29 Temmuz 2021 Perşembe

16. YÜZILDAN İTİBAREN OSMANLININ AMACI TÜRKLERİ ARAPLAŞTIRMAKTI


  1. Osmanlı Sultanı
    Osmanlı'nın Amacı Türkleri Araplaştırmaktı
Falih Rıfkı Atay, “Zeytindağı” adlı kitabında: “Arap milliyetçisi Şamlı Azimzadeler, Konya’dan gelme Kemik Hüseyin torunu idi. Halep’in gerçek ailelerinin kökenleri Türklerdir. Osmanlı İmparatorluğunda itibar, azınlığın imtiyazı olduğu için ve Türk unsuru imtiyazsız olduğu için herhangi bir Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk olmaktan daha yaralı idi” Şöyle sürdürüyordu: “Suriye, Filistin, Hicaz Türk müsün? Sorusuna sürekli yanıtlar ‘estağfurullah’ idi” diye yazar. “Zeytindağı” Pozitif yayınları 2020, s. 216

Osmanlı Askeri Teşkilatı
Günümüzde dahi Osmanlı hayranlığı, Arap tabasına olan yakın tavırdır. Türküm diyememenin ya "Müslümanım" demekle veya "Osmanlıcılığa" sığınmaktır.

Aydın olma yeteneği kıt Osmanlı yöneticileri Osmanlı olmuş, Türküm diyememiş, Türk olama kavramının bilincinde olmamış, Müslüman olma kavramıyla Osmanlı kavramında kıvranıp kalmışlardı. Yani Türk kimliği kavramı bilinçlerinde yoktu. Ancak Müslüman olmak, Arap olmaya yakındı Arap kavminden olmaktı ve kendi ulusal kimliğini unutmaktı istenilen…

Milli değerlere yönelmek, Arap olmaktan kurtulmak, onlardan ne yaparsa yap hayır gelmeyeceğini anlat, anlamakta çok geç kalınmıştı ama cumhuriyeti kuranlar tarafından zor olan başarılmıştı. Osmanlıların son zamanlarda Araplardan yenen kazık, yeni bir ulusal kimliğe dönüşü hazırladı. Böylece Araplara yabancılaşma başladı. Çünkü Osmanlının kutsal millet yaptığı Arap dünyasında Türk ve Türklük geçerli olmayıp düşmanlaştırılmıştı. Daha açıkçası, Osmanlı Arap dünyanı ve topraklarını vatanlaştırama yerine, aksine Türkleri Araplaştırma çabası ağır basıyordu.

Falih Rıfkı Atay: Hükümetin savaş politikasını, ordunun ve milletin harbinden ayırmalıyız. Yanlış kara veren bir kumandanla, o kara uğruna can veren zabit nefer nasıl aynı çerçeve içinde görülebilir?" diyordu, "Zeytindağı-Ateş ve Güneş" kitabı, Pozitif yayınları 2020, s.319

Türkiye Cumhuriyeti 10. Yılında, Türk ulusunu inşa etme süreci Kemalizm ile kolaylaşmaya başlar; Türk ulusu kimliği 1. Dünya Savaşı Osmanlının tarihe gömülmesi süreciyle yeni bir Türkiye Cumhuriyeti doğuşu başlamış olur.

O günlerde Osmanlı "Devri Sabık" olmuş, bütünlüğü ile olumsuz bir geçmiş döneme sahip olmuştur. Modern Türkiye'nin doğuşu, Osmanlının son dönemlerindeki olumsuzlukları Türk milliyetçiliğinin Türklerin ruhunda yeşermesine neden olmuş ve ateşli bir Türk ulusundan yana olan Mustafa Kemal ve arkadaşları çabalarıyla gelişmiştir.

Osmanlı yok yere binlerce Türk askerlerini kızgın Arap çöllerinde, donmuş dağlarda kırdırmış salt İstanbul'da saraylar yapıp saltanatlarını sürmek için.

1932'lere gelindiğinde her şeye rağmen Türk ulusu kimliği kavranmış, kendi ulusal varlığını bütün dünyaya karşı meşrulaştırmıştır. Bugün, o günlere gelinmesini, çekilen çilesini, acı ve ıstırapların farkına varmayan veya farkına varmak istemeyenler tarihi çarpıtmaktadırlar. Osmanlı İmparatorluğu, Türk ulusundan olamamış, ulus kavramını Arap milliyetçiliğine kurban etmiş; Osmanlı geçmişini, geçmişteki kimliğini bu Türk halkına anımsatacak ne varsa yok etmiştir. Osmanlı, Arapça-Farsça ağırlıklı, içine bazı Türkçeden sözcükler serpiştirilmiş, hiçbir değeri olmayan Osmanlıca denen yoz bir dil üretmiş olması bile Türk ulusunun yok olması için tek başına yeterlidir.

Şiddet ve Celal tipik bir Şarklı anlayışıdır…
Osmanlı İmparatorluğu (Osmanlı Emperyalizmi) bu kavram karmaşık ve Batılı Emperyalist devletlerden farklıdır. Osmanlı İmparatorluğu girdiği yerlere maddi sömürge için giriyor, kültürel sömürge için girmiyordu. Tersine daha çok Arap topraklarına giren Osmanlı, kendi dilini, kültürünü Arap kültürü içinde eritiyordu.

Batılı emperyalistler (İngilizler, Fransızlar, İspanyollar vs.) sömürü için girdikleri ülkelere dilini, kültürünü dayatıyor, yerli halkların dilini, dinini ve kültürel yapılarını değiştirerek öz kimliklerinden kopartıyordu. Bunun tersini yapıyordu Osmanlı, kendi kimliğini ve dilini unutturarak Türk toplumunu Araplaştırmaya, Arap dinini ve örf, adet, geleneklerini dayatıyordu… Yani Arap diyarında Türk ve Türklük yerine Araplaşmak, Arap dili ve kültürünü almak zorunda kalınıyordu.

İş bu böyle olunca Osmanlı buralara girip uzun süre kalsa da sömürge durumuna getiremedi ama asıl kültürel olarak Araplar Türkleri sömürdüler. Yani kısacası Osmanlı girdiği yerleri vatanlaştıramadı, sonu acı bir biçimde bitti, kaybetti, birçok cana mal oldu. Bugün Osmanlıcılar, Osmanlının bu kaybedilen topraklardaki geçmişteki acı veren olayları görmezler, gururla anlatırlar.

Falih Rıfkı Atay: "Osmanlı İmparatorluğu, Trakya'dan Erzurum'a doğru, koca gövdesini yan yatırmış, memelerini müstemleke milliyetlerinin ağzına teslim etmiş, artık sütü, kanı ile karışık emilen bir sağmal idi" diye o günlerin acısını böyle anlatır "Ataş ve Güneş, Zeytindağı" kitabı, Pozitif yayınları 2020, sayfa 218'de.

Osmanlı olmakla gururlanırlar: "Şam evimiz kadar bizim, Lübnan bahçemiz kadar bizim. Bu tasarruf ve hüküm hissini bize damarlarımızdaki kandan geldiğine kuşku yoktur" yazar. Aynı yapıt sayfa "Ataş ve Güneş, Zeytindağı" kitabı, Pozitif yayınları 2020, sayfa 218

Hayallerle yaşayan Osmanlı bir yana, gerçekleriyle kurulan cumhuriyet dinç, dimdik ayaktadır. Falih Rıfkı Atay: "Bizim Osmanlı emperyalizmi şu ana fikir üstüne kurulmuş bir hayal idi: Türk milleti kendi başına yapamaz" der. "Ataş ve Güneş, Zeytindağı" kitabı, Pozitif yayınları 2020, sayfa 216

Yani Osmanlıcılar, Osmanlıcılıkla övünürler böbürlenerek ama bir tek iz bugün yoktur. Osmanlı hayal uğruna canları ile ödeyen Anadolu insanları, Osmanlının hayali uğruna dünyanın birçok yerlerinde heba edildiler. 20-25 yaş arası, daha birçokları yârin yanağından bile nasıl öpülür bilmediler. Yarısı ise evli, geride dullar bırakacağının bile farkına varmadan Anadolu yiğitlerinin kanı Arap çöllerinde akıtıldı, Arapların kursağına Anadolu yiğitlerinin rızkı akıtıldı. O çöllerde kanı akıtılanların tamamı Anadolu Türkü idi. Onların komuta kademesi ise Araplardan oluşuyor, çarpışarak ölenler ise Türklerdi.

O bölgede sorun Araplar için Arap sorunu değildi; Türk sorunu, Türk düşmanlığı hissi idi. Arap çöllerinde Anadolu insanının canı veriliyordu. Birçokları sahipsizlikten unutuldu, birçokları kayıplardı, bulunamadılar, birçokları emperyalist devletlerin toplama kamplarında sürgünlerde öldü gitti. Birçokları kolsuz, kimi bacaksız kaldı, kimi yurda gazi olarak döndü ama kendilerini feda edecek kadar hepsinin sevdaları birdi, vatan uğruna canlarını feda ettiler…

Bütün bunlar, yanlış karar veren ve yıkılıp giden Osmanlının yanlış kararlar sonucu canlarını veren, seferden sefere koşan Anadolu insanlarıydılar. Bunlar aynı anda dört cephede çarpışan Anadolu insanları, kimi karlı dağların soğuğu dondururken, kar ve tipi cabası, kimisi çöl sıcağında tepesinde güneş kavuruyor adeta, yine güneşin çöle yansıyan yakıcı sıcaklığı ise ayaklarını yakıyor yürüyemez duruma getiriyordu. Çölün yürünemez yakıcı sıcaklığı bir yana, çölde çekilen susuzluk, bir damla suya hasret kalmak yazgılarıydı adeta.

Bu savaşlarda Arap çöllerinde yitip giden 3 milyon Anadolu yiğidi, Suriye, Filistin ve Yemen cephelerinde kaybedildiler Osmanlının yanlış tutumundan dolayı. Bu Anadolu insanlarının cesetleri yurdundan çok uzaklarda kaldı; yurdundan çok uzaklarda bilinmeyen mezarları ne de adları kaldı. O bölgelerde, onların ölümleri üzerinde kurulmuş ama hala gözyaşları dinmeden birbirlerini kıran devletçikler kurulmuştur.

Doğrusu bu çöl insanının savaşıydı, Anadolu insanının savaşı değildi, kendisinin savaşı olmadığı yerlerde şehit düştüler. Ancak kendi Anadolu savaşında kazandılar, kendi devletlerini kurdular.

Osmanlı İmparatorluğu, ümmetçilik fikri sebebiyle üç kıtada egemen olmuş, bu coğrafyanın büyük bir kısmını Arapların yaşadıkları ülkeler kapsamaktaydı. Kudüs, Şam, Filistin, Hicaz gibi. Osmanlı sadece coğrafyada büyüyebilmişti. Çünkü, bu kazanılan toprakların hiçbirinin kültürlerine, dillerine, ticaretlerine ve mal mülk, para ile ilgili şeylere egemen olunamamıştı. Ne hazindir ki Osmanlı, Arapları Türkleştireceğine oradaki Türkler Araplaşmıştır.

Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık. Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Eğer, medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu içlerine kadar gireceğine şüphe yoktu. Osmanlı Emperyalizmi şu ana fikir üstünde kurulmuş bir hayal idi: "Türk milleti kendi başına devlet yapamaz!" diyerek uyutuyordu Anadolu Türk toplumunu…

Osmanlı, Arap topraklarına girerek oraları bir bakıma imar ediyordu. Çünkü, Arap şeyhleri arasındaki kanlı savaşlar sonucunda Arap halkı mağdur oluyor ve maddi olarak da çöküntüye uğruyordu. Osmanlı geldiğinde ise bu şeyhleri uzlaştırıp sükuneti sağlıyor ve onlara belirli imtiyazlar veriyordu. Bir bakıma Osmanlı onlar için bir kurtuluş gibiydi. Buna rağmen Osmanlının güçsüz duruma düşmesini fırsat bilip Araplar hemen İngilizlerle, Fransızlarla anlaşmışlar ve Osmanlı’yı arkadan vurmuşlardır. Osmanlı’ya karşı görünüşte bağımlı olan Araplar her zaman kendi halifeliklerini istiyordu. Müslüman Araplar arasında Arap Halifeliği hükûmeti peşinde olanlar vardı ve 1. Dünya Savaşı çıktığında bu düşüncelerini gerçekleştirmek için ve İngilizlerin vereceklerini söz verdikleri ayrıcalıklardan dolayı Osmanlı’ya ihanet etmişlerdi.

Osmanlı İmparatorluğu'nun Araplara vermiş olduğu haklar, onların küçük bir anlaşmazlıkta bile isyan etmelerini sağlıyordu. Cemal Paşa zamanında çıkmış olan bir kanun ile komutanlara eğer vatan müdafaası için zaruri görülürse idam hükümlerini yerine getirmesi yetkisi verilmişti. Yani isyanlar artık kanla bastırılıyordu. Cemal Paşa'nın bir amacı da Suriye’yi Osmanlılaştırmaktı. Bu düşüncesini gerçekleştirmek için Suriye'de Halide Hanım'la birlikte modern okullar açtırmıştır. Bunun yanında bir de göç ettirilen Ermenileri, Lübnan ve Suriye içlerine dağıtarak güçlenen Arap Milliyetçiliğine karşı bir güvence olarak kullanıyordu. Hatta Ermenileri güçlendirmek için ev ve toprak bile verilmiştir.

Yani kısacası Halep’i Şam’ı, Beyrut’u, Kudüs’ü kendinin sanan Osmanlı bu Arap coğrafyasını ne sömürgeleştirmiş ne de vatan yapabilmiş, ancak bölgede jandarmalık görevini yapmıştır. Bağ bahçe bekçiliği yapmış, sonunda 3 milyon saf ve temiz Anadolu gençlerinin şehit düşmelerine neden olmuştur. Aslında Osmanlı için o kentler bir süreliğine birer turistik gezi alanlarıydı, Osmanlı bunun bile bilincinde değildi…

Hala birçok aklı evveller vardır ki, o toprakları “bizim” sanırlar, Osmanlıcılık oynarlar ancak turist vizesi alarak o kentlerin cadde ve sokaklarında bir süreliğine bir yabancı gibi gezer gelirsin, sonrada bu topraklarda kutsallık diye kendi kendini kandırırsın. Aslında geçmişte de o kentlerin anahtarı Osmanlıda falan değildi; çiftlikler, üretim merkezleri, ticaret, kültürel yapı, endüstri, saraylar, evler, şatolar gibi her şeyler Osmanlının değildi, Araplarındı ya da başka milletlerindi. Ecdat denilen Osmanlı buralarda 400 yıl ancak jandarmalığını yaptı; kiliseler Hıristiyanlarındı, Havralar Yahudilerindi, Camiler Arap Müslümanlarındı. Ancak oralarda Türkler Araplaşmış, veya yarı Arap olarak ezgin durumda yaşardı. Bu ezgin yaşamaktan kurtulmak için birçok Türkler Araplaşırlarken bir tek Türkleşmiş Arap yoktu…
Selman Zebil Temmuz 2021 



6 Haziran 2021 Pazar

İNSANLARIN ZİHİNLERİNE GİRİP MANKURTLAŞTIRMAK

HİN YORGUNLUĞU ve MANKURTLAŞTIRMAK
İnsanları Mankurtlaştırmak


Bilinçli, bilgili kişiler için ülkesine, milletine karşı sorumluluk bilinci taşımak, ulusuna, yurduna saygı ve sevgi beslemek kutsal bir görevdir. Büyük ya da küçük boyutta kötü olanla bu toplumu yönlendirmeye yönelik yöneticilere karşı duyarlı olmak bir görevdir...

Bir milletin ümüğünü sıkıp nefes almasına engel olmaya çabalayan düşmanlar her daim olacaktır. O nedenle sürekli düşmanın yanında diri, varlıklı güçlü olmak için düşmanın niyetini önceden bilip, umudunu kırma mücadelesinde sürekli uyanık olmakla sağlanır...

Değişen dünya da değişik ülkelerin çıkarları birbirleriyle örtüşebilir. Zamanla çıkarlar çatışmaya dönüşebilir. Bu çatışmalar tank, top, tüfekle olmayabilir. Güçlü istihbarattık bilgilerle hedef ülkeyi güçsüzleştirerek kendine bağlı hale getirilebilir. Böylece dost görünümlü düşman veya açık görünümlü düşman ülke istihbarat ajanları, hedef ülkenin yöneticilerine dolaylı yollardan buhranlı günler yaşatırlar; zayıf düşürürler. Bunun yapılmasında birçok deliller kullanırlar:

A- Beynin ablukaya alınması ile zihinsel durgunluklar sağlanır.

B- Beynin işlevini kaybetmesi ile zihinsel yorgunluklar sağlanır.

C- Bedensel yorgunlukla da: Kişiye; girdiğin mücadelede becerememe paniğine kapılması sağlanarak elden ayaktan düşürülmesi taktiği uygulanır. Örneğin: “Ankara’nın şerrinden, Brüksel’in şefkatine sığınmaktır bizim yaptığımız” diyen vekillerle ülke yönetilmesi bir tür yorgunluktur. Yapması gereken görevini Brüksel’in insafına bırakmaktır...

Yukarıda anlatmaya çalıştığım şeyler tavandan tabana doğru yaygınlaşarak oluşur. Varlığını fark ettiren devlete düşen görev, halkını mümkün olduğu kadar kendi kendini idare edebilecek asgari duruma getirmektir. İstihdam sağlamaktır, işçi ve işveren arası kültürel uyumu sağlamaktır. Dahi ülke yönetimine süratle kitleleri ortak etmektir...

Sonra halk çıkıp ortaya varlığı fark edecek, sayıldığını anlayacak, saygıda değer olduğunu kavrayacak, özgüven duyacak kendine. Dahi; devletine milletine candan bağlanacaktır...

Dinamik olmaları telkin edilmesi gereken 84 milyon Türk halkının 18 milyondan fazlası sosyal yardımlarla geçimini sağlıyor. Dahi devleti yönetenlerin siyasi istismarı olarak süren yiyecek, yakacak, buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın gibi beyaz eşya dağıtmakla denildiği gibi öyle “sosyal devlet” falan olunmuyor. Ancak aşağıdaki sonuçlar olur:

Zihinsel durgunluğun ortaya çıkar; bir kıyıda pısırık, sönük sinerek, sessiz soluksuz hale getirmekle kendilerini güçsüz, güvensiz hissederek elini ayağını ovuşturan edilgin hale gelecek, yoksulluk “kaderdir” diyerek boyun eğecektir... Yardımlarla geçinen ezilmiş, yoksul adam her yerde dahi, bir çocuğun yanında bile dilsiz ve suskun kalacaktır...

Zihin yorgunluğu oluşmuş kişiler, ülke ekonomisine katkı sağlayamaz duruma gelirler, getirilirler. Bıkkın, bitkin, çünkü ona her şeyi “kader” ile ölçme hesabı telkin edilmiştir. Yoksulluk “kader” ise, o halde bütün İslam ülkelerin halkı yoksulluk içinde olmaları kaderin sonucu mudur? Onları yönetenlerin telkin edici “kader” denilen şeye "kaderim buymuş" deyip boyun eğmek, önce zihinlerin ardından yaşadığı ülkenin çökertilmesinde en güçlü silahın öldürücü "kader" kurşunudur... 

İnsanları beyninden tutsaklaştırmak
Yaptıkları iş, zihinlere girip insanların duyarlılıklarını kırmak...

Hep böyle olmuştur. Türkiye de iktidar olanlar sılgınçını sorgulayan, azınlıkta kalan sivil toplum örgütlerinden alırlar. Bu zailim iktidarlara da en çok kendilerini "kader" diye aldatılanlar destek olurlar...

Siyaset siyasilere bırakılmalıdır derler ancak demokrasiler de toplumların yaşamı her daim siyasettir. 
Yediği, içtiği, açlığı, tokluğu, giydiği, işi, işsizliği, sevinci, kıvancı, gözyaşı dahi adam gibi adam olması için siyasetin içinde şöyle ya da böyle olması insan olma gereğidir. Sivil toplum örgütleri başta sendikaların görevi iktidarı elinde tutan siyasilerin yanlışlarına muhalif olmak değil mi?

Fikri ahlaksızlık, kültürel kokuşmuşluk, umursamazlık aldatılmış, yanıltılarak basite indirilmiş bir halk yığınları ile karşı karşıya kalıyoruz. Türk halkı birey olmayı, özgür vatandaş olmayı kaldıramaz hale getirilmiş, padişahlık isteyen, halifelik makamı isteyen hale getirilmiştir. Kendisi kahraman olamayacağından “kahraman” yaratabilen bir kitle ile karşı karşıya kalıyoruz...
Selman Zebil 6 Haziran 2021

12 Nisan 2021 Pazartesi

KONYA'DA İSYAN EDEN DELİBAŞ'IN ÖLDÜRÜLÜŞÜ ve 1. 2. BOZKIR İSYANLARI

1. Bozkır Ayaklanması (28 Eylül-6 Ekim 1919)

1. -2. Bozkır İsyanlarının geçtiği yer Kasaba
Anadolu’da çıkan isyanlar içinde, 1. Bozkır Ayaklanması 28 Eylül, 6 Ekim 1919 arasında 5 gün sürer. 2. Bozkır ayaklanması ise, 20 Ekim, 4 Kasım 1919 tarihleri arasında 15 gün sürer. Delibaş Mehmet 2 Ekim, 22 Kasım 1920 tarihleri arasında da Konya ayaklanmasını olarak tarihe geçer. Böylece bölgede 3 isyan girişimi olmuştur.

Konya halkı gerek basının gerek vatansever din adamlarının, gerek azınlıkların gerek İzmir, Antalya, Konya gibi vatan parçalarının işgallerinin etkisiyle, vatansever duygularla başta Kuvayı Milliye saflarında yerini almıştı.

Fakat bu sure içinde Konya'nın Bozkır ilçesinde eski “İttihat ve Terakki” taraftarlarının Kuvayı Milliye teşkilatını kurmaları ve bu yolda halkı kazanma çalışmaları, ilçede bazı kesimleri rahatsız etmiştir. İttihat ve Terakkicilerin yeniden iktidara gelmelerini önlemek amacıyla halka çeşitli propagandalar yaparak ilçede karşıt kitleler oluşturmuşlardır.

2 Ekim Delibaş Mehmet'in başında olduğu
isyancılar Çumra'yı basarlar


Bozkırdaki İttihat ve Terakki Partisine tepki olarak oluşan halk topluluğu, Hürriyet ve İtilaf Fırkası mensuplarının, Teali İslam Cemiyeti mensuplarının, Vali Cemal Bey ve Nakşibendi tarikatı Şeyhi Zeynel Abidin Efendi ve yeğeni Şeyh Ziya; Vali Cemal Bey'in şehri 27 Eylülde terk eder. Bir gün sonra 1919 yılının 28 Eylül’ünde 1.000 kişilik silahlı silahsız kalabalık bir köylü grubu başlarında Kurtoğlu Musa, Bademlili Hacı Halil ve Gürel Çavuş ile Bozkır’a girerler.

Olay üzerine Albay Refet Bey 30 Eylül 1919’da Konya'ya gelir ve asilerle anlaşma yapılır. Buna göre asiler ele geçirdikleri silahları teslim edecekler ve esir subayları serbest bırakacaklardı. İsyan 6 Ekim 1919 günü böylece sona ermiş oldu. Sekiz gün süren 1. Bozkır kalkışması olarak tarihe geçer…

2. Bozkır Ayaklanması (21 Ekim-4 Kasım1919)
1. Bozkır ayaklanmasından sonra onlar 21 Ekim 1919’da yeniden ayaklanma olur. Bu ayaklanma kalkışması da 4 Kasım 1919’a kadar sürer Bu ayaklanmanın nedeninden biri, Damat Ferit hükûmeti yerine kurulan Millî Mücadele taraftarı Ali Rıza Paşa hükûmetinin kurulmasıydı.

Ayrıca Konya isyanlarının tamamında “İngiliz Muhipler Cemiyeti” üyelerinin “İslam Teali Cemiyeti” üyelerinin, “Nakşibendi tarikatı Şeyhi Zeynel Abidin Efendi’nin” ve “Papaz Frew'nun” etkileri bulunmaktadır.

Refet Bey'le yaptıkları antlaşmalara uymayan isyancılar ellerindeki silah ve cephaneyi hükûmete teslim etmemişlerdi. İsyan sahasını genişletmek ve kendilerine destek bulmak için Hadim, Alibeyhüyüğü, Akviran ve Karaman'da da propagandaya başladılar. Kürtoğlu Musa, Zeynel Abidin'in yeğenleri Hoca Abdullah, Hoca Sabit, Hoca Abdulhakim, Avdan köyünden Hacı Osman, Sinekli Şükrü, Bozkırlı Hüseyin, Apa köyünden Hacı Hasan, Hacı Hüseyin vb. isyanın içinde idiler.

Bu yıkıcı ayaklanmalar üzerine Afyon'dan Arif Bey komutasında Karakeçili Müfrezesi Seydişehir’e gönderilir.

Bu arada Zeynel Abidin Efendi'nin emri üzerine Kürtoğlu Mustafa, Hacı Abdullah, Hoca Sabit hükûmet binasına gelerek; “Bozkır İsyanını bastırmak için Çınarlık’a gönderilen bütün kuvvetlerin çekilmesini" isterler. “Eğer istekleri kabul olmazsa Kuvayı Milliye teşkilatına karşı harekete geçeceklerini” söylerler. Kaymakam ise, “yaptıklarının doğru olmadığını” söylediyse de ikna olmadılar. Bunun üzerine vilayete telefon ederek isteklerini bildiren asiler, vali vekili olan Vehbi Efendi'nin ret cevabı vermesi üzerine, “Padişahın emri gelip, bunları vurmaktır” diye bağırmaya başlarlar. Ve sonra telgraf hatlarını keserler. Ardından 3.000 kişilik bir kuvvetle Akkise köyünü işgal ederek soygun ve talan yaparlar.

Burada halkı kendilerine katılmaya zorladılar. Seçilen nasihat heyetini de dinlemeyen asiler Akkise yakınlarında Arif Bey kuvvetleri ile çatışmaya girdiler ve dağıldılar.

Bu arada isyanın Çumra, Hatunsaray, Alibeyhüyüğü’ne sıçradığı görülür. Yapılan olumsuz telkinler dolayısıyla firar eden askerler yüzünden Çumra-Hatun saray ve Alibeyhüyüğü’ne asker gönderilemez. Ama bu arada bazı asilerin Delibaş Mehmet’in etrafında toplandıkları haberi duyulur. Arif Bey'in harekete geçerek Apa köyü yakınlarındaki isyancıları bozguna uğratması üzerine (28 Ekim 1919) Delibaş’ın etrafındaki isyancı artıklarında kaçtıkları görülür.

Bu sırada asilerden bir grup Çumra’ya gitmekte olan Millî Kuvvetleri pusuya düşürürler. Asıl Bey eksikliklerini tamamlayıp asilerin üzerine yürüyerek Dinek bölgesinde askerin varlığını ortadan kaldırır. (2 Kasım 1919)

İkinci Bozkır İsyanı olarak bilinen bu isyan 20 gün sürdü, isyan esnasında asker Bozkır’a bir saatlik mesafeye kadar tüm telefon tellerini kestiler, işgal ettikleri yerlerde Millî Mücadele’ye taraftar olanların evlerini, yağmaladılar onlara işkence ettiler. Bozkır Askerlik şubesini, dükkânlarını, genel karakolunu, cephaneliği, barut haneyi yağmaladılar.

Bu ikinci isyanın bastırılmasında ulusal kuvvetler 5 şehit 3 yaralı verdi. İsyancıların kaybı ise 30 ölü 30 yaralıdır. Sonunda 132. Alayın 1. Taburu Bozkır’da bırakıldı.

Yeni Açılan TBMM’sine, Kuvayı Milliye’ye Ve Kurtuluş Savaşına Karşı
Kurtuluş Savaşını baltalamak İçin; Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan iç isyanlar kuskusuz Türk İstiklâl Mücadelesinin ibret verici önemli olaylarından biridir. 1919 Mayıs’ında başlayıp, 1921 Haziran ortalarına kadar süren isyanları incelediğimizde, ortaya çıkan temel özelliği, Kurtuluş Mücadelesini başlatan “Kuva-i Milliye” ve yeni kurulan, TBMM’nin açılması ve meclisin Heyet-i Temsiliye’nin ortadan kaldırılmasını amaçlıyor olmasıydı...


Dini Duygular İle Halkı İsyana Teşvik Ediyorlardı
Koçgiri, Ali Batı, Çerkez Ethem ve Pontus gibi hareketler dışında bu isyanlarda kullanılan en güçlü propaganda silahı, saltanat ve hilafet makamının tehlikede olduğu iddiası olmuştu. Bu iddiayla ortaya atılıp, isyanları örgütleyenler, istiklâl (2) mücadelesinin başında bulunanları, şeriata, saltanat ve hilafet makamına düşman olarak göstermekten ve halkın dini duygularıyla, geleneksel kurum ve değerlere bağlılığını birer sömürü aracı olarak kullanmaktan çekinmeyişleriydi. Özellikle Damat Ferit Hükümeti, bu hükümete yakın çevreler, bazı cemiyetler ve itilaf Devletleri tarafından desteklenen isyanlar, Anadolu’daki milli otoriteyi, önceliği pek tabi olarak Yunanlılara karsı savaşmak olan Türk askeri kuvvetlerini kısmen de olsa cephelerden çekerek, isyanları bastırmak için kullanmak zorunda bırakmıştı...

Kaynaklar:
(*) Doç. Dr. Serpil Sürmel, “Konya Delibaş Mehmet isyanı sırasında isyancılara esir düsen,Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Muhabiri Ensari Bülent Bey’in anılarına giriş bölümünden, Atatürk Üniversitesi; Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü-Erzurum

Ensari Bülent Bey, Delibaş Mehmet, Konya Mıntıka Kumandanı Avni Bey, isyancılar ve Konya, Konya 1921. Konya Delibaş Mehmet İsyanında İsyancılara esir düşen Hâkimiyeti Milliye Gazetesi Muhabiri Ensari Bülent Bey’in hatıratları(1) Bağdat Oteli: Osmanlı Bağdat demiryolunun ilk otellerinden biridir. Konya Garı’nın hemen yanındaİnşa edildi ve 1912’de açıldı. Otel, 1915’de Numune Hastanesi yapıldı. 1950’lerden sonra ise Maarif

Koleji, 1968’de Hastaş Koleji olarak hizmet verdi. Daha sonra TCDD isletmesi ve personel yatakhanesi olarak kullanıldı. Bir süre Çelik Spor Kulübüne de ev sahipliği yaptı. (www.arkas.com.tr;

www.derinkulis.com/.../tarihi-otel
(2) Türk İstiklâl Harbi, V, İstiklâl Harbinde Ayaklanmalar (1919-1921) Genelkurmay Basımevi, Ankara,
1974, s. 52, 55, 187. Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Dergisi 2012 1. (1) 117

Her Şeye Rağmen Konya Halkının oldukça Büyük bölümü Kurtuluş Mücadelesi Verenlerin Yanındaydı. Halk beklediği huzur ve güvenliğin gelmediğini, aksine daha kötü günlerin gelmekte olduğunu görünce bölgesel olarak da olsa mücadele ve kurtuluş çareleri aramaya başlayacaktı...

Konya’da birde halk zor yıllar geçirmekte olup arayış içinde çabalarlar ve gönüllü olarak Millî Mücadele’ye örgütlenerek katılmış “Reddi İlhak” ve “Müdafaa-i Hukuk” gibi “Kuvayı Milliye” yanlısı direniş örgütlerini kurmuştu. “Kuvayı Milli”, “Müdafaayı Hukuk” ve "Reddi İlhak" Milli Mücadeleye destek veren örgütleri olarak çalışmalar yaparlar.

Kuvayı Milliye’nin bu kuruluş yıllarında Konya'da yayımlanmakta olan Kuvayı Milliye’yi ödünsüz ve büyük bir inançla destekleyen Öğüt gazetesi ve onun kahraman yazarları Konya halkını devamlı aydınlatıyor, işgal edilen vatan parçalarında düşmanın yaptığı zulümleri heyecanlı bir biçimde Konya halkına aktarıyorlardı.

Ne yazık ki o yıllarda Konya'da Cemal Bey adlı amansız Kuvayı Milliye düşmanı bir vali bulunuyordu. Bu vali her türlü baskı yaparak Konya'da alevlenen Kuvayı Milliye ateşini söndürmek istiyordu. Buna rağmen Konya halkı Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkmasını, Amasya, Erzurum, Sivas Kongrelerinde aldığı kararları canı gönülden ulusal bir heyecanla destekliyor, kurtuluşun sadece ve sadece silahlı mücadele ile olacağına inanıyordu.

Vali Cemal Bey'in yandaşları vasıtası ile yaptığı yıkıcı faaliyetleri ayrıca İtilaf Devletleri'nin sırf yalan ve kaba gücü dayalı 5. Kol faaliyetleri, Kuvayı Milliyeci Konya basınının kahramanca mücadelesi sonunda etkisiz kalıyordu. Bu durum karşısında daha fazla dayanamayacağını anlayan Vali Cemal Bey Konya'yı terk etmek zorunda kalacaktı. Cemal Bey'in kaçmasından sonra Millî Mücadele yanlısı Suphi Bey Konya'ya vali olarak atandı.

Yine Konya'da yayımlanan Babalık Gazetesi de o günlerde İzmir'in işgali ile Yunanlıların Müslümanlara yaptıkları zulümleri ve idam ettikleri Müslümanları halka duyurarak ulusal heyecanı canlı tutuyordu. Bu arada 1.ve 2. İnönü Zaferlerini Babalık ve Öğüt gazeteleri yeni ilavelerle halka duyurmuştur. Halkın bu ulusal zaferler karşısında duyduğu heyecanı Öğüt Gazetesi, dün Konya halkının aşağıdaki sözlerini de: “Gidi Yunanlı seni, İşte böyle, yak, yık sonra kaç eee birazda dur payım alasın.” sütunlarına almıştı.

Konya halkının Millî Mücadele’de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Sakarya Zaferi coşturmuş, Kuvayı Milliye yanlısı yayımlarının Öğüt ve Babalık gazetelerinin bilgilerine göre Kuvayı Milliye yanlısı din adamlarının da Milli mücadelede büyük etkisi olmuştu. Örneğin bunlardan, aslen Sivaslı olan Ali Kemali Hoca, Vali Cemal Bey'in bütün engellemelerine rağmen Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin Konya'da şubesini açacak ve “kurucu başkan” olacaktı.

Ali Kemal Hoca; Konya'yı işgal eden İngiliz ve İtalyanlara karşı halkı ayaklanmaya, silahlı mücadeleye çağırır ve yapılan Konya Mitinginde halkı coşturan nutuk atar ve halkın en başında yürür. Ancak, Ali Kemal Hoca ülkenin kurtuluşunu görmeden hakkı rahmetine kavuşur.

Yine Konya'da Kuvayı Milliye konusunda en etkili olanlardan biride Şeyh Sunusi adlı kişi olur. Şeyh Sunusi 12 Temmuz 1922’de Konya'ya gelmiş. Konya İstasyonu’nda kalabalık bir yönetici ve halk topluluğu ile karşılanmıştır. Konya halkı bu aziz misafirlerine ilgi gösterip saygı duymuştur. Samimi, Müslümanların birlik içinde bulunmaları için çalışmıştır.

Babalık ve Öğüt gazeteleri ve din adamlarının yanında Konya'da bulunan Rum ve Ermen azınlıkların İzmir'in, Konya ve Antalya’nın işgalleri sırasında şımararak yıkıcı çalışmalara başlamaları da Konya'da Kuvayı Milliye ruhunun doğmasında büyük etkisi olmuştur…

İsyancı Delibaş Mehmet 

Delibaş Mehmet kimdir; Nasıl ve Kim Öldürdü?
1883'te Konya'nın Çumra ilçesi-Alibeyhüyüğü köyünde doğan Delibaş Mehmet, doğduğu köyün ağalarındandır. Delibaş Mehmet’in doğduğu Alibeyhüyüğü bir nahiye olup, Konya-Karaman yolunun 38 km. güneyinde yer almaktadır.

Delibaş Mehmet, Milli Mücadele'nin başlarında Konya Valisi Haydar Vaner'in verdiği yetkiyle, ilerleyen Yunanlılara karşı, Çumra ve Karaman köylerinden güç toplayarak bir çete oluşturdu. Bu sırada İstanbul Hükümeti, Anadolu halkının Milli Mücadeleye karşı olduğunu göstermek üzere kışkırtmalara girişti.

Delibaş Mehmet'in İsyancı yandaşları

Hürriyet ve İtilaf partisinden Zeynel Abidin Hoca, Kuvayı Milliye ve yanlılarının din düşmanı olduğu söylentilerini yaydı. Bu kışkırtmalara uyan Delibaş Mehmet 2 Ekim 1920'de 500 kadar adamıyla Çumra'ya baskın düzenledi. Ardından, çoğunluğunu asker kaçaklarının oluşturduğu; Ilgın, Akşehir ve Karamandaki ayaklanmacılarla birleşerek 3 Ekim 1920'de Konya'ya girdi. Başta Konya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Sivaslı Ali Kemalli Hoca olmak üzere Kuvayı Milliye yanlısı pek çok kişiyi öldürdüler.

Konya'daki olaylar üzerine Ankara Hükümeti, İçişleri Bakanı vekili Refet (Bele) Bey'i ayaklanmayı bastırmakla görevlendirdi. Refet Bey komutasındaki güçler, 6 Ekim 1920'de, Delibaş Mehmet'i bozguna uğratarak Konya'ya girdiler. Ardından isyan eden bölgede bulunan Çumra, Bozkır, Karaman, Seydişehir ve Beyşehir gibi kazalar ele geçirip bu ilçelerdeki ayaklanmacıları etkisizleştirdiler…


Bitmeyen hainliği, düşman ordularıyla işbirliğinde bulunması…
Delibaş Mehmet Mersin'e kaçarak Fransızlara sığındı. Daha sonra İstanbul'a giderek Zeynel Abidin Hoca ile ilişki kurdu. Bir süre İzmir'de Yunan Ordusunda görev aldı. Ardından yeni bir ayaklanma başlatmak üzere Konya'ya gitti. Şiddetli Milli Mücadele karşıtlığı sürüyordu. Daha önce de bölgedeki birçok Kuvayı Milliye ve Milli Mücadele yanlısı birçok kişiyi öldürmüştür. Geriye Çumra’ya döndüğünde, affedilmek umuduyla yeniden ayaklanmaya karışmak istemeyen kendi adamlarından Arzı’nın Abdullah tarafından Karaman Dinek’te vurulup, Çerkez Murat tarafından da başı kasaturayla kesilerek 1921’de öldürüldü. Sonrada Delibaş Mehmet’in kesik başı Konya Hükümet Konağı önünde getirilerek 31 Ağustos 1921’de teşhir edilmiştir.

Kızıl Ören ve Delibaş’ın Öldürülmesi, Ölüsünün Asılması
Konya-Beyşehir tarihi ipek yolu üzerinde kurulmuş bir köy olup, bugün Konya'nın Meram İlçesine bağlı bir beldedir. Genç müfreze kumandanı arkadaşım Mülazım Hadi yüksek sesle şu kısa beyannameyi okudu: “Büyük Millet Meclisi Hükümeti Kuvvetleri şehre hâkimdir. Herkes, malından, canından emin olsun! Asiler, asilere yataklık edenler şiddetle tecziye olunacaklardır. Kahrolsun Hilafet Ordusu! "Üç gün sonra Ata’nın İbrahim’den bil-itibar asi elebaşlarından çoğu cezayı sezası olan idam sehpasını ve kaçmak isteyenlerin hemen hepsi de tenkil müfrezelerinin karsısında cehennemi boylamıştı.

Kızıl Ören köylülerinin yardımıyla bir kar tipisinden bil istifade Erkân-ı Harbiye Reisi Topal Osman Efe ile beraber Pozantı’ya giden ve Fransızlara iltihak ederek Bedebdeb İstanbul ve İzmir seyahati yaptıktan sonra, vasi talimat ve para ile gizlice
Konya’ya dönen Delibaş da Alibeyhüyügü’nde fırsat beklerken, avenesinden birinin eliyle üç ay sonra cehennemi boylamış ve başı yedi gün emrettiği, asıp kestiği, yakıp yıktığı mukaddesat, namus, izzet-i nefis gibi şeyleri pay-ı mal ettiği Konya’da Hükümet Konağı önünde yirmi dört saat teshir edilmişti…

Ensari Bülent Bey, Delibaş Mehmet
İsyancılarına esir düşmüş
Gazetecidir. Anılarını yazmıştır
Ensari Bülent Bey, Delibaş Mehmet İsyanı sırasında isyancılara esir düşerek yasadıklarını kaleme aldığı hatıralarına “İste Milli Mücadele’de saf ve nezih Türk köylüsünün ve büyük Türk kahramanlarının fedakârlıklarından ufak bir parça.” sözleriyle son vermekteydi.

Afyonkarahisar’dan haber konusu bulmak için geldiği Konya’da Delibaş Mehmet isyanına tesadüf ederek, isyancılara esir düsen Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Muhabiri, 
Ensari Bülent Bey’in yukarıdaki hatıraları bir isyanın iç yüzünü, hafızalarda yer eden ilginç diyaloglar ve canlı bir anlatımla tarihe aktaran dikkate değer örneklerden biridir. Ensari Bülent Bey, “arkadaşım” dediği Hadi Bey’in 1927’de Salihli’de bir çiftlik sahibi olduğunu belirtmektedir.

Selman ZEBİL 2021

Kaynaklar:
Avanas, Milli Mücadele’de Konya, s. 150-152;
Süleyman Fikri Erten, “Milli Mücadele’de Antalya” 20072, s. 44;
Hakimiyeyi Milliye, 1 Eylül 1337 (1921), N0: 279 “Anadolu’da Yenigün” zz Eylül 1921, N0: 332-19
Ensari Bülend, “Milli Mücadele’de Yedi Gün Krallık eden Delibaş”, “Büyük Gazete”, 4 Ağustos 1927 No: 4-42, s. 12-14.
Hadi Bey, 70 mevcutlu Süvari Bölüğü kumandanı idi. (TİH, V, İstiklal Harbinde Ayaklanmalar, s.189)
Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Avanas, Ahmet “Milli Mücadelede Konya, Atatürk Araştırma Merkezi Ankara, 1998
Ömer Sami Coşar, “Milli Mücadele Basını”, İstanbul, 1964



9 Nisan 2021 Cuma

KANAL İSTANBUL; MONTRÖ SÖZLEŞMESİNİ YIKMAK İÇİN AÇIK ve GİZLİ AMERİKAYA HİZMET PROJSİDİR

 

Montrö Anlaşmasından Çıkılması ABD İsteğidir!!! Karadeniz, Diğer Dünya Denizlerinde Olduğu Gibi Savaş Gemileri İle Girerek Bir Daha Çıkmamak Üzere Amerikan Denizi Durumuna Gelir, Bölge Halklarının Huzuru Kaçar, Birbirleri İle Çatışır Duruma Gelir...

Amerikan Savaş Gemisi

Montrö Sözleşmesinin kaldırılması, Amerika’nın isteğidir. AKP ve lideri bu isteği yerine getirmek için ateşli bir biçimde çalışıyor ve 80 yaşına dayanmış 103 emekli amiralin Montrö bildirisini “iktidara darbe” diyerek basıyor yaygarayı. Buna yalan diyeneler, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği resmi Twitter hesabından 24 Temmuz 2020’de yapılan paylaşıma bir baksınlar. Orada görecekler ki, ABD istekleri yeniden gündeme geldi. Geçtiğimiz yıl Amerikan Büyükelçiliğin hesabından yapılan paylaşımda Boğazlar sözleşmesinin delinmesi ve Karadeniz'in bütün milletlere açılması çağrısı yapılmaktaydı.

İşte bu Amerikan isteklerine ters, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin hassasiyetine dikkat çekilen 103 emekli amiralin bildirisinde ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nin resmi Twitter hesabında geçenlerin tersini istemeleri, bunun değilse ülkenin felaketle karşı kaşıya kalınacağı uyarısını yapıyorlardı.

Amerikan elçiliği mesajda, “Çok sayıda ortak & dost ülke, Karadeniz'deki #ExerciseSeaBreeze adlı tatbikatta birlikte yer aldı. Tüm bu milletlerin, Karadeniz'in dünyanın tüm milletlerine açık ve serbest olması umuduyla 20.'si gerçekleştirilen tatbikatta bir araya geldiğini görmek son derece etkileyici." Diye yazıyordu.

24 Temmuz 2020'de ABD Elçiliğinin Twitti

5 Nisan 2021’de Gazeteci yazar ve Gemi İnşaatı-Gemi Makineleri Mühendisi Mehmet Ali Güller ise geçtiğimiz gün ABD Büyükelçiliği’nin sunduğu söz konusu mesajını hatırlatarak, "ABD, Montrö Sözleşmesini delmeyi öneriyor, Karadeniz'in tüm ülkelere (yani kendisine) açık ve serbest olmasını istiyor; amiraller ise Montrö'yü deldirmiyor ve Karadeniz'i ABD'ye açmıyor. Darbe, marbe, geçiniz, esas mesele budur!" diyordu.

Boğazdaki Türk Kilidi: Montrö Sözleşmesi 30 Aralık 2019 Kanal İstanbul, Montrö Sözleşmesi'ni tartışmaya açarak Türkiye'nin karşısına ikinci bir

“Boğazlar Sorunu” çıkarabilir. Montrö düzeninin yıkılmasıyla

Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki 83 yıllık “tam egemenliği” sarsılabilir ve dahası Karadeniz bir “Amerikan Gölü” haline gelebilir

1936 Montrö Sözleşmesini sonucu Anadolu Gazetesi 

Hâlâ geçerli olan "uluslararası ana kurucu metinler" durumundaki Lozan'ı ve Montrö'yü tartışmaya açmak Türkiye Cumhuriyeti'nin 'toprak bütünlüğünü' ve 'bağımsızlığını' tartışmaya açmaktır" 

Atatürk Türkiye'si 162 yıl devam eden 'Boğazlar Sorununu, 1936'da Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile ulusal çıkarlara uygun olarak çözdü. Boğazlar, 83 yıldır Türkiye'nin egemenliği altında. Ancak Kanal İstanbul, Montrö Boğazlar Sözleşmesini tartışmaya açarak Türkiye'nin karşısına 2.. bir 'Boğazlar Sorunu' çıkarabilir. 'Montrö düzeninin yıkılması ile Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki 83 yıllık 'Tam Egemenlik' sarılabilir  ve dahası Karadeniz bir Amerikan Gölü haline gelebilir" deniyor







 

18 Mart 2021 Perşembe

DÜŞMAN ve ŞEYTAN

 ŞEYTAN ve DÜŞMAN

Şeytan tasavvuru
İnsan zihninde mutlak bir düşman, korkutan, korku veren soyut bir enerji vardır. Bu korkutucu, ürpertici soyut çisim “şeytan” olarak biçimlenmiştir. Bir kişinin kendisi için kötülük düşünen düşmanıdır şeytan. İnsanoğlu yerleşik düzene geçmesiyle mal-mülk edinme tamahı başlar. İyiye sahip olmak, daha iyi şeyin kendinde olmasını istemek insanlar arasında kavgaların nedeni olmuştur. İşte ilk düşmanlık benlikle böyle meydana çıkmıştır.

İnsanoğlu kendine karşı kötü düşünceler barındıran birine “düşman” demiştir. İlk semavi din olan İbranice de düşman, “şeytan” manasına gelmektedir. İlk semavi dinin başlangıcından bu yana da değişmeden öteki son iki semavi dinlere (Hıristiyanlık-Müslümanlık) değişikliğe uğramadan şeytan olarak girmiştir. Batı dillerine şeytan İbraniceden geçmiştir. Hıristiyan dinine göre şeytan “satan” olarak bilinir, “Hıristiyan karşıtı, İsa’nın düşmanı” olarak tabir edilir.

Dini ve Tanrı kelamı Kur'an’ı bir paravan araç olarak kullanan sahtekârlara karşı Kur'an Bakara Suresi 14. Ayette şöyle: “Bunlar iman etmiş olanlarla yüz yüze geldiklerinde ‘iman ettik’ derler. Kendi şeytanlıklarıyla baş başa kaldıklarında ise söyledikleri şudur: ‘hiç kuşkunuz olmasın biz sizinleyiz. Geçek olan şu ki, alay edip duran kişileriz” geçer. 

Allah adını kullanıp saf Müslümanları kandıran sahtekârlar, şeytandan daha öndeler. Şeytanın Allah’tan uzaklaştığı, Allah’ı tanımadığı, Allah’a düşman olduğu falan yoktur.  Şeytanın insana olan düşmanlığından, insana yakın olmadığından Allah tarafından cezalandırılmıştır. 

Fatr suresi 5. ayet, Lokman 33. ayet: “Allah ile aldatmak. Sizi Allah ile aldatan herkes şeytandır. Mümin maskeli müşrikliğin mesleği haline gelen şeytancık” diye geçer.

Bütün çatışmaların temelinde insan ve şeytan vardır. Şeytanileşmiş suratlarıyla mala mülke doymayan insan, bütün zulümleri saf Müslümanlara “kader” olarak telkin ederek, "zahmeti" ve "rahmeti" cennet kılıfına sokarak anlatırlar. Kendileri kazanç sağlamakta hünerleriyle şirke bulaşmaktan asla geri kalmazlar. Fesattırlar, (Ölçüyü bozanlar) fesat yuvalarında barınırlar. Allah: “yoksulları yoksulluklarıyla, zenginleri, zenginlikleriyle intihan eder” diyerek Allah ile Allah adını kullanarak insanları aldatırlar sahtekârlar. 

Düşman;
İslam öncesi Türkler'de düşman, şeytan anlamınadır. İslamlaşan Türkler İbraniceden şeytan olarak almış ve düşmanı da "kötülük eden biri" olarak kullanmaya başlamıştır. Doğrusu, her ikiside benzer anlam taşır...,

İnsan zihninde kendine mutlak bir düşman yaramak vardır. Kavram olarak düşman, çok eski bir kavramdır. Her millete bir düşman kavramı vardır. İnsanlığın yaşadığı her yerde düşman, kötü niyetli, kötülük düşünen demektir. Bir kişi, kendisi için kötü düşünen kişi düşmanıdır. Asya kökenli olan düşman, "duş-duj" kötü, uğursuz. Dujmen, düşman, kötü düşünceler barındıran anlamınadır.

İbranice de düşman saytan (şeytan) kişinin düşmanı manasınadır. İbraniceden Batıya aynen saytan olarak geçmişti. Batılı Hıritiyanlar için manası, “Hıristiyanlığa ve İsa’ya düşman” demektir.

Kur'an da, 63 ayet içinde geçer şeytan. Dil bilimci Ragıp El İsfahan-i, şeytan sözcük olarak “stn” kökünden geldiğini “uzaklaştırmak” anlamına gelir. Buna bir örnek verirsek, halk arasında “beladan uzak kalmak, düşmandan uzak kalmak” gibi dahi “düşmanlık aşılayan, aldatan, fitne-fesat yaratan” olarak algılanır.
Selman ZEBİL

17 Mart 2021 Çarşamba

BEYŞEHİR GÖLÜ KURUMASIN, TAMAHA-HIRSA-HOYRATLIĞA DUR DEYİN ARTIK

 BEYŞEHİR GÖLÜ KURUMASIN (!?)

Foto Selman Zebil: Laleli dağından Beyşehir ve gölüm görünümü
Bu yazıyı okuyun sonuna kadar. Türkiye'deki binlerce yıldır var olan göllerin nasıl 50 yıl içinde kuruduklarını göreceksiniz. Şu anda Beyşehir gölü kurumamak için direniyor; sahip çıkalım

Beyşehir Gölü, 653 kilometre karelik tektonik bir jeolojik çöküntü göldür. İçinde, sekizi bazen suyun kabarmasıyla su altında kalabilen toplam 33 adayı barındıran göldür. Bu 33 adanın en büyüğü “Mada Adası” içinde köy bulunmaktadır. Beyşehir gölü Türkiye’nin en büyük tatlı su gölüdür. Bir bölümü Isparta sınırlarına uzanan bu göl, Konya il sınırları içindedir. Beyşehir gölü kıyılarında, Beyşehir dâhil gölden yaralanan 22 yerleşim yeri bulunmaktadır. Ayrıca Beyşehir Gölü, 90 km. uzaklıktaki “Konya’nın Denizi” olarak anılır. Hafta sonları Konya’dan Karaburun Plajı denen yere yüzlerce Konyalı dinlenmeye gelirler.

Ayrıca Beyşehir Gölü’nde 500’e yakın kuş türü barınmaktadır. Bu kuş türlerinin bir bölümü göçmen kuşlardan oluşmakta olup, Gölde sazlıklar arasında kuluçkaya yatmaktadırlar.

Beyşehir Gölündeki “kuş varlıkları” konusunda araştırma makalelerinde (*) “Beyşehir Gölü çevresi çok farklı ekosistemlere bölündüğü için hangi kuş türlerinin yılın hangi zamanında gölün neresinde bulunabileceği değişiklik göstermektedir ve buna yönelik bir çalışma da günümüze kadar yapılmamıştır” denmekte. Dahi, “Bu kuşların yılın hangi zamanında gölün neresinde gözlenebileceğine dair bilgiler verilecek, kuş varlıkları etkileyen olumlu ve olumsuz faktörler üzerinde durulacaktır.” Demektedirler.

Beyşehir Gölü, Orta Anadolu’nun güney batısına düşen, Akdeniz Bölgesinin kara ikliminde bir yerde olup, ülkemizde en az yağışın gerçekleştiği bir havzada bulunmaktadır.

Foto Selman Zebil, Beyşehir gölü ve İçerişehir yıl 1986
Beyşehir Gölü, Beyşehir kazasının içme suyunu karşıladığı gibi çevresinde birçok insana yaşamsal katkılar sağlamaktadır. Başta arazilerin sulanmasında olmak üzere, balıkçılıkla uğraşan birçok ailelere kazanç kapısı olmayı sürdürüyor. Bu bağlamda, ele alırsak, Beyşehir Gölü su kaynaklarının sürdürülebilir biçimiyle korunması kaçınılmaz.

Beyşehir Gölü Havzası’na yönelik koruma, siyasi çıkarcılardan, göl kıyılarının yapılanmasına asla izin verilmemesine en ağır yasal engellerle korunmasına yardımcı olunmalıdır. Göl kıyılarının yapılanmaya açılması, kirletici baskılar bir yana, yer altı ve yağışlardan kazanılan suların çekilmesine neden olup gülün kuraklıkla karşı karşıya kalması kaçınılmaz durum alır.

Yani, sonuç olarak, Beyşehir Gölü Havzası’nda su kaynaklarının bilinçsiz kullanılması yanında yapılanma ile su emebilecek toprağın betonlaştırılması sonucu Beyşehir Göl havzanın tamamını hedefte olacaktır. Akıllıca sürdürülebilir biçimde korunması şartın sağlanabilmesi için birçok tedbire gereksinim vardır.(

*) Kamil Beşoluk, Sedat Aydoğru, Sadullah Bahar, Nimet Turgut, “Beyşehir Gölü Kuş Gözlem Turizmi, Kuş Gözlemciliği”

Foto: Selman Zebil, Beyşehir gölü ve Anamas dağı yıl 1986
Uygarlığın Kaynağı Su
İnsan yaşamın kaynağında su olduğu gibi insan uygarlığının kaynağında sudur. Bütün kentli uygarlıkların olsun, göçebe uygarlıklarında olsun insanlar mutlak bir su kıyısında toplanmışlar ve suya göre düzenlenip uygarlıklarını geliştirmişlerdir. Çok eskiçağlardan beri insanlar, göl, deniz, ırmak, dere gibi su kıyılarına yerleşmişlerdir.

Beyşehir; kendi adıyla anılan gölün kıyısında kurulmuş ve Beyşehir gölü kıyısını fırdöndü dolaşırsak, göl kıyısının birçok önemli yerleşimlerle çevrili olduğuna tanık oluruz...

Bölgedeki göller, Beyşehir gölü, Tuz Gölü, Hotamış Gölü, Suğla Gölü, Akşehir Gölü gibi göllerdir. Beyşehir, Eğirdir ve suğla Göllü coğrafi olarak Göller Yöresinde yer alır. Bu alan coğrafi olarak, “Beyşehir, Suğla, Yalvaç, Oluğu” olarak adlandırılmaktadır.


Maalesef günümüzde git gide insan eliyle yanlış ve hırslı, hoyratça suların kullanımlardan dolayı birçok göllerin hızlıca kurudu ve bazı göllerimizde kurumaya yüz tuttu. Örneğin, bu vurdumduymaz hoyratlık yüzünden Konya Göllerinden Hotamiş Gölü kurudu, Beyşehir gölü can çekişiyor, kurumaya doğru ilerliyor. “Göl yerinde su eksilmez” mantığıyla hareket eden yöre halkı anlamıyor, anlamak istemiyor. İçme suyunu Beyşehir gölden alıyor. İleride kurumuş gölden başka su kaynağı bile bulmayacak durumlar uzak değildir bu böyle giderse. Ayrıca kuruyan göl ve çevresinde çevre dengesinin bozulacağı bir başka sorun olarak karşımıza çıkacaktır…

Ne Yapmalı?
Foto: Selman Zebil, Beyşehir gölünde gün batımı 1987
Önce politik zihinleri aşmalı, planların uygulanması için bir yol çizilmeli ve denetim altına alınmalıdır. Başta halkın değerlerine karşı bilinçlendirilmeli. Yerel yönetimler işin ciddiyetini kavramalı. Şehir merkezi yönetim uğraşıları ve milli parlar statüsü devrede tutulması, ulaşım, tedarik sağlanmalı, iyi giden kültürel faaliyetler cazibesi ile dıştan ve içten turist çekimine yararlı olunmalı ve dahi, uygun, onarılmış kagir evler gelen misafirlerin konaklama mekanları durumuna getirilmelidir. Örnek mi? Alaçatı incelenebilir. Ev pansiyonculuğu başlatılabilir! En zengin kültür turisti, en eski ev pansiyonunda kalmak, o kültürel havayı solumak ister. Her şeyi parasal gözle bakmamak gerekir. Medya, sivil toplum örgütleri, yerel turizm çalışmaları ve tanıtım faaliyetleri ile daha geniş turizm faaliyetleriyle uğraşanlar ile koordineli çalışılmalıdır.

Foto: Selman Zebil, Laleli dağından Beyşehir Gölü yıl 2014
Anadolu’da Son 50 Yılda Göllerin Çölleşmesinin Sonucu Beyşehir Gölü Olmasın...

DSİ (Devlet Su İşletmeleri) Tarafından Kurutulan Maya Gölü Olayı İbretli Bir Örnek Manay Gölü 1950-1965 yılları arasında DSİ tarafından kurutulmuş, l750 hektarlık kısmı Burdur İli sınırları, 4000 hektarlık kısmı ise Antalya il sınırları içerisinde olan ve Antalya’nın Korkuteli ilçesine yakın bir alanda bulunan bu Manay Göl, insan hüneriyle kurutulmuş bir göldür.

Bu Göl, “Manay” adını, göl iken içerisinde dalgalanan sulardan ve suların çıkardığı seslerden alan “Manay” suların dansı, “Maney” ise suların müziği demektir. Şimdi ise kurutulmuş olan bu göl yerinde ne suları var ne de suların ses var, kurak topraklar kalmış geride. Manay Gölü ve havzası, bütün Tekeli yaylasının en yüksek ve en egemen yerinde bulunmaktaydı: Dağlarla çevrili, bereketli toprakların çevrelediği gölün deniz seviyesinden yüksekliği l349 metrede bulunmaktaydı.

Neye akıl edilip hizmet edildiyse; ülkemizde 1950-60’lı yıllarda yoğun bir biçimde yaşanan göl kurutmaları ve kurutulan göl yataklarının halka tarım arazileri olarak dağıtılması aklı bu ülkeye hıyanetliktir. DSİ bu işe girişmiş, çevre köylüleri de bu adı geçen gölün kurutulmuş topraklarından pay kapma yarışına girişmişlerdir. Birçok davalıklar ortaya çıkmıştır.

Nankör İnsanoğlu Hırsı Yüzünden Doğayı Katletmesi
Foto: Selman Zebil, Beyşehir Gölünde gün batımı yıl 2017
Göllerin kurumasına neden olan insanlar artık şunu iyi bilmelidirler. Dünya artık suya hasret günlere doğru giderken, ülkemiz de daha hızlı adımlarla giderek önlemler almalıdır. Türkiye'nin 1993 yılında taraf olduğu Ramsar Sözleşmesine göre, Göller Yöresi ve ülkemizin diğer bölgelerinde sorunlarla boğuşan göllerimizin kurumaması için ivedilikle sorunları giderici çareler bulmak gerekiyor.

Göller ve sulak alanlar açısından son derece zengin bir ülke olan Türkiye'nin, son 50-60 yıl içinde yani 20'nci yüzyıl boyunca ve 21. Yüzyıl ilk çeyreğine kadar 1 milyon 400 bin hektar sulak alanların ve göllerin, bilinçsiz, bencil, hırslı, tamahkâr insanların yüzünden kuruduğunu bilinmektedir. Ama bunun bilindiği halde sesini çıkamayan siyasi bir ortamın işbaşında olması bir başka sorundu. Bu tamahkârlık yüzünden bölgede “Küresel ısınmayla ortaya çıkacak olan iklim değişiklikleri ile susuzluk sorunu ortaya çıkacak ve derelerin, göllerin doğal yaşam alanlarına dokunulmadan çözüm bulmak gerekir.

TTDK Antalya Şube Başkanı Hediye Gündüz, 1997 yılında başlatılan ‘Göllerimizi İstiyoruz’ kampanyası çerçevesinde sorunları dile getirmektedir. Hediye Gündüz, “Bu liste Türkiye’nin tarım ülkesi olarak tarımını nasıl bir tehlikeye attığının göstergesidir. Türkiye’nin yaklaşmakta olan dünyanın en büyük tehlikesi küresel ısınmaya karşı nasıl savunmasız kaldığının listesidir. Bu liste çocuklarımızdan çaldığımız gelecektir” dedi.

Foto: Selman Zebil Reğüleli köprüden günbatımı yıl 1985
Çarşamba Kanalı

Konya Ovası’nda sulama için gereken suyun azlığı Konya’daki yöneticileri Beyşehir Gölü’nün bol sularından yararlanma düşüncesine götürmüş, 19. yüzyılda bazı girişimler olmuşsa da sonuç alınamamış, ancak 20. Yüzyılın başlarında Beyşehir Gölü Konya Ovası’na açılan kanalla akıtılmıştır. (*)

(*) Mehmet Bildirici, “Tarihi Su Yapıları, Konya, Karaman, Niğde, Aksaray, Yalvaç, Side, Mut, Silifke”, Ankara 1994, s.89.

Göller Yöresinde 35 Göl Kuruduğuna Dair Hediye                                    Gündüz’ün Açıklaması

A-Platformu sözcüsü Hediye Gündüz 2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü nedeniyle Sözcü Gazetesi’ne bir açıklama yaptı. Türkiye’nin 3 büyük gölünün ise susuzluk nedeniyle kurumaya başladığına dikkat çeken Hediye Gündüz, “Ülkemizin en büyük 3 gölü ve Göller Yöresi gölleri için büyük bir çalışma başlattık” dedi. “Türkiye'de 65'ten fazla göle sahip Göller Yöresinde 35 gölün kuruduğunu belirten A Platformu (Antalya Isparta Burdur Denizli Kaş Platformu) sözcüsü Hediye Gündüz şunları söyledi, “Ülkemizin su deposu gölleri ne yazık ki halen hızla kuruyor. Ülkemizin en fazla gölüne sahip Göller Yöresinin 65’ten fazla gölden 35’i ne yazık ki kurumuş durumda. 11 Göl ise kuraklık tehlikesi karşısında direniyor. Diğerlerinin birçoğu ise kurumayla karşı karşıyadır. Ülkemizde hem iklim değişikliği, hem de göl sularını yanlış kullanma sonucu göllerimiz kuruyor. Bizler, 1970’li yıllarda kurutulan Avlan Gölünü mücadele ile geri kazandık. Şimdi de kuruyan diğer göllerimizin yeniden geri kazanılması için herkese çağrı yapıyoruz. Göllerimizi geri istiyoruz” diyordu.

Geri Kazanılan göl, Avlan Gölüdür
Aylan Gölü: “1970’li yıllarda devlet eliyle kurutulmuş göl, çevreciler ve köylülerin ‘Göllerimizi geri istiyoruz! Kampanyası çerçevesinde mücadelesiyle geri kazandığımız ve sularına kavuşan ilk gölümüzdür. Bu yıl yağmurun bol yağması nedeniyle sularıyla şu anda nazlı nazlı ama yine de buruk süzülmektedir. Ancak gölün alanı kurutulmadan önce 24 bin dönüm iken, şu an sadece 1/3’ü sularına kavuşmuştur. Göl ancak sularının tamamına kavuştuğunda huzur bulacaktır” diyor Gündüz.

Göller Yöresindeki Göllerin Can Çekişi

Foto: Mesut İnal, Beyşehir Gölünde tarihi ada
Göller Bölgesi denen alan, Konya’nın batısı, Antalya’nın yine batış, Isparta, Burdur’u da içine alan geniş alanlarda bulunan göllerin bu alanlara çok fazla göl ve gölcüklerin oluşumundan dolayı “Göller Bölgesi” denmiştir. Bu göller, yörelerine göre kendine özgü yöresel iklimlerini de yaratmışlardır. Bu alanlarda bulunan göllerin 65 adet olup, dağlarda da gölcükler bulunmaktadır. Sorun bu göllerin yarıdan fazlası kurumuş, suru çekilerek kurumuş haldedir. Bu nedenle yörelerin kendine özgü iklimleri de değişime uğramıştır. Bu hal ise gelecek nesiller için yaşam alanlarını daralması, tarımsal verimin kurak ortamda oluşmaların gerilemesi son derece düşünülmesi gereken konunun başında gelmektedir.

Göller bölgesinde bulunan ve daha önce bulunup ta kurumuş göller, dahi insan eliyle kurutulmuş göller vardır. Bu göllerden insan eliyle kurutulanlardan biri Antalya’nın Elmalı ilçesindedir. Bu gölün kurutulmasıyla bölgede ekolojik denge bozulmuş, şimdi insanlar yeniden bu gölün sularını beklemektedirler.

Göller bölgesi gölsüzleşerek çölleşiyor…
Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) Antalya Şubesi'nce yapılan araştırmada, Antalya, Isparta, Burdur, Afyonkarahisar, Denizli ve Konya'yı içine alan Göller Bölgesi'nde bulunan irili ufaklı 65 gölden 31'inin tamamen kuruduğu, 11'inin kuraklık tehlikesi altında olduğunu belirtmektedirler.

Karagöl, Girdev Gölü; Müren Gölü, Küçük Göl kurumuş, suya hasret artık

Diğer Korukeli Göllerinden Manay (Söğüt) Gölü, Sarı Gölü (Kırkpınar), Gölcük Gölü, Genceli Gölü, Keklicek Gölü, Akgöl, İmecik Gölü artık suya hasret, kurak haldedirler.

Antalya göllerinden Yamansaz gölünün yarısı susuz halde bırakılmış, o susuz yerlere de dev binalarla yapılmıştır. Gölün kalan diğer sulu bölümü ise, iş işten çoktan geçtikten sonra SİT alanı ilan edilmiştir.

Yine Çakal Gölü %50’si suyu çekilmiş, yarı kurak halde kalmış…
Karadayı Boğazak Sazlıkları (Boğazkent) susuzluktan kurumuş durumda. Geçmişte Kuş Cenneti olarak bilinen Kocağöl-Boğazkent göl ve sazlıkları çevre kirliliği, yanlış avlanma, bilinçsiz sulamalardan dolayı sorunla karşı karşıyadır. Bütün bunlar insan faktörünün rolünün, ölçüsüz, bilinçsiz çevre duyarlılığı olmayan kişilerin, günü gün etme düşüncesinden kaynaklanan durumdur. Raporuna, bu yıl biri tamamen kurumuş olan Antalya'nın Nohut Gölü ile biri de kuruma tehlikesi yaşayan Burdur'un Gölhisar Gölü'nün de eklendiği açıklandı…

Gelelim Kurumakta Olan ve Kuruyan Konya’nın Göllerine
Beyşehir Gölü; Türkiye’nin üçüncü büyük tatlı su gölüdür; duyarsızlıklar sürmektedir, göl kıyılarına yakın yerlerde hızlı bir biçimde yapılanma sürmektedir. Daha çok yapılanma, geçmişte sazlık olan yerler doldurularak, sular kurutularak yapılmaktadır.

Sular çekilmekte, böyle giderse önüne geçilmez kötü durumlarla gelecek nesiller karşılaşabilir.

Yine Türkiye’nin ikinci büyük gölü ise Tuz Gölüdür. Bu gölünde suları çekilmektedir. Suğla Gölü derseniz kurumuş, suları çekilmiş. Çumra ovasındaki Arapçayırı gölü susuz. Güvenç Gölü; Yarma Bataklığı; Hotamış gölü ve sazlıkları, Samsam Gölü kurumuş. Nasrettin Hocanın Maya çaldığı Akşehir Gölü susuz kalmış, Hoca gelse ne der acaba? Karapınar Ovası, Ereğli Sazlıkları kurumuş halde.

Burdur Sınırları İçinde Kalan Göller İse:
Ülkemizin sayılı göllerinden biri olan Burdur Gölü suları hızla kuruyan göller arasındadır. Bu gölde yaşayan doğal yaşam bitiyor. Dikkuyruk kuşları tehlikededir.

Yine Burdur sınırları içinde bulunan, siyasetin göz diktiği, dünyada pek az doğa benzeri bulunan Salda Gölü, siyasi rant uğruna, çevresine eğlence yerleri kuruluyor, o değerli berrak kumları tehlike altında bırakılıyor.

Yine Burdur’da ki Kestel Gölü susuz, suya muhtaç olmuş. Yazır Gölü susuz, Akgöl kuraklaşmış, Yarışlı Gölü kurumuş, Mamak Gölü öyle, Kuru Göl kurumuş, Beylerli Gölü kurumuş, Karataş Gölü, kurumaya doğru hızlıca yol alıyor, şimdi yarısı susuz bırakılarak kurutulmuş halde, suları çekildikçe balıkları tehlikededir…

Gölhisar Gölü: Hızla suları azalıyor, kuruyor. Acı Göl derseniz, tuz stepleri tehlikede; Karaevli Gölü susuz, Heybeli Gölü susuz, Pınarbaşı Gölü susuz.

Gelelim Kuruyan ve Kurumakta Olan Isparta’nın göllerine:

Ülkemizin 4. Büyük gölü olan Eğirdir Gölü, git gide hızla çekilen suları, içinde yaşayan kerevitleri ve balıkların varlıkları tehlikede kalacaklar. Kovada Gölünün kuşlara koruma alanı olması, suların varlığına bağlıdır. Alparslan Gölü işe kurumuş suya muhtaç.

Mers
in gölleri İse:
Aynaz Bataklığı; Regma Bataklığı sularını çekmiş, şimdi kurumuş haldeler. Hatay sınırları içinde bulunan Amik Gölü susuzdur.

Afyon Gölleri
Eber Gölü kurumuş. İscehisar Gölü ise, bölgedeki mermercilik işleriyle uğraşanların mermer tozları ve mermer kırıntı atıklarından dolayı bu göl büyük risk altındadır...

Selman Zebil 4 Kasım 2020

BEYŞEHİR GÖLÜ KURUYOR DİĞER GÖLLER YÖRESİNDE KURUYAN GÖLLER GİBİ!

Uygarlığın Kaynağı Sudur

Foto: Selman Zebil, Beyşehir Gölü kuruyor!!!
İnsan yaşamın kaynağında su olduğu gibi insan uygarlığının kaynağında sudur. Bütün kentli uygarlıkların olsun, göçebe uygarlıklarında olsun insanlar mutlak bir su kıyısında toplanmışlar ve suya göre düzenlenip uygarlıklarını geliştirmişlerdir. Çok eskiçağlardan beri insanlar, göl, deniz, ırmak, dere gibi su kıyılarına yerleşmişlerdir.

Beyşehir; kendi adıyla anılan gölün kıyısında kurulmuş ve Beyşehir gölü kıyısını fırdöndü dolaşırsak, göl kıyısının birçok önemli yerleşimlerle çevrili olduğuna tanık oluruz...

Bölgedeki göller, Beyşehir gölü, Tuz Gölü, Hotamış Gölü, Suğla Gölü, Akşehir Gölü gibi göllerdir. Beyşehir, Eğirdir ve suğla Göllü coğrafi olarak Göller Yöresinde yer alır. Bu alan coğrafi olarak, “Beyşehir, Suğla, Yalvaç, Oluğu” olarak adlandırılmaktadır.

Maalesef günümüzde git gide insan eliyle yanlış ve hırslı, hoyratça suların kullanımlardan dolayı birçok göllerin hızlıca kurudu ve bazı göllerimizde kurumaya yüz tuttu. Örneğin, bu vurdumduymaz hoyratlık yüzünden Konya Göllerinden Hotamiş Gölü kurudu, Beyşehir gölü can çekişiyor, kurumaya doğru ilerliyor. “Göl yerinde su eksilmez” mantığıyla hareket eden yöre halkı anlamıyor, anlamak istemiyor. İçme suyunu Beyşehir gölden alıyor. İleride kurumuş gölden başka su kaynağı bile  bulmayacak durumlar uzak değildir bu böyle  giderse. Ayrıca kuruyan göl ve çevresinde dengesinin bozulacağı bir başka sorun olarak karşımıza çıkacaktır…
Selman Zebil 2021

TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)

ETHEM NEJAT (1887-1921) Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün...