26 Ekim 2024 Cumartesi

DEVLET BAHÇELİ TERÖRİSTBAŞI ÖCALAN'I MECLİSE DAVVET ETTİ



DEVLET BAHÇELİ ŞAŞIRTTI TERÖRİST BAŞI APO'YA İŞARET VERDİ

Devlet Bahçeli 2007’de Öcalan’ın idamı için Erdoğan'a urgan fırlatarak: “Oğluna gemi alacak kadar paran var Apo'yu asacak kadar mı bulamadın. Al sana ip as da görelim.” Diyerek miting meydanında sert seslenişte bulunmuştu.

22 Ekim 2024’e gelindiğinde ise Öcalan’a çağrı yapan Bahçeli: “Terörist başının tecridi kaldırılırsa, TBMM’de gelsin ve DEM Parti grubu toplantısında konuşsun, terörün tamamen bittiğini haykırsın. Bu kararlılığı gösterirse Öcalan için umut hakkını kullanımı ile ilgili yasa düzenlenmesi yapılsın.” Dedi.

Recep Erdoğan daha önce: “Edirne’deki İmralı’dakine hesap verecek” diyordu. Edirne’deki Demirtaş, İmralı’daki ise Abdullah Öcalan’dı. Erdoğan nereden biliyordu acaba?

Bahçeli icraatları ile siyasi yelpazedeki durduğu noktayı çok yanlış buluyorum.
Sarsılmaz dediği kale ülkücülermiş, bebek katili, binlerce insana acımasızca kurşun sıkan, kentlerde birçok yerlere bombalar atan katili terörist başı Öcalan’a kucak açarak TBMM’ne sokup konuşturmak mı? Bütün bunların altında neyin hesapları var?

Durup dururken, DEM kapatılsın, bir daha açılmasın, onlara verilen maaşlar şehit ailelerine verilsin diyen Bahçeli ne oldu da birdenbire “U” dönüşü yaptı. Daha 23 Ekim 2024’te Ankara-Kahramankazan’da yeni canlar yakıp kanlar dökerken, sel olmuş gözlerinden yaşlar akan analar ağlarken.

Şaşırttı toplumu Bahçeli, onca hakaretten sonra DEM ile tokalaştı, şakalaştı!
Var bunda bir illet diye düşünürken çark etti, birdenbire beklenmedik bir konuştu, çağrı yaptı Öcalan’a. Hayrete düştü halk, teslim oldu Erdoğan’ın oyununa, çözecek bir başarı oyununun oyunculuk görevini almış bir kere. “Ne Kandil ne de Edirne; ille de İmralı” dedi. Balonu patlattı, “Gel mecliste konuş” çağrısı yaptı. Şaşa kaldı ağızları açık Ülkücüler, güvendikleri dağın karı eridikçe maskeler düştü “tüh vah” emeklerine yazık oldu, göründü paslanmış yüzler, rüya bitti…

Allah ile aldattılar, din, iman, Kur’an, Alla hu Ekber dediler, abdest aldılar namaz kıldılar sakal koydular, başlarına sarık doladılar. Devlet bizim, su bizim aş bizim, yediler içtiler ne gam ne keder servetlerine servet kattılar, düşünürken emekliler elleri çenelerinde parklarda bedava üçlü kanepelerde otururken. Kirlettiler kanla kurulmuş ülkeyi, yara bere içinde her yönden halk, sızla geçim derdinden…

Bahçeli'nin Öcalan’a çağrısı ile yeniden BOP Projesi canlandırılarak, yeni çözülmelerin başlatılması ve sonuca ulaşılması çabalarıdır. Hala günümüzde Irak’ta ve Doğu Suriye’de PKK’nın ta kendisi olan PYD/YPG adı altında ABD güdümlü Türkiye’nin Milli ordusuna ve halkına karşı silahlı terör örgüt yapılanması 23 Ekim 2024’te son olarak Ankara’da görüldü.

Ülkeye “din, iman, Allah, Kur’an” diyerek bir kumpas kuruldu. Bu kumpasın amacı, ulus devleti, üniter yapıyı, laik demokratik cumhuriyeti bilinçli biçimde, siyasi amaç uğruna darbe vurularak ülkenin birlik ve beraberliğine kast ederek yapılmaktadır.

Süleyman Soylu Terörist PKK’lıların: “77 Terörist var, Ayakkabı Numaralarına Kadar Biliyoruz” demişti.

Nerden nereye: Güçlü bir devlet masaya oturup teröristle pazarlık yapmaz, mücadele eder. Değilse, devlet siyasi gücü teröristlere devretmiş olur.

2022’de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Ümraniye'de sanayi esnafıyla buluşmasında, şunu: “77 terörist var. Birileri PKK'ya olan saikleri yüzünden üzülüyor ama bilinmesi lazım ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dağlardaki teröristin ayakkabı numarası dahil her şeyi bilmektedir. 29 Ekim 2023 tarihine kadar ülkemiz sınırlarında bir tane bile terörist kalmayacak.” Demişti.

Feti Yıldız MHP Genel Başkanımız @YildizFeti
Devlet Bahçeli’nin Öcalan’a çağrı yapan Bahçeli: “Terörist başının tecridi kaldırılırsa, TBMM’de gelsin ve DEM Parti grubu toplantısında konuşsun, terörün tamamen bittiğini haykırsın. Bu kararlılığı gösterirse Öcalan için umut hakkını kullanımı ile ilgili yasa düzenlenmesi yapılsın.” dedikten sonra Kahramankazan’daki Susaş Tesislerine terörist PKK’lıların acımasız saldırısında 5 vatandaşımızın ölümüne neden olmuşlardı.

Sayın Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de grup toplantımızda yapmış olduğu tarihi çağrı emperyalizmi öyle bir telaşlandırdı, kimyasını öyle bir bozdu ki suçüstü yapılacağını umursamadan Orta Doğudaki kiralık katillerine Türk Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş’nin Kahramankazan yerleşkesine saldırı emri verdi… Şu hususu açıkça ifade etmek istiyorum; bu suçüstü haline rağmen amalı, fakatlı konuşanlar emperyalizmin yerli işbirlikçileridir, sözlerinin hiçbir kıymeti yoktur.” Diyordu.
Selman Zebil Ekim 2024

19 Ekim 2024 Cumartesi

FİLİSTİNLİLERE SATILAN KIBRISLI TÜRK KIZLARIN YÜREK YAKAN ACILARI!


1920-1950 YILLARDA FİLİSTİNLİLERE SATILAN KIBRISLI TÜRK KIZLARIN YÜREK YAKAN ACI DRAMI!

Filistinli Araplara Satılan Kıbrıslı Türk Kızları
Pek kimsenin bilmediği kapanmayan yaralarla dolu acı veren anıları vardır. Bu acı anılardan en kötüsü, yokluktan Filistinli ve diğer Arap zenginlerin kasık ağrılarını gidermeleri için 3. 4. Eş olarak satılan 13-14 yaşlarında Kıbrıslı Türk kızlarıydı.

Bu konuda bilinmeyen Kıbrıs’ın tarihine ışık tutan emekli edebiyat öğretmeni Neriman Cahit, Hiç bilmedikleri ülkelere satılarak gönderilen Kıbrıslı Türk kızlarının öykülerini bulup toplamış, “Araplara Satılan Kızlarımız” adlı kitapta yazmış ve yayımlamış. Bu gerçek öykünün temelinde, yoksulluk vardır.

Bizim Toplumum Filistin’i nasıl bilir? İsrail altında ezilen! 
Emekli Öğretmen Neriman Cahit'ten dinleyim...
1920 ile 1950 yılları arasında, Kıbrıs bir İngiliz sömürgesiyken, yaklaşık 4 bin Türk kızı Filistinli Araplara anne babaları tarafından satıldı. Bu ana-babaları tarafından satılan kızların çok azı geri dönebildi. Geri dönemeyenler ise evlerinin, köylerinin, memleketlerinin özlemi ile yaşadılar ve kaderlerine küstüler.

Neriman Cahit’ten: “Ben yıllardır bu kızları merak ediyordum. Öğretmenlik yaptığım köylerde, çalıştığım kadın örgütlerinden hep izlerini sürmeye çalıştım. Fakat müthiş bir suskunluk vardı. Bu kızlar, 11-12 yaşında henüz sek sek oynarken aileleri tarafından para karşılığı taliplileri hiç araştırılmadan, neyin nesi oldukları bilinmeden Araplarla evlendiriliyordu. Dr. Haşmet Gürkan’ın araştırmacı yönü çok güçlüdür. Bir yazısında bu kızlardan bahsediyordu. Hep ona sorular sorardım. Bir gün bana: ‘Sen bu işin peşini bırakmayacaksın. Ama lütfen meselenin adını doğru koy; Biz bu kızları sattık’ dedi.”

Yine Neriman Cahit’ten dinliyoruz: “Ben bir ilkokul öğretmeniyim. Bu kızları yazmak benim topluma olan borcumdu. Bu konuyu konuşmalıydık. Bu kızlar çok büyük acılar çekmişler ve hâlâ çekiyorlar. Ve Kıbrıslılar onları unutmayı tercih etmiş. Haklarını korumamış. Mesela onların da miras hakkı var. Ama bunu kimse gözetmemiş. O dönemde Kıbrıs İngiliz sömürgesiydi. Köylü çok fakirdi, kuraklık vardı. Ve tefeciler köylünün kanını emiyordu. Kadınlar için bir eğitim söz konusu değildi. Şehirli üst tabakadan ailelerin kızları Kur’an bilirdi. O kadar.”

Kıbrıslı Türklerin, yoksulluktan kurtulmak için kızlarını zengin Filistinli Araplara satmaların bile bir piyasası oluşmuştur. Kıbrıslı yoksul köylü kızların satılmasına aracılık yapan acente gibi çalışan simsarların ortaya çıkmış, bu insan ticareti yapan simsarlar ev ev dolaşarak çoğunlukla sarışın, renkli gözlü, albenili kızları bulmaya çalışırlar; satılan aileden hem de kızları satın alanlardan komisyon alırlarmış. Bu Kıbrıslı Türk köylülerinin ellerinden bir bedel ödenerek alınan kızlar, evlendirilmek üzere Bafa ve Larnaka limanlarından vapurlara bindirilerek Filistin’e doğru 10-15 yaşındaki kızlar götürülüyorlardı.

Bu Kıbrıslı Türk kızları, damat adayları hakkında birçok yalanlarlar uydurularak aldatıldıkları, Filistin’e vardıklarında birer kuma olduklarını anlıyorlar ve daha çok yoksulluklar çekerek yaşamlarını sürdürüyorlar, birçokları çokluk çocuğa da karışınca bir daha geri dönme olanaksızlaşıyordu.

1950’lere Gelindiğinde…
Neriman Cahit’ten dinleyelim: “1950’lere doğru Türk toplumu bu kızlarla ilgili birçok şey öğrendi. Filistin bölgesindeki savaşlara İngilizler (Kıbrıslı) Türk askerlerini de götürdüler. Askerler boş zaman bulunca genelevlere giderler. Geneleve giden Rum ve Türk askerleri orada Kıbrıslı bir kıza rastlıyorlar. Kız ağlamaya başlıyor. Nereli ve kim olduğu anlaşılıyor. İnanır mısınız, oradaki askerlerden birinin kardeşi çıkıyor. Meğer kocasının üç karısı varmış. Bizimkini akşam geneleve getiriyor, sabah gelip alıyormuş. Bu kızlar arasından geneleve düşenlerin sayısı az değil. Gariptir bazıları Kıbrıs’a dönmeyi başardı ama kimse sahip çıkmadığı için genelevlerde çalıştılar, ömürleri orada geçti.” Diye anlatır.

Filistin’e götürülen kızların kötü durumda olduğunu duyanlardan biri de İngiliz ordusuyla birlikte Filistin’e giden tercüman Mustafa Bitirim olmaktadır. Bitirim Kıbrıs’a döndükten sonra, 1943 yılında, “Biz, Kızlarımız ve Araplar” ve “Aman Ne Oluyoruz” adlı 16 sayfalık bir broşür yayınlar.

Bitirim kendisine durumu anlatan asker mektuplarını da yayınlar. Bu askerlerin arasında Kıbrıs Rumlar da vardır. Ama durum Filistin’in işgaline dek değişmez. O yıllarda İsraillilerin saldırılarından kaçan Filistinlilerin çoğu Ürdün’e ve çevredeki ülkelere sığınır. Kıbrıslı kızların karşısına bir de sürgün hayatı çıkar. Nice Filistinli gibi onlar da kamplarda yaşamaya başlarlar. Bazıları zaman zaman Kıbrıs’a gelmeyi ve aileleriyle bağlantı kurmayı başarsa da zamanla tüm ilişkiler kopar.

Ürdün’e taşınan Kıbrıslı Türk kızları ile tanışma…
Neriman Cahit birinde Ürdün’ de yaşayan Kıbrıslı Emel Muhareb ile tanışır ve Kıbrıslı kızlarla tanışmaya için Ürdün’e gider. Neriman Cahit Hanım o ziyaretini şöyle anlatır: “İsrail zulmünden kaçıp Ürdün’e sığınan aileleri bulduk. Kıbrıslı kızlara, çocuklarına, torunlarına ulaştık. Gördüklerime, duyduklarıma inanamadım… Her şey çok acıydı… Filistinliler kamplarda, inanılmaz bir yoksulluk var. Ben o kadınların yüzlerindeki derin ifadeyi, her hallerine sinmiş hüznü, küskünlüğü gözlerimle gördüm. İçimde hissettim. Benim onları, o acıyı unutmam mümkün değil. Ben gittim, gördüm ve öldüm…” der.

Hatice Tevfik’in öyküsü…
Neriman Cahit, Ürdün’de El Vahdet Kampı’nda sürgünde yaşayan 97 yaşında Hatice Tevfik ile tanışır ve altı oğlu bir de kızı olduğunu öğrenir. Onun anlattıklarına göre satılmadan önce evin dört kardeşten en küçüğüdür. Filistin’e gönderileceğini öğrenince bir resim çizer. Resimde evdeki dört kardeşi çizer ve kendisini temsil eden figürün üzerini karalar. Çocuk gözüyle, “Niye diğerleri değil de ben?” diye sormaktadır yandaki çizgileriyle!..

Hatice Tevfik küçük evinin kapısından tam dokuz yıldır hiç çıkmamış. Çünkü dünyaya küskündü. Türkçe bilmediğini söylüyor. Ama çevirmen aracılığı ile soruyor; “Bunca yıl neredeydiniz?” Neriman Cahit onu ikinci kez ziyarete gittiğinde Hatice Tevfik’ in kızı gizlice şu bilgiyi aktarıyor: “Bütün gece uyumadı eski sandıkları karıştırdı!” Sandıktan yıllar önce giydiği mor bir elbise, mor bir başörtüsü ile Kıbrıs nakışlarıyla dolu bir bohça çıkarıyor. Neriman Hanım, yaşlı kadının acıyla, özlemle, ördüğü duvarı yıkamayacağını düşünüyor. Ama son bir gayret; ekip arkadaşı Eralp Adanır’a; “Bir Kıbrıs türküsü söylesene” demeyi akıl ediyor. Sıra “Çanakkale içinde vurdular beni” türküsüne gelince bir feryat kaplıyor ortalığı; yaşlı kadın, “Beni vurdular, beni vurdular! Ölmeden beni mezara koydular… Unuttunuz beni” diye feryat ediyor.

Necla Ömer’in öyküsü…
Neriman Cahit’in ortaya çıkan öykülerden biriside, güzelliği ile dillere destan Necla Ömer’in yaşam öyküsü. Necla Baf’ın Evretu köyünden. Yoksulluk içinde babası ile yaşıyor. Bir gün ünlü simsar Halil ile bir Arap damat adayı çıkagelir. Baba direnir, kızını vermez. Ama yoksulluk ağır basar. Necla, aynı köyden Mustafa’ya âşık olduğu halde babasına karşı gelmez. Kendisini Kıbrıs’ta doktor olarak tanıtan Necla’nın kocası kavun-karpuz satan bir manav çıkar. Üstelik Necla’ya akıl almaz derecede kötü davranır. Bir yandan şiddet, bir yandan aile, memleket özlemi Necla’yı bitirir. Beterin beteri olur ve geneleve düşer. Bu arada İngilizlerle birlikte İkinci Dünya Savaşı’na katılanlardan biri olan Mustafa deli gibi Necla’yı arar. Necla’yı genelevde Mustafa’nın çok yakın arkadaşı bulur. Ama Mustafa’ya hiçbir şey söylemez, çünkü Necla’ya söz vermiştir. Yıllar sonra Necla, Lefkoşa’nın ünlü genelev mahallesi Kuru Çeşme’de görülür, yaşlanmıştır. Mustafa da Lefkoşa’dadır, Ama bir daha karşılaşmazlar.

Vedia Mustafa’nın öyküsü…
Vedia Mustafa’nın öyküsünü torunu Dr. Ahmet Ali Hamiş şöyle anlatıyor: “Dedem, evlenmek için Kıbrıs’a gitmiş. Simsar aracılığıyla bir miktar para vererek ninem Vedia ile evlenmiş. Ninemin ailesi fakir bir aile ve beş erkek, iki de kız kardeşi olan Vedia kocasıyla birlikte Filistin’e gider ve Abu Şusu köyünde yaşamaya başlar. Dr. Ahmet Ali Hamiş: “Ninemi çok severdim. Çünkü hep üzgündü ve hep ağlardı, çok mutsuzdu. Ben de yanına gider onunla ağlardım. Annem bana kızardı marazi bir çocuk olacaksın diye” Ahmet, ninesinin vatanını ve ailesini özlediğinden mutsuz olduğunu anlar: “Ninemin mutsuzluğun azaltmak için onun ailesini bulmaya onları buluşturmaya karar verdim. Tabii bu o kadar kolay olmadı…” Ahmet Bey’in arayışı çok uzun yıllar sürse ninesinin Kıbrıs’taki ailesini sonunda bulur ve ninesini Kıbrıs’a götürür ve on havaalanında karşılama anı çok hazin olur. 40 yıldır ailesine hasret olan Vedia nine, sevdiklerine sarılır. Fakat hasretin bittiği an başka bir dram yaşanır. Vedia Hanım’ın dili tutulur ve hayatının sonuna kadar bir daha konuşamaz. Londra’da yaşayan kardeşleri onu yanlarına alır ve tedavi ettirmek için çalmadık kapı bırakmazlar. İki yıl süren tedavilerin sonucunda doktorlar son sözü söyler: “Konuşmaması için, bir neden yok Konuşmak istemiyor!” Sayın İsmet Bayram'dan alıntıdır.

Vacide (Hüseyin Süleyman) Hanimin Öyküsü…
Vacide Hanım, 13 yaşında bir Arap ile evlendirilen halası tarafından Filistin’e götürülür. Ve 15 yaşındaki Vacide 30 yaşındaki Filistinli bir öğretmenle evlendirilir. Vacide için 20 yıl sürecek cehennem hayatı da başlamış olur. Hem kocasından hem de kayınvalidesinden sürekli dayak yer, aşağılanır, horlanır.

Vecide Hanım, dil bilmediği için hayat iyice zorlaşsa da bu evlilikten altı çocuğu olur. Ama kocasından gördüğü zulüm hiç azalmaz; artar. Bir gün isyan eder ve boşanır. Ardından ikinci evliliğini yapar. Birbirlerini severler, iki çocukları olur. 16 yıl sonra kocası bir başkasına âşık olur. Vacide Hanım kocasına büyü yapıldığına inanıyor; “Kocam beni seviyor…” diyor. Kocasının gidişinin ardından Vacide karın doyurmak için giysileri bile satar.

Bu durumlarına acıyan bir imam: “Ben sana para toplayayım, sen kızlarını da al memleketine git, yoksa burada heba olacaksınız…” der. Büyük umutlarla geldiği Kıbrıs’ta onu karşılayan hayal kırıklığı olur. Çünkü ne Kıbrıs’taki iki erkek kardeşi ve yengeleri ne de diğer akrabaları. Selman Zebil Ekim 2024



FİLİSTİNLİLERİN APIŞARAZI ZEVKİNE SATILAN TÜRK KIZLARI



FİLİSTİNLİLERE SATILAN KIBRISLI TÜRK KIZLARININ ACIKLI ÖYKÜSÜ

Cümbezin Kızı: Filistinli bir karpuzcuya satılan Kıbrıslı Türk kadının dramı…
Ülkü Demiray’ın ‘2023 Emine Işınsu Roman Ödülü’nü kazanan romanı “Cümbezin Kızı” Adlı kitapta, kızını Filistinli bir karpuzcuya sattığı Kıbrıslı bir kadının çektiği acılarını ele alarak anlatıyor.

İngiliz sömürgesi altında siyasi dengeler ve Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türklerin yaşadığı toplumsal cinsiyet dengesizliklerin, eğitimde, ekonomide ayrımcılığın yaşandığı yokluk dönemleri üzerine yazılmış “Cümbezin Kızı” kitabı kadının “bir çeşit ticari ürün” Filistinlilere sarılması ve oralarda kaybolup gitmelerini konu almış bir yapıttır.

2017 belgeselinden bir kare; Kıbrıslı yönetmen Yeliz Şükrü’nün Kıbrıslı kızların gelin olarak satılma hikâyesinin izini süren ‘Fetine’yi Ararken.

Kıbrıs’ın pek bilinmeyen yaraları Filistin’e satılan Türk kızları ele alınmış…
Kaynaklara göre, Kıbrıs’tan 1920-1950 yılları arasında yaşanan ekonomik sorunlar nedeniyle Filistinli Araplara Kıbrıslı Türk kızları, yaşları 11-12 yaşlarında gelin olarak anne-babaları tarafından satılmış sayıları 3-4 bin dolaylarında olduğu kaynaklarda yazılan kız çocukları olduğu söylenmektedir.

Kıbrıslı Türk Kızların Ticari Olarak satılmaları…
Yoksulluk ve yoksulluğu fırsat bilen Filistinliler Kıbrıslı kimi köylüler çocuklarının para karşılığı satarak ellerinden alınarak Filistin’e götürülmesine izin verirler. Kıbrıs’ın Baf, Limasol, Larnaka gibi kıyı bölgelerinden, 10-15 yaşındaki Kıbrıslı Türk kız çocukları vapurlarla bir bilinmeze doğru yola çıkar...

Kıbrıslı kızların Filistinlilere sarılması olayını ilk kez Neriman Cahit; “Araplara Satılan Kızlarımız” adlı kitapta, bu öykülerle ayrımcılığın, yoksulluğun ve acımasızlığın; nice Kıbrıslı Türk çocuklarının, dilini ilmediği, kültürüne yabancı gelin edilmiş kızların acıklı öyküsünü ele almış.

Kıbrıslı Türk kızlarının satılışını ticarete çevirenler olur…
Kıbrıslı köylü kızların satılması ve işin içine iyi kazanç olduğunu sezenler bir süre sonra Filistinli Araplara kız bulmak için acente gibi çalışan kadın simsarların ortaya çıkmasına da yol açmış. Bu kişiler ev ev dolaşarak çoğunlukla sarışın, renkli gözlü kızları bulmaya çalışırlar; satılan kızlar için hem anne babalardan hem de kızları satın alanlardan komisyon alırlarmış.

Simsarların başı, gündüzleri kadınlara geceleri de erkeklere hizmet veren Tantin Hamamı’nı işleten Pembe ve kızı Fatma kadın simsarlık yaparlar. Bunlar damak adaylarını doktor, mühendis olarak tanıtırlar ancak bu sözler pek doğru çıkmaz ancak satılan kızların çoğu gittikleri yerde büyük bir sefaletle karşılaşırlar. 2.veya 3. eş olarak kuma olduklarını anlarlar…

Filistinlilere satılmış olan bu Türk kızlarının çok az sayıda olanı özlemlerini yenemeyip geri yurtlarına dönebilmiş. Pek çoğu da özlemlerini içlerine gömüp, dünyalarına küsmüş, kaderlerine boyun eğerek oralarda kalmışlar.

Öğretmen Yazar Neriman Cahit kitaba yazmasına varan süreci şöyle anlatıyor: “Ben yıllardır bu kızları merak ediyordum. Öğretmenlik yaptığım köylerde, çalıştığım kadın örgütlerinde hep izlerini sürmeye çalıştım. Fakat müthiş bir suskunluk vardı. Bu kızlar, 11-12 yaşında henüz sek sek oynarken aileleri tarafından para karşılığı taliplileri hiç araştırılmadan, neyin nesi oldukları bilinmeden Araplarla evlendiriliyordu. Dr. Haşmet Gürkan’ın araştırmacı yönü çok güçlüdür. Bir yazısında bu kızlardan bahsediyordu. Hep ona sorular sorardım. Bir gün bana: Sen bu işin peşini bırakmayacaksın. Ama lütfen meselenin adını doğru koy; ‘Biz bu kızları sattık’ dedi.”

Neriman Cahittarihle yüzleşmek gerektiğine inanıyordu: “Ben bir ilkokul öğretmeniyim. Bu kızları yazmak benim topluma olan borcumdu. Bu konuyu konuşmalıydık. Bu kızlar çok büyük acılar çekmişler ve hâlâ çekiyorlar. Ve Kıbrıslılar onları unutmayı tercih etmiş. Haklarını korumamış. Mesela onların da miras hakkı var. Ama bunu kimse gözetmemiş. O dönemde Kıbrıs İngiliz sömürgesiydi. Köylü çok fakirdi, kuraklık vardı. Ve tefeciler köylünün kanını emiyordu. Kadınlar için bir eğitim söz konusu değildi. Şehirli üst tabakadan ailelerin kızları Kur’an bilirdi. O kadar.” Selman Zebil Ekim 2024




15 Ekim 2024 Salı

MUSTAFA DESTİCİ NEREYE KOŞUYOR, KİME HİZMET ETMEK İSTİYOR?




           Mustafa Destici Nereye Hizmet Ediyor? 
                     Ümit Özdağ'dan Tepkiler

İki siyasetçi, ikisi de sağdan, birisi cumhur ittifakından, birisi de bağımsız, “Filistin milli davamız değil” diyen Ümit Özdağ’a cumhur ittifakından olan Mustafa Destici çatarak yanıt veriyor Özdağ’a: “Filistin milli davamız demediği için Türk değildir. Müslüman Türk milletinin asli bir evladı ‘Filistin benim meselem değildir’ diyebilir mi? Diyorsa bu milletin parçası değildir” diyerek karşılık veriyor. Destici’ye göre Türk olmak için önce “Filistinci olmak” demek mi oluyor?

Sen önce “neden kasayı boşalttın” de reisine, vatandaşa yüklenme…

Cumhur İttifakı'nın küçücük ortağı, Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici, konuşma becerisi mi eksik, yoksa yaranma isteğinden mi bilinmez ama yine Anayasaya aykırı, banka kartlarından devletin “Savunma Fonu” adı altında, limiti 100 bin liranın üzerinde olanlardan yıllık 750 lira vergi alma kararına sahip çıkarak, yasa önerisine karşı çıkan vatandaşlara ağır saptırarak, çarpıtarak, olayları milli duygulara çekerek, sanki ülkeyi kendisi koyuyormuş gibi yakışıksız, iftira sözler konuşuyordu.

Dertici’nin o konuşması aynen şöyleydi: “Ver kardeşim! Vermezsen sonun Suriye, Irak, Filistin gibi olur. Mehmetçik canını, polis kanını, güvenlik koruyucusu ailesini veriyor; sen 750 lira vermişsin, çok mu? Onların derdi, bunların takımı, savunduğu siyasetçilerden biz ne duyuyoruz? Bunlar milliyetçileri değil, DEM'lileri savunurlar. Bunlar Türkiye ile Yunanistan karşı karşıya geldiğinde Yunanistan'ı, Batı'yı, Ermenistan'ı savunurlar. Bunların hiçbir zaman Türkiye'yi, Türkiye Cumhuriyeti'ni savunduğunu görmedim. Atatürkçülük adı altında, Atatürk ve laiklik kelimelerinin arkasına sığınarak devlet, vatan, din düşmanlığı yapıyorlar. Benim tavsiyem şu; onun vermediği 750 lirayı da biz veririz, bu millet verir. Bu milletin ve devletin onun gibi düşünenlerin parasına da ihtiyacı yoktur. Gitsin o 750 liraya bir büyük rakı alsın, ‘demlenmeye’ devam etsin.” Açıklamasının, parçalayıcı, bölücü, kendisi gibi düşünmeyeni ya Ermeni Ya Yunan veya DEM Patil’i, gibi göstermesi çok ayıp, çok iç yakıcıdır.

Ümit Özdağ, Kredi kartlarından alınması planlanan vergi ile ilgili konuşan “Ekonomik kriz her geçen gün daha da derinleşerek devam ederken şimdi kredi kartlarına 750 lira vergi getiriyorlar. İnanılır gibi değil. Kredi kartı arkadaşlar borç demektir. Yani siz kredi kartınızı kullandığınızda borç harcıyorsunuz. Banka size borç veriyor. Borcun vergisi olmaz” diye sesleniyordu.

Merkez Mezitli ilçesindeki bir otelde gerçekleştirilen kongreye katılan Ümit Özdağ, partilileri ile toplantı yaptı. Sığınmacılar hakkında Özdağ’ın dedikleri: “Ülkemizde sayıları artık 14 milyona yükselen sığınmacı ve kaçak yaşıyor. Bunların içinde 5 milyonu kayıtlı, 2 milyonu kayıtsız toplam 7 milyon Suriyeli var ve bu tabii 7 milyonun bir bölümüne, önemli bir bölümüne vatandaşlık verilmiş durumda. Eğer kalırlarsa 2040 yılında bunların toplam sayısı 21 milyon olacak. Çünkü 5.43 doğum hızıyla sayılarını artırıyorlar. Bu büyük bir sorun” diye konuştu. Selman Zebil Ekim 2024

3 Ekim 2024 Perşembe

ÖZGÜR ÖZEL SON GÜNLERDE NE DEMEK İSTİYOR?



Özgür Özel’in Son Günlerde Hatalar mı Yapıyor?

ABD Savcılığı, New York Belediye Başkanı Eric Adams hakkında yolsuzluk ve rüşvet dahil, 5 farklı suçlamanın yöneltildiği 57 sayfalık iddianame hazırlamış. ABD Savcıları Adams’ın yasalara aykırı bir şekilde ülke dışından bağış ve rüşvet aldığı iddiasını öne sürüyor. İddianamenin en önemli bir bölümünde de Türkiye ve Türk iş insanlarını da yakından ilgilendiriyordu.

Daha soruşturma aşamasında, soruşturma bitmemiş…
İşin içeriğini bilmeden, kimleri kurtarmaya çalıştığı belli olmayan Özel, gazetecilerin mikrofonuna Türkevi hakkındaki rüşvet iddialarına ilk yalanlama Özgür Özel’den gelir.

İşlenmiş bir suç varsa sana ne, o suçlar her gün ülkemizde işleyenlerin suçudur. Suç işleyen cezasını çeksin! Ne demek: “Türkiye rüşvet verecek bir ülke değil” sözlerle suçlu varsa aklamaya gidilmesin. O suç işleyenler, Deniz Baykal’a, “bu özel değil, genel, genel” diyenler, dünyayı ayağa kaldıranlardı. Onların para için yapmayacağı suç yoktur!

Olayın yaşandığı gün, CHP lideri Özgür Özel New York Türkevini ziyarete gittiğinde yanına gelen gazetecilerin sorularına yanıt veriyor: “New York Belediye Başkanı Eric Adams hakkında hazırlanan rüşvet alma ve yolsuzluk olayı ve Türk yetkililerin de işin içinde olduğu tezleri öne sürülüyor. Soruşturmasına dair soruya CHP Genel Başkanı Özgür Özel, ABD’nin New York kentindeki Türkevi’ni ziyaret ettiği sırada sorulan sorulara yanıtı: “Türkiye rüşvet vermeye ihtiyaç duyacak bir ülke değil” yanıtını verdi.

New York Belediye Başkanı Eric Adams Türk yetkililerden neler aldı?..
Başta rüşvet iddianamesinde Türkiye ile bağlantılı bir yer ise New York’taki Türkevi binası. Edilen iddia, yeni yapılan Türkevi’nin yangın yönetmeliğine uygun olmadığı, fakat buna rağmen belediyenin binaya ruhsat verdiği belirtiliyor. Savcılık, binayı teftiş etmekle görevli olan memura, “Binaya izin vermezsen, işini kaybedersin” denildiğini ve tehdit edildiğini öne sürüyor.

İddiaya göre Türkevi’nin Recep Erdoğan’ın New York ziyaretine yetişmesi için bir Türk yetkilinin Eric Adams ekibindekilerden birine “Sıra sizde” diye mesaj attığı belirtiliyor. Adams’ın da lüks hediyeler karşılığında “devreye girerek”, gerekli yasal düzenlemeleri yetiştirdiği iddia ediliyor.

Ayrıca ABD Savcılığı, 5 Türk iş insanı ve bir Türk yetkiliyi, Adams’a rüşvet vermek ve lüks hediyeler göndermekle suçluyorlar.

Dönersek Özgür Özel’e, sen yönetimde olsaydın veryansın ederdi Erdoğan seni! Ama Özgür Özel Türkevi’nin tarihine vurgu yaparak, CHP’nin gelecekte New York’taki resmi temaslarını Türkevi’nde sürdürecekleri açıklamasını yapıyordu...

Şunları söyledi: “Türkiye rüşvet vermeye ihtiyaç duyacak bir ülke değil, öyle bir acizliği içinde değil. Böyle bir şeye niyet etmek Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden kimseye yakışmaz. Ben bunları yakın yere koymam. Hepimizin gurur duyduğu böylesine bir binanın kazandırılması sürecinde bir jest gördüysek, fazlasını ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ne tahsis edilen o muhteşem alan için yapmışızdır. Bunun parayla, pulla ölçülecek bir tarafı yok. Güçlü müttefiklik ilişkileri bunu gerektirir zaten.” Yararlanılan Kaynak: “Picture of Haber Merkezi”, 3 Ekim 2024,

Özgür Özel Beklenmedik Bir Gaf Daha
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Genel Kurula Recep Erdoğan girince ayağa kalkması, buna da “makama saygı” çıkışını gazetecilerin soruları üzerine, yeni yasama yılını açılışında saygısızlık yapmadan karşıladıklarını belirten Özel, “Bunda şaşılacak bir şey yok” dedi.

Sanki Erdoğan’ı yeni tanıyor muş gibi Özel’in yanıtı…
Ancak Özgür Özel’e, “Erdoğan salondan ayrılırken neden ayağa kalkmadıklarını ise şöyle açıkladı: “Rahatsız edici söylemler olmamakla birlikte, bizleri rahatsız edecek ya da cevap vermemiz gerekecek söylemler olmamakla birlikte, bir parti genel başkanı konuşmasıydı. O yüzden giderken ayağa kalkma gereği duymadık.” Der. Hani saygı gösterilmişti ya...

Özel, "AKP'lilerin de ilerde CHP'li Cumhurbaşkanına aynı şekilde saygı göstermesini umduklarını" söyledi. Bekleyin...

Erdoğan ile müzakere edilemez, mücadele edilir…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu X hesabından yaptığı açıklamada partisinin bugünkü tavrını eleştirdi, “Unutulmasın ki hiçbir yurttaşımızın Erdoğan ve Saray rejimini meşrulaştırma hakkı ve hukuku yoktur! Ancak mücadele etme sorumluluğu vardır!” dedi.

CHP-MHP-DEM DEMLENDİLER Mİ (!?)
1 Ekim 2024 Günü Meçlisin Açılışında Siyasilerin Konuşmaları…
Devlet Bahçeli’nin konuşmasına değinirsek, her sözcüğünde kin ve nefret içerek sözler vardır. TBMM’sinin (Büyük Millet Meclisi’nin) açılışına, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesi davasında açıklamalar yapan gazetecileri açık biçimde hedef alarak tehdit etti. Yetmedi, hızını alamayarak CHP’yi ve Halk TV gazetecilerini de tehdit etti.

1 Ekim günü, MHP Meclis Grup toplantısında konuşan MHP lideri Devlet Bahçeli, eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesi ile ilgili davayı konu edip dille getiren Halk TV gazetecileri tehdit etti.

Devlet Bahçeli, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i hedefine alarak: “CHP Genel Başkanı’nın mahkeme kapılarında bir avuç MHP düşmanıyla esip gürlemesi batık gemileri gibi sallanması tek kelimeyle yüzsüzlüktür,” diyordu. demişti.

Bahçeli Özel’e sesleniyor: “Özgür Özel sana diyorum, iddiaların aynen şahsın gibi çürüktür, bastığın yaş tahta, bindiğin patlak lastikli dolmuş, tutsağı olduğun tezvirat cambazlığı seni hiçbir yere götürmeyecektir,” ifadelerini kullanmıştı.

Bahçeli, Halk TV gazetecileri ve CHP içinde: “Buradan sesleniyorum; Halk TV ve CHP ayağınızı denk alın. Dört soytarı muhabirle Milliyetçi Hareket Partisi’ni sorgulayamazsınız, sorgulatmayız,” diye ağır, yakışıksız tehditkâr dille sesleniyordu.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin CHP’yi sert sözlerle eleştirmesinin ardından, aynı gün TBMM’de düzenlenen yeni yasama yılı resepsiyonuna katılan MHP lideri Bahçeli, CHP lideri Özgür Özel ile selamlaşarak Özel’in elini sıktı. Kürsüsünden bir-ki saat önceki dillendirdiği tehdit ve hakaretleri için Özgür Özel’den özür diledi: “Üzülme bazen siyaseten söylememiz gerekenler oluyor, siyasetin gereği olarak,” demesi yamandı.

Özel, Bahçeli’ye “Celal (Adan) Bey gibi dostlarımız duygularımızı biliyor. Önemli olan doğru bildiğini söylerken saygıda sevgide eksiklik göstermemek. Hürmetler ederim” cevabını verdi.

Özgür Özel, Bahçeli’yle sohbet etmelerine gazetecilerin “Bir kırgınlık var mı?” sorusu Özel: “Geçmişte DEM Partililerin hatırını soruyoruz diye bizi eleştirenler oluyordu. Ben ‘Bu milletten, bu halktan oy alan her parti kıymetlidir’ diyordum. O yüzden Devlet Bey’in bugünkü ifadeleri ağırdı, ben de gerekli cevabı verdim. Kendisi ‘Birbirimizi kırmıyoruz umarım, siyasetin gereği böyle ifadeler oluyor’ dedi. Ben de ‘Celal Bey de bilir, hepimiz doğru bildiğimizi söyleriz ama nezaketten taviz vermeyiz’ dedim. Sonrasında karşılıklı selam, saygı, ayrıldık. Doğrusu budur, bir adım geri atmam ama nezaketi de elden bırakmayız.” Diye konuştu.

Daha önceleri Devlet Bahçeli defalarca “DEM Parti kapatılmalıdır” dediği DEM Parti grubuyla selamlaştı ve tokalaşarak sohbet bile etti. S. Zebil 3 Ekim 2024





29 Eylül 2024 Pazar

UTANILACAK SÖZ "BÜYÜK OSMANLI HIRSIZLIĞI" ABD GAZETESİ MANŞETİ


Ülke için “Büyük Osmanlı Hırsızlığı” Utanılacak Olaydır
New York Post, New York Belediye Başkanı Adams’ın (NYP) Türk makamlarından rüşvet almakla suçlanan “Grand Theft Ottoman” (Büyük Osmanlı hırsızlığı) manşeti ile çıktı. Bu yazı bile kendi başına gündem yaratan kapak yazısı “Grand Theft Ottoman” (Büyük Osmanlı Hırsızlığı) ABD gazetelerinden New York Post, bugün manşetten çıktı…

New York Post gazetesi, New York Belediye Başkanı'nın Türkiye ile ilişkilerini gündemine alarak şu iddialarda bulundu, Başkan, yasadışı kampanya katkıları ve uçak biletleri karşılığında Türkiye'ye bazı imtiyazlar sağlamış olduğunu manşetten veriyordu. Bu yazı hem ABD hem de Türk kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Ancak New York Belediye Başkanı Eric Adams üstüne atılan suçlamaları reddettiğini ve istifa etmeyeceğini söyledi.

New York Post, Adams için “Grand Theft Auto” (Büyük araba hırsızlığı) oyununa gönderme yaparak “Grand Theft Ottoman” (Büyük Osmanlı hırsızlığı) manşeti attı.

ABD’nin New York Güney Bölgesi Başsavcısı, Williams, Adams’ın Türk yetkililer ve iş insanları tarafından “hediye yağmuruna” tutulmasını kamudan gizlediğini iddia etti. Savcı Williams, “Belediye Başkanı Adams, kendisine sağlanan bu katkıları yasadışı olduklarını ve bu katkıların bir Türk hükümet yetkilisi ve Türk iş insanları tarafından kendisi üzerinde nüfuz satın alma girişimleri olduğunu bilmesine rağmen kabul etmiştir” diye konuştu.

İddialar, Belediye Başkanı Adams’ın Türk hükümet yetkilileri ve iş insanlarına, 100 bin doların üzerinde lüks seyahat faturalarını ödettiğini, buna karşılık olarak ta yasadışı Başkan Adams’ın New York İtfaiyesi’nin Türkevi’ni denetleme sürecine müdahale ettiğini ve denetimden geçememesine rağmen binanın açılmasına izin verdiğini öne sürülmektedir.

Başsavcı Williams, “Belediye Başkanı’nın bu hediyeleri yıllık kamuyu aydınlatma formlarında açıklama yükümlülüğü vardı, böylece halk ona kimin ne verdiğini görebilecekti, ancak iddia ettiğimiz gibi, her yıl, bu elde ettiği imtiyazları halka aktarmayarak her şeyi karanlıkta bıraktı. Gizlice hediye yağmuruna tutulmasına rağmen kamuoyuna hiçbir hediye almadığını söyledi. Adams’ın bu menfaatleri, kendisine bu pozisyonu nedeniyle verildiğini bilerek kabul ettiğini ve bu uygunsuz menfaatlerden bazıları karşılığında,

New York Belediye Başkanı Williams Adams, “zengin Türk iş insanları ve kendisi üzerinde nüfuz sahibi olmak isteyen en az bir Türk hükümet yetkilisinden yıllarca 100 bin doların üzerinde olan lüks seyahatleri için önerdiği desteği kabul etti. Adams, Türklerden 2016 yılından itibaren kendisine sunulan seyahat avantajlarını kabul etmeye başladı ve 2021’e kadar neredeyse her yıl kendisine sunulan bu avantajları kullandı” dedi...

25 Eylül 2024 Çarşamba

"OSMANLI TORUNLARIYIZ" DİYENLER, OSMANLI'YI YIKANLARIN GÜNÜNÜ KUTLADILAR


Suudi Arabistan’ın 94. Yılını Kutlayanlar

Osmanlı’nın yıkılmasında en güçlü rol oynayan Suudi Arabistan’ın 94. Ulusal günü kutlamalarına katılanlar, “Osmanlı Torunlarıyız” diyenlerdir. Torunları oldukları devleti çökertenlerin, Osmanlıdan kurtuluşlarının yıldönümünü kutlayanlara eşlik edenler.

Suudi Arabistan'ın ulusal gününün 94. yıl dönümü dolayısıyla bir otelde düzenlenen resepsiyona, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak, Ankara Valisi Vasip Şahin, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Suudi Arabistan'ın Ankara Büyükelçisi Fahad bin Assaad Abu Al-Nasr, yabancı misyon temsilcileri katıldı.

Anlaşılmayan konu, Ordu Komutanları ve Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın ne işi vardı orada?

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, beraberinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Selçuk Bayraktaroğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ziya Cemal Kadıoğlu ile birlikte Suudi Arabistan Milli Günü dolayısıyla düzenlenen resepsiyona katıldı.

401 Yıl Osmanlı Yönetiminde Arabistan’ın Kısa Tarihine Bir Bakalım!
Osmanlı Arabistan’ı, olarak 1517’de başlar, 401 yıl sonra 1918’de Arap Yarımadası Osmanlı yönetiminden ayrılır. Yani Arap Yarımadasını Osmanlı 1517’den 1918’e kadar yönetmiştir. Buda gösteriyor ki, Osmanlı'nın bu bölgedeki kontrol gücü, 4 yüz yıl boyunca devlet otoritesinin gücüyle orantılı olarak yönetmiştir. Osmanlı bölgede 16. Yüzyıldan itibaren Arap Yarımadası'nın kıyılarında bulunan Kızıldeniz ve Basra Körfezi gibi önemli yerler doğrudan Osmanlının kontrolü altına alınmış idi. Bölgenin iç kısımları ise, içişlerinde özerk olarak bırakılır. O dönemlerde Portekizlilerin Kızıl Deniz saldırılarını engellemekti. 1578'den itibaren Mekke Şerifliği, iç kısımlara seferler düzenleyerek yerel kabileleri kontrol altında tutmaya başlar.

1914'te Arap Yarımadası Tarih İlk dönem
1744’te Suudi Hanedanlığının ortaya çıkışı ve hanedanın kurucusu olan Muhammed İbn Suud'un Necid'de kendi güçleriyle Muhammed bin Abdulvahap’ın güçlerini birleştirmesiyle olmuştur. İşte bu ittifak, şu günümüzdeki Suudi Arabistan'ı yöneten Suudi Krallarının temeli oluşturan kökendir…

Suudi Devleti'nin ortaya çıkışı ve Osmanlı-Suudi Savaşları
Muhammed bin Abdulvahap ilk önceleri yaptığı imamlık görevinden 1773’de çekilince, Suudilerin güney ve merkezi Necid’e yayılması tamamlanmış oldu. 1780'lerde, kuzey kısımlar da Suudilere geçti. Böylece ilk Suudi Devleti, 1744'te Riyad'da kurulur ve sonra hızla genişleyerek Suudi devletininim ezici çoğunluğunu elinde tutar duruma gelir, 1792'de Lahsa, 1802'de Taif, 1804'te de Medine Suudilerin eline geçer. Ancak bu devlet, 1818'de Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından yıkıldı. 1824'te Necid'de, daha küçük olan, ikinci Suudi Devleti kuruldu. 18. Yüzyıl boyunca Arap Yarımadası’nın iç kısımları, Suudilerle Raşit Hanedanı arasındaki çekişmelere sahne oldu. 1891'de, Raşit Hanedanı galip geldi ve Suudiler Güçlerini sürgüne etti.

Bu sürgün edilen Suudiler günümüze kadar gelen bugünkü Suudi Arabistan Devletini kökeni olurlardı.

Osmanlı'nın dağılışı başlar. Mondros Mütarekesi imzalandığında Arap Yarımadası 20. yüzyılın ilk başında Osmanlı, göstermelik de olsa Arap yarımadasının çoğunu kontrol etmeyi sürdürebiliyordu. Mekke Şerifliği Hicaz'da, (Encyclopaedia Britannica Online “History of Arabia” göre) birçok Arap kabileler ise iç kısımlarda egemendi.

1902'de, Suudiler Riyad'da geri döndü ve Necid’i tekrar ele geçirdiler. İhvan'ın desteğini alan Suudiler, 1912'de örgütün kurulmasından sonra hızlı bir şekilde yayıldı. 1913'te Lahsa tekrar Suudilerin eline geçti. (Dekmejian, R. Hrair “Islam in revolution: fundamentalism in the Arab world.” 1994, s. 131)

1916'da Hüseyin bin Ali, birleşik bir Arap devleti kurmak amacıyla Britanyalıların desteğiyle Arap İsyanı'nı başlattı. Her ne kadar 1918'e kadar isyan istenilen sonuca ulaşamasa da Osmanlı'nın 1. Dünya Savaşı'ndan mağlup ayrılması nedeniyle Arap Yarımadası, İtilaf Devletleri kontrolüne girdi. (Hourani, Albert, “A History of the Arab Peoples.” 2005, s. 315-319.)

Yararlanılan Diğer Kaynaklar:
Vikipedi Özgür ansiklopedi,
Anderson, Ewan W. Fisher, William Bayne “The Middle East: geography and geopolitics”, 2000, s.106.
Murphy, David (2008). “The Arab Revolt 1916-18: Lawrence Sets Arabia Ablaze”, 2008 s. 5-8.
Al Rasheed, Madawi “Politics in an Arabian oasis: the Rashidis of Saudi Arabia,” 1997. s. 81.


Osmanlı toprakları ve idari bölümleri:
Mekke Şerifliği (1517-1803; 1841-1919)
Mısır Eyaleti (1517-1701; 1813-40)
Habeş Eyaleti (1701-1813; 1840-1872)
Hicaz Vilayeti (1872-1918)
Lahsa Eyaleti (1560-1630)
Necid Sancağı (1871-1918)
Yemen Eyaleti (1517-1636; 1849-1872)
Yemen Vilayeti (1872-1918)

Suudi Devletleri
İlk Suudi Devleti (1744-1818)
İkinci Suudi Devleti (1818-1891)
Necid ve Hasa Emirliği (1902-1921; Suudi Arabistan'a dönüştü)

Diğer Devletler
Cebel Şammar Emirliği (1836-1921)
Asir Emirliği (1906-1934)
Suudi Arabistan'ı kim kurdu?

Suudi Arabistan kralları, Muhammed Bin Suud'un soyundan gelmektedir.
23 Eylül 1932’de Kral Abdülaziz tarafından kurulan Suudi Arabistan'ın idare şekli monarşidir. El Suud hanedanı tarafından yönetilmektedir. Kral'ın aynı zamanda Hükümet Başkanı olduğu bu sistemde, hükümet fonksiyonları Bakanlar Kurulu marifetiyle yürütülmektedir.

Suudi Arabistan Krallığı'nın ilan edilişi Suudi Arabistan milli günü ilanı…
23 Eylül 1932'de İbn Suud El Ahsa Katif Dominyonları ve Hicaz ile Necid Krallıklarının bundan sonra kendi yönetimi altında tek bir devlet (krallık) çatısı altında yönetileceğini ilan etti ve Suudi Arabistan Krallığı'nın kuruluşu ilan edildi.

Ülkede kral yasama, yürütme ve yargı fonksiyonlarını elinde bulundurmakta, Başbakanlık görevini de yürütmekte ve Bakanlar Kurulu'na başkanlık etmektedir.


Şimdiki Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz el-Suud ve veliahdı olan oğlu Muhammed bin Selman da bu aileden olup, Ailenin 10 ile 20 bin arası üyesi vardır ancak en büyük gücü ve zenginliği elinde toplayanların sayısı ise yaklaşık 2 bin kişiden oluşmaktadır.

Selman Zebil 2024 Antalya

TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)

ETHEM NEJAT (1887-1921) Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün...