BEYŞEHİR
EŞREFOLLARI TARİHİ’NE GİRİŞ’TEN ÖNCE
(İlk Çağlarda
Beyşehir)
Türklerin eline
geçmeden önce Beyşehir ve dolayları Anadolu’da bilinen en erken yerleşim
yerlerinden biridir. Araştırmalara göre günümüzden 10 bin yıl kadar uzanan bir
tarihe sahiptir. Anadolu’da ilk köy tipi yerleşimlerin ortaya çıkışı da
Beyşehir yöresinde başlamıştır. 1. 4. Jeolojik zamanda sıcaklığın artması ile
Anadolu’daki kapalı havzalarda bulunan göllerin suları yavaş yavaş azalmaya
başlamış, göllerin seviyelerinin düşmesine bağlı olarak çevrelerinde tarıma
uygun geniş alanlar ortaya çıkmıştır.
Tarih boyunca insanlar
uygarlıklarını su kıyılarında kurmuşlardır. Böyle olunca Beyşehir Gölü
kıyısında, göl suları belirli bir seviyeye çekilince, ortaya verimli
topraklarında çıkmasıyla buralarda ilk yerleşimleri kurmaya başlanmıştır. Dahi,
Neolitik Döneme ait bu yerleşimler çoğunlukla İç Anadolu’da göller yöresinde
kurulmuş, ilk tarım da İç Anadolu bölgesinde başlamıştır. İç Anadolu bölgesinde
en kapsamlı yerleşim yeri başta Çatalhöyük olmuştur.
Beyşehir Gölü’nün doğu
kısmında yer alan Erbaba yerleşim yeri olur. Yine bir başka, Beyşehir Gölü’nün
kuzeyinde bulunan Çukurkent civarında buluna eski yerleşim yeri
bulunmaktadır.
Proneolitik ve Neolitik
çağlarda iklimin bir hayli yağışlı ve serin olduğu dönemlerdir. Daha tahrip
edilmemiş ormanlarda vahşi hayvanların yaşadığı çağlarda, insanlar, Bataklıklar
ve yırtıcı vahşi hayvanlardan kendilerini korumak için bulundukları düzlüklere
höyükler yapıyorlardı yırtıcı, vahşi hayvanları takip çok iyi korunmak için
yapıyorlarmış höyükleri. Dahi, bu yığma höyüklerde barınaklarını da yapmışlar
ve yiyecek tahıl ambarlarını da buralarda yapmışlardır. Ayrıca Beyşehir gölündeki
balıklardan yaralanmışlardır.
Bilindiği gibi Neolitik
Dönemin en önemli özelliği insanların toplayıcılıktan üreticiliğe geçiş
dönemine girmeleridir. Kanıtı, bu döneme
ait yerleşim yerlerindeki kazılarda arpa, buğday, mercimek gibi tahılların
yetiştirildiği, sulama tarım yapıldığı ortaya arkeologlar tarafından çıkarılmıştır.
Beyşehir Gölü Havzası
hakkında yapılan çalışmalar, bölgenin Neolitik Çağ sonrası yerleşilmeye
başlanılmıştır. Kazılarda, Kalkolitik, Tunç ve Demir Çağı’na ait çok çeşit
sayıda malzeme bulunmuştur. Bu da bize bölgede insan varlığının binlerce yıl
sürdüğünü göstermekte olduğuna dair kanıttır..
Beyşehir Gölü Havzası, en
kapsamlı uygarlık çağını Hitit İmparatorluğu Dönemi’nde yaşamıştır. Buda bize
gösteriyor ki, Hititler dönemine ait, kalıcı arkeoloji anıtlarıyla herkesin
bildiği tarihi Eflatun (*) Pınar ve Fasıllar anıtlarıdır. Bu iki önemli anıtı bu
topraklar yüzyıllardır korumuştur. Maalesef Beyşehir yöresindeki bu yüzlerce
yıllık anıtlar önemsenmemiş; varlıkları dünyaya ancak 20. Yüzyıla kadar
duyuramamıştı.
Hitit Egemenliğinden
son bulduktan sonra bölge, Demir Çağı yaşar. Beyşehir ve çevresi bu çağda,
Frigler’in hâkimiyet alanına girer. M.Ö. 7. yüzyılda Lidyalılar, M.Ö. 546’da
Persler, M.Ö. 333’te Makedonyalılar, M.Ö.120’de Romalıların egemenliği altına
girer. En son da, Bizanslıların hâkimiyetinden Türklerin eline geçmişti.
Beş metre yükseklikte 0x095 boyutunda, üzerinde Grek harfleri yazılmış son satırlık Yunanca bir kitabedir. Kitabeye göre Lukyanus (Lukianus) adlı bir genç ölmüş. Ailesi hatırasını yaşatmak için bu abidenin önünde at yarışları yapılmasını istemiş, yarışları nasıl yapılacağını da bu kitabede belirtmiştir. |
Strabon, (3) “Antik
Anadolu Coğrafyası” yapıtında, tarihi
adı Karalis olan Beyşehir Gölü, onun küçüğü de tarihi adı Trogitis olan Suğla
Gölü olmak üzere iki gölden söz eder. Bazı kaynaklarda eskiçağlarda bu gölün
daha büyük olduğu ve sonradan küçüldüğü ve şehir merkezinin önemli bir kısmının
eskiden su altında bulunduğu dair söylenceler vardır. Beyşehir, bu dönemlerde
göller bölgesinin büyük bir bölümünü kapsayan Pisidia sınırları içerisinde
gösterilmektedir
Pisidia bölgesinin
sınırları kesin olarak saptanamamış olsa da kuzey ve kuzeybatıda Phrygia,
doğuda Lykaonia, batıda Milyas Kabalis, güneyde Pamphylia, güneydoğuda Isauria
ve Kilikia bölgeleriyle komşudur (4)
Uzun süredir Bizans
yönetiminde olan Beyşehir ve yörelerinde 11. Yüzyılda itibaren görünmeye
başlarlar. Büyük Selçuklu Sultanı Alpaslan, 1071’de Malazgirt Zaferinden öncesi
çoktan Türkmenler Doğu Anadolu ve Orta Anadolu bölgelerinde yayılarak dolaşmaya
başlamışlardı ama güvencede değillerdi. Ancak Alpaslan’ın Malazgirt Savaşından
sonra Bizans ordusunda umutsuzlukla güç kaybetmeye başlaması sonucu Türkmenler
için Anadolu güvenli hale gelmeye başlar. Bizans’ın güvencesi azaldıkça,
Türkmenlerde özgüven armasıyla Anadolu’ya seller gibi akmaya başlarlar.
Büyük Selçuklu
Türkmenleri Orta Anadolu’ya kadar kısa sürede yığılmaya başladığında henüz
Beyşehir uç bölgesi durumundaydı. Beyşehir ve çevresinde ve göldeki adalarda
Türkmenler ile ticari ilişkiler içinde Rumlar yaşıyordu. Böylece zamanla bölge Türk
âdet ve geleneklerini benimsedikleri belirtilmektedir (5)
Bizans Kaynaklarında
Beyşehir ve Gölü
Bizans kaynaklarında Beyşehir
adı şöyle geçer: “İmparator İoannes, Phrygia kenarından geçerek Attalos’un
harika şehri Antalya’ya ulaştı. Civardaki bölge ve şehirlerde düzen ve asayişi
kurmak için burada bir süre kalmak fikrindeydi. Çünkü bazı yöreler Türk
boyunduruğuna boyun eğmişlerdi. Bunlar arasında hemen hemen bir deniz kadar
büyük Pusguse (Karalis Bugünkü Beyşehir) Gölü de vardı. Gölün içinde birçok
yerden sudan fışkıran küçük fakat çok müstahkem adaların ahalisi Hıristiyan
olmakla beraber, bunlar o sırada kayıkları aracılığı ile Konya Türkleriyle
canlı ilişkiler sürdürmekteydiler.
Böylece bunlarla
Türkler arasında sadece kuvvetli bir dostluk kurulmakla kalmamış, bunlar adet
ve gelenekleriyle hemen hemen Türkleşmişlerdi. Bu sebepten de sınır
komşularının tarafını tutuyorlar ve Bizanslıları kendilerine düşman olarak
görüyorlardı. Uzun bir alışkanlık işte milliyet ve dinden daha güçlü oluyor,
bunlar akıllarını yitirmişçesine davrandılar, imparatora küfürler savurdular ve
adalarını koruyan su engeline güvenip onun emirlerine açıkça karşı koydular.
İmparator her ne kadar bunlara, gölün eskiden beri Bizans’a ait olduğunu eğer
gerçekten istiyorlarsa, adaları boşaltıp açıkça Türklerin tarafına geçmelerini
söyledi.
Eğer böyle yapmayacak
olurlarsa imparator gölün, belki de uzun bir süre Bizans Devleti için
kaybedilmesine hiç bir surette tahammül etmeyecekti. Fakat sözlerinin bir
yararı olmadı. Bu yüzden de imparator icraata geçti. Gezi ve balıkçı
kayıklarını birbirine bağlayarak sallar yaptırdı. Surları yıkan koçbaşlarını
bunların üzerine yükleyerek müstahkem adalara karşı sevk etti. Böylece bu
adaları zapt edebildi. Ama bu arada Bizanslılarda bazı felaketlere uğramaktan
kurtulamadılar. Birkaç kez, gölde patlayan fırtına salları sürükleyip
parçaladı, bunların yükü ya suların derinliğine gömüldü, yâda dalgalarla
sürüklenip kayıplara karıştı.” (6)
Bizanslar için
İstanbul-Antalya arasında kalan yol hattının stratejik en önemli bölgelerden
biriside Beyşehir idi. Türklerin eline geçtikten sonra da Beyşehir stratejik
önemini yitirmemiştir. Öneminden dolayı olsa gerek Anadolu Selçuklu Sultanı
Alaettin Keykubat’ da Beyşehir Gölü batı kıyısına bir saray inşa ettirmiştir.
Alaettin Keykubat
tarafından Konya-Antalya yolu üzerinde bulunan Beyşehir Gölü kenarında Anadolu
Selçuklu Sultanı Alaettin Keykubat tarafından inşa ettirmiş olduğu şehir-saray uzun
süre unutulmuş, maalesef acıdır ki, nerde olduğu dahi bilinmiyordu. Eşrefoğlu Süleyman
Bey’in tarafından Eşrefoğlu Beyliği kurulduktan sonra 13. Yüzyıl sonlarına
doğru Anadolu Selçukluların yazlık idari merkezi olan Kubadabad Sarayı
Moğolların Anadolu’yu istilaları sonucu kasıp kavurmalarıyla terkedilmiştir,
uzun yıllar unutulmuş gitmişti. Bu unutma işi ve tamamen terkedilmesi, şehrin
kurucuları ve varlık nedeni olan Anadolu Selçukluları yönetici ve askerî
sınıfının ortadan kalkması sonucunda gerçekleşecektir…
Kubadabad’ın ayakta
olduğu dönemlerde; Anadolu Selçukluları tarafından çeşitli hizmetlerine mükâfat
olarak kendilerine malikâne tarzında yerler verilmiş olan emirler siyasî
durumdan surların Romalılar veya Bizanslılara ait olabileceğini ve bazı
yerlerde duvar yüksekliğinin 2-3 metreden fazla olduğunu ifade etmektedir.
Faydalanarak merkezle olan bağlarını koparmak suretiyle müstakil beylikler
kurmuşlardır.
Kubadabad Sarayının
Bunuşuna Dair birçok iddialar
Rüçhan Arık, Kubadabad
ile ilgili eserinde Kubadabad’ın keşfedilişi başlığında bu konuya değindikten
sonra, 1908 yılında demiryolu güzergâhı için Anadolu’da araştırmalar yapan Graf
Von Schweinitz tarafından görüldüğünü. Hatta Kız kalesinin bir fotoğrafının
yayınladığını fakat neresi olduğu keşfedemediğini (7) söylemekte ve bu konuda
Zeki Oral’ın ilk tanıtma yazılarını yazdığını dile getirilmektedir.
Kubadabad Sarayı
bulunduktan sonra sarayla ilgili birçok yayın yapılmıştır.
Osman Turan tarafından
dönemin kaynaklarına dayanılarak Beyşehir Gölü civarında olabileceği işaret
edilmiş (8), daha sonra yeri Zeki Oral tarafından tespit edilmiştir. (9) İsmail Hakkı Konyalı ise, Kubadabad sarayının
yerini kendisinin bulunduğu iddia eder. (10) Konyalı, “Kubadabad Sarayı
yapıldıktan sonra burada aynı adlı şehrin ve vilâyetin çekirdeği olduğunu, bu
civarda bir köyde bulunan mescit kitabesine göre de sarayın; kuruluşundan on
sene kadar sonra vilâyet merkezi haline geldiğini” söylemektedir.(11)
Ruşen Arık, “Kitabeye
göre 1235 yılında bu vilâyetin valisi Bedreddin Sütaş adındaki kişidir.” Diye
açıklanıyor ve Kubadabad Sarayının bulunduğu yer tarif ediyor, şöyle, “Beyşehir Gölü’nün güneybatı kıyısında,
Torosların bir kolu olan Anamas Dağları’nın eteklerindeki küçük alüvyon
ovasında, göle doğru çıkıntı yapan kayalık tepe ile toprak tol denen bronz çağı
höyüğü çevresine yayılan bir külliye, bir site harabesidir. Eski adıyla Hoyran,
bugünkü adıyla Gölyaka denilen, Beyşehir’e bağlı beldenin 3 km kadar kuzeyindedir.”
Diye tarif eder.(12)
Mehmet Yusufoğlu,
“Kubadabad şehri Selçuklulardan sonra terkedilmiş olsa da, bölge halkı Selçuklu
kültürüne ait örnekleri hala yaşatmaktadır. Örneğin Beyşehir Gölü’nün batı
kıyısında bulunan ve o dönemde Kubadabad şehrinin mahalleleri durumunda olan
Hoyran, Kurucuova, Muma ve Bademli köylerinde Selçuklu devri yemeklerinden olan
‘Tutmaç’ adlı yemeğin hala yaşadığı söylenmektedir.
Beyşehir’in En Eski Tarihinden Günümüze
Tarih, toplumların
binlerce yıllık gelişim süreçlerini kayıt altına alana olgudur. Tarihi süreç
içinde oluşan kültür yapılanması, kimlik kazanılması, birlikte yaşam, birlikte
yerleşim yerlerinin oluşturulması, geçmişten beri süregelen insanlık yaşamı
içinde kıyasıya mücadeleleri, savaşları, barışları, ilişkileri ele alan tarih,
sosyal, kültürel ve aile ilişkileri tarihi kayıtlardan öğrenmektedir insanlar…
Tarihi, Pisidya bölgesi
sınırlarında bulunan Karalis, Gurgurum, Pisidia Bölgesi’nin sınırlarını
“Pisidialılar Pamphylia Ovası’nı çeviren dağlık arazide oturuyorlardı” Bu dağlık bölgenin sınırları tarihte çok kez
değişmiştir. Ancak Burdur, Eğridir ve Beyşehir göllerini içine alan, güneyde
Antalya ile sınırlanan coğrafi bölge olarak tanımlanabilir
Anadolu’nun en önemli Hitit kentleri ve eserlerinin bulunduğu Pisidia Bölgesi’nde bulunmaktadır. Bu bölgede en önemli yeri ise Beyşehir ilçe sınırları içerisinde bulunan Eflatun pınarı ve Fasıllar Anıtlarıdır. M.Ö. 9. yüzyılın sonlarına doğru Frig sınırları içerisinde yer alan Pisidia Bölgesi, Frig etkisi, Hıristiyanlığın başlangıcına kadar sürmüş olduğunu gösteren epigrafik buluntular vardır. Frigya çöktükten sonra M.Ö.1579 yılından M.Ö. 548 tarihine kadar yaşamış olan Lidya’nın hâkimiyetine girmiştir (13)
M.Ö.547-546 yıllarında Perslerin
Anadolu’yu ele geçirdiği tarihe kadar Pisidia’nın Lydia yönetiminde kalmış
olması kuvvetle muhtemeldir. Bölge bu tarihten itibaren, Bütün Anadolu
toprakları gibi, Büyük İskender’in Anadolu’yu fethine kadar Pers
yönetimindedir.
Osman Turan’a göre, Beyşehir
ve çevresinin Türklerin eline geçmeden önce, uzun bir süre Bizans hâkimiyetinde
kalmış, Türklerin ancak Beyşehir bölgesindeki varlığının 11. Yüzyılın sonlarına
doğru denk gelmiş olduğu bilinmektedir.
Konya, Anadolu
Selçukluları kurucusu Kutalmış oğlu Süleyman Şah tarafından Bizanslılardan
alınmıştır. Süleyman Şah, Konya ile birlikte Konya’nın batısındaki Takkeli
Dağ’daki Kevele kalesi ile birlikte birçok kaleyi de ele geçirmişlerdir.
Selçukname’ye göre
Kevele kalesi ve batısındaki Pisidia kaleleri de aynı yıl veya bir yıl sonra
alınmıştır. Pisidia’daki Krallığa (Viranşehir), Gurgurum, Misthia (Fasıllar),
Vasada (Yunuslar) ve başka bütün kaleler 1078 veya 1079 yılında Anadolu
Selçuklularının yönetimi altına alınmış, 1219 yılından itibaren istikrarı bir
biçimde idare edilmiştir, ta ki, ülke Moğol istilası sırasına kadar.
1. Alaattin Keykubad’ın
ölümü ile Selçuklu Devletinde siyasi kargaşa yaşanmış (Osman Turan, 1984),
Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğol istilası ile güç kaybetmesi üzerine
Viranşehir, Anadolu’ya Selçuklularla birlikte gelen, Eşrefoğlu Süleyman Bey’in
idaresine geçmiş ve Süleymaniye, Süleymanşehir, Beyşehir adını almıştır.(14)
Osmanlı Sultanı 1.
Murat Beyşehir’de…
13. yüzyıldan itibaren Beyşehir,
Anadolu Selçukluları, Karamanoğulları, Eşrefoğluları, Hamitoğulları ve
Osmanlıların hâkimiyetine girmiştir. 1466 yılına kadar Osmanlılarla
Karamanlılar arasında pek çok kez hâkimiyet değiştirmiştir. Beyşehir’in Osmanlılara
ilk geçişi 1. Murad zamanıdır. Tarihi kaynaklarda şöyle, 1. Murad burayı “Hamit
oğlu Hüseyin Bey’den, Akşehir, Beyşehir, Seydişehir, Yalvaç, Karaağaç ve
Isparta’yı şer’i usulle sattı. Murad Han Gazi adamlar gönderdi. Satın aldığı ülkeyi
idare etmeye başladı. Hisarlarına kendi kullarını koydu. Etrafını da kendi
beratıyla tımar olarak dağıttı. Bu fethin süresi 28 Mart 1380-16 Mart 1382 kadar
sürdü”
Dr. Nazmi, 1922 yılında
yayımlanmış olduğu kaynakta, Sultan 1. Murat’ın Hüdavendigar memleketini,
Karamanoğlu Alaattin Ali Bey’in tecavüzünden kurtarmak maksadıyla Konya’ya
geldiğinde Beyşehir’e de uğrayıp Eşrefoğlu Camiin hünkâr mahfilinde namaz
kıldığı ifade edilmektedir. (15)
1389’da Karamanoğlu
Alaeddin Bey, 1392’de Yıldırım Bayezid, 1402’de Karamanoğlu 2. Mehmet Bey,
1414’te Çelebi Sultan Mehmet, 1435’te Karamanoğlu İbrahim Bey, 1436’da 2. Murad
tarafından alınan şehir, 1466 yılında kesin olarak Osmanlı yönetimi altına
girmiştir. (16) SELMAN ZEBİL 2018
Kaynakçalar:
(*) Eflatun Pınar Anıtı, bazı kaynaklarda kutsal bir anıt olarak nitelendirilmektedir. Buradaki kaynak, büyük bir güçle topraktan fışkırır ve doğal bir kaya seti ile toplanarak çok küçük ölçüde bir kaynak gölü oluşturur. Hititler bu küçük gölün kıyısına önyüzünde kabartmalar olan bir kült düzseti yapmıştır. Anıtın resim ve çizimleri için Bkz. Rudolf
1) Beyşehir Bölgesinde bulunan tarihi kalıntı Eflatun,
(2) Hasan Bahar, Demir Çağı’nda Konya ve Çevresi,
Konya 1999. (3) Strabon, “Antik Anadolu Coğrafyası” çev. Adnan Pekman, İstanbul 1993, s.49-50’de
Strabon, Psidialılar için, “Bu insanların çoğu Torosların tepesinde oturur, fakat bazıları da Pamfilya kentleri olan Side ve Aspendos’un üst tarafında, zeytin ağaçlarıyla dolu tepelerde otururlar” demektedir. Pisidialılar hakkında Strabon, “Anadolu”, s.52-54.
(4) Mehmet Özsait,” İlk Çağ Tarihinde Pisidya;” Ve “Helenistik ve Roma Devrinde Pisidya Tarihi, İstanbul 1985; Veli Sevin, “Anadolu’nun Tarihi Coğrafyas”ı 1, Ankara 2001, s.153-155.
(5) Osman Turan, “Türkiye”, s.177. Fuad Köprülü, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu”, Ankara 1994, s.79; W. M. Ramsay, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, (Çev. M.Pektaş), İstanbul 1961, s.82.
(6) Niketas Hkoniates, Hıstorıa, Çev. Fikret Işıltan, Ankara 1995, s.24-25.
(7) Rüçhan Arık, “Kubadabad Sarayı”, İstanbul 2000, s.44
(8) Osman Turan, “Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Metin, çev. ve Araştırmalar”, Ank. 1988, s.14
(9) M. Zeki Oral, “Kubadabad Bulundu”, Anıt, s. 10 Kasım 1949; ve M. Zeki Oral, “Kubadabad Çinileri”, Belleten, S.66, Ankara 1953
(10) İbrahim Hakkı Konyalı, “Kubadabad Sarayı Beyşehir”, s.170;
(11) İbrahim Hakkı Konyalı, Beyşehir, s.165-193,373;
(12) Rüçhan Arık, “Kubadabad Sarayı”, 2000, s.45 ve 48
(13) Mehmet Yusufoğlu “Selçuk Devri Yemekleri Herise ve Tutmaç”, Konya, Anıt, S.16,1950, s.11
(13-14) İbrahim Hakkı Konyalı, 1991
(15) Dr. Nazmi, “Türkiye’nin Sıhhî ve İçtimaî Coğrafyası”, Ankara 1922, s.155.)
(16) Mehmet Akif Erdoğru,”Osmanlı Yönetiminde Beyşehir” Sancağı1992)