28 Haziran 2015 Pazar

İSLAM TARİHİNİN EN KANLI LEKESİ KERBELA OLAYI

Kerela'da Hüseyin
Kerbela ve Sonra İslam                   Dünyası
İlk Türkmen ayaklanmalı eylemler kökeninde din faktörü öncelikli değildi. Türkmen ayaklanmalarına dinsel kılıf her zaman gördüğümüz gibi merkezi otoritenin bahanesi ve saldırganlığına kılıfı olmuştur. Anadolu’ya Türklerin yak bastıklarından bu yana yerli Hıristiyan halklarla, ufak tefek “şu bu” kişisel nedenler dışında herhangi bir dinsel çatışma içinde olmamıştır. Türkmenlerin dinsel nedenle Hıristiyanları kötü bir davranış içinde olmadılar. Çünkü Türkmenlere Hıristiyanlık kötü bir etki tesir edip üzerlerinde böyle intiba bırakmamıştır. Türkmenler Anadolu’da var olduklarında, taassuptan uzak, bağnaz yobaz olmayan, şeriata bağlı kalmayan, eski görenek ve geleneklerini, derinlemesine olmayan, görünen basit bir Müslümanlık cilası altında, eski Gök Tanrı dini ve Kamcılık desturunda Şaman kılıklı Baba-Dedelerin Türkmen heterodoks bir Müslümanlaşma anlayışı ile karşılaşırız.

Osman Turan (1) şöyle der: “Yunus Emre, Hacı Bektaş, (…) Baba İshak (İlyas) gibi büyük Türkmen şeyhlerinin (Baba-Dedelerinin) Anladığı ve telkin ettiği İslamiyet, Türk Şamanizm’i ve sair menşelerden gelen inanışlar, halka kadar inmiş, geniş tasavvufi fikirlerle imtizacından mürekkep olup, medrese mensuplarının da şeriat kaidelerine karşı lakayt bir mahiyette idi.

Bu sebeple kendilerine mensup olan cemaatlerin, inanış ve yaşayışları İslamiyet’e aykırı olsa dahi buna pek ehemmiyet vermiyorlardı. Anadolu Gibi birçok akidelerin kaynaştığı bir içtimai muhitte yaşayan bu Türkmen şeyhlerinin bir kısmı yalınız doğrudan doğruya kendilerine mensup Şii-Şaman hayat ve akidelerine bağlı Türkmenlerin değil, Sünni Türklerin ve hatta Hıristiyanların bile, bilhassa ölümlerinden sonra, velileri haline gelmişlerdir.”  Der.

Allah ve adını kılıf olarak kullananlar dönemde egemen güçler olmuştur. Halkı Allah ile aldatarak peşlerine taktıkları yoksul halklar, mezhep farklılıkları kışkırtmalara neden edilerek birbirlerini kıymaları için hep egemen güçlerin işi olmuştur. Bu işten halklar kaybeden, egemen güçler ise kazanalar olmuşlardır. Dinsel temel üzerine inşa edilen saltanatlarına meşruluk kazandırmak, “cihat/fetih/şahadet” seslenişleriyle halka coşturucu enerji verilerek, vaat edilen, “ebedi cennet” için insanları kışkırtan ve savaşlara sürükleyen egemen güçler, onların kanları üzerinden saltanatlarını temin altına alarak rahatlıkla sürdürenlerdir.   

M.S.680 yılında Muaviye’nin ölümünden sonra, Muaviye’nin oğlu Yezit, Hüseyin’e hiçbir seçenek bırakmak istemiyordu. Babası Muaviye, Hüseyin’in kardeşi Hasan ile yaptığı anlaşmaya rağmen tahtı oğlu Yezit’e bırakırken, oğlu Yezit’i şöyle uyarıyordu: Ebu Bekir oğlu Abdurrahman’a, Zübeyir oğlu Abdullah’a, Abbas oğlu Abdullah’a, Ömer oğlu Abdullah’a ve özellikle de kendine biat etmemiş olan Ali oğlu Hüseyin’e karşı uyarıyordu. Dahi sağlığında Muaviye, egemen odakları oğlu Yezit’e biat ettiriyordu. Abisi Hasan’dan çok farklı olan Hüseyin boyun eğmiyor, Emevi zulmüne ve Yezit’e karşı başkaldırıyordu. 

Hep hayal kırıklıklarından bıkmış, yorgun düşmüş olan Hüseyin, Mekke’ye göç eder. Süren baskılar yüzünden oradan ayrılmak zorunda kalır. Irak’ta bulunan Küfe kentinden destek verecekleri bilgisi gelir. Yakın çevresini yanına alarak Küfe kentine doğru yola çıkar. Bu arada Yezit, bu yönelimi üzerine Basra Valisi Abdullah b. Ziyad’ı Küfe’ye vali atayıp onun aracılığıyla zulüm siyaseti uygulanır. Hüseyin’e karşı küfe’de kontrol kurar. Hüseyin’in Küfe’ye gönderdiği elçisi Müslim b. Akl’i yakalatıp işkenceyle saf değiştirmeye zorlar. Başaramayınca da kafası kesilerek halka yıldırmak için Küfe sokaklarında dolaştırmışlardır. İş böyle bitince, Hüseyin’in kentle olan bağlantısı da kopmuş olur. 

Küfe yolunda ki Hüseyin, Kerbela denilen yerde, Fırat nehri kıyısında, ama suya ulaşılması olanaksızlaştırılmış kuşatma altında kalmışlardı. Hur bin Yezit komutasındaki iki bin Emevi ordusu, bu kuşatmayla onun hem ilerlemesini hem de geri gidişini engelleyecekti. Susuzlukla biate zorlanan Hüseyin ise, direnme kararlı gücünü sürdürmektedir. Peygamber tarafından cennetlikle müjdelenmişlerden Sad bin Ebul Vakkas’ın oğlu Amr komutasında dört bin kişilik ek bir güçle desteklenerek artırılacaktı. Güçler arasında oldukça çok eşitsizlikler vardı. Hüseyin’in güçleri, bir kısmı çocuk ve kadınlardan oluşan 155 kişiden oluşuyordu. Bunların içinde savaşçı durumda olan 32 süvari, 40 piyade olmak üzere 72 kişiden ibaretti. Karşılarında karınları tok, tam teşekküllü altı bin askerden oluşan bir orduydu.

Bu eşitsizliğe karşı sabah gün ağarırken başlayan savaş, gün batımına kadar sürmüştü. Hüseyin’in yanındaki savaşçıları bir mucize yaratarak, adeta 6 bin kişilik Yezit ordusunu oldukça yıpratmışlardı. Sonuçta, Hüseyin’in ölümüyle savaş sona ermiştir. Aldığı emir üzerine başta Amr, Hüseyin olmak üzere Kerbela şehitlerinin başları gövdelerinden keserek Küfe valisi Ziyad’a gönderdiler. İçlerinde tek sağ kalan Hüseyin’in hasta oğlu Zeynel Abidin ve kadınlar da bu boyunlarına zincir takılarak parçalanmış cesetler arasından geçirilerek Küfe’ye, oradan Şam’a Yezit’e götürülmüşlerdir.

Bu arada Hüseyin’in kardeşi Zeynep, bu korkunç acı tablo karşısında kendini kaybetmiş biçimde:  “Ya Muhammed, sana semanın melekleri salât ve selam götürsün. İşte Hüseyin’in kanlara bulanmış, uzuvları kesilmiş, kızların esir, zürriyettin maktul” diyerek çığlıklar atıyordu. Korkutulmuş, susturulmuş haktan sesiz bir protesto yükselir; “Bu işte payı olanların asla cennet yüzü görmeyeceği”, Kadınların Hüseyin için yaktığı ağıtlar İslam coğrafyasında dolaşıyor, Yezit’in sarayında bile bu yapılan haksızlıkları herkes kınıyordu. Öyle bir yayılır ki, Yezit korkmaya başlar, Kerbela’da sağ kalan Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin ve kadınları Şam sarayında giydirir, karınlarını doyurur, onları Medine’ye gönderir ve yapılan olayların suçlusu olarak da Küfe valisi İbn Ziyad’ın üzerine yuvarlar ve sorumluktan kurtulmaya çalışır.     

M.S.680 yılında İslam tarihine en kanlı kara leke, en derin iz bırakan, İslam’ın itibarına en ağır darbe vuran, sonrasında İslam’ın iyice monarşist yola sokan ve mutlak bir bölünmeye iten, peygamber soyunu kurutan Kerbela olayı sonrası süren İslam’ın günümüze kadar süren gelen çilesinin başlangıcıydı. Yezit karşında hiçbir şansı olmadığının farkında olan Hüseyin, Kerbela’da ölümlüne kararlılık, ona bağlı, onun bu davranışını örnek alan sevenleri, İslam kültür coğrafyasında bir biçimlenme ile her zaman adına ilanı yas ile anılırken, ona bu zulmü hak gören Yezit ve soyu, hep lanetle bir soy olarak anılır olmuştur.

13. yüzyılda Anadolu
13. yüzyılda Anadolu, “Ehli-Sünnet harici” dinsel eğilim günümüzden çok farlıydı. Turgut Akpınar, “Tarih ve Toplum” dergisi sayı 82, s.15’de, Tanınmış Osmanlı tarihi yazarı Jorga yapıtına kaydettiği bir Venedik belgesi (…) Osmanlı Anadolu’sunda ahalinin beşte dördü Alevi olarak göstermektedir. Hava böyle iken, Osmanlının ilk dönemleri de bu yapıyla, bu dini anlayışla, böyle bir gevşek dinsel anlayış yapısında Osmanlının ilk kuruluş yıllarına tanık oluyoruz. Buna bir örnek: “Orhan Gazi’ye ait Vakfiyede Bursa’nın zaptında büyük hikmeti ve askeri coşturarak zaferde büyük katkısı olan heterodoks gazi dervişlerden Geyikli Baba’ya bir bölüm arazi ile iki yük şarap ve iki yük rakı verilmesi kaydı” (*) vardır. İlginç değil mi? Orhan Gazi’nin Geyikli Baba’ya; “İki yük şarap, iki yük rakı” göndermesi!

Aşıkpaşazade tarihinde; Geyikli Baba, kendisinin Baba İlyas müridi olduğunu, Seyit Ebül Vefa tarikatından olduğunu açık bir biçimde ilan eden (**) bir şahsiyettir. Ebül Vefa tarikatının izinden gelen Baba İlyas, Selçukluya karşı 1240 yılında ayaklanmış bir önderdir. Sencer Divitçioğlu’da belirttiğine göre Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazi’nin de Babai-Vefai inancına bağlıdır. Beyliğinde yanına Ebul Vefa halifelerinden Ede Bali gibi birini alması da bunu kanıt olarak göstermektedir.

Osmanlı’nın kurucusu Osman diye bilenen, Osman değil “Odman” (Türkçe ateş adam) olduğu, resmi tarihçilerin kullandığı bir addır” dır.

(*) H.Ziya Ülken’den kaynak aktarma Turgut Akpınar “Tarih ve Toplum Dergisi” sayı 82, s. 15
(**) Aşıkpaşazade Tarihi, s. 45

Hiç yorum yok:

TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)

ETHEM NEJAT (1887-1921) Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün...