BOYDAN
BOYA TOROS YÖRÜKLERİN AŞKI AMAÇI
Ne
Osmanlıyı takmıştır, ne Acem şahını, ne de çölden sunulan Emevi zırvasını.
Sığınmıştır kervan geçmez, yolu yolağı olmayan dağlara. Demiştir; “kapına
gelirse öşürcü padişah adamı, yüzünü bile gösterme, uzat vergini kapı
aralığından gitsin.” His ve duyguları kalem ile ak kağıda dökmeye güç yetmez
Yörükleri yazmaya!
Kendine
özgü olgun kültürleri vardı, sistem her defasında müdahale etti, huzur vermedi.
“Benim sisteminde olacaksın” baskısını
her gelen hükümdar artırdı, onlar yılmadılar…
Sarp
yamaçlar, karlı tepeler, dağ koyakları, buz gibi sular şırıl şırıl akan…
Son
Yörük inerken, son çadır sökülürken, son keçiden süt sağıldığında son kervan
düzülüp yola, ovaya doğru süzülürken son nefesi vermek gibi bir şeydi, dönüp
geriye, bir daha Toroslara sahip olamam hüznüyle yerleşik düzene geçmekti
zorlanan...
Toros
dağları, yalçın kayalıklar, sarp dağlar arasında dar geçitler, dik uçurumlar,
sisli zirveler, karı eksik olmayan dağların dorukları, eteklerinde buz gibi su
akan, bin bir çiçek açan yaylaları, yamaçları, bazen sert bazen yumuşak esen rüzgârların
estiği çam, ladin, sedir, ardıç ormanlara karıştığı Toros Dağları. Akdeniz’e
ivedilikle, kaya kovuklarına gire çıka, eğrile kıvrıla, bazen sakin, bazen
delicesine akarak kendine uzanan dalları yalayarak Akdeniz’e ulaşmaya çalışan görkemli
akan ırmaklar…
Sancılanıp,
kıvrılıp çalı dibinde doğuran cefakâr anaların yurdu…
Mezarları
olup ta, mezarlıkları olmayan göçerler yurdu…
Bir
ateş dumanı görürsen, git bak orada bir Yörük obası var, yaşam sürüyor demekti.
Orada çilekeş, cefakâr ama mutlu insanlar yurdu var demekti. Ne ateş yanar oldu,
ne duman tüter, dağlar kimsesiz, Yörükler anasını kaybeden öksüz gibi kaldılar...
Sevdiği
dağları, doğduğu çalı dibini unutmaz; ‘vay dağlar, karlı Boranlı yaylalar’, der
duru. Torosların yaylalarında özgür, başına buyruk iken çadırından ayrılışı
ölüme bir adım daha erken yaklaşmasıydı. Çünkü dağların havasına, suyuna,
doğasına alışmış âşıktı. En çokta özgürlüğüne alışmış Yörük için kentlere
yerleşip oturmak gurbettir ona, kafeste bülbül gibidir, özlem dağlara,
yaylalara, yaşamayan bilemez…
Dönüp
bir bakalım neler çekmişler, nelere karşı koyup onurlarını korumuşlar!
OZAN
DEDEMOĞLU Osmanlı İskân Siyasetine İsyanı
Ozan
Dedemoğlu, Oğuz Boylarından Boz-Ok-Beğdilli budunu kolundan olup, yaşamının bir
bölümünü Gaziantep, Maraş bölgeleri göçerilerinden olduğu söylenir.
Dedemoğlu,
17. Yüzyıl sonlarına doğru 18. Yüzyıl ortalarına kadar yaşamış; yaşadığı dönem,
ülke iç savaşlara, zulümlere, sürgünlere doymaz bir biçimdedir. Dedemoğlu,
oldukça güzel ve düzgün bir dil kullanarak, savaşları, zulümleri, baskıları,
sürgünleri deyişlerinde yeri yerinde anlatmıştır.
Dedemoğlu,
şimdiki Suriye sınırları içerisinde kalan Rakka bölgesinde sürgün yaşadığı,
daha sonra tekrar Anadolu’ya döndüğü deyişlerinden anlaşılmaktadır.
Dahi,
Dedemoğlu, Türkmen aşiretlerin toplanıp, istişare yaptıklarına dair yeni iskân
tabi tutuldukları yerlerin adlarını verir deyişlerinde. Bu yer adları,
Akçakale, Goncan, Colap, Seylan, Şirvan ve Ören gibi yerler işte deyişinin biri
aşağıda:
Toplandık
aşiret geldik CULAP’a (Fırat suyu)
Baş
bend Firuz Bey değil mi?
Emretti
Beyler, konduk yan yana
Hacı
Ali’nin yurdu SEYLAN değil mi?
Ondan
aşağı Budak düzüldü
Bend
sahih ismi ismine yazıldı
Orda
Berk Ağa’nın keyfi bozuldu
Torunların
yurdu ŞİRVAN değil mi?
Yurt
verildi Ulaş’ın beyine
Oda
kondu Berk Ağa’nın sağına
Firkat
geldi AĞCAKALE (Akçakale) dağına
Bayındırın
yurdu gonca değil mi?
DEDEMOĞLU
Haymanların kurulsun
Çekilsin
bayraklar, mehter vurulsun
Döğülsün
kahfen harbin çağrılsın
Abdalların
yurdu ÖREN değil mi?
Doğu
Toroslar bölgesinde bir dram yaşanır Türkmen, Arap ve Kürt aşiretler yan yana
yaşadıkları ve Türkmenlere karşı öyle bir hal alır ki, bezdirici, bıktırıcı,
saldırıları hat safhada rahatsızlıklar verir olur. Bu durum karşısında
Dedemoğlu bir deyişinde şöyle der:
Ömrümde
sevmezdim Arabı Kürdü,
Geldi
çadırını dibime kurdu.
Ozan
Dedemoğlu, Türklerin lojistik bölgesi Horasan’dan Anadolu’ya yapılan Türkmen
göçleri, her ne kadar Anadolu’yu Türk yurdu haline getirmiş olsa da, zamanla
muktedirler yönetimi ellerine geçirdiklerinde, Anadolu’yu Türk yurdu yapanları
perişan etmekte hiç sakınca görmemişlerdir. Baskılarla, kıyılmalarla zorunlu
göçlerle, zorunlu iskânlara zorlanmışlardır.
Aşağıdaki deyişinde net bir biçimde anladığımıza göre salt Anadolu bağlantılı
olmadığını, kökeni, Türkmen yurdu Horasan bağlantılarının da diri olduğunu
görürüz:
Çıktık
Horasan’dan sökün eyledik
Düşürdüler
bizi tozlu yollara
Omuzda
parlayan kargı cıdanlar
Alıp
aşırdılar karlı dağlara
Bölük
bölük oldu yüklendi göçler
İhtiyarlar
atlı yayadır gençler
Başımıza
geldi gördüğü düşler
Düşürdüler
bizi görülmedik ellere
Gâhî
konduk gâhî göçtük yollara
Bilip
bilmediğin gurbet ellere
Âlem
dağlarında şu daz çöllerde
Bizden
sonra bir ad kalsın dillere
Oradan
yüklendik geldik Culub’a (Fırat suyu)
Seksen
dört bin hane gelmez hesaba
Deve,
koyun hayli insan kalaba
Susuz
hayvan inileşir çöllere
DEDEMOĞLU
derki aşkın bağından
Aşırdılar
bizi Yozgat Dağından
Anadolu
Sivas şehri sağından
Göçtüğümüz
destan olsun dillere.
Dedemoğlı’nun
yukarıdaki deyişinden anladığımız kadarıyla 84 bin hane-çadır olarak Osmanlının iskân
siyasetinin kurbanları olarak Rakka’ya sürgün edildiklerini deyişlerinde
söylemektedir.
Tarihin
tozlu sayfalarında kalan Rakka (Şimdi Suriye sınırları içerisinde bir bölge) çöllerine
Türkmen sürgün günleri, Osmanlının kan, zulüm, gözyaşı, ölüm, iç içe, içler
acısı bir durumdu. Rakka’ya sürgün edilirler. Beydili Türkmenleri 16.18.
Yüzyıla kadar süren bir coğrafya da iskâna zorlanırlar.
Türkmenler
fırsat buldukça kaçarak gizliden eski yurtlarına dönerler, genellikle Toroslar
da dağlık, ormanlık, Osmanlı adamının ulaşamayacağı yerlere perem perçem
yerleşirler; oralarda yaşamaya başlarlar. Bazı Türkmenleri, Osmanlının yerleştirdiği
Kürt aşiretleri aralarında ve Kürt aşiretleri içinde yaşamaya başlarlar. Süreç
içinde birçok Türkmen Kürtleşirler. Batıdaki Akrabaları Türk kalırken onlar
Kürtleşirler.
Arap
aşiretlerin ve Kürt aşiretleri arasında yaşama tutulan Türk oymaklar içinde
fırsatını bulup bölgeden kaçanlara Osmanlılarca “kaçkıncı” adı verilen Türkmenler genellikle Toros, Canik, Munzur
dağlarına sığındılar.
PİR
OZAN GEVHERİ 16. Yüzyılda yaşamı Türkmen ozanı şöyle sesleniyordu:
Başına
bir hal gelirse
Dağlara
gel dağlara gel
Seni
saklar vermez ele
Dağlara
gel dağlara gel
Bu
canım aşka düşeli
Aşk
odu ile pişeli
Yeşil
dağlar menefşeli
Dağlara
gel dağlara gel
Rakibe
miktarın bildir
Yanına
civanlar uydur
Zamane
dostundan yeğdir
Dağlara
gel dağlara gel
Gevheri
düşmüş dillere
Diyar-ı
gurbet illere
Billahi
vermem ellere
Dağlara
gel dağlara gel.
DADALOĞLU
(1785-1868)
Avşar
Boylarındandır. Osmanlı 1865 yılında göçebe boyları yerleşik düzene geçirmek
amacıyla “Fırka-i İslâhiye” kararıyla eyleme geçer. Yalınız bu öyle
sanıldığı gibi kolay olmuyor. Bu iklim değişimi yıllarca acılarla dolu
geçmesini sağlamış. Avşarların yetiştirmiş oldukları çok hayvanları var, yeni
yerleşik yaşama uyum sağlamaları hayli güçlükler içinde geçer. Bu olan biten
rahatsız olan Dadaloğlu “Fırka-i
İslâhiye” kumandanı Derviş Paşa’ya ve genelde Osmanlının Türkmen siyasetine çatar:
Derviş
Paşa yaktı, yıktı elleri
Soldu
bütün yurdumuzun gülleri
Aşağıdan
iskân evi gelince
Sararıp
da gül benzin solunca
Malın
mülkün Seyfi (Alıcı avcı kuş) gözlüm
kalınca
Kaypak
Osmanlılar size de aman mı?
Dadaloğlu,
Avşar Türkmenlerinden olup 18. Yüzyıl içinde doğduğu, 19. Yüzyıl içinde öldüğü
bilinmektedir. Gerçek adı Veli i olup mahlasını Dadaloğlu olarak kullanmıştır.
Dadaloğlu’nun yaşadığı Orta Toros Dağlarında Gâvur Dağı, Bulgar Dağı, Ahır
Dağı, Çukurova’dır. Ayrıca, Orta Anadolu ve güney illerinde yaşayan konargöçer
Avşar, Sıkıntı, Kırıntı, Bozdoğan, Karsantı, Berber, Menemenci gibi Türkmenlerin
içinde yaşamıştır. Dadaloğlu Toros dağlarında dolaşan göçebe Avşar Türkmenlerinden
olduğu kesin kanıtı:
Kalktı
göç eyledi Avşar elleri
Ağır
ağır giden iller bizimdir.
Dadaloğlu,
Türkmenlerin yerleşik yaşam zorlanarak geçirilmelerine en ağır tepkisini kor ve
deyişlerinde yerleşik yaşama geçmek istemeyen Türkmen oymaklar için sesi ve
sözlü tarihi olur. Osmanlı tarım arazilerinde çalışmayı önerirse de onlar yine de
geleneksel göçebe yaşamlarını sürdürmek isterler, itaat etmezler.
Türkmenler,
(Yörük taifesi) Osmanlının zorunlu sürgün ve iskân siyasetine karşı koyarak
obaları hınçla haykırarak Osmanlı Devleti ile savaşlarını deyişlerinde duru ve
yalın bir dil kullanarak Osmanlıya karşı halkı savaşa teşvik ediyordu. Göçebe
toplum ruhunun bir geleneği olan “anca
beraber, kanca beraber” ilkesi vardır. Her türlü eylem birlikte yapılır,
birlikte karara başlanır. Her şeyde “biz” vardır, “benlik” yoktur.
Dadaloğlu bu ilkeye sadık kalarak bakın nasıl seslenir:
Kalktı
göç eyledi Afşar elleri
Ağır
ağır giden eller bizimdir
Arap
atlar yakın eyler ırağı
Yüce
dağlan aşan yollar bizimdir.
Belimizde
kılıcımız kirmanı
Taş
deler mızrağımız temreni
Hakkımızda
devlet vermiş fermanı
Ferman
padişahınsa dağlar bizimdir
Dadaloğlu’m
yarın kavga kurulur
Öter
tüfek davlumbazlar vurulur
Nice
koç yiğitler yere serilir
Ölen
ölür kalan sağlar bizimdir
Aslında
Dadaloğlu normal yaşamında doğa ve aşk deyişleri söyler, her türlü güzel
şeyleri sever, onların üzerine deyişler düzen biridir. Dadaloğlu’nu içinde
yaşadığı durum ve toplumsal duyuş onun, Osmanlının yaptığı “İskân” ve “Sürgün” siyaseti zoruna gider ve
öylesine bir nefret dönüşür ki deyişlerinde açığa çıkar:
Ilgınca
sılgınca görünen dağlar
Yoksa
Türkmen ili başın duman mı?
Deli
gönlüm kayıp coşunca
Hey
ağalar coştucağım güman mı?
Aşağıdan
akça koyun geliyor
Bezirgânlar
koç yiğide gülüyor
Kitabın
dediği günler oluyor
Yoksa
gün döndü de ahır zaman mı?
Aşağıda
akça kuğum ötüyor
Katar
başı mayalarım çökünce
Şah’tan
ferman Türkmen ili göçünce
Daha
da hey Osmanlıya aman mı?
DADALOĞLU’M
derki gördüm düşümde
Yiğide
at verirler on beşinde
Alışkın
piştovla dağlar başında
Azrail’den
başkasına aman mı?
Benzer
deyişin bir başka söyleniş biçimi daha var ki şöyle:
Ilgıt
ılgıt seher yeli esiyor
Gâvur
dağlarının başı dumanlı
Gönül
binmiş aşk atına aşıyor
Bire
beyler cünunluğun zamanı mı?
Aşağıdan
iskân evi gelince
Sararıp
ta gül benzimiz solunca
Malım
mülküm Seyfi gözlüm kalınca
Kaypak
Osmanlı size aman mı?
Aşağıdan
iskân evi geliyor
Bezirgânlar
koç yiğide gülüyor
Kitabın
dediği günler geliyor
Yoksa
devir döndü ahir zaman mı?
Aşağıda
akça çığın ötünce
Katar
başı mayaların sökünce
Şah’tan
(Padişah’tan) ferman Türkmen ili göçünce
Daha
da hey Osmanlıya aman mı?
DADALOĞLU’M
sevdası var başımda
Gündüz
hayalimde gece düşümde
Alışkan
tüfekle dağlar başında
Azrail’den
başkasına aman mı?
Toros
Dağların uçsuz bucaksız sarp yerlerine, bir yarısı Suriye içlerine doğru
kaçarlar. Aslında Osmanlının amacı, yerleşik düzene geçmelerine dair onlara iyi
bir yaşam alanları açmak değildi, böyle bir projeleri de yoktu. Osmanlı
Avşarları iyi denetleyebilmek, kolay baskı altına alabilmek için böyle bir yola
girmişti.
Osmanlı
İskân siyasetine isyanın açıkça yapmış olduğunu gösteren deyişi:
Kaypak
Osmanlılar size aman mı?
Şah’tan
(Padişah’tan) ferman Türkmen ili göçünce
Daha
da hey Osmanlı aman mı?
Hakkımızda
devlet etmiş fermanı
Ferman
padişahınsa dağlar bizimdir.
Dadaloğlu’nun
Osmanlı’ya “kaypak” demesine neden, Osmanlı Avşarları (1) Uzun
Yaylaya yerleştirme sözü verir. Avşarlara verdiği bu sözden cayarak yerine
getirmez, Uzun Yaylaya Çerkez göçmenleri yerleştirir. Ayrıca Dadaloğlu, Doğu
Kozan Ağası Yusuf Bey’i hile ile yakalamış, bu nedenle de Dadaloğlu’nun
diline “Kaypak Osmanlı” yerleşmiş olur.
Dahi,
Osmanlı Mescit Paşa şöyle tehdit eder Avşarları: “…uslu durmazlarsa atlarını ve burnu hızmalı
kızlarını Adana pazarında satarım” der.
Bunu duyan ozan “namus ve ar” eder kendine, Osmanlı’ya başkaldırı (2) eylemine
girişir ve şöyle der deyişinde:
Feke’de
bir kıyımdan söz ediliyor ki gelinlerin dul kaldıklarını dile getiriyor.
Şu
Feke’nin hanımları
Talim
bilmez âlimleri
Kör
olası Derviş Paşa
Hep
dul koydu gelinleri
Gitti
cerit (cirit?) gitti gide Avşarlar
Gider
oldu namusumuz arımız
Kavga
kuruldu da kılıç çalındı
Hey
ağalar nerde vardı yarımız
Büyük
bir halk ozanı olan Dadaloğlu en güçlü deyişleri yanında, yaşadığı bölgenin
dövüşlere de boynu eğik değildir. Haksızlığa karşı tepkili olmuştur her daim:
Ölürüz
de kömür gözlüm ölürüz,
Dost
ağlasın zalim felek utansın
Kıyamette
kavuşmak var biliriz,
Dost
ağlasın, kahpe felek utansın
Bir
çıkmaza girdi bugün yolumuz
Geçit
vermez sağımızla solumuz
Kalır
gayri burada ölümüz
Mert
ağlasın, namert olan uttansın
Avşar
ili yaylasına göçmedik
Aşın
yiyip, sularını içmedik
Tenhalarda
kendimizden geçmedik
Can
ağlasın, hain felek utansın
DADALOĞLU’M
yine coştu çağladı
Ak
üstüne karaları bağladı
Firkat
oldu yüreciğim dağladı
Ben
ölende Çapanoğlu utansın
Dadaloğlu’nun
umutsuzluğa düştüğü deyişin:
Yine
tuttu Gâvur dağı dumanın
Hançer
vurup açarladı yaramı
Sana
derim Mıstık Paşa ereni
İçindeki
bunca beyler nice oldu
Sabahaca
kandilleri yanardı
Soytarılar
fırıl fırıl dönerdi
Ha
deyince beş yüz atlı binerdi
Sana
inip konan beyler nice oldu
Ağlayı
ağlayı DADAL’IN şöyle
Vefasız
dünyayı şu insan neyler
Bir
yiğidi bir kötüye kul eyler
Şimd’en
sonra yaşaması güç oldu.
Osmanlı
Türkmenleri cezalandırmak için Rakka’ya Abbas Paşa adlı birini
görevlendirmiştir. Abbas Paşa, İskenderun’dan karaya çıkarak Rakka’ya gelişini
Avşar Türkmenlerinden Dadaloğlu da deyişini söyler:
İskeleden
kalktı ol Abbas Paşa
Kızıla
boranlı dağ var önünde
Elbeyli
beylerin at başı çekmez
Çevrilip
konacak yer var önünde
İllerinde
Osman Bey, zorbaların başı
Aşireti
var, çıplak eder savaşı
Keser
kelleler, basar üleşi
Kartallar
dönecek yer var önünde
Küçük
Ali oğlu da, haykırır kakar
Düşman
görünce belini büker
Cimbulat
kılıçla demir bent büker
Omuzu
kalkanlı er var önünde
DADALOĞLU
der; ordan geçerse
Elbeyli
Türk’ün yolun açarsa
Akan
kanlı Murat köpük saçarsa
Seyit
Battal gibi er var önünde.
KUL SADUN ve Osmanlı
İskan Siyaseti
Orta
Toroslardan Rakka ve Civarında iskân için sürülmüştür. Orada, Türkmenlerin Arap
ve Kürt aşiretleriyle savaşlarını anlatan ozan Kul Sadun, deyişinde ise Arap
kabilelerin baskıları ve Halep Valisi Abbas Paşa’nın Arap kabillerinin yanında
yer alarak Türkmenlere zulmü destek olmasından, çok olumsuz şartlar geçirir
bölgede. Bu nedenle bazı Türkmenler Anadolu içlerine, Konya, Karaman, Kütahya
gibi yerlere kadar göç ederler. Bazıları da daha önceki ata yurtları olan
Yozgat, çorum, Ankara, Kırşehir ve Çankırı yörelerine yerleşirler. Ozan Kul
Sadun bu duruma şöyle der deyişinde:
Rakka
çöllerinden gelen gaziler
Rakka’nın
gonca gülü soldu mu?
Yeniden
bir haber duydum oradan
Cerit
Bekir öldü derler, öldü mü?
Cerit
Bekir öldü ise kırıldı kilit
Yolumuza
kötü bir kara bulut
Kürdülü
Kerim’le Bayındır Halit
Kolu
bağlı cellâtlara vardı mı?
KUL
SADUN’um der ki bulmadık vefa
Hükmümüz
geçerli şol Kaf’tan Kaf’a
Ulaşlu
oğlu Hacı Mustafa
Alayları
bölük bölük böldü mü?
Karacaoğlan,
Adana’nın Farsak köyünde doğduğu; Torosların Gavurdağı yörelerindeki
Türkmenlerin içinde yetiştiği söylenir. Esmer kara yağız olduğundan adına
Karacaoğlan denmiş. Gezdiği yerler ise Konya, Ankara, Karaman, Adana, Halep,
Mardin, Diyarbakır kentler olduğu söylenir. Ayrıca Suriye, Mısır, Trablus ve
Rumeli bölgelerini gezmiş olduğu söylenir.
17.
Yüzyılda Orta Toroslar ve Çukurova’da yaşadığı bilinen Karacaoğlan deyişlerinde
çok yalın, katıksız arı duru Türkçe kullanan Karacaoğlan, daha çok aşk ve
doğayla iç içe olma yanında ayrılık, gurbet, sıla özlemi, sevda, acı, dostluk,
yoksulluk, zulüm, ölüm içerikli, insanın doğasında var olan temaları çok
işlemiştir. Hep duygularını, düşüncelerini, işin puştluğuna kaçmadan içten ve
gerçekçi bir bakışla, kendine özgü bir deyiş yapısı içinde söylemiştir. Mezarı
Mersin’in Mut ilçesi Çukur köyünde olduğu sanılmaktadır. Bize en çok
Karacaoğlan’ı tanıtan ve deyişlerini derleyen Nüzhet Ergun olmuştur.
Dinleyin
ağalar size bir şey söyleyim
Hatırdan
gönülden geçici olma
Bir
yiğidin amanını kesişin
Sırrını
ellere açıcı olma
Meclise
varışın kâmili dinle
El
iki söylerse sen birin söyle
Elinden
geldikçe iyilik eyle
Sakın
ol başlara kakıcı olma
Karacaoğlan
kalk gidelim buradan
Allah’ımız
seni beni yaratan
Sakın
kendini haramdan zinadan
İnsanı
insana takıcı olma.
Selman ZEBİL
(1) Ahmet Z. Özdemir, “Avşarlar ve Dadaloğlu” Ank. 1985, s. 93
(2) Battal Pehlivanlı, “Dadaloğlu, Yaşamı, Sanatı, Şiirleri” İst. 1984 s.24-27