4 Mayıs 2022 Çarşamba

OZANLARIMIZ

HALK EDEBİYATINDA OZAN GEVHERİ (ö.1737)

Yüzlerce yıl Osmanlı'da; Ermeniler “Millet-i Sadıka” (sadık millet) Kürtler için “Millet-i Asli” (asil millet) Araplar içinse; “Kavm-i Necip” (soylu kavim) denirken Kızılbaş Türkmenler için ne kadar yerici, aşağılayıcı sözler varsa söylenmiştir. Yavuz Selim akıl hocalarından İdris-i Bitlisi'den beri süregelen ve İdris-i Bitlisi'nin Yavuz Selim'e atfedilmek üzerek yazdığı "Selim Şahnane" adlı kitabında anlattıklarına bakılırsa, orada açık biçimde Osmanlı-Kürt ittifakı olmuş, bölgede taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmayacak kadar katliamlar yapılıyordu. Böyle olunca, bölgenin başta etnik yapısı olmak üzere mezhepsel yapısı da değiştiriliyordu. Bölgede birçok Türkmen asimile oluyor, mezhepsel olarak ta değişime uğruyordu, mezhepsel ve etnik olarak değişime karşı çıkanlarda dağları kaçıp kendilerine mesken ediniyorlardı. Ozan Gevheri bu olaylara tanık olmuş, almış eline sazı, halkı dağlara çağırıyordu!

16. Yüzyıl başından itibaren Anadolu’da oldukça büyük Türkmen-Kızılbaş katliamı oluyordu. Birçok Türkmen'de katliamlardan kurtulmak için, kendilerinin "Kürt" oldularını söyleyerek, zamanla Kürtleştikleri görülür, ancak itikadlarını gizlemek zorunda kalıyorlardı. Sonuç, “Celali İsyanları”, "Sah Kulu İsyanları" Türkmenlerin hakir görülmesi sonucu doğmuştur. Rum’u, Ermeni'si, Arap'ı hatta doğuda Kürt ağalara imtiyazlar verilerek, yoksul zavallı "maraba" kürtler bile ezilmesinde Kürt aşiret liderleri bu yoksul Kürtleri toplayıp işbirliği yaptıkları Osmanlı ile büyük kıyımlar yapmışlar ve bu aşiret ağaları türlü imtiyazlara sahip olumuşlar, yoksul Kürtler ise maraba olarak kalmışlar. Anadolu’da en kötü koşullarda yaşamaya çalışan Türkmenler ise, devşirme Osmanlı vergi toplayıcı memurları vergi toplamak için Türkmen köylerine baskınlar yaparak, ellerinden buğdaylarını, arpalarını yarı yarıya el atarak daha harmanda iken ellerinden alıyorlardı. Zaten kıt kanaat geçinen Türkmen köylüler iktisadi durumlarından dolayı isyan eder oldular. Aşağıdaki öz kimliğinde belirtilen Ozan Gevheri’ye bir bakalım:

Ozan Gevheri halkı dağlara çağırıyor: “Dağlara Gele Dağlara” Diyordu
Grup Yorumun seslendirdiği bu bir tür isyan türküsüdür. Bu Türkünün söyleniş amacı, Osmanlı-Kürt Ağalarının ittifakı sonucu yapılan katliamdan kaçıp kervan geçmez dağlarda sığınan, dağları kendilerine mesken edinmek zorunda kalanların haklı haykırışlarıydı. “Dağlara gel, Dağlara” deyişini Cevheri, Kızılbaş Türkmenlere söylendiği; Kızılbaş Türkmen Alevilerine ait olan bu deyişi, amacından çok faklı yerlere çekerek, bugün ayrılıkçı Kürtler bu sözleri kendi siyasi amaçları için çarpıtarak kullandıklarını biliyor muydunuz? Yani geçmişte Şafi Kürt ve Osmanlı ittifakının zulmüne karşı kendilerine kervan geçmez dağları mesken tutan Kızılbaş Türkmenlerin sözleriydi. İşte bu deyişin öz sahibi Türkmen olan 17. Yüzyılda yaşamı Piri Ozan Gevheri şöyle sesleniyordu:

Başına bir hal gelirse
Dağlara gel dağlara gel
Seni saklar vermez ele
Dağlara gel dağlara gel

Bu canım aşka düşeli
Aşk odu ile pişeli
Yeşil dağlar benefşeli
Dağlara gel dağlara gel

Rakibe miktarın bildir
Yanına civanlar uydur
Zamane dostundan yeğdir
Dağlara gel dağlara gel

Gevheri düşmüş dillere
Diyar-ı gurbet illere
Billahi vermem ellere
Dağlara gel dağlara gel

Ozan Gevhari’nin hayatı hakkında elimizde pek fazla bilgi yoktur. Ama onun aruz ve hece ölçülü deyişler yazan bir Türk ozanı olduğunu biliyoruz.

17. yüzyılın ortalarında doğduğu, saz şairleri onu Kırımlı sayarlar. Önceler gerçek adının “Mustafa” olduğu sanılırken, sonradan bir şiirindeki, “Bir kemter kulundur Garip Mehmet” deyişinde adının Mustafa değil de Mehmet olduğu ileri sürülmüştür. (*) Onun aruz ile yazdığı deyişlerindeki söyleyişi de bunun bir başka delili olmaktadır. Ölümü ise 1715 yılından sonra ölen ozan Bahri Paşa’nın divan kâtipliğini yaptığı iddiaları da vardır. Ayrıca Hikmet Dizdaroğlu’nun bulduğu bir şirindeki, “sene bin yüz elli yazıldı tarih” dizisinden 1750’de yaşamakta olduğu anlaşılmaktadır. Bu farklı görüşler vardır. Bu sonuca göre 17. Yüzyılın ilk yarısının sonuna doğru 3. Ahmet dönemine (1703-1730) denk geldiği bir döneme denk gelmektedir. Dahi, İstanbul, Bursa’daki divan kâtipliği yaptığı dahi, Osmanlının diğer başka yerlerinde de bu görevi sürdüğü bilinir.

Şiirlerinden anlaşıldığı kadarıyla yurt içinde çok gezdiği, Şam, Arabistan ve Rumeli’de bulunduğu anlaşılmaktadır. Köy ve kasaba şairlerinden farklı olarak az veya çok bir tahsili olduğu bilinmektedir. İstanbul’da bulunduğu sıralarda padişahı ziyarete gelir (!)

M. Fuat Köprülü anlatımına göre, Kırım Hanı Selim Giray ile dostluk kurmuş ve ona yazıp sunduğu deyişinden do­layı şairin Kırımlı olduğunu söylerken, Şükrü Elçin ve Saim Sakaoğlu ise İstanbullu olması İhtimalinin daha kuvvetli olduğunu söylerler. Bir ara divan şiirine merak sarmış ve o zümre ozanlarının dil, üslup ve manzumelerinden yaralanarak birçok şiirler yazmıştır. (**)

Doğumu gibi ölümü de pek açıklık kazanmayan Gevherinin, ölümü hakkında,
M, Fuat Köprülü, ozanın hayatının son yıllarına doğru yazdığı tahmin edilen bir koşmasında geçen, “Bin yüz yirmi yedi üstüne tarih” mısrasından hareketle bu tarihten (1715) kısa bir süre sonra öldü­ğünü belirtmektedir.

Aynı manzumeye başka bir cönkte rastlayan Hikmet Dizdaroğlu ise man­zumenin son dörtlüğünde yer alan, “Sene bin yüz elli yazılı tarih mısrasına da­yanarak şairin bu tarihten (1737) sonra öldüğünü kabul etmenin daha uygun olacağını söyler...

Şükrü Elçin, bazı seyişlerinde geçen Hacı Bektaş adını, onun Hacı Bektaş Veli’ye bağlılığından bir Bektaşi muhibbi olmasının işareti olarak kabul eder. Dahi; Hacı Bektaş adını, onun Hacı Bektaş Veli’ye intisabından çok bir Bektaşi muhibbi olmasının işareti olarak kabul eder. Onun bu görüşüne destek olan diğer hususlar yazdığı kalenderlilerdir.

Tameşvarlı İbrahim Naimeddin’in "Hadikatü’ş Şüheda" ve "Müstakimzade’nin Tuhfe-i Hattatin" adlı yapıtında adı geçmektedir. Musiki ile de ilgilenmiş olan Gevheri’nin kendi adını taşıyan bir de hava vardır. Aruz ile yazdığı deyişlerinden başta Fuzuli olmak üzere klasik ozanlarımızın etkisi görülür. Yüzyılın başlıca adlarından biri olmasında, belki de, aruz veznini hece vezni kadar başarılı bir şekilde kullanan ender şairlerden biri olmasının da rolü vardır. Sevilen saygı duyulan usta bir ozan oluşu pek az ozana nasip olan bir durum da salt onun şiirlerine yer veren bir mecmuanın bulunmuş olması, deyişleri arasında Osmanlı’nın Avusturya’ya karşı çıkılan (1663 ve 1689) seferleri için söylediği deyişleri de vardır.

Divan tarzındakiler; divanlar, müstezadlar ve birkaç semaidir. Saz şairleri türündekiler ise koşma, türkü, Türkmen-i ve tecnistir. Bunları şimdiye kadar derleyenler, Gevheri’nin deyişleri üzerinde başta M. Fuad Köprülü olmak üzere Sadettin Nüzhet Ergün ve Mehmet Halid Bayin gibi birçok derleyici çalışmış ve pek çok şi­iri ortaya çıkarılmıştır. 

Hasan Eren, bir cönkte Gevheri’nin 300 kadar şiirinin bulunduğunu söylemektedir. Gevheri hakkında en kapsamlı çalışmayı Şükrü Elçin "Gevheri Divanı, İnceleme, Metin, Dizin, Bibliyografya" adlı yapıtıyla  yapmıştır. Bu­rada şairin hayatı ve sanatı hakkında geniş bilgi verilmiş, daha önce yapılan çalışmalar da gözönünde bulundurula­rak birçok yazma mecmua ve cönk karşılaştırarak onun hece ve aruz vezniyle yazdığı 979 şiiri yayımlanmıştır. Gevheri üzerindeki en son çalışmayı ise Burhan Kaçar hazırladığı doktora teziyle gerçek­leştirmiştir.

Gevheri’nin bazı deyişlerinden başlıklar:

Bir Elâ Gözlüden Şikâyetim Var / Bizden Selam Olsun Gül Yüzlü Yâre /
Bugün Ben Bir Bağa Girdim / Bugün Ben Bir Güzel Gördüm / Bülbül Ne Yatarsın Yaz Bahar Oldu / Dağlara Gel, Dağlara / Dila Gör Bu Cihan İçre / Ey Benim Nazlı Cananım / Ey Peri Cihana Sen Gibi Dilber / Garip Turna Bizi Senden Sorana. / Hey Ağalar Bir Sevdaya Uğradım. / Hey Ağalar Zaman Azdı / Mecnun'a Dönmüşüm / Bilmem Gezdiğim / Sözün Bilmez Bazı Nadan Elinden / Şunda Bir Dilbere Gönül Düşürdüm Bulunmaz / Beyaz Göğsün Bana Karşı.

(*) tr.vikipedia.org, Gevheri
(**) Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi 14. C. "Gevheri Kim, Hayatı ve Eserleri”

Kaynakçalar:
A. B. Karasoy, Yakup; Yavuz, Orhan; Yılmaz, İbrahim (2017). “Gevherî Divanı’na Katkılar”. Selçuk Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Dergisi Güz 2017; (42):
M. Sunullah Arısoy, "Türk halk şiiri antolojisi", Bilgi Yayınevi, 1985 s. 147.

5 Nisan 2022 Salı

İLK EZAN; BİLAL-İ HABEŞİ ve TÜRKÇE EZAN OKUKUTULMASI TARİHİ

İlk Ezan; Bilal-i Habeşi ve Türkçe Ezan Okutulması Tarihi

Öncelikle ezan ne demektir sorusundan başlayalım. Ezan duyuru demektir. İslam Peygamberi Muhammed zamanında Müslümanları namaza çağırmak için nasıl bir çağrı yapılması konusu düşünülmüştür. Önce boruyla çağırmayı teklif edenler olmuş reddedilmiş sonra Hristiyanlar gibi çan sesiyle çağrılmasını teklif edenler olmuş reddedilmiş ve sonunda Muhammed, halkın görüşlerini dinlemiş ve insan sesi üzerinde karar kılmış; ilk ezanı da Etiyopyalı (Habeşistan) Zenci olan Bilal Habeşi’ye çık su yükseğe Bilal yeni mescidimiz bitimini duyur” demiş. Böylece “Ezan-ı Muhammediye” olarak “Muhammed’in çağrısı” olmuştur. Doğrusu, Muhammed’in Bilal-i Habeşi’ye ilk ezanı okutmasında amaç, Muhammed’in güçlü aklı. Yani, dolaylı olarak yılların kölelik sisteminin bir siyahi eski köle, köleliğin kaldırılması ile Muhammed’e yandaş olmuş, yanlarında köle tutan soylu Arap Müslümanları bir kölenin namaza çağırtıp, ona uymalarının derin anlamıydı!..

Ezan, herhangi bir ayetle Allah’ın gönderdiği emir falan değildir...
Dahi, bir ibadet türü hiç değildir. Bir gereksinim olduğundan dolayı Muhammed’in çağrısıdır. Müslümanları namaza çağırmak için Muhammed, çevresiyle görüşerek karar verdiği bir tür çağrıdır. Yani daha açıkçası, Anadolu halk dilinde bir tellaldır. Herkesin vakitleri bilebilecek bir aygıtları olmadığından, o günün koşullarına uygun bir çözümdür. Ezanın bir ibadet olmadığını, bir çağrı olduğunu ve tamamen dünyevi bir metin olduğunu, ikide bir bu halka ezan üzerinden duygu sömürüsü yapıp duranlara duyurulur.

Ezan ilk kez Cumhuriyet zamanında mı Türkçe okunmuştur? Cumhuriyetten önce Osmanlılar döneminde Ezanın Türkçeleştirilmesi düşünülmüştür. Yani Türkçe Ezan okutulmasını ilk kez Atatürk düşünmemiştir. Cumhuriyet zamanında yapılan devrimlerin kökleri, cumhuriyetten en az 150 yıl öncesi Osmanlıya dayanır.

Öyle cahil cühelayı kandırdıkları gibi değil işin gerçeği. Hiçbir devrim bir anda, birkaç günde veya kaç yılda yapılamaz. Cumhuriyet devrimleri de en az 150 yıllık sorunların çözümlenişidir. Osmanlı zamanından beri günümüze süregelen tartışmalı düşüncelerin, tıkanıklarının çözümünü cesareti ve başarılı bir biçimde sonuçlandırılmasıydı. Öyle sanıldığı gibi Atatürk devrimleri gökten biranda inmedi; bir birikimin olgunlaşmış sonucuydu.

19. yüzyılda Tanzimat’tan sonra, Osmanlı aydını her konuda olduğu gibi ezan konusunda başta Osmanlı aydını Ali Suavi, ezanın Türkçeleştirilmesi konusunu uzun süre uğraşmıştır. Ali Suavi her zaman Türkçenin özgürleştirilmesini, halka Türkçe dille hitap edilmesini savunmuş, yayımlamakta olduğu “Ulam” adlı gazetesinde 2. ve 3. “Lisan ve Hattı Türki” adlı etüdünde Müslümanlarca mükemmel dil sayılan Arapçayı eleştirmiştir. İbadetlerin Türkçe yapılabileceğini, söyleyerek bu konuda İmam Azam Ebu Hanefi’nin: “her milletin kuranı kendi diline tercüme ederek ibadet edebileceği” fetvasını delil olarak halka göstermiştir.

İmam Azam Ebu Hanefi Mezhebinden olduğunu söyleyip Sünnilikle övünenler şunu biliyorlar mı acaba? İmam Azamın 8. Yüzyılda, “Namazların Arapça dışında başka dillerde okunmasının bir sakıncası olmadığını, mümkün olduğunu dillendirdiği halde. İlk Türk İslam Devleti Karahanlılar (M.S.840-M.S.1212) döneminde ibadet dili Türkçe mi, Arapça mı olacak tartışmasına Kaşgarlı Mahmut, “Divan-i Lügat’it’ Türk” adlı yapıtını, Türk dilinin yok olmaması için bu yapıtını yazmıştır. Ondan 400 yıl sonra da Ali Şir Nevai, “Muhakemetü’l Lügateyn” adlı yapıtını yazdı. Orada Farsçadan Türkçenin üstünlüğünü açıkladı.

2. Abdülhamit tarafından Galatasaray Mektebi Sultanisi Müdür­lüğüne getirilen Ali Suavi; Beyazıt ve Ayasofya camilerinin kürsülerinden halka, halkın diliyle onların anlayabileceği biçimde hutbeyi Türkçe yapmıştır.

2. Meşrutiyetle ortaya çıkan “Türk­çülük” akımıyla da desteklendi. Devrin yazarları Türkçe’nin özleş­tirilmesinin gerekliliği ve önemini ortaya çıkarmaya çalışıyorlardı. Bu yazarlardan birisi de Ziya Gökalp’tir. Arapça değil de Türkçe olması isteyenler başında geliyordu. 1918 yılında yazdığı Ezanın ve Kur’an’ın Türkçeleştirilmesini “Vatan” şiirinde ezanın Türkçeleşmesi gerektiğini şöyle dile getirmiştir:

Bir ülke ki, camilerinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar namazdaki manasını duanın,
Bir ülke ki, minarelerinde Türkçe Kur’an okunur,
Küçük, büyük herkes bilir buyruğunu Huda’nın.
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın.

Türkçe ezan tartışmaları 2. Meşrutiyetten sonra daha da artarak sürmüştür.
İttihatçı molla Mehmet Ubeydullah Efendi, Talat Paşa’dan Türkçe namaz kıldırmak için izin istemiş fakat Talat Paşa halkın henüz buna hazır olmadığını söyleyip izin vermemiştir. Yine de bu dönemde boş durulmamış Kur'an önce dergilerde Türkçe, daha sonra da Türkçe kitap olarak basılmıştır.

Yobaz kesimin zaman zaman istismar ettiği İstiklal Marşının yazarı Mehmet Akif’i Atatürk düşmanı gibi göstermeye çalışır. Mehmet Akif sanıldığı gibi değil, gerçekte bir Müslüman aydın ve vatanseverdir. Akif’te Kur’an’ın manasını anlamanın önemli olduğunu “Safahat” adlı kitabındaki bir şiirinde şu şekilde ifade etmiştir:

Çünkü biz biliyoruz dini, evet bilseydik,
Çare yok, gösteremezdik bu kadar sersemlik.
Böyle gördük dedemizden’ diye izmihlali,
Boylayan bir sürü milletlerin olsun hali,
İbret olmaz bize, her gün okuruz ezberde!
Yoksa, bir maksat aranmaz mı bu ayetlerde?
Lafzı muhkem yalınız, anlaşılan Kur’an’ın
Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mananın,
Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına;
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak ne de fala bakmak için.

İstiklâl Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy, ezanın bu ülkede sürekli okunmasını isteyen bir kişidir. Bu ülkede ezanın gerektiğini şöyle yazmıştır:

Ruhumun senden, İlahi, şudur ancak emeli;
Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli!
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli. Diyen bir şairdir.
Selman Zebil 5 Nisan 2022

18 Şubat 2022 Cuma

BEYŞEHİR GÖLÜNDE YAŞAYAN KUŞ TÜRLERİ


Gri Balıkçıl kuşu, (Ardea cinerea-Herodias)
BEYŞEHİR GÖLÜNDE YAŞAYAN KUŞ TÜRLERİ
Beyşehir gölünde en yaygın olarak görülen balıkçıl türlerindendir olan balıkçıl kuşu gri balıkçıl, kül rengi balıkçıl adlarıyla bilinen, Ciconiiformes (Leyleksiler) takımının Balıkçılgiller ailesinden iri bir kuş türü olup 100 santime kadar uzunluğunda, kanat açıklığı ise 175-195 santimi bulmaktadır. Tüy yapısı, yukarı doğru gri olup aşağıya doğru kirli ak rengindedir. Büyük gri balıkçılların kalın ve kama biçiminde gagaları vardır, dik durdukları zaman genellikle geriye gerindiklerinde 
kambur ve uzun boyunları olduğu görülür. Boynu ve göğsü beyaz, boynunun ön alt tarafı siyah benekli, böğrü siyahtır.

Balıkçılların besin kaynağı sığ sulardır; uzun gagalarıyla balık veya yumuşakçalardan kurbağaları, yengeç, yüzen su böceklerini, yılanları, küçük kuş yavruları yakalarlar Ayrıca küçük memeli kemirgenler (sıçan gibi) hayvanları da avlayarak yerler.

Balıkçıl kuşların yaşam alanları: Derinliği az olan tatlı veya tuzlu her çeşit sığ sularda, ağır akışlı ırmak suların bulunduğu bölgesinde yaşarlar. Bu kuşlar için en verimli yaşam alanlarından birisi de resimlerde görüldüğü gibi Beyşehir gölü kıyıları, sazlık alanlarıdır. Yuvalarını da genellikle gölgelik ve su kıyılarındaki ağaçlık alanlardır. Ayrıca suni balık havuzlarında, bataklıklarda, taşkın su baskını sazlık bataklıklarında, pirinç tarlalarında ve diğer sulamalı alanlarda, hendeklerde, kanal kıyılarında kendilerine barınma yerleri bulurlar ve yuvalarını yaparlar. Eğer o yuvalarda sesiz huzur içinde yılı doldurmuşlarsa seneye aynı yuvayı yeniden kullanabilirler. Yuvalarını bataklık yamaçlarda, sazlık ve çalılık yataklarda yaptıkları gibi, yüksek ağaç tepelerinde de yapabiliyorlar. Bu türler, yaygın olarak koloniler halinde yuvalanır ve yuvalanma alanları tipik olarak tercih edilen beslenme alanlarından 30 km kadar uçma uzağına yaptıkları görülmüştür.

Dünya adi gri balıkçılın yayılış haritasına göre Türkiye üreme bölgesi dışı ve sadece kış göçmeni olarak gösteriliyor. Ancak yalnız takılıp beslenme huyları var. Beyşehir gölünde yaşama alanı bulan gri balıkçıl kuş türü eğer yaz kış görülüyorsa diğer kuşlar gibi yerli kuş olarak belgelenmelidir.

http://www.birdcare.com/bin/showsonb?grey+heron

Beyşehir gölü üzerindeki davranışlarını dikkat ettiyseniz, gri balıkçıl kuşu uçarken, çok yavaş uçar ve uçarken kanatlarını aşağıya doğru büker, başını geriye doğru çeker ve bacaklarını arkaya doğru uzatır. Bazı anlarda da başını öne doğru uzatarak kısa mesafeler de uçuyorlar. Uçarken de sesi sert ve bir tür “krank” sesli gagasını takırdatır. Topluca uçuşlarda bu sesler bir tür çığlığı andıran sesler duyulur.

Beyşehir gölünde yaşayan, diğer sulak alanlarda yaşayan öteki balıkçıllar gibi büyük gri balıkçıl kuşlarının da soyları tükenmekle karşı karşıyadır. İnsan unsurunun düzensiz, vurdumduymaz çevre anlayışından dolayı tehdit altında, korunması gerekmektedir.

Yaşam salt insanlardan ibaret değildir, her canlının yaşama hakkı vardır. O nedenle Beyşehir gölü kuruyor ve içindeki yaşam da kuruyup bir daha geri gelmemek üzere yok olup gidiyor. Bu insanoğlunun tamahına bağlı olarak, geçici zevk ve sefası uğruna kıyıların konut alanlarının yaygınlaştırılması ve yeraltı sularının gölü beslemesine engel olunmasından kaynaklanması başlıca nedenlerdendir.


   Alaca Balıkçıl (Ardeola ralloides)


   Gece balıkçılı (Nycticorax nycticorax)

   Büyük mavi balıkçıl (Ardea herodias)


   Karabatak (Phalacrocorax carbo)


   Sakarmeke (Fulica atra)


Bu tür kuşların dört tane alt türünün varlığı bilinmektedir.
Ardea cinerea cinerea Linnaeus cinsine adını veren, 1758'de kuşlar ve bitkile üzerinde araştırılmalar yapan İsveçli bilim insanı Linaæus'un balıkçıl kuşu Beyşehir gölünde yaşayanlardan biridir. Bu cins balıkçıl, Avrupa, Afrika, batı Asya'da da yaşamaktadır.

Ardea cinerea jouyi Clark, 1907. Doğu Asya.
Ardea cinerea firasa Hartert, 1917. Madagaskar.
Ardea cinerea monicae Jouanin & Roux, 1963.

Selman Zebil 18 Şubat 2022




14 Şubat 2022 Pazartesi

BEYŞEHİR GÖLÜNDE BÜYÜK BALIKÇIL ve KÜÇÜK BALIKÇIL KUŞLARI


BEYŞEHİR GÖLÜNDE YAŞAYAN BÜYÜK AK BALIKÇIL (Ardea 
modesta
) ve KÜÇÜK AK BALIKÇIL (Lx Obryehus minitus)

Beyşehir gölünde de yaşayan, dünyanın birçok bölgelerinde varlık gösteren, balıkçılgiller (Ardeinae) ailesinden olan, özellikler büyük balıkçıl kuşu uzun boylu olan bir türüdür. Görünüşü, ak tüylere sahiptir, 100 santime kadar boylanabilen Salt gri balıkçıldan biraz daha küçüktür. Boyutu dışında, büyük ak balıkçıl sarı gagası, kara renkli bacakları ve ayakları ile diğer ak balıkçıllardan ayrılabilir. Uçuşu ise yavaştır ve uçuş sırasında boyunlarını geri doğru çekerler.

Yaşam alanları, öteki balıkçıllar gibi, sığ sular veya daha kuru alanlarda beslenirler. Keskin gagalarını sayesinde balıklara, kurbağalara, su yılanlarına, sıçanlara ve böceklere saplayarak yakalar. İyi takip ederseniz, Beyşehir gölünde hareketsiz olarak avlarını bekledikleri görülen yaygın bir türdür. Avlarını beklerken avlarına aniden saldırarak yakalarlar. Bu kuşların bir kısmı göçmendir.

Çeşitli yazarlar tarafından Egretta alba ve Casmerodius albus olarak tanımlanmıştırlar. Dünyanın çeşitli parçalarında dört alt cinsi vardır, bunlardan en büyüğü Ardea modestadır. Asya ve Avustralya. Beyşehir gölünde yaşayan Ardea alba ve Avrupa’da yaşayan türdür. Diğer, Ardea egretta -Kuzey Amerika. Ardea melanorhynchos -Afrika’da yaşarlar.

Dikkat: Casmerodius albus-Egretta alba balıkçıl türleri koruma altında (IUCN 2.3)

BEYŞEHİR GÖLÜNDE YAŞAYAN KÜÇÜK AK BALIKÇIL (Egretta garzetta)
Beyşehir Gölünde yanda resimlendirdiğim küçük ak balıkçıl balıkçılgiller (Ardeidae) ailesine ait 50-70 santim boyunda, kanat açıldığında, 90-95 santime ulaşan bir kuş türüdür.

Tüyleri ak renkli, sarı ayakları, gagası ve bacakları kara renkli olmasından dolayı diğer balıkçıllardan kolayca ayırt edilebilmektedir. Ayrıca uzun gagası ve uzun bacakları vardır. Uzun gagası ve bacaklarıyla sığ sularda beslenmeye uyum sağlamış bir kuştur. Küçük ak balıkçıl kuşu zarif, apak bir tür olarak sığ sularda yiyeceklerini bularak yaşayan kuştur. Renklenmesi ile büyük ak balıkçıla benzese de ondan oldukça küçük boyutu ve her zaman sarı renkte olan ayakları, koyu kara renkte olan gagası ve bacakları ile kolayca büyük ak balıkçıldan ayırt edilir.

Bir başka, sığır balıkçılından ise daha büyük boyludurlar. Ak balıkçıl kuşu da öteki balıkçıl kuşları gibi tek veya gruplar halinde ortak yuvalar yaparak tüneklerler. Ancak balıkçıllar kendi aralarında ilk bakışta ayırt edici gibi olmasalar da daha büyük balıkçıllardan, büyük ve orta egrets, stokçu sığır egret balıkçıl türleriyle karıştırılmamalıdırlar. Yani, ak balıkçıl kuşları ile birbirlerine oldukça yakın benzerlikleri vardır.

Ayrıca; Beyşehir gölünde diğer balıkçıl çeşitleri gibi yaşayan küçük ak balıkçıl ayırt eden, üreme döneminde başından sırtına doğru bir çift uzanan süs tüyleri çıkar. Kur yapma döneminde göz pınarı kısa bir süreliğine mavimsi gri olur. Daha genç olanın ise süs tüyleri bulunmaz. Alt gaga dibi pembemsi; bacakları ise yeşilimsi olabilir.

Beyşehir gölünün sığ kıyılarında, sazların arasında, bazen açıklarda yaşarlar. Ayrıca, diğer sulak yerlerde, su taşkınları olan alanlarda, ırmak kıyılarda ve tarım alanlarında yaşarlar. Koloniler halinde yuvalarını ise ağaçlara ve çalılık alanlara yaparlar.

Beslenme kaynakları ise başta göllerde yaşayan balıklar, kurbağalar, çeşitli sürüngenler yarı karda yarı suda yaşayan böcek ve kertenkeleler, su yılanlar kabuklular ve böcekler gibi yiyecekler ile beslenirler.

Beyşehir Gölünün yaşayan ve canlık veren kuş türlerinden küçük ak balıkçıl, kökeni tükenmekte olup uluslararası alanda koruma durumundadır.
Selman Zebil 14 Şubat 2022

Koruma durumu: Yok olmaları endişesi altında, korumada (IUCN 2.3) I UCN Bern Cites MAK OSB LC Ek-II- -Ek-III
Bitkiler ve Kuşlar hakkında araştırmaları ile ünlü İsveçli Linnæus, 1766 kaydetmiş.
Yaralanılan kaynak: Vikipedi, özgür ansiklopedi, Sercan Bilgin, Ergün Bacak, Umut Güngör, Zeynel Arslangündoğdu

13 Şubat 2022 Pazar

BEYŞEHİR GÖLÜNDE YAŞAM DURMASIN; CANLI TÜRLER YAŞASIN!


BEYŞEHİR GÖLÜNDE YAŞAM DURMASIN; CANLI TÜRLER YAŞASIN!

GRİ BALIKÇIL (Ardea cinerea-Herodias)
Sevgili Beyşehirliler! Gelecek yazımda diğer balıkçık türleri ve Beyşehir Gölü üzerinde yaşayan diğer kuş türlerini konu edeceğim.

BALIKÇIL KUŞU, KÜL RENKLİ, GRİ BALIKÇIL (Ardea cinerea-Herodias)
Beyşehir gölünde en yaygın olarak görülen balıkçıl türlerinden olan balıkçıl kuşu gri balıkçıl, kül rengi balıkçıl adlarıyla bilinen, Ciconiiformes (Leyleksiler) takımının Balıkçılgiller ailesinden iri bir kuş 
türü olup 100 santime kadar uzunluğunda, kanat açıklığı ise 175-195 santimi bulmaktadır. Tüy yapısı, yukarı doğru gri olup aşağıya doğru kirli ak rengindedir. Büyük gri balıkçılların kalın ve kama biçiminde gagaları vardır, dik durdukları zaman genellikle geriye gerindiklerinde kambur ve uzun boyunları olduğu görülür. Boynu ve göğsü beyaz, boynunun ön alt tarafı siyah benekli, böğrü siyahtır.

GRİ BALIKÇIL (Ardea cinerea-Herodias)
Balıkçılların besin kaynağı sığ sulardır; uzun gagalarıyla balık veya yumuşakçalardan kurbağaları, yengeç, yüzen su böceklerini, yılanları ve küçük kuş yavrularını yakalarlar. Ayrıca küçük memeli kemirgenler (sıçan gibi) hayvanları da avlayarak yerler.

Balıkçıl kuşların yaşam alanları: Derinliği az olan tatlı veya tuzlu her çeşit sığ sularda, ağır akışlı ırmak suların bulunduğu bölgesinde yaşarlar. Bu kuşlar için en verimli yaşam alanlarından birisi de resimlerde görüldüğü gibi Beyşehir gölü kıyıları, sazlık alanlarıdır. Yuvalarını da genellikle gölgelik ve su kıyılarındaki ağaçlık alanlardır. Ayrıca suni balık havuzlarında, bataklıklarda, taşkın su baskını sazlık bataklıklarında, pirinç tarlalarında ve diğer sulamalı alanlarda, hendeklerde, kanal kıyılarında kendilerine barınma yerleri bulurlar ve yuvalarını yaparlar. Eğer o yuvalarda sesiz huzur içinde yılı doldurmuşlarsa seneye aynı yuvayı yeniden kullanabilirler. Yuvalarını bataklık yamaçlarda, sazlık ve çalılık yataklarda yaptıkları gibi, yüksek ağaç tepelerinde de yapabiliyorlar. Bu türler, yaygın olarak koloniler halinde yuvalanır ve yuvalanma alanları tipik olarak tercih edilen beslenme alanlarından 30 km kadar uçma uzağına yaptıkları görülmüştür.

Dünya adi gri balıkçılın yayılış haritasına göre Türkiye üreme bölgesi dışı ve sadece kış göçmeni olarak gösteriliyor. Ancak yalnız takılıp beslenme huyları var. Beyşehir gölünde yaşama alanı bulan gri balıkçıl kuş türü eğer yaz kış görülüyorsa diğer kuşlar gibi yerli kuş olarak belgelenmelidir.
Beyşehir gölü üzerindeki davranışlarını dikkat ettiyseniz, gri balıkçıl kuşu uçarken, çok yavaş uçar ve uçarken kanatlarını aşağıya doğru büker, başını geriye doğru çeker ve bacaklarını arkaya doğru uzatır. Bazı anlarda da başını öne doğru uzatarak kısa mesafeler de uçuyorlar. Uçarken de sesi sert ve bir tür “krank” sesli gagasını takırdatır. Topluca uçuşlarda bu sesler bir tür çığlığı andıran sesler duyulur.

Beyşehir gölünde yaşayan, diğer sulak alanlarda yaşayan öteki balıkçıllar gibi büyük gri balıkçıl kuşlarının da soyları tükenmekle karşı karşıyadır. İnsan unsurunun düzensiz, vurdumduymaz çevre anlayışından dolayı tehdit altında, korunması gerekmektedir.

Yaşam salt insanlardan ibaret değildir, her canlının yaşama hakkı vardır. O nedenle Beyşehir gölü kuruyor ve içindeki yaşam da kuruyup bir daha geri gelmemek üzere yok olup gidiyor. Bu insanoğlunun tamahına bağlı olarak, geçici zevk ve sefası uğruna kıyıların konut alanlarının yaygınlaştırılması ve yeraltı sularının gölü beslemesine engel olunmasından kaynaklanması başlıca nedenlerdendir.
Selman Zebil 13 Şubat 2022

26 Aralık 2021 Pazar

AKP' İKTİDARININ "DENEME-YANILMA" YÖNTEMİ BİLGİSİZLİĞİN BECERİKSİZLİĞİDİR



Deneme-Yanılma Yöntemi Sonunda Gelindi
            Dolar Garantili TL Hesabı

Erdoğan konuştu, dolar hızlı düşüşe geçti sanmayın! Erdoğan gece yarısı halkı uyutup gece yarısı konuşurken oyun içinde oyun kurgulanıp 10 saatte 7 milyar dolar Recep Erdoğan’ın talimatlarına bağlı kalan Hazinenin parası ile kumar oynayanır. Kazanırsa kendi ikbali yükselecek, kaybederse hazine kaybedecektir. Ancak her iki konuda kazançlı çıkacak olan doları yüksek seviyeden bozup, 5 saat sonra yeniden dolar alan küçük bir imtiyazlı çevredir.

Sonuç mu? Ucu, arkası belli olmayan faizdir. Kitabına uygun örtülü faiz artırımıdır. Yani bir şey değil. Bu sinsi uygulama “ortada nas var, sana bana ne oluyor?” demenin “U” dönüşü yapılıp halka hap gibi yutulmasının açık biçimiydi...

Bunun adı çarpıtılarak halkı aldatmacadır, “faiz” demeden, faiz artırımı hilekarlığıdır.
Döviz üzerinden faiz ve dövizin garantisidir. Dövizi olmayan yoksul halka ağır bedeller ödetilmesidir. Yani bu TL görünümlü limitsiz, sınırsız dolar garantili bir tür mevduat hilesidir. Kendi milli parasına güven duymayıp, dolar güvencesi ile garanti verilmesidir; din iman, milli yerli sözlerin havada kalmasıdır. Doları olmayan, doları olanın yükünü yüklenecek demektir. Yani doları olmayan yoksul, dolar zenginini besleme adaletsizliği demektir. Hazineden dolar kuru üzerinden ödeme yapmaktır. Bu halle, Anayasanın 10. Maddesine göre işletilemez, Anayasal suç demektir. Düzgün giden ülke ekonomilerinde böylesi görülmeyen yanlış giden bir olay demektir...

Bütün Bunlar İkbal Uğruna mı?
Nerde kaldı sözde NAS, din, diyanet, millilik-yerlilik deyin, kur garantili sonsuz faiz ödemeli günlere yol alınıyor. Ekonomi şaşırtmış, ne yaptıklarının bilincinde bile değiller, yeter ki artık kendi ikballeri sağlam dursun.

Daha açıkçası, %14 faiz artı kur korumalı, dövize çevrilebilir uygulama demek, “Türk parasına güven yok; itibarı yok, size tam güvenli dolar garantili” demekle sıfır risk hazinenin (dolaysıyla yoksul halkın) üstüne sarıp, doları olmayan, yüzünü bile görüp nasıl olduğunu bilmeyen bun ülkenin yoksul insanlarının haklarını dolar sahiplerine yükleyen yoksul halkın riski demektir...

Erdoğan Anayasal Suç İşliyor
Recep Erdoğan, ağır biçimde Anayasal suçu daha önce olmamış biçimde işlemekte ve çevresine topladığı kendisine biat eden yöneticilere de işletiyor.

Bütün bunları yaparken çocukluğundan beri kafasında biçimlenmiş, ideolojik saplantıları yaşama geçirmek için Anayasa, hukuk, hak, yasa düşünmüyor. Ettiği yeminin tersini yapıyor. Buna da kılıf olarak, “Kutlu dava, menzile varmak için her şey mubah” mantıksız dayanağı yani, Ortadoğu yaşam biçimine doğru yol almaktır.

Halkın Aklıyla Alay Etmek, Ben Cumhurbaşkanıydım!
Recep Erdoğan, 2021 İlim Yayma Ödülleri Töreni'nde Merkez Bankası’nın 128 milyar dolar rezervlerin eritilmesine; Merkez Bankası'nın döviz rezervinin yok olmasına: “Başbakanlığım döneminde 135 milyar dolara çıkardık, sonra düşüş yaşandı, yoktum, cumhurbaşkanıydım.” Diyerek sorumluluğu üzerine almadı. 20 Aralık Pazartesi 2021

Ahmet Davutoğlu bu sözlerine ise: “Çok açık bir ifadeyle bir kez daha söylüyorum. Ne nası cehaletinizi örtmek için kullanın ne de rakamları başarısızlığınızı örtmek için istismar edin. Bu başarısızlığın sorumlusu siz ve göreve getirdiğiniz ehil olmayan kadrolardır. Siz gideceksiniz ve Gelecek kadroları bütün enkazı toparladığı gibi yeni bir ufka bu ülkeyi taşıyacak.” Diyerek karşılık verdi.

Recep Erdoğan Nerede Durabilir?
Recep Erdoğan, her geçen gün iki ileri, bir geri adım atarak sürekli amacına ulaşma yoluna devam ediyor. Bütün önündeki engelleri geçtiğini, önünde hiçbir engel kalmadığı anda bilin ki, Afganistan’da gerici Taliban neler yapıyorsa, onların bile biz neden düşünemedik” diye gıpta edecekleri karanlık günlere ülkeyi dönüştürecektir.

Recep Erdoğan, Anayasasında laik bir devlet yazmasına rağmen, son derece dünyevi bir konu olan ekonomiyi, çekinmeden dini kurallarına göre yönetim uyarlama söylemi, “NAS var, sana bana ne demek düşer” demesi, yarın sistemi daha sert biçimde tehdit etmeyeceği garantisi var mı?

Recep Erdoğan, faiz ile ilgili ne demişti bakın: “Neymiş efendim? Faizleri düşürüyormuşuz. Benden başka bir şey beklemeyin. Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa, onu yapmaya devam edeceğim. Hele “hüküm bu” oldukça tehlikeli sözleri, tehlikenin en belirleyici dışa vurmuş halidir. Recep Erdoğan sinsi bir biçimde teokratik (din üzerine kurulu) kitabına göre yönetiliyormuş gibi konuşma, tehlikesi az buçuk aksakta olsa olan demokrasiyi hançerlemektir...

Recep Erdoğan bütün davranışlarıyla laik bir ülkenin Cumhurbaşkanı gibi davranmıyor, niyetinin bazen açık biçimde, toplumu ayrıştırarak, muhalefete en ağır hakaretler ederek ayrıştırıyor, kendi kitlesine mesajlar veriyor, kentleştiriyor. Biz, saklı niyetinin yeri ve zamanı geldikçe yüzeye vurmasından anlıyoruz.

Başta Anayasa; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre “değişmez ve değiştirilmesi teklif bile edilemez” denen laiklik yazılı bir biçimde var ama uygulamada olmayan; hiçleştirilen bir madde. Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısının olmazsa olmazının tek unsurudur, yoksa demokrasiden söz edilemez, otokrattık rejime kaymış demektir.

Her ne kadar Cumhurbaşkanı olup görevine başlarken bu cumhuriyet Anayasasına ve laik ilkelerine bağlı kalacağına dair namusu ve şerefi üzerine yemin ettiğine inanmayın. O yemin, dini yolda yürümek için takkiye yemini olarak kabul edilir ve Allah bunun hesabını sormaz inancı vardır. Çünkü kendilerine göre “kutsal yolda” bu namus ve şeref üzerine yapılmış yeminin kendi açılarından pek te bir bağlayıcı yanı yoktur. Edilen yemin “laik demokratik Cumhuriyet için olmadığı, NASA göre evirip çevirip din üzerine kurulmuş bir ülkeyi yönetmek için ideali olduğuna artık inanmak gerekir.

Türkiye artık böyle mi yönetilecekse anayasaya ne gerek vardır ki?
Artık Recep Erdoğan, dünyevi bir konu olan ekonomi yönetiminde sıkıştığı anda, din, iman, Kur’an, Allah ve Peygamber'in buyruklarına göre hüküm ortaya atarak işini sürdürecektir anlaşıldığı kadar. Sınırı nerde durur belli değil.


10 Aralık 2021 Cuma

ISPARTA HALISININ TARİHİ ÖYKÜSÜ

Beylikler Döneminde Başlayan Isparta Halıların Öyküsü

Rönesans ressamlarının büyülendiği Türk halıları bir zamanlar tüm Avrupa’nın zengin konutlarını süslüyor, Batı Anadolu’da yüz binlerce tezgâhta milyonlarca metrekare el dokuması halı üretiliyordu. Isparta halısı üzerinden anlattığımız bu öykü, aslında bütün Türkiye’nin ortak öyküsüdür.

12. Yüzyıldan itibaren yöreye yerleşen Türk boylarının Asya’dan getirdiği bu köklü kültür mirası, Anadolulu Rumların ve Ermenilerin de emeğiyle harmanlanarak 19. Yüzyılın sonundan itibaren dünyanın en büyük üretim organizasyonlarından birini kurmuştu. Kent merkezinden dağ köylerine kadar binlerce evde, birbirinden bağımsız kadınlı erkekli yüz bin dokumacı; adeta büyük bir fabrikanın üniteleri gibi halı üretiyordu. Dokumacılar arasında Ispartalı Rum kadınlarının olması da ayrıca dikkat çekiyordu. Neredeyse her evin alt katında ya da bir köşesinde ‘halılık’ adı verilen bir oda ekleniyor, halı atölyeleri bölgedeki sivil konut mimarisinin doğal bir unsuru haline geliyordu.

Selçuklu devletinin dağılmasının ardından Anadolu’nun güneyinde kurulan Hamitoğulları Beyliği’nin merkezi olan Eğirdir ve Isparta çevresinde sürdürülen geleneksel dokumacılık kültürü, 19. Yüzyılda tüm Avrupa’ya yayılacak olan bir Türk halısı çılgınlığının başlamasını da sağlayacaktı. 12. yüzyıldan itibaren bölgeye yerleşmeye başlayan Türkmen gruplar, Antalya’dan başlayarak Torosların iç kesimlerine, Burdur, Isparta, Konya ve Afyonkarahisar çevrelerine yayılan alanda yoğun bir hayvancılık üretimi yapıyorlardı. Dağlık kesimlerde keçi, daha düz alanlar ve ovalarda koyun yetiştiriciliği yapan halkın ürettiği yünler hem giysi hem de dokumacılık için kullanılıyordu.

Bir zamanlar ünü tüm dünyaya yayılan Isparta halıcılığı işte bu üretimin sonucu doğdu. Isparta çevresinde yürütülen yoğun hayvancılık üretimi sayesinde geleneksel dokumacılığı sürdüren kırsaldaki Yörük-Türkmen toplulukları, 19. Yüzyıla gelindiğinde kentli Türk, Rum ve Ermeni girişimcilerin çabalarıyla tüm Avrupa kıtasına ve hatta Amerika’ya halı gönderir oldular.


19. yüzyılın sonlarında Isparta’da halı dokumacıları. (Şark Halı Kumpanyası kartpostalı)

1800’lü yılların ikinci yarısında Isparta’da kurulan yerel halı şirketi, Avrupa’ya halı ihraç etmek üzere girişimlerde bulunsa da yaşanan büyük bir dolandırıcılık skandalının ardından feshedilmişti. Ancak Ispartalı Rumlardan biri olan Dr. Bodosaki ile Etrelizade Mehmet Efendi adında bir Türk girişimci, Rönesans ressamlarının tablolarını süsleyen ve 13. Yüzyıldan bu yana Avrupalı zenginlerin hayali olan Türk halılarını dış pazarlara ulaştırma çabalarını sürdürdüler. Yeni halı tezgâhları, modeller ve boyahaneler kuruldu. Kendisi de bizzat bu dönemin tanığı olan ve halıcılığı geliştirme çabasında bulunan Ispartalı tarihçi ve siyasetçi Böcüzade Süleyman Sami, o günlerde yaşananları, “Etrelizade, sonradan zarar ederek işi bırakmış, Bodosaki ve kardeşleri İzmir’de buldukları yeni alıcılar sayesinde işi ilerleterek zengin olmuşlardı” diye aktarıyor.

Ispartalı Rumların İzmir üzerinden Avrupa pazarına halı ihraç etmeye başlaması, yereldeki üretimin de yaygınlaşmasına neden olur. Bu çabaların ardından Isparta halıcığı için başlayacak yeni atılımın kahramanı, Akşehirli bir Ermeni olan ve Reji İdaresi’nde muhasebecilik yaparken Isparta’ya sürgün gönderilen Haçik Usta olur. Böcüzade’nin Haçik Usta ile ilgili aktardıkları şöyle: “Halıcılığın gelişmesinde, Akşehir’den Isparta’da sürgün bulunan Ermeni Haçik Usta ön ayak olmuş, yeni bir makas icat ederek beratını almıştı. Bu Haçik Usta, İzmir’de oturan Ispartalı Agopoğlu ve Mahdumlarıyla ilişki kurarak onların yardımıyla Isparta’da Şark Halı Kumpanyasını kurmuş, kendisi de Direktör (Müdür) olmuştu. Bu şirket sayesinde halıcılık köylere kadar yayılmıştır. Halen çalışmakta olan Şark Halı Kumpanyası bu ciddi girişimin ürünüdür.”

1908-1912 yılları arasında Osmanlı Meclis-i Mebussan, Isparta mebusu olarak görev yapan Böcüzade Süleyman Sami, o yıllarda Fransa’nın Isparta halılarından yüksek gümrük alacağını öğrenince İzmir Mebusu (Rum) Aristidi Paşa ile müşterek bir önerge vererek Osmanlı’nın Paris Sefareti (Elçilik) tarafından bu konuda önlem almasını ve Hariciye Nezareti’nin (Dışişleri Bakanlığı) gerekli girişimlerde bulunmasını istediklerini de tarihe not düşüyor.

Isparta Halılarında Renkler ve Adları
Isparta’da ‘Seccade’, ‘Üzümlü’, ‘Yolluk’, ‘Kelle’ ve ‘Taban’ olarak anılan halıların dokunduğu tezgahlar hızla yaygınlaşır. Goncalı, Gülistan, Goblen, Kandahar, Elvan, Saatli gibi modellerin hâkim desenleri de tıpkı Isparta’nın gül bahçeleri gibi allı-güllüdür. Isparta halılarını diğerlerinden ayırt eden renkler hemen göze çarpar; kiremit kırmızısı, lacivert, cam göbeği, yağ yeşili, ‘kirli’ de denilen kırık beyaz, kirli sarı, indigo mavi, yeşil ve bejin hâkim olduğu halılar insanda hayranlık uyandıracak canlılıkla ve bir tablo gibi halıya işlenir.



Oriental Carpet Manufacturers
Böcüzade’nin kısaca değindiği Şark Halı Kumpanyası, aslında Isparta halıcılığı başta olmak üzere tüm Batı Anadolu’da geleneksel Türk halıcılığının gelişmesinde önemli rol oynayan Londra merkezli büyük bir şirketti. Daha önce aracılar eliyle Batı Avrupa pazarına ulaştırdığı Türk halılarını, doğrudan temin etmek isteyen şirket harekete geçti. 1907’de İstanbul’da, 1908’de ise İzmir’de şubeler açan ve tam adı “Oriental Carpet Manufacturers” olan, Türkiye’deki adıyla Şark Halı Kumpanyası, 1911’den itibaren de İran’ın kuzeybatısında bulunan ve ağırlıklı olarak Türk nüfusun yaşadığı Hemadan kentinde bir şube açtı.


Şark Halı Kumpanyasına ait bir katalogda yer alan iki Isparta halısı,

1978 yılında 44 Bin Tezgâh, 100 Bin Dokumacı, 2 milyon m2 Halı Hesaplanır
1890’lardan 1930’lara kadar Isparta’daki ticari halıcılığı doğrudan etkileyen Şark Halı Kumpanyası, bu dönemde Avrupalı tüketicinin Oryantalist algılarına yönelik modeller de yaratarak, halıcılığın tüm köylere yayılmasını sağladı.

Öyle ki 1924 yılında Isparta çevresinde 2450 tezgâhta toplam 7350 halı dokumacısı çalışır. Bu tezgahlarda dokunan halı miktarı ise toplam 100 bin metrekarenin üzerine çıkar. Bu rakamlar 1950’de 5928 tezgâhta 12.870 dokumacı ile 186 bin metrekare halıya çıkarılır. 1978 yılına gelindiğinde, Isparta halıcılığı için bir daha asla görülemeyecek olan rakamlara ulaşılır: Isparta çevresinde 44 bin halı tezgahında 100 bin dokumacı o yıl toplam 2 milyon 150 bin metrekare halı üretecekti.


         Ispartalı halıcılar bir sergi sırasında

Isparta halıcılığının ünü öylesine yaygınlaşmıştı ki, Türk sinemasının ilk renkli filmi olarak tarihe geçen Muhsin Ertuğrul’un yönetmenliğini üstlendiği 1953 yapımı ‘Halıcı Kız’ filmi Isparta’da çekilecek, halı dokuyarak yaşamını kazanan genç kızların öyküsünü beyaz perdeye aktaracaktı.

Şark Halı Kumpanyası büyük bir ivme kazandırdığı ticari halıcılık, Birinci Dünya Savaşı ve 1920’lerin sonlarında başlayan ekonomik krizin Avrupa’daki tüketimi sekteye uğratmasıyla şirketin Türkiye şubelerini kapatmasına neden oldu. Ardından ise Isparta halıcılığı daha çok iç pazara yönelmeye başladı. 1970’li ve 1980’li yıllarda Isparta çevresinde üretilen halılar, kent merkezindeki devasa halı pazarında doğrudan dokumacı kadınlar ya da yakınları tarafından satışa sunuluyor, tüccarlar tarafından satın alınan halılar tüm ülkeye ulaştırılıyordu. Eşi askerde olan gelinler, çocuğunu okutan anneler, çarşı-pazar parası biriktiren kadınların yanı sıra halı dokumacılığı kadın-erkek ailece yapılan belli başlı bir iş kolu haline gelmişti.

Modern dokumacılığın gelişmesi karşısında kolaylaşan ve iş gücü ucuzlayan halıcılık üretimi giderek yerini fabrikalara terk etti. Geçmişte yün ve pamuktan üretilen Türk halılarının yerini, Petro-kimya ürünü ve sentetik halılar almaya başladı. İpinden boyasına, tezgahından makasına, kirkitinden modeline birçok kalemde kent halkına büyük bir ekonomik olanak sağlayan halıcılık yalnızca zaman yenilmedi, aynı zamanda gelmekte olanı doğru okuyamayan yöneticilerin basiretsizliğine de kurban gitmişti.


Şark Halı Kumpanyasına ait bir broşür (Şark Halı Kumpanyası’nah ait İzmir’deki merkezi)

Yüzlerce yıl ömrü olan geleneksel Türk halılarının, kurtulunmak istenen birer ceset gibi evlerden sokağa atıldığı 1990’lı yıllara gelindiğinde, Isparta’da kent merkezinden köylere halı tezgâhları da birer birer sökülerek ya sobalarda yakılan oduna ya da inşaat malzemesine dönüştü. Tezgâh demirleri hurdacıya satıldı, Ermeni Haçik Usta’nın yaklaşık 120 yıl önce icat ettiği makaslar ve kirkitler ise tavan arasına atıldı. Bugün kent genelinde bir iki kurumun çabasıyla sürdürülen ‘göstermelik’ halı dokumacılığını saymazsak neredeyse Isparta halısı dokunan hiçbir tezgâh kalmadı. Dokumacılıkla yaşamını kazanan kırsal nüfus, üretim araçlarının işlevsiz hale gelmesiyle birlikte 1980’li yıllardan itibaren büyük bir hızla köyleri boşaltarak büyük kentlerde ucuz ve niteliksiz iş gücüne dönüştü. Bir zamanlar zeminini ve çevreleyen dükkanları rengarenk halıların süslediği Isparta Halı Sarayı bugün ‘otopark’ olarak kullanılan bir viraneye dönüşmüş durumda.

Bugün İran’da halen canlılığını koruyan geleneksel Türk halıcılığı dünya pazarlarında ‘İran halısı’ olarak yüksek meblağlarla alıcı bulurken, İsfahan, Tebriz, Hamedan, Şiraz, Urmiye ve onlarca kentin her birinde ayrı ayrı halıcılık fuarları düzenleniyor. İran halısı olarak ünlenen ‘Sumak’ halıları, İran’da ‘Şahseven’ olarak anılan Türkler tarafından dokunuyor. Kaşkay Türklerinin dokuduğu halılar, İran halı pazarının en önemli markalarından birini oluşturuyor.

Bugün tek bir İran halısının fiyatı 10 bin liradan başlıyor, malzemesine ve ebadına göre 100 bin liraya kadar çıkıyor. Isparta, Uşak, Konya, Niğde gibi bölgelerde 30-40 yıl öncesine kadar yaşayan geleneksel Türk halı ve kilim dokumacılığının, bugün İran’da varlığını sürdürüyor olması İran’ın kazancı, Türkiye’nin ise büyük bir ayıbıdır. Isparta halıcılığının zamana ve teknolojiye yenildiği yalanını fütursuzca söylemeyi sürdüren sorumlular, bugün el dokuması halıların dünyanın her yerinde halen büyük bir kültürel ve ekonomik değer olduğunu görmüyor.


Uşak ve Eskişehir’de halı ipi boyahaneleri-Şark Halı Kampanyasına ait kartpostallar

Kaynaklar:
Yusuf Yavuz, “Dinleyin, Yitip Giden Sizin Öykünüzdür”: Yusuf Yavuz 3 Mart 2018
Süleyman Sami, “Isparta Tarihi, Böcüzade. Serenler Yayını-İstanbul 1983.
Isparta Kültür ve Turizm Envanteri, Isparta İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yayını, 2011.
Isparta Turan Yazgan Etnografya Müzesi sergisinden bir tarihçe.
Şark Halı Kumpanyası görselleri: http://www.levantineheritage.com/ocm.htm

TÜRK KÜLTÜRÜNDE AĞAÇLAR 1. BÖLÜM

  Türklerde Ağaç Kültü Semavi dinlerde olduğu gibi Türkler topraktan değil de ağaçtan yaratıldığına inanılır. Türklerde, “Orman-Ağaç” kültün...