YE-CÜC-ME-CÜC, GOG-MAGOG
Hunlar M.S 359-
373’yılarında Asya'dan eski adı “Edessa” olan Urfa’ya kadar gelirler. Urfalı piskopos
Efrahim Hunlar için: “Yecüc-Mecüc” ün
süvarileridir. Bunlar atlar atlarının üstünde fırtına gibi uçarlar, onlara hiç
kimse karşı koyamaz” der. Bu sözleri
Urfalı piskopos Efrahim söylediğinde daha ne Muhammed doğmuştu ne İslam’ın adı
sanı vardı nede Kur'an gönderilmemişti. Aradan iki yüz yıldan sonra Araplar
arasına Yecüc-Mecüc nerden girmişti, kaynağına bir bakalım!
Araplarda “Ye-cüc-Me-cüc”ü doğulu göçebeler için
kullanılmıştır. Araplar, Ye-cüc ve me-cüc için, aşamadıkları Kafkas Dağları
ardında yaşayan halklar için verdileri addır.
Araplarca “Yecüc-Mecüc” adıyla anılan halklar Türkler, Mançular ve Moğollardır. Sami kavimlerin kutsal kitaplarından olan
Tevrat’ta “Gog-Magog” diye bir halktan söz edilir. Orada Magog,
Yecüc’ün başka bir söyleniş biçimidir. Sami (Araplar ve Yahudiler) kavimlerine
göre “Magog ve Ye-cüc” Türklerin ilk
atasıdır. Tevrat’ta “Togarma” adı geçer. Bu adı geçen “Togarma” Türk sözünün bozulmuş biçimidir; ya
da Eski Sami dillerinde söylenişidir...
Ayrıca İncil ve
Tevrat’ta “Gog ve Magog” olarak anılan “Yec-Cüc ve Me-Cüc” hakkında
bilgileri Kur'an ayetlerinde ve Muhammed’in hadislerinde ve "İslam alimleri" diye
bilinen kişilerde görülür.
Günümüzde çok tartışılan
konulardan olan Muhammed’in Türkler hakkında söylediği sözler; 1072’de İlk
Türkçe Lügati hazırlayan Kaşkarlı Mahmut’a geçen iki hadise göre olumlu sözler
söylemiştir. Muhammet, Arap kaynakları ve yorumculara göre ise, Türkler hakkında
hiç de olumlu sözler söylememiştir...
Arap yazarlardan olan Hazin
(İmam Alaüddin Ali ibni Muhammed) 1324 yılında yazdığı “Lubabut-Te’vil ri Maanit-Tenzil” adlı yapıtında Arap ve İsraillilerin dillerinden
dillere söyle geldiği dedikoduları toplar bu kitabında. Bu saçma sapan
söylenceleri hep Türklerin üzerine yükler...
Muhammed’in kıyamet
alameti olarak bildirdiği Ye-Cüc ve Mecü-Cüc’dür. İslam kaynaklarında ahir
zaman, İsa’nın yeryüzüne ikinci kez gelecek olması ve Mehdi ile birlikte
Deccal’ın fitnesini ortadan kaldırıp, İslam ahlakını yeryüzünde hakim
kılmaktır.
Sami din kitaplarında bir
tür ırkçılık esintisiyle, Ye-cüç ve Me-cüc denen kötü varlıkların Tatarlar,
Moğollar ve Mançular gibi kavimler oluştuğunu aktarırlar.
Ayrıca Ye-cüc ve Me-cüc’ün kim olduğuna dair Sait-i Kürdi (Nursi) şöyle bir savsata bilgiler atar ortaya: “Hz.
Zülkarneyn’in, Hint ve Çin’deki mazlum kavme tecavüzleri durdurmak için, o,
Himalaya sıradağlarına yakın iki dağ ortasında uzun bir set yaptığı ve o vahşi
kavmin çoklukla hücumlarına çok zaman engel olduğunu” söyler.
Bir başka sözünde ise Said-i Nursi:
“yec-cüc ve Me-cüc’ün Moğol ve Mançu kökenli, Asyalı bir kavim olduklarını” bildirmekte. Kaç defa Asya ve Avrupa’ya
Me-cüc ve Ye-cüc adı verilen Mançu ve Moğollar kavimlerin saldırdıklarını,
Avrupa ve Asya’yı altüst, karma karışık ettikleri gibi, gelecek zamanlarda
dahi dünyayı altüst edeceklerini işaret eder. Şöyle sürdürür: “Moğollar dünya tarihinin en vahşi barbar
olanları bilinmektedir, Moğol ve Tatarlardan oluşan bu yağmacı
ordunun, Cengiz Kağan ve oğlu Hulagu çok büyük katliamlar gerçekleştirdi,
kadın, çoluk, çocuk demeden herkesi katletti, Anadolu topraklarını da istila
ettikleri her yerde camileri, kütüphaneleri, medreseleri yakıp yıktı. Buhara,
Herat Semerkant gibi yerleri harabeye çevirdi, bütün sanat eserlerini yok etti,
kedi ve köpeklere varıncaya kadar katletti. Mançu ırkı da aynı Moğol ırkı gibi
barbar ve göçebe savaşçı ırktı ve birçok ülkeyi istila etti.” Der. Sait-i Kürdi, yazdığı anlaşılmaz
karmakarışık risalelerinde, Moğol ve Mançu ırkının ahir zamanda ortaya çıkacak
olana Ye-cüc ve Me-cüc’ün ataları olduklarını iddia ederek bu ulusları İslam dünyasına düşman olarak tanıtır!
Çin Seddi konusunda Sait-i
Kürdi açıkça şöyle: “Yeryüzünün en meşhur
Seddi ve kaç günlük uzak bir mesafe tutan Çin Seddi, Kur'an lisaniyle Ye-cüc ve
Me-cüc’ün ve başka bir izahla tarih lisanında ‘Mançu ve Moğol’ denilen ve insanlığı kaç defa darmadağın
altüst eden ve Himalaya Dağları’nın arkasından çıkan ve doğudan batıya kadar
harap eden vahşi kavim ve yağmacı çapulcu milletler Moğol-Mançu ırkıdır” der.
Zülkarneyn...
Zülkarneyn, Kur'an’da çok tartışılan bir bölümdür…
Kur'an'a göre Zulkarneyn doğu ve batıya yolculuklar yapar. Bozguncu bir
kavimle, mazlum kavimler arasına set çeker. Dahi, kıyamet alameti olarak
görülen “Yec-cüc- Mec-cüç olarak algılanır.
Zülkarneyn sözcüğü “zü” edatı
ile “karn” sözcüğünün “karneyn” meydana
gelir. Anlam “iki karın sahibi” demektir. Karın sözcüğü “boynuz, büyük çadır” Bu çağdaki insanların ömür süresi; bu
manada zülkarneyn “iki çağın sahibi” manasınadır.
Kutsal kitap İncil-Vahiy 20. Bab 7-8’de: “Gog-Magog bin yıl dolunca Şeytan zindandan çözülecektir ve yerin dört
köşesinde olan milletleri “Gog-Magog, saptırarak ve onları cenk için bir araya
toplamak üzere çıkacaktır. Onların sayısı denizin kumu gibidir.” Diye geçer.
İncil’in “Hazekien, Takvin ve
Vahiy” bölümlerinde ise "Savaşçı-istilacı iki topluluk" olarak tanımlar: "Ateş saçan istilacı-savaşçı; ganimet
avcısı bu iki toplum, demir kılıçlar ve bakır zırhlılar kullanmaktadırlar.
Bunlar insanlığın mülkünü gasp eden saldırganlardır." diye geçer.
Kur'an-Enbya 92-97'de ise: "Ye-cüç-Me-cüç’te istilacılar açıldığı zaman, onlar yüksek tepelerden
akın edip çıkarlar” der.
Hadislerde bir de Deccal’den söz
edilir...
Hadislerde Deccal yeryüzünde zulmü teşvik edeceğini dahi organize
edeceğini yazar. Deccal, düzen bozucu, terör estirici, insanların korku ve
tedirginliklerinden hoşlandığını, sürekli kan dökülmesini, insanların
katledilmesini, savaşlarda masumların öldürülmesini sever ve teşvik eder. Tam
manasıyla Deccal ortaya çıkmasıyla, yeryüzünde şiddetle bozgunculuğun
artacağını, "Ye-cüc ile Me-cüc’e" zemin hazırlayacağını söylerler.
Sait-i Kürdi şöyle iddiasında bulunur: “Büyük Deccal, şeytanın ığvası (telkinleri) ve hükmüyle İseviliğin
hükümlerini kaldırıp Hıristiyanların toplumsal yaşamlarını idare eden
birleştirici unsurları bozarak anarşistliğe ve Ye-cüc ve Me-cüc’e zemin hazır
eder.” Der.
Hadislere Göre Ec-cüc ve Me-cüc
Menşei
Muhammed’in dediklerine atfedilerek hadislerde Ye-cüc ve Me-cüc tarifi
şöyle: “Adem soyundan gelmekteler. Birer, ikişer karış boyundalar, en uzunları
üçer karıştır… Küçük gözlü, geniş yüzlü, kumral saçlı bir kavimdir.” Diye tarif eder.
Dahi, hadise göre ise şöyle sürdürür Muhammed: “Siz devamlı düşmanla savacaksınız; hatta
yüzleri geniş, gözleri küçük, saçları kumral Ye-cüc ve Me-cüc’lede
savaşacaksınız” der. Ve dahi; hadislere
göre, Ye-cüc ve Me-cüc denen yaratıklar; 22 kabileden ibarettir” dediği anlatılır...
Sait-i Kürdi safsatalarını yazdığı risaleler adındaki yapıtlarında: “Şartlara uygun insanlar ise, Çin-i Maçin’de kırk günlük bir mesafede
yapılan, dünyanın yedi harikasından birisi olan Çin Seddi inşasına sebebiyet
veren Mançu ve Moğol ve bir kısım Kırgız kabileleridir. Moğol ve Mançular
dışında, Asyalı bazı cahil kitlelerin de Ye-cüc ve Me-cüc’ün saflarına geçip
‘ırkçı bir anlayış içinde’ onlarla birlikte hareket etmeleri muhtemeldir, hatta komünistlik içindeki anarşistin önemli fertleri onlardandır.” Der.
Sait-i Kürdi’nin, yaşadığı dönemde yazdığı, iki kutuplu bir dünyanın
şartlarında, Amerikancı bir düşünce yolunda sözleri, asılda komünist düşünceyi,
Asyalı ırkçılıkla harmanlayarak birleştirmesi hayret vericidir...
Arap Düşününde Ye-cüc-Me-cüc “Halk Adı” Olarak Anılır
Kur'an Kehf 83-101’e
kadar geçen ayetler: “Dediler ki; zülkarneyn! Doğrusu
Ye-cüc, Me-cüc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların aralarına bir
set yapman için sana bir vergi verelim mi?”
Kur'an Kehf 97: “Artık Ye-cüc Me-cüc onu ne aşabildiler, ne
de gelip geçebildiler”
Kur'an Enbiya 96: “Ye-cüc ve Me-cüc’ün Seddi yıkıldığı zaman,
her dere ve tepeden boşanırlar.”
Türklerin "Ye-cüc-Mecüc" Olduğunu Yazılır…
14.
yüzyılda Ahmet’in yazdığı “İskendername” adlı kitabında,
Kur'an’da geçen “Yec-cüc-Me-cüc’ün” Türkler
olduğunu ortaya atar. Kuranda geçen “Ye-cüc-Me-cüc adıyla anılan bir takım bozguncu halk kime denmektedir.
Araplara felaket getireceğine inanılan Ye-cüc-Me-cüc Türklerdir ve bozgunculuk
yapan Araplara ve insanlığa büyük felaketler kaynağı sayılır.
Yecüc-Mecüc
deyimlerin, Türkler biçiminde tanımı, doğrudan doğruya Muhammed’den geldiğine
dair söylenceler vardır. Buna dair Muhammed’e addedilen bir hadiste şöyle
der: “Küçük gözlü, kırmızı yüzlü, basık
burunlu ve suratları kalın deriden yapılmış kalkanlara benzeyen (yayvan
suratlı) Türklerle karşı savaşmadıkça hüküm günü gelmeyecektir. Ve hüküm günü
gelmeyecektir ki, sizler kıvrık kıldan yapılmış, sandal giyen bir millete karşı
savaşana kadar” dediğidir.
Muhammed'e addedilen bu
sözlerin açıklaması, Muhammed Türkleri tiksinti verici yaratığa benzetir ve
bütün Arap âlemine ve dahi başka milletten Müslümanlara Türk düşmanlığı ve
yeryüzünde Türklerle dövüşülmedikçe kıyametin kopmayacağını söyler. Bu sözle
Arap’ın Türk düşmanlığı duygularını hiç inmeyecek biçimde kabarık tutmasına
yeteri kadar katkı sağlamaktan başka bir işe yaradığı sanılmasın.
Yine
bir başka “Kıtalu’t-Türk” başlığı taşıyan yazıda, Ebu Hürreye’nin
söylencesine göre Muhammed şöyle der: “Küçük gözü, basık burunlu, suratları kalın deriden yapılmış, kalkanlara
benzeyen Türklere karşı savaşmadıkça kıyamet günü gelmeyecektir. Kıyamet günü
gelmeyecektir ki, ta ki sizler kıvrık kıldan sandal giyen bir millete
(Türklere) karşı savaşana kadar” der.
Bu
benzer sözler İmam Buhari’nin “E’s
Sahih” adlı yapını, “Kitab-ı-Cihat” adlı kitabından alınmıştır. Bilinir ki bu
kitap Sünni İslam çevresinde Kur'an’dan sonra en kapsamlı kitap olarak, en
güvenilir ikinci kaynak olarak kabul edilir. Dahi, Müslüm, Ebu Davut ve Nesi
gibi hadisçilerin kaynaklarında da aynen yazılıdır.
İbn
Mace’nin rivayetlerine göre Muhammed: “Şu da kıyamet alametlerinden, kıldan keçe (ayakkabı) giyen bir toplumla
vuruşup öldürüşücesiniz. Geniş yüzlü, yüzleri kalkan gibi, üst üste binmiş
derili toplumla vuruşmanız, öldürüş meniz kıyamet alametlerindendir. Siz
(Müslümanlar) küçük gözlü, kızıl yüzlü, basık burunlu, yüzleri kalkan gibi,
derisi üst üste binmiş olan Türklerle öldürüşmeden kıyamet kopmaz.”
Ebu
Davut’un “Sunen” adlı Yapıtında Muhammed: “Siz (Müslümanlar) küçük
(çekik) gözlü toplum, Türkler, savaşacaklardır. Siz onları üç kez önünüze katıp
götüreceksiniz, süreceksiniz. Sonunda Arap yarımadasında karşılaşacaksınız.
Birincide onlardan kaçan kurtulur, ikincide kimi kurtulur, kimi yok edilir.
Üçüncüdeyse onların tümü kırılacaktır.” Diye geçer.
İmam Hazin, Muhammed’in
söyleşisinde bulunanlardan İbni Abbas’a dayanarak bu adı geçen halkın Türkler
olduğunu bildirir. Onlara göre: “Hiçbir
dil bilmezler, onların dillerini de hiç kimse anlamaz” diye vurgularlar. Dahi kutsal kitap Kur'an’da
ve pek çok Arap tarihçi-yazarlarda Türklerin adı kötü bir biçimde anlatılır.
12. yüzyılda Antakya da
yaşan Süryani rahip Yakubi “Vakayiname” adlı kitabında
Yecüc-Mecüc hakkında ayrıntılarıyla anlatır ve Türk ırkı konusunda şöyle
bilgiler verir: “Turkaya ya da Turkaye milleti Yasaf (Nuh’un oğlu) soyuna
dayanır. Çünkü bunların soyları ‘Magog-Macuc’dan gelir” der.
Yakubi’ye göre de Türk ırkının yayılması M.Ö. 510 yılında olmuştur ve dahi,
ikinci yayılması 12. yüz yıl Selçuklular dönemidir.
İmam Hazini, Türkler
hakkındaki nefrette varan alçakça yazmış olduğu yazıları, Arap
milliyetçilerinin Türk düşmanlığı etmelerine varmasında etkili olmuştur.
Araplar için Türklerin tarifi: “Yüzleri
kırmızı, burunları basık, gözleri küçük, yüzleri deri üstüne kaplanmış
kalkanlar gibi kalın yaratıklardır” diye
tanımlarlar ve insanlık için en büyük yıkım kaynağı olarak görür.
Arap kin ve nefreti
Türkler üzerindeki yoğunluğu sürmektedir. Arapların “Yecüc-Mecüc” adı verdikleri Yüençi Türkleri
için: “Onları ezmeyince hüküm
gelmeyecektir” Genellikle Emevi-Arap
milliyetçiliğinin ürettiği Türk düşmanlığı, Emeviler döneminde yaşayan “en büyük İslam bilginlerinden” sayılan İbn al Mukaffa “Durrat al-Yatima” adlı yapıtında Türkleri yırtıcı hayvan
niteliğinde gösterir.
İmam Hazin’in haddi aşarak
hakaret ettiği Türk düşmanlığı, Yecüc ve Mecücün Türkler oldukları görüşü
kısaltarak şöyle: “Zülkarney bunlar
için karşı set yaptı. Bu halk set dışında kaldı, terk edildi. Bunlar terk edildikleri
için Türk adını aldılar” denir Ve
dahi: “Bunların işi gücü dünyayı
yıkmaktır. Bir bölümü çam yarması gibidir, bir bölümü yüz yirmi arşın eninde,
yüz yirmi aşın boyundadır. Bir kesimin bir kulağı yatak, bir kulağı yorgan
olacak biçimdedir ve sonra başka bir bölümünün de yalınız bir karış boyunda
olduğu... Bunlar insanoğlu içinde az bulunan şeylerdir. Çünkü Hz. Âdem’in bir
gün ergenliği azmış ve döl suyu toprağa karışmıştı. Yecüc’ü Tanrı ise o sudan
yarattı. Bu nedenle onlar bizimle ana yönünden değil, baba yönünden
birleşirler” diye geçer.
Muhammed’e atfedilen
Türkler hakkındaki şu sözler: “Kıyamet
kopmadan az önce siz kıldan çarıklar giymiş bir ulusla savaşacaksınız. Onların
yüzleri çekiçle dövülmüş derileri kılıflı kalkan gibidir. Benizleri kızıl, gözleri
çekiktir." Dahi başka bir kaynakta: “Türkler size dokunmadıkları sürece sizde onlara dokunmayın. Zira
Kantura oğulları soyundan gelen bu Türkler, ilk kez Allah’ın ümmetine verdiği
yurt ve egemenliği onların elinden çekip alacaktır” diye geçer.
Arap yayılmacılığı sürekli
doğuya doğru ilerlemek ister. Muhammed’in ölümü 632’den on yıl sonra 642-652
yılları arasında Bugün Azerbaycan toprakları içinde bulunan Derbent’i geçerek
Hazar Türklerin topraklarına giremeye çalışırlar. Defalarca Türkler Arapları geri
püskürtürler. 652’de büyük bir savaş olur, Araplar yıkılarak geri çekilirler.
Ta ki; ikinci Arap saldırıları M.S.722-732 Emevi ordularına komutanlık yapan
zalim Kuteybe zamanında yeniden başlar ve Türklerin Araplarca katledilmesi
M.S.732-735’de “Bengü Taş” a Kültekin
yazıtları olarak düşer.
Araplar, İran-Sasaniler'i
ortadan kaldırarak Kafkaslara doğru yönelirler. Lakin doğal engeller teşkil
eden; masallara bile konu olmuş Kafkas dağları ve orada yaşayan Hazar Türkleri
Arapların Kafkasları aşmasını ve doğuya doğru ilerlemesinde de Horasan Türkleri
ile karşı karşıya gelirler. Bu Arap-Türk karşılaşması yüz yıldan fazla sürer.
Doğudan batıya göçlerle
gelen Türkler Hazar çevresinde yerleşirler. Bazıları da batıya, Avrupa içlerine
kadar ilerlerler. Tarihi akış böylece belirsizlikler içinde sürer gider. Ama
Avrupa’nın yerleşik halkları üzerinde korkulu düşler yaratırlar. Doğudan gelen
göçebeler için ‘yakıp, yıkan, harabeye
çeviren vahşi barbarlar olarak görürler. Zamanla bu doğulu göçebeler
Avrupalıların içinde erirler giderler...
Arabistan çöllerinde
yeşeren Arapçılık, dinsel bir kisveye bürünerek yayılmaya başlar. Muhammed’in
632 ölümünden sonra Araplar doğuya doğru akınlar düzenlerler. Ta İsa zamanından
beri Araplarla tanışık olan Türkler, tekrar Araplarla yüz yüze gelirler.
Doğaldır ki Araplar bu tanıdık yüzlerle karşılaşmaları hoş bir karşılaşma
olmaz; Türkler hakkında da hiçbir olumlu yargıları olmaz.
Allah’ın Araplara verdiği
İslam egemenliği çekip ellerinden alan Türklere karşı verilen Arap düşününde Türkler;
Arapların Türkler hakkındaki düşünceler, tarihi eksik bilgilerden dolayı, her
Arap değil ama Araplar, Türkleri sevmezler; Araplar kadar Türklerde de Arap
sevmezliği hep süre gelmiştir. İşte buna, 22 Nisan
1923’de Mısır’da yayımlanan “The Egyptia Gazete” den bir örnek, ön yargılardan biri: “Mücadele Sami
Müslümanlarla Türk Müslümanlar arasındadır... Irk temel bir gerçektir. Türk ile
Arap arsında ki fiziki fark, bir yük beygiriyle derby şampiyonu (at) arasındaki
fark gibidir. Ağır uysal, durağan, despot, maddeci, düşünmeyen ve estetik
yoksunu Türk’le, zeki, yerinde duramayan, demokrat, romantik, sanatçı ruhlu ve
esnek Arap arasında fark hem entelektüel hem de manevi olarak çok
büyüktür”
Yine Arap Mısırlılar
İngilizler hakkında “Mısırı yeniden ihya
eden güç” olarak söz eden makale
de: “Osmanlıların o eski ünlü süngüsü
Bulgarlar, Yunanlılar ve Sırplar karşısında düşmüştür ve Araplar da fırsat
kollamaktadırlar. Sultan’ın Mekke’nin ele geçirilmesi ve korunmasında ki tek
iddiası halifeliğini sürdürmesi içindir. Mekke’nin yitirilmesi, onun
Müslümanlar üzerindeki hâkimiyetini yitirmesi demektir” diye geçer.
Selman ZEBİL