CUMHURİYETİN KALKINMA SERÜVENİ DEVLETÇİLİK
Pek çok iç ve dış tehditlere rağmen
cumhuriyetin kalkınma serüveni çok farklı aşamalardan geçer. Cumhuriyetin ilk
kuruluş yıllarında ülke nüfuzunun %75’i tarımdan geçimini sağlıyordu ve tarıma
dayalı ticaretten yararlanıyordu.Ülke cumhuriyete geçildiğinde sanayileşme Avrupa’nın çok gerisinde kalmış, sanayileşmeyi kaçırmış bir imparatorluktan sonra cumhuriyetle birlikte Türkiye 1923’den itibaren Avrupa denginde bir sanayileşmeyi yakalamaya çabalar hale gelir. Kısa sürede orta gelirli bir sanayileşmeyi başarmış hale gelen bir ülke olur günümüzde.
Cumhuriyet döneminde gelişen
sanayileşme hamlesi karşısında siyasilerin inişli çıkışlı siyasi yanlışlıkları
1923-1929 açık ekonomi, 1930-1946 korumacı ekonomi (O dönem yerli malı
kullanılması için, yerli malı haftası düzenlenir) sanayileşeme atağı. 1950-1960 özel teşebbüslerin atağı ve sanayi birikiminin iştiraki. 1960-1977
planlamaya geçme, 1980- 1989 24 Ocak kararlarıyla dışa açılma ve dahi küresel
sermayenin girişiyle dengelerin alt üst olmasıyla günümüze gelir.
Böylece cumhuriyet döneminde ekonomik
stratejik gelişim iki bölümde değerlendirilir. Biri korumacı bir ekonomi,
ikincisi liberal ekonomi olur.
1930-1933 yılları arasında pek çok
dünya ülkesi çok ağır ekonomik buhran geçirirken Türkiye istikrarlı adımları
sayesinde etkilenmedi dahi küçük çapta büyümesini sürdürür.
1927’de sanayi teşvik kanunu yerli
sermayedarların sanayiye katılmaları sağlanır. 1930- 1946 yılları arası iç
piyasayı koruma amaçlı sanayileşme 25 Şubat 1930’da Türk Parasını Koruma Kanunu
yapılır. 30 Haziran 1930’da Merkez Bankası kurulur, Türk Lirası denetim altına
alınır.
1930-1933 Dünya ekonomik buhranda
durgunluk geçirirken, sanayi dalında Türkiye %15 civarında büyüme sağlar. 1938
yılında TMO (Toprak Mahsulleri Ofisi)
kurulur.
1930-1933 yıllarında Avrupa ve dünya
ekonomik buhranlarla boğulurken, daha 13 yıllık Sovyetler Birliği planlı
ekonomiden dolayı etkilenmez, kendini korur. 1923’de Türkiye Cumhuriyetini
kuran kadroları Sovyetlerin başarılı ekonomik planından etkilenir.
1930 yılı itibariyle Sovyetlerden 5
Yıllık Kalkınma Planı alınarak Türkiye’de hızlı sanayileşme dönemine gidilir.
Cumhuriyetin devletçi siyaseti ve altı ilkeden biri olan devletçilik ilkeleri
bu dönemde biçimlenir. Buna bazı itirazları olanlar çıkarken, devletçilik
ilkesini savunanlarda Osmanlı geleneğinde de var olan devletçiliğin uygun
olduğunu öne sürerler.
1932 yılında Başbakan İnönü Moskova’ya ziyaret eder. İlk 5 Yıllık Kalkınma Projesi Başbakan İnönü’nün Moskova ziyaretinden döndükten bir yıl sonra 1933’de tamamlanır 1934’de yaşama geçirilir.
Tekstil, kâğıt, seramik, şişe-cam
sanayi ve metalürji dalında Türkiye gelişimini Sovyetlerden aldığı teknolojiyle
sağlar ve böylece devlet sanayileşmenin öncüsü olur.
Yerli girişimci sınıf yaratmak
Cumhuriyetçilerden önce var olan bu
düşünce 1908’den sonra İttihatçıların izlediği
“Milli İktisat” siyaseti benzer
amaçlıydı. Müslüman-Türk unsurların ekonomiye egemen olmaları amaçlanıyordu.
Yani sanayinin Türkleştirilmesi çabası vardı.
1930’u yıllarda devletçiliğin
gelişiminde sol bakışlılar ve kadrocular olarak iki fikir doğar. Devletçiliği
bir araç olarak görenler ve bir amaç olarak değerlendirenler olur. Atatürk, 1936 yılında Devletçiliğe karşı
muhalif söylemler karşısında:
“Türkiye’nin tatbik ettiği devletçilik sistemi 19. yüz yıldan beri
sosyalistlerin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem
değildir. Bu Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir
sistemdir” diyerek yararlı bir
değerlendirme yapar. Ahmet Ağaoğlu:
“Ferdin yetmediği yerde devletin varlık göstermesi” olarak tanımlar.
İşin garip tarafı: “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılması
ve Türbedarlıklarla İle Birtakım Unvanların Önlenmesine ve Kaldırılmasına Dair
Yasa” 30.11.1925 tarihinde kabul edilen
167 sayılı yasa tasarısını teklifi veren dört isim var. Sonra 1946’da bu dört
kişi Demokrat Parti’yi kurarlar. Bunlar:
Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fuat Köprülü, Celal Bayar’dır. En çokta
bu dörtlü kendilerinin teklif edip yaşama geçirdikleri yasaları
laçkalaştıranlar olarak tarihe geçmişlerdir.
Türkler şimdiye kadar görmedikleri
yeniliklerle tanışıyorlar. Türkün adam gibi adam olması için çıkarılmış
aşağıdaki 8 maddeden oluşan, 10 yılda tamamlanan yasalara bir bakalım:
1. 3 Mart 1924 tarihinde 430 sayılı
Tevhidi-i Tedrisat (Eğitim Birliği) kanunu.
2. 25 Kasım 1925 tarihinde 671 sayılı
Şapka İktizası Kanunu.
3. 30 Kasım 1925 tarihinde 677 sayılı
Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddi’ne ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların
Men ve İlgasına Dair Kanun.
4. 17 Şubat 1926 tarihinde 743 sayılı
Türk Kanunu Maddesi’yle kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde
yapılacağına dair madeni nikâh esası ile aynı kanunun 110. maddesi hükmü.
5. 20 Mayıs tarihinde 1288 sayılı
Beynelmilel Erkamın (rakamların) Kabulü Hakkında Kanun.
6. 1 Kasım 1928 tarihinde1353 sayılı
Türk Harflerin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun.
7. 26 Kasım 1934 tarihinde 2590 sayılı
Efendi, Bey, Paşa gibi lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun.
8. 3 Aralık 1934 tarihinde 2596 sayılı
Bazı Kisvelerin Giyilmeyeceğine Dair Kanun
Akıl ve çağ dışılık zorluyor zihinleri. Akıl ve çağ dışı din anlayışının tortularıdır. Bir kere Bu yasaların Türk halkına verdiği “adam gibi adam olma” ağır gelmiştir. Millet olarak işimize yarayan ne varsa tersinde anlamakta üzerimize yoktur. 1923 ruhunun Türklere sunduğu “adam olma” yasaları duyarsızlıkla ortadan kaldırmak isteyenler, İslam’ın içine sinsice sokulan Emevi zihniyetinin kalıtımıdır. Bunu görmek lazım...
Çöreklenmiş Emevi zihniyetinden kurtulmak çok zor: “Geleneksel İslam fıkhı, temelleri Emevilik tarafından atılan bir fıkıh olduğu için, hem büyük ölçüde Kur-an dışıdır hem de şiddet üreten bir fıkıhtır. Çünkü bu fıkıh, İslam’ı ideolojileştiren bir fıkıhtır” der Y. Nuri Öztütk
Eski Marksist, yeni Müslüman Fransız
düşünür Roger Garaudy haklı olarak şöyle der:
“Müslümanlar, eğer tarihin önünde ayakta kalacaklarsa, Çöl fıkhından,
uzay fıkhına geçmek zorundalar” Yalan
mı?
Mehmet Akif Ersoy,
dil, din ilişkisi hakkında camiler de hutbesinde şöyle der: "...Her tarafta Müslümanlık cehalet,
Müslümanlar ise sefalet içinde mahvolup gidiyor. Müslümanlık bize dünya için
bir ‘hayat-ı tayip’ vaat ediyordu. Niye
vermedi? İşte bizim hep cehaletimiz yüzünden Müslümanların hepsi cahil, Arap’ı
cahil, Türk'ü cahil, Kürt'ü, Arnavut'u cahil. Hani Müslümanlar kardeşti? O
halde nedir Müslümanların bu hali? Aman Yarabbi! Kur-an ne söylüyor, biz ne
anlıyoruz. Sabır katlanmak değil, göğüs germektir..." diyerek acizledir.
İsmet Paşa İle Eski Bir Nazır: İsmet
Paşa, Lozan anlaşması için görevlendirildiğinde, Osmanlı Babı âli sinde
yetişmiş deneyimli bir eski Nazır'dan (bakan) akıl ister: "Ben acemi diplomatım, sizin zengin
deneyimlerinizden yararlanmak isterim"
der İsmet Paşa.
Eski Nazır'ın yanıtı: "Bana akıl sorma! Ne düşünüyorsan onu
yap! Çünkü bizim boynumuz dış ülkelere hep eğikti. Karşımızdakini güçlü, bizim
güçsüz olduğu bilinci benliğimize işlenmişti, hep alttan alırdık. Siz ise bir
yenginin insanısınız" der.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 10 yıl
içinde yaşama geçirdikleri yukarıdaki yasaların birilerinin hesabına gelmese de
ne kadar yararlı olduğu şimdi daha iyi anlaşılmaktadır...
1923’den 1945’e kadar devletini
korumuş, gözlemiş; siyasi İslamcılara göz açtırmamış bir devlet idaresi
1945’den sonra ilk laçkalığını dinde göstermiştir. Kemalist ideolojinin çöküşü
CİA’ nın kapalı planları sonucu, “Dünya İslam Birliği” kurmaya, başına Türkiye’yi getirmeyi ön gören
ABD, İslamcı-Müslümanları hep kışkırtmıştır...
17 Eylül 1943’de kurulan “Büyük Doğu”
adlı derginin sahibi Necip Fazıl Kısakürek, dinsel gizemciliğin ve
kendini besleyen Amerikancı bağlılığın gücü doğrultusunda kurar. 1946’da siyasi
İslamcı çizgiye tamamen giren dergide, Aksekili olan Osman Yüksel Serdengeçti
adı da öne çıkar.
1923’den 1925’e kadar kısa sürede
çökertilen Sünniliğin üst yapısı, niteliksiz siyasilerin gayretiyle yeniden
karanlıkta yaşayan Sünni tarikat yuvalarının Şeyhlerine, şıhlarına göz
kırparak, laikliğe karşı bir akım olmasını sağladılar... Laik Cumhuriyetin
Diyanet İşleri Başkanlığı da, tarikatların palazlanıp gelişmesinde örtülü öncü
rol oynamıştır. Gelişen tarikatlarda her nedense, palazlanıp geliştiği Diyanet
İşlerine hep kuşkulu bakmıştır...
1923-25 yılları asında Sünnilik dinsel
üst yapısı çökertilse de günümüzde halen tarikat yuvalarının şeyhlik, şıhlık
asalakların taraftar toplamaları ve ölümüne gönderdikleri müritleri her geçen gün
atmakta oluşu şaşırtmaktadır…
MEDENİ KANUN İle Kadının Özgürleştirilmesiydi
Mustafa Kemal’in 1 Kasım 1925 günü TBMM açılış konuşmasında şöyle bir açıklama yapar: “Genel hayatımızı yeni baştan düzenleyecek yasalar” in haberini vererek başlar. Böylece cumhuriyetin en büyük temel yaptırımlarından biri sayılan “Medeni Konun” un işaretini vermiş olur...
Başta; Medeni Kanun Türk kadını adına bir şereftir...Mustafa Kemal’in 1 Kasım 1925 günü TBMM açılış konuşmasında şöyle bir açıklama yapar: “Genel hayatımızı yeni baştan düzenleyecek yasalar” in haberini vererek başlar. Böylece cumhuriyetin en büyük temel yaptırımlarından biri sayılan “Medeni Konun” un işaretini vermiş olur...
24 Aralık 1925 de TBMM’sine sunulan bu iyi haber 17 Şubat 1926’da “Türk Medeni Konunu” adıyla TBMM’ sinde kabul edilir. Bu kanunla neler değişti, kadınlara ne hakları verdi ona bir bakalım:
2- Evlilikte resmi nikâh zorunlu hale
getirildi.
3- Erkekler için çok evlilik yasaklı
hale getirildi. Tek evlilik esas alındı.
4- Miras hukukunda kadın erkeğe eşit
hale getirildi
5- Mahkemelerde tanıklık erkeğe eşit
hale getirildi.
6- Boşanma konusunda kadın erkeğe eşit
hale getirildi.
7- Kadınların istedikleri mesleğe girme
hakları tanındı.
Medeni Kanunun sonucu olarak kadınlar,
siyasi alanda da ülke yönetiminde söz sahibi olmaları için gelişmeler sağlanır.
Mustafa Kemal, itilip kakılan kölelikten alıp kadını, en değerli mertebeye
yükseltmiştir; adam gibi bir konuma oturtmuştur; saymıştır, saygın bir yer
vermiştir kadına...
Kadının sayılması, çalışma, meslek
seçiminde dahi, siyasi hayatında erkeğe eşit tutulmasının önü nasıl açılır bir
bakalım:
1- Türk kadını 1930’da belediye
seçimlerine katılmaya hak kazanır.
2- Türk kadını 1933’de Muhtarlık
seçimlerine katılma hakkı kazanır.
3- Türk kadını 1934’de seçme ve seçilme
hakkını ve milletvekili olma hakkını alır.
İşte bunları görmezden gelip kendini
erkeklerin esaretinden kurtaran cumhuriyete ve de Mustafa Kemal düşmanlığı yapan
bazı kadınlar, Ruh ve kafa sağlığı yerinde midir acaba sormak lazım...
Nankörler göremiyor, eğer daha fark edemiyorlarsa “yuh”
denir artık...
OKULLAŞMA, Sefaletten Kurtarılmaktı
1923 yılına gelindiğinde Türkiye’de
okul ve okulluluk, 4,894 olan İlkokul, öğrenci sayısı da 341,941 olur. 1930’a
gelindiğinde ancak 6,598 okula ve 489,299 öğrenciye çıkartılabilir.
Yeni Cumhuriyetin aydınlanmasını
sağlayacak, Cumhuriyet kurumlarından olan Halk Evleri 19 Şubat 1932’de, Türk
halkının eğitim ve bilgi düzeyini yükseltmek için kurulur. Atatürk’ün bizzat
kendi kurduğu Halk Evleri, yine siyasi kıyıma uğrayarak 8 Ağustos 1951’de DP
zamanında kapatılır.
1936 yılında Saffet Arıkan’ın Milli
Eğitim Bakanlığı sırasında, köy halkına pratik bilgi vermek amacıyla “Köy Eğitim Projesi” ile Köy Enstitülerin temeli atılır. 17 Nisan
1940’da da 3803 sayılı Köy Enstitüsü Kanunu kabul edilir. Köy Öğretmen okulları
Köy Enstitülerine dönüştürülür. 1940-41 öğretim yıllında 10 yeni Enstitü daha
açılır. Bu sayı 1945-46 yılına gelindiğinde 20’ye çıkarılır. 1948- 49 öğretim
yılında bir okul daha açılır.
Cumhuriyetin en özgün, en bağımsız yaratıcılığın, en kapsamlı bilimde, teknolojide Türk insanın ileri adım atmasına yarayacak Köy Enstitüleri projesiydi, kapatıldı. Yaratıcılığın yerini eğitimde dahi taklitçilik aldı. Köy Enstitülerine kıyım DP dönemi olan 1953’de Köy Enstitüleri programları, İlk Öğretmen Okulları Programlarıyla birleştirilir. 1954’e gelindiğinde 6234 sayılı yasa ile de Köy Enstitüleri tamamen İlk Öğretmen Okullarına dönüştürülür.