ŞEKER PANCARINDAN ŞEKER ÜRETEN ÜLKE
İKEN!
Bize
unutturmaya çalıştıkları şeker pancarı tarımıdır...
Neden
derseniz; yasak; bizim tarımsal ekonomimize darbe vurmak için, sinsice haşhaş
dikmeyeceksin dedi, tütün dikmeyeceksin dedi, uyduk, yasakladık. Ancak 1974
Ecevit hükümeti dinlemedi, Amerika’ya rağmen haşhaş dikimini tekrar başlattı.
Geçelim
haşhaşı...
Şeker
pancarı üretimini azaltın dediler. Sonra, şekerpancarı fiyatlarını serbest
piyasaya belirlesin dediler. Ardından şeker fabrikalarını özelleştirin dediler.
Alıştıra alıştıra dillerinin altındaki baklayı çıkarmaya başladılar.
“Şekerpancarı maliyetli, sizin ihtiyacınızı nişasta tabanlı endüstriyel şeker
ile gideriniz” dediler.
Her şey
planlı projeli, istenilen gibi işlemekte...
İşte işin
aslına gelindi: ABD dedi ki, “sizin şekerpancarının maliyeti pahalı. Biz (daha
ucuza gelen) nişasta bazlı şeker verelim”
dediler.
Türkiye
1998 yılında 500 bin 951 hektar şekerpancarı ekili alan varken, 2015 yılında
272 bin 990 hektar alana düşülmüştür.
1998
yılında Türkiye’de 22 milyon ton olan şekerpancarı üretimi, 2015 yılında bu
sayı 15.8 milyon tona düşmüştür.
Şekerpancarı
üreticisi çiftçi sayısı ise 450 binden, 120 bine düşmüştür...
Geldik mi
emperyalist planların amacına git gide ulaşmasına, geldik!
2015
yılına geldik. Türkiye’nin şeker gereksinimi, üretim karşılayamaz oldu. Ülke
170 bin ton şeker ithal eder oldu. Dahi hesapta olmayan, ülkeye kaçak yollardan
3 milyon kiloya ulaşan kaçak şeker girmektedir.
2016 yılı
geldi, yine ülkenin şeker gereksinmesi arttı, AKP hükümeti şeker ithal etti.
Sonra AKP
ne yaptı biliyor musunuz? Kendi ülkesinde şekerpancarı üreticilerinden
sakındığı teşviki vermedi. Var olan şekerpancarı üreticilerini de bezdirmek ve
zarar ettirmek, üretimde zorlamak için, 8 Nisan 2016’da sıfır gümrük ile şeker
ithaline kara verdi.
Şimdi
buralara nasıl gelindi bir bakalım...
Türkiye’de
biri kamuya ait Şeker Fabrikası AŞ, 7 pancar şekeri ve 5 nişasta bazlı şeker
üreticisi olmak üzere 12 şirket faaliyet gösteriyor. Rekabet kıran kırana
gidiyor. Birisi şekerpancarı üreticileri, “yerli ve milli” tarım köylüleriydi,
ötekisi nişasta tabanlı şeker üreticileriydi, bunlar daha çok küresel güçlerdi.
Ülkede, hükümetin üvey evlat gözüyle baktığı
“Yeki ve Milli” şekerpancarı üreticileri başta Cargill’e
yedirilmekteydi.
Cargill ve Hıyanet Oyunları
Amerikalı
tohum üreticisi Cargill Türkiye'nin bir tarım politikası olmadığını fırsat
bilerek Türk şekeri ve şeker pancarı üzerine bir rapor hazırlıyor. Bu raporda
“Şeker pancarı” tarımının kârlı olmadığı vurgulanıyor. Ve bunu sadece şeker
konusunda yapmıyor. Birçok tarım ürününde benzer çalışmaları var ve sırayla devreye
sokuyor.
Şeker
pancarı tarımı durursa şeker fabrikalarının ithal nişasta bazlı hammaddelerle
şeker üretmesi bekleniyor ki, bütün dünya nişasta bazlı şekerlerin sağlığa
zararlı olduğunu tartışıyor. Hatta bazı kanser çeşitlerine sebep olduğu
biliniyor.
Görünen o
ki, “Yerli ve milli uçak” yapmaktan söz edenler, yerli ve milli araba yapmak
hayaliyle uçanlar, hatta insansız tank yapmaktan söz edenler, yerli ve milli
şeker fabrikalarını birilerine peşkeş çekerken nişasta bazlı şeker üreten
Amerikalı Cargill'e teslim olmak üzereler.
Bu 14
fabrika özelleşince yaklaşık 250 bin pancar çiftçisiyle 5 bine yakın şeker
fabrikası işçisinin işlerinden olacağı biliniyor. İddia o ki, satın alanlar bu
fabrikaları ya hemen, ya da birkaç yıl çalışıp kapatacak. Bazı fabrikaların
arazileri zaten hayli kıymetli ve getirisi çok yüksekti. O zaman ülke tamamen
ithal nişasta bazlı şekere teslim edilecek demektir. Oysa Almanya ve Fransa
gibi ülkeler nişasta bazlı şeker üretimini reddedip hâlâ şeker pancarından
şeker üretmekteler. Bu ülkelerde nişasta bazlı şeker kotaları Fransa'da sıfır
Almanya'da yüzde 1.5 iken Türkiye'de yüzde 15. Sonuç: “Fabrikaları satalım,
üretim dursun, şekeri de ithal edelim!” Artık aç gözünü Türkiye… Bindik bir
alâmete, gidiyoruz kıyamete...
Satışa
çıkarılan 14 şeker fabrikasından 4'ü kâr ediyor, 10'u zarar yazıyor. 16 yıldır
iktidarsınız. Şeker fabrikaları zarar etmesin diye hangi çareleri, çözümleri
düşündünüz, uyguladığınızda olmadı?
TMMOB
Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Ahmet Atalık, toplum
aydınlasın diye bilgiler gönderdi. Sözleri şöyle: "33 şeker fabrikası var. 25'i devlete (Türk Şeker) ait..."
Şeker
Kanunu 2001 yılında çıkarıldı...
AKP 2002'de ülkemizi yönetmeye başladı. Şeker Kanunu çerçevesinde kurulan Şeker
Kurumu, şirketlere “kota tahsisi” verdi.
Bu tahsiste dış kaynaklı nişasta bazlı şeker (NBŞ) kotası kayırıldı. Çünkü
kanun dış kaynaklı nişasta bazlı şekeri kayırmaya yatkın çıkartılmıştı. Kota
yurt içinde üretilen pancar şekerinin yüzde 10'u büyüklüğünde tutuldu. Oysa 28
üyeli Avrupa Birliği'nde bu kota yüzde 5 ile sınırlandırılmıştı. Ayrıca Şeker
Kanunu'nda Bakanlar Kurulu'na şeker kotasını yüzde 50 oranında artırma ve yükseltme
yetkisi de vermişti. Bakanlar Kurulu bu yetkisini, nişasta bazlı şeker (NBŞ)
kotasını her yıl yüzde 35 artırarak kullandı. Böylece Türkiye, 28 Avrupa
Birliği ülkesinin ürettiği nişasta bazlı şekerin yarısını tek başına üretmeye
başladı. Darbeyi önce Türk pancar çiftçisi yedi. Şeker pancarı ekicisi: 2003'te
460 bin çiftçiydi. 2016'da 105 bine indi. Pancar tarlaları boşaldı. Köylüler
kentlere aktı
İkinci
darbeyi devletin işlettiği şeker üretiyordu. Yeterli pancar bulamayınca 4 fabrika
kapandı, biride Ağrıda idi, şehrin tek sanayi kuruluşuydu. Bugün Ağrı yine
Türkiye'nin en fakir ili olarak kaldı ve Türkiye şeker piyasası hızla nişasta
bazlı şeker üretenlerin eline geçti...
2003
yılında. Türk Şekerin kârı: 265 milyon TL'ydi...
2004'te
kâr etti. 2005'te kâr etti...
2006'da
zarara döndü...
2009'dan
sonra zarar süreklilik kazandı...
2016'da
zarar: 76.5 milyon TL'ye ulaştırıldı...
Türk Şeker'in
76.5 milyon TL zararı içinde 25 devlet şeker fabrikasının payı 32 milyon TL
oldu...
Üçüncü
darbeyi işçiler yedi: 2002'de çalışan 19 bin kişiydi. 2016'da 8 bin kişiye
indi. Şeker fabrikalarına, onların çalışanlarına, fabrikalara pancar yetiştiren
çiftçiye, şeker pancarı fabrikalarda şekere dönüşürken ortaya çıkan yan ürün
küspeyi hayvanlarına yem yapan köylüye dış kaynaklı tarım politikası
uygulayanlar ihanet etmiş oldu. Şimdi bu fabrikalar satılığa çıkartıldı ama
aslında Türkiye'nin şeker pazarı satışa sunuldu. Dünkü yazıda sormuştum, bugün
yeniliyorum: 16 yıldır Ankara'da Saray yapmaya ve İstanbul'da padişah saraylarını
yenileyip içinde oturmaya gösterdiğiniz özeni, zarar etmekte olan şeker
fabrikalarına göstermiş olsaydınız, onlar da kâra geçecek bir yolu bulamazlar
mıydı?
Türkiye'yi
emanet ettiğimiz İktidarın 2017 yılı dış ticaret bilançosu, yaklaşık 157 milyar
dolarlık mal satmışız, 234 milyar dolarlık mal almışız. Yaptığımız ticarette 77
milyar dolarlık açık yaratmışız. Deftere yazdırmıştır.
Geçen
yıldan daha rezil bir tablo ile bu yılın Ocak ayında karşılaştık. Yine almışız,
satmışız, Sadece bir ayda 9 milyar dolar açıkta kalmışız. Yuh! Ocak ayında
ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 58'e gerilemiş. Milyar dolarlardan
bahsediyorum! Sadece bir ayda diyorum. Açıkta geçen yılı ikiye katladığımızı
söylüyorum. “İyi gidiyoruz” diyorlar. Kötü gitmemiz için daha ne kadar
açılmamız gerçekleşiyor...
Kim bu şirket? Ne yapar?
Cargill,
Iowa eyaletinin Conover kentinde hububat ticareti yapmak için 1865'te kuruldu.
Şirket giderek büyüdü. 2004 yılına gelindiğinde 61 ülkede faaliyet
gösteriyordu. Yıllık cirosu 60 milyar dolardı. 1960 yılından beri Türkiye
ile iş yapıyor. 1986 yılında önce Pendik’te Kurulu nişasta fabrikasını
satın aldı. 1997 yılında Bursa'nın Orhangazi ilçesinde mısır şurubu üretmek
için 90 milyon dolarlık bir fabrika kurdu. Hendek'te fındık işleme tesisi var.
İşlenmiş fındık ihraç ediyor. Türkiye'ye hububat, yem, ayçiçeği ve pamuk ithal
ederek piyasaya sürüyor.
Başkan Bush 'Cargill' derken, Başbakan Erdoğan'da Irak'ta pasta olarak
adlandırılan ihalelerden pay almak ve Türkiye'de oluşturulması planlanan Nitelikli
Sanayi Bölgeleri konusunda' hiç bile zaman gerçekleşmeyen istekler öne
sürdü.
Cargill'in AKP ile hikâyesi böyle.
Bu kez Başkan Trump, Cargill’in isteği doğrultusunda AKP Hükümeti’nden
şeker fabrikalarının özelleştirilmesini istedi. Cargill'in iddiasına
göre, özelleştirme halinde Türkiye daha hızlı büyüyecek, üretim, istihdam ve
ihracat artacak, hükümet de daha fazla vergi toplayacakmış...
Cargill’in Yazdığı Şeker Raporuna
Sözcü
Gazetesinin ulaştığı Cargill’in Ocak ayında hazırladığı şeker raporuna göre
şeker fabrikalarının özelleştirilmesi tavsiyesinde bulunmuştur. Daha önce,
şeker fabrikalarının satış sürecine dahil olmadıklarını söylemişlerdi... Sonra anlaşıldı ki, Cargill’in hükümete
sunduğu pancar şekeri ile ilgili rapordan kısa bir süre sonra AKP iktidarı 14
“yerli-milli” şeker fabrikasını özelleştirme kararı almıştır...
14 şeker
fabrikasını özelleştirme kararı alan AKP iktidarı, Şeker Kurulu’nu kapatıp,
ABD'li nişasta bazlı şeker (NBŞ) üreticisi Cargill'in etkisi altına girdiğine
dair iddialar ortaya sürülüyor. Cargil, bu işin arkasında kendilerinin
olmadığını söylemişlerdi ancak bu açıklamanın hemen ardından Cargill'in Ocak
2018'de yayımladığı kritik rapor ortaya çıktı.
Ey Amerika denirken, tısss...
Arkasında
güçlü siyasi lobileri bulunan elin Amerikalı dünya devi Cargill’in raporunda
kotaların kaldırılmasını, şeker fabrikalarının özelleştirilmesinde ve kamunun
yapacağı her türlü çalışmaya yardımcı olarak katılmak istemektedir.
Cargill'e
göre, (bu millet aptal ya!) şeker fabrikalarının özelleştirmesi halinde Türkiye
daha hızlı büyüyecek, üretim, istihdam ve ihracat artacak, hükümet de daha
fazla vergi toplayacak. Aynı raporda özelleştirme halinde, halen % 10'la
sınırlanan NBŞ üretiminin yüzde 50'lere yaklaşacağı da itiraf edildi.
Cargill'in
kendi ürettiği NBŞ'nin önünü açmak için “milli-yerli” pancar üreticisi bu
millete, siyasi iktidara öğüt vererek pancardan şeker üretimini önemli ölçüde
azaltacak şu önerileri sunuyor, ‘Tam serbestleşme ve özelleştirme' sayesinde
pancar fabrikalarının satılması halinde Türkiye daha hızlı büyüyecekmiş,
işsizlik daha da azalacakmış, böylece hükümetin de vergi gelirleri artacakmış.
falan, filan, yalan dolan, kandırmaca.
İşte
Cargill'in şeker fabrikalarının özelleştirilmesi durumunda 3 farklı modelden
söz ediyor: Kota rejiminin bütünüyle
kaldırılması ve kamu sermayeli Türkşeker'in elinde bulunan şeker fabrikalarının
özelleştirilerek devletin bu alandan bütünüyle çıkması sonucunda ortaya çıkacak
ekonomik gelişmeler ele almaktadır...
Cargill’e göre şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle ekonominin
büyüme performansı üzerinde pozitif bir etki yapacak, 2023 yılına kadar 32.7
milyar liralık reel büyüme etkisi, yüzde 0.1 ila 0.04 puan arasında bir reel
büyüme hızı artışı sağlayacaktır.
Özelleştirme sonrası verimlilik artışının da etkisiyle 2023 yılına kadar
toplam 184 bin 513 kişilik ilave istihdam artışı olacaktır.
Bu dönüşümün ihracat katkısı 4 milyar dolar, kamuya vergi artışı
sayesinde sağlayacağı ilave kaynak 1.8 milyar lira olacaktır.
Kotaların kaldırılması ve özelleştirme halinde şekerin kilogram
fiyatı 3.3 liradan 2023 yılında 2.1 liraya düşecektir.
Cargill'in
raporuna göre, kotaların kaldırılıp şeker fabrikalarının özelleştirilmesi
halinde, 980 bin ton kapasiteye sahip Türkiye'deki nişasta bazlı şeker (NBŞ)
üretimi 700 bin ton daha artarak 2023 yılında 1 milyon 590 bine yükselecektir.
Sağlık
Kurulu raporunda kısırlıktan kansere kadar birçok alanda insan sağlığına
zararlı olduğu belirtilen NBŞ, kota engeli nedeniyle bugün 260 bin ton
civarında üretiliyor. Bu da toplam şeker üretiminin yaklaşık yüzde 10'una
karşılık geliyor. Cargill'in önerisinin gerçekleşmesi, yani kotaların serbest
bırakılıp pancar şekeri fabrikalarının özelleştirmesi halinde ise pancar şekeri
üretimi 2.82 milyon tondan 3.28 milyon tona çıkacak, ancak NBŞ'nin pancar
şekerine oranı yüzde 15'ten yüzde 48.5'e yükselecek. Dolayısıyla NBŞ, Türkiye
şeker pazarının yaklaşık yarısını ele geçirmiş olacak.
Geçelim Avrupa Birliği (AB)
Yasaklamalarına
Avrupa
Birliği ülkelerinin çoğunda nişasta bazlı şeker, çok ciddi bir biçimde
kısıtlamalar getirilerek denetiliyor. Bizde ise nişasta bazlı şeker üretiminin
önünü açan özelleştirmeler yapılmak isteniyor.
Cargill’in AKP hükümetine sunduğu rapordan parçalarda, Nişasta Bazlı
Şekeri savunuyor ve “Halk Sağlığı” konusunda bu zararlarını bir tarafa
bırakarak daha fazla kazanmak için direniyor; mevcut sistemden yakınıyor,
ülkenin mevcut siyasi yöneticilerini aldatırcasına diyor ki:
“Türkiye’de uygulanan mevcut sistem, pancar bazlı şeker üretimini
destekleyen ve nişasta bazlı şeker üretimini caydıran bir yapıya sahiptir. Söz
konusu politika ile pancar çiftçisinin sosyal olarak desteklenmeye çalışıldığı
açıktır. Ancak, pancar gerek kaynak kullanımı ve verim yapısı gerekse üretim
süreci açısından ekonomik etkinlik kayıplarını beraberinde getirmektedir.
Dolaylı bir destek mekanizmasına dönüşen bu sistem, üretken kaynakların verimli
alanlara tahsisinin önünde engel teşkil etmektedir.”
Diyerek şeker fabrikalarında çalışanları ve binlerce pancar
üreticilerini hesaba katmadan, onların desteklenmelerine devlet katkısını
haksızlık sayıyor nerdeyse...
Yılmaz Polat Amerika’dan Yazdı
ABD'li
nişasta bazlı şeker (NBŞ) üreticisi Cargill, 14 şeker fabrikasının
özelleştirilmesi haberiyle yeniden gündemde.
ABD'li yetkililerle 'baş başa' görüşme yapmayı tercih eden AKP Genel Başkanı
Erdoğan'ın, Dışişleri Bakanı Rex Tillerson'la 'Külliye'de yaptığı 3 buçuk
saatlik 'başbaşa' görüşmede, 'Cargill Şirketi'nin isteklerinin ele
alındığı konuşuluyor.
Erdoğan'ın 'Cargill'le tanışması yeni değil.
Başkan George Bush, Erdoğan'la Başbakan olarak Beyaz Saray'da yaptığı ilk resmi
görüşmede (28 Ocak 2004) Cargill ile ilgili net istekleri oldu. Cargill'in
sorunlarını çözüp, şirketi rahatlatmasını istedi. Cargill'in iki sorunu
vardı. Orhangazi'deki
fabrikasını birinci derecede tarım arazisine kurduğu için firma aleyhine dört
dava açılmıştı. Bu davalar nedeniyle üretim yapamaz hale geldi.
Cargill, bulunduğu arazinin birinci derece tarım arazisi statüsünden
çıkarılarak sanayi bölgesi ilan edilmesini ve böylece dört davanın
düşürülmesini istiyordu. Erdoğan Hükümeti bir kararname ile Cargill’in
faaliyetine devamını sağladı.
Orhangazi fabrikasında mısırdan fruktoz veya mısır şekeri diye adlandırılan
şeker üretiliyordu.
Pancar üreticisinin korunması amacıyla mısır şekeri üretiminde yüzde 10'luk
kota uygulanıyordu. Cargill bu kotanın kaldırılmasını ve tam kapasite ile
çalışması için önünün açılmasını da istiyordu.
Başkan Bush'un 'Cargill şirketinin yeni yatırımlarını güçleştiren sorunların
aşılması yönünde Ankara'dan beklediklerinin' büyük bölümü, Erdoğan Hükümeti
tarafından sessizce yerine getirildi.
Ülkede İlk Kurulan Şeker Fabrikaları
Şevket
Sürek, “Bir Dönemin Tanıkları” isimli kitabında, Atatürk'ün önderliğinde
kurulan şeker sanayinin ilk günlerini anlatmış.
19 Nisan
1923'de şirketleşen ve ilk özel teşebbüs denilebilecek yatırım Uşak Şeker
Fabrikası'dır. Uşaklı molla Nuri Ömeroğlu'nun gayretiyle kurulan bu fabrika aynı
zamanda ilk şeker fabrikamızdır.
Molla Nuri
Ömeroğlu şeker işiyle ilgilendiğinden olsa gerek, Atatürk'le tanıştırılırken
heyecandan “Nuri Şeker” olarak takdim edilmiştir.
Fabrikanın
temeli 6 Kasım 1925'de atılmış ve 17 Aralık 1926'da hizmete açılmıştır.
Fabrikanın kurucusu Molla Nuri Ömeroğlu'nun (Nuri Şeker) oğlu Muhsin Şeker,
babasının kurduğu fabrikanın kuruluş hikayesini şöyle anlatmaktadır:
“Babam
fabrikayı kurmadan önce, şekeri evimizde imal etmeyi başarmıştı. Köyümüzde
yetişen şeker pancarını şehirdeki evimizde kazanlara koyup kaynatıyor,
kabuklarını soyup rendeliyor, ağaçtan yapılmış sıkma makinesiyle sıkıp elde
edilen şerbeti bulandırmadan başka kazanlara aktarıyor ve bundan köpük helvası
(şekerli bir karışım) yapıyordu. Ben de yapılan helvaları pazara götürüp
satıyordum. Şehirlisi köylüsü kapış kapış alırdı.
Babam
bununla yetinmedi. Sayısız deneylerden sonra pancar kokusu alınmış koyu şerbeti
elde etti, bunu dükkân dükkân gezdirdi ve “İşte bu, şekerin koyu şerbetidir”
dedi. “Şeker fabrikası yaptıralım tarlalarımızda bol bol şeker yesin” diyordu.
O fabrikayı kurmak babam için ölümüne bir amaç olmuştu.(*)
Nuri
Şeker'in bu çabaları sonuçsuz kalmayacak ve küçük işletmesi fabrikaya
dönüşecekti. Hem de hayli ilginç bir hikâye ile… Nuri Şeker fabrika kurmak
istemektedir ama devlet desteğine ihtiyacı vardır. Konuyu bir şekilde İsmet
İnönü'ye aktarmayı başarır. İnönü asker kökenli olduğundan, sanayi ve ticaretle
ilgili konularda atak olmadığından konuya pek ilgi duymaz. Bir şekilde zamanın
İktisat Bakanı Celal Bayar'a ulaşır ve talebinin Meclis'e götürülmesini ister.
Bayar konuyu kavrar ve hemen Atatürk ile paylaşır. Atatürk konuyla ilgilenir.
Hatta heyecanlanır...
Bayar'a
“Yarın Bakanlar Kurulu'nu toplayalım, ben başkanlık edeyim. Orada kendilerine
destek veririz böylece İnönü'yü de kırmamış oluruz” der. Ertesi gün
toplanırlar, Celal Bayar konuyu gündeme getirir. Atatürk “Bu tür girişimleri
desteklemeliyiz” şeklinde bir konuşma yapar, Bakanlar Kurulu'na dönerek “Sizler
de bu fabrikadan hisse almalısınız“ şeklinde tavsiyede bulunur ve “Açılış
törenine beraber gidelim” der.
Böylece
Nuri Şeker ve arkadaşları ilk şeker fabrikasını kurmak için faaliyete geçer.
600.000 lira sermayeli bu fabrikanın temeli atılır. Fakat daha sonra benzer
girişimle kurulacak olan Alpullu Şeker Fabrikası önlerine geçer. İlginçtir,
şeker 1700'lü yıllardan beri bilinmekte, üretilmekte ve tüketilmektedir. Bu
gerçek ortadayken Uşak'ta şekerci Molla Nuri Ömeroğlu bilinen teknolojiyi yok
farz ederek şeker pancarından şeker üretmiş ve başarılı olmuştur. Atatürk dahil
hiç kimse “Şeker ithal etmeye devam edelim” dememiş Nuri Şeker'in bu buluşuna
itibar etmiştir.
Türkiye'de
ilk özel sektör girişimine örnek gösterilecek bu yatırım CHP döneminde
devletleştirilmiştir. Uşak Şeker Fabrikası'nın kurulması sırasında Nuri
Şeker'in bu teşebbüsü bir başka girişimci gruba cesaret vermiştir. Nuri
Şeker'in girişimi devam ederken İstanbul'da da benzer bir faaliyet vardır. Özel
şahıslar ve milli bankaların katılımıyla
1925'de
500.000 lira sermaye ile İstanbul ve Trakya şeker fabrikaları T.A.Ş kurulacak
ve Alpullu Şeker Fabrikası 26 Kasım 1926'da üretime geçecektir.
Ardından
Anadolu Şeker Fabrikası T.A.Ş. kurulacak ve Eskişehir'deki fabrikalarını
5 Aralık
1933'de hizmete açacaktır.
19 Ekim
1934 de dördüncü şeker fabrikası olan Turhal Şeker Fabrikası kurulup üretime
geçecektir. Böylece 1934 yılında hiç yoktan var ettiğimiz dört şeker fabrikamız
olmuştur...
(*) Uşak Şeker Fabrik
“Çükündür” (pancar) yetişsin, hem paralarımız Avrupa'ya gitmesin
Cumhuriyetle “Yerli-Milli” Ekonomiye Geçiş
Sinan
Meydan Falih Rıfkı Atay’dan aktarma: “Ağzımızın tadını kaçırdınız 26 Şubat 2018
Yazarlar “Meclis kürsüsünde bir de ‘üç beyaz' parolası revaçtaydı. Ekmeğimizi
kendi unumuzdan yoğurmak, şekerimizi kendi pancarımızdan almak, bezimizi kendi
pamuğumuzdan dokumak… Ah bir buna muvaffak olsaydık…” (Falih Rıfkı Ataya)
Sabah
akşam “yerli-milli” olmaktan söz eden
AKP'nin, 2002'de iktidara geldikten sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin 80 yılda
biriktirdiklerini nasıl haraç mezat sattığı hepimizin malumu… Geçtiğimiz hafta
da Türkiye Şeker Fabrikası A.Ş.'ye ait 14 şeker fabrikasının satışa
çıkarıldığını öğrendik. Oysaki Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk, 85-90 yıl önce her bakımdan yerli-milli bir ekonomi kurmuştu. Bu
yerli-milli ekonominin bel kemiği ise fabrikalardı.
Türk Sanayi Devrimi Çay ve Şeker
Falih
Rıfkı Atay, “Çankaya”da şöyle yazıyor: “Meclis kürsüsünde bir de ‘üç beyaz'
parolası revaçtaydı. Ekmeğimizi kendi unumuzdan yoğurmak, şekerimizi kendi
pancarımızdan almak, bezimizi kendi pamuğumuzdan dokumak… Ah bir buna muvaffak
olsaydık. 1923 kafası ve iradesi imkânsızlığa meydan okumuştur… Türk tarihi,
1923 iradesinin ve kafasının mucizesini unutmaz.” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya,
s. 523,524). Milli Mücadele kazanıldı. Anadolu işgalci düşmandan temizlendi.
Ancak asıl düşman yokluk ve yoksulluktu. Atatürk şimdi, o asıl düşmanla
mücadele etmeye hazırlanıyordu. “Siyasi ve askeri zaferleri, iktisat
zaferleriyle taçlandırmaktan” söz ediyordu. “Yeni Türk devleti bir sanayi
devleti olacaktır” deniyordu.
Önce
1923'te İzmir İktisat Kongresi'nde sanayileşmek için yapılacaklar
kararlaştırıldı. Sonra Lozan Antlaşması'nda kapitülasyonlar kaldırıldı. Böylece
Osmanlı'dan kalan tüm bağımlılıklar gibi ekonomik bağımlılıklara da son
verildi.
1927'de
Teşviki Sanayi Kanunu çıkarıldı. Buna göre hükümet, fabrika kurmak isteyenlere
belli şartlarla parasız toprak verecek, fabrikalar için gereken bütün araç,
gereç ve donanım gümrükten muaf olacak, bunlar demiryollarıyla ucuza taşınacak,
fabrikalara özel ayrıcalıklar tanınacak, hükümet, pahalı da olsa yerli fabrika
ürünlerini tercih edecek…
Sermaye
hareketini yönetmek, piyasayı canlandırmak, kredi vermek ve fabrikalar kurmak
için 1924'te İş Bankası, 1925'te de Sanayi ve Maden Bankası kuruldu...
1923-1930
arasında devlet, elinden geldiğince özel teşebbüsü destekledi. Ancak devlet
destekli bu liberal kalkınmadan istenilen sonuç alınamadı. 1929'daki dünya
ekonomik buhranından sonra 1930'dan itibaren Devletçiliğe ağırlık verildi. Devletçiliğin
ilk uygulaması “millileştirme” oldu. Cumhuriyet, Osmanlı'nın yabancılara teslim
ettiği su, elektrik, telefon, maden, liman, demiryolu vb. tüm işletmeleri,
parasını verip satın alarak kamulaştırdı.
1932'de
Devlet Sanayi Ofisi ve Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası kuruldu. 1933'te ise bu
iki kuruluşun yerini Sümerbank aldı. Sümerbank'ın, Sanayi ve Maden Bankası'nın
yönetimindeki kuruluşları işletmek, yeni fabrikalar kurup işletmek gibi
görevleri vardı.
1933'te
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı. Buna göre ülkenin değişik
yerlerinde 20 fabrika kurulmasına karar verildi. Plana göre Kimya Sanayi,
Toprak Sanayi, Demir Sanayi, Kağıt ve Selüloz Sanayi, Kükürt Sanayi,
Süngercilik, Pamuklu Dokuma Sanayi, Kamgran (Merinos) Sanayi, Kendir Sanayi alanında
yatırım yapılacaktı. Plan uygulandı ve 16 fabrika kuruldu. Bu plan, az gelişmiş
ülkelerin ilk sanayi planıydı. Dünyaya örnekti. Bu arada madenleri işletmek ve
elektrik enerjisi sağlamak amacıyla da 1935'te Etibank kuruldu. Buna ek olarak
petrol ve maden araştırmaları yapmak, haritalar ve raporlar hazırlamak amacıyla
1935'te MTA kuruldu. 1936 başlarında bir Sanayi Kongresi düzenlendi.
1937'de
ülkenin değişik yerlerinde 100'den fazla fabrika kurmak amacıyla İkinci Beş
Yıllık Sanayi Planı hazırlandı. Ancak 2. Dünya Savaşı nedeniyle uygulanamadı...
Bağımlı Osmanlı Ekonomisinden Bağımsız
Cumhuriyet Ekonomisine
15.yüzyılda
coğrafi keşiflerle ticaret yolları yön değiştirdi. 16. yüzyılın sonlarından
itibaren Osmanlı toprak sistemi bozuldu. Bitmeyen savaşların yıpratıcı etkisi,
halkın dirlik düzenlik kavgası, isyanlar, vergi gelirlerinin azalması, paranın
değersizleşmesi, üretimin düşmesi Osmanlı ekonomisini sarstı. 1838 Baltalimanı
Ticaret Antlaşması gibi antlaşmalarla sanayileşmiş Batılı emperyalist ülkelere
büyük ekonomik kolaylıklar sağlandı. Bu kolaylıklar, yerli üreticiyi bitirdi.
19. yüzyılda Osmanlı önce Galata bankerlerinden sonra İngiltere, Fransa gibi
ülkelerden çok yüksek faizle borç aldı. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı öncesinde
Osmanlı aldığı borçları ödeyemeyip iflas etti. Bunun üzerinde alacaklı Batılı
emperyalist ülkeler, alacaklarını tahsil etmek için 1881'de Duyunu Umumiye'i
kurdu. Osmanlı'nın tüm gelir kaynaklarına el koydular: Madenler, limanlar,
demiryolları, fabrikalar, bankalar, hatta tütün bile yabancıların kontrolüne
bırakıldı. Osmanlı, 19. yüzyılda bir taraftan kapitülasyonlar, diğer taraftan Duyunu
Umumiye ile sömürülüyordu...
Osmanlı’da Sanayileşme
Aslında
Osmanlı, Sanayi Devrimi'ni ıskalamak istemiyordu. Ancak ne yeterli teknolojisi,
ne yetişmiş elemanı ne de yeterli sermayesi vardı...
Osmanlı'da
1866'da Islah-ı Sanayi Encümeni kuruldu. Bu encümen, sanayinin gelişmesi için
bazı çalışmalar yaptı.
1873'te
fabrika kurmak isteyenlere gümrük ve vergi muafiyeti getirildi. 1888'de bu
yönde yeni düzenlemeler yapıldı. 1897'de vergi muafiyeti uzatıldı. 1913'te de
Geçici Sanayi Kanunu (Teşvik-i Sanayi Kanunu) yapıldı. Bu kanunla fabrika
kuracaklara yeni kolaylıklar sağlandı. 1915'te belli kentlerde bir sanayi
sayımı yapıldı. 1916'da fabrika kuracakları koruyucu bir gümrük kanunu
çıkarıldı...
İttihat
Terakki'nin milli ekonomi yaratma çabaları savaş koşullarında ister istemez
yarım kaldı...
686/ 3/10
1915 sanayi sayımına göre Osmanlı'da 10'dan fazla işçi çalıştıran toplam 282
sanayi kuruluşu vardı. Bunların yüzde 9'u devletindi. Bu kuruluşlardaki sermaye
ve emeğin sadece yüzde 15'i Türklerindi. (1)
“1918 Ağustos'unda ekonomi, bütün iç ve dış
ticaret… Banka ve imtiyazlı şirketler hepsi Hıristiyan, Yahudi veya ecnebi idi.
Su, ışık, gaz, her türlü ulaştırma, telefon, rıhtımlar ve limanlar, fenerler
hepsi yabancıların elinde ve Türk halk yığınları medrese eğitimi altında,
vicdan ve kafa karanlığı içindeydi. Uyanmalarına ihtimal yoktu…” (2)
Osmanlı'dan
Cumhuriyete kalan fabrikalar şunlardı: Bakırköy Dokuma Fabrikası, Feshane Yün
İplik Fabrikası, Hereke İpek Dokuma Fabrikası, Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası
ve Tophane Silah Fabrikası. (3)
Ayrıca
Osmanlı'dan kalan az sayıdaki fabrika da savaşlar nedeniyle işlemez hale
gelmişti.
Ekonomi Zaferi
Sanayi
istatistiklerine göre, 1923'e kadar ülke genelindeki irili ufaklı tüm sanayi
kuruluşlarının sayısı 386'ydı. 1923-1933 arasında bu sayı 1087'ye ulaştı.
1927'de 17 milyon değerinde olan milli sanayi imalatı, 1933’te 137 milyona
çıktı. (4)
Sonuçta
Atatürk Cumhuriyeti, yokluk ve yoksulluk içinde başarılı ve özgün ekonomi
politikalarıyla Türkiye'yi üç beyaz; bez, şeker ve unda dışa bağımlılıktan
kurtardı...
Atatürk
Türkiye'si borç almadan, (Osmanlı borçlarını ödeyerek) kendi kaynaklarını
kullanarak kalkınmayı başardı. Denk bütçeye dayalı ve enflasyonsuz kalkınma
sonunda milli gelir artışı en üst seviyelere çıktı. Şevket Pamuk, şöyle diyor:
“Kişi başı gelirler açısından 1939 yılı Türkiye için 20. Yüzyıl'ın ilk
yarısındaki tepe noktasını temsil ediyor.” (5)
1929-1939
arasında dünya sanayi üretimi yüzde 19 artarken Türkiye'deki sanayi üretimi
yüzde 96 arttı. Atatürk Türkiye'si, Rusya ve Japonya'dan sonra dünyada en hızlı
kalkınan üçüncü ülke oldu. (6)
İşte Falih
Rıfkı Atay'ın “1923 kafasının iradesi ve mucizesi” dediği
Şeker Çay, Şeker Fabrikalarımızın
Tarihi
1919 yılı
Kasım ayı…
Atatürk ve arkadaşları Sivas'ta… Yokluk çekiyorlar. Olmayan
şeylerden biri de şeker… Bir gece Atatürk, Emireri Ali'yi çağırıp birer şekerli
kahve istiyor. Emireri Ali, “Paşam şeker yok, sade yapayım” deyince Atatürk
gülerek “Mazhar Müfit, niçin şeker aldırmıyorsun?” diyor. Sonra da
“Farkındayım, yine züğürtledik!” diye ekliyor. Mahzar Müfit, “Evet Paşam! Hem
züğürtledik, hem de paramız şeker almaya yetmez. Şeker çok pahalı” diye cevap
veriyor.
Evet, o
yıllarda tüm tüketim maddeleri gibi şeker de çok pahalıydı. Çünkü çok zor
bulunuyordu. 1923'te ülkenin 50 bin ton olan şeker ihtiyacının tamamı dışarıdan
karşılanıyordu. (7)
Osmanlı'da
1840'ta Arnavutköylü Dimitri, bir şeker fabrikası kurmak için Ticaret
Nezareti'ne başvuruyor. Osmanlı, belli şartlarla kendisine izin veriyor. (8)
Bu
fabrikanın açılıp açılmadığını bilmiyoruz, ancak 1915 sanayi sayımından
Osmanlı'da -sadece biri Türklere, diğerleri gayrimüslimlere, yabancılara aitçok
küçük ölçekli birkaç şeker fabrikası olduğunu öğreniyoruz. Bunlar, Ali Faik
Osmanlı Şeker Fabrikası, Antonopulos Şeker Fabrikası, Antonyadis Antonyos Şeker
Fabrikası, Antonyadis Yanko ve Şükerası Şeker Fabrikası, Jarboni ve Hacı Yanki
Şeker Fabrikası, Keseneki Yorgi Şeker Fabrikası'dır. (9)
1.Dünya
Savaşı yıllarında İstanbul'da bile şeker yoktur. Şeker yerine kuru üzüm, pekmez
kullanılır. Onlar da bulunabilirse… Gazetelerde bir haber çıkar: Avusturya'dan
“iki vagon şeker geliyormuş” diye. Günlerce o vagonlar beklenir. Şu işe bakın
ki o şekerler gelmeden savaş biter. (10)
Yıl 1923…
Atatürk'ü ziyaret etmek için bekleyenler var. Bunlardan biri yaşlı bir köylü
Nuri Efendi'dir. Atatürk “Buyur Nuri Efendi” diyor. Nuri Efendi, Uşak'ın Kalfa
Köyü'nden geldiğini, babasından bir helva ve haşhaş yağı imalathanesi kaldığını,
kendisi İstanbul'da askerliğini yaparken şeker üretimini öğrendiğini, sonra
Avrupa'dan mektup zarfı içinde pancar tohumu getirtip ekip şeker elde ettiğini
anlatıyor. “Mehmet Hacim Bey'in önderliğinde 51 kişi birleştik Terakki Ziraat
Türk A.Ş.'yi kurduk. 600 bin lira sermayemiz var. Paşam! Bize el ver. Şeker
fabrikamızı kuralım” diyor.
Cumhurbaşkanı
Atatürk yerinden fırlıyor. Nuri Efendi'yi sevgiyle saygıyla kucaklıyor.
“Hepiniz var olun! Türkiye'yi bu azim, bu istek, bu şevk kurtaracak…” diyor.
Gerekli talimatları veriyor. Türkiye'nin ilk şeker fabrikasını işte bu köylü
Nuri (Şeker) Efendi kuracaktı.
Sonuçta
1926'da Türkiye Sanayi ve Maden Bankası'nın da ciddi desteğiyle Uşak Şeker
Fabrikası açıldı.
1925
yılında 1 milyon 200 bin sermayeyle İstanbul ve Trakya Şeker Fabrikaları A.Ş.
kuruldu. Bu şirketin kurduğu Alpullu Şeker Fabrikası da 1926'da açıldı.
İş
Bankası, 1932'de Eskişehir Anadolu Şeker Fabrikaları Türk A.Ş.'yi, 1933'te de
Turhal Şeker Fabrikası Türk A.Ş.'yi kurdu. Çok geçmeden Eskişehir Şeker
Fabrikası ve Turhal Şeker Fabrikası açıldı ve şeker üretimine başladı. 3 Temmuz
1935'te, değişik şirketlerin elindeki şeker fabrikaları bir tek şirkette
birleştirildi. Sümerbank, Ziraat Bankası ve İş Bankası'nın eşit hisselerle
katıldıkları 22 milyon lira sermayeli Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim
Ortaklığı kuruldu...
1923'te
yılda 50 bin ton olan şeker ithalatımız, şeker fabrikalarımızın kurulmasından
sonra giderek azaldı. 1934-1935'te 2-3 bin tona indi. Türkiye'de Devlet
Sanayii ve Maadin İşletmeleri, s. 238, 239. Dolayısıyla Türkiye, şeker
ihtiyacının neredeyse yüzde yüzünü bu yerli-milli şeker fabrikalarıyla
karşıladı. 1.Dünya Savaşı yıllarında, her konuda olduğu gibi şeker konusunda da
darlık başladı. Savaş koşullarında Alpullu'daki fabrika durdurulunca üç
fabrikaya kaldık. Şeker karaborsaya düştü. Savaş ekonomisi yeni vergilere yol
açtı. Hükümet, şekerin kilosuna 10 kuruşluk İstihlak Vergisi yükledi.
Türkiye'yi II. Dünya Savaşı cehennemine sokmayan İsmet İnönü'yü, “Bizi şekersiz
bıraktın” diye suçlayanlara İnönü, “Ama babasız bırakmadım” demişti. (Kayra,
age, s. 210-212)
Savaş
sonrasında dört şeker fabrikası yeninden tam kapasite çalışmaya başladı. Üretim
1947'de 100 bin tona yaklaştı. Zamanla bu rakamlar da aşıldı. Örneğin 1951
üretimi 186 bin tondu. Türkiye'de Devlet Sanayi ve Mardin İşletmeleri s. 239
20-25 yıl
önce şeker ithal eden Türkiye, şimdi şeker ihraç ediyordu. 1951-1956 arasında
toplam 11 yeni şeker fabrikası kuruldu. Böylece fabrika sayısı 15 oldu.
15 oldu.
1962'de Ankara Şeker Fabrikası ve 1963'te Kastamonu Şeker Fabrikası kuruldu...
1977'de
Afyon, 1982'de Muş ve Ilgın, 1983'te Bor, 1984'te Ağrı, 1985'te Elbistan,
1989'da Erciş, Ereğli ve Çarşamba, 1991'de Çorum, 1993'te Kars, 1998'de Yozgat
ve 2001'de Kırşehir Şeker Fabrikaları işletmeye açıldı.
Cumhuriyet
ilan edilirken Türkiye'de sadece şeker değil, çay da çok zor bulunuyordu. Rize
Çay Fabrikası 1947'de kuruldu. 20 Mayıs 1947'de Rize Çay Fabrikası ürünlerinden
20 tonluk ilk ihracat yapıldı. Demem o ki, iki şekerli demli çayını yudumlayıp
CeHaPe'ye; Atatürk'e, İnönü'ye saldıran kardeşim, o demli çayı, o çaya attığın
şekeri bile onlara borçlusun...
Allah
aşkına! Türkiye'nin yerli-milli varlıklarını satmaktan vazgeçin. Şeker
fabrikalarımıza dokunmayın. Ağzımızın tadını kaçırmayın. “Ağzımızda tat mı
bıraktılar!” dediğinizi duyar gibiyim...
Bu Ülkenin İlk
Alpullu Şeker Fabrikasının Kuruluşu
Cumhuriyetten önce Türkiye’de, bir memurun 1 aylık maşıyla ancak bir
kilo şeker alınıyordu. Kendi şekerini kendisi üreten ülke olmaya, savaştan yeni
çıkmış, yokluklarla mücadele eden yeni cumhuriyet, her alanda olduğu gibi,
yerli ve milli” şeker üretecek ilk şeker
fabrikasını 22 Aralık
1925'de Alpullu'da temelini atarak, 26 Kasım 1926’da ilk Türk şekeri üretilmeye
başlanmış oldu...
Osmanlı’da çay bulabilip, demlediği çaya atacak şeker olmadığından tatlandırıcı olarak pekmez
katıldığı dönemlerdi. Anacak Anadolu köylüsü ise çay içmeyi 1940 yıllardan
sonra öğrenmeye başladı. İşte AKP zihniyeti, “Taş üstüne taş koymayanlar” deyip halkın gözünde sıfırlamaya çalıştıkları
cumhuriyetin daha ikinci yılında yaptırdığı şeker fabrikalarından Alpullu Şeker
fabrikası da AKP’nin satacakları arasındadır.
Alpullu
Şeker Fabrikasından sonra, Uşak Şeker Fabrikası, özel girişim ortaklığı Türkiye
İş Bankası, T.C.Ziraat Bankası, Trakya illeri özel idareleri, özel şahısların
katılımı ile kuruldu.
Gerçek bir
“Yerli ve Milli” ses, yapılan hazırı satmakla değil, yapmakla övünür...
Dönemin önemli
yazarlarından milletvekili, Azerbaycan doğumlu Ahmet Ağaoğlu, fabrikanın
açılışıyla ilgili 28 Kasım 1926 tarihli Ulus Gazetesi'nde şöyle yazıyordu: “Köylerden ve şehirlerden gelenler,
medeniyetin, ilim ve fennin şaheseri bulunan bu şeker fabrikasının etrafını
zevk ve heyecanla dolaştılar. Yalnız bir sene evvel bu abide hayal ve hülya
gibi görünüyordu. İşte 30 bin dönümlük geniş bir ovada muazzam bir anıt.
Bacalarını semaya kadar yükseltmiş bölgeye can vermiştir. Kayışlar sürünüyor,
çarklar dolaşıyor, makineler inliyor, yüzlerce küp hareket ediyor sonunda
bembeyaz şeker tozu olarak aşağıya doğru dökülüyor. İşte Türk şekeri; işte Türk
topağından, işçisinin elinden meydana gelmiş olan Türk şekeri. İstiklal
Mücadelemizde, şeker fabrikaları bir hülya idi. Bütün bu hülyalar hakikat
olmuştur. Gazinin dehası ve yüksek iradesi bize rehberken başarılamayacak bir
iş kalmayacaktır” diyerek onurla bu yazıyı yazmıştı.
20 Aralık
1930'da Alpullu Şeker Fabrikası'nı ziyaret eden Büyük Önder Atatürk, şeref
defterine; “Alpullu Şeker Fabrikası'nı
gezdim. Gördüğüm durumdan çok memnun kaldım. Fabrikanın büyütülmesini ve
şimdikinden daha başarılı olmasını dilerim. Ülkemizin her uygun yerinde şeker
fabrikaları çoğalması ve ülkenin şeker ihtiyacının karşılanması önemli
hedeflerimiz arasındadır” diye yazdı.
Osman Bölükbaşı, Şeker Fabrikalarının
Kuruluşu Hakkında anlatıyor:
“Seneler
evvel Yunanistan'da bir şeker fabrikası yapılmış fakat haşerelerin önüne
geçilemediğinden pancar elde edilememiş ve fabrika kapanmıştı. Aynı tehlike
Trakya'da da vardı. Onun için fabrika ilk önce modern bir tarım örgütü kurdu.
Bugünkü tarım örgütünün çekirdeği bu fabrikada kuruldu. Bu örgüte Avrupa'da
okumuş, pancarı bilen ziraat mühendisleri alındı ve haşerelerle mücadele
başarıldı.”
“Bütün bu
olanaklara rağmen kendimize tam olarak güvenemiyorduk. Pancar tarımını
köylülere öğretmek, hastalıklarla, haşerelerle savaşmak için Almanya'dan ve
komşumuz Bulgaristan'dan sözde uzmanlar getiriliyordu. Hele getirilmiş olan iki
Bulgar uzmanın bizi ne derece baltaladıklarını o zamanın genç ziraatçılarından
Fethi Tan anlamıştı. Çünkü sulu taban arazide üretim yerine çiftçileri daima
ters yöne çeviriyordu. Yöneticileri bilgilendirmesinden sonuç alamayınca Fethi
Bey, Bulgar'ı öldürmekle tehdit etti ve Türkiye'den ayrılmasını sağladı.
Fabrika içindeki teknik personel genellikle yabancılardan oluşuyordu. Bunların
yanında çalışan Türk mühendisleri, hiçbir şekilde kilit noktalara getirildi.
Fabrikanın
ilk işçilerinden 1913 doğumlu Emrullah Beydeli, “Atatürk ‘memleket kalkınacak'
demiş. Fabrika geldi, okul geldi. Aa be elektrik gördük biz Alpullu'nun Şeker
Fabrikası'nda. Hafta sonu köye gidip babama ‘Görmüşüm cenneti koca ova
kesmiştir ışığa' dedim. Bir gün de anamı götürdüm. Gördü anam elektriği şaşırdı
zavallı...” diye anlatıyordu.
Son "Yerli-Milli" Şeker Fabrikaları Satışa Çıkarıldı
Özelleştirme
“geçmişi satma” demektir...
Geçmişi
satmakla da, çocuklarımızın geleceğini satıldı..
Şimdiye
kadar devletin elindeki birçok değerli fabrikaları yerliye sattılar. O
yerlilerde bir iki yıl içinde yabancı küresel şirketlere çok karlı bir biçimde
sattılar. Örneğin, Tekirdağ rakı fabrikası bir yerliye satılmıştı. O yerli bir
yıl bile geçmeden yabancıya sattı...
Sonunda ne
oldu derseniz, AKP en sonunda onu da satıldı...
Şeker
fabrikalarının satışa sunulması mantıksızlığına karşı, “Milli değerleri para ile ölçüp satanlar, “milliyiz ve yerliyiz” deme hakları yoktur. AKP iktidarı, 14 Şeker
Fabrikasını satışa çıkarttı, toplumun büyük kesiminden “olur” görmediği halde sattı. AKP’ye yakınlığıyla
bilinen Memur-Sen (Memur Sendikası) bağlı “Enerji Bir Sen bile bu satışa çok
sert tepki gösterdi ve şöyle bir açıklama yaptı: “Türk Şeker milli meseledir,
özelleştirmeye kurban edilmez.”
çağrısında bulundu ve: “Milli değerler para ile ölçülemeyeceğinin” uyarısında bulunduğu halde satıldılar...
AKP iktidarının ülkedeki 14 şeker fabrikasının satışa çıkarılmasına bir
diğer tepki; Şeker İş Genel Başkanı İsa Gök; Türkiye’deki pancar şekerinin
pahalı şeker kamışı ithalatından daha ucuz olduğunu söyleyenlerin kökü dışarıda
bir ‘şeker lobisi’ ile bağlantılı olduğunu savunuyordu. Gök, şöyle diyordu: “Karşımızdaki lobinin güç ve etkinliğinin
farkındayız. ABD ve ABD’de faaliyet gösteren şirketlerin önemli bir bölümü
çiftçi kooperatiflerinin içinde yer aldığı yönetim modellerinin
mülkiyetindedir” Diyordu.
(1) Tevfik Çavdar, Milli Mücadele Başlarken Sayılarla Vaziyet ve Manzara-i Umumiye s. 66.
(2) Falih Rıfkı Atay, Atatürk Ne İdi, s. 132,133
(3) Nejdet Serin, Türkiye'nin Sanayileşmesi, s. 97)
(4) Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri, Tarih, IV, s. 297,298).
(5) Şevket Pamuk, Türkiye'nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, s. 194).
(6) Firdevs Gümüşoğlu, Ülkü Dergisi ve Kemalist Toplum, s. 248,249
(7) Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, C.1, s.353
(8) Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış, s. 80
(9) Çavdar, age, s. 67-69
(10) Cahit Kayra, 1923- 1950 Devletçilik, Altın Yıllar, s. 210