17 Şubat 2012 Cuma

BİLAL-İ HABEŞ-İ ve MUHAMMED SONRASI İSLAM'DA GELİŞMELER


BİLAL-İ HABEŞİ (HABEŞLİ BİLAL) ve İSLAM SONRASI                             OLUMSUZ GELİŞMELER

Arap coğrafyasında köleciliğin İslam ile kaldırılması ve iyi algılanması için hayata geçirilmesinde İslam Peygamberi Muhammet, kölelikten özgür edilen Bilal-i Habeş-i’ye ezan okutulması ile çok güzel bir uygulama yapar:

Ezan ilk kez Medine’de bir toplantı ve ibadet yapıması amacıyla yapılan binanın açılışında uygulanmıştır. Ezan, bir çağrı, İslam’ın temel farzlarından biri değildir. Muhammed’in akıllı bir tercihidir; bir tür sünnettir. “Ezanı-Muhammediye” (Muhammed’in ezanı.) İslam’da farz olan gerçek konu “salat” (namaz) olmakta, ezan değildir. Bazı iddialar var ezan hakkında: “Ezan, cemaatle eda edilen farz namazlarının sünnetidir. “vacip” olduğunu söylerler. Bir sünnet olan ezan, en doğrusu, Muhammed’in namaza uyguladığı bir çağrı biçimidir.

Kölelikten Gelme Bilal, Zenici ve Habeşistan (Etiopya) kökenlidir…
Gerçek konumuza dönersek, Muhammed ezanı ilk kez Bilal-i Habeş-i’ye uygulatmıştır. Hep bu sözler duyup okuduğumuz uyduruk dilden dile dolaşan sözlerdir. Güya Muhammet ezanı, sesi güzel olduğu için Habeşli Bilal’e okutturmuşmuş. Bu, İslam'a sokulan birçok diğer uyduruklar gibi bidattır. İşin doğrusu, Bilal-i Habeş-i bir köledir; kölelikten gelmedir. Mekke'de zulme karşı sembol isyancılarından biridir. Gerçek İslam’ın kökeninde kölelik diye bir unsura yer yoktur, insanlar arası sınıf ayrılığı kaldırılarak insanlar İslamlaşarak eşit durumdadır. İslam önderi Muhamed'de insanları eşit kılmak için köleliği kaldırmıştır.

Muhammet, ilk ezanı Bilal-i Habeş-i’ye okutması, eski efendilerin bir kölenin salata yani ibadete çağrı yapmasına uyup mescide, köle-bey eşitlenmeye uymaları sağlanmasıydı.

Orada, özgürlüğüne kavuşturulmuş bir kölenin; "Allah tektir, tek efendi Allah’tır ve tanıklık ederim ki, onun dışında ilah yoktur, güç-kudret, yönetici yoktur.” Diyerek, “Allah’tan başkasına köle olunmaz.” Demek için Muhammed, kölelikten eşitliğe geçiş, eski köle, yeni eşit insan Bilal Habeş-i çağrısına uyup meçlis-mescitte Muhammed dahi namaza durmalarıdır. 

Bu iş, Emeviler dönemine gelindiğinde, Emevilerin işine gelmez Muhammed’in böyle bir sınıfsız toplum meydana getirmesi, kendilerine zarar verir. Eski Arap köle ve cariye sistemine yeniden dönüşüm sağlarlar. 

Dahi İslam da eşitlik ilkesinin pek çok alanda kendini gösteren işareti vardır…
Müslümanlar haçta, kefeni andıran “ihram” giymeleriyle, orada zengin-fakir, zalim-mazlum seçilemez olduğu andır; herkes eşittir anlamınadır. Orada hiçbir sınıfın kıyafetleriyle kendini öteki sınıftan ayırma olanağı yoktur, herkes eşittir, ihram giyerek İslam da eşitlik net biçimde belirgin hale gelir...

Haçta ihram giyerek sınıf farklılığını ortadan kaldıran ortama uyarken, haç ibadetinden sonra yeniden sınıfsal farklılıklarını açık biçimde belli ederler. Yine oruç ibadetini yerine getirdiğini sanıp, görkemli otel salonlarında iftar sofraları kurdururlar, orada haçta yan yana durup hata ihram giyerek eşitleştikleri kişilerden kimseleri bulamazsınız. Orada küresel sermayenin dinci yüzü tamamen küfür ve şirk batağı, küfür deryasında Papaz-Molla işbirliği, “Medeniyetler ittifakı” hesapları yaparlar. Amerikan himayesinde küresel emperyalistlerin yardakçılığını yaparak katkı sağlarlar. “Ilımlı İslam” kisveli badem bıyıklılar, Müslümanlık propagandasıyla kapitalistleşirlerken, İslam ülkelerinin kapılarını Amerika’ya açma hıyanetinde oldukları gerçeklerini görürüz. Ancak bu "Ilımlı İslam projesi" ve "Ortadoğu Projesi" iflas etmiştir. 

Halife Osman döneminde Emevi iktidarının temeli atılır. Allah’ın mabedini bir şirk tapınağı haline getirirler, mekruh mekânlar yaparlar. Dini din olmaktan çıkartan odak noktası durumuna getirler. İlk siyasi İslam denemeleri iç mekânı haline getirilir. İslam’dan önceki dönemlere, İslam çatısı altında dönüşüm başlatırlar… 

İbn’i Sad’ın “Tabakat” adlı yapıtı 2. Beyrut Hicri 1376: “Muhammet, ölümünden önce bir vasiyetten söz eder. Bunu bir yere yazdırmak ister." Der. Buna benzer, Ahmet bin Hambel de şöyle der: “Muhammet’in vefatı yaklaşınca, bir koyun kemiği getirin de size bir şey yazdırayım da, benden sonra sizden iki kişi bile ayrılığa düşmesin dedi.” Diye yazar Ahmet bin Hambel Kahire 1313 S. 293

Muhammet’ten bu sözleri duyan etrafındaki bazı kişilerce ortalık karıştırılır. Dört gözle Muhammed’in ölümünü bekleyenler panikler. Muhammet hasta döşeğinde iken yerine, aralarından seçim yapıyorlar. Muhammet öldüğünde Ali ve birkaç arkadaşı Muhammed’in defin işleriyle uğraşırlar. Saltanat kavgasına bulaşanlar, Ali’nin fikrini almadan Bekir’i halife ilan ederler. Bk. Abdulbaki Gölpınarlı, “Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik” S.56 adlı yapıtı.

Bu çekişmeli itilafları Muhammet hasta yatağında görür: "bırakın beni kendi halime” diyerek sitem eder.

Muhammet 632’de ölmüş Allah’ın rahmetine kavuşmuş, Ebubekir yerine geçirilmiş, iki yıl halifelik makamında kalmış, 634’de oda ölmüştür. Ebubekir zamanında İslam da pek bir değişiklik olmamıştır. Yerine geçen Ömer zamanında bazı değişikliklere yeltenişler olsa da, Kur-an’a sadık kalınır. Ömer’in 644’de ölmesiyle yerine geçen Osman’ın eline halifelik makamı geçer. İslam’da entrikalar dönemi başlar, kendi kökeni olan Emeviler ailesini iktidara taşır ve felaketler zinciri haline gelir.

İslam da asıl karşı devrim ve Mervan bin Hakem ile başlar!
Başta, Mervan bin Hakem, Sünni kaynaklara göre, Muhammed’in “Vahiy Kâtibi” olarak bilinir. Mervan bin Hakem, Muhammed tarafından sürgün edilir. Sürgün edilişin nedeni, Muhammedin kendisine yazdırdığı “Ali İmran” suresini, "Ali Mervan” olarak değiştirerek yazdığını görür. İşte o zaman Muhammet cezalandırır Mervan’nı ve Şam’a sürgün edilmesini sağlar. Osman ise tersini yapar, Muhammed vefat ettikten sonra,; Muhammed’in sürgün ettiği Mervan bin Hakem’i ve dahi başka birçok yakın akrabalarını İslam yönetimine taşır.

Ali, Osman’ın bu durumundan rahatsız olur, karşı kor, öfkelenir, Osman’ın karşısına çıkar: “Yakınlarını iktidara taşıyorsun” diyerek tepkisini ortaya kor.

Osman dönemi, muhaliflerin sürgün edildiği dönemdir. Bunlardan en önemli isim Osman’a en derin muhalefet eden Abuzer Giffari’dir. Abuzer’in sürgün işiyle de Mervan bin Hakem görevlidir. Bütün siyasi kararlar Mervan tarafından yürütülür. Kur'an’ı tahrif etmek suçundan, Muhammet tarafından sürgün edilen Mervan, Osman döneminde en etkili siyasi güç olur. Osman, Mervan’ı iktidara taşıyarak, çok yetkiler verir. İslam’da bozgunculuk yapmayı sürdürür. Bunlara tahammül edemeyen Muhammed’in dostları ayaklanırlar ve Osman’a başkaldırırlar. Osman’ın bulunduğu şehre her taraftan kabile liderleri gelirler, Osman’ın halifeliği bırakmasını için baskı yaparlar.

Ayaklananların susturulması için, Şam sürgününden Osman tarafından getirilip iktidarın başına geçirilen Mervan, Osman’ın en azılı savunucusu olur. Mervan bin Hakem: “Bu işleri yapanların hepsi Allah elçisinin yakın dostlarıdır. Bu fitneyi çıkartanlar onlardır, onlardan gelmektedir. Bence onların hepsini bir yerler bey yapıp beyt-ul maldan vermelisin.” Diyerek Osman’a akıl verir. Kaynak: Taberi Tarihi C. 3. Sayfa 557

Haksızlıklara dur diyen Muhammet’in bütün dostları, Osman idaresince “fitne çıkaranlar” olarak tanımlanıyordu. Bu; “fitne çıkaranlar” denilenlerden başta Abuzer Giffari Rebeze’ye sürgün edilir, orada açlık ve susuzluktan ölür. Abuzer Rebeze’ye sürgün edilirken Osman’a bakarak şöyle bağırır: “Medine’yi büyük ve sonsuz bir ayaklanma ile müjdeleyin” olur. Bk. İbn-i Sad “Tabakat” yapıtı

Dahi; ilk halife Ebubekir’in oğlu Muhammed de Osman yönetimine karşı isyancılardandı.
İsyanın ana konusu: 1. Allah’ın kitabını mahvetti. 2. Halkın malını devletleştirdi, devleti kendi malı yaptı. 3. Yönetime akrabalarını tayin etti 4. Muhammed’in dostlarına kötülük etti. 5. Afrika’dan gelen ganimetlerden Mervan’a özel hisse verdi. Bk. Ez Zehebi 2/129

Ümeyye oğullarından olan Osman, İslam’ın başına üçüncü halife olarak geçen kişidir. Kur'an’a sadık kalmayan İslam halifesidir. Osman döneminden Ümeyye oğulları mal-mülk edindirilir ve yüksek mevkilere taşınırlar, idare tamamen onların eline geçer, mülk sahibi olurlar. Bu hal halkta huzursuzluklar yaratır, karşı çıkışlar, başkaldırılar isyanlar başlar.

Vakidi ve Ebül Mihnef’e göre; Osman’ı öldürten kişinin Ebubekir oğlu Muhammed olduğudur. Ve tarihçiler, Osman’ı öldürten kişiye: “el yed’ül hafi” yani gizli el” diye bilinir.

Osman artık hutbe okuyamaz, namaz kıldıramaz hale gelir. Mescitte Hutbeye başladığında dinlenmiyor, taşlanıyordu. Sarayının etrefi öyle kızgın kişilerle doluydu ki, sarayı yıkma, yakma planları yapıyorlardı.

İlk halife Ebubekir’in oğlu Muhammed, Osman’a söyle seslenir. “Ey Osman! Halifeliği bırak” der.

Osman’ın yanıtı: “Bu hırkayı bana Allah verdi, Allah alır. Sizinle de Kur-an ile iş görürüm” olur. Bunun üzerine Ebubekir oğlu Muhammed dışarı çıkar ve Kinane bin Beşir Osman’ı orada bıçaklayarak öldürür.

Güçlü ve adil bir halife olarak lanse edilen Osman’ın mescitte öldürüldüğünü iddia ederler. Aksine haksızlıklara karşı büyük bir ayaklanma sonucu öldürülmüş olduğu gerçeği saptırılır. Ve Osman öldüğünden 1 milyon dinar serveti çıkar. Osman öldürüldükten sonra cenaze namazı falan kılınmaz, götürülüp bir Yahudi mezarlığına atılır, orada üç gün cenazesi kalır. Üç gün orada öyle kalır. Ali ve birkaç arkadaşı tarafından defnedilir Osman. Bk. Tabari Tarihi, C3. S. 562- 564- 565

Hadisçi (?) Kab
İslam dinini en çok berbat edenlerden biri olan Kab, Muhammed’i hiç görmediği halde sayısız hadis toplamıştır; nakletmiştir. Ömer’in halifeliği döneminde Kab’ın topladığı uyduruk hadisleri Halife Ömer yasaklatır, bir daha hadis yazarsa sürgünle cezalandıracağını söyler. Ömer’in ölümünden sonra, Osman’ın halifeliğinde Kab,ın önü açılır, resmen ulama olarak Osman tarafından atanır ve altın çağını yaşar. Bk. İbni Hacer, İsabe 5/323

Hadisçi (?) Ebu Hüreyre (Kedi Babası)
Yine Halife Ömer’in zamanında hadis toplaması, yazması yasaklanan Ebü Hüreyre ve Kab, Muaviye’den destek görür, onların hutbe okumalarını emreder. Bu isimlerden birde yalancı-sahtekâr-palavracı Yahudi Vehb İbni Münebbih de çok uydurma hadisler toplar ve yazar.

Değişik açıdan ele alınmış, bilinmeyenlerin bilinmesi gereken ve okunması gereken bir yapıt: Eren Erdem "Şaytan Evliyalar" okuyun!
Selman Zebil 2012

5 Şubat 2012 Pazar

TÜRKMEN KIZLARI HAKKINDA



Gaston Ric Hard:
Türkmen kızları bir harika olarak yaptıkları güzel halılardan söz
ederken Mihailof’un sözlerini aktarıyor: “Hiçbir araca, hiçbir
örneğe, teknik mahiyete, hiçbir öğretime ve eğitime sahip
olmayan Türk; Türkmen kızlarının taklidi olanaksız olan
nakışlarla, süslü çok güzel halılar yapmaları ancak bir
sanat içgüdüsüne sahip olmalarıyla açıklanabilir” demekte.


İBN FALDAN (FAZLAN(



İbn Fadlan (Fazlan
İBN FALDAN (FAZLAN)
Arap din bilgini ve gezgini, tam adı Ahmet bin Fadlan bin Abbas bin Reşit bin Hammed olan, 10. yüz yılda Abbasi Halifesi Muktedir’in M.S. 921’de İdil-Bulgar Kağanına gönderdiği elçi. Dönemin iyi bir bilgini olma yanında iyi bir diplomattır. Gezdiği yerleri iyi bir dille yorumlayarak yazan bir gezgin olan İbn Faldan, “Risale” adlı ünlü yapıtında ki, Ceyhan ve Seyhan nehirleri kıyılarında yaşayan Oğuz Türkmenleri hakkında gözlemleri önemli ışık tutar Türk tarihine.

İbn Fadlan’ın (Fazlan) M.S. 922 de Oğuzlar içinde yaşar ve düşüncelerini Seyahatnamesinde anlatır: “...Çok güç şartlar altında yaşıyorlarsa, bunlar yolunu kaybetmiş eşekler gibidirler. Bir dine inanmazlar. İşlerinde akıllılara başvururlar. Hiçbir şeye ibadet etmezler, aksine büyüklerine “rab” derler...  Aralarındaki işleri meşvetle (danışarak) hallederler...

Allah’a inandıklarından değil, sırf yurtlarında Müslümanlara yaranmak
için aralarında ‘La ilahe illallah’ diyenleri gördüm... İçlerinden biri zulme uğrar veya sevmediği bir şey görürse başını semaya kaldırıp ‘Bir Tanrı’ der. Küçük veya büyük abdestten sonra temizlenmezler. Cenabetten ve diğer hususlardan dolayı yıkanmazlar. Kadınlar, yerli ve yabancı erkeklerden kaçınmazlar. Aynı şekilde kadın vücudunun hiçbir yerini insanlardan gizlemezler” der.

İbn Fazlan (Fazlan) M.S.921 Seyahatinden
İbn Faldan (Fazlan) Türkler Arasındaki gördüğü bir olay anlatır: “...Bir gün bir adamın evine misafir olduk. Adam karısı ile beraber oturuyordu. Kadın bizimle konuşurken bir aralık gözümüzün önünde avrat yerini (fercini) açıp kaşımaya başladı. Biz utancımızdan gözlerimizi kapayıp ‘estağfurullah’ dedik. Kocası güldü, tercümana, ‘bu kadın bunu sizin huzurunuzda açıyor; siz onu görüyor ve korkuyorsunuz; sizden ona hiçbir zarar gelmiyor. Bu hareket kadının örtüp de başkalarına müsaade etmesinden daha iyidir” diye yazar.

Türkler “Zina” diye bir şey bilmezler Bunun üzerine İbn Faldan şöyle bir not düşer Onlar için: “Zina diye bir şey bilmezler. Böyle bir suç işleyen biri ortaya çıkarılırsa, onu iki parçaya bölerler. Şöyle ki, bu kimseyi iki ağaç dallarını bir yere yaklaştırarak bağlarlar. Sonra da bu dalları bırakırlar. Dalların eski duruma gelmesi neticesi, o kimse iki parçaya bölünür” diye anlatır zinaya dair cezayı. (1)

Fadlan’ın Kafkas-Bulgar Türkleri Arasındaki izlenimleri
12 Mayıs 922’de Bulgar Türk kağanı yanında hatun (katun, kadın) genel merasimlerde, Araplara göre kocanın yanında bulunması abesti. Bu âdetin 
Araplara yabancı olmasına rağmen İbn Fazlan “Bu onların âdetidir” demekte.

Fazlan, bir merasimden söz eder. Bu merasim bittikten sonra getirdiği hediyeleri dağıtır. Kağan’ın karısına da hilat giydirir ve şöyle der: “Hatun hükümdarın yanında oturuyordu, bu onların âdetidir. Hatuna hilat giydirince kadınlar onun üzerine gümüş paralar saçtılar.” (Günümüz Anadolu Türk kültüründe “Saçı” hala sürmekte olup, yeni gelen gelinlerin başına yüksek bir yerden damat, bir mendil içinde bozuk paralarla karışık leblebi, şeker dolu mendilden saçılır.)

Ve dahi şöyle: “Kadınlar ve erkekler hep beraber çırılçıplak yıkanırlar. Birbirlerinden kaçmazlar. Bununla beraber herhangi bir şekilde zina etmezler. Zina onlara göre büyük suçlardandır” der Fazlan, kadın-erkek çırılçıplak bir derede yıkanırlarken gördüklerine şaşırır “Kadınların yüzerken kaçsınlar diye çok çalıştıysam muvaffak
olamadım” der.(2)

(1) Ramazan Şeşen: "Onuncu Asırda bir İslam Seyyahı İbn Fazlan" Bedir Yayınları 1975 S.33.
(2) Ramazan Şeşen: "Onuncu Asırda bir İslam Seyyahı İbn Fazlan" Bedir Yayınları 1975 S. 57 




KADIN ve MEDENİ KANUN



KADIN ve MEDENİ KANUN
Başta; Medeni Kanun Türk kadını adına bir şereftir...
Mustafa Kemal’in 1 Kasım 1925 günü TBMM açılış konuşmasında
şöyle bir açıklama yapar: “Genel hayatımızı yeni baştan düzenleyecek
yasalar” in haberini vererek başlar. Böylece cumhuriyetin en büyük temel
yaptırımlarından biri sayılan “Medeni Konun” un işaretini vermiş olur...
 
24 Aralık 1925 de TBMM’sine sunulan bu iyi haber 17 Şubat 1926’da:
“Türk Medeni Konunu” adıyla TBMM’ sinde kabul edilir. Bu kanunla neler
değişti, kadınlara ne hakları verdi ona bir bakalım:

1- Ailede kadının erkeğe eşitliği sağlandı.
2- Evlilikte resmi nikâh zorunlu hale getirildi.
3- Erkekler için çok evlilik yasaklı hale getirildi. Tek evlilik esas alındı.
4- Miras hukukunda kadın erkeğe eşit hale getirildi
5- Mahkemelerde tanıklık erkeğe eşit hale getirildi.
6- Boşanma konusunda kadın erkeğe eşit hale getirildi.
7- Kadınların istedikleri mesleğe girme hakları tanındı.

Medeni Kanunun sonucu olarak kadınlar, siyasi alanda da ülke
yönetiminde söz sahibi olmaları için gelişmeler sağlanır. Mustafa Kemal,
itilip kakılan kölelikten alıp kadını, en değerli mertebeye yükseltmiştir;
adam gibi bir konuma oturtmuştur; saymıştır, saygın bir yer
vermiştir kadına...

Kadının sayılması, çalışma, meslek seçiminde dahi, siyasi hayatında
erkeğe eşit tutulmasının önü nasıl açılır bir bakalım:

1- Türk kadını 1930’da belediye seçimlerine katılmaya hak kazanır.
2- Türk kadını 1933’de Muhtarlık seçimlerine katılma hakkı kazanır.
3- Türk kadını 1934’de seçme ve seçilme hakkını ve milletvekili olma
hakkını alır.

İşte bunları görmezden gelip kendini erkeklerin esaretinden kurtaran
cumhuriyete ve de Mustafa Kemal düşmanlığı yapan bazı kadınlar,
Ruh ve kafa sağlığı yerinde midir acaba sormak lazım. Nankörler göremiyor,
eğer daha fark edemiyorlarsa “yuh” denir artık...





ERKEĞİN KADINA BAKIŞI ve TAHRİK OLUŞU



KADININ SAÇINDAN, GİYSİSİNDEN TAHRİK OLAN ERKEKTİR

Müslüman erkeğin “örtünmeyen fuhuş işler” dedikçe, kadın-erkek ortak
yaşamda, her şeyin Müslüman erkeğin cinsellik anlayışıyla ölçüldüğü bir  yerde, Müslüman erkek uygarlığın neresinde buluşup bende varım diyebilir? Kadınların giyim ve kuşamlarıyla ilgilenen ve karar veren erkek egemenliği, kadınların namus ahlakı anlayışında da hep erkekler karar vermektedir. Müslüman kadının kendi hür iradesi kısıtlıdır, kendi başına kendini ilgilendiren konularda erkek düşüncesi ölçüt alınır hep.

İslam da “cinsellik hastalığı” erkeklerden yayılmaktadır...
Eğer erkekler kadınların giysilerinden “cinsel tahrik” oluyorlarsa bir şeyler ciddi biçimde İslam ülkelerinde yanlış gidiyor demektir. Eğer kadınlar giyim kuşamlarından dolayı erkeklerin tecavüzünden kurtulamıyorsa dahi "evlilik öncesi ilişkiye erkeği teşvik ediyor" mazereti kabul görüyorsa, bunda kadına Müslüman erkekler tarafından “lanetli” fatura kesiliyorsa bir tür hastalık değilse nedir?


İslam ülkelerinde kadın hakkında karar verme yetkisi erkeklerde oluşu, kendi kendilerini cinsel sapık zanlı yerine koymuyor mu? Müslüman erkekler kadınları "seks objesi" gibi görmekten çok, kadınında bir insan evladı ve bir insan evladını doğuran ana olduğunu anlasa erkek kendini kontrol eder.

Siz bakmayın bazı kişilerin adlarının başına gelen Dr. Doç. Prof. gibi
bilimselliğin işareti olan evrensel unvanlar geldiğine. Onların birçoğu
karanlıkta yaşayan yarasalar gibidirler. Dünyada en demokratik İslam ülkesi Türkiye’de ki irticaının geldiği noktanın netliğini ortaya koyarsak, Türkiye de laik devlettin emekli müftülerinden olan Mehmet Göktaş’ın yazdığı, nerdeyse bedavaya satılan “Örtünmeye Çağrı” adlı kitabında örtünmeyen kızları “çıplak,
iffetsiz” olarak nitelemekte, üniversitelere kızların “erkek avlamak için gittiklerini” söylemekte. Dahi aynı kitapta örtünmeyen kızlar içinse:  “dişiliğinizden, cinselliğinizden, vücudunuzdan başka bir şey yok mu insanlara?”   demekte.

İnönü Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdurrahman Kasapoğlu,
“Kadın Modernizm ve Örtünme” adlı kitabında: “dansöz gibi süslenip, çıplak, açık giysi (dekolte) kıyafetle üniversiteye gelen genç kız, tahsil yapma isteğinde ne derece samimidir? Tahrik edici giysisi, ojeli tırnakları, rujlu dudakları,oynak hareketleri, iç gıcıklayan gülüşleri, histerik teşviklerle dolu gamzeişaretleri ile nasıl bir tahsil amaçlıyor? Yoksa avlanmak için mi gidiyor üniversiteye. Kızları avlamak için bekleşen erkeklerin bulunduğu ortama?”  der.

Bir başka Prof. Dr.(!) Bekir Topaloğlu’nun kaleme aldığı “İslam’da Kadın” adlı kitabında tesettür takmayan kadınlar için, “fuhuş yapan kadın” anlamına geleceğinive Tesettür olsa-olsa erkekte genel bir kadın vücudunu tanıma merakını meydana getirir. Buda insanı arzu edilen izdivaca sevk eder. Fakat açıklık erkeğin ilgisini cinsi temasa, seri ve sorumsuz temasa götürür ki, bunun adına fuhuş denir”  der.

Daha bir başka İslamcı yazar Mehmet Alagaş, “Kadın’ın Onuru” adlı
kitabında   “Kız çocuklarının küçük yaşlardan itibaren tesettüre bürünmelerini” 
istiyor. Üniversitede çalışan bir Dr, Doçent, Profesör ilim adamı kimlikli şahıslar, üniversiteye gelen başı açık kızlara hakkında düşünceleri sapıklığında ötesinde bir olay. İktidarda bulunak AKP Hükümetinin akıl danışmanlarından sayılan bir densiz Cüneyt Zapsu ise bakın ne söylemekte türbanlı üniversiteye giden kızlar
için:   “Başındaki örtüyü çıkar demek, donunu çıkar demektir”   der.


Dünyanın neresinde olursa olsun, İslamcılar kadına arkada bir yer verilerken, apış arası ağrılarını gidermede kadınsızda edemezlerdir.
Yine unvanının başında Prof. olan bilim (!) adamı olan ilahiyatçı Süleyman Uludağ ise, “Sofi Gözüyle Kadın” adlı kitabında böbürlene övüne: 14 yaşındaki bir kız çocuğu  80 yaşındaki bir şeyhin bekâretini bozduğu nu söyler. Kitaptan okuyalım, bakın alçaklığa; din diye neleri ile uğraşıyorlar. 14 yaşındaki bir kızla evlenen Şeyh Ahmet Cam Namati, 60 cinsel birleşmenin yaşandığı gece sonrasında kıza şunları söyler:  “Eğer sana acımamış olsaydım, bu sayıyı 100’e çıkarırdım. Artık bir daha annen ‘kızımı 80’lik bir ihtiyara vermek istemem’
diyemezdi”   demiştir diye yazar.

Yine İlahiyat Profesörü Süleyman Uludağ   “Sofi Gözüyle Kadın” adlı kitabında şöyle:  “Hak erenler ve Allah dostları tam ve mükemmel erkekler” der. Sapıkça yazılar yazan Profesör Süleyman Uludağ, daha da ileri giderek, Peygamberlerin ve evliyaların cinsel güçlerini keramet sayıyor ve “Allah vergisi” gibi gösteriyor okuyucularına. Allah’ın sanki işi gücü yokta bazı insanların apış arası ilişkileriyle mi uğraşıyor?” diyesi geliyor.
Çöl sıcağında yaşayan Arapların cinselliğe karşı duygu ve düşüncelerini dinin içine sokuşturmuşlardır. Dünyada iken Allaha itaate kusur etmeyen insanlar için, öldüklerinde cennette “huri kızları”  rüşvet olarak verilir.
Hayel dünyasında yaşayanın umudu 1000 kadını bir gecede gebe bırakmak... Cennete giren bakire kızlarla sefa sürmek... Dahi:  "Cennete girenler bakirelerin kızlıklarını bozarak sefa sürer” 
hayelleriyle yatıp kalkmak... Ve dahi; 80 yaşında birinin bir gece de
60 defa cinsel ilişkide bulunması gibi biçimlendirilmiş sözlerden bazı zavallı Müslüman erkekler haz duyuyorlar.

İslam dini sapık ve sapkın, Uçkur düşkünleri, sabi sever din mensuplarının dinihaline getirmekteler. Bunları yapanlar yukarıda değindiğim gibi   “bilim adamı” sıfatı taşıyanlar. Bunlardan birisi Prof. Süleyman Uludağ aynı adlı kitabından: “Süleyman Peygamber’in 1000 karısı olduğu, bir gecede hepsini hamile bıraktığını”   rivayet edildiğini yazar.

Bir gecede 1000 kadını hamile bırakmak yaratılışa aykırıdır başta. Hiçbir erkekcinsel gücünü Allah’ın özel ayrım yaptığı kullarına  “cinsel güç”  ayrıcalığı kullandırdığı doğru değildir. Ama İslam âlemi böyle savsata işlerle kendini meşgul ediyor.

En son olarak yine Prof. “bilim adamı” sıfatı taşıyan Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Orhan Çeker, kadınlar hakkında talihsiz açıklamalar yapar: Dekolte giyinen kadınlar tacize ve tecavüze müsaittir. Kadıntahrik edici davranışta bulunmuşsa tecavüze müstahaktır” gibi saçma sapan şeyler söyler. Ama insan olan insanın, hiçbir gerekçe tacize, tecavüze sebep gösterilemez, kadının dekolte giyinmesi erkeği eğer çeker kışlıyorsa bu erkeğin kişiliği ve karakteri bozuk demektir ve tedaviye ihtiyacı vardır.

Başı Açık Kadını Perdesiz Eve Benzeten Zihniyet
Şeytanın bile “pes” diyeceği bir fikir. AKP Ünye Tanıtım ve Medya Başkanı Süleyman Demirci, sosyal paylaşım sitesi Facebook sayfasında: “Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır, ya da kiralıktır”  diye yazar.

Süleyman Demirci’nin kadını alçaltıcı bu tür mantıksız sözleri geniş halk kitleleri teki verince göstermelik olarak AKP yönetimi görevinden
uzaklaştırılır. Ama bu sözleri söyleyenin istifa ettirilmesi yeterli midir? Hayır; çünkü AKP’nin içinde %80 aynı böyle düşünen insanlar var. Bu tür kadınları aşağılayıcı sözleri halkın tepkilerini ölçmek için söyletirler, tepkilere göre istedikleri gibi olgunlaşmış mı yoksa daha zaman var mı diye. Tepkiler sert olmuşsa geri çekilirler; zaman tam kıvamında olduğunu hissettiklerinde işler tamamdır, gereken yapılır.

Yok; halkın bakışı eğer daha olgunlaşmamışsa hemen karşı atak takiyye devreye girer:  “bu fikirler partimizi bağlamaz, kendi şahsi fikirleridir, AKP’yi bağlamaz” deyip işin içinden fırlayıp çıkarlar.

Mustafa Kemal arkadaşlarıyla rakı içerek sohbet ediyormuş. Bu sırada arkadaşlarından biri perdeyi çekip kapatmaya çalışırken Mustafa Kemal:  “ne yapıyorsun” der Arkadaşı “Kimse görmesin diye perdeyi çekiyorum” der. Mustafa Kemal: “Bırak açık kalsın, rakı içiyoruz, asıl perde kapalı kalırsa bir kötü şeyler yaptığımızı sanırlar.”   Der.

Oktay Ekşi, Hürriyetteki köşesinde “bunlar analarını bile satarlar” diye
yazdığı yazısından dolayı, işinden olması bir yana, defalarca özür dilemesine rağmen Recep Erdoğan: “Ben bu gazeteciyle mücadele etmem, savaşırım”  diyerek tepkisini sert biçimde koymuştu. Ama kendi partidaşı, kadınlar hakkında hakaret içeren sözler söyleyince benzer bir tavrı göstermemektedir.

Allah’ın adını pis ağızlarında geveleyip duruyorlar, ağızlarından besmele eksik etmiyorlar, şaşaalı Cuma caminden padişahlara özgü çıkışı halka,  “bakın ne kadar dindar, ne kadar Müslüman” desinler diye gösteriş yapanlar, sonra atlayıp devletin uçağına gittiğin yerlerde parti propagandası yapanlar, yanında başı türbanlı karısını kızın taşıyanlar var. “Müslüman adamın başı türbanlı karısı-kızı” desinler diye halka gösteri yaparlar. Eski liderinin ölümü üzerine eline alıp okuduğun Kur-an’ı, günlerce yazılıp çiziliyor ve haber kaynakları işgal ediliyor. Bundan payda sağlanıyor, sonra oya dönüşüyor. Bu işler öylesine kolay oluyor ki, birkaç hıyarla turşu yapmaktan daha kolay
geliyor insana.

Giysi İle Meşgul Olan İslam Âlemine Efendi Olan Batı
Bakın, İslamcılar sarık için ne denmekteler: “Sarık ile namaz,
sarıksız yetmiş rekâttan daha üstündür.”
derler. Ve dahi: “Sarık, iman ile imansızlığı ayıran mâniadır; kendini putperestlerden ayırır”   Bir insanın dini
ve toplumsal durumunu belirleyen bir tür araç olur giysi. Her daim Müslümanların geleneksel giysileri, “Müslümanları kâfirlerden ayıran görünüm” olarak algılanır. Şöyle bir iddiada bulunurlar:   “Tanrı ve melekler inayetlerini, Cuma namazında sarık saranlara verirler” diye halkı aldatırlar.

Sonra: “Sakal koy ve bıyıklarını düzelt, İslam’a uy. İslam dışı giysiyi
benimseyip bir Müslüman’ın giymesi dinden çıkma hareketi” sayılır.

Duru bir mantığın böyle düşünen cahillerle buluşacakları hiçbir mekân
yoktur. İslam âleminin kör ve cahilliği nedeniyle, Fransız Devrimi ve
Avrupa’da ki sosyal-siyasal ve ekonomik gelişmeler, Müslümanlar arasında hiçbir heyecan sebebi olmaz. Avrupalı emperyalistler, İslam âlemine “efendi”  olmayı tescilleştirir lakin İslam dünyası anlamış değil hala. Böylece; Batı’ya İslam âleminin ne ihraç edeceği bir ürünü, ne edebi bir dünya kültürü, ne teknolojisi, ne de siyasi-toplumsal bir dünya görüşü vardır.

Lakin Batı, yukarıdakilerin hepsini İslam ülkelerine ihraç etmektedir...
Dahi; ta 1560 yılında Osmanlıda bulunan elçi Busbecq şöyle der:
“Dünya da hiçbir ulus, Hıristiyanlar tarafından icat edilen top, havan daha diğer birçok şeyleri kullanmalarıyla da kanıtlandığı gibi, yabancıların yararlı icatlarından yararlanmalarından Türklerden
daha büyük bir isteklilik göstermemiştir   der. Sonra çıkarlar meydanlara: “Bir milleti (gayri Müslim) taklit eden, onlardan biri
olur”  derler.

Ziya Paşa: “Dünyayı küfrü gezdim, beldeler, kâşaneler
gördüm. Dolaştım mülki İslam’ı, bütün viraneler gördüm”
  der.


İslamcılarda ideolojileşen sarık-çarşaf-peçe ve türbanın menşei...
Türkler Müslümanlaşırlarken Şamanizm etkilerini İslam’ın içine
sokmuştur. İranlılarda da bu böyle olmuştur. Onlarda eski dinleri olan
Zerdüşt dinlerinden bolca objeleri İslam dini içine sokmuşlardır...

İslam’ı özünden vuran, İslam’ın içeriğini değişik yorumlarla değiştiren
üç büyük tarikat İran kökenli olup, Anadolu Türklerini derin tesiri altına
almıştır. Bu tarikatlar, Mevlevilik, Kadrilik, Nakşibendîlik. İşte bu üç
Tarikatın kurucularının kökenleri de İranlı oluşlarıdır. Bunlar, Mevlana
Celalettin-i Rumi, Abdul Kadir Geylani ve Bahaddin Nakşibent’tir. Dahi
İslam’ı etkileyenler arasında Hint düşüncesi de çok etkili olmuştur.
İslam-Emevi orduları Orta Asya içlerine girmeye çalışırlarken önce İran’ı ele geçirirler. Ele geçirdikleri İran’ın uygarlığı karşısında şaşkına dönerler ve zenginlikleri Arapların gözlerini kamaştırır...

Geçmişte derin deneyimli uygarlığı ve zenginliği İranlıların Arap dini ve kültürüyle kaynaştıktan sonra, İran inanç sistemi çöker ve İran uygarlığı geriler. Çok zengin İran edebiyatı ve Zerdüşt dini inancıda İslam cilası altında yaşar hale gelir.

Türklerde de bu böyle olmuştur. Türklerin dini Şamanizm, her ne kadar
silinse de zihinlerden, Türklerin bilinçaltında var olmuş ve İslamlaştırılmış olarak yaşamıştır.

Türbana gelince; türban, bileninde bilmeyeninde bir tür çatışma haline
getirdikleri bir simge olmuştur. Nedir türban, gerçekten İslami başörtüsü mü? Değildir; erkeğin başına taktığı sarığın adıdır doğrusu. Türbanın kökeni Alman dilinde   “turban”  sözcüğü olduğu   “doğu erkeğinin başlığı, sarık” anlamına söylenilen bir cisimdir. Daha derin kökeni Farsça  “dulbend”   den türediği söylenir.

Türkçeye sonradan sokulmuş olan bu sözcük (türban) eskiden
bilinmiyordu. Türkçeye İtalyancadan-İspanyolcadan “turbante” diye geçer. Arapçada böyle bir sözcük anlamı “Türban” toprak anlamına gelen  “turab” in çoğuludur  “türban”   Yani   “topraklar” olur.

Türban Türkiye’ye 1960 yıllarda örtülü bir düşünce olarak sokulmuştur,
İran kökenlidir. Söylenişi dilimize Batı’dan girmiştir. İran’da anlamı
“kadın başörtüsü” değildir, bir tür tarikat simgesidir. Anadolu köylerinde
bu tür türban bilinmez. AKP kurmaylarından Ali Babacan’ın halası Hatice Babacan 1960’lı yıllarda türban takan ve Üniversiteye türbanı ideolojik olarak ilk sokan kadındır...

Bakalım kutsal kitapta ne demekte örtünme konusunda...
Kur-an Azap ve Nur surelerinde: “Örtünün, iffetinizi koruyun. Örtünün,
başörtülerinizi iki yakanızdan aşağı sarkıtın”   anlamında yorumlanır. Demek ki türbanlı örtünme, Kur-an’da örtünme tarifi gibi değildir. Böyle olunca  “türban”  bir İslam örtüsü değildir.
Sarık; tarikatçıların vazgeçilmez simgesi olur...
Yine İslam dininde “sarık” yoktur. Arapça da “sarık” anlamına gelecek bir sözcükte yoktur. Muhammed zamanında sarık bilinmezdi. Emeviler ve Abbasiler zamanında halifelik saray ve konaklarında Asyalı Türklerin Şaman inançlarına bağlı giysilerle “bekçi, gözcü, muhafız” olarak görev alırlar. Bu Asyalı Türkler aracılığıyla Müslümanlar arasında yaygınlaşmış bir Türk kökenli sözcük   “sarık”  sarmak fiilinden türeyen bir tür şaman başlığıdır. Türk Şamanlar, “yoğ-yuğ” törenlerinde giyerlerdi...

Çarşaf ve peçe...
İran kökenli olup, Zerdüşt inancının kalıntısıdır. Yukarıda söz ettiğim üç tarikat kurucusu olanlarında İran kökenli olduklarını yazmıştım. Bu tarikat erbabı üçgen biçiminde kadın-erkek çarşaf giyerler...

İslam’ın kurulduğu Arabistan’da, İslam öncesi ve sonrası tepeden ayaklara kadar inen kadın-erkek sıcaklardan dolayı bir tür entari giyerler. Araplar çarşaf ve peçe diye bir şey bilmezlerdi. Çünkü
Arapçada   “P”   ve  “Ç”   sesleri yoktur. Bu sesleri söyleyemezler. Dolaysıyla da
bu iki örtü biçimi de Farslardan gelmedir. Yani Zerdüşt dininin kalıntısıdır...

İşte görüldüğü gibi İslam’ı özünden vuran, İslam’ın içeriğini yorumlarla
değiştiren tarikat ve cemaatlerin ideolojik gayeleri, zihinlerde durağanlık yaratıp varlıklarını daha iyi bir biçimde sürdürmek için “Türban, Çarşaf, Sarık, Peçe”   gibi objeleri dinin birinci sırasına koyarak, dinin birinci sırasındaki gerçek kurallar unutturulmuştur. Dinciliği meslek haline getiren bilgisiz siyasiler, tarihleri ve köreltilmiş vicdanları çıkar amaçlı kadını kullanmada, kadına giysi ile baskı unsuru olmada galibiyet kazandığını sanmaktadırlar.

Kur-an Nur Suresi 31: “Örtülerini göğüslere salsınlar. Allah’tan
emin olan kadınlara söyle: Karşı cinsi yanlış düşüncelere sevk edecek
eylemlerden kaçınsınlar. Namus ve şahsiyetlerini korusunlar. Süsleriniz ziynetlerini, görünen kısımlar müstesna açmasınlar. Örtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar.


Eğer İslam millet türban için harcadığı enerjiyi başka insanlığa yararlı
alanlarda harcasaydı daha bambaşka dünya da yaşam hakkı olurdu
Müslümanların...




KADINLAR HAKKINDA PEK ÇOK SÖYLENCELER



KADINLAR HAKKINDA DAHİ PEK ÇOK SÖYLENCELER
Şehbaniyye ve Yezidiyye tarikatı için: “Bunlar kadınların hilafet ve
imametini; zalim sultana hurucu caiz görürler. Zira Hz. Peygamber:

“Emir-i kadın olan kavim iflah olmaz” demiştir. Allah-u Teâlâ da kadınlara, erkeklere karşı örtünmelerini ve evlerinde oturmalarını emretmiştir: Kur-an-Ahzab 33. suresi “Vakar ile evlerinizde oturunuz” der.

Kadının Saçından, Giysisinden Tahrik Olmak; Edepsiz erkek “örtünmeyen kadın fuhuş işler” dedikçe, kadın-erkek ortak yaşamda yerleri yoktur. Kadını özgürleştiren medeni kanun ve seçme seçilme hakkını veren yasalara ve o yasaların devrim niteliğine bahana bulan bazı zihniyetler, kadını hürriyetinin türban olduğunu iddia ederler. Dolayısıyla da cumhuriyet ruhunu suçlarlar.

İslam da “cinsellik hastalığı” erkeklerden yayılmaktadır... 
Eğer erkekler kadınların giysilerinden “cinsel tahrik” oluyorlarsa bir şeyler ciddi biçimde İslam ülkelerinde yanlış gidiyor demektir. Eğer kadınlar giyim kuşamlarından dolayı erkeklerin tecavüzünden kurtulamıyorsa dahi evlilik öncesi ilişkiye  “erkeği teşvik ediyor” mazereti kabul görüyorsa, bunda kadına Müslüman erkekler tarafından “lanetli” faturası kesiliyor.

İnsan beyninin aydınlatılması, taassup ve kör inançların ortadan kaldırılması, tabuların yıkılmasıyla sağlanır. İnsanlar doğuştan eşit midirler? Kadın-erkek ilişkilerinde Kadın-erkek ayrımını bir çift ayakkabıya kıyaslayan dinci çevrelerce: “nasıl sağ ayakkabı sol
ayağa, sol ayakkabıda sağ ayağa göre değilse, kadın erkek durumlarının yerleri de net bir biçimde bellidir” derler.

Erkeğe Göre;
Dünyada kadın erkeğin kıskançlık kaynağıdır. O nedenle “kadını koruma erkeğin görevi” olarak kabul eder, kadını koruma görevini kadına danışmadan üstlenir erkek. İş böyle olunca kadına “ceza verme” hakkını da erkek elinde tutar; hiçbir hukuk kuralını kendi hukuk kuralsızlığından üstün görmez

Müslüman pek çok erkeklerin beyinlerinde var olan ham salgı bazen, kadının davranışlarını değiştirmeye yönelik olarak harekete geçmektedir. Kadınları din kullanılarak ikna etmeye çabalamasının altında yatan niyet, kadınlar üzerinde erkek egemenliğini asla
kaybetmek istememesinden kaynaklanmaktadır. Kadınıyla

egemenliği paylaşmaya niyeti asla olmayacaktır da.

O nedenle kadınlar hakkında tesettür (örtünme) olayına erkekler karar vermektedirler, kadınlar ise uymak zorunda bırakılmaktadır...

Derler ki tesettür bireysel tercihtir. Sonra da kusursuz bir tercihtir derler. O zaman kusurlu tercih nedir? İşte baskının başladığı sözün
gediğe konuş yeri. Tesettürsüzleri doğru yola sürmek için yanılgı tercihlerden alıp kusursuz tercihlerine çekmek kişiler kendilerine

haddi aşan vazife çıkartmaktadırlar. Bunun adına da: “içine nur
(ışık) akıtmak” diyerek misyonerlik görevi yapanlar mahallerde boy gösterirler.

Egemenliği kadınıyla paylaşmak istemeyen erkek için en büyük müttefiki dindir. Dini elinde tutan dinci muhafazakâr ve milliyetçi muhafazakâr erkekler olmuştur her daim.

Pek çok erkek başı açık kadınla evleniyor sonra kadının örtünmesi
için erkek tatlı dille: “Başörtüsü takarsan ne güzel olursun” demeye başlıyor ve dahi kadın başka hediyeler beklerken, karısına erkek hediye olarak türban almaya başlıyor. Yine erkeğin yakın akrabaları aileye katılan yeni geline başörtüsü hediye ediyorlar.

Bu durum sosyolojiktir; aileye katılan kadına başını örtmesi için doğrudan

söylenmeyen sözler, alınan başörtüsü hediyesiyle dolaylı olarak başını örtmesi iması yapılarak sonuca ulaşılmak istenilmektedir. Eğer başörtüsü takması için, başörtüsü hediyesi ile anlatım tarzı amaca ulaşmamışsa, başörtüsünün faydalarını araya din ve Allah sokularak izah edilir. Hala beklenen yerine gelmemişse aile sertleşir: “Al şu türbanı kapat başını, ben dinimi kimseye çiğnetmem” ile başlayan cicim ayları sona eriyor ve yerini nefretle baskıya bırakıyor.

Zalim sultanlara karşı isyan edenlere ise caiz görmezler...
Kur-anda ki şu ayeti öne sürerler: “Ey iman edenler, Allah’a
itaat edin, Peygambere ve sizden emir sahiplerine de itaat edin”
der. Kur-an Nisa 59. sure. Kaynak: “Ebu Muhammed
Osman b. Abdullah b. el-Hasan el-ırak-i el-Hanefi” Sapıklarla Dinsizlerin
Çeşitli Mezhepleri” Ankara İlahiyat Fakültesi 1962
Çeviri Yaşar Kutluay.

Don Carleone: “İş hayatında asla öfkelenme, asla tehdit etme,
akıllı ol” der.

Başbakan Recep Erdoğan ATV’de canlı yayınlanan “Başbakanla Gündem Özel” adlı programda, BOP’un Türkiye de tam olarak tanımının yapılmadığını, projenin en başından ölü doğduğunu
teziyle: “Doğuşta daha adımı atıldığında olmadı, yürümedi bu iş.
Fakat bizdekiler sanki bu ‘BOP hala yürüyor’ diyor. Bunun baş
aktörü biziz. Böyle bir şey yok. Çalışma yok... Ama hala bunu konuşuyorlar” 
demiştir. Şu andaki Libya, Mısır, Tunus vs.
olayların bu proje içinde olmadığına da inanmadığını söyler.

Başı Açık Kadını Perdesiz Eve benzetmek;
Şeytanın bile “pes” diyeceği bir fikir. AKP Ünye Tanıtım ve
Medya Başkanı Süleyman Demirci, sosyal paylaşım sitesi
Facebook sayfasında: “Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer.
Perdesiz ev ya satılıktır, ya da kiralıktır” diye yazar.

Süleyman Demirci’nin kadını alçaltıcı bu tür mantıksız sözleri
geniş halk kitleleri teki verince göstermelik olarak AKP yönetimi görevinden uzaklaştırılır. Ama bu sözleri söyleyenin istifa ettirilmesi yeterli midir? Hayır; çünkü AKP’nin içinde %80 aynı böyle düşünen insanlar var. Bu tür kadınları aşağılayıcı sözleri halkın
tepkilerini ölçmek için söyletirler, tepkilere göre istedikleri gibi olgunlaşmış mı yoksa daha zaman var mı diye. Tepkiler sert olmuşsa geri çekilirler; zaman tam kıvamında olduğunu hissettiklerinde işle tamamdır, gereken yapılır.


TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)

ETHEM NEJAT (1887-1921) Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün...