VATAN;
Sonuçta bir toprak yığınıdır. Üzerinde yaşayan insanlar, sınırla çevrilmiş toprağın sahipleridir. Bu toprak yığını gerçek değerini üzerinde yaşayan insanlar artırır ve değerli "vatan” haline getirir. Vatan; kendi değerini sedefi içinde inci yapmaktır. Alevin içine sokulan demiri yumuşatıp biçim vermek gibi işlemektir. Aşk ile gönül gönülle çırpınmaktır, kişisel bir beklentisi olmadan ıstırabın ateşinde yanmaktır. Aşkın, arzunun temeli toprak yığınını cennet-vatan yapmaktır.
Cennet-Vatan, sınırları belirlenmiş, bir ulusun bağımsız ve egemen olarak üzerinde yaşadığı yeryüzü parçası ve onun havasını soluduğu, doya doya ekmeğini yediği, suyun içtiği yer, o belirlenmiş sınırlar içerisinde, bir bireyin doğup büyüdüğü; topluma karışıp hâkim halk olarak üzerinde ortak acıda, kederde, sevinçte barındığı, gerektiğinde canını bile uğruna verebileceği toprak olarak üzerinde yaşadığı yere vatan denir.
İnsan ve Mutluluk
Anlarsın, şaşarsın; aranan mutluluk, bulutların arasından sıcak
yüzünü gösterip, yine bulutların arkasında kaybolan kış güneşi ayaza
çalar üşütür seni ya, öyle bir şey olur için burkulur. İşte böyle! “Vatan” dersin seversin delicesine ama yetmez. Çıkar resmi kıyafetli biri
karşına: “Ben devletim, devletin
polisiyim der” ülkenin tapusu kendi
elinde, vatandaşlardan koruma görevi kendinde sanır, çıkar karşına bir
zulüm odağı olarak. Koruduğunu sandığı devletin zalimi olduğunu işkence yaparak
ispata kalkar.
Hayallerin altüst olur, sevginin
yeri birden nefrete dönüşür, sevmek isteğin ağır gelmeye başlar, savurur seni
hayallerin bir o yana bir
bu yana, saat sarkacı gibi gider gelirsin şaşkın, bir o yana bir bu yana...
Sevmek ya da Nefret Etmek
Mutlak bir nedene dayalı bir güdüdür...
Işığın aydınlatan yanını görürüz hep bu ülkede. Ama
karanlık ışığın arkasındadır. Orada, vicdanları, ruhları, kara göremediklerimiz vardır. Vatandaşını her zaman potansiyel suçlu,
her an suç işleyebilir gören ülkesinin
tapusu elinde olduğunu sananları mutlak gördüğün anda anlarsın boşuna sevmenin
manasızlığını. İşte vatanına bağlılığın nefrete dönüşmesine bu maaşlı
zihniyetin tavrı ile bu ülkede barışı sağlamasına olanak yoktur.
Polis, önce sokakta kafasından geçirdiği vatandaştan suçlu yaratıyor, tahrik ediyor,
onur ve haysiyetini incitiyor, canı bir yerde patlayan vatandaşa kendine karşı
suç işletiyor, (Hiçbir suç unsuru bulamasa dahi “Görevli memura Mukavemet” suçu
ile) sonra suçluyu yakaladım diye hayatı cehennem ediyor ve devletine düşman
hale getiriyor.
Başta kolluk güçleri bu ülkeye ne kadar yarlı ise o
kadarda ülkesine nefret duyguları besleyen insanlar yığını haline getirenler
oldukları da bir gerçektir. Elbette her
ülkede polis vardır vatandaşı vatandaştan koruyan. Ama Türkiye de vatandaş
kendi polisten nasıl koruyabilecek? Ben devlet memuruyum, yetkilerim vardır
diyenler, yetkilerini aşmışsa, vatandaşı da bu devletin varlık sebebi olarak
görmüyorsa, nasıl huzurlu olunur bu ülkede?