12 Eylül 2017 Salı

ORTAK ADLARI MEHMETÇİK'Tİ

Mehmet, Onların Ortak Adlarıydı

MEHMET ortak adları olan onlar, rüşvet yemediler, yolsuzluk yapmadılar, mafya, çete, hırsız, bozguncu hiç olmadılar. Ellerini sokup yetimin torbasından bir tutam ekmeklerini çalmadılar. Salt inançları ve yüreklerinde pırıldayan sevdaları vardı...

Osmanlı kendi can derdine düşer, bütün bu esirleri unutur, kaderlerine terk eder adeta. Onlar ki, adları sanları yoktu, MEHMET diye ortak adları ile gönüllerde yaşarlar. Türk tarihinin en şansız gençliğiydi onlar; tarihe sığmazlar yazmakla... Onların, yani adsız Mehmetlerin aziz ruhları önünde saygıyla eğiliyorum alnım toprağa değene kadar.

1880-1895 arası doğumlu 3 milyon; daha yirmi yaşlarında Anadolu insanı, en kutsal yaşamlarını verdiler bu ülke uğruna. Onlar atalarından aldıkları inançla 22 milyon 410 bin Km. kare topraklar üzerinde tarihin en şansız ve en acımasız savaşları içerisinde yurt sevgisiyle savaştılar. Mehmet ortak adları olan onların ruhlarında yükselen asalet meşale oldu dünyamızı aydınlatan...

1880-1895 doğumlulardır; kader onları bir amaç uğruna birleştirdi. 3 milyon silâhaltına alınan Mehmet'lerdi onlar. Kimisi Yemen Çöllerinde kaldı. Kimisi Balkanlarda, kimisi Kafkas Dağlarında, kimisi Trablusgarp Çöllerinde, kimisi de Arabistan Çöllerinde yok oldular. Çoğunun mezarları belli değil; kayıplar bulunamadı, binlercesi düşmana esir düştü, yarı aç yarı tok kimi kıyıma uğradı, kimi intihar etti esaret altında, kimi değişik şartlarda esaretten kaçarak yurda döndü.

Onlar ki, 20-25 yaşlarında bu ülkenin asil insanlarıydılar; unutuldular.
Günümüzde pervasız yaşamamızın kahramanlarıdırlar onlar. Kimi evliydi, kimi nişanlı; hepsinin sevdası birdi. Her üç kadından biri dul, her üç çocuktan biri yetim kaldı. Onların bizden hiçbir şey bekledikleri falan yoktur. Bizin onlara süresiz vefa borcumuz vardır...

Kan, ölüm, barut kokusu; ölümle iç içe inadına mücadele, hiçbir beklentisi olmayan salt ülkenin kurtuluşu sevdası onların yüreklerini çelikleştiren bir tindi. Onlar öyle politik çıkar falan peşinde değildiler. Soytarılık, hainlik, aymazlık, bütün ulusal değerlere kayıtsız kalmak yoktu. Vicdan rahatlığıyla dört cephede 15 yıl savaşmış insanlardı. Dahi 1914-1918 yılları arası 10 ayrı cephede düşmana karşı çarpıştılar...

En çok şehit oldukları Arap-Yemen Çölleri “Müslüman kardeşim” diye güvenip sırtını döndüklerince kalleşlerce sırtlarından hançerlenerek şehit edildiler; onların oldukça çoğu Araplar tarafından İngilizlere ihbar edilerek öldürtürdüler ve ya esir düşürüldüler...

Yıkılan imparatorluğun toz duman altında kalan; can derdine düşmüş bir yığın soytarı emperyalistlerle işbirliğinde kurtuluşu ararlarken; başka bir yığın nitelikli, dürüst inançlı insanlar Anadolu’da “Kuvayı Milliye” (Ulusal Ordular) ruh ateşi yakanlar bir bütün olarak emperyalistlere karşı savaş verdiler. Şu günümüzün güzel günlerini yaşıyorsak eğer rahat ve huzur içinde O Mehmetlerin ölümüne mücadeleleridir...

Onlar; 1914-1918 yılları arası 202 bin askeriydiler. 22 milyon 410 bin Kilo metre kare topraklar üzerinde 22 milyon nüfuz 10 milyona iner. Yıkılan Osmanlı kendini kurtarma telaşında kaldı. Onları adı bilinmedik ülkelerde unuttu.

Myanmar: (Burma) Şehitleri...
Myanmar gibi; ülke sınırları dışında kalan uzak yerlerde yatan binlerce meçhul vatan evladından haberi olmayan bir millet olarak %90'a yakınımın bilmediği, duymadığı Türk esir kamplarından hiç habersiz olan ama ama “yeni Osmanlıcı” olduklarının iddiasıyla içi boş, verimsiz, küflü propagandalarını yaparlar. Gelelim işin gerçeğine. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Sina-Filistin cephesinde  İngilizlere esir düşmüş... 

Cemalettin Taşkıran yazıyor: "
12 bin askerimiz, o zamanlar İngiliz sömürgesi olan, şimdiki adı Myammar olan Burmaya, demiryolu inşaatında köle muamelesi görerek yol inşaatında ve daha ağır işlerde çalıştırılmak üzere götürülerek esir kamplarına kapatılırlar. Orada alışık olmadıkları şartlarda ve bulaşıcı hastalıklardan kısa sürede gencecik yaşlarına rağmen hepsi ölürler" diyordu.

Siz bakmayın bugün ortaya çıkıp ta yerli-milli olduklarını söyleyenlere. Hatta “Osmanlı torunlayız” deyip de Osmanlıya özlem duyduklarını söyleyenlere. Onlar Osmanlı’nın yanlış siyaseti yüzünden bu adını sanını hala bilmeden, hatta harita da yerini bile gösteremeyen, dahi adını bile duymadıkları bu uzak Asya ülkesinde şehitlerimizin olduğunu bilmezler…

Arap çöllerinde savaşınlar diye gönderilen bu Anadolu evlatları oralarda Araplar tarafından İngilizlere ihbar edilerek yakalattırılıyorlar. En az beş bin şehit Myanmar’da mezarları olduğu bilinmektedir. Bu şehitlerimiz, İngiliz toplama kamplarına Basra’dan toplama kamplarına gemilerle götürülmek üzere Hindistan’a getirilmişler, Kalküta'daki istasyon kampında tutulmuşlar, oradan Irrawaddy nehri üzerinde çalışan mavnalarla Burma'ya taşımışlardır. Orada ilkel barakalarda 400’er kişiler olarak kalıyorlardı. Her esire haftada 40 adet sigara, ayda bir sabun veriliyordu. Aydınlatma gaz lambasıyla yapılıyordu. Kıyafetleri ve çarıkları, yılda bir defa kamp yönetimi tarafından yenileniyordu.

Ahşap küçük bir barakadan derleme ağaçlardan bir cami yaptılar, birde aralarından imam seçtiler. O halde bile,  “İrravadi” ve “Ne Münasebet” adlarında gazete bile çıkarırlar, şiirler, esprili makaleler yazıyorlar,  hayatta kalmaya, morallerini ayakta tutmaya gayret ediyorlardı. Dahi, ektiler biçtiler, sebze yetiştirdiler, tavuk yetiştirdiler, hatta yumurtaları İngilizlere sattılar. Kampta çadır hastanesi vardı, yedi Türk esir doktor çalışıyordu, o berbat ortamda ameliyat bile yapıyorlardı. Psikoloji allak bullaktı, bazen çok sık intihar olayları yaşanıyordu.

Dünya üzerinde üç kıtaya yayılmış, bugün dahi adlarını 
hiç duymadığımız kentlerdeki Türk esir kampları:  

Kimi: Schweba, Veiktilla, Thatmyo, Rangongoon da esirdiler.

Kimi Fransa: Montpeller, Marsilya, Korsika.

Kimi Malta: Veletta. Kimi Yunanistan: Selanik’te.

Kimi Moldova: Kişinev.

Kimi Hindistan: Nogar, Sümerpur, Belgaum, Bellary, Kalküta.

Kimi Irak: Bağdat ve Basra’da,

Kimi Rusya: Vologala, Vetluga, Kostroma, Kazan, Simbirsk, Samara, Toboisk,
Krasnoyarsk, Vladivostak.

Kimi Mısır: Seydibeşir, Ros El Tina, Bilbeis, Heliopolis, Abası, Kahire Kalesi, Maadi.

Kimi de Kıbrıs: Gazimogosa  (Mogosa şehitliğinde yatmaktalar)

Yararlanılan Kaynak: Cemalettin Taşkıran, Esir Türler Mektupları; “Ana Ben Ölmedim” kitabından aktarma Atlas Dergisi 101. sayı Ağustos 2001. Çaresizliğin verdiği durum, esir düşen askerlerimiz unutulur, Türk esirleri hakkında kapsamlı bir araştırma yapar Cemalettin Taşkıran Hoca.

1. Dünya Savaşı, dünyayı kasıp kavuran, patlayan bomba sesleri bir yana, acımasız hastalıklar ve açlık canından bezdirdiği yıllardı.

Türkiye'den 2 milyon 600 bin Mehmetçik askere alınıyor…
250 bin Mehmetçik çarpışarak öldürülüyor…
450 bin Mehmetçik yaralı, hastanelerde tifo, dizanteri gibi bulaşıcı hastalıklarla mücadele ederek ölüyorlar…

202 bin Mehmetçik İngilizlere, Ruslara, Fransızlara esir düşüyor…
Böylece kayıplarla birlikte, 1 milyon Mehmetçik Osmanlının son yirmi yılı içinde telef oluyor.

O kadar uzun askerlik olur ki, baba oğul aynı anda askerde olurlar. Bunlardan biri Mısır Seydibeşir esir kampında uzun yıllar askerlikten dönemeyen baba, yine esir düşen oğluyla buluşur. 

Türk esirleri elinde tutan ülkelerden İngilizlerin elinde 138 bin esir bulunur…
Rusların elinde tahmini 60-70 bindir… 40 bini Anadolu Mehmetçiği Rusya esir kamplarında donarak, açlıktan, hastalıktan ölür… 20 bin Türk esir geri ülkeye döner.

1917 Rusya’da Bolşevik Devrimi olur, ülke içinde yönetim boşluğu baş gösterir. Bu nedenden dolayı Türk esirlerin en kötü şartlarda kalırlar. Anadolu’dan o kadar uzak ki, Türk esirler kaçıp yeniden savaşa katılmasınlar diye Japonya sınırına yakın Sibirya’ya ve Vladivostak’a kadar uzaklara vagonlara tıka basa, üst üste yüklenerek götürülmüşlerdir. Pek çoğu uzun tren yolculuğu sırasında yallarda ölmüştür.

Rusya-Samara esir kampına 68 Türk esiri bir vagon içinde gönderilir. Samara’da bu vagon boş diye bir kıyıya çekilir. Günlerce dışarıdan kilitlenmiş vagon içinde aç, susuz orada kalırlar. En sonunda bağırmalar, vagon duvarlarına vurmalar sonucu bu sesleri duyan olur, vagonu açtıklarında 68 esirden sadece 8 esir sağ kalmış olarak kurtarılır. Ayrıca tren vagonlarına 800 esir doldurularak Rusya’nın Sibirya-Piyamu bölgesindeki kaplara sevk edilir. Kampa varana denk ancak 200 sağ kalmıştır, 600 esir yollarda ölmüştür. 

Türk esirlerin ölmelerinin nedeni salt hastalıklar değil, araştırmalara göre Türk esirlerin yetersiz beslenmelerinden, bünyenin dayanma gücünü kaybetmesinden dolayı öldükleri tespit edilenlerdendi.    

1914-1918 yılları arası Türkün en talihsiz tarihinin yazıldığı yılardır…
Birinci Dünya Savaşı Çanakkale, Sarıkamış, Galiçya, Kut-ül Ammare, Medine Müdafaası ile Türkün dört cephede savaşları vardı. Birde içerideki emperyalistlerin kışkırtmalarına uyup ta arkadan yıllarca birlikte yan yana yaşadığı Türkü hançerleyen isyankârlar vardı.

Görüyoruz ki, bunlar hep unutturulmak istenilerek 1915 yılında Ermenilere  “Soykırım yapılmış” olarak Türk tarihine kara bir leke düşürülmek istenilerek, Batılıların yanında yerli olur olmaz kişiler, Türkleri tarihiyle utandırılmak istiyorlar. 

Batılılar tarihimizi yeniden kurgulayıp, gerçek tarihimizi hırpalayarak bozup dağıtıyorlar. Yeniden bir tarih yazma heveslilerin iddiaları, “Resmi Tarih gerçekleri saklayan tarihtir” diyerek bahaneler aramalarından kaynaklanıyor. Batılı art niyetli tarihçiler en çok cesaret verenler yerli dincilerle ve kendilerini liberaller olarak lanse edenlerdir. Sürekli geveleyip durdukları bir şey vardır, onlara göre cumhuriyet felsefesi: “Türkleştirme politikası uyguladı” diye sığındıkları sığ düşünceler...

Lakin o sancılı Birinci Dünya Savaşı dönemdeki olayların, bütün devletlerin birbirlerinin ümüklerini ölümüne sıkarak öldürdüğü dönemdir. Görmezden gelinen, emperyalistlerin en çok Osmanlı topraklarına tecavüzleriydi. Kolonileri olan zavallı Anzaklar'ı, Hintlileri, Yeni Zelandalıları bağrımıza hançer sokar gibi soktular. Çanakkale’de ne işleri vardı İngilizlerin. Adana’da, Urfa’da, Maraş’ta ne işleri vardı Fransızların. Ne işleri vardı Sarıkamış’ta Rusların, Ne hat etmeye gelmişlerdi Akdeniz kıyılarına İtalyanlar? Birde yerli yardakçılar bu boyuttan baksalar Batılılar ne duruma düşer acaba?

Çanakkale…
Türkiye Cumhuriyetinin ve Anadolu’nun Türk yurdu olmasının başlangıcıdır Çanakkale. Bugün hala millet olmanın heyecanlı gururunu yaşıyorsak, Çanakkale’de hiç gözlerini bile kırpmadan ülküleri uğruna ölümüne mücadelenin sonucudur. Bizler onlara ödeyemeyeceğimiz kadar borçluyuz… Çanakkale Savaşına 15 yaşında Tıp öğrencisi çocuk denebilecek gençler Çanakkale’de cepheye gönderilirler. Hiç biri dönemez, orada şehit düşerler, o yıl tıptan bir tek öğrenci mezun olamadığı yıl olur…

Yani demem şu ki; Çanakkale varlığımızın mihenk taşıdır. “Türküm” demenin iyice ucuzladığı şu günümüzde, millet olmada, gündelik yaşamımızda anlamsızlaştırıldığı cehalet ahlaksızlığına karşı mücadele etmek isteyenler her geçen gün azaldıkça avanta, köşe dönmecilik milli değerlerin önüne geçtikçe, kapıp kaçma ahlakı pirim yaptıkça, Türkiye de “Türk olmak, Türküm” demek kahır olmaktaydı. Geçmişine sahip çıkamayan, onu korumayan, sorgulamayan, hesaplaşmayan milletler her zaman ayakta kalmayıp tarih sahnesinden silinmişlerdir.

Kurnazlık, dindara tebelleş olmuş, dincilik içinden pıtrak gibi meydanlara pervasızca dökülmektedir. Emevi disiplini içinde hareket halindeler. Cumhuriyetin getirdiği kültürel dokuya adeta alerjileri var, kaşıntı yapıyor duydukları zaman.

Bir şeyler görüyoruz ki, pek çok yanlı, yanıltıcı yayınlarda Çanakkale savaşı savsaklanarak hayali ordular kurtarıcı haline dönüştürülüyor, sanki kayıptan gelen, boğazın sularından ellerini uzatarak düşman gemilerini alabora ettikleri temaları işleniyor. Zaten okuma özürlü halkımızın zihinlerine yalan, yanlışlar savsatalar tarih diye telkin ediliyor.

Ama neden 250 bin şehidin Çanakkale’de savaşarak öldüğü gerçek manada sorgulanmıyor, onların ölümüne mücadeleleri hafife alınıyor, kayıptan eller, neden o kadar şehit vermemize engel olmamış olmalarına dair bir sorgulama, bir açıklama veremiyorlar.

Amaç; yeni bir liderin doğmasına, görmezden gelinmesine, yok sayılmasına hizmet için art niyetli kişilerin zihinlere hülyalı, rüyalı masalımsı uyduruk hikâyelerle, küflü çivi çakar gibi genç zihinlere sokuyorlar. Yani demem şu ki: Mustafa Kemal Çanakkale Savaşını hiç yapmamış gibi havalar estiriyorlar.

Çanakkale, Türkiye Cumhuriyeti için bir başlangıçtır. Dünyanın en güçlü ordularını dize getirilmiş günüdür. Emperyalistlerin yediği tokadın en şiddetlisidir, düşüp kıçlarının üstüne, ayağa kalkamadıkları, Anadolu işgal hayallerinin Çanakkale boğazın sularına gömüldüğü gündür.

Fırsat kollayan bu emperyalistler, Osmanlı topraklarındaki azınlıkları kışkırtarak Türkleri Balkan topraklarından kovdurdular, o topraklara kendileri yerleştiler. Şimdi bu topraklar üzerinde bulunan Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Suudi Arabistan, Katar, Bahreyim, Suriye, Irak, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri Yemen, Sudan bir bütün olarak yekpare Osmanlı topraklarıydı. Emperyalistler işgal ettikleri bu toprakları çıkarları gereği cetvelle böldüler, Arapça konuşan tek milleti, birçok devletçiklere ayrıştırdılar. 

Sonuç olarak, bu topraklara vatan sevgisi, ümmet sevgisinin önüne geçerek gelişe gelmiştir. Çanakkale’de toprağa düşmüş canlar, öyle boşu boşuna kanlarını 1915’de 15 yaşlarında dökmediler. 10 Ağustos sabahı Conkbayır’dan düşman üzerine ölümüne koşan, öleceklerini bildikleri halde, arkalarına dahi bakmadan toprağa düşüp şahadete erdiler. Nedeni, bizim geleceğimizin güzel günleri içindi. Onlar bizim atalarımızdı, biz onların torunlarıyız, hiç unutmamalıyız.  

Unuttuklarımız ve Hatıralarını Bile Anamadıklarımız…
Yine nerdeyse unutulmuş gitmiş bir Kore’ye asker gönderme olayı var...
İkinci Dünya savaşı bitmiş, “Soğuk Savaş Dönemi” başlamış. Kim başlatmış, neden başlamış aklımızın almadığı dünyayı iki kutba ayrıştıran büyük devletlerin bir oyunu olduğu ise muhakkaktı.

Türkiye İkinci Dünya Savaşında tarafsız kalmayı başarmış, kendi topraklarına düşman saldırısına karşı siyasetini iyi uygulamış, kendi toprakları üzerinde savaşın sıçramasını engellemiş bir ülke olur lakin yalınız kalır ve yoluna davam edemez.  

Dünyayı iki bloğa ayrıştıran, iki bloktan birine yanaşması, tercihini Amerika’ya yanaşmaya ve onun üyeliğinde olduğu NATO’ya girebilmek için çaba harcamaya başlar. Kendini kanıtlamak için Türkiye, ABD’nin Kore’deki işgaline destek olmak için, Kore’ye asker gönderme kararı alır. Türkiye Kore’ye, 1950 yılında alınan bir kararla: 259 subay 18 askeri memur, 4 sivil memur, 395 astsubay, 4414 er ve erbaştan oluşan askerle toplam 5090 seçme Tük insanı ABD adına Kore’de savaşmaya gönderilir.

Sonuç olarak:741 Şehit, 2147 yaralı, 234 askerimiz tutsak olur, 175 askerimiz kaybolur, şimdiye kadar hala akıbetleri belli olmadı.

Son Söz, Kıbrıs Sevdalıları…
“Onlar; ilk seferde yedi kişiydiler... Yüreği vatan sevgisiyle çarpan, coşkulu, heyecanlı, ölüme meydan okuyan yedi gözü pek ve kararlı adam... İsimlerini, üniformalarını, mesleki kıdemlerini ve sevgi dolu yürek bağlarını geride bıraktılar... Maske isimler, maske mesleklerle bir meçhule gönüllü oldular... Bir bilmeze kulaç attılar... ‘Artık biz yokuz ve hiçbir zaman olmadık. Şu anda tek başınasınız’ dendiğinde büyüklerine kırılmadılar ve de yılmadılar. Aksine çatık silahların gölgesinde Kur'an’a el basıp dava için ölümüne yemin ettiler...” Emekli Albay İsmail Tansu, “Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu” adlı öyküsünden uyarlayan Ahmet Tolgay, “Şahinler Yılı” adlı yapıtından alıntı.  

“Karşı kıyıda bekleyenlere uzattılar ellerini, kader birliği ettiler: “Ölmek var, dönmek yok oldu. Parolaları hep birlikte, içtiler gizlilik andı... Artık biz yokuz ve hiçbir zaman olmadık. Şuanda tek başınasınız” dendiğinde bile gözlerini kırpmadan, vücutlarını ortaya koyanların vebali üzerlerine olsun. Canını ortaya koyup, hiç gözünü kırpmadan “Ben ülkemi severim, kimseyle paylaşmak istemem” diyenler selam olsun. Selman ZEBİL 





Hiç yorum yok:

TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)

ETHEM NEJAT (1887-1921) Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün...