Amacı olmayan birçok insan
yığını! Bedava yaşamayı seven, asalak gezer, derinlemesine bir konuyu anlamadan
ahkâm kesen, Mevlana Rumi’nin “Eşek
sürüsü” dediği, Osmanlının “reaya” (davar sürüsü) diye adlandırdığı
kalabalıkların pisini yıkamak erdemli insan işi, pisi, temiz azınlıkta kalan
erdemli insanlar yakar, yıkar. Lakin erdemli kişiler, pisi yıkadıkça başları
belaya girer, siyasi beladan kurtulmaz her zaman.
Kur'an Maide suresi 100, kalabalıklar
ile ilgili açık bir şey söyler: “Pisin çoğunluğu seni hayrete düşürse de pisle
temiz bir olmaz! O halde, ey akıl ve gönül sahipleri! Allah’tan sakının ki, kurtuluşa
erebilirsiniz.”
Allah ayetinde,
kalabalıklara yön vermek için akıllı insanları seçmiştir. Onların içinde
peygamberler çıkarmıştır:
Kur'an Enam 116: “Eğer yeryüzündeki insanların çoğunluğuna
uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar onlar ve sadece
saçmalarlar.” Der.
İşte çoğunluk, gaza
verildi mi galeyana gelebiliyor. Düşünme, tartışma, eleştirme diye bir akıl işi
yok, hakikatten anlamaz, çok basit, kulağa hoş gelen menkıbelerden hoşlanan bir
yığın kalabalık, kendini aydınlığa çıkartmak isteyenlere düşman olandır.
Pir Sultan Abdal halkı
için kendini feda edendi…
Zorba zalimin sözüne uyan
kalabalık, Pir Sultan idama götürülürken taş yağmuruna tuttu. Kalabalıklar
arasında O’na en yakını, taş yerine gül atar, o gül onu taştan çok yaralar.
İşte kalabalık böyle bir şey, bazen sürüye dönüşebiliyor, “göt kılı”
olabiliyor, “öl de ölelim” diyebiliyor.
Evde babasının sözünü dinlemeyen ama sokaklarda tez galeyana gelip yakıp
yıkabiliyor, liderine demokratik bir söz söyleyeni polislerin arasında bile
linç edebilecek kötü bir karaktere dönüşebiliyorlar.
Halk görüntüsü veren,
Mevlana’nın dediği “eşek sürüsü” Osmanlı’nın dediği “reaya” (davar sürüsü), bir başkasını anlamadan dinlemeden, birinin peşinden körü
körüne koşan kalabalık, birden bire “sürüye” dönüşebiliyor. Fikir mücadele adamı
yerine şöhret, şan, nam için kalabalıklar içinden çıkma, sıyrılma, üste olma,
kalabalık ona gıpta etsin istiyor. Yani, şöhretle tam insan olmuyor, ezikliğini
yenmiş bir kişi sanıyor, sürüde baş oluyor lakin kalabalık sürüye uygarlık
yolunu açamıyor.
Halk olabilmek zordur;
kedilerini halk sananlar birdenbire şartların değişkenliklerine göre kalabalık
sürüye dönüşebiliyor. Halkı aydınlatmak, aydının kendisini yakmasıdır, kendini bilerek
feda etmesidir. Aydın fedakârlığın bütün çileleri, halka değer vermesi içindir.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları halk için, halka değer verdikleri için kendilerini
feda ettiler. Ama o kalk denilen, kalabalık bir sürüye dönüştü, kendileri için
canlarını feda edenlerin idamlarını alkışladı.
Kalabalık böyle bir şey!
850 lira Asgari ücret
alır, 750 bin lira rüşvet olarak gelen kol saati takan siyasetçiyi, elleri
çatlayana kadar alkışlar, “senden gurur duyuyorum” der. Oturacak, başını sokacak bir tek göz oda
evi bile olmayan, kendine görkemli saraylar yaptıran siyasetçiyi ölümüne
alkışlar, onun oturduğu saraydan itibarının yükseldiğini sanır…
İşte gerçeğin ta kendisi, bir
ülkede halkın yaşadığı yaşam alanlardan, yöneticilerin yaşadığı alanların pek
çok kat ve kat lüksse, o millet kalabalık sürüdür…
Kalabalık sürü, geçmişte
de böyleydi şimdide. Geçmişte o kalabalık sürü, Peygamberin soyu kıyımdan
geçirilerek dilim dilim kesilirken sesini çıkarmayan kalabalık sürü aynı sürü,
süre gelen. Eğer içlerinde bir gram halkçılık duygusu olsaydı, işler böyle mi
giderdi? Kalabalık değil de insan olmuş olsalardı, değeri felakete açılan
şöhret değil de, pisliğin ahmaklığından sorumlu olmazdı.
İnsanlığın en kötüsü
zalimlere dalkavukluk yapan it yalakları, pisliğin en kötüsü, kraldan çok
kralcı basın organları ve gazeteciler var kalabalıklar içinde yaşayan.
Kalabalık, kirletilmiş din
üzerine dininin emirlerini yerine getirdiğini sanıyor. Kin ve nefrettin aracı
olarak din kullanılıyor. Kinlenmiş kişi, dini kirletiyor, zehirli zulüm din
adına sorgulamaz oluyor. Siyasilerin böyle ürettikleri küfür ve şirk üzerine
oturan dine sahip çıkmaktansa dinsiz olmak daha yeğdir. Sorun, kalabalıkların
alkışladığı siyasiler karşında “halk” olamamaktandır.
Yalnızlık, hep
kalabalıklar içinde olup, yalnız yaşamak ve yalnız ölmek…
Bir başına olmak,
yalnızlaşmak, bilginin ıstıraplı kaderidir. Bu ıstıraplı yalnızlık, dağ
başında, ıssız bir çölde tek başına kalmak yalnızlığı değildir.
Bilginin yalnızlığı,
kalabalıklar içinde omuz omuza çarpışarak sokaklarda bir iç dünya, kendine özgü
bir yalnızlık değil, örneğin evrende gelişen olaylara duyarlı davrananlar
karşısında duyarsız insanlardır neden.
Kalabalık akımların
cehaletinin karanlığında perişan kalan aydın azınlıklardır. Kalabalıkların
kurtuluşu için kendini feda eden düşünen, yaratan bilim adamıdır.
Kalabalıkların bilim adamına verebileceği ise hiçbir şey yoktur, salt kendini
düşünür, şöhret peşinde koşar. Kendilerini düşünmekle, kendilerinden önce
başkalarını düşünmek, onların gamını çekmek (isar) birde, kendi yanında,
başkalarını da düşünmek (infak) insan olmanın gereklerindendir. Bencilik
buradan kalkar.
Selman ZEBİL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder