PROPAGANDA ve PROVAKATÖRLÜK
Propaganda veya yaymaca ile birçok sayıda insanın düşünce ve davranışlarını etkilemek amacını taşıyan önceden iyi planlanmış birçok mesajlar bütünüdür. Propaganda tarafsız bilgi sağlamak yerine, yalana dayalı ama inandırıcı bir biçimde kendi kitlesini etkileyecek yalan ile gerçekleri harmanlayarak bilgi sunmaktır. Genellikle politikada; siyasetçiler daha çok "seçim kampanyası sırasında seçim propagandası" veya bir kişinin veya kişilerin çıkar ilişkilerini güçlendirmek için iktidarların da desteğiyle kullanılır.
İyi yetiştirilmiş bir kışkırtıcı (provokatör)
ise hedef toplumun içine iyice zuhur eder, yerleşir. Kendini katıksız topluma kabul ettirir. Toplum şâhsa iyice inanır, güvenir duruma gelir. Din ile ilgiliyse hedefteki toplum dini kullanır; karşı toplumu dinsizlikle suçlar durur. Topluma her şeyi yaptırabilecek hale geldiğini hissettiği zaman kışkırtıcı propagandayı devreye sokar, kitleleri harekete geçirir... (Sivas’ta Cuma camiinden çıkıp Madımak otelindeki masum insanları ateşe verdikleri gibi, dahi Diyarbakır’da çocukları ve kadınları siteme karşı sokaklara döküp kolluk kuvvetlerine taş attırdıkları gibi)
Kışkırtıcı propagandacı, amaca ulaşmak için her yol mubah sayar... Bir ülkeyi devirebilir; bir ülkedeki siyasi sistemi devirebilir (Ukrayna’da ve Gürcistan’da turuncu adı verdikleri devrimler gibi) Buna uygun zemin ve zaman kollanılır. Hedef ülkenin geçiş dönemleri en olgun gün olarak hesaplanır. Mesela bunlar, ekonomik kriz, işsizlik artması, dini düzen isteği, türban, ezan, etnik istenişler, hak ve özgürlükler, insan hakları vs. gibi buhranlı zamanlar iyi fırsatlardır...
Hedef toplumda cahiller, çabuk olaylara heyecanlanan, tez kızan kitleler kurban seçilir. Yıkıcı faaliyetler için sokaklara öfkelendirilmiş kitleler hâkim olmaya başlar, hâkim devlet emniyet güçleri çaresiz kalır... Yabancı ajanlar 1979’da Çorum’da, Kahramanmaraş’ta Alevi vatandaşların üzerine Ülkücüleri böyle kışkırtmıştır... Bu olayla da bolca kardeş kanı dökülmesine sebep Alman istihbaratının ve CIA’ nın elleri olduğu bilinmektedir...
Etkin şayia propagandalar...
Kamuoyu oluşturma da propagandanın en önemli unsuru insandır...
Nabız gıdıklayıcı tatlı sözler, belirli bir fikrin yüz yüze sohbetlerde yapılandır. Bazen de, sinsice olan, hedef ülkenin insanlarının kafalarını karıştırıp bulandırma, kahvehanelerde, toplantılarda, genelde lafa karışıp o değil den, ortaya ulu orta atılan dedi-kodu şayia sözlerin çevrede bulunanların anlayacağı biçimde yayılarak yapılan propagandalardır.
Bu tür şayia propagandalar, insan unsurunun bir amaç için toplandığı yerler (camiler, dernekler vs.) propaganda yapılarak tahrik edilirler (1993 Sivas olayları gibi) cemiyet halindeki insanlar, dışarıdan gelecek tehlikeler varmış gibi tahrik edilerek ayaklandırılır; camiden çıkanları cinayet işlemelerine yönlendirilirler.
Bir milletin sürekliliği uyanık olunmaktan geçer. Süreklilik için istihbarat çok önemlidir. Kötü niyetli kışkırtıcı propagandacıların planını ivedi davranıp bozmalı. Muhtemel bir eyleme geçmeden bertaraf edilmeli, halkı bu konuda bilgilendirilmelidir...
Nizami olmayan savaşlar etkin propagandanın ürünüdür
Örneğin savaş türlerinden biri, bir milletin milliciliğini, çağrıştıran tarihi destanlarında geçen kutsiliği olan objelerinden bazı, “Ergenekon, Kumpas, Oğuzlar, Atabeyler” ve benzeri gibi adların çete ilişkileri içinde göstermek propagandanın bir parçasıdır, amaç bir milletin yetişen gençliğini geçmişine duyarsızlaştırmaktır... Türkler destanî kavimlerden biridir. Milletler destanlarıyla yaşarlar... Öyleyse destansı övülesi geçmişini unutturmak için, geçmişine leke sürülerek işe başlanılır...
Hedef ülkede asker-sivil karmasından suçlular yaratılır. Suçsuzlarla suçlular bir birlerine karıştırılır. Halk tarafsız gözle olayları T.V-gazete-dergi gibi iletişim araçlarından takip eder. Birkaç suçlunun yanına yüzlerce yurtsever suçsuz insanları oturturlar; sürekli yanıltıcı yalan, uyduruk suçlar isnat edilir, gizli tanıklar yaratılır, birilerini konuştururlar, doğruluğunu halk kavrayamadan beyni bulandırılır. Amaca ulaşıldığında halk, suçluyu suçsuzlardan ayırt edilemez hale gelirmiş olur. Böylece amaca ulaşılmış olunur...
Nizami olmayan savaşın taktik stratejisi...
Hedef ülkeyi mağlup etmede ille de nizami savaş gerekmez. Hedef ülkenin savaşsız çökertilmesinde taktik strateji gayri nizami savaştır. Bir ülke savunmasında kullanılan askeri güç, çok yönlü nedenlerle etkisiz kılınabilir (Irak’ta olduğu gibi) Önceden alınan tedbirle, birçok nedenlerle dağıtılmış askerin yerini dolduracak, dayanma gücü, önceden yetiştirilmiş iyi eğitilmiş özel kuvvetler yeraltından komuta ederek, dağılmış erinden en yüksek subayına kadar yurtsever sivillerle karma direniş güçleri oluştururlar...
Ordunun nizami olmayan savaş yapabilecek kabiliyette bazı kişileri eğiterek mukavemet olarak elinde tutması bir tür tedbirdir. Elbette bu düzen içinde bazı kötü niyetliler olabilir ama sonuç olarak bunu TSK kökünü kurutmaya kadar vardırmak altında başka niyetler aranır, milli amaca hizmet için verilen eğitimler saptırılabilir...
Stratejide kuraldır: “Düşmanı dost yaparak onu yok etmektir” Farkında ve yetenekli olmalı, uyumamalı, düşman her zaman gözü açık görmeli. Tarihte: “Türkler hep yarı uyanık yatırlar” olarak bilinirler. O zaman Türk vatandaşları olarak uyanık olmalıyız ve argümanları iyi çözümlemeliyiz. Çobanı bizdenmiş gibi görünebilir, ama o başkalarının hesabına çalışabilir. O çobanın önünde sürü gibi güdülen koyun olmamalıyız...
Psikolojik savaşta strateji...
Psikolojik savaşlar kışkırtma taktiklidir, entrika, desise, hile her şey mubah sayılır... Bu tür savaşlar, topla, tüfekle, donanımlı askerlerle göğüs göğse süngüyle falan yapılan savaşlara benzemez. Bu tür savaş; birçok türleri olan savaşların en tehlikelisidir. Akla dayanır savaş biçimindir; düşmanınız belirsizdir. Dost bildikleriniz; en güvendikleriniz bir gün gelir karşınıza düşman olarak çıkar, şaşırtabilir sizi...
Normal savaşlarda korunmak, gizlenmiş olmak; her halde düşmanı tanımakla, ona nasıl müdahale edeceğini bilirsin. Nasıl savunmada olacağını da bilirsin. Sonuçta savaşı ya kazanırsın ya da kaybedersin...
Devletler her zaman psikolojik savaşlara karşı tekbirli olmalıdır...
Psikolojik savaşta düşmanını tanımıyorsun. Ortada düşman yok; tank, top, tüfek yok olduğunu bilirsin dolayısıyla tekbirsiz kaldığın için bu savaşın kaybedeni olursun farkına bile varmadan...
Psikolojik düşük yoğunluklu savaşlar; hedef ülkenin sokakları güvensiz hale getirmekle başlar. Ülkede karışıklık yaratmak, korku salmak, toplumu canından bezdirmek, malına mülküne zara vermek, kap kaç olaylarını yaygın hale getirmek, toplum taşıma araçlarını kundaklatmak, özel araçları kundaklamak, caddelerdeki dükkânların camlarını kırmak gibi şeyler. Öğrencileri bir birleriyle kavgalı hal yapmak; üniversiteleri kargaşa ortamına çekmek, ülkenin değişik yerlerinde bombalar patlatmak vs...
Bu işleri yapanların fikir babaları hep geri planda olup, öne hep cezayı ehliyeti olmayan çocukları sürerler... Bunu yapanlar yerli işbirlikçileri görünenler olabilirler. Geri planda İşi yabancı istihbarat ajanları planlarlar, işletmesini yerli işbirlikçilere devrederler...
Korku kültürü; amaç kitleleri korkutarak sindirmektir. Normal vatandaşların devletten beklediği güvenlik, en temel hakkı olan can güvenliğidir. Can güvenliğinde çekincemesi olan halk, devletine güven duymaz hale gelir. İşte psikolojik savaşın kazanılmasında en güçlü hedeflerden birisinin kazanılmışlığı olur...
Son yirmi beş yıldan bu yana Kürtlerin aidiyetleri körüklendi durdu. Kürtçülük popüler değildi ilk başlarda, popüler hale getirildi. Birden bire Kürtler, Kürtleşti, “ezilen, horlanan, dışlanan Kürt” kavramları körüklendi. Sonuca bakarsak; oy alabilmek uğruna, Fransa da ölen, protest-arabesk müziğin sahibi, her defasında kendisinin “Kürt aidiyetinden” olduğunu iddia eden Ahmet Kaya’nın kemiklerini “eşi isterse Türkiye’de aidiyeti olduğu topraklarında gömülmesi için yasa çıkaracaklarını” söyleyen Kültür Bakanı çıkabiliyor; Bakanlığını siyasi amacına alet edebiliyor...
Selman Zebil