Yoksa
bütün Türkleri “reaya” (davar sürüsü) olarak tanımlayan Osmanlı,
hiçbir kan bağı olmayan kadınları ana yapan, o ananın çocukları olabilirler mi?
Değilse atalarına ve dolaysıyla sana “davar sürüsü” diyen Osmanlı
doğrulsa mezardan başını kaldırsa senin atan olarak kabul eder mi?
Osmanlı,
istesen de, istemesen de senin atan falan değil, zaten Türklerin doğasına
aykırıdır. Aşiretçi yapısından Osmanlı imparatorluğa yükselmiş bir tür
hanedanlık sistemi kurmuş, onları mermer saraylara taşıyanlar da “davar sürüsü
muamele gören senin ataların taşımıştır.
Asil
kanı bozan Osmanlı, anaları tarafından tamamına yakını, genetik yapılarını
bozdular ama onlara göre ise “kanı bozuk, kansız” diye senin atalarını dışladılar, kendileri
“efendi” oldular, senin asil kanlı atana “reaya” (davar sürüsü) unvanını yakıştırdılar. Yani sen “ecdadım” dediğin, Türkmenlere hakareti marifet saydılar, “idrak-ı bi-idrak” (kaba saba gelişmemiş) fare sürüsü gibi
doğuran, başka bir işe yaramayan kalabalıklar olarak tanımladılar. Ama askerde,
toprak genişletmede ihtiyaç duyduğu asker olarak aldığı, 15-20 yıl askerlik
ettirdiği atalarındır ey ahmak! Kadınların horlandığı, evlenip çocuk
doğurmaktan başka bir işe yaramayan kadınlar hiçleştirilmeleri dahi, harem odalarında
“cariyeleştirdikleri “ecdat” dediğin, daha gerçekçe söylersek, oğullarını,
torunlarını, babalarını, kardeşlerini bile acımadan ümüklerine, sıkarak öldüren
birer cellâttılar.
Türk’e
yabancılaşan Osmanlı’da Türkler, kendilerini başsız ve lidersiz, kötüye giden
bir yolda görmeye başladılar. Bizans mirasına konan Osmanlı, İstanbul’u ele
geçirmesiyle de, İslamlaşmış Bizans yollarına devam ettiler. Entrika, desise,
hile, fesat imparatorluğun içine iyice sızdı. Emevilerden miras, harem âlemleri,
zevki sefa sürdürülmesiydi.
Eğitim
Bir-Sen ve Kamu-Sen Başkanı Ahmet Gündoğdu diyor Kİ: “…Osmanlı
bizim ecdadımız, Osmanlı bizim dedelerimiz, biz dedelerimizle gurur
duyarız” diyor ve şöyle sürdürüyor “…kimse bu milletin aklıyla alay etmesin,
buna asla fırsat vermeyiz” diyor. Ama bir gerçek var ki, bu milletin aklıyla
kendileri alay ediyorlar.
Ecdat
Denilen Osmanlının Kanlı Tarihi
Osman Bey, amcası Dündar’ı kendi
elleriyle boğarak öldürdü...
Murat kendi öz oğlu Savcı Beyi katletti...
Yıldırım Beyazıt 10 kardeşini bir taht
uğruna öldürttü...
Çelebi Mehmet, kardeşli İsa’yı
öldürttü...
2. Murat kardeşi Mustafa’yı öldürttü ve
diğer kardeşlerinin gözüne de mil çektirtti. Yetmedi 2 Murat, amcası Mustafa’yı
saltanat uğruna Edirne surlarına astırttı.
Fatih Sultan Mehmet, kundaktaki kardeşi
Ahmet’i saltanatı için boğdurttu.
2. Beyazıt, İtalya’ya kaçan kardeşi
Cem’i ve oğullarını öldürttü...
Yavuz Selim, saltanatı için bütün
akrabalarını öldürttü...
Yavuz, çocukluk arkadaşı Pargalı
İbrahim’ Paşa’yı öldürttü, Yunus Paşa’yı atı üstünde kılıcıyla öldürdü. Ve
Derviş Paşayı önce boğdurdu, sonra kendi elleriyle kellesini kesti.
Kanuni Sultan Süleyman'ı öz oğlu
Mustafa'yı seyrederek öldürttü, dahi, dört torununu da öldürttü.
3. Murat tahta çıkar çıkmaz beş kardeşini
birden öldürttü.
3. Mehmet, saltanatı uğruna 9 erkek
kardeşini öldürttü.
2. Osman, kardeşi şehzade Mehmet’i
öldürttü.
4. Murat, tahtı için 3 kardeşini
birlikte öldürttü.
2. Mahmut, 4. Mustafa’yı öldürttü.
2. Beyazıt’ı oğlu yavuz Selim öldürttü.
2. Selim, hamamda kadınlarla âlem
yaparken öldü.
2. Osman, Yedikule zindanlarında
öldürüldü.
Sultan İbrahim, sarayında öldürüldü.
Sultan 2. Ahmet zehirlettirilerek
öldürüldü.
3. Selim, Sarayda kılıçla
parçalatılarak öldürüldü.
3. Selim, sadrazam Dukak’ın oğlu Ahmet
Paşa’yı kendi elleriyle kellesini kopardı
600 yıllık Osmanlı da
padişah anaları. Ecdattan söz edenlerin anaları hangisine dayanmaktadır acaba.
1.
Murat’ın anası; Horafira
Beyazıt’ın
anası Maria
Çelebi
Mehmet’in anası Olivera
2.
Murat’ın anası; Veronika
Fatih
Sultan Mehmet’in anası; Mara Despina
Beyazıt’ın
anası; Kornelya
Yavuz
Sultan Selim’in anası; Gülbahar
Kanuni
Sultan Süleyman’ın anası; Helga
2.
Selim’in anası Roksalan (Hürrem Sultan)
3
Murat’ın anası; Raşel
3.
Mehmet’in anası; Bafo
1.
Ahmet’in anası; Helen
Mustafa’nın
anası; Violetta
Genç
Osman’ın anası; Evdoksiya
4.
Murat’ın anası; Anastasya
İbrahim’in
anası; Anastasya
4.
Mehmet’in anası; Nadya
2.
Süleyman’ın anası; Katrin
2.
Ahmet’in anası; Eva
2.
Mustafa’nın anası; Evemia
3.
Ahmet’in anası; Evemia
1.
Mahmut’un anası; Aleksenra
3.
Osman’ın anası; Mari
3.
Mustafa’nın anası; Jenet
1.
Abdülhamit’in anası; İda
3.
Selim’in anası; Agnes
4.
Mustafa’nın anası; Sonya
2.
Mahmut’un anası; Aimee
1.
Abdülmecit’in anası; Suzi
Abdülaziz’in
anası; Besime
5.
Murat’ın anası; Vilma
2.
Abdülhamit’in anası; Virgin
5.
Mehmet Reşat’ın anası; Karolin
Mehmet
Vahdettin’in anası; Henrie.
ÖVÜLESİ BİR OSMANLI ECDAT GERÇEĞİ KİME GÖRE?
Her ideolojik toplumun tarihi farklıdır. Kızılbaş Türkmenlerin katledilmesine alkış tutarak, göbek atarak, ‘oh olmuş, hak etmişler’ diyerek onaylayanların yanında, olaylardan dolayı hala yüreğinde acı duyanlar ve olayları kin ve nefretle kınayanlarda oluyor.Osmanlının Yavuzla başlayan tarihinin iç çatışmalı yanını, pek çok kişilerin köken itibarıyla duyduğu acıları alkışlamaları beklenemez elbette. Ortayı bulmak, tarafsız bir biçimde yeni bir tarih alana çıkartmak, ezilen, horlanan, hakir görülen, sürgünlere maruz bırakılan, kıyımlara tabii tutulan taraftan olanların haklı isteklerine bakmak, onları anlamak gerekir.
Acı çekenlerin tarihini yazanlar pek fazla olmadı. Acı çektirenlerin tarihini yazanlar ise taraflıydı, övgüler yazdılar tarih diye acı çektirenlerin adına. O yüzdendir Anadolu da acı çekmeyen köy-kasaba ve konar-göçer Türkmen gösteremezsiniz. Hep sanılır ki, acı çekenler Müslüman olmayanlar. Bu yanlıştı. En fazla Osmanlı idaresinden acı çekenler Türkmenler olmuşlardır. Kıtlıklarla, açlıklarla, sürgünlerle sürekli yer değiştirerek yaşama tutturulmuşlardır Anadolu’da.
15. yüz yıldan sonraki Anadolu da Osmanlı adamının uğrayamayacağı yerlere sürekli Türkmen göçleri başlar. Eğer göçtükleri yerde Osmanlı devlet adamları bulmuşsa onları, yükler denkler bir gecede toparlanır at, eşek, deve ne varsa yollara düşülerek sabaha kadar gidebildikleri yerlere kadar giderler, orada yeni bir yaşama başlarlardı.
Dindar kesimlerce Osmanlı padişahları kutsanan mukaddes ve dokunulamaz olarak algılanıyor. Ama tarihle övünme yerine, tarihten ders çıkarma diye bir uğraşıları yok.
Tarihe mal edilmiş kişiler Tanrı mıdır ki, dokunulmaz hale getirilmek isteniliyor. Bilen bilmeyen ilahlaştırıyor. Osmanlıyı bir bütün olarak anlamak başka bir şey, Osmanlının Yavuz Selimden sonrasını ayırıp tartışmaya açmak başka bir şey. Devrin padişahları, şeyhülislamları öven tarihi tartışmasız kılan zihniyet, Osmanlının zamanla Türk özgün yapısından çıkıp biraz Emevi-Abbasi, Bizans, biraz Roma, biraz Farslaşarak Osmanlı kimliğinde bütünleştikleri yanında Osmanlı padişahları ana taraflarından genetik kan değişimiyle de tam özgün Türk olarak ta değillerdi. O halde neyin koruma kavgasını yapılıyor?
Şu son “Muhteşem Yüzyıl” TV dizisinden yola çıkarak anlamadan, dinlemeden, farkına varmadan öyle tarih bilinci falan olmayan şarlatanlar çıkmışlar meydana başta Başbakan Recep Erdoğan: “Benim ecdadıma; benim atama nasıl hakaret edersin? Otuz yıl boyunca at sırtında dolaştı” diye telkinlerle sokaklara bilinç yanılması ile tarihlerini bile tam manasıyla bilmedikleri Osmanlıyı koruma görevini kendilerine hizmet saymaktalar ve “Milli değerler” olarak kabul etmekteler.
O halde birilerine de, “Benim atamı imha eden, senin “atam” dediğin kişilerdi.” Olaylara birde bu gözle bakılsa dahi “benim atam, benim ecdadım” dedikleri Osmanlı, tarihte kendi esas organik atalarına imha fermanları verilenlerdir. Tarihin birde bu yanıyla bakarlarsa, gerçek ecdat kimler onu öğrenirler.
Milli Değerler Bunlar mı?
Dahi “ecdattın” entrikalarla, ihtirazlarla dolu yaşamı, salt at sırtında 30 yıl dolaşması ile örtülemez ki. At sırtından inip bir el hareketiyle en yakın arkadaşı İbrahim Paşa’yı boğdurtmadı mı, yoksa yalan mı? Hürrem ve Rüstem’in hile ve kurnazlıkları sonucu en çok sevdiği oğlu Şehzade Mustafa’yı boğdurtmadı mı?Ve dahi; Şehzade Mehmet eceliyle öldüğü için geçelim onu. Beyazıt ve 4 oğlu ile Babası Kanuni Süleyman’ın yağlı ipinden kurtulmak için kaçıp sığındığı İran sarayında takipten kutulamayarak babası Kanuninin gönderdiği cellatlar Beyazıt’ı dört oğlu ile birlikte Kazvin zindanında boğdurttu. Kanuni Sultan Muhteşem Süleyman yetinmeyerek, Bursa’da matem içindeki Beyazıt’ın karısının kucağındaki üç yaşındaki çocuğunu da boğdurttu.
Bu şiddet olaylarına daha fazla dayanamayan, Hürrem’in tahta çıkartmak istediği hasta ve kambur oğlu Cihangir ise genç yaşına rağmen ölür. Adına Cihangir’deki “Cihangir Camii” yaptırılmıştır.
İşte, “Ecdat” Muhteşem Süleyman’ın bu yönünden bakıldığında görülen gerçekler, nedense görülmek istenmeyen taraftan bakanların tarihi yanıltmaya çabalama sonucudur. Ama gerçekler her şeye rağmen silinmiyor. Kanuni Süleyman Zigetvar’da öldüğünde tahta çıkacak tek oğlu Sarı Selim kalmıştır. O da içkiye düşkün, ayyaş, İstanbul’a ayakta duracak halinde olmayacak biçimde getirilir, padişah tahtına oturtulur. O da sarhoş bir halde hamamda ayağı kayarak kafasını taşa çarpasıyla ölür. Ecdattın bu tarafına “iftira” deyip Recep Erdoğan, “benim ecdattım içki içmez” deyip bir işaretiyle tarihin sayfalarını imha ettirmelidir.
Başta Yavuz Selim, Halifeliği İstanbul’a getirerek Sünni İslam’ın resmi ideolojisi haline getirilmesi ile Osmanlı da törecilikten Emevi dinciliğe doğru ilk adımlar atılmış olur. Dine dayanılarak, din adına, dini koruma diye fetvalar verdirilir zamanın şeyhülislamlarına. Bu şeyhülislamlardan en tesirlisi olan Ebu’s suud Mehmet bin Muhiddin, Mehmet bin Mustafa el-İmadi adlı Ebu Suud efendi dedikleri kişi. Bu zat, 16. yüz yılın en büyük âlimlerinden olduğu söylenir. Sultan Süleyman’ın çıkardığı kanunnamelerinden dolayı Süleyman’a “Kanun yapan adam” anlamına gelen “Kanuni” adını da veren kişidir.
Ebu Suud Efendi olarak bilinen bu zat, 30 yıl (1545- 1574) Kanuninin şeyhülislamlık görevini yürütür. Osmanlı da: “Nur yüzlü, vakur, gayet sade giyinir, sözleri hürmetle dinlenir, abid ve zahit bir zat olarak sıralanır övgüler. Nur yüzlü, vakur olarak bilinen bu zat ancak Emevi- Sünni din anlayışında Türkmen Kızılbaşlar için: “katledilmeleri vaciptir, canları, malları, namusları size helaldir” diye fetva veren zat, Türkmen-Alevi-Kızılbaşlar nazarında bir zalimdir. Bu fetvaya uyup fiilen gerçekleştiren Osmanlı sultanları da aynı anda zalimdir. Bu nedenle Türk halkının azımsanamayacak kadar bir bölümü hala günümüzde dahi atalarına verdiği acılardan dolayı Osmanlıya küskün ve kırgındır...
Sünniliği ideolojik devlet dini haline getiren Osmanlı, Sünniliğin dışındaki öteki inançlara yaşama hakkı tanımaz. İslam’a zarar veren unsurlar olarak dışlar, öteler ve dahi imha yoluna gider. Türkmen-Kızılbaşlar hakkındaki fetvalarında: “Malları, canları, namusları size helaldir” yanında “Alevi-Kızılbaş topluluğun dine göre topluca öldürülmesi helaldir, bunları öldürenler gazi, öldürme sırasında ölenlerde şehittir” diyerek fetvalar veren bu zat, Alevi-Kızılbaş katliamlarını geniş taban kitlelerine yayılmasında tek nedendir.
Deliler ve Sarhoşlar “Ecdat” Değil mi? Onlar Kimin Ecdattı?
İçinde Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve 2. Abdülhamit olan Osmanlıyı milliyetçi-muhafazakâr kanat “ecdat” olarak kabul eder ve onlarla övünürler. Ve lakin gerçekler örtülü kalır.
NOT: Biz tarihimizi, insani boyutlarını da ele alarak öğrenmek isteyoruz. Öyle birilerinin dediği gibi kutsallaştırılarak gerçeklerin örtülmesini istemiyoruz.
Delilerle ünlü Osmanlı Padişahlarını görmezden gelirler. 16. 17. yüz yılarında yaşamış 1. Ahmet’in sağ kalan tek oğlu Kösem Sultan Mahpeyker’den 1615’de doğma 1.İbrahim, uzun süre sarayda kafeste tutulmasından dolayı sinirleri bozulmuş, deli olmuş haldeyken 25 yaşında padişah yapılmıştır. 1648 yılında delilikleri yüzünden tekrar kafese kapatılmış ve öldürülmüştür. Daha önce yine kafes hapsi yüzünden delirerek ölen 1. Mustafa’nın yanına gömülmüştür. 1. İbrahim tahta çıktığında çocuğu yoktu. Öldürüldüğünde arkasında dört çocuğu kalmıştır. 1648 yılından sonraki padişahlar deli İbrahim soyundan gelmişlerdir.
Osmanlı saraylarında Emevilere taş çıkartacak entrikaların döndüğü bir yer haline dönüşür. Sarayın “Kafes” denilen zindan hücrelerinin ilk konuğu 11 yaşındaki Şehzade Mustafa olur. 24 yaşına kadar 14 yıl bu zindanda kafeste kalır. 25 yaşında tahta çıktığı zaman çoktan erken bunamış biri olur.
Kafesten çıkarak tahta oturan padişahların nerdeyse tamamı “kafes” ortamında tutulmalarından dolayı cahil ve deli kalmalarına neden olmuştur. İşte bunlardan biride kafesten çıkartılarak tahta oturtulan Deli İbrahim’dir.
Yedi yıldan beri gece-gündüz kafesin kapısı önünden ayak sesleri duyduğunda “cellâtlar geldi boğacaklar” korkusuyla tir tir titreyerek yaşamıştır. Çünkü üç kardeşinin feryatlarla boğularak öldürülmeleri kulaklarını çınlatıyordu. 4. Murat ardından varis olarak kardeşi 1. İbrahim vardı ve yedi yıldır kafeste yaşamaktaydı.
Gece saat 10- 12 arasında Valide Sultan’ın gönderdiği kapı ağası odasına gelip: “Şehzadem mübarek başınız sağ olsun, biraderiniz Sultan Murat darı bekaya gitti. Taht-ı saltanat sizindir, buyurun!” der.
Zindandaki 1. İbrahim: “Siz bana mekruh al idersiniz, bana taht ve saltanat gerekmez, karındaşım sağ olsun, benden ne istersiniz?” demiştir. 1. İbrahim, kimseye inanmadığı için zorla kafesten çıkartılarak, kardeşi 4. Murat’ın yerine tahta oturtulması, kalan az buçuk aklında kaybetmesine neden olmuştur. İşte bu delilerde “ecdat” olarak kabul etseler ya o milliyetçi-mukaddesatçı-muhafazakârlar.
Kanuni ve Evlat Katletmek
Kanunlar çıkardığından ‘Kanuni’ adı verilen Sultan Süleyman, en sevdiği öpüp kokladığı otuz sekiz yaşındaki oğlu Şehzade Süleyman’a bile “tahtımı elimden alacak” diye bir korkuya kapılıp acımadan cellâtlara boğdurtmuştur. Batılıların “Muhteşem Süleyman” dedikleri güçlü padişah Sultan Süleyman salt şehzade Mustafa’yı boğdurtmakla kalmaz. Saltanatını, tahtını korumak uğruna iktidar hırsı, Şehzade Bayezid’i ve beş torununu da boğdurtmuştur.Kanuninin sekizi erkek biri kız çocuğundan Mahidevran Sultandan doğan Şehzade Mustafa haricindeki çocukları Hürrem Sultandan doğmuşlardı. Bu çocuklardan dördü küçük yaşlarda hastalanarak ölmüşlerdir. 1553 yılında yaşayan dört çocuğu vardır. Mustafa 38 yaşında, Selim 30 yaşında, Beyazıt 28 yaşında, Cihangir 23 yaşında.
Çok iyi eğitim görmüş, sağlam karakter, güler yüzlü, iyi yürekli, çalışkan biri olarak müthiş bir zekâ ve sonsuz bir hırsa sahip olan Şehzade Mustafa Konya’da vali olarak görevdedir. Ancak çok zeki ve kurnaz Hürrem Sultan, şeytani fikirleriyle, tahta kendi oğlunun geçmesi için damadı Rüstem Paşa ile birlikte Şehzade Mustafa’nın ağzından dalavereli, İran Şah’ına babasını devirmek için yardım istediği bir mektup yazdırarak, bu mektubun Kanuni’nin eline geçmesini sağlarlar.
O görkemli diye bilinen Kanuni Sultan Süleyman’ı korkutan mektupla oğlu Mustafa’yı 1553 yılı Ağustos ayında, ordusunun başına geçip İran’a sefere çıktığında, Şehzade Mustafa’ya da orduya katılmak için emir yollar. Bu tuzağa düşen Mustafa, Konya yakınlarında babasının elini öpmek için Padişah çadırına gelip içeri girdiğinde, babasının orada olmadığını görüp şaşırır. Aynı anda yedi dilsiz cellât saldırır boğmak için. Mustafa gücüyle cellâtların bir kaçını devirir ve tam dışarı çadırdan çıkarken Zal Mahmut Ağa (sonra paşa yapılır) arkasından yetişip, kafasına vurarak devirir yere, sonra yay kirişi ile boğarak öldürür. Zal Mahmut Ağa’ya hep yardım etmiştir Şehzade Mustafa. Kadere bakın, ölümü onun elinden olur.
Kanuni Süleyman, Hürrem’in cinliklerine uyarak, uyduruk alavereli söylencelerle, entrikalı mektuplarla evlat katletmek “Büyük Padişah” olmaya yetmiyor. Şehzade Mustafa’dan sonra Şehzade Bayezid’i de yay kirişiyle boğdurtarak öldürtmüştür. İşte bu iki yetenekli Şehzadeleri öldürülmesinden sonra Osmanlının çöküşü böyle başlar.
Görkemli bir yaşamın içinde zirveye çıkan Osmanlı Kanuni dönemiyle düşüşe geçmiştir. İlk defa Batılılara kapitülasyonlar haklarını veren Kanuni olmuştur. Avrupa malları yok denecek kadar gümrük vergisiyle, az vergiyle imtiyazlı bir biçimde Osmanlı pazarlarına girmeye başlar. Osmanlı pazarlarını dolduran Avrupalıların endüstri malları Osmanlı sanayinin gelişmesine büyük ölçüde engel olur; Osmanlı sanayisinin gelişmesi hızlı bir biçimde gerileme gösterir ve sonunda tamamen duraklar.
Osmanlı ordusunun silahları bile artık Avrupalılardan tedarik edilir hale gelmişti. Atölyeler, üretim merkezleri durmuş, kefen bezi bile Amerika’dan (Amerikan bezi adıyla) gelir olmuştu. 1922 yılına gelindiğinde Kanuni Sultan Süleyman’dan dört yüz yıl geride kalmıştır. Koskoca Türkiye bir toplu iğne bile üretemez durumdadır.
Kanuni Sultan Süleyman uyup karısı Hürrem’in dalavereli şeytanlığına Şehzade Mustafa’yı öldürtmüştür. Daha sonra Kanuni Şehzade Beyazıt’ı ve onun beş çocuğunu boğdurarak öldürtmüştür. Bu katliamlar planlı bir biçimde yapılıp, “Sarı ve Sarhoş” lakap adlı Hürrem’den doğma, içki ve eğlence düşkünü Sarı Selim 30 Eylül 1566’da Osmanlı tahtına çıkarılır.
622 yıllık süren tarihinde Osmanlıda 218 Sadrazam (bugünün başbakanı) görev yapmıştır. 42’si padişah emriyle idam edilmişlerdir. Osmanlı tarihinin en kanlı olan Kanuni dönemi olmuştur. Bunlardan Pargalı İbrahim, Adriyatik kıyısındaki Parga kentinden tutularak çocukken Manisa’ya getirilen ve köle olarak Şehzade Süleyman’a satılan Rum köle Süleyman’a çocukluk arkadaşı ve can yoldaşı olur. Babası Yavuz ölünce tahta geçen Süleyman, yanında getirdiği arkadaşı Pargalı İbrahim’i önce paşa yapar, sonra öz kız kardeşi Hatice Sultan ile evlendirir, vezir yapar. Daha sonra da sadrazam yapar. Kanuni Pargalı İbrahim Paşa için: “Bana kardeşimden de yakın” diye söyler. Ama öz oğullarını öldürten Hürrem’in gazabından Pargalı İbrahim’de kurtulamaz. 29 yaşında sadrazam olmuş 13 yıl Osmanlı devletini yönetmiş 42 yaşına geldiğinde Kanuni Sultan Süleyman emriyle 15 Mart 1536’da cellâtlar gece uykusunda boğup öldürülmüştür.
Muhteşem Süleyman, Muhteşem Osmanlı’yı Çöküşe Getirendir…
1299’dan 1500 yılına kadar Osmanlıda yükseliş zirvesi, Kanuni ile çöküşe geçer. Daha Batılı gemicilik tam manasıyla gelişmediğinden, Afrika’yı Ümit Burnundan dolaşıp Hindistan ve Çin’e ulaşım yolu keşfedilmemişliğinden, Hint ve Çin damak zevki olan baharatları ve ipekli kumaşları Avrupa pazarlarına kervanlarla İran üzerinden Türkiye’ye ulaşıyordu. Türkiye’ye gelen Çin ve Hint baharatları ve ipekli kumaşları Türkiye’den Avrupa’ya, Avrupalı tüccarlar tarafından Avrupa pazarlarına dağılıyordu. Osmanlının bundan oldukça geliri vardı.Yelkenliler kervanlıları yenmeye başladığı dönem ne var ki Osmanlı’nın zirvede olduğu, başında Kanuni Sultan Süleyman’ın bulunduğu döneme denk düşer. Batılılar denizlere önem vererek, yeni kıtalar keşfetmek için okyanusların azgın dalgalarına meydan okuyan, dayanıklı yelkenliler geliştirip yola çıktılar...
Osmanlı Viyana-Avusturya savaşlarıyla biryandan, öteki yandan İranlılarla savaşlarla uğraşıyordu. Bu savaşlardan dolayı mecali kalmayan Osmanlı hala kervanlarla iş görmeye çabalıyordu. Sisteme tebelleş olmuş birçok din kisvesi altında yaşayan zevat, Osmanlının gelişmesi ve ilerlemesinde güçlü engellerdi. Denizcilik sistemine karşı onlar kervancılık sistemini överler: “nalbantlar, kervancılar, yemciler, eğerciler, semerciler, samancılar, arpacılar, kervansaray işletmecileri vs. yararlanmaktadır” diyerek ahkâm keserler; Sultanları etkilerlerdi. Matbaa içinde öyle yaptılar: “Efendim divitçiler, kalemciler, mürekkepçiler, hattatlar, sahaflar işsiz kalır” gibi saçma sapan düşünceler öne sürerlerdi.
1541’de Lütfi Paşa “Asafname” den sonraki yazılarında, deniz gücünü ta o zaman kavrar ve şöyle der: “...Daha önce Sultanlar arsında karadan hükmeden pek çok, denizden hükmeden pek az idi. Deniz savaşının sevk ve idaresinde kâfirler bizden ileridir, onları geçmeliyiz” dese de pek fayda etmez Osmanlıya.
Arap Yarım Adası kıyılarını ve Hint Okyanusu tutan, dev dalgalara meydan okuyan Portekiz gemileri ve gemicileri karşısında Akdeniz’i çıkıp Afrika’yı dolaşabilecek bir güce sahip olmayan Osmanlı, Çin ve Hindistan’a doğru yola Karadan gitmek ister. Ama İran’ı ve Safevi Devletini aşamaz... Osmanlının zirveden düşüşü; Avusturya-Macaristan kara orduları Osmanlıyı orta Avrupa’da karadan sıkıştırıyordu.
1569’da bu kez Osmanlılar, Asya’ya ulaşmak için Don Nehri ile Volga Nehirleri arsına bir kanal açmak ister. Bir zamanların güçlü Altın Ordu devleti 1502’de ortadan kaldırılarak, topraklarını çoğu Rusların eline geçer. Dolayısıyla de Kuzeyde Ruslar, Osmanlının Don ve Volga nehirlerini Orta Asya’ya geçme hayallerinin önünde engel teşkil eder.
Osmanlıyı şefkatli devlet olma önündeki engeller sürer gelir 1920’ye kadar...
10 Nisan 1920’de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah fetvasında: “Anadolu’da ki milli kuvvetleri kâfir ve katlinin gerekli olacağını” bildiren yayım Fetva-i Şerif: “...fe-katilü elleti tebga hatta felaa ile emerillah” Ayeti kerimesi gereğince bu milli mücadelecilerin katledilmeleri ve gerekirse kitle halinde öldürülmeleri yasal ve farz olur mu? Beyan buyrula: “Cevabı budur, gereği Allah bilir ki olur”“(...) bu suretle halifenin askerlerinden olup ta eşkıyaları katledenler gazi ve eşkıyalar tarafından katledilen şehit ve şefaat nail olurlar mı? Beyan buyrula: “Cevabı budur; gerçeği Allah bilir ki olur” der Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, 5 Nisan 1920’de verilmiş fetvalar 1. ciltten aktarma Hulki Cevizoğlu İşgal ve Direniş yapıtı S. 227- 228
NOT: Biz tarihimizi, insani boyutlarını da ele alarak öğrenmek isteyoruz. Öyle birilerinin dediği gibi kutsallaştırılarak gerçeklerin örtülmesini istemiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder