18 Ekim 2013 Cuma

CUHURİYET


CUMHURİYET
Cumhuriyet öyle bir ortam yaratmıştı ki, genelde dengeler iyi işler durumdaydı. Dindar kesimle laik kesim dahi farklı etnik kimlik ve mezhep sahipleri arasında bir denge unsuru olmuştu. Ancak pek az uçta kalan dinci kesim laik cumhuriyetle sorunluydular. 1946’dan sonra siyesi dengesizliklerden cesaret alan dinci unsurlar başlarını sığındıkları karanlık deliklerden çıkarmaya başladılar.

Cumhuriyetle eş zamanlı Balkanlardan gelen Arnavutlar, Makedonyalılar, Boşnaklar, Pomaklar; Kafkaslardan gelen Çerkezler, Çeçenler, Gürcüler Abaza vs. Anadolu’ya geldiler, cumhuriyete uyum sağladılar, kendi etnik kimliklerinin bilincinde, Türk vatandaşı olmakta fazla bir sorun olmadılar ama yerli Kürtler kabul etmediler ve Türkleşmediler. İşte sorun  Kürtçe konuşarak dilin özgürleşmesi ötesinde, Kürt toplum varlığının ispatı “özgür ve bağımsız” bir zihniyetin olmasını istiyorlar.

Atatürk;
Batı emperyalizmin planladıkları Anadolu’yu işgal hayallerini bozan Atatürk’e karşı elbette iyi düşündükleri düşünülemez. Müslümanlık kisvesi altındaki dincilerin işbirliğini hüsrana uğratan Atatürk ve arkadaşlarıdır. Bu aynı biçimde Müslüman kisveli dincilerin de hala sürmekte olan Atatürk düşmanlığı, mağlup olunmuşluğun kuyruk acısıdır gaflet ve hıyanete iten hal. İşte böyle, bazen insanoğlu en soylu duygularını elinden alanlara karşı mücadele etmek yerine, o duyguları kendine iade etmek isteyenlerle savaşır durur.

Padişah taraftarı Damat Ferit, milli güçleri: “Serseri, katil, bozguncu, eşkıya, isyancılar” diyerek kötüler. O devrin dinci ulema bu sözleri tasdik ederek onların yanında yer alarak fetvalar verdiler padişah yanlısı. Günümüzde de farksızdır aynı mevki ve şan uğruna yapılanlar.

Atatürk’ü sevmezler. Onlar için vatan işgalci güçlerden kurtulmuş olması bir anlam ifade etmez. Vatan kavramı onlar için soyut bir kavramdır. Onların pek çoğuna göre vatan “seccadenin serildiği yerdir” sınırlarla belirtilmiş yer değildir. Yine onların pek çoğuna göre ise Türkiye “dar-ül Harp” yani savaşılması gereken kâfir bir ülkedir. O halde çalıp çarpmak helaldir. İnsandaki aklı hapsederek, dine körü körüne sımsıkı bağlarlar insanı.

Arap âleminde de pek çok Arap, Atatürk’ü sevmezler. Atatürk’ü tanımadıkları için değil, daha iyi tanıdıkları için sevmezler. Buna neden, Osmanlıyı yıkarak ortadan kaldırıp, yerine bir ulus devlet. Bunu yaparken bizleri perişan halde emperyalistlerin eline bıraktı. Ama bütün Müslümanlar Osmanlı sistemi içindeyken yücelerdeydik. Şimdi perişanız. Derler. İşte Atatürk’ü anlamak, yolundan gitmek, emperyalistlerin eline düşmemektir. Katıksız antiemperyalist olmak, din gibi sorgulaması mümkün olmayan uhrevi bir argümana sığınmadan akıllı siyaset yapmak, kitleleri etrafında toplayabilmektir.

Türkiye de cemaatlerin nedeyse tamamı gayri millicidir, Recep Erdoğan’ı seçimlerde destelemişlerdir. Pek çoğu Recep Erdoğan’ı kurtarıcı Mehdi sıfatını yakıştırmaktadır.

Bunlara bazı kesimler demokrasi adına sivil toplum örgütleri gözüyle bakarlar. Bu görüş yanlıştır, cemaatler sivil toplum örgütleri falan değildir.

Evliya, şıh, şeyh, cemaat ve tarikat liderleri İslam da şirkleşmiş alt ilahlardır. Pek çok zayıf insanlar bu alt ilahlara sığınırlar, onlardan nasip beklerler. Bunlar İslam ülkelerinin çekilmez ıstıraplı kahrıdır. “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” sözleri ile inanmış saf ve temiz, insanların kirletilmesinde kullanılan en can alıcı silahlarıdır.

Yaşar Nuri Öztürk: “Her mümin aynı zamanda Müslüman’dır ama her Müslüman aynı zamanda mümin değildir.” Dahi: “çağımızda hastalığa uğrayan değerlerin başında din gelmektedir” Der. Ve dahi: “İman dediğiniz erdirici değerin Tanrı katındaki varlığını ispat için nüfuz kâğıdında yeterli değildir. Tanrı imanın varlığını, onun bunun sözü veya damgasıyla değil, kendi kararıyla belirleyecektir” der.

Allah’a kulluk görevini yapmak isteyen inanmış saf insanlara tebelleş olup Allah-kul arası aracılık yapma kendilerinin elinde olduğuna dair iyice inandırılıyorlar. Ama Kur'an’a göre İslam da hiçbir aracı, şefaatçi yoktur ve şirktir” Zümer suresi 1- 3 Şeytanların insanları şeytanla korkutarak kendilerine bağlamaları, öldüklerinde dahi mezarlarını ziyaret eden müritlerine şefaat vereceklerine inandırılıyorlar. 

Müridin mal varlığı aklı olan şeyhlerin denetiminde olmalıdır mantığı ile işe başlarsak şöyle, saçma sapan şeyler çıkar karşımıza: “Şeyhin elinde mürit, ölü yıkayıcının eline teslim edilmiş ölü gibidir” derler. Dahi şeyhine kendini teslim etmiş mürit mallarını, mülklerini, itibarlarını, ırzlarını, mevkilerini teslim etmek, insan nefsinin Tanrısal iradenin yerine konmak olur muş.

Şeyhine şartsız teslim olmuş mürit: “Allah’a ve cennete gidiş, efendi şeyhinin istekleri ve şefaatine bağlıdır. O halde onu memnun etmek, Allah’ın iradesini bizim lehimize tahrik etmek demektir. Ve o halde şeyh ne istiyorsa kayıtsız şartsız yerine getirilmelidir. O senin vücuduna sahip olmak istiyorsa bu senin cenneti kazanman, hem şart hem de garantin olacaktır. Bunlara ters düşen müridin feyzi kesilir” diye söylerler yalanlarını.     

Hiçbir zaman Müslümanların silahı, Hıristiyanlara göre denk değildir. Akıl bakımından da öyledir. Kim ne derse desin, bu bağlamda yola çıkarsak, Hıristiyanlara karşı hep kaybeden Müslümanlardır. Silah; ille de otom silahları yaparak (İran Gibi) güçlülük taslamak yersizdir. Günümüzün öldürücü silahları akılcılığın geliştirdiği teknoloji, bilimde ilerleme ve akla dayanan stratejik savaşlardır.

Osmanlı’da “Kavm-i Necip” Araplar, “Etrak-ı İdrak” Türkler olur…
Osmanlılar Araplara “Kavm-i Necip” (soyu temiz kavim) derlermiş. Araplar ise Türkler için “Etrak-ı bi İdrak” (kaba saba, kılıksız, anlayışsız) demişlerdir.

Mustafa Kemal orduya katıldığı ilk günlerde bir Arap binbaşının “Kavm-i necip evladına sen nasıl kötülük yaparsın? Diyerek tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşlarında Türklük bilincine erdim, onda gördüm, kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim esin kaynağım, erdemim, övünç membaım oldu. Benim hayatta yegâne fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir.”  Der.      

 

Hiç yorum yok:

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...