Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemine ait tarihi kayıtlar ve menkıbelerde de ağaç kültü konulu yeterli bilgi vermektedir. Bu konuda ünlü bir rivayete göre, Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Bey' in Şeyh Edebali’nin evinde gördüğü ağaç rüyasıdır. Bu rüyada Osman Bey kendisini Şeyh'in yanında yatıyor görür. Bu sırada Edebali'nin koynundan bir ay doğar ve dolunay durumuna gelince kendi koynuna girer. Daha sonra Osman Bey'in belinden bir ağaç çıkarak yükselir ve büyüdükçe yeşillenir. Dallarının gölgesi ile bütün dünyayı örter. Ağacın yanında dört sıra dağlar görülür. Bunlar Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlardır. Ağacın köklerinden Dicle, Fırat, Nil ve Tuna ırmakları çıkmaktadır. Vadilerin her tarafında kentler vardır. Ağacın yaprakları kılıç gibi uzamaya başlar ve rüzgârın etkisi ile İstanbul şehrine yönelir. Şehir, iki denizin ve iki karanın birleştiği yerde iki zümrüt arasına oturtulmuş bir elmas yüzük manzarası alır. Osman yüzüğü takarken uyanır. Öyle anlaşılıyor ki,' bu rüyada atalar ruhuna bağlı ağaç kültü, devlet birliğini, devletin kurulup genişlemesini anlatan bir sembol olur. Türklerin bilinçaltında biçimlenerek geleneklerde yansımaları görülmektedir.
Ağaç kültünün belirgin izlerini Anadolu'nun ilk ve daha sonraki edebi yapıtlarda da görüyoruz. 13. yüzyıl ozanı Yunus Emre'de Şamanizm’in ağaçla söyleşme motifi Tasavvuf ilkesiyle yoğrularak Tanrıya uzanan bir sonsuzluk sembolü haline gelir.
İşte Yunus Emre’de bu Ağaç Konusunda Bir Deyiş:
Giderildüm ben yol sıra yavlak uzamış bir ağaç
Böyle latif böyle şirin gönlüm eydür birkaç sır aç,
Dalhı sana kuş konmamış ne gügercin ne hod dürrac
Bir gün sana zeval ire yüce kadün ine yire
Budaklarun oda gire kaynaya kazan, kıza saç
Yunus indi sen bir nice, eksüklüğün yüz bin anca
Kuru ağaca yol sorıca teferrüclen yoluna geç (2)
Eski Oğuz boylarının yaşayış tarzını kaleme alan Dede Korkut hikayeleri, Anadolu bölgesinde 15-16. yüzyıllarda yazıya benzer hikayeler geçirildiğin anlaşılır.
Diyor ki:
Öt benim sarı taroburarn
Senin aslın ağaçtandır
Ağaç dirsem gönüllenme
Kırmızı gül ağaçtandır
Yeter Pir Sultanım yeter
Dertlilere derman katar
Türlü türlü meyve biter
O da yine ağaçtandır
Dörtlüğü ile biten deyiş, bütün özellikleri ile ağacın kutsallığını dile getirmektedir.
Eski Türklerdeki Ağaç Kültünün İslami dönemlerde sürdüğü destanları incelendiği anda, inanç, gelenek ve törelere yabancı olmadıkları görülür. Bunda en açık biçimde Dede Korkut hikayelerinde Kam-Şamanizm’e ait birçok ögeler yanında, ağaç kültünün belirgin izleri de yer alır. Bu hikayeler okundukça, kişide öyle bir izlenimler bırakıyor ki, sanki Korkut Ata Müslümanlık ile Kam-Şaman inancından bir Türk. Ancak ayrıntılara girdikçe ise, ortaya Şamanizm’in İslam ile birbirleri içine girip kaynaştıran bir usta, bir eren rolü içinde olduğu görülür.
Bir başka; “Salur Kazan'ın evinin yağmalandığı” hikayesinde, düşmanlar Kazan'ın oğlu Uruz’u bir ağaca asarak idam etmek üzere kanara (mezbaha) dibine götürdüklerinde, Uruz, böyle kötü bir işe aracılık etmeyi yakıştıramadığı ağaçla söyleşmek ister ve ağaca şöyle seslenir:
Ağaç, ağaç dir isem sana erilenme ağaç
Mekke ile Medinenün kapusı ağaç
Musa Kelimün asası ağaç
Böyük böyük suların köprüsü ağaç
Kara kara denizlerün gimisi ağaç
Şah-ı merdan Ali’nin Düldülünün eyeri ağaç
…
Başun ala bakar olsam başsuz ağaç
Dibün ala bakar olsam dipsüz ağaç
Mini sana asarlar götürmegil ağaç
Götürecek olur isen yigitligüm seni tutsun ağaç.
Türkler Müslümanlaşırlarken geleneksel ağaç kültünü İslam ile bağdaştırmaları!
Bu soylamadaki Musa Kerim, Şah-ı Merdan, Mekke, Medine gibi İslami ögeler çıkarıldığında, Altay Şamanistlerinin kutsal ağaçlar için söyledikleri ilahilerden farkı kalmıyor. (3)
Yine “Basat'ın Depegöz”ü öldürdüğü hikayesinde de Depegöz, Uruz oğlu
Basat'tan yerini, hanının kim olduğunu, ak sakallı babasının adını ve kendi adını sorduğunda Basat'ın:
Kırış güni öndin depen alpumuz
Ulaşoğlu Salur Kazan
Atan adın sorar olsan Kaba ağaç
Anam adın dir isen Kağan Aslan
Menüm adum dir-isen Aruz oğlu Basat’dur (4) şeklindeki yanıtı da ağaç kültünün belirgin izlerini yansıttığı görülmektedir. Dede Korkut’taki buna benzer türlü örnekler daha da çoğaltılabilir.
Kaba ağaçtan türeme motifi Bamsı Beyrek hikayesinde de görülmektedir. Beyrek'in kız kardeşinin 16 yıllık esaretten dönen erkek kardeşi ile yaptığı söyleşmede geçenler ise:
Karşu yatan kara tagum yıkılupdur
Ozan senün haberün yok!
Kölgelüce kaba ağacum kesilüptür
Ozan senün haberün yok! deyişi ve
Bamsı Beyrek’in Kazan Bey'e soylamasındaki:
Alan sabah durmuşsın,
Ağ ormana girmişsin
Ak kavağın budağından
Yırgayuban kiçmişsin,
Sözleri de bu motifin ne kadar canlı olduğunu gösteriyor. (5)
Dede Korkut’taki örnekler dahası, Evliya Çelebi de Seyahatname adlı yapıtında Kafkasya’daki seyahatini anlatırken “ağaca tapan âdem kavmi” ve taptıkları ağaç hakkında bilgi vermektedir. Yapıtındaki açıklamalarda “Ademi kavmi” dediği toplum Nogay ve Dağıstan Müslümanları olduğu tahmin edilmekte olup, bu insanların her yıl bir ağacın altına gelerek, etrafında defalarca ve yığınlarca balmumu ve yıl mumu yakıp aydınlatarak ağaca taptıklarını bildiriyor. (6) Buna benzer bir inanç Şamlar köyünde ulu ağaç altında toplanmak, orada aş dökmek töresi vardır.
Ağaç kültü ile ilgili kutsal inanışlar ve koruyuculuğu Orta Asya Müslüman Türklerin de olsun, Anadolu ve Rumeli bölgelerinde yaşayan Türklerde olsun, halk geleneğinde bugün bile bütün canlılığını korumakta olup, sürdürülmektedir. Türklerin yaşadıkları nerdeyse bütün bölgelerde dualar edilerek, dilekler dileyerek ağaç dallarına bezler bağlanmış, ağaçlar görülür. Bunun İslam ile ilgisi olmayıp, Türklerin ata ruhlarına yapılan nezir ve dileklerin sürdürülmesidir. Hatta yer yer bu inanışı İslam ile harmanlayıp sentez yaparak Müslümanlığın “evliyalar, erenler, dedeler, Babalar, Şeyhler, Dervişler” gibi Türk kültüründen taşınıp, İslam inancı ile kaynaşıp özdeştirilmiş, dahi, mezarları ziyaret etmek, mezarlara bezler bağlayarak dilek tutmak biçimine dönüşmüştür.
Abdülkadir İnan, Batı Türkistan Müslümanları arasında, Semerkant yakınındaki Çoban Ata tepesinde yapılan bir dini törenden sonra, herkesin ağaçlara bezler bağladığını kendisinin gördüğünü bildiriyor. Yanında bulunan bir Özbek’ten de bu geleneğin daha başka örneklerini dinlemiştir. Kendisine Hocant kenti dolaylarında Evliya-tirek (evliya kavak) denilen bir kavak ağacına çocuğu olmayan kadınların bez bağlayarak dua ettiklerini; Ürgüt kasabası yakınındaki Hazreti Beşir mezarının yanında bulunan çınar ağacının kutsal sayıldığını, bu ağaca bağlanan bezlerin çokluğu yüzünden ağacın dallarının görünmez olduğu anlatılmış. (7)
Buna benzer geleneklerin Kam-Şaman inancından kalma olup, Anadolu halkı arasında da bütün canlılığı ile aynen sürmektedir. Şamlar köyünde de sürmektedir. İğde dalından boncuk yapılması geleneği…
Bazı bölgelerde küçük bebekler elbiselerinin omuzlarına nazar boncuğu ile birlikte 2-3 santim, ortası delinmiş, kutsal iğde ağacı dallarından yapılış boncuk haline getirilmiş ide dikerler. Ayrıca yine kutsal sayılan iğde meyvesi çekirdeğinden yapılma, ortasından bir delik delinerek boncuk haline getirilerek çocuklara nazar değmesin, nazarı önlesin diye dikerler. Bu benzer biçimde Şamlar köyünde uygulanmaktadır. Bu gelenekte Türklerin kutsal geleneklerindendir.
Kaynaklar:
(1) Arzu Erdoğan Öztürk, “Kanıkey Rüyası”; Sabahat Deniz, “Manas Destanında Rüya”; Emine Gürsoy Naskali, Bozkırdan Bağımsızlığa, TDK yay. 1995, s.269-27l.
(2) Faruk K. Timurtaş, “Yunus Emre Divanı”, Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları Ankara, 1986, s.S3.
(3) Muharrem Ergin, “Dede Korkut Kitabı”, 1, TDK yay., Ankara, 1994, s. 108.
(4) Abdülkadir İnan, “Müslüman Türklerde Şamanizm Kalıntıları”, s. 53
(5) Muharrem Ergin, “Dede Korkut Kitabı”, s.214.
(6) Muharrem Ergin, “Dede Korkut”, s. 140, 144; Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkudum Kitabı, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı yayınları İstanbul, 1977, s. 51
(7) Abdülkadir İnan, “Müslüman Türklerde Şamanizm Kalıntıları”, s. 22-23. 23