17. Yüzyılda Tekkeler, Medreseler ve Kadızadeliler Harekâtı ve Günümüzede Değişen Birşey Yok
17. yüzyılda tarikat ve cemaatlerin güdümüne giren medreseler önce fikren kendilerine uymadıkları için tekkelere karşı anlaşmazlık savaşları verdiler. Bu zamanla boyutunu aşarak derinleşti, Osmanlı devletini çökertir duruma geldiler. Çünkü medreselerde gericilikle başlayan durgunluk, tekkelerdeki canlılığı yok etti, bağnazlığa işi vardırdılar...
17 yüzyıla kadar Osmanlı sultanları ve idarecilerinin ulema, şeyh, gibi kişilere hoşgörü ile bakıyor ve tolerans gösteriliyordu. Tarikat ve cemaatler bu hoşgörü ve toleransı istismar etmekte hiç geri durmuyorlardı. Genelde bu hoşgörü, Sünnilik adına oldukça toleranslı oluyorlardı ama onlar böş durmuyorlar, sürekli devletin atını oyuyorlardı. Bu arada Osmanlı tekke ve zaviyelere ise bu kadar hoşgörülü davranılmıyordu. Yani 17. yüzyılda git gide yüzünü tek yöne çeviren Osmanlı Devleti'nin siyasi fikri İslamcı şeriata muhalif hareketlere sert müdahaleleri olmakta idi. Cezalar ağır bicinde idamla, hafif biçimde sürgünle yerine getiriliyordu.
Osmanlı Devleti'nin 16. yüzyılın sonları ve 17. yüzyılın ilk yarısına kadar uzanan dönemdeki sıkıntılar, devlet ve toplumun nerdeyse tamamını yakından etkileyen olaylar, toplum kendisini gözden geçirmesine ve yeni tavırlar almasına neden oldu. 17. Yüzyıla gelindiğinde iyice ağırlaşmış şartlar, devletin içine düştüğü durum her kesimden insanları etkilemekteydi. Doğal olarak devlet idarecileri ve toplumun fertleri kendi seviyesine uygun tepkilerde göstererek çareler bulmaya çalışıyorlardı. Osmanlı bilim ve fikir adamları hal çaresi için “nasihatname” türü risaleler ile uğraşıyorlardı. Koçi Bey “Nasihatname” risalesini 4. Murat ve Sultan İbrahim'e sunmuştur. Yine aynı zamanda “Kitab-ı Müstetab”, “Hızırü'l-Mülûk”, “Kitab-ı Mesalihi'l-Müslimin” ve “Menafi'i'l-Mü'minin” adlarında kitaplar yazılmıştır.
Osmanlı Devleti'nde 17. yüzyıldaki medreselerle tekkeler arası kavgalarını veya bir diğer ifade ile şeriat ile tarikat anlaşmazlığı kavgaları meydana gelir. Osmanlı tekkelar karşıtı olurken, tarikat ve cemaatlerin medreselerinin koruyucusu oluyordu. İşte bu koruyuculuk 17. Yüzyılda ortaya çıkan gerici yobaz, Osmanlı kendi büyütüp beslediği Kadızadeliler hareketi, kendini sallar korkunç günlleri yaşatmaya başladılar...
İmam Mehmet Birgivi (1522-1573) Kimdir?
Gerçek adı, Takiyyüddin Mehmet olan Osmanlı ulaması olan İmam Birgivi yani Birgili diye ün kazanır. 1523'te Balıkesir'in Kepsut İlçesi'nin Bektaşlar köyünde doğan Takiyyüddin Mehmet, ömrünün son 10 yılında Birgi'de bulunan medresede hocalık yapmasından dolayı Birgivi, yani Birgili diye ün kazanmıştır. Birgivi Mehmet, babası, Balıkesir’deki bir medresede hocalık yaparken ondan Arapça ve bazı dini bilgiler öğrendikten sonra oradan İstanbul'a gitti. İstanbul'da eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli medreselerde hocalık yaptı. Edirne'de askeri görevlilerin miras işlerine bakma görevine atandı. Burada boş zamanlarında verdiği vaazlarda halkı Kur'an'a ve Muhammed’in sünnetine dönmeye çağırdı.
Birgivi'ye göre mezarlar üzerine türbe yapılmamalı türbelerde mum yakılmamalı, para ile Kur'an okutulmamalı ve savaş zamanı dışında çalgı dinlenilmemeliydi. Ayrıca ona göre para vakfetmenin caiz olmadığını söyleyince döneminin şeyhülislamı Ebussuud Efendi ile çatıştı. Şeyhülislam, Birgivi'ye halkın arasına fitne sokmaması tavsiyesinde bulundu. Dahi ancak, verdiği bunca ateşli vaazlara rağmen bir sonuca ulaşamayınca halkın oturmuş alışkanlıklarından dönmeyeceğini görünce, Edirne'den İstanbul'a gelerek bir Bayramiye tekkesinde inzivaya çekildi. Ancak bir süre sonra tekkenin şeyhi Abdullah Karamani'nin tavsiyesiyle insanları aydınlatmak için medrese hocalığına geri döndü. Ömrünün sonuna kadar Birgi'de medrese hocalığı yapan İmam Birgivi, 1573'te İstanbul'a gelirken 52 yaşında vebadan burada öldü ve Birgi'ye götürülerek orada defnedildi. İzmir-Ödemişin Birgi ilçesine bağlı bu kasabada İmam Birgivi'nin türbesidir her ne kadar sağlığında şiddetli bir biçimde türbe ziyaretlerine karşı olmuş olsa da en büyük evliya türbesi diye dua eden ziyaretçilerin uğrak yeri olmuştur.
Birgivi öldükten sonra…
17. yüzyılda Kadızadeliler hareketi ile İmam Birgivi en parlak günlerini yaşadı. Kadızadeliler hareketi bitirilse de Birgili’nin fikirleri çeşitli çevrelerce kabul edildi. Daha çok onun “Vasiyetname” adlı ilmihal kitabı en çok okunan kitabı oldu. Türk tarihinin en tutucu ve en bağnaz düşünürlerinden birisi olan Kadızadeliler hareketinin öncüsü Kadızade Mehmet Efendi, fikirlerinin en önemlisini İmam Birgivi Mehmet Efendi'nin, düşünsel yapısından almaktaydı.
Kadızâdeler hareketlerinin ana düşüncesinin unsuru Mehmet Birgivi'dir. İçinde yaşadığı buhranlı dönemi ve olayları fırsata çevirmiş, hal çareleri olarak teklif ettiği görüş ve düşüncelerini yazdığı eserlerinde toplamıştır. En bilinen yapıtı ise “Tarikat-ı Muhammediyye” olmaktadır.
4. Murat'ın devleti idaresini ele alır ve ıslahatlarına başlarken önce Osmanlı cemiyet düzenini bozan; Osmanlı toplum yaşamında yaklaşık yüz yıllık girmiş alışkanlıklar sürmekte ve toplum yaşamında yaygınlaşan bazı alışkanlıkların insanları miskinliğe sevk ettiği kahvehaneler ve tütün içmek gibi alışkanlıkların önünün alınması gerektiği düşüncesindeydi. Yani, keyif verici alışkanlıklara sert tedbirler almak, devlet ve ilim çevrelerinde pek taraftar bulamamıştır. 4. Murat'ın bu konudaki isteklerine ancak tek yasallık arz eden Kadızâdeliler olur.
17. yüzyılın ilk yıllarında itibaren güçlenen ve devlet yönetiminden de yakın ilgi gören Kadızadeliler, başında Kadızâde Mehmet Efendi adında İstanbul'da vaizlik yapan kişi bulunmaktadır. Bu kişinin fikri kaynağı ise Birgivi Mehmet Efendi'dir. Birgivi'nin bütün fikirlerine tam olarak bağlılık gösteren takipçileri, devletin sıkıntılarının nedeni olarak belirledikleri sorunların, “Bid'at” diye niteledikleri ve bu konuları vaaz verdikleri cami kürsülerinde, “vaaz-ı nasihatle” dile getiriyorlardı. İlk önceleri bu vaizlerin etkileri Osmanlı devletinin idarecilerinin istediği tarzda halka bilgi vermeleri memnunlukla karşılanıyordu. Osmanlı tarihinde “Hoca Nüfuzu” diye de adlandırılan bu konu, 17. Yüzyılda ciddi sıkıntılara neden olmuş ve halkı da oldukça uzun süre huzursuz etti.
4. Murat üzerinde nüfuz sahibi olan Kadızâde Mehmet Efendi'nin Osmanlı sarayına yakınlığı daha önce başlamıştır. 4 Murat üzerinde kurduğu nüfuz ile gittikçe etkisini artırmıştır. 3. Murat, Manisa'da şehzâdeliğinde tanıdığı Kadızâde Mehmet Efendi, Şeyh Süca-yi, tahta geçince İstanbul'a getirtmiş ve kendisine oldukça değer vermiştir.
Kadızâde Mehmet Efendi, 17. yüzyılın buhranlı günlerin getirdiği ağırlaşan şartların iktisadî, içtimaî ve siyasi zorluklara karşı yapılması bir layiha biçiminde 4. Murat'a sunduğu, üstadı Birgivi ve onun İbn Teymiyye’den esinlendiği “Tacu'r-resail fi Menahici'l-Vesail” adlı İbni Teymiyye'nin “es-Siyasetü'ş-şer'iyye adındaki devlet hakkındaki risalesinin çevrisiydi. Yani kısacası Kadızâdeliler, daha önceki ve sonraki Selefiler gibi, Osmanlının içine düştüğü buhrandan ancak Kur'an ve sünnete dönmeyle mümkün olacağı tersi, şartların devleti felakete götüreceği iddiasını savunmuşlardır.
Daha açıkçası, Kadızâde Mehmet Efendi, dine yararı olmadığı gibi, dünya içinde yaralı bir sunumu olmamıştır ancak devletin yıpratılmasında ve hatta çöküşünün hızlandırılmasında, Osmanlı toplumunun bozulmasında, huzursuzlukların artmasında derin katkıları olmuştur.
Kadızade Mehmet Efendi ve Mehmet Birgivi (1523-1573)
Her ikisi de İbn Taymiyye (1268-1328) izleyerek dini sosyal bunalımlı kaynağını dinde aramıştır. 17. Yüzyılda onun bu yaklaşımı vaizler, Kadızadeler topluluğunun hareketinde öncü rol oynamıştır. Mehmet Birgivi ’nin öğrencisi Kadızade ve ona bağlı “fakı” denilen bir topluluk vaiz, tartışmayı daha da tırmandırıp onun yolunu sürdürmüşlerdir. İstanbul camilerinde vaazlarında toplumu ikiye bölerek derin din savaşları ile derin bir toplumsal ayrışmalara neden olmuşlardır. Toplumların bütün adet ve göreneklerine karşı çıkmışlar, "peygambere göre uygun değildir" diyerek, toplumun örf ve adetlerine “bidat” yakıştırması yapmışlar, uymayanlara “kâfir” damgası vurmuşlardır. O dönemde kahve, tütün, türkü, raks, sema gibi şeylerin şeriata aykırı diyerek halkın beynini yıkamışlardır. Dahi, matematik ve akli bilimlerin medrese eğitiminden kaldırılmasını istemişlerdir.
Kadızadeli, İslam’a aykırı 21 “bidat” olduğundan söz eder. Sözünü ettiği bidatlerinden bazıları şöyle:
1- Kur’an ve Ezanın makamlı okunması. 2- Sema ve devran gibi ritüellerin caiz olması.
3- Tütün, kahve ve keyif verici maddelerin haram olmaması. 4- Muhyiddin-al Arabî’nin kâfirliği. 5- Yezit’e lanet okunması, 6- Muhammed’in ölümünden sonra ortaya çıkan örf ve âdet ve gelenekler, 7- Kabir ve türbe ziyaretleri. 8- Büyüklerin el ve eteklerinin öpülmesi ve selam verirken eğilme. 9- Rüşvet, 10- “Emr bi’l-ma’ruf ve nahy’ani’l-mülk” (iyiliği emredip kötülükten men etme emrini izlemek) gibi şeylerin “bidat” olduğunu söyler.
Anadolu’da ve Rumeli’de halkın Hanefi Mezhebine zorlanması…
Anadoluya özgü, daha özgürlükçü Sünni Maturidilik anlayışına karşı aşırı Sünnilik eğilimli Kadı Zadeler sorununu Kâtip Çelebi “Mizan” da çok güzel özetler ve Kadızadeliler, Hambeli Mezhebi İbn Taymiyye yolunu izleyerek salt “Nass'a”, Kur’an ve hadise itibar ederler. Hanefi mezhepli Osmanlıda “istihsan” ve “içma-i ümmet” prensibiyle topluma mal edilmiş adetleri, toplumun iyiliği için kabul etme yanlısı idi; ancak çatışmaların aslı mezhep farkından kaynaklanmakta olduğu iddiası ile Osmanlı hükümdarı “imam” sıfatıyla Anadolu ve Rumeli’nde Hanefi Mezhebi doğrultusunda uygulanmasını emretmişti. Osmanlı din anlayışında sultanların, toplumun hangi mezhebi seçeceklerinde kara vermesi bir tür zorlamaydı. Ancak Osmanlı sultanı Anadolu ve Rumeli’nde yaptığı tek mezhebe bağlılık baskısını, Arap eyaletlerindeki dört mezhebin yürürlükte kalmasını onaylamıştır.
O zamanlarda Mevlevi Dedesi Sakib, Kadızade için: “Müslümanlar arasında taassup fitnesi uyandırdığını” söyler. 1651 yılına gelindiğinde, halk Kadızadelileri kendilerine yakın hissediyor, Kadızade vaazları halkı ayaklandırıp zalim saray ve ara zorbalarına karşı isyana kalkıyorlar ve Yeniçerileri bertaraf eden esnafı da yanlarına almışlardı.
Yaşar Ocak’a göre, Kadızade Mehmet, “Tacu’r-Resail fi Manahici’l-Vesail” başlığıyla padişaha bir layiha sundu. Bu layiha, Hambeli mezhebinden İbn Taymiyye’nin devlet idaresinden söz eden “Siyasetu’ş-Şer’iyye” adlı yapıtının çevrisinden ibaretti. (**) Mehmet Birgivi ve Kadızadeli’nin risaleleri, İbn Taymiyye’nin eserlerine dayanıyordu.
Kadızadelilere etki edip yön veren, Mehmet Birgivi’nin yazdığı “Tarikat-i Muhammedi’ye” bir tür ilmihal kitabı niteliğinde olurken diğeri “Vasiyetname” adlı yapıtı ise vaazlarını içeriyordu. Bugüne kadar halkın İslamcı anlayışını biçimlendiren bir yapıt sayılır.
Kadızade Mehmet Efendi, İbn Teymiyye ve Mehmet Birgivi’yi izleyerek dini ve sosyal bunalımın kaynağını dinde aramış ve 17. Yüzyılda onun bu yaklaşımını benimseyen vaizler topluluğu, Kadızadeler eylemlerinin öncüleri olmuşlardır. Osmanlı içinde Kadızadeler git gide tehlikeli boyuta geldikçe aşırı istekleri bitmiyordu. Onların vaazlarını dinleyen halk kitleleri ile devlet ve resmi ulemalar arasında gerginlik artarak son sınıra dayanmıştı. 17. Yüzyılda İstanbul’da Mutaassıp Kadızedeliler tehlikeli tartışmalar ile sufi tarikatlar arasında kavga şiddetiyle bitmeyen, ölümlere neden olmuştu. Bu olaylar Köprülü Mehmet Paşa’nın veziriazamlığına kadar sürmüştü. Köprülü Kadızadeli’yi ve ileri gelen vaizleri 1656’da sürgüne göndermiş, kargaşa bir zaman sükûna dönmüştür.
(*) Halil İnancık, “Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet” İş Bank Yayınları, 3. Baskı 2017, s.222
(**) Ahmet Yaşar Ocak, 17. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Dinde Tasfiye Teşebbüslerine bir Bakış: Kadızadeliler Harekâtı” Türk Kültür Araştırmaları 1993, s.212-213.
Osmanlıyı Çökerten Dincilik Hareketlerinden Bir Örnek Kadızadeler
Osmanlı 16. Yüzyıl İtibarı ile özünden, kimliğinden uzaklaştı ve birçok devşirmelerin yönetimine girdi Osmanlı Devleti. Dinde dahi, Arap-Acem şeyhülislamların fetvaları ile Osmanlı sarayı dini safsata fetvalar verir duruma getirildi.
Osmanlının Balkanlarda ve Anadolu’da ki Hıristiyanlara ve Musevilere karşı gösterdiği hoşgörünün yarısını bile, kendisini kuran, mermer saraylara taşıyan Türkmenlere göstermiş olsaydı birliğini, dirliğini koruyabilirdi. Osmanlı inadına tersini yaptı, törelerden uzaklaştıkça dincileşti durdu; kendi Sünni inanç anlayışına terlim etti ve din dışı ilan eden Ebu Shuut gibi devşirme şeyhülislamların fetvalarına uyarak Türkmen Alevi-Kızılbaş-Bektaşileri imha yolunu gitti. Başaramadı; döktüğü kanla kaldı, kendisi de ayakta kalamadı...
Kadızade Harekâtının öncülerinden Birgivi Mehmet Efendi denen adam önderliğinde oluşan hareket, Osmanlı sarayına kadar sirayet ederek halk ve devlet nezdinde uzun sürecek huzursuzlukların ortaya çıkmasına büyük ölçüde neden olmuştur.
17. yüzyılda, devşirmelerin her tarafa sirayet ettiği Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu siyasi ve sosyal bunalımlar içerisinde katı Hambali mezhepli siyasal İslamcılık yolu olarak Kadızadeler harekâtı ortaya çıkmıştır. Bu Kadızadeler, Bütün bilimsel gelişmeleri, bilimi, tekniği reddedici eylemciler olarak ortaya çıkan, gelmiş geçmiş Türk tarihinde ilk kez dinde tasfiye hareketini başlatan Kadızadelere, çoğunlukla “fakih”, “fıkıh” bilgini, fakı denilen vaizlerden oluşan bu topluluklar, en çok İstanbul’a sonradan yerleşmiş taşralı, okuması yazması olmayan cahil insanlara hitap ederek ortaya çıkmışlardır.
Kadızadelere hareketinin en güçlü ve eylemlerde oldukları dönem daha çocuk yaşta tahta çıkan 4. Murad, Sultan İbrahim ve 4. Mehmet zamanlarına denk gelmektedir.
16. yüzyıl sonlarına doğru Anadolu’da Kızılbaş Türkmenler üzerindeki baskıların daha arttığı noktada dönemin Osmanlı Devleti içerisinde Celali İsyanları, dışarda uzun süre devam eden Batıda Avusturya ve doğuda İran savaşları vardı. Ülkede siyasi, sosyal ve ekonomik buhranlarla sarsıntılar geçirmekteydi.
Bu durumdan fakılar en çok fırsat bilip yaralanmışlardır. Bu durumdan kurtulmak için dönemin Osmanlı bilginleri çeşitli raporlar hazırlarlarken, ülkede biti kanlanan en etki cemaatlerden Kadızadeler, bu buhranlı dönemi fırsata çevirip, Peygamber dönemi ile hiçbir ilişkisi olmayan birçok uygulamanın yani bidatları dine sokuşturuyorlardır
Kâtip Çelebi bile, Osmanlı toplumundaki bağnazlıktan söz ederken bütün bilimsel araştırmalarında ilk delillerini hep Kur’an’da aramıştır. (1) Dini bağnazlık, devletin düşünce hayatında matematik gibi akli ilimlere ve tasavvufa karşı gittikçe güçlenen muhalefetle kendini göstermiştir. Bu eğilim günlük hayatta şeriat adına yapılan bütün kaba bağnazlık eylemleriyle gün yüzüne çıkmıştır. Bu fakılar zümresi, Osmanlı ilmiye sınıfının (ulemanın), molla, imam, vaiz gibi halkla iç içe olan en alt kademesini oluşturur. Kadızadeliler özellikle esnaf tabakaları üzerinde etkiliydiler. Çoğu eğitimsiz, sadece okur-yazar olan bu kesim dine sıkıca bağlı ve dini emirleri ayrıntılarıyla yaşamaya hazır bir topluluktu. Bu bakımdan cami vaazları Kadızadelilerin halka ulaşmaları için çok önemliydi. Onların merkezi camileri olan Fatih Camii’ndeki hararetli ve coşkun vaazları halkta büyük yankı uyandırıyordu. İçlerinden sıyrılan elebaşları, sarayda padişah ve şehzadelere hocalık yapmışlardır.
Kur'an ve Sünnet dışında İslam toplumunda benimsenmiş inanç ve adetleri bid’at diye damgalayan, her türlü yeniliğe karşı çıkıp halkı bunlara karşı kışkırtan bağnaz bir grup her dönemde var olmuştur.
Kadızadegiller
17. yüzyılda politik ve ideolojik farklılıklar oluşturarak ayaklanan Kadızadeler veya Fakılar, Osmanlı Devleti'nin sonunu hazırlayan 17. yüzyılda etkili bir biçimde baş gösteren siyasi-dini harekettir.
Kadızadeliler, yani, Osmanlı’nın IŞİD’çileri olarak, Osmanlı devletinde İslam’ı terör örgütü durumuna sokup, özellikle de Sultan 4. Murat zamanında çok büyük yıkıcı bir siyasi güç elde etmişlerdir.
1. İbrahim ve 4. Mehmet döneminde ise daha da çok radikalleşerek adeta devleti ele geçirmişlerdir. Artık onlar, padişaha her istediklerini yaptırabilmekteydiler; onların izni olmadan sarayda kimse bir göreve gelememekteydi. 15 Temmuz’da darbe girişiminde bulunan Fetöcülerin yapmak istedikleri de aynen Kadızadeler gibiydi, onlardan esinlenmişlerdi sanki.
Vakanüvis Mustafa Naima Efendi, Kadızadeler bağnazlıkları hakkında verdiği bilgilere göre şöyle: “Bunların, başlangıçta dünya malına aldırış etmeden sade bir hayat yaşadıklarını, ancak siyasi sahneyi ele geçirince kendilerini ‘din yolunda gösterip’ her türlü entrikaya tevessül ettiklerini, sarayda işlerinin yürümesi için rüşvet almayı meşru gördüklerini” yazar.
Mustafa Naima Efendi’ye göre dahi, “Kadızadeler, pozitif bilimleri yasaklayan, İslam’ı kolaylaştırıcı ve birleştirici değil, her şeyi belirleyen ve zorba bir din gibi yaşatmaya çalışan bir softa ve bağnaz hareketi olarak ön plana çıkmıştır. Elebaşları kürsülerde vaaz ettikleri telkinlerin hiçbirini uygulamadan lüks içinde yaşarken halka şatafat ve israftan kaçmayı nasihat ettiler. Sarayda sultanların sofrasında mükellef ziyafetlerde bulunurlar ama halka gelince sünnet diye elle yemeyi telkin ederler” diye anlatıyordu.
Naima’nın yazdıklarına göre, bugünün siyaseti elinde bulundurduğu devleti Kadızadelerden farklı mı yönetiyorlar sanıyorsunuz.? Rüşvet yolsuzluk, insan kayırma, liyakatsizlikler hep din, iman adına yaptıkları bahanesine sığınmaktalar!
Kadızade Harekâtı, Sünneti ve onun Peygamberini anlamak yerine onu olduğu gibi Taklit etmek olarak gören, devinim halinde bulunan toplumsal süreçler içerisindeki gelişmeleri görmeyen, var olunan zamandan bağımsız düşünceler geliştiren
Birgivi Mehmet Efendi önderliğinde oluşan bu hareket, Osmanlı sarayına kadar sirayet ederek halk ve devlet nezdinde huzursuzlukların çıkmasına neden olmuştur.
17. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu siyasi ve sosyal bunalımlar içerisinde Kadızadeler harekâtı ortaya çıkmıştır. Bütün bilimsel gelişmeleri reddedici eylemciler olarak, gelmiş geçmiş Türk tarihinde ilk kez dinde tasfiye hareketini başlatan Kadızadelere, çoğunlukla “fakih”, “fıkıh” bilgini, “fak”ı denilen vaizlerden oluşan bu topluluklar, en çok İstanbul’a sonradan yerleşmiş taşralı, okuması yazması olmayan cahil insanlara hitap ederek ortaya çıkmışlardır.
Selman Zebil 12 Aralık 2022
Kaynaklar:
Katib Çelebi, Fezleke, c. 2.
Mustafa Naima Efendi, Naima Tarihi, C. 3
İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 3. Cilt, TTK Basımevi, 1988
Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğun Klasik Çağ, (1300-1600), İst. 2003
Semiramis Çavuşoğlu, “Kadızadeliler”, 24. cilt, TDVİA
Shaw, J. Stanford, Osmanlı İmp. ve Modern Türkiye, E yay. C.1, İstanbul 2008.
Burhan Oğuz, “Türk Halk Düşüncesi ve Hareketlerinin İdeolojik Kökenleri” c. 2.
Halil İnancık, “Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet” İş Bank Yayınları, 3. Baskı 2017
Ocak, A. Yaşar, Türkler, Türkiye ve İslam, İletişim Yay., İst. 2002.
Ahmet Yaşar Ocak, 17. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Dinde Tasfiye Teşebbüslerine bir Bakış: Kadızadeliler Harekâtı” Türk Kültür Araştırmaları 1993
NOT: Osmanlıdaki bu
zihniyet, günümüz Türkiye’sinde son zamanlarda Fetöcü darbecilerden kurtulup ta
bir başka tarikat yuvası olan Süleymancılara ve Menzilcilere ödün vermeleri
geçmişin akılsızlık çilesini anımsatıyor. Şemsettin Sami sözlüğünde; Melami
anlamı için: “Hükema-i kelbiyyun (kinik) mesleğine karib (yakın) bir meslek-i
kalenderanne ittihaz eden tarikatlardan birine tabii adam” olarak tarif eder
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder