Şeyhlerinden Kürt kökenli Seyyid Abdülhakim Arvasi ile tanışınca biter. Bu Şeyh ile tanıştıktan sonra katı bir İslamcı olur ve dahi adını koymadığı bir şeriat özlemi ile yanar tutuşur...


Artık Cumhuriyete ve sola karşı kin ve nefrete varan söylemler sıralamaya başlar Dahi, vazgeçilmez bir Amerikancı olur, Amerika’yı iyi bir müttefikimiz olarak görür.
1959 yılında “Büyük Doğu Dergisinde bu konu ile ilgili şu sözleri yazar: “Amerikan politikasını korumakla mükellefiz. Bize düşen, kendi kendimize sahip olarak, Amerika'nın ebedî müttefiki, Amerikalının da ‘Sen sensin, ben de ben’ tarzında dostu olmaktır. Amerikalıyı da böylece kendimiz için bir saadet unsuru kılmak. Yoksa belâ haline getirmek” dediği açıktır. 

İsmet İnönü’ye kinli düşmanlığını gizlemez ve şöyle yazar:

İhtilal acentesi,
Solun tam da ortası,
Moskof ’un oltası,
Eli, zulüm muştası,
Tek ümidi, cuntası
İnkılâp, avantası,
Nemrut, onun atası,
Ölüm yolu, rotası,
Namlı servet çantası,
Ünlü küfür softası.


Necip Fazıl, böylece İsmet İnönü’ye bile hakaret etmekten asla geri durmaz.  

Necip Fazıl Ülkücü Düşüncesinden Ahmet Arvasi’ye
Arvasi için milliyetçilik Ülkücülük kadar, İslam da bir din ve medeniyet olmanın ötesinde bir ideolojidir. Buna dair fikirlerini şöyle açıklar: “Bu noktada belirtelim ki, Türk milletinin ve dolayısı ile Türk milliyetçiliğinin âlemşümul davası ve ideolojisi Allah ve Resulünün davasıdır ve bunun adı İslamiyet’tir” der.

Türk İslam Ülkücülüğün çıkmazı, Atatürksüz bir İslamcı milliyetçililer yanında laik, Atatürkçü, cumhuriyetçiler ile birlikte çalışmalarıydı. Ahmet Arvasi açık bir biçimde Atatürk ve cumhuriyete karşı çıkmaz gibi görünürken, Atatürk’ünde onayladığı, Ziya Gökalp’ın “Garp Medeniyeti” kavramını eleştirenlerdendi.

Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir yerine...
Ahmet Arvasi Ülkücü manifestosu olarak yazdığı kitabında, Türk milliyetçiliğinin öncüsü Atatürk’ten bir satır bile söz etmez dahi kitabında “Türkiye Türklerindir”  sözünü der ama hiçbir zaman bu sözün kaynağının Atatürk olduğunu söylememiştir. Hatta Atatürk’ün “Hâkimiyet bila kayd-u şart milletindir” (Hâkimiyet milletindir) sözüne karşı 25 Nisan 1946 yılında Necip Fazıl’ın “Yakın Doğu” adlı dergisinde kullandığı, “Hâkimiyet Hakk’ındır” vurgusunu öne çıkartır...

Ayrıca Necip Fazıl, Meclisteki "Hakimiyet Milletindir" sözlerine kafayı takar şöyle der: "Büyük Doğu’nun kafasında bir Mebuslar Meclisi değil, bir yüceler Kurultayı’nın kürsüsünde, ‘Hâkimiyet Milletindir’ levhası yerine ‘Hâkimiyet Hakk’ındır’ düsturu ışıldamaktadır.” 

Necip Fazıl’ın bu sözleri aradan geçen yıllar sonra 1990 yıllarına gelindiğinde şeriatçı militanlar arabalarının arkalarına, kaynağının nereden geldiği bilinen,  “Hâkimiyet Allah’ındır” sloganları asmaya başlarlar.

Buna şöyle bir iddia öne sürüyorlardı: Doğunun Türk tarihi ve İslam’ın etkisinden çok uzak Türkler, Batılı veya Batı medeniyetinden olamazlar, olmalarına da gerek yok, fakat çağdaşlaşma ve laiklik ihtiyaçtır” diyen Arvasi’nin temel düşüncesinde, gerçek manada bir laiklik yoktur… Ona göre gençler: “laiklik” anlayışı yüzünden ülkemizde kitlelerin İslam’a yabancılaştırılması tehlikesi doğmuş, bu yüzden birdenbire, “felsefi ideolojiler” yabancı doktrinler çoğalmıştır” diye bir ince ayrıntıyı da açıklamaktan ihmal etmez.

Sonuçta Ahmet Arvasi’nin ne kadar İslamcı, ne kadar milliyetçi-ülkücü olduğu karmakarışık lakin kesin bir şey var ki, Atatürkçü ve laik cumhuriyetçi olmadığı oldukça kesindir. Ancak bir biçimde Nakşî Necip Fazıl çizgisinde biri olduğudur.

MHP’nin vazgeçilmez sloganı haline gelen, “Kanımız aksa da zafer İslam’ındır” çizgisinde bir siyaset izlemek, MHP’nin git gide İslamlaştığı lakin içinde hala ağırlığı bulunan bir Atatürkçü, laik cumhuriyetçi kesimin varlığı da gözden kaçırmamak gerekiyor. 

Amerikancı Şair Necip Fazıl’ın Belgeli Ayıpları
17 Temmuz 1959 tarihli “Büyük Doğu” adlı dergisinde şöyle yazıyordu: “Amerikan politikasını korumakla mükellefiz… Amerikan siyasetini tutmak biricik yol…

Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyesinin, iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz. Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine (tekliğine) göre ayarlamakta büyük ve her işe hâkim bir mana gizlidir.” İşte böyle biri “üstat” adı verilen şair Necip Fazıl Kısakürek!

Necip Fazıl, “Hazreti Ali” adlı bir kitap yazar. Orada etliye sütlüye karışmaz, haklıyı haksızdan ayırmaz, kendine göre Alevileri de Sünnileri de küstürmeyecek siyasetinde: “Ali kesinlikle haklıydı, fakat Muaviye de haksız değildir” der.

Çelişkili hali; dün ak dediğine bir başka gün kara diyebilen biriydi...
Dahi Necip Fazıl, DP döneminde hapse tıkılınca: “Biz erkeğiz Menderes, olamayız muannes (dişi)” der. Sonra dışarı çıkınca örtülü ödenekten tekrar paraları cebine almaya başlayınca ağız değiştirerek tekrar “Üstat” Menderese övgüler yağdırmaya başlar.  

Sıkışınca yalvar yakar olur...
1960 darbesiyle de, bukalemun gibi renk değiştirerek, darbeyi yapan Cemal Gürsel’e yazdığı mektupta “Sayın Paşam Cemal Gürsel” diyerek şöyle övgüler yağdırdığı bu mektubu 15 Eylül 1968 yılında Ekspres Gazetesinde yayınlanır:  “Sayın Paşam Cemal Gürsel, …siz en iyi müdahaleyi yaparak güzel yurdumuzu kötü politikacılardan kurtardınız. Demokrat Parti kötü idaresiyle zaten bunu hak etti” der. Ve acizleşerek yalvarır kendini kurtarmak için: “…Beni zindandan kurtarabilirsiniz. Esasen namusun, şerefim üzerine yemin ederim ki, serbest kaldıktan sonra hayatımın sonuna kadar politika ile ilgili hiçbir yazı yazmayacağım. Siz büyüklük gösterip de beni af edin, beni kurtarın, daima sizin emrinizde olacağım” diye yalvarmıştır.

1980 12 Eylül darbesi olduğunda da “üstat” ustaca dönerek, çıkarmış olduğu “Büyük Doğu Dergisi” kapağına Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş resmini koyarak, üzerlerine çarpı işareti yapar “çözüldü muadele (denklem)” der.   

Bugün 28 Şubatta yapılanlara tahammül edemeyenler, “Üstat” dediklerinin nasıl 1960 darbecilerine kendini örtülü ödenekten fayda sağlayanları sattığını bilmezler mi? Ama milleti “dindar-kindar, kininin davacısı gençlik yetiştirmek” neyin nesi, kime karşı bu kindarlık?

Hz Muhammed’in sünnetidir: “ey iman edenler; biliniz ki, din ile kin yan yana gelmez. Müslüman’ın en büyük düşmanı kinciliktir”

Örtülü ödenekten paralar verdikçe Menderesi sever...
Menderesten, örtülü ödenekten sürekli para alır
Necip Fazıl, Başbakan Menderesi iktidardayken çok sever. Elbette bu sevginin karşılığının da ballı yağlı olarak alır. 1950’lili yıllarda Menderes örtülü ödenekten para öder. O da bu paralarla Necip Fazıl’ın çıkardığı “Büyük Doğu” iktidar yanlısı dergi çıkarır. O dergide  “Kininin davacısı gençlik” yetiştirmekte bu dergide geçer. Dahi bu adı geçen dergide, Gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı vuran, küçük çocukları istismar edip ırzına geçen ve hapis yatıp ceza alan Hüseyin Üzmez adlı kişide yazılar yazar. Dahi İstanbul’da polisle çatıştığı bir hücre evde öldürülen İBDA-C ve Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu da vardır. Şimdi de görüyoruz ki, Başbakan Recep Erdoğan’ın hayranlık duyduğu, ilham aldığı ve düşünceleri ayet gibi etkilediği kişi olmaktadır.

1960 darbesinden sonra evindeki aramalarda kahverengi bavul içerisinde bulunan örtülü ödenek harcamaları ve mektuplar bulunur. Gizli tutulması gereken, Menderes’e yardım talebinde yazdığı mektuplar ve örtülü ödenekten Menderes tarafından ödenen paraların makbuzlarıdır.

21 Ocak 1954 yılında Necip Fazıl’ın Menderes’e gönderdiği mektupta: “Muhterem efendim” diyerek başlayan mektubunda, Emniyet Genel Müdürü’ne kovuşturmalarla ilgili gerekli talimatın verilmesini, huzura kabul edilmesini ve kendine yardım yapılmasını talep ediyor.

Ayrıca 26 Aralık 1956 yılda da Her şeyi uğruna feda ettim” diye başlayan mektubunda: “…Müsteşar beyden 2500 lira ve ‘Mecmuanı çıkarda görelim ve sonra yardım edelim’ cevabı aldım. İlk defa bir itimatsızlık sezer gibiyim. Ben parayı alırda mecmuayı çıkarmam veya çıkarırım da, uygunsuz bir istikamet mi tutarım? Ben ki, her şeyi uğrunuza riske etmiş, her defa mükemmel eseri vermiş ve bu kadar tecrübe ve çileden geçmiş bir adamım. Şahsım, kalbim ve kalemim her türlü teminatım üzerindedir.

Benim yaptığımı yapanlara hükümetler ve rejimler servetlerini ve nimetlerini yağdırırlar. Bütün bunlara karşı 15 bin lira zarar çarpıtılmış ve nice kast ve sabotaja karşı yalınız bırakılmış olarak sürünmekteyim. Haftalardır bu Ankara’nın hücre ve münzevi otelinde cinnet, buhranlar içinde çırpınmaktayım. Bütün istediğim zarara birkaç bin zamla 20 bin lira temininden ibarettir. Bunca muvaffakiyetten sonra uğraştığım hal ve düştüğüm şeref kırıklığı hayatıma mal olabilir.”  (…) 

14 Ocak 1958 yılında Menderese yazdığı mektubunda ise: “Hesabı nasıl vereceksiniz? Ben hastayım, şekerliyim. Ayrıca çıldırmak üzereyim Bütün hastane halime acıyor. Bu vaziyette emrin uzaması benim ölüme cinnete terk edilmem demektir. Başıma bir hal gelecek olursa Allah’a, Türk Milletine ve ‘Allah bir’ diyenlere karşı hesap nasıl verecektir. Kadiri mutlakın üzerine yemin ederim ki, yalan söylemiyorum, mübalağa etmiyorum, rol oynamıyorum, edebiyat yapmıyorum.”

14 Haziran 1958 yazdığı mektupta ise: “Reklam ve sair ihtiyaçlarım için 10 bin lira
Lütfedilirse… Ayda 6 bin lira tahsis olunursa… Akis, Kim, Form mecmuacıklarla bütün muhalefet matbuatını saf fikirle çürütücü, muazzam bir içtimai ve edebi, ideoloji, bina edici kafalara ve yüreklere nüfuz edici bir mecmua kuracağıma emin olunabilir. Bu da olmazsa tam 6 aydır bir tek yardım görmeyen beni vazife günüme kadar her ay muayyen ve mükerrer bir mikyas altında kurmaktan ve gözyaşları içinde yalınız ibade ve mücerret eserler kaleme almaya terk etmekten bakla iş kalmaz” der.     

İşte evindeki aramalarda kahverengi bavul içinde bulunan, örtülü ödenekten para almak için yazdığı mektuplardan bazılarıydı Yassıada duruşmalarının zabıtlarında yer alan Necip Fazıl hak etmediği millete ait paralar yıllara göre şöyle:

1951’de:  50.000 lira
1952’de:  50.000 lira
1954’de: 18.000 lira
1955’de: 10.000 lira
1957’de:   5.000 lira
1957’de: Necip Fazıl hapisteyken eşine 5.000 lira ödenir.
1958’de: Bir kısmı Tevfik İleri eliyle 10.000 lira ödenir.
1959’da: Yine bir kısmı Tevfik İleri eliyle 10.000 lira ödenir.

Necip Fazıl Müslümanlara: “İçindeki kini eksik etmeyen” diye nasihatte bulunuyor ve kininizin davacısı olması için gençliğe çağrı yapıyor. Fikrini iktidardaki hizmetinde, iktidardaki siyaset adamlarına harcamış kötü bir siyasetçi, iyi bir şair olmasına leke sürmektedir. Fikrini; Demokrat Parti’den nemalanmak için Adnan Menderes’e yağlar çekerek yaşamını sürdürmüştür.

Bu ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı tarafından referans olarak gösterilen bir şairi eleştirmek her babayiğidin harcı değildir. Ama o babayiğitlerde bulunabiliyor bu ülkede.

İçki İçer, Kumar Oynar ve Kadın Düşkünüydü Necip Fazıl Kısakürek...
Yaşamında tutkulu içki ve kumar vardı. Kendini aklamak için de, sıkça geçmişini:  “Ben geçmişimi dürdüm, büktüm ve kaldırıp çöpe attım; bu çöpleri ancak köpekler karıştırır” der. Yani: “Benim geçmişim çöplük, araştıranda köpektir” diyerek, geçmişini “Çöplük” olarak değerlendirir, suçluluk duygusunun verdiği karakteriyle kendi geçmişini araştıranların önünü “köpek” yakıştırmasıyla kesmeye çalışmıştır. 

Ayşe Hür, Atatürk’ü eleştirirken dinci çevrelerden alkış aldı hep. Ne zaman bu kesimin nerdeyse tabu haline getirerek kutsadığı Necip Fazıl’ın gerçek geçmişini açıklayınca da dincileri hışmına uğradı, bütün küfürleri üzerine çekti.

Bu tutumlarına Ayşe Hür: “Atatürk tabusunu eleştirirken beni alkışlayanlar, Necip Fazıl tabusuna dokununca ayağa kalkıyorlar, sizi çifte standartçılar”  der.

Ayşe Hür, Necip Fazıl’ı eleştirmeye başlar, onun Menderese yalvarışla mektuplar yazarak para istediğini, ama Necip Fazıl parayı “dava adamlığı ve davaları”  için değil de kumar için istediğini şöyle yalvararak ister: “Sürünmekteyim, 10 bin lira lütfedilirse... Benim yaptığımı yapanlara hükümetler ve rejimler servetlerini ve nimetlerini yağdırır” diye sitemde bulunur.

Ayrıca 1959 yılında İsmet Paşa’ya atınla taş hakkında Necip Fazıl Kısakürek yazısı:
15/7/1959 yılı Kim dergisi, Vatan, Ulus, Kervan kapatılır. Ahmet Emin Yalman, Necip Fazıl kışkırtmasıyla, yaşı küçük kız çocuğa tecavüz suçu işleyen Hüseyin Üzmez adlı kişi tarafından vurulur.

Dahi; 1959 ilkbaharında İsmet Paşa’nın Batı Anadolu gezisinde Uşak’ta olaylar çıkar. Polis göz yaşartıcı bomba kullanır. DP’lilern attıkları taşla İsmet Paşa yaralar. Bu olayı Necip Fazıl Kısakürek Büyük Doğu Dergisinde: “Küçük bir çakıl taşını bu kadar büyütmeye gerek yok. Onun leş haline getirecek gülleden ne haber” diye yazar.

Kahramanlar Yanında Hainde Yetiştirdi Bu Topraklar
Bu bereketli topraklarda devletler kurulmuş, devletler yıkılmış. Bin yıldan fazla zamandır Türk yurdu olmuş, pek çok düşman işgallerine maruz kalmış, inançla, imanla savuşturmasını bilmiş, yurduna alçakları uğratmamış, niyet edenlerinde ayaklarını hayallerini hüsrana uğratmıştır.

O kadar bereketli topraklarımız var ki, pek çok kahramanlar yetiştirdiği gibi yabancıların gıpta ettiği. Ama o kadarda işlenmiş tarlalarda yaramaz ayrık otları gibi hainlerde yetiştirmekte menşurdur. Hainler, zamanla gerçek kahramanları unutturan, hiçleştiren, halkın gözünden düşüren eylemler yaparak, hainlerin birer kahramanlar gibi halka alıştırıyorlar.

Kurtuluş Savaşına karşı çıkan, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının mücadelelerine engel olmak için çeşitli dubaralar kurgulayan zevatlar, Yunan destekçileri, İngiliz ajanları, işkâlsı Yunan yanlısı fetvalar veren hainliliği sanat yapmış imamları bugün kahramanlaştırmaktalar.

Karanlığın Aydınlığa Karşı Savaşı
İşgalci düşmanlara karşı verilen mücadele karşısında bir de bu ülkeyi yıllarca karanlıkta tutup milleti kör eden, ovalarda köstebek yuvasını andıran evlerde, dağlarda kartel yuvası gibi çalı çırpıdan yapılmış çadırlarda yaşamaya tabi tutanlara karşı mücadele verenlere karşı savaşıydı.

Abdullah Gül’ün, Recep Erdoğan’ın, Bülent Arınç’ın ve siyaset eden sağ kesimlerin yanında ülkemizde bir kesimin “Üstadımız” dedikleri Necip Fazıl Kısakürek nasıl biri?

09/06/1947 yılında Türklüğe Hakaret suçundan 05/08/1947 1 ay 27 gün hapis cezası.

6 Ağustos, Son Posta gazetesi, “Türklüğe hakaret davası bitti” diye yazar
Dahi, 21/04/1950 Türklüğe Hakaret 15/07/1950 3 ay, 25 gün hapis cezası alır.
Cumhuriyet Savcılığı Tevkif Müzekkeresi No 1950/5191

Necip Fazıl’ın şiirindeki şu sözleri: “Ah küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap; bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp” diyerek Atatürk ve devrimlerine hakaret suçu işler.  Aslında Atatürk döneminde ateşli bir Atatürkçü olan Necip Fazıl, 1943 yılında “Büyük Doğu” adlı dergisi Kasım sayısında “Atatürk ölmediğini bir gün mutlaka geri döneceğini yazardı. Atatürk zamanında gelişen gerici Menemen olaylarına istinaden irticacılar için, “zift ruhlu, zehir” olarak belirtir. Menemen olaylarını şu sözlerle lanetler: “Vatanımızın kalbimize en yakın bir köşede daha dün düşman bayrağından temizlediğimiz bir meydan, (Menemen) bugün ‘inna fetehnaleke’ yazılı zift ruhlu bir irtica âleminden temizliyoruz İrtica, yatağımızın başucundaki bir bardak suya karıştırılan zehirdir” diye yazar. Menderes hükümeti ile birlikte bu sözlerini unutur, Amerikancı bir zihniyete dönüşür. Menderes hükümetinin örtülü ödeneğinden kumarda harcadığı paralar söğüşlemeye başlar ve Atatürk düşmanlığına dönüşür.

Atatürk’e Hakaret 15/10/1960/3349 numaralı mahkumlar için müddetname  “Destan” adlı şiirinde Cumhuriyet Devrimlerine ve Atatürk’e dolaylı hakaret vardır. 18/12/1961 1 yıl 65 gün hapis cezası.

Necip Fazıl Dinciliği, Cumhuriyet Devrimlerine Karşı Kincilik Hareketiydi
İşin “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılması ve Türbedarlıklarla İle Birtakım Unvanların Önlenmesine ve Kaldırılmasına Dair Yasa” 30.11.1925 tarihinde kabul edilen 167 sayılı yasa tasarısını teklifi veren dört isim var. Sonra 1946’da bu dört kişi Demokrat Parti’yi kurarlar. Bunlar:  Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fuat Köprülü, Celal Bayar’dır. En çokta bu dörtlü kendilerinin teklif edip yaşama geçirdikleri yasaları yine bu dörtlü bu yasaları laçkalaştıranlar olarak tarihe geçmişlerdir. Bunların yaptıklarına bir bakalım:

1. 3 Mart 1924 tarihinde 430 sayılı Tevhidi-i Tedrisat (Eğitim Birliği) kanunu.

2. 25 Kasım 1925 tarihinde 671 sayılı Şapka İktizası Kanunu.

3. 30 Kasım 1925 tarihinde 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddi’ne ve
Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun.

4. 17 Şubat 1926 tarihinde 743 sayılı Türk Kanunu Maddesi’yle kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair madeni nikâh esası ile aynı kanunun 110. maddesi hükmü.

5. 20 Mayıs tarihinde 1288 sayılı Beynelmilel Erkamın (rakamların) Kabulü Hakkında Kanun.

6. 1 Kasım 1928 tarihinde1353 sayılı Türk Harflerin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun.

7. 26 Kasım 1934 tarihinde 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa gibi lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun.

8. 3 Aralık 1934 tarihinde 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilmeyeceğine Dair Kanun

Türkler, şimdiye kadar görmedikleri yeniliklerle tanışıyorlar. Türkün adam gibi adam olması için çıkarılmış aşağıdaki 8 maddeden oluşan. 10 yılda tamamlanan yasaların 1946 yılında Demokrat Partiyi kuranların,1950 yılından sonra ilgasına iştahlı katkıları

olmuştur. Bu yasaların ilgasında bu dörtlüden oluşan Adnan menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan, Celal bayar, Demokrat Partiyi kurduklarından sonra ilk işleri, kendilerinin desteğinde oluşturulan yasaların yok sayılmasını da yine bu dörtlü yapmışlardır.

Akıl ve çağ dışılık zorluyor zihinleri. Bir kere bu yasaların Türk halkına verdiği  “adam gibi adam olma” ağır gelmiştir. Yani millet olarak işimize yarayan ne varsa tersinde anlamakta üzerimize yoktur. 1923 ruhunun Türklere sunduğu “adam olma”  yasaları duyarsızlıkla ortadan kaldırmak isteyenler, İslam’ın içine sinsice sokulan Süfyaniler soyundan Emevi zihniyetinin kalıtımıdır.

Çöreklenmiş Emevi zihniyetinden kurtulmak çok zor: “Geleneksel İslam fıkhı, temelleri Emevilik tarafından atılan bir fıkıh olduğu için, hem büyük ölçüde Kur'an dışıdır hem de şiddet üreten bir fıkıhtır. Çünkü bu fıkıh, İslam’ı ideolojileştiren bir fıkıhtır” der Y. Nuri Öztürk

Eski Marksist, yeni Müslüman Fransız düşünür Roger Garaudy haklı olarak şöyle der: “Müslümanlar, eğer tarihin önünde ayakta kalacaklarsa, Çöl fıkhından, uzay fıkhına geçmek zorundalar” Yalan mı?

İstiklal Marşının şairi Mehmet Akif Ersoy, dil, din ilişkisi hakkında camiler de hutbesinde şöyle der: "...Her tarafta Müslümanlık cehalet, Müslümanlar ise sefalet içinde mahvolup gidiyor. Müslümanlık bize dünya için bir ‘hayat-ı tayip’ vaat ediyordu. Niye vermedi? İşte bizim hep cehaletimiz yüzünden Müslümanların hepsi cahil, Arap’ı cahil, Türk'ü cahil, Kürt'ü, Arnavut'u cahil. Hani Müslümanlar kardeşti? O halde nedir Müslümanların bu hali? Aman Yarabbi! Kur'an ne söylüyor, biz ne anlıyoruz. Sabır katlanmak değil, göğüs germektir..." diyerek acizledir.

İsmet Paşa İle Eski Bir Nazır: İsmet Paşa, Lozan anlaşması için görevlendirildiğinde, Osmanlı Babı âli sinde yetişmiş deneyimli bir eski Nazır'dan (bakan) akıl ister: "Ben acemi diplomatım, sizin zengin deneyimlerinizden yararlanmak isterim" der İsmet Paşa.

Eski Nazır'ın yanıtı: "Bana akıl sorma! Ne düşünüyorsan onu yap! Çünkü bizim boynumuz dış ülkelere hep eğikti. Karşımızdakini güçlü, bizim güçsüz olduğu bilinci benliğimize işlenmişti, hep alttan alırdık. Siz ise bir yenginin insanısınız" der.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 10 yıl içinde yaşama geçirdikleri yukarıdaki yasaların birilerinin hesabına gelmese de ne kadar yararlı olduğu şimdi daha iyi anlaşılmaktadır...

1923’den 1945’e kadar devletini korumuş, gözlemiş; siyasi İslamcılara göz açtırmamış bir devlet idaresi 1945’den sonra ilk laçkalığını dinde göstermiştir. Kemalist ideolojinin çöküşü CİA’nın kapalı planları sonucu, “Dünya İslam Birliği”  kurmaya, başına Türkiye’yi getirmeyi ön gören ABD, İslamcı-Müslümanları hep kışkırtmıştır...

17 Eylül 1943’de kurulan “Büyük Doğu” adlı derginin sahibi Necip Fazıl Kısakürek, dinsel gizemciliğin ve kendini besleyen Amerikancı bağlılığın gücü doğrultusunda yayın yapar. 1946’da siyasi İslamcı çizgiye tamamen giren dergide, aslen Aksekili olan “Serdengeçti” lakaplı, Osman Yüksel adı da öne çıkar. Çağdaş cumhuriyetin on yıllık sürede çökertilen Sünni-dinciliğin üst yapısının rövanşı 1950’den sonra alınmaya yemin etmiş siyasiler işlerini inatla sürdürmektedirler. 

İBDA-C (İslam-i Büyük Doğu Akıncılar Cephesi)
MSP’nin Akıncılarının devamı olarak 1984’de kurulan İBDA-C İslam-i terör örgütü RP (Refah Partisi) oldukça destek görmüştür. Finans kaynakları da Al Baraka, Milli Gazete, Akit ve Akit grubuna bağlı Cuma dergisi, Milli Gençlik Vakfı ve dahi Refah Partisi. Bu örgütü oluşturanların gözünde yatan düş, şeriat için silahlı savaş vererek “Allah’ın askerleri” (Hizbullah) imgesiyle alana çıktıkları bilinir. Aşağıda açıklandığı gibi sert çıkışları ile ünleri yaygındır.

İBDA-C’nin üstadı ve fikir babası Necip Fazıl Kısakürek’in tezleri doğrultusunda kurulmuştur. “İslam-i Büyük Doğu Akıncılar Cephesi” fikrinin mimarı sair Necip Fazıl Kısakürek hayranlarına duyurulur. Refah Partisi ve İBDA-C hakkında Ergün Poyraz’ın “MNP’den FP’ye İhanet Belgeleri” yapıtına bakınız.

12 Eylül 1980 askeri darbeden sonra MSP (Milli Selamet Partisi) kapatılmasıyla, MSP’nin yan örgütü olan “Akıncılar” da İBDA-C’nin içinde ad değiştirerek birer nefer olarak varlıklarını sürdürürler. Sert çıkışlı, dili sivri, kendilerinden olmayanlara küfrü hak gören bir tür yapılanmaları vardır.

İBDA-C’cilerin çıkarmış oldukları “Taraf” adlı dergilerinde bazı ilginç ve düşündürücü kesitler aktarmakta yarar var. Bunlardan bazıları şöyle: “...bizim vazifemiz paryalıktan başka hak tanımayan bir Siyonist Türkiye Cumhuriyetini yok etmektir. Her ne suretle olursa olsun yok etmek ve Sünni İslam devletini kurmaktır. Bu görev her Müslüman’ın üzerine farz-ı ayandır...” (1)

MSP lideri Necmettin Erbakan’ın Akıncılarının 1984’de Salih Mirzaoğlu takma adlı Kürt kökenli Salih İzzet Erciş tarafından Batman’da kurulmuştur. Kumar düşkünü İslamcı şair Necip Fazıl Kısakürek’i “üstat ve yol gösterici” olarak bilirler ve ondan ilham alırlar.

Davutlar Milli Gençlik Vakfı adına Fikret Eraydın adlı bir kişi “Taraf dergisi” ne abone olmak istediğini, 6 aylık parasını yatırdığını mektupla bildirir. Eraydın Mektubunda şöyle bir tenkit yazmayı da ihmal etmez: “...derginizde bazı İslam edebine aykırı kelimeler kullanılıyor. Lütfen bu konuda biraz dikkatli olalım ve yazalım. Bu gibi sözler davanıza zarar verebilir...” der.

Bu istek karşısında “Taraf Dergisi” söyle bir yanıt yazar: “...küfür hakikati örtmektir. Hakikati örtenleri aşağılamak, tahkir etmek ise ‘şer-i bir vazifedir.’ İmamı Rabbani hazretleri ‘ehli bidati tahkir edin, aşağılayın’ diye buyuruyor. Tüm ahlaksızlıkları içerisinde toplayan Kemalizm’e ve onun işbirlikçilerine tahkir edici ifadeleri, İslam edebine aykırı kelimeler olarak görmeniz yanlış. Piç, veledizina, ibne, ayyaş ve pezevenklere sıfatlarını söylememek Hakk’ı incitir. (...) İman öfkesiyle sövmeyi birbirine karıştırmayınız. Küfre hakaret etmek, yerine göre şiddetin bir parçasıdır.”  derler.

Taraf dergisi 32. sayısında: “...Anadolu’nun kurtuluşu için İslamcı savaş harekâtı resmen 2 Temmuz (1993) Sivas’ta, fiilen de Ağustos ayı İBDA-C çıkışıyla başlamıştır. (...) Müslümanlar silahlandırılmalı, laik devletin sonu hızlandırılmalıdır. (...) MGV (Milli Gençlik Vakfı) daha şimdiden iç savaşın önemli kalelerinden olacağını hissettiriyor. (...) İslam’ın kanı yerdedir...” der.

İBDA-C yayınlarındaki bazı sloganlara bakarsak PKK’ya açıkça destek verdiklerini de görürüz. İBDA-C’ciler doksanlı yılların ilk yarılarında, her şehit düşen Türk askeri için bayram ettikleri taraf dergilerinde sergiledikleri yazılardan bazıları: “Yaşasın Kemalizm’e karşı PKK’lı gerilla kardeşlerimiz... Yaşasın kanlı Sivas kıyamı; dinsiz cumhuriyet yıkılma yolunda en önde giden Sivas’ın yiğit Müslümanlarına teşekkürü bir borç biliriz” gibi pek çok radikal çıkışlar.

Ve dahi; “...karar çıkmıştır, ‘İslam’da şiddet yoktur’ diyen her kim olursa olsun aynen Kemalist ve işgal yanlısı bir kâfirdir. Nifak ve fitnecilerin katli hak ve önceliktir. Yaşasın Anadolu halkının şeriat için silahlı mücadelesi...” 

Sivas’ta 37 aydının yakılmalarına ise o kadar alçakça ve insafsızca sözler söylemekteler ki, insanları diri diri yakarak öldürenler için haklılık payı veren bunlardan bir kaçı ibretlik sözleri: “...Sivas’ta insanlarımız yargılama ve cezalandırma hakkını kullanmıştır. Yargılama ve cezalandırma hakkı yalınız Müslümanlarındır. Bunun lamı cimi yok. Yasadışı TC’nin hiçbir hakkı yoktu...”  diyerek devlete bile kafa tutmaktadırlar.

Bir taraf okuru kadın: “...bir büyüğünüz olarak, ablanız ve anneniz gibi düşünüyorum” diyerek bir uzun bir mektup yazar. İşin detaylarını anlayamamış Taraf okuru bu kadın: “...Taraf dergisiyle müşerref oldum, çok beğendim fakat polise köpek, teröriste gerilla diyorsunuz (...) Allah aşkına PKK’yı hiçbir şekilde haklı çıkararak bahane ileri sürmeyin...” der.

Taraftan yanıt: “...Müslümanlara parya muamelesi yapan, geçmişte yüz binlerce kardeşimizin kanına giren Kemalist devlettir. PKK değil! İslamcı mücadelelerin etkinliği, bu devletin güç kaybetmesiyle bağlantılı olduğundan ona darbe indiren her kesim, biz İslam devrimcilerini mutlu kılar... Polise ‘köpek’ nitelemesi, işkenceci ve kuduz İslam düşmanı polisler için geçerli, bizimkiler için değil” diye yanıtlarlar.  

Malatya cezaevinde PKK davasından yatmakta olan ve kendini “savaş esiri” olarak tanımlayan Mehmet İstek adlı birinin Taraf’a yazdıklarından bir bölümü şöyledir: “...Kürt ve Kürtlerin tanımlarını doğru ele almanız, derginizi takdir etmeme neden oldu...” der.

Tarafın yanıtı: “...siz oradan kıracaksınız zinciri, biz buradan...” olur.

İBDA-C’ye bir mektup gelir imzasız. Bu imzasız mektuba yanıt vermek için iki gün çalışırlar yanıt vermek için. Fakat bir türlü yanıt vermezler. Ancak kısa bir not düşerler Taraf dergisine imzasız mektup atana: “Yahu muhterem, inanır mısın yayın kurulunu topladık, senin sorularını tartışmaya açtık, gece geçti, gündüz döndü yok, cevaplayamayacağız. İyisi mi, sen siktir ol başka kapıya git” derler.

O mektubun aslı aşağıda şöyle: Türkiye’nin samimi Müslüman halkını kandıracak, kandıramazsanız silahla yanınıza mı çekeceksiniz? Bre dinsizler... Bre ehlisünnet vel cemaat geçinip Allah’a, peygambere, Kur'an’a, vatana, isyan edenler... Bre besmelesizler, bre yüce Allah Kur'an ’da, kâfirler için dahi ‘onları dost edinin’ demişken, düşmanlıktan söz etmemiş iken 'taraf olmayan, bertaraf olur' diye Müslümanları tehdit edersiniz. Tuhaf; “Taraf olmayan, bertaraf olur” sözünü son seçimlerde tehditkâr bir biçimde Recep Erdoğan muhaliflere söylemiştir.

Sizi dini ve niyeti bozuklar, nasıl olur da ulu emre itaat Allah’ın hükmü iken, peygamberimizce ‘başındaki sarma başlı Habeş bile olsa itaat edin’ demiş iken taraf olmayan, bertaraf olur’ diye Müslümanları tehdit edersiniz... Ali Muaviye’ye başkaldırmamış iken, dünyadaki en ileri ülke. Bre kılıksız cahiller. Bre Müslümanlar arasına fesat tohumu saçan eşkıyalar; sizin cenaze namazınız bile İslam hükmü gereğince kılınmaz” diye geçer.

Not: RP’si döneminde Recep Tayyip Recep Erdoğan İstanbul Belediye Başkanıydı. O dönemde Recep Erdoğan İBDA-C’ciler gibi düşünüyordu. Hani İBDA-C’ cilerin söylediği: “taraf olmayan, bertaraf olur” sözleri, recep Erdoğan’ın geçmişteki bilinçaltına yerleşmiş takıntıların bir an yüzeye yansımasıdır Anayasa değişikliğindeki muhaliflere öfkelendikçe mosmor kesilip kızara bozara söylediği:  “bitaraf olan, bertaraf olur” sözleri.

Ayrıca, günümüzdeki “Taraf Gazetesi” ile 1990’lı yıllarda İBDA-C’nin çıkarmış olduğu “Taraf Dergisi” ayrıdır, karıştırılma maldır!

1976 Yılında Necip Fazıl ideolojisinde Akıncılar Kurulur
Ocak 1976 yılında kurulan Akıncılar Derneği, MSP’nin militan güçleri olarak 1977 yılında git gitgide şiddetini artırarak eylemlere başlayarak. MSP, Akıncılar Derneği planı, MHP’nin Ülkücülerinden örnek alınarak yaşama geçirmişlerdi. MHP’nin sokak militanları Ülkücülerin yaptıkları eylemlerden sorumlu olmazlardı fakat, ülkücülerin eylemleri hep MHP yararınaydı.

MSP Akıncıları oluştururken model olarak Ülkücü MHP ilişkilerini benimsemesi nedeni, Ülkücüler hem MHP’li idiler, hem de değildiler. Ülkücülerin bütün yaptıkları sokak eylemlerinden en az bazı MHP’li yöneticiler bilgi sahibiydiler ama hukuken bir bağları olmadığından sorumlulukları yoktu. İşte bu Ülkücü-MHP model yapı, MSP’yi (Milli Selamet Partisi) harekete geçirerek Akıncıların kurulmasına geçerler. Böylece MSP’de kendi vurucu gücünü oluşturuyor, ama ayrı bir kuruluş olduğu için, Akıncıların açıkça belli fikirlerini MSP’nin açıktan söylemek isteyemediklerini söyleyebilen ki, yaptıkları eylemlerden hukuken sorumlu olmayan MSP militanlarıydılar.

Akıncıların etkilendiği, Akıncıların ana kökeni, daha önceden kurulmuş olan Necip Fazıl Kısakürek’in “Büyük Doğu” yankılanmasının, Nakşiliği disiplininde MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) içinde yetişmiş Akıncılar üzerindeki etkinin fevkalade olduğu bilinendi. MTTB, içinde Necip Fazıl’ın etkisinde 11. Cumhurbaşkanlığı yapmış Abdullah Gül de bulunmaktaydı.

Akıncıların öykündüğü bir başka dış kökenli etkilendiği, Mısır’da 1926 yılında ortaya çıkan “İhvanı Müslim” (Müslüman Kardeşler) olmuştur. Laik Filistin için Türk solu mücadele verirken, Filistin’e giderek birçok Türk solundan gençler, Filistin davası için savaşırlarken, İhvan kardeşlerin böyle bir kaygıları yoktu, varsa yoksa şeriat, şeriat için vardılar, Filistin’in özgürlüğünden daha önemliydi. Bu hal, aynen Akıncılar içinde MSP ve Akıncı militanları içinde geçerliydi.

Anti Komünizm hareketlere karşı mücadelede olduklarını iddia eden Ülkücüler, Akıncılar ile ilk başta birlikte çalışırlar. Bu ortak çalışmalarına MTTB’de dahil olur. Lakin bir şey fark edilir, birbirlerine yakınlaştıkça, birbirlerinden eleman kazanmayı da ihmal etmedikleri. Bazı hallede, Ülkücülerden dine daha yatkın Akıncılara eleman temini, Ülkücü-Sol çatışması kadar yoğun olmasa da, Akıncı-Ülkücü çatışmalarını da yanında taşır duruma gelir. Bu Akıncı-Ülkücü çatışmasının altında yatan, MHP’nin ilgi alanlarına zuhur eden Akıncılara kızgınlık, şiddete varan duruma kadar uzanır, yoğun Ülkücü-Sol çatışmalarındaki kadar ölümlü sonuç olmazsa da bazen ölümlerle sonuçlanan durumlar olmuştur.

Akıncılar birkaç kola dağılırlar. Her ne kadar Akıncılar Türkler içinden ortaya çıksalar da, İslamcılık kadroları, İslamcı Kürtleri de içlerine alarak, Kürtlerin yoğun oldukları yerlerde oylarını 1977 seçimlerinde yükselttikleri fark edilmiştir. Yani MSP bu 1977 seçimlerde oylarını Kürtlerin yoğun oldukları yerlerden oy almayı, 1980’lerden daha sonraları seçimlerde de sürdürmüştür.

Akıncılar derneğinin kurucuları arasında yer alan önemli bir ad: Büyük dedesi Kürt Mutkili Aşireti reisi Hacı Musa, Şeyh Sait isyanını örgütleyen “Azadi” (özgürlük)  lideriydi Yine Hacı Musa’nın 1925yılında isyan arasında ölen oğlu İzzet Bey de Mirzabeyoğlu’nun dedesiydi. Bu Akıncı Mirzabeyoğlu 1950 yılında Erzincan’da doğmuş olan İzzettin Salih Erdiş, Daha sonraki adını “Salih Mirzabeyoğlu” olarak değiştirmiş. Eskişehir’de Nakşî olmuş, yine burada tanıdığı Necip Fazıl Kısakürek’in etkisinde kalmış, “Bürük Doğu” cu olmuştur. Yıllar sonra kuracağı İBDA-C terör örgütünün de adını buradan almıştır.
 
1977-1979 yılları arasında MSP ve Akıncılar çevresinde bulunan ve daha sonra Akıncıların içinden, İran devriminden etkilenen bir başka İslamcı silahlı terör örgütü olarak ortaya çıkar. Bunlar ise “Hizbullah” topluluğu, olarak başında da Hüseyin Velioğlu Akıncıların en önemli halefleriydiler.

Bu Akıncı kökenli Kürt İslamcı terör örgütleri 1990’lı yıllarda sokağa indiler, birçok aydın insanları katlettiler. Bir gerçeğin altını çizersek, bu Akıncıların arkasında Recep Erdoğan ve yıllar (2) sonra AKP’de konumlanan pek çok kişiler vardı. 

Kininin ve Dininin Davacısı Olan;
Recep Erdoğan’ın ilham kaynağı Necip Fazıl’ın Menderes Hükümeti döneminde yıllarca, örtülü ödenekten para almıştır. Büyük Doğu adında çıkarmış olduğu dergide Recep Erdoğan’ın etkilendiği gençliğe tarif ettiği  “dinin davacısı” ol dediği tarihlerde Menderes hükümeti güçlü bir biçimde iktidarda ve Necip Fazıl’ın azılı savunduğu haldedir.

Menderes için gözyaşı dökerlerken, arka planlara bakalım...
Türk gençlerine “dininin davacısı” ol diye telkinlerde bulunurken, himayesinde olduğu Menderes Hükümeti 1955 yılında BM (Birleşmiş Milletler) Müslüman Cezayir’in bağımsızlığının konuşulmasına karşı çıkarak, Fransa’nın yanında yer almıştır. Bunu Necip Fazıl gördüğü halde sus pus, görmezden gelip dergisinde  “dininin davacısı” ol diye yamayı sürdürdü.

1956’da Fransa’nın Müslüman Mısır’a karşı Süveyş Kanalı’na asker çıkarmasını en hareketli biçimde Menderes Hükümeti desteklemiştir. Yine Necip Fazın gözlerini kapadı.

1958’de BM’de Cezayir’in bağımsızlığına karşı, sömürgecilerin yanında oy kullanır. 
1959’da yine İsrail’in bağımsızlığını tanırlar.

1959’da yine Menderes Hükümeti ABD’ye Türk toprakları üzerinde üs kurma izni veriler.

Türk gençliğine “dinin davacısı, kinin davacısı” yazılarını yazmaya devam eder Necip Fazıl. Menderes Hükümet başkanının elinin altında olan örtülü ödenekten nemalanmaya devam eder.

Recep Erdoğan Hükümeti ne yapıyor? Halkın önüne çıkıp Menderesin resimleri önünde poz verdi durdu ve Necip Fazıl’ın şiirlerini okudu durdu. Örtülü ödenek elinin altında, kimse hesap sorama yetkisi yok. Kim bilir örtülü ödenekten hangi yandaş destekçilerine gidiyor bilen yok ama bir gün meydana çıkar da görür bu millet.

Müslüman Irak’a ABD saldırısını desteklediler ve Irakta ABD Askerlerinin başarılı olması ve sağ selim ülkelerine dönmeleri için, Irak’ta 1 buçuk milyon Müslüman katleden dahi,  kadınların zorla ırzına geçen ABD askerlerine Recep Erdoğan başarılar dileyip dualar okumuştur.

ABD’nin Irak işgaline askeri destek vermek için 1 Mart teskeresinin meclisten canla başla çalıştılar. İsrail’in en azılı düşmanı sayılan Müslüman Suriye’ye nasıl cephe aldığını görün.

Atatürk’ün getirdiği devrimlerin rövanşıdır Necip Fazıl’ın aşağıdaki sözleri.
Dilinin davacısı: Atatürk’ün dil devrimine karşı vurgulanan bir tür anlatım biçimidir.
1952’de Anayasanın dilinin değiştirdiler. Eski Arapça-Farsça sözcükleri geri getirdiler. Ezanı Türkçeden yeniden Arapçaya getirdiler.

İlminin davacısı: Gençliğin asabına etkilemek için, eğitim düzeyindeki değişiklikler, Köy Enstitülerin kapatılması. Üniversite özerliği siyasilerin ayakları altına alınır. Menderes bu üniversitelerin özerkliğine karşı oluşunu şöyle açıklar: “Ondan sonra üniversite kalkar ‘ben meclisi murakabe edeceğim’ der. O Büyük Millet Meclisi’yse  ‘ben de üniversitedeyim der (...) 

Kininin davacısı: İşte bu bir felakettir. Kin ile dinciliği nasıl yan yana getirdiklerine şaşmak gerekir.

Irzının Davacısı: Neyi kast ettiği bellidir. Kadınları çarşafa ve tesettüre girilmesini tavsiyesidir. Ama kadın başını örtü, namus kurtulmadı. AKP hükümeti iş başına geçtiği 2002 yılından bu yana kadınlar kapandıkça vesikalı hayat kadını da kat ve kat artmıştır.

Mehmet Yiğittürk haklı olarak şöyle diyor: “Vatanın Davacısı neden yok?”

Dahi, Necip Fazıl Kısakürek 12 Eylül Hayranlığı
Her benimsemediği konuda kinini, nefretini açıkça ortaya kusan Necip Fazıl, ülkenin yüz karası, kanlı 12 Eylül askeri darbesini öve öve bitiremez, basar yağcılığını, yazar yazılarını, sahip çıkar gururla 12 Eylül darbesi kaleme şu sözlerle kaleme alır:

“Hareketin mahiyeti… Malum klasik darbelerden biri değildir… Bu hareket olmasaydı, yıl değil, ay değil, belki hafta ve gün hesabı ile Türkiye'nin çöküşü gerçekleşebilirdi… 27 Mayıs 1960 ile 12 Eylül 1980 Hareketi arasında şu fark vardır ki, ilki milli iradeye tam zıt ve fikirsiz bir gece baskını olmuşken, ikincisi milli ihtiyaca tam uygun bir imdat davranışı olmak istidadındadır… 27 Mayıs 1960 hareketi 'millete rağmen' diye belirtilirken, 12 Eylül 1980 müdahalesi ancak 'millet için' formülüyle ifade edilebilir."

"Hükümetten ziyade onu mefluç kılan partilere ve fesad ocağına döndürdükleri Meclis'e yönelik bir davranış… Hedefi de bölücülük, komünizm ve din nikabı altında dolayısıyla gayet tabii olarak 'devlet ve cumhuriyeti koruma ve kollama' atılışı. Bir iç darbe değil, iç şahlanıştır. İsyan değil, ıslah"
 der.
Selman ZEBİL

(1)Taraf dergisi 1984 sayı 26. sayfa 2- 8
(2) Kaya Ataberk, “Türk Siyasetinde Kürt İslamcılar” adlı yapıtı, İleri Yayıncılık, s.198-201
Necip Fazıl KISAKÜREK, Büyük Doğu Dergisi / Sayı 20 /17.7.1959
Necip Fazıl Kısakürek, Doğru Yolun Sapık Kollaro, 1977

TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)

ETHEM NEJAT (1887-1921) Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün...