16 Temmuz 2025 Çarşamba

NECİP FAZIL KISAKÜREK KİMDİR ve KİŞİLİĞİ

  NECİP FAZIL KISAKÜREK (1904-1983)

Necip Fazıl'dan Menderes'e: "Benim yaptığımı yapanlara
hükümetler servet yağdırır" diyerek örtülü ödenekten
sürekli paralar sızdırır mahkeme tutanaklarına geçer

Maraşlı bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da 1904 yılında doğdu Babası o sıralar hukuk öğrencisi idi. Sonra Bursa’da aza Mülazım lığı, Gebze Savcılığı, Kadıköy hâkimliği görevlerinde bulunan Abdulbaki Fazıl Bey, Giritli eşrafından bir ailenin kızı olan Mediha Hanım ile evlendi. Bu evliğin tek ürünü olarak Ahmet Necip adını aldı, dedesinin adı olarak ta Fazıl adını aldı.

İlk şiir kitabını 1925 yılında yayınladı, ikinci şiir kitabını 1928’de 24 yaşında iken “Kaldırımlar” adıyla yayımladı ve bu kitabıyla tanınmaya başladı, Babı-ı Ali’nin önde gelenleri arasına girdi. Nakşibendî şeyhi Abdulhakim Arvasi ile 1934 yılında tanıştı sonra dünya görüşü değişti.

Necip Fazıl, 1943’ten 1978’e kadar “Büyük Doğu” adlı dergi çıkarttı. Bu dergi 1978’e gelindiğinde son sayısı ile birlikte 512 sayısını tamamlayarak son buldu. Bu “Büyük Doğu” adlı dergide İslamcı görüşleri kamuoyuna duyuruyordu

Çok renkli, oynak kişilikli, derinliği olmayan, düşünce adamı hiç olmayan, bulanık, git gel fikirli biridir. Muhafazakâr, demokrasi ufku kör, dinsel milliyetçi otoriter fikirli biridir. Buna rağmen ne kadar iyi bir şair olsa da çok kötü, berbat bir siyasetçi. Öyle sanıldığı gibi bir düşünür falan değildir Necip Fazıl. O şairliğini halka kullanmış, fikrini iktidarın hizmetinde kullanmış biridir. Öyle ona özenti duyulacak bir düşünür falan değildir. Hele onu esin kaynağı yapmak, rejimi onun düşündüğü gibi bir duruma getirmek ülkenin felaketidir.

Peki, kim bu Necip Fazıl Kısakürek? İşin ilginci kendi mahallesinde bile Kısakürek pek itibarlı değil. İşte hakkında yazılanlar: Nefsine mağlup, kumarbaz ve bencil biriydi diye bilinir.

Necip Fazıl’ın kafası karışık, faşizan-dinci bir yapısı var. Yaşamının uzun bir bölümünü, milliyetçi-dinci sağın propagandasını yapmış biridir. Ülkeyi birleştirici, bütünleştirici biri değildir. Onun çok yönlü renkli hali, dinde olsun, milliyetçilikte olsun sığ düşünceli, derinlemesine bilgiye sahip falan değil. Ona uyan siyasetçi, ülkeyi ancak uçuruma sürükler. O; 1950’lerde DP nimetlerinden yaralanmış, Adnan Menderes’e yağlar çekmiştir. Dahi, siyasi yaşamında Erbakan’ın MNP’sinden Türkeş’in MHP’sine kadar gelgitleri olmuştur.

Bu milletin zihinlerini bulandırmaya kalkıp şuursuz (bilinçsiz) hale getirmeye çalışanlar bilmezler mi ki? Derin Müslüman gibi görünse de: “Amerikan politikasını korumakla mükellefiz” der ve Müslüman-Türk halkını ve askerini Amerika’nın paralı askeri yapmak için çaba harcamıştır.

Necip Fazıl şöyle derken: “Biricik ve olabileceğimiz ahlak kaynağımız İslam ahlakıdır” deyip, “içki, kumar, fuhuş” eleştirileri yapıp nasihatte bulunur halka ama yaşamı tam dünya zilleti içindedir kendisi. 22 Mart 1951’de İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Aygün başkanlığındaki polisler, Taksim Pire Mehmet Sokağı 14 numaralı apartmana baskın yaptılar. Apartmanın alt katı kumarhaneydi ve bakara masasının başında on dokuz kişi vardı. Bunlardan biri, “Büyük Doğu Dergisi’nin sahibi, yazarı Necip Fazıl Kısakürek’ti. Polis ayrıca o masada bulunanlardan kadın tellalı olarak aranan Şoför Zurnik’i de ele geçirmişti.

23 Mart günü gazete haberlerine göre kaçak kumarhane işletenler Seyfi ve Feyzi Gürel kardeşlerdi. 23 Mart 1951 yılında ki gazetelere bir baksınlar Necip Fazıl kimmiş görsünler. Orada görecekler ki, İstanbul Ahlak Polisi; birilerinin “Üstat” dediğini Beyoğlu’ndaki bir kumarhanede viskisini yudumlayarak kumar oynarken yakayı ele verişini.

Elinde viskisini yudumlayarak kumar masasında yakalanan Necip Fazıl gazetecilere şöyle dedi: “Ben buraya röportaj yapmak için gelmiştim; mecmuama kumar aleyhinde haber yazacaktım.” Diyerek koskoca bir yalana sığınıyordu ama sonucu değiştiremez, polis Necip Fazıl’a 30 lira para cezası yazarak serbest bırakır. Bu olayı o dönemin gazeteleri manşetten vermişti.

Necip Fazıl’ın at yarışı ve kumara düşkünlüğü hakkında dostları neler diyordu: “…üstat, yüz tikleri olan, çok sigara içen ve tanımadıklarının yanında az konuşan, at yarışlarına pek meraklı biriydi. Devlet bankalarının genel müdürleri üzerinde büyük nüfuzu vardı. Örneğin; Ziraat Bankası genel müdürü Mithat Dülge’nin odasına kapıyı vurmadan girer ve “Oğlum Mithat. Bana para, sana da bir iki oyunca lazım der” sonra genel müdürün özel çalışma odasına girer ve birkaç saat içinde Ankara radyosu için nefis iki skeci kaleme alır ve merkez veznesinden gelecek binlikleri 

beklerdi. Oradan da bahis oynamaya Hipodroma. Çoğu kez o morlar orada erir ve üstat hiç üzülmezdi… İçkiye çok düşkündü ve ben o gençlik yıllarında bu ehli keyif yazarın nasıl olup da din simsarlarının idolü (putu) olduğunu anlamaya çalışır dururdum.” Yani dostları ölene kadar kumar bağımlısı olarak yaşamış olduğunu söylüyorlardı.

İyi bir şair bilinir ama berbat bir fikir adamı olan Necip Fazıl, şairliğini halka, fikrini iktidarın hizmetinde kullanmıştır. 1950’lerde bolca DP nimetlerinden yaralanmış Adnan Menderes’e yağlar çekmiştir. Bu ülkeye en ağır zarar veren İBDA-C’in kurulmasında kaynak kişidir. Dahi, Erbakan’ın MNP’sinden Türkeş’in MHP’sine gelgitleri olan biridir.

Bu milletin zihinlerini bulandırmaya kalkıp şuursuz (bilinçsiz) hale getirmeye çalışanlar bilmezler mi ki? Derin Müslüman gibi görünse de: “Amerikan politikasını korumakla mükellefiz” der ve Müslüman-Türk halkını ve askerini Amerika’nın paralı askeri yapmak için çaba harcayan kişidir...

Necip Fazıl'ın: “Biricik ve olabileceğimiz ahlak kaynağımız İslam ahlakıdır” deyip kendisinin “içki, kumar, fuhuş” gibi İslam'ın dışladığı kötü şeyleri yapıp, halka "İslam ahlakından" nasihatte bulunurken, kendi yaşamı tam dünya zilleti içindedir. 23 Mart 1951'deki gazetelere bir baksınlar Necip Fazıl kimmiş görsünler. Orada görecekler ki, İstanbul Ahlak Polisi; birilerinin “Üstat” dediğini Beyoğlu’ndaki bir kumarhanede viskisini yudumlayarak kumar oynarken yakayı ele verdiğini görecekler...

Necip Fazıl Kısakürek ve Kürtçü Nakşîliği
Necip Fazıl Kısakürek
Necip Fazıl Kısakürek’in önemli özelliğinden biride Nakşibendî tarikatından olmasıdır. Sürekli olarak yazılarında Sünnilik vurgulaması, Sünnilikle “Ehli Sünnet vel cemaat” temel eksenli temaları işlemesi, Sünni vurgularını Alevi-Şiileri yerici, aşağılayıcı yazıları 1969’da yazdığı “Son Dönemin Din mazlumları” adlı kitapta, Görürüz. Yine o kitapta, Seyit Rıza’yı savunduğuna tanık oluruz. Doğrusu, Seyit Rıza'nın Alevi mezhebi aidiyetinden olduğundan değil, Seyit Rızanın Kürt isyancılık yanından ve yeni cumhuriyete karşı oluşundan dolayı konusuna alır.


Necip Fazıl Kısakürek’in Atatürk ve cumhuriyete olan kızgınlığını, Alevilere olan düşmanlığından daha kin ve nefret yüklüdür. İşte Seyit Rıza’yı bir Kürt olduğu için savunmuştur,; onun Alevi olduğundan değildir. Necip Fazıl, diğer Nakşibendîler gibi silsilesiyle “Kürt Teali cemiyeti” başkanı Seyit Rıza’nın babası Şeyh Übeydullah’a onun babası Şeyh Taha’ya bağlıdır. 1976 yılında salt bu nedenle Necip Fazıl Şemdinli’ye gider ve Şeyh Talha’nın mezarını ziyaret eder. Bu ziyaretle ilgili olarak ta, “Seyit Talha’yı ziyaret” şiirini yazar.

Yıllar sonra yani 17 Temmuz 2012’de bu yazdığı, “Seyit Talha’yı ziyaret” şiiri Özgür Gündem’de BDP’li Hilmi Geylani; “Şemdinli’den Qamişlo’ya Uzanan Sevdam”  başlık altında şöyle yâd edecekti:

Şemdinli’nin tarihsel önemini birkaç satırbaşıyla açarak bugüne gelmek istiyorum.
Bu aralar sorunlu tarihi kanatmadan deşerken Necip Fazıl Kısakürek’i de okudum.
Doğruları ve yanlışları her görüşten kalemleri harmanlaysak okumadan gerçekler bilinmez ve ortaya çıkmaz.

Necip fazıl; “Çile” kitabında yer alan 1976 yılında Şemdinli seyahatinde yazdığı ve aidiyetime de uzanan iki mısralık şiiri, derin bir anlamı emiyor fikrindeyim. Şiir şöyle:

Seyit Taha’yı ziyaret
Şemdinli dağlarının içtim nur çeşmesinden
Kurtuldum akreplerin ruhumu deşmesinden      

Seyit Taha 1880’de başlayan en geniş kapsamlı Kürt hareketinin lideri Şeyh Ubeydullah Nehri’nin babasıdır. Nehri’de Şemdinli’nin eski ilçe merkezi o dönem Kürt yönetiminin yönetim sarayı, kalesi, köprüsüyle anılan hareketin merkezidir.

Şeyh Ubeydullah da 1925 yılında Şeyh Sait’le Diyarbakır’da 20 yaşındaki oğlu Seyit Muhammed ile idam edilen “Meçlisi Ayan ve Kürt Teali Cemiyeti” in başkanı Seyit Abdülkadir’in babasıdır. Yani burada siyaseten Necip Fazıl’dan Recep Erdoğan’a uzanan bir ince çizgi vardır.

Recep Erdoğan ve Necip Fazıl
Recep Erdoğan’ın taparcasına bağlılık gösterdiği Necip Fazıl için ödül töreninde şöyle diyordu: “Rabbim ondan razı olsun, şefkatiyle, merhametiyle bizleri kuşatsın” diyordu. Bizce Necip Fazıl Kısakürek kimdi! Recep Erdoğan’ın Necip Fazıl’ı delice böylesine saygıyla anmasına iten neden neydi? Necip Fazıl “muhafazakâr çevre” için değerli, dava sahibi bir “üstat” yapan şey neydi bir bakalım onu bu kadar değerli kılan sır? Bu ülke tarihi için ne yapmış, topluma hangi katkıları sunmuş, hangi bilimsel düşünceleri ile topluma ışık olmuş?

Başta Necip Fazıl Kısakürek, muhafazakâr mahallede hayranlık uyandırma nedeni, insanlığa dair sunduğu barış, kardeşlik, hoşgörü fikirleri asla değildi.
 Onun militarist bir hınç, kin ve öfkeyle diri tutmaya çalıştığı, “İslamcı ideoloji” ve öğretileridir. Dahi; karşıt görüşlü kimseleri açıkça düşman ilan eden, onlara karşı sözlerini adeta kin ve kusan nefret duygularla çevresini etkileyen biriydi. “Baş yücelik” adını verdiği (Recep Erdoğan'ın özendiği, başkanlık sistemi aklının kaynağı) devlet anlayışı ile nasıl bir toplum düşlediğini açıkça ortaya koyuyordu. Düşlediği gençliğe çağrısı, Recep Erdoğan'ın da dilinden arada bir çıkarttığı şöyleydi: “Dininin, dilinin, ilminin, ırzının, kininin, öcünün davacısı” olmasını istediği bir gençlik itiyordu. 


Yaşamının otuz yılını hatırlamak bile istemeyen Necip Fazıl, diğer kalan yaşamı boyunca fikirlerini cumhuriyet düşmanlığı yaparak, sıkı ama çelişkili bir İslamcılık yaparak. Yaşamının bir bölümünü, anılmasını istemez, kendi sözleri ile 
“çöplük” olarak görür ve o şatafatlı yıllarını. Yine o yıllar içinde (İslamcı olmadan önce) Menemen’de katledilen Kubilay için şu dizeleri kaleme alır: 
“Gözüme görünen şeyi açıkça, kaidesiz, tertipsiz ve imansız söylüyorum. Eğer zayıf tutarsan, eğer inkılâbın yüreğini, hassasiyetini ve sinirlerini temsil etmezsen, bıçağın ters tarafı ile yirmi dakikada kesilen Kubilay’ın kafasında sana tevcih edilen akıbeti seyredebilirsin… Türkiye’nin nüfus kütüğündeki softa ve mürtecilerin yeşil kanını kurutacaksın; bu kadar…”

Kumarcı, kadın düşkünlüğü, içki içiciliği, Kubilay için sözleri birdenbire değişerek Nakşibendî Şeyhlerinden Kürt kökenli Seyyid Abdülhakim Arvasi ile tanışınca biter. Bu Şeyh ile tanıştıktan sonra katı bir İslamcı olur ve dahi adını koymadığı bir şeriat özlemi ile yanar tutuşur...


Artık Cumhuriyete ve sola karşı kin ve nefrete varan söylemler sıralamaya başlar Dahi, vazgeçilmez bir Amerikancı olur, Amerika’yı iyi bir müttefikimiz olarak görür.
1959 yılında “Büyük Doğu Dergisinde bu konu ile ilgili şu sözleri yazar: “Amerikan politikasını korumakla mükellefiz. Bize düşen, kendi kendimize sahip olarak, Amerika'nın ebedî müttefiki, Amerikalının da ‘Sen sensin, ben de ben’ tarzında dostu olmaktır. Amerikalıyı da böylece kendimiz için bir saadet unsuru kılmak. Yoksa belâ haline getirmek” dediği açıktır. 

İsmet İnönü’ye kinli düşmanlığını gizlemez ve şöyle yazar:

İhtilal acentesi,
Solun tam da ortası,
Moskof ’un oltası,
Eli, zulüm muştası,
Tek ümidi, cuntası
İnkılâp, avantası,
Nemrut, onun atası,
Ölüm yolu, rotası,
Namlı servet çantası,
Ünlü küfür softası.


Necip Fazıl, böylece İsmet İnönü’ye bile hakaret etmekten asla geri durmaz.  

Necip Fazıl Ülkücü Düşüncesinden Ahmet Arvasi’ye
Arvasi için milliyetçilik Ülkücülük kadar, İslam da bir din ve medeniyet olmanın ötesinde bir ideolojidir. Buna dair fikirlerini şöyle açıklar: “Bu noktada belirtelim ki, Türk milletinin ve dolayısı ile Türk milliyetçiliğinin âlemşümul davası ve ideolojisi Allah ve Resulünün davasıdır ve bunun adı İslamiyet’tir” der.

Türk İslam Ülkücülüğün çıkmazı, Atatürksüz bir İslamcı milliyetçililer yanında laik, Atatürkçü, cumhuriyetçiler ile birlikte çalışmalarıydı. Ahmet Arvasi açık bir biçimde Atatürk ve cumhuriyete karşı çıkmaz gibi görünürken, Atatürk’ünde onayladığı, Ziya Gökalp’ın “Garp Medeniyeti” kavramını eleştirenlerdendi.

Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir yerine...
Ahmet Arvasi Ülkücü manifestosu olarak yazdığı kitabında, Türk milliyetçiliğinin öncüsü Atatürk’ten bir satır bile söz etmez dahi kitabında “Türkiye Türklerindir”  sözünü der ama hiçbir zaman bu sözün kaynağının Atatürk olduğunu söylememiştir. Hatta Atatürk’ün “Hâkimiyet bila kayd-u şart milletindir” (Hâkimiyet milletindir) sözüne karşı 25 Nisan 1946 yılında Necip Fazıl’ın “Yakın Doğu” adlı dergisinde kullandığı, “Hâkimiyet Hakk’ındır” vurgusunu öne çıkartır...

Ayrıca Necip Fazıl, Meclisteki "Hakimiyet Milletindir" sözlerine kafayı takar şöyle der: "Büyük Doğu’nun kafasında bir Mebuslar Meclisi değil, bir yüceler Kurultayı’nın kürsüsünde, ‘Hâkimiyet Milletindir’ levhası yerine ‘Hâkimiyet Hakk’ındır’ düsturu ışıldamaktadır.” 

Necip Fazıl’ın bu sözleri aradan geçen yıllar sonra 1990 yıllarına gelindiğinde şeriatçı militanlar arabalarının arkalarına, kaynağının nereden geldiği bilinen,  “Hâkimiyet Allah’ındır” sloganları asmaya başlarlar.

Buna şöyle bir iddia öne sürüyorlardı: Doğunun Türk tarihi ve İslam’ın etkisinden çok uzak Türkler, Batılı veya Batı medeniyetinden olamazlar, olmalarına da gerek yok, fakat çağdaşlaşma ve laiklik ihtiyaçtır” diyen Arvasi’nin temel düşüncesinde, gerçek manada bir laiklik yoktur… Ona göre gençler: “laiklik” anlayışı yüzünden ülkemizde kitlelerin İslam’a yabancılaştırılması tehlikesi doğmuş, bu yüzden birdenbire, “felsefi ideolojiler” yabancı doktrinler çoğalmıştır” diye bir ince ayrıntıyı da açıklamaktan ihmal etmez.

Sonuçta Ahmet Arvasi’nin ne kadar İslamcı, ne kadar milliyetçi-ülkücü olduğu karmakarışık lakin kesin bir şey var ki, Atatürkçü ve laik cumhuriyetçi olmadığı oldukça kesindir. Ancak bir biçimde Nakşî Necip Fazıl çizgisinde biri olduğudur.

MHP’nin vazgeçilmez sloganı haline gelen, “Kanımız aksa da zafer İslam’ındır” çizgisinde bir siyaset izlemek, MHP’nin git gide İslamlaştığı lakin içinde hala ağırlığı bulunan bir Atatürkçü, laik cumhuriyetçi kesimin varlığı da gözden kaçırmamak gerekiyor. 

Amerikancı Şair Necip Fazıl’ın Belgeli Ayıpları
17 Temmuz 1959 tarihli “Büyük Doğu” adlı dergisinde şöyle yazıyordu: “Amerikan politikasını korumakla mükellefiz… Amerikan siyasetini tutmak biricik yol…

Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyesinin, iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz. Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine (tekliğine) göre ayarlamakta büyük ve her işe hâkim bir mana gizlidir.” İşte böyle biri “üstat” adı verilen şair Necip Fazıl Kısakürek!

Necip Fazıl, “Hazreti Ali” adlı bir kitap yazar. Orada etliye sütlüye karışmaz, haklıyı haksızdan ayırmaz, kendine göre Alevileri de Sünnileri de küstürmeyecek siyasetinde: “Ali kesinlikle haklıydı, fakat Muaviye de haksız değildir” der.

Çelişkili hali; dün ak dediğine bir başka gün kara diyebilen biriydi...
Dahi Necip Fazıl, DP döneminde hapse tıkılınca: “Biz erkeğiz Menderes, olamayız muannes (dişi)” der. Sonra dışarı çıkınca örtülü ödenekten tekrar paraları cebine almaya başlayınca ağız değiştirerek tekrar “Üstat” Menderese övgüler yağdırmaya başlar.  

Sıkışınca yalvar yakar olur...
1960 darbesiyle de, bukalemun gibi renk değiştirerek, darbeyi yapan Cemal Gürsel’e yazdığı mektupta “Sayın Paşam Cemal Gürsel” diyerek şöyle övgüler yağdırdığı bu mektubu 15 Eylül 1968 yılında Ekspres Gazetesinde yayınlanır:  “Sayın Paşam Cemal Gürsel, …siz en iyi müdahaleyi yaparak güzel yurdumuzu kötü politikacılardan kurtardınız. Demokrat Parti kötü idaresiyle zaten bunu hak etti” der. Ve acizleşerek yalvarır kendini kurtarmak için: “…Beni zindandan kurtarabilirsiniz. Esasen namusun, şerefim üzerine yemin ederim ki, serbest kaldıktan sonra hayatımın sonuna kadar politika ile ilgili hiçbir yazı yazmayacağım. Siz büyüklük gösterip de beni af edin, beni kurtarın, daima sizin emrinizde olacağım” diye yalvarmıştır.

1980 12 Eylül darbesi olduğunda da “üstat” ustaca dönerek, çıkarmış olduğu “Büyük Doğu Dergisi” kapağına Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş resmini koyarak, üzerlerine çarpı işareti yapar “çözüldü muadele (denklem)” der.   

Bugün 28 Şubatta yapılanlara tahammül edemeyenler, “Üstat” dediklerinin nasıl 1960 darbecilerine kendini örtülü ödenekten fayda sağlayanları sattığını bilmezler mi? Ama milleti “dindar-kindar, kininin davacısı gençlik yetiştirmek” neyin nesi, kime karşı bu kindarlık?

Hz Muhammed’in sünnetidir: “ey iman edenler; biliniz ki, din ile kin yan yana gelmez. Müslüman’ın en büyük düşmanı kinciliktir”

Örtülü ödenekten paralar verdikçe Menderesi sever...
Menderesten, örtülü ödenekten sürekli para alır
Necip Fazıl, Başbakan Menderesi iktidardayken çok sever. Elbette bu sevginin karşılığının da ballı yağlı olarak alır. 1950’lili yıllarda Menderes örtülü ödenekten para öder. O da bu paralarla Necip Fazıl’ın çıkardığı “Büyük Doğu” iktidar yanlısı dergi çıkarır. O dergide  “Kininin davacısı gençlik” yetiştirmekte bu dergide geçer. Dahi bu adı geçen dergide, Gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı vuran, küçük çocukları istismar edip ırzına geçen ve hapis yatıp ceza alan Hüseyin Üzmez adlı kişide yazılar yazar. Dahi İstanbul’da polisle çatıştığı bir hücre evde öldürülen İBDA-C ve Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu da vardır. Şimdi de görüyoruz ki, Başbakan Recep Erdoğan’ın hayranlık duyduğu, ilham aldığı ve düşünceleri ayet gibi etkilediği kişi olmaktadır.

1960 darbesinden sonra evindeki aramalarda kahverengi bavul içerisinde bulunan örtülü ödenek harcamaları ve mektuplar bulunur. Gizli tutulması gereken, Menderes’e yardım talebinde yazdığı mektuplar ve örtülü ödenekten Menderes tarafından ödenen paraların makbuzlarıdır.

21 Ocak 1954 yılında Necip Fazıl’ın Menderes’e gönderdiği mektupta: “Muhterem efendim” diyerek başlayan mektubunda, Emniyet Genel Müdürü’ne kovuşturmalarla ilgili gerekli talimatın verilmesini, huzura kabul edilmesini ve kendine yardım yapılmasını talep ediyor.

Ayrıca 26 Aralık 1956 yılda da Her şeyi uğruna feda ettim” diye başlayan mektubunda: “…Müsteşar beyden 2500 lira ve ‘Mecmuanı çıkarda görelim ve sonra yardım edelim’ cevabı aldım. İlk defa bir itimatsızlık sezer gibiyim. Ben parayı alırda mecmuayı çıkarmam veya çıkarırım da, uygunsuz bir istikamet mi tutarım? Ben ki, her şeyi uğrunuza riske etmiş, her defa mükemmel eseri vermiş ve bu kadar tecrübe ve çileden geçmiş bir adamım. Şahsım, kalbim ve kalemim her türlü teminatım üzerindedir.

Benim yaptığımı yapanlara hükümetler ve rejimler servetlerini ve nimetlerini yağdırırlar. Bütün bunlara karşı 15 bin lira zarar çarpıtılmış ve nice kast ve sabotaja karşı yalınız bırakılmış olarak sürünmekteyim. Haftalardır bu Ankara’nın hücre ve münzevi otelinde cinnet, buhranlar içinde çırpınmaktayım. Bütün istediğim zarara birkaç bin zamla 20 bin lira temininden ibarettir. Bunca muvaffakiyetten sonra uğraştığım hal ve düştüğüm şeref kırıklığı hayatıma mal olabilir.”  (…) 

14 Ocak 1958 yılında Menderese yazdığı mektubunda ise: “Hesabı nasıl vereceksiniz? Ben hastayım, şekerliyim. Ayrıca çıldırmak üzereyim Bütün hastane halime acıyor. Bu vaziyette emrin uzaması benim ölüme cinnete terk edilmem demektir. Başıma bir hal gelecek olursa Allah’a, Türk Milletine ve ‘Allah bir’ diyenlere karşı hesap nasıl verecektir. Kadiri mutlakın üzerine yemin ederim ki, yalan söylemiyorum, mübalağa etmiyorum, rol oynamıyorum, edebiyat yapmıyorum.”

14 Haziran 1958 yazdığı mektupta ise: “Reklam ve sair ihtiyaçlarım için 10 bin lira
Lütfedilirse… Ayda 6 bin lira tahsis olunursa… Akis, Kim, Form mecmuacıklarla bütün muhalefet matbuatını saf fikirle çürütücü, muazzam bir içtimai ve edebi, ideoloji, bina edici kafalara ve yüreklere nüfuz edici bir mecmua kuracağıma emin olunabilir. Bu da olmazsa tam 6 aydır bir tek yardım görmeyen beni vazife günüme kadar her ay muayyen ve mükerrer bir mikyas altında kurmaktan ve gözyaşları içinde yalınız ibade ve mücerret eserler kaleme almaya terk etmekten bakla iş kalmaz” der.     

İşte evindeki aramalarda kahverengi bavul içinde bulunan, örtülü ödenekten para almak için yazdığı mektuplardan bazılarıydı Yassıada duruşmalarının zabıtlarında yer alan Necip Fazıl hak etmediği millete ait paralar yıllara göre şöyle:

1951’de:  50.000 lira
1952’de:  50.000 lira
1954’de: 18.000 lira
1955’de: 10.000 lira
1957’de:   5.000 lira
1957’de: Necip Fazıl hapisteyken eşine 5.000 lira ödenir.
1958’de: Bir kısmı Tevfik İleri eliyle 10.000 lira ödenir.
1959’da: Yine bir kısmı Tevfik İleri eliyle 10.000 lira ödenir.

Necip Fazıl Müslümanlara: “İçindeki kini eksik etmeyen” diye nasihatte bulunuyor ve kininizin davacısı olması için gençliğe çağrı yapıyor. Fikrini iktidardaki hizmetinde, iktidardaki siyaset adamlarına harcamış kötü bir siyasetçi, iyi bir şair olmasına leke sürmektedir. Fikrini; Demokrat Parti’den nemalanmak için Adnan Menderes’e yağlar çekerek yaşamını sürdürmüştür.

Bu ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı tarafından referans olarak gösterilen bir şairi eleştirmek her babayiğidin harcı değildir. Ama o babayiğitlerde bulunabiliyor bu ülkede.

İçki İçer, Kumar Oynar ve Kadın Düşkünüydü Necip Fazıl Kısakürek...
Yaşamında tutkulu içki ve kumar vardı. Kendini aklamak için de, sıkça geçmişini:  “Ben geçmişimi dürdüm, büktüm ve kaldırıp çöpe attım; bu çöpleri ancak köpekler karıştırır” der. Yani: “Benim geçmişim çöplük, araştıranda köpektir” diyerek, geçmişini “Çöplük” olarak değerlendirir, suçluluk duygusunun verdiği karakteriyle kendi geçmişini araştıranların önünü “köpek” yakıştırmasıyla kesmeye çalışmıştır. 

Ayşe Hür, Atatürk’ü eleştirirken dinci çevrelerden alkış aldı hep. Ne zaman bu kesimin nerdeyse tabu haline getirerek kutsadığı Necip Fazıl’ın gerçek geçmişini açıklayınca da dincileri hışmına uğradı, bütün küfürleri üzerine çekti.

Bu tutumlarına Ayşe Hür: “Atatürk tabusunu eleştirirken beni alkışlayanlar, Necip Fazıl tabusuna dokununca ayağa kalkıyorlar, sizi çifte standartçılar”  der.

Ayşe Hür, Necip Fazıl’ı eleştirmeye başlar, onun Menderese yalvarışla mektuplar yazarak para istediğini, ama Necip Fazıl parayı “dava adamlığı ve davaları”  için değil de kumar için istediğini şöyle yalvararak ister: “Sürünmekteyim, 10 bin lira lütfedilirse... Benim yaptığımı yapanlara hükümetler ve rejimler servetlerini ve nimetlerini yağdırır” diye sitemde bulunur.

Ayrıca 1959 yılında İsmet Paşa’ya atınla taş hakkında Necip Fazıl Kısakürek yazısı: 15/7/1959 yılı Kim dergisi, Vatan, Ulus, Kervan kapatılır. Ahmet Emin Yalman, Necip Fazıl kışkırtmasıyla, yaşı küçük kız çocuğa tecavüz suçu işleyen Hüseyin Üzmez adlı kişi tarafından vurulur.

Dahi; 1959 ilkbaharında İsmet Paşa’nın Batı Anadolu gezisinde Uşak’ta olaylar çıkar. Polis göz yaşartıcı bomba kullanır. DP’lilern attıkları taşla İsmet Paşa yaralar. Bu olayı Necip Fazıl Kısakürek Büyük Doğu Dergisinde: “Küçük bir çakıl taşını bu kadar büyütmeye gerek yok. Onun leş haline getirecek gülleden ne haber” diye yazar.

Kahramanlar Yanında Hainde Yetiştirdi Bu Topraklar
Bu bereketli topraklarda devletler kurulmuş, devletler yıkılmış. Bin yıldan fazla zamandır Türk yurdu olmuş, pek çok düşman işgallerine maruz kalmış, inançla, imanla savuşturmasını bilmiş, yurduna alçakları uğratmamış, niyet edenlerinde ayaklarını hayallerini hüsrana uğratmıştır.

O kadar bereketli topraklarımız var ki, pek çok kahramanlar yetiştirdiği gibi yabancıların gıpta ettiği. Ama o kadarda işlenmiş tarlalarda yaramaz ayrık otları gibi hainlerde yetiştirmekte menşurdur. Hainler, zamanla gerçek kahramanları unutturan, hiçleştiren, halkın gözünden düşüren eylemler yaparak, hainlerin birer kahramanlar gibi halka alıştırıyorlar.

Kurtuluş Savaşına karşı çıkan, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının mücadelelerine engel olmak için çeşitli dubaralar kurgulayan zevatlar, Yunan destekçileri, İngiliz ajanları, işkâlsı Yunan yanlısı fetvalar veren hainliliği sanat yapmış imamları bugün kahramanlaştırmaktalar.

Karanlığın Aydınlığa Karşı Savaşı
İşgalci düşmanlara karşı verilen mücadele karşısında bir de bu ülkeyi yıllarca karanlıkta tutup milleti kör eden, ovalarda köstebek yuvasını andıran evlerde, dağlarda kartel yuvası gibi çalı çırpıdan yapılmış çadırlarda yaşamaya tabi tutanlara karşı mücadele verenlere karşı savaşıydı.

Abdullah Gül’ün, Recep Erdoğan’ın, Bülent Arınç’ın ve siyaset eden sağ kesimlerin yanında ülkemizde bir kesimin “Üstadımız” dedikleri Necip Fazıl Kısakürek nasıl biri?

09/06/1947 yılında Türklüğe Hakaret suçundan 05/08/1947 1 ay 27 gün hapis cezası.

6 Ağustos, Son Posta gazetesi, “Türklüğe hakaret davası bitti” diye yazar
Dahi, 21/04/1950 Türklüğe Hakaret 15/07/1950 3 ay, 25 gün hapis cezası alır.
Cumhuriyet Savcılığı Tevkif Müzekkeresi No 1950/5191

Necip Fazıl’ın şiirindeki şu sözleri: “Ah küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap; bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp” diyerek Atatürk ve devrimlerine hakaret suçu işler.  Aslında Atatürk döneminde ateşli bir Atatürkçü olan Necip Fazıl, 1943 yılında “Büyük Doğu” adlı dergisi Kasım sayısında “Atatürk ölmediğini bir gün mutlaka geri döneceğini yazardı. Atatürk zamanında gelişen gerici Menemen olaylarına istinaden irticacılar için, “zift ruhlu, zehir” olarak belirtir. Menemen olaylarını şu sözlerle lanetler: “Vatanımızın kalbimize en yakın bir köşede daha dün düşman bayrağından temizlediğimiz bir meydan, (Menemen) bugün ‘inna fetehnaleke’ yazılı zift ruhlu bir irtica âleminden temizliyoruz İrtica, yatağımızın başucundaki bir bardak suya karıştırılan zehirdir” diye yazar. Menderes hükümeti ile birlikte bu sözlerini unutur, Amerikancı bir zihniyete dönüşür. Menderes hükümetinin örtülü ödeneğinden kumarda harcadığı paralar söğüşlemeye başlar ve Atatürk düşmanlığına dönüşür.

Atatürk’e Hakaret 15/10/1960/3349 numaralı mahkumlar için müddetname  “Destan” adlı şiirinde Cumhuriyet Devrimlerine ve Atatürk’e dolaylı hakaret vardır. 18/12/1961 1 yıl 65 gün hapis cezası.

Necip Fazıl Dinciliği, Cumhuriyet Devrimlerine Karşı Kincilik Hareketiydi
İşin “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılması ve Türbedarlıklarla İle Birtakım Unvanların Önlenmesine ve Kaldırılmasına Dair Yasa” 30.11.1925 tarihinde kabul edilen 167 sayılı yasa tasarısını teklifi veren dört isim var. Sonra 1946’da bu dört kişi Demokrat Parti’yi kurarlar. Bunlar:  Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fuat Köprülü, Celal Bayar’dır. En çokta bu dörtlü kendilerinin teklif edip yaşama geçirdikleri yasaları yine bu dörtlü bu yasaları laçkalaştıranlar olarak tarihe geçmişlerdir. Bunların yaptıklarına bir bakalım:

1. 3 Mart 1924 tarihinde 430 sayılı Tevhidi-i Tedrisat (Eğitim Birliği) kanunu.

2. 25 Kasım 1925 tarihinde 671 sayılı Şapka İktizası Kanunu.

3. 30 Kasım 1925 tarihinde 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddi’ne ve
Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun.

4. 17 Şubat 1926 tarihinde 743 sayılı Türk Kanunu Maddesi’yle kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair madeni nikâh esası ile aynı kanunun 110. maddesi hükmü.

5. 20 Mayıs tarihinde 1288 sayılı Beynelmilel Erkamın (rakamların) Kabulü Hakkında Kanun.

6. 1 Kasım 1928 tarihinde1353 sayılı Türk Harflerin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun.

7. 26 Kasım 1934 tarihinde 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa gibi lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun.

8. 3 Aralık 1934 tarihinde 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilmeyeceğine Dair Kanun

Türkler, şimdiye kadar görmedikleri yeniliklerle tanışıyorlar. Türkün adam gibi adam olması için çıkarılmış aşağıdaki 8 maddeden oluşan. 10 yılda tamamlanan yasaların 1946 yılında Demokrat Partiyi kuranların,1950 yılından sonra ilgasına iştahlı katkıları

olmuştur. Bu yasaların ilgasında bu dörtlüden oluşan Adnan menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan, Celal bayar, Demokrat Partiyi kurduklarından sonra ilk işleri, kendilerinin desteğinde oluşturulan yasaların yok sayılmasını da yine bu dörtlü yapmışlardır.

Akıl ve çağ dışılık zorluyor zihinleri. Bir kere bu yasaların Türk halkına verdiği  “adam gibi adam olma” ağır gelmiştir. Yani millet olarak işimize yarayan ne varsa tersinde anlamakta üzerimize yoktur. 1923 ruhunun Türklere sunduğu “adam olma”  yasaları duyarsızlıkla ortadan kaldırmak isteyenler, İslam’ın içine sinsice sokulan Süfyaniler soyundan Emevi zihniyetinin kalıtımıdır.

Çöreklenmiş Emevi zihniyetinden kurtulmak çok zor: “Geleneksel İslam fıkhı, temelleri Emevilik tarafından atılan bir fıkıh olduğu için, hem büyük ölçüde Kur'an dışıdır hem de şiddet üreten bir fıkıhtır. Çünkü bu fıkıh, İslam’ı ideolojileştiren bir fıkıhtır” der Y. Nuri Öztürk

Eski Marksist, yeni Müslüman Fransız düşünür Roger Garaudy haklı olarak şöyle der: “Müslümanlar, eğer tarihin önünde ayakta kalacaklarsa, Çöl fıkhından, uzay fıkhına geçmek zorundalar” Yalan mı?

İstiklal Marşının şairi Mehmet Akif Ersoy, dil, din ilişkisi hakkında camiler de hutbesinde şöyle der: "...Her tarafta Müslümanlık cehalet, Müslümanlar ise sefalet içinde mahvolup gidiyor. Müslümanlık bize dünya için bir ‘hayat-ı tayip’ vaat ediyordu. Niye vermedi? İşte bizim hep cehaletimiz yüzünden Müslümanların hepsi cahil, Arap’ı cahil, Türk'ü cahil, Kürt'ü, Arnavut'u cahil. Hani Müslümanlar kardeşti? O halde nedir Müslümanların bu hali? Aman Yarabbi! Kur'an ne söylüyor, biz ne anlıyoruz. Sabır katlanmak değil, göğüs germektir..." diyerek acizledir.

İsmet Paşa İle Eski Bir Nazır: İsmet Paşa, Lozan anlaşması için görevlendirildiğinde, Osmanlı Babı âli sinde yetişmiş deneyimli bir eski Nazır'dan (bakan) akıl ister: "Ben acemi diplomatım, sizin zengin deneyimlerinizden yararlanmak isterim" der İsmet Paşa.

Eski Nazır'ın yanıtı: "Bana akıl sorma! Ne düşünüyorsan onu yap! Çünkü bizim boynumuz dış ülkelere hep eğikti. Karşımızdakini güçlü, bizim güçsüz olduğu bilinci benliğimize işlenmişti, hep alttan alırdık. Siz ise bir yenginin insanısınız" der.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 10 yıl içinde yaşama geçirdikleri yukarıdaki yasaların birilerinin hesabına gelmese de ne kadar yararlı olduğu şimdi daha iyi anlaşılmaktadır...

1923’den 1945’e kadar devletini korumuş, gözlemiş; siyasi İslamcılara göz açtırmamış bir devlet idaresi 1945’den sonra ilk laçkalığını dinde göstermiştir. Kemalist ideolojinin çöküşü CİA’nın kapalı planları sonucu, “Dünya İslam Birliği”  kurmaya, başına Türkiye’yi getirmeyi ön gören ABD, İslamcı-Müslümanları hep kışkırtmıştır...

17 Eylül 1943’de kurulan “Büyük Doğu” adlı derginin sahibi Necip Fazıl Kısakürek, dinsel gizemciliğin ve kendini besleyen Amerikancı bağlılığın gücü doğrultusunda yayın yapar. 1946’da siyasi İslamcı çizgiye tamamen giren dergide, aslen Aksekili olan “Serdengeçti” lakaplı, Osman Yüksel adı da öne çıkar. Çağdaş cumhuriyetin on yıllık sürede çökertilen Sünni-dinciliğin üst yapısının rövanşı 1950’den sonra alınmaya yemin etmiş siyasiler işlerini inatla sürdürmektedirler. 

İBDA-C (İslam-i Büyük Doğu Akıncılar Cephesi)
MSP’nin Akıncılarının devamı olarak 1984’de kurulan İBDA-C İslam-i terör örgütü RP (Refah Partisi) oldukça destek görmüştür. Finans kaynakları da Al Baraka, Milli Gazete, Akit ve Akit grubuna bağlı Cuma dergisi, Milli Gençlik Vakfı ve dahi Refah Partisi. Bu örgütü oluşturanların gözünde yatan düş, şeriat için silahlı savaş vererek “Allah’ın askerleri” (Hizbullah) imgesiyle alana çıktıkları bilinir. Aşağıda açıklandığı gibi sert çıkışları ile ünleri yaygındır.

İBDA-C’nin üstadı ve fikir babası Necip Fazıl Kısakürek’in tezleri doğrultusunda kurulmuştur. “İslam-i Büyük Doğu Akıncılar Cephesi” fikrinin mimarı sair Necip Fazıl Kısakürek hayranlarına duyurulur. Refah Partisi ve İBDA-C hakkında Ergün Poyraz’ın “MNP’den FP’ye İhanet Belgeleri” yapıtına bakınız.

12 Eylül 1980 askeri darbeden sonra MSP (Milli Selamet Partisi) kapatılmasıyla, MSP’nin yan örgütü olan “Akıncılar” da İBDA-C’nin içinde ad değiştirerek birer nefer olarak varlıklarını sürdürürler. Sert çıkışlı, dili sivri, kendilerinden olmayanlara küfrü hak gören bir tür yapılanmaları vardır.

İBDA-C’cilerin çıkarmış oldukları “Taraf” adlı dergilerinde bazı ilginç ve düşündürücü kesitler aktarmakta yarar var. Bunlardan bazıları şöyle: “...bizim vazifemiz paryalıktan başka hak tanımayan bir Siyonist Türkiye Cumhuriyetini yok etmektir. Her ne suretle olursa olsun yok etmek ve Sünni İslam devletini kurmaktır. Bu görev her Müslüman’ın üzerine farz-ı ayandır...” (1)

MSP lideri Necmettin Erbakan’ın Akıncılarının 1984’de Salih Mirzaoğlu takma adlı Kürt kökenli Salih İzzet Erciş tarafından Batman’da kurulmuştur. Kumar düşkünü İslamcı şair Necip Fazıl Kısakürek’i “üstat ve yol gösterici” olarak bilirler ve ondan ilham alırlar.

Davutlar Milli Gençlik Vakfı adına Fikret Eraydın adlı bir kişi “Taraf dergisi” ne abone olmak istediğini, 6 aylık parasını yatırdığını mektupla bildirir. Eraydın Mektubunda şöyle bir tenkit yazmayı da ihmal etmez: “...derginizde bazı İslam edebine aykırı kelimeler kullanılıyor. Lütfen bu konuda biraz dikkatli olalım ve yazalım. Bu gibi sözler davanıza zarar verebilir...” der.

Bu istek karşısında “Taraf Dergisi” söyle bir yanıt yazar: “...küfür hakikati örtmektir. Hakikati örtenleri aşağılamak, tahkir etmek ise ‘şer-i bir vazifedir.’ İmamı Rabbani hazretleri ‘ehli bidati tahkir edin, aşağılayın’ diye buyuruyor. Tüm ahlaksızlıkları içerisinde toplayan Kemalizm’e ve onun işbirlikçilerine tahkir edici ifadeleri, İslam edebine aykırı kelimeler olarak görmeniz yanlış. Piç, veledizina, ibne, ayyaş ve pezevenklere sıfatlarını söylememek Hakk’ı incitir. (...) İman öfkesiyle sövmeyi birbirine karıştırmayınız. Küfre hakaret etmek, yerine göre şiddetin bir parçasıdır.”  derler.

Taraf dergisi 32. sayısında: “...Anadolu’nun kurtuluşu için İslamcı savaş harekâtı resmen 2 Temmuz (1993) Sivas’ta, fiilen de Ağustos ayı İBDA-C çıkışıyla başlamıştır. (...) Müslümanlar silahlandırılmalı, laik devletin sonu hızlandırılmalıdır. (...) MGV (Milli Gençlik Vakfı) daha şimdiden iç savaşın önemli kalelerinden olacağını hissettiriyor. (...) İslam’ın kanı yerdedir...” der.

İBDA-C yayınlarındaki bazı sloganlara bakarsak PKK’ya açıkça destek verdiklerini de görürüz. İBDA-C’ciler doksanlı yılların ilk yarılarında, her şehit düşen Türk askeri için bayram ettikleri taraf dergilerinde sergiledikleri yazılardan bazıları: "Yaşasın Kemalizm’e karşı PKK’lı gerilla kardeşlerimiz... Yaşasın kanlı Sivas kıyamı; dinsiz cumhuriyet yıkılma yolunda en önde giden Sivas’ın yiğit Müslümanlarına teşekkürü bir borç biliriz” gibi pek çok radikal çıkışlar.

Ve dahi; “...karar çıkmıştır, ‘İslam’da şiddet yoktur’ diyen her kim olursa olsun aynen Kemalist ve işgal yanlısı bir kâfirdir. Nifak ve fitnecilerin katli hak ve önceliktir. Yaşasın Anadolu halkının şeriat için silahlı mücadelesi...” 

Sivas’ta 37 aydının yakılmalarına ise o kadar alçakça ve insafsızca sözler söylemekteler ki, insanları diri diri yakarak öldürenler için haklılık payı veren bunlardan bir kaçı ibretlik sözleri: “...Sivas’ta insanlarımız yargılama ve cezalandırma hakkını kullanmıştır. Yargılama ve cezalandırma hakkı yalınız Müslümanlarındır. Bunun lamı cimi yok. Yasadışı TC’nin hiçbir hakkı yoktu...” diyerek devlete bile kafa tutmaktadırlar.

Bir taraf okuru kadın: “...bir büyüğünüz olarak, ablanız ve anneniz gibi düşünüyorum” diyerek bir uzun bir mektup yazar. İşin detaylarını anlayamamış Taraf okuru bu kadın: “...Taraf dergisiyle müşerref oldum, çok beğendim fakat polise köpek, teröriste gerilla diyorsunuz (...) Allah aşkına PKK’yı hiçbir şekilde haklı çıkararak bahane ileri sürmeyin...” der.

Taraftan yanıt: “...Müslümanlara parya muamelesi yapan, geçmişte yüz binlerce kardeşimizin kanına giren Kemalist devlettir. PKK değil! İslamcı mücadelelerin etkinliği, bu devletin güç kaybetmesiyle bağlantılı olduğundan ona darbe indiren her kesim, biz İslam devrimcilerini mutlu kılar... Polise ‘köpek’ nitelemesi, işkenceci ve kuduz İslam düşmanı polisler için geçerli, bizimkiler için değil” diye yanıtlarlar.  

Malatya cezaevinde PKK davasından yatmakta olan ve kendini “savaş esiri” olarak tanımlayan Mehmet İstek adlı birinin Taraf’a yazdıklarından bir bölümü şöyledir: “...Kürt ve Kürtlerin tanımlarını doğru ele almanız, derginizi takdir etmeme neden oldu...” der.

Tarafın yanıtı: “...siz oradan kıracaksınız zinciri, biz buradan...” olur.

İBDA-C’ye bir mektup gelir imzasız. Bu imzasız mektuba yanıt vermek için iki gün çalışırlar yanıt vermek için. Fakat bir türlü yanıt vermezler. Ancak kısa bir not düşerler Taraf dergisine imzasız mektup atana: “Yahu muhterem, inanır mısın yayın kurulunu topladık, senin sorularını tartışmaya açtık, gece geçti, gündüz döndü yok, cevaplayamayacağız. İyisi mi, sen siktir ol başka kapıya git” derler.

O mektubun aslı aşağıda şöyle: Türkiye’nin samimi Müslüman halkını kandıracak, kandıramazsanız silahla yanınıza mı çekeceksiniz? Bre dinsizler... Bre ehlisünnet vel cemaat geçinip Allah’a, peygambere, Kur'an’a, vatana, isyan edenler... Bre besmelesizler, bre yüce Allah Kur'an ’da, kâfirler için dahi ‘onları dost edinin’ demişken, düşmanlıktan söz etmemiş iken 'taraf olmayan, bertaraf olur' diye Müslümanları tehdit edersiniz. Tuhaf; “Taraf olmayan, bertaraf olur” sözünü son seçimlerde tehditkâr bir biçimde Recep Erdoğan muhaliflere söylemiştir.

Sizi dini ve niyeti bozuklar, nasıl olur da ulu emre itaat Allah’ın hükmü iken, peygamberimizce ‘başındaki sarma başlı Habeş bile olsa itaat edin’ demiş iken taraf olmayan, bertaraf olur’ diye Müslümanları tehdit edersiniz... Ali Muaviye’ye başkaldırmamış iken, dünyadaki en ileri ülke. Bre kılıksız cahiller. Bre Müslümanlar arasına fesat tohumu saçan eşkıyalar; sizin cenaze namazınız bile İslam hükmü gereğince kılınmaz” diye geçer.

Not: RP’si döneminde Recep Tayyip Recep Erdoğan İstanbul Belediye Başkanıydı. O dönemde Recep Erdoğan İBDA-C’ciler gibi düşünüyordu. Hani İBDA-C’ cilerin söylediği: “taraf olmayan, bertaraf olur” sözleri, recep Erdoğan’ın geçmişteki bilinçaltına yerleşmiş takıntıların bir an yüzeye yansımasıdır Anayasa değişikliğindeki muhaliflere öfkelendikçe mosmor kesilip kızara bozara söylediği:  “bitaraf olan, bertaraf olur” sözleri.

Ayrıca, günümüzdeki “Taraf Gazetesi” ile 1990’lı yıllarda İBDA-C’nin çıkarmış olduğu “Taraf Dergisi” ayrıdır, karıştırılma maldır!

1976 Yılında Necip Fazıl ideolojisinde Akıncılar Kurulur
Ocak 1976 yılında kurulan Akıncılar Derneği, MSP’nin militan güçleri olarak 1977 yılında git gitgide şiddetini artırarak eylemlere başlayarak. MSP, Akıncılar Derneği planı, MHP’nin Ülkücülerinden örnek alınarak yaşama geçirmişlerdi. MHP’nin sokak militanları Ülkücülerin yaptıkları eylemlerden sorumlu olmazlardı fakat, ülkücülerin eylemleri hep MHP yararınaydı.

MSP Akıncıları oluştururken model olarak Ülkücü MHP ilişkilerini benimsemesi nedeni, Ülkücüler hem MHP’li idiler, hem de değildiler. Ülkücülerin bütün yaptıkları sokak eylemlerinden en az bazı MHP’li yöneticiler bilgi sahibiydiler ama hukuken bir bağları olmadığından sorumlulukları yoktu. İşte bu Ülkücü-MHP model yapı, MSP’yi (Milli Selamet Partisi) harekete geçirerek Akıncıların kurulmasına geçerler. Böylece MSP’de kendi vurucu gücünü oluşturuyor, ama ayrı bir kuruluş olduğu için, Akıncıların açıkça belli fikirlerini MSP’nin açıktan söylemek isteyemediklerini söyleyebilen ki, yaptıkları eylemlerden hukuken sorumlu olmayan MSP militanlarıydılar.

Akıncıların etkilendiği, Akıncıların ana kökeni, daha önceden kurulmuş olan Necip Fazıl Kısakürek’in “Büyük Doğu” yankılanmasının, Nakşiliği disiplininde MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) içinde yetişmiş Akıncılar üzerindeki etkinin fevkalade olduğu bilinendi. MTTB, içinde Necip Fazıl’ın etkisinde 11. Cumhurbaşkanlığı yapmış Abdullah Gül de bulunmaktaydı.

Akıncıların öykündüğü bir başka dış kökenli etkilendiği, Mısır’da 1926 yılında ortaya çıkan “İhvanı Müslim” (Müslüman Kardeşler) olmuştur. Laik Filistin için Türk solu mücadele verirken, Filistin’e giderek birçok Türk solundan gençler, Filistin davası için savaşırlarken, İhvan kardeşlerin böyle bir kaygıları yoktu, varsa yoksa şeriat, şeriat için vardılar, Filistin’in özgürlüğünden daha önemliydi. Bu hal, aynen Akıncılar içinde MSP ve Akıncı militanları içinde geçerliydi.

Anti Komünizm hareketlere karşı mücadelede olduklarını iddia eden Ülkücüler, Akıncılar ile ilk başta birlikte çalışırlar. Bu ortak çalışmalarına MTTB’de dahil olur. Lakin bir şey fark edilir, birbirlerine yakınlaştıkça, birbirlerinden eleman kazanmayı da ihmal etmedikleri. Bazı hallede, Ülkücülerden dine daha yatkın Akıncılara eleman temini, Ülkücü-Sol çatışması kadar yoğun olmasa da, Akıncı-Ülkücü çatışmalarını da yanında taşır duruma gelir. Bu Akıncı-Ülkücü çatışmasının altında yatan, MHP’nin ilgi alanlarına zuhur eden Akıncılara kızgınlık, şiddete varan duruma kadar uzanır, yoğun Ülkücü-Sol çatışmalarındaki kadar ölümlü sonuç olmazsa da bazen ölümlerle sonuçlanan durumlar olmuştur.

Akıncılar birkaç kola dağılırlar. Her ne kadar Akıncılar Türkler içinden ortaya çıksalar da, İslamcılık kadroları, İslamcı Kürtleri de içlerine alarak, Kürtlerin yoğun oldukları yerlerde oylarını 1977 seçimlerinde yükselttikleri fark edilmiştir. Yani MSP bu 1977 seçimlerde oylarını Kürtlerin yoğun oldukları yerlerden oy almayı, 1980’lerden daha sonraları seçimlerde de sürdürmüştür.

Akıncılar derneğinin kurucuları arasında yer alan önemli bir ad: Büyük dedesi Kürt Mutkili Aşireti reisi Hacı Musa, Şeyh Sait isyanını örgütleyen "Azadı" (özgürlük) lideriydi Yine Hacı Musa’nın 1925yılında isyan arasında ölen oğlu İzzet Bey de Mirzabeyoğlu’nun dedesiydi. Bu Akıncı Mirzabeyoğlu 1950 yılında Erzincan’da doğmuş olan İzzettin Salih Erdiş, Daha sonraki adını “Salih Mirzabeyoğlu” olarak değiştirmiş. Eskişehir’de Nakşî olmuş, yine burada tanıdığı Necip Fazıl Kısakürek’in etkisinde kalmış, “Bürük Doğu” cu olmuştur. Yıllar sonra kuracağı İBDA-C terör örgütünün de adını buradan almıştır.
 
1977-1979 yılları arasında MSP ve Akıncılar çevresinde bulunan ve daha sonra Akıncıların içinden, İran devriminden etkilenen bir başka İslamcı silahlı terör örgütü olarak ortaya çıkar. Bunlar ise “Hizbullah” topluluğu, olarak başında da Hüseyin Velioğlu Akıncıların en önemli halefleriydiler.

Bu Akıncı kökenli Kürt İslamcı terör örgütleri 1990’lı yıllarda sokağa indiler, birçok aydın insanları katlettiler. Bir gerçeğin altını çizersek, bu Akıncıların arkasında Recep Erdoğan ve yıllar (2) sonra AKP’de konumlanan pek çok kişiler vardı. 

Kininin ve Dininin Davacısı Olan;
Recep Erdoğan’ın ilham kaynağı Necip Fazıl’ın Menderes Hükümeti döneminde yıllarca, örtülü ödenekten para almıştır. Büyük Doğu adında çıkarmış olduğu dergide Recep Erdoğan’ın etkilendiği gençliğe tarif ettiği  “dinin davacısı” ol dediği tarihlerde Menderes hükümeti güçlü bir biçimde iktidarda ve Necip Fazıl’ın azılı savunduğu haldedir.

Menderes için gözyaşı dökerlerken, arka planlara bakalım...
Türk gençlerine “dininin davacısı” ol diye telkinlerde bulunurken, himayesinde olduğu Menderes Hükümeti 1955 yılında BM (Birleşmiş Milletler) Müslüman Cezayir’in bağımsızlığının konuşulmasına karşı çıkarak, Fransa’nın yanında yer almıştır. Bunu Necip Fazıl gördüğü halde sus pus, görmezden gelip dergisinde  “dininin davacısı” ol diye yamayı sürdürdü.

1956’da Fransa’nın Müslüman Mısır’a karşı Süveyş Kanalı’na asker çıkarmasını en hareketli biçimde Menderes Hükümeti desteklemiştir. Yine Necip Fazın gözlerini kapadı.

1958’de BM’de Cezayir’in bağımsızlığına karşı, sömürgecilerin yanında oy kullanır. 
1959’da yine İsrail’in bağımsızlığını tanırlar.

1959’da yine Menderes Hükümeti ABD’ye Türk toprakları üzerinde üs kurma izni veriler.

Türk gençliğine “dinin davacısı, kinin davacısı” yazılarını yazmaya devam eder Necip Fazıl. Menderes Hükümet başkanının elinin altında olan örtülü ödenekten nemalanmaya devam eder.

Recep Erdoğan Hükümeti ne yapıyor? Halkın önüne çıkıp Menderesin resimleri önünde poz verdi durdu ve Necip Fazıl’ın şiirlerini okudu durdu. Örtülü ödenek elinin altında, kimse hesap sorama yetkisi yok. Kim bilir örtülü ödenekten hangi yandaş destekçilerine gidiyor bilen yok ama bir gün meydana çıkar da görür bu millet.

Müslüman Irak’a ABD saldırısını desteklediler ve Irakta ABD Askerlerinin başarılı olması ve sağ selim ülkelerine dönmeleri için, Irak’ta 1 buçuk milyon Müslüman katleden dahi,  kadınların zorla ırzına geçen ABD askerlerine Recep Erdoğan başarılar dileyip dualar okumuştur.

ABD’nin Irak işgaline askeri destek vermek için 1 Mart teskeresinin meclisten canla başla çalıştılar. İsrail’in en azılı düşmanı sayılan Müslüman Suriye’ye nasıl cephe aldığını görün.

Atatürk’ün getirdiği devrimlerin rövanşıdır Necip Fazıl’ın aşağıdaki sözleri.
Dilinin davacısı: Atatürk’ün dil devrimine karşı vurgulanan bir tür anlatım biçimidir.
1952’de Anayasanın dilinin değiştirdiler. Eski Arapça-Farsça sözcükleri geri getirdiler. Ezanı Türkçeden yeniden Arapçaya getirdiler.

İlminin davacısı: Gençliğin asabına etkilemek için, eğitim düzeyindeki değişiklikler, Köy Enstitülerin kapatılması. Üniversite özerliği siyasilerin ayakları altına alınır. Menderes bu üniversitelerin özerkliğine karşı oluşunu şöyle açıklar: “Ondan sonra üniversite kalkar ‘ben meclisi murakabe edeceğim’ der. O Büyük Millet Meclisi’yse  ‘ben de üniversitedeyim der (...) 

Kininin davacısı: İşte bu bir felakettir. Kin ile dinciliği nasıl yan yana getirdiklerine şaşmak gerekir.

Irzının Davacısı: Neyi kast ettiği bellidir. Kadınları çarşafa ve tesettüre girilmesini tavsiyesidir. Ama kadın başını örtü, namus kurtulmadı. AKP hükümeti iş başına geçtiği 2002 yılından bu yana kadınlar kapandıkça vesikalı hayat kadını da kat ve kat artmıştır.

Mehmet Yiğittürk haklı olarak şöyle diyor: “Vatanın Davacısı neden yok?”

Dahi, Necip Fazıl Kısakürek 12 Eylül Hayranlığı
Her benimsemediği konuda kinini, nefretini açıkça ortaya kusan Necip Fazıl, ülkenin yüz karası, kanlı 12 Eylül askeri darbesini öve öve bitiremez, basar yağcılığını, yazar yazılarını, sahip çıkar gururla 12 Eylül darbesi kaleme şu sözlerle kaleme alır:

“Hareketin mahiyeti… Malum klasik darbelerden biri değildir… Bu hareket olmasaydı, yıl değil, ay değil, belki hafta ve gün hesabı ile Türkiye'nin çöküşü gerçekleşebilirdi… 27 Mayıs 1960 ile 12 Eylül 1980 Hareketi arasında şu fark vardır ki, ilki milli iradeye tam zıt ve fikirsiz bir gece baskını olmuşken, ikincisi milli ihtiyaca tam uygun bir imdat davranışı olmak istidadındadır… 27 Mayıs 1960 hareketi 'millete rağmen' diye belirtilirken, 12 Eylül 1980 müdahalesi ancak 'millet için' formülüyle ifade edilebilir."

"Hükümetten ziyade onu mefluç kılan partilere ve fesad ocağına döndürdükleri Meclis'e yönelik bir davranış… Hedefi de bölücülük, komünizm ve din nikabı altında dolayısıyla gayet tabii olarak 'devlet ve cumhuriyeti koruma ve kollama' atılışı. Bir iç darbe değil, iç şahlanıştır. İsyan değil, ıslah"
 der.
Selman ZEBİL

(1)Taraf dergisi 1984 sayı 26. sayfa 2- 8
(2) Kaya Ataberk, “Türk Siyasetinde Kürt İslamcılar” adlı yapıtı, İleri Yayıncılık, s.198-201
Necip Fazıl KISAKÜREK, Büyük Doğu Dergisi / Sayı 20 /17.7.1959
Necip Fazıl Kısakürek, Doğru Yolun Sapık Kollaro, 1977

1 Haziran 2025 Pazar

KAMER GENÇ FETÖ İÇİN NE DEMİŞTİ, DİNLEMEYENLER İLE ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ YAPILIR MI?

 



Kamer Genç (1940-2016) Bugünleri önceden gören Kişidir!

CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç, 15 Temmuz darbe girişiminden 7 yıl önce yani 2009'daki Meclis konuşmasında dillendirerek mecliste “Fethullah Gülen kimdir bir araştırılsın” uyarısı günümüzü önceden gördüğüne inanmamak elde değil: AKP’nin milletvekilleri Fethullah Güleni gidip ziyaret ediyorlar. Şimdi bu Fetullah Gülen’i bir gün mecliste açalım, kimdir bu arkadaşınız, ne yapmak istiyor. Türkiye’de bunun sermayesi nerden geliyor, acaba Türkiye’deki rejimdeki rolü nedir bunları bir araştıralım. Niye bundan

çekiniyorsunuz. Peki yarına bunun en büyük zararını siz çekeceksiniz. Ben çekmem, benim zaten düşüncelerim belli. Benim düşüncelerim belli olduğu için araştıralım. Türkiye için çok büyük bir tehlikeye gelmiş. Bakın, şimdi geçen gün ekonomik tedbirler seçim konunu uyguladınız…”

Kamer Genç Meclis Kürsüsünden: “S’n. Başkan, değerli milletvekilleri, ben bir milletvekiliyim, herkesin bunu aklına koyması lazım. Ben bu kürsüde laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bütünlüğünü koruyacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ettim. Bu salonda görev alan bütün milletvekilleri bu yemini etti. Şimdi 920 şartlarında bir yanda İtalyanlar gelmiş, bir yandan İngilizler gelmiş bir yandan Fransızlar gelmiş bir yanda Yunanlılar gelmiş. Bu memleketi işgal etmişler. Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde bulunan o, o zamanki onurlu ve soylu halk birleşmiş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığını korumak için canlarını vermişler. Kanlarını dökmüşler ve devlet kurmuşlardır. Ve o zamandaki insanlar eğer hakikaten bölünmeyi isteselerdi hazır İngilizler gelmişken, İtalyanlar gelmişken, Fransızlar gelmişken, Yunanlılar gelmişken onlarla iş birliği yapıp da bölücü bir devlet kurabilirlerdi. Ben Tunceli Milletvekili olarak Türkiye’deki bazı söylemlerden çok rahatsızım…

Bir milletvekili olarak burada bazı şeyleri söylememiz lazım. Türkiye Cumhuriyeti devletinde Anayasada devrim kanunları yürürlükteyken bir baklanın çıkıp ta bir hem de kadın bakan çıkıp ta bir tarikat şölenlerine katılması devletin resmi plakasıyla beni rahatsız ediyor. Bunu bura da ben söylemeyeceğim, sen söylemeyeceksin. Peki bu devleti kim koruyacak arkadaşlar? Bu devlete yapılan soygunları ben söylemeyeceğim. Efendim varsa eğer ben kimseye iftira atıyorsam buyursunlar nurdan beni getirsin mahkemeye versinler. Şimdi siz benim üzerime niye bu kadar baskı kuruyorsunuz? Yiğitliğiniz varsa giderlim sokakta yürüyelim. Gidelim arkadaşlar. Diyelim çıkalım televizyonlara. Konuşalım. Ben burada vatanına, milletine, insanlarıma karşı bir ihanet etmiyorum. Ben burada vicdanımın sesi de kalarak, makam ve mevki beklemeden, kimseden korkmadan vicdanımın sesine dayanarak milletime karşı duyduğum sorumluluk duygusu gereği burada düşüncelerimi söylüyorum. Yani kime hakaret ediyorum kardeşim? Burada suistimalleri söylemek hakaret midir? Ben diyorum ki, Fethullah Gülen’in 700 tane öğrencisini getirip de şey Bülent Arınç efendim şiir okutup da bu şiirleri kim yazdı? Fethullah Gülen demeye hakkı var mı bunun? Bunun var mı? Var mı bunun Türkçe konuşuyor efendim Türkçe konuşmaktan iftihar ederim. Getir Güneydoğu’da o kadar çocuk var. Okumayan insanlar var. Eğer hakikaten vatanseversen evvela sen kendi memleketindeki gençleri bilinçli şey … okumayan insanları onları okut. Onları bu memleketin sadık vatandaşları yap. Onlara emek ver.

Şimdi arkadaşlar, Türkiye’de bakın hepimiz de benden iyi biliyorsunuz. Amerika’ya giden özellikle AKP’nin milletvekilleri Fethullah Gülen’i gidip ziyaret ediyorlar. Şimdi bu Fethullah Gülen’in bir gün bu mecliste açalım. Kimdir bu arkadaşımız? Ne yapmak istiyor? Türkiye’de bunu bu sermaye nerden geliyor? Acaba Türkiye’deki rejimdeki rolü nedir? Bunları bir araştıralım. Niye bundan çekiniyorsunuz? Peki yarına bunun en büyük zararını siz çekeceksiniz. Ben çekmem. Benim zaten düşüncelerim belli. Benim düşüncelerim belli olduğu için araştıralım. Türkiye için çok büyük bir tehlikeye gelmiş…

Bakın şimdi geçen gün bir şey (bu arada meclisten AKP’lilerden tepkiler geliyor) Ekonomik tedbirler kanunu teşvik kanunu uyguladınız. Bu arada AKP’li vekillerin tepkilerine Meclis Başkanı “Efendim şimdi burası kürsü masumiyeti vardır. Milletvekili istediği gibi konuşur lütfen yerlerinize oturun.” Diyor Kamer Genç, AKP’li vekillerin saldırgan tehditlerine karşı konuşmasını sürdürüyor: “Şimdi sayın Başkan, tehlikeyi görelim Türkiye’de rejim gidiyor. Türkiye çok ciddi bir dönüşüm içinde. Şimdi bürokratçıyı hallettiniz. Şimdi sanayi ve ekonomiyi hallediyorsunuz. Bunu söyleyen sizin içinizden çıkan bir milletvekili arkadaşınız. Diyor ki efendim AKP Tayyip Erdoğan kendi ekonomisini kuruyor. İşte yeni teşvik kanunlarına, kurumlar belgesini yüzde beş kadar indiriyor. Bu Türkiye’nin geleceğini yeni tanıma ve devleti dönüştüren ekonomisiyle, bürokrasisiyle, laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yok etmeye çalışan bir uygulamadır. Bunları burada söylemek bizim görevimizdir. Sizin hoşunuza gitmiyorsa eğer, aksini düşünüyorsanız buyurun burada söyleyin. Hayır deyin ki böyle bir şey yok deyin. Eee işte efendim ben milletvekiliyim. Burada düşüncelerimi söylerim.” Diye bitiriyordu.

Fethullahçı Terör Örgütünün hıyanet planlarını çok önceden sezen Tunceli Milletvekili Kamer Genç 2009’da yukardaki meclis konuşmasından 7 yıl sonra 2016’da yaşamını yitirdi.

Özetle Kamer Genç'in, AKP iktidarını Fethullah Gülen'e karşı uyarıyor ancak uyarılana AKP milletvekillerinden çok sert tepkiler alıyor.

Genç: Fethullah Gülen, kimdir bu arkadaşımız? Ne yapmak istiyor? Türkiye'deki sermayesi nereden geliyor? Acaba Türkiye'deki rejimdeki rolü nedir? Bunları bir araştıralım. Niye çekiniyorsunuz? Bunun en büyük zararını siz çekeceksiniz. Ben çekmem. Benim zaten düşüncelerim belli. Araştıralım. Türkiye için çok büyük bir tehlike.” Olduğunu uyararak söylüyordu

Bu sözlerinden AKP’liler oldukça rahatsız olurlar ve rahatsız olan AKP'li vekiller, mecliste konuşan Genç’in ise üzerine yürüyerek, hakaretli sözler ile konuşmalarını kesiyorlardı.

Bırakın gereken tedbir alınmadığı gibi, uyarılar doğru mu yanlış mı diye AKP’liler hiç araştırılmadıkları bir yana AKP’li vekillerin Fetö için dizdikleri söylemler kan dondurur!

Yalakalıkta sınır tanımadan şunları dillendiriyorlardı: “Seni çok özledik gel bitsin bu sıla hasreti” diyen, “Fetullah Hoca hepimizin hocası” diyen. Fetö adına ülkede Türkçe olimpiyatlar düzenleyenler bugün, bu yanar dönerler meydanlarda “biz Fetöcü değiliz” deyip utanmadan yıllarını Fetö karşıtlığı ile bilinenlere çamurlarını atarak suçluyorlar.

Hatta bunlar, Türkçe olimpiyatları için bir liralık paralar bastırdılar, o günlerde bu basılan paraları elleri çatlarcasına alkışlayanlar, 15 Temmuz darbesinde şehit olan vatandaşlar için de paralar bastırdılar. Yine bu bastırılan paralar içinde alkış tutanlar aynı oynak, yanar döner kişilerdi…

Yani yanar döner sahtekârlar, oy uğruna cemaatlere göz yuman, onların gelişip güçlenmelerine ve devlete bile başkaldırır duruma getiren siyasiler bu ülkenin geleceğini kendi geleceklerinin gerisinde tutanlardır. Onlar, bir gün gelecek kimsenin kuşkusu olmasın sın Fetöcü kimlikleri dökülecek ortaya, kimin kimden yana olduğu çıkacak bir bir ortaya.

Hele ABD lideri Trump’a “Bir papaz sizde var. Bir papaz da bizde var. Ver papazı, al papazı”, “Bu can bu tende oldukça o papazı kimse elimden alamaz” bile denmişti ya, önüne “Akıllı ol” deyip “250 milyar doların var dünyanın yedi bankasında açıklarım ha” denince istediği takas bile olmadan, “al papazını deyip gönderiverdi. Takasa bile gereksinim kalmadı…

AKP ve lideri Erdoğan, ilk 7 yıllık döneminde öyle güçlü günler geçiriyordu ki, muhalefetin yapacak dermanı kalmıyordu karşısında. O günlerde; devlet binalarından Atatürk adını, TC’yi birçok yerlerden siliyorlar, 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim gibi ülkenin yerleşmiş ulusal günlerini hiçleştirip, “hastayım” numaraları ile, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlarına uymadıkları günler. “İki ayyaş” diyerek ve İsmet İnönü’ye hakaret ederek, yetmedi, Atatürk'ün Egemenlik Kayıtsız şartsız Milletindir” sözlerini aşağılayarak, din düşmanı gösterip, “Egemenlik ancak Allah’ındır.” Diyerek çarpıtmaları yapmışlardır.

1982 Anayasası Kenan Evren’in Darbesi Öncülüğünde Yapıldı.
1982 Anayasasının geçmesi için referandum yapıldı, %91,37 oyla kabul edildi. Bu 1982 Anayasası bugüne kadar, en çok 23 yıllık AKP döneminde 21 kez değiştirildi.

Salt AKP döneminde 12 tadilata uğradı. Toplam 177 maddeni 134’ü değiştirildi.
Hep, “Askeri vesayet” diye diye Anayasanın 134 maddesini değiştirdi, “tek adam” vesayetini ülkeye dayattı, tek adam ne derse onun dediklerine itiraz etmeden “evet efendim” diyen seçimle gelmemiş, tek adamın istediği an seçtiği, istediği an görevden aldığı bakan-memurlar ile ülkeyi karambol ile yönetiyor. Yani ülke yönetiminde meclis işlevini kaybettirilmiş durumda olup, bütün kanunlar sarayda planlanıyor ve o kanunları planlayan yek adamdan uygulamaya sokuluyor…

23 Mayıs 2025 Cuma

TC Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş Dilinde Nefret Söylemler



Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un Sünni-İslam İttifakı
Numan Kurtulmuş, bu ülkede her kesimden her inançtan vatandaşları kapsayıcı, kucaklayıcı bir meclis başkanı olma yerine bu ülkede salt Sünenlerin Meclis Başkanı olduğunu densiz, dengesiz, ayrıştırıcı, yerici, kin ve nefret yüklü şaşırtıcı konuşması bu ülkenin utancı olmalıdır...

Şu 21. Yüzyılda TC Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, ilken bir mezhepçilikle yola çıkıp 23 Ağustos 1514’te Kızılbaş Türkmenlere yapılan ve yüzyıllardır sürdürülen zulmü kabullenip onaylamış oluyordu.

Bu bir bakıma Numan Kurtulmuş içindeki yaşattığı duyguların dışa vuruşu, 512 yıllık bir tür düşmanlığın sürmesi ve dillendirilmesidir. Bu dillendirmeyi de Yavuz Selim ile Şafi mezhepli Kürt kökenli İdris-i Bitlis (Bitlisli İdris) işbirliğinde ne kadar derleme, toplama, İran-Urumiye bölgesi Kürtlerini getirerek Çaldıran’da Türkmen Kızılbaşlar üzerine saldırtıp, zulüm kırım, katliamlar yapılan bir Osmanlı Sultanı Yavuz Selim-Kürt ittifakının suç ortaklığıydı. Yani bu bir tür Sünni Şafi Kürt yobazlığı ile işbirliği idi.

Şu sensiz sözleri sıralıyordu Kurtulmuş: “Kızılbaş zehirli yılan gibidir. Başını ezmezsen bir faydası olmaz… Akıbetiz Kızılbaş mülhitlerin (dinsizlerin) ve zındıklarının (inançsızların) kökünü kazıyıp ortadan kaldırmak azmiyle yolları acele olarak kat etmeli…” diyor.

Bahtı ölmüş Kızılbaş’ın kahredilip kökünün kazındığı günden sonra, Kızılbaş’ın başı kesildiğinde başı yeniden kana bulandı. Bir anda kana batınca başıyla külahı arasında hiç fark kalmadı. Can, Kızılbaş’ın kanına susamıştı, köpükleri tıpkı dolu kadeh gibi görünüyordu. Kan dökücü kılıç öldürmekten yorulunca kın yatağına girdi.

Mümin Kürt taifesi, mülk, millet ve ehli sünnet mezhebi bakımından Kızılbaş mülhitlerinin (dinsizlerin) düşmanıydılar…”

Kürtlerin yüce soylu hakimleri (beyleri) atadan ataya önderlik yapan kimseler, hepsi Kızılbaş’ın düşmanı olduğundan aralarındaki uyuşma oldukça açıktı…

… Dediler ki İster Şam’dan çıksın ister Irak’tan olsun memleketleri nifak ehlinden (Kızılbaşlardan) temizleyelim. Yavuz Sultan Selim'in haberleriyle Kızılbaşlar diri diri yokluk mülküne gittiler (katledildiler)…

Kaynak: İdris-i Bitlis-i, Selim Şahname, s. 117, 121, 125, 237, 245, 263,264, Hicabi Kırlangıç, 2001, Kültür Bakanlığı yayınları.

16. Yüzyılın İdris-i Bitlisi’sinin kindar mirasçısı 21. Yüzyılın Numan Kurtulmuş’u



Selman Zebil 20 Mayıs 2025 

6 Mayıs 2025 Salı

İLETİŞİM BAŞKANI FAHRETTİN ALTUN'UN YANDAŞLARA TALİMATLARI



Tek Adam Recep Erdoğan Hizmetinde İletişim Başkanı Fahrettin Altun
İletişim Başkanı Fahrettin Altun diyor ki, TRT'nin bugün farklı kültürlere ve coğrafyalara seslenerek, yalnızca bir medya kuruluşu değil, aynı zamanda Türkiye'nin küresel adalet arayışının ve iletişimdeki egemenlik vizyonunun temsilcisi olduğunu savunuyor.


Altun şöyle konuşuyor: “İletişim Başkanlığımız, devletimiz ile milletimiz arasında bir iletişim köprüsüdür. Vatandaşımızın derdini dinler, ilgilisine ulaştırır, çözümünü takip eder, bilgilendirir. Bu nedenle devletimizin kapısıdır; vatandaşımızın hizmetkarıdır” diyor.


Ancak bu, “devletimiz, milletimiz vatandaşlarımızın derdini dinler, ilgisine ulaşır” dediği "Erdoğan’ın devleti ve Erdoğan’a oy verenler milleti” açıklamasında bulundu.

İletişim Başkanı Altun, sosyal medya hesabından paylaşım yaparak, CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in İletişim Başkanlığına yönelik açıklamalarına karşı sözleri ise şöyle: “İletişim Başkanlığı, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın vizyonu doğrultusunda stratejik iletişim faaliyetleri yürütür, kampanyalar düzenler; devletimizin icraatlarını teker teker, tekrar tekrar anlatır. Bu nedenle sürekli içerik üretir, ulusal, uluslararası kamuoylarına ulaşır. İletişim Başkanlığı, kamu diplomasisi faaliyetlerini de yürütür. Türkiye markasını dünyaya gurur tablolarıyla anlatır, gösterir, söyler, duyurur. Bu nedenle uluslararası tüm muhataplarına, milli menfaatlerimizi koruyan enformasyonlar sunar. İletişim Başkanlığımız, devletimiz ile milletimiz arasında bir iletişim köprüsüdür. Vatandaşımızın derdini dinler, ilgilisine ulaştırır, çözümünü takip eder, bilgilendirir. Bu nedenle devletimizin kapısıdır; vatandaşımızın hizmetkarıdır” diyerek salt ülkenin tek adamı Erdoğan gibi göstermesine işaret eder." Diyor

Altun şöyle sürdürür: “İletişim Başkanlığı, Türkiye'de ve dünyada gece gündüz çalışan mensuplarıyla, alın teriyle, al bayrağımızın gücünü her daim yüceltir. Peki bundan kim rahatsız olur? Uluslararası medyaya dezenformasyon üreten ve ülkemizi şikâyet edenler. İletişim Başkanlığımız, tüm bu çalışmaları öğretmenlerimizden doktorlarımıza, iş insanlarımızdan çiftçilerimize, milletvekillerimizden emeklilerimize kadar her bir vatandaşımıza duyurur. Özgür Özel, siyasilerle ilgili olanı diline dolamış; bizi meydanlarda yuhalatıp sindirmeye çalışıyor. Biz, bütün arkadaşlarımızla birlikte hakikat mücadelemizi vermeye devam edeceğiz, bizi sindiremezsiniz, korkutamazsınız. Hakikate kulaklarını tıkamayan kim varsa onlara sözümüzü ulaştırmak için gayret etmeye devam edeceğiz.” Diyerek Özgür Özel’e çatıyordu.

Özgür Özel Konuşması Ardından Fahrettin Altun’un Yandaşlara Talimatları
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 30 Nisan 2025 günü Başakşehir’de “Millet iradesine sahip çıkıyor” Özel şöyle aktarıyordu: “İBB soruşturmasında savcılığın iddialarını bol bol söyleyin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin verdiği cevapları duymazdan gelin. Cevap vermeyin, sakın ha büyütmeyin.” Altun’un yandaşlarına verdiği bu notlarını mitinginde Özel gündeme getirdi. Özel’in bu sözlerinden anlaşılıyor ki, AKP rejiminin Goebbels’i olarak tanımlanan İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un, televizyonda konuşacak olan AKP’li milletvekillerine ve yandaş trollerine talimat vererek muhalif siyasilere ve yorumculara “hangi konuları nasıl konuşacaklarına” dair yazılı gönderdiği talimatlar aşağıda değinilmektedir.

İletişim Başkanı Fahrettin Altun 1 Mayıs 2025 günü yaptığı açıklamada vermiş
olduğu o notu yalanlamadığı gibi kabul eden Altun, “Özgür Özel, siyasilerle ilgili olanı diline dolamış; bizi meydanlarda yuhalatıp sindirmeye çalışıyor. Biz, bütün arkadaşlarımızla birlikte hakikat mücadelemizi vermeye devam edeceğiz, bizi sindiremezsiniz, korkutamazsınız. Hakikate kulaklarını tıkamayan kim varsa onlara sözümüzü ulaştırmak için gayret etmeye devam edeceğiz.” Diyordu.

İ
letişim Başkanı Fahrettin Altun’un verdiği notta neler yazıyordu bakalım!..
AKP gittikçe ahlaki üstünlüğü kaybetmiş, psikolojik üstünlüğünü yok etmiş, kendi zihninde muhalefete düşmüş, CHP’den ve bu meydandan korkar durma gelmiş hatta rezil durumlarda kalmış verdiği talimatlara göre…

Şöyle "Depremi kentsel dönüşüm kapsamında konuşun, konuşturun. CHP'nin süreç içerisinde kentsel dönüşümün önüne set kurduğunu anlatın...

KKTC, Halil Falyalı konusunda mümkünse konuya hiç girmeyin. Üzerinden yürütülen kaset operasyonlarına FETÖ ve yabancı istihbarat oyunları olarak ele alın, aldırın...

Gündemde tutmanın gerektiği takdirde mafya, FETÖ, muhalefet işbirliğine değinin, kumpas olarak çalışın. Süreç hakkında psikolojik harekât yürütmekten çekinmeyin. Uluslararası medyayı tutmaya devam. Terörsüz Türkiye projemizi anlatmaktan geri durmayın. Olay net, karşımızda bir örgüt var, örgüt lideri silahları bırakın çağrısı yapmak zorunda kaldı. Öznemiz bu. Pazarlık yok, taviz yok, ilerleyen süreç var. Evet sürecin zorlu olduğunu da vurgulayın. Süreci Irak, Suriye, İran başta olmak üzere bölgede olumlayarak işleyin, işletin; gerilimden durun...

Sakın ha sakın CHP’nin Kıbrıs iddialarına cevap vermeyin. 1 Mayıs’ta Taksim’e gitmek isteyenlerin terör bağlantılı marjinal gruplar olduğunu söyleyin. Bu konuda eskilerden soran olursa sakın cevap vermeyin...

İstanbul Yolsuzluk soruşturması kapsamında;
Detayları atlamayın,
En ufak detayı içeriğe çevirin,
Bant meselesini gündemde tutun...

Muhalefetin soruşturma kapsamında gündeme getirilen iddialara cevap vermeyip, siyaseti gerdiğini anlatın, aynı dile sarılmayın; dikkatli olun...

Yargı bağımsızlığına vurgu yapalım, yaptıralım, yargının hedef alındığı takdirde karşı strateji geliştirelim...

1 Mayıs konusunda Taksim ısrarı sürdüren yapıların terörle bağlantılarını ortaya koyun, kriminalleştirin."  talimatları veriliyordu.  Selman Zebil 6 Mayıs 2025



18 Nisan 2025 Cuma

YANDAŞ ABDÜLKADİR SELVİ, CEM KÜÇÜK, RASİM OZAN KÜTAHYALI

Cem Küçük, Gerçekten Küçük Ama Zehirli Bir            Böcektir
AKP yandaş Trol Cem Küçük, bilimsel metotlarla İstanbul'daki ekonomik verilerin AKP'nin verileri ile uyuşmaması nedeniyle Buğra Gökçe'yi “paralel yapı” kurmakla suçladı.

Küçük, Gökçe için de “paketlendi” diyerek onur kırıcı dil kullanarak şöyle der: “Bir diğeri, devletin verdiği rakamlara baz almayıp kendi paralel açıklamalarını yapan İstanbul Planlama Ajansı. Onun Buğra Gökçe, o da gözaltına alındı. Buradan da bir kez daha söyleyeyim, öyle devletin verdiği rakamların dışında kendinize ait paralel hukuk kurarsanız ya da paralel açıklama yaparsanız böyle paketlenirsiniz.” Diyordu.

22 Mart 2025’te Halk TV'de Serhan Asker'in Görkemli Hatıralar programına konuk olan CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır, Küçük'ün bu hadsiz sözlerine sert tepki gösteren Başarır şöyle konuştu: “Bakın Cem Küçük ne demiş? İPA'nın başında Buğra Gökçe var. Çok değerli bir arkadaşımız. İstanbul Planlama Ajansı çok önemli verileri bizlerle paylaşıyor. Biz bunları mecliste kullanıyoruz. İşsizlik oranları, enflasyon oranları, pahalılık oranları, her şeyi bakın. Sen demiş ‘devletin verdiği televizyonda söylediği istatistiklere karşı istatistik yaparsan, devletin istatistiklerini kabul etmezsen işte seni böyle paketlerler’ demiş. Kim demiş bunu? Cem Küçük demiş. Aynen bu dili kullanmış.”

Ali Mahir Başarır diyor ki: “Biliyor musunuz onların korumalarının olduğunu? Benim kırmızı plakam varsa Engin Altay Başkanım bilir. Grup Başkanvekilinin Benim korumam yok. Olmasın bak başka bir şey söylüyorum ama onların niye koruması var?” diyerek bu yandaş, trollerin korumaları olduğunu söylüyordu.

Aşağıdaki Üçlü Yandaş Yalakalar Dayandıkları Dağa Kar Yağar Bir gün
Abdülkadir Selvi: “Devlet ikinci bir Gezi’ye izin vermeyecek kadar güçlüdür”
Cem Küçük: “Dışarı çıkarsanız devlet not eder!.. Maske takmak suçtur!”
Rasim Ozan Kütahyalı (Rok): “Erdoğan için ölecek yirmi milyon insan var.

ROK: “Türkiye’de bugün cumhurbaşkanlığı koltuğu, padişahlık koltuğudur. Padişahlık koltuğundur CHP’ye vermezler. AKP’nin milisleri var; AKP’nin özel istihbaratı var, AKP’nin silahlı mücadeleye hazır milyonları var.” diyen bir soytarıdır.

Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan: “Sevgili Rasim Ozan Kütahyalı, Bolu’da çok güzel bir barınak yaptım. Eğer can dostlarımıza zarar vermeyeceğini, kafalarını şişirmeyeceğini taahhüt edersen seni orada misafir etmekten mutluluk duyarım.” Diye mesaj atmış. Tarihi çarpıtanlara, halkların kardeşliğini sadece lafta savunanlara ithaf olunur.

Şarlatanlıkta Sınır Tanımayan Rasim Ozan Kütahyalı (Rok) Neler Diyor Neler!..
Hepimiz tanıyoruz; Rasim Ozan Kütahyalı bilgisiz, kültürsüz, ağzı bozuk, kaba birisi. Dahası eski bir FETÖ’cüdür. Kim güçlü onun borusunu öttürür, İyi laf ettiği veya bilgili olduğu için değil, kullanışlı olduğu için her taşın altından o çıkıyor.

Ekrem İmamoğlu’na yapılan saray darbesini savunmakla kalmadı, savcıdan hâkimden bile önce sonucu ilan etti, yargının vereceği kararı, yargıdan daha önce bildi ve açıklama yaptı bu şarlatan, görün bakın neler demekte: “Ekrem İmamoğlu en az 6-7 yıl hapiste kalacak; İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atanacak. CHP yeniden yapılandırılıyor. Kemal Kılıçdaroğlu ve arkadaşları yeniden CHP’ye gelecek. Yeni Genel Başkan, Oğuz Kaan Salıcı olacak.” Diye ahkam kesiyor.

Bunlar Tutuklanacakları Önceden Bilen İşbirlikçi Trol Gazeteciler…

Sosyal medyadan hedef gösteren, FETÖ’nün bir zamanlar tetikçileriydiler, şimdi de Erdoğan’ın tetikçileri Cem Küçük, Abdülkadir Selvi, Fuat Uğur, Nedim Şener gibileri, kim, ne zaman tutuklanacakları önceden yazıyorlar, bir süre sonrada o adı geçen kişiler sabaha doğru bir gece vakti polis baskınları ile evlerinden alınarak doğru birçoğunun bile ifadesi alınmadan tutuklanıp içeri atıyorlar.

Şarlatan Rasim Ozan Kütahyalı, @RasimOzan_K hesabından bir yere yaranmak için öncelik kapmak için, CHP’nin 16 Nisan günü 17 Nisan günündeki mahkeme kararını olmuş gibi bir gün önceden ilk paylaşımı şöyle: “Yarın Kasım 2023 CHP Kurultayı iptal edildi. CHP’ye geçici kayyum atanarak 45 gün sonra 1 Haziran 2025’te CHP’nin yeni kurultayına gidiyor. Kayyum Hikmet Çetin olacak deniyor.

Muhtemel bir ayaklanma ihtimaline karşı İstanbul’dan Ankara’ya çok sayıda güvenlik güçleri sevk edildi. Ankara’da tüm güvenlik güçleri izinleri iptal edildi. Yarın Ankara, çok uzun bir güne hazırlanıyor. Maalesef vaziyet böyle gözüküyor.”

Borsayı düşüren, dövizi patlayan bu yazısından dolayı…
Dezenformasyon ile Mücadele Merkezi de Kütahyalı’nın iddiaları yalanlandı, İletişim Başkanı Fahrettin Altun bir açıklama yaparak “Bilgi kirliliğine sebep olacak paylaşımlar yapan kim olursa olsun yasalarımızda öngörülen müeyyidelerle karşılaşacaktır” diye açıklama yapar.

Böylece, CHP'ye kayyum" iddiası üzerine Türk Ceza Kanunu’nun 217/A maddesi gereğince “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu” kapsamında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca adli soruşturma başlatılarak gözaltına alındı ve mahkeme kararı ile yurtdışı yasağı ile denetimli olarak serbest bırakıldı.

Kıçı sıkışınca ROK soruşturmanın ardından X hesabından açıklaması: “Böyle bir durumun olmadığı netleşmiştir. Yanlış bilgi. CHP kurultayının iptal ihtimali sıfır” diyerek geri adım atar. Ancak ülkenin kırılgan ekonomisinde bir günde borsanın düşmesine, faizlerin yükselmesine, dövizin fırlamasına neden olmasının cezası olacak mı acaba! Selman Zebil 18 Nisan 2025





6 Nisan 2025 Pazar

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ AMACINA ULAŞMAK İÇİN İŞLETİLİYOR

BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) İşliyor, İşletiliyor
Yeni Anayasanın neye, kime hizmet edebileceğini düşünmek gerek!..
Bugün yaşananlar, ABD’nin 1896’da aldığı gizli bir karar, Türkiye’yi bölerek yönetmeyi planlıyordu! Bu plan 1896’da ABD Kongresi’nde alınan o günden beri bitmeden süren Türkiye’nin bölünmesi için planlanmış, haritalar düzenlenmiş ABD’nin bir idealidir. Bunda amaç, Osmanlı’nın bölünmesini ve Türkiye’nin Hristiyan devletlerin kontrolüne girmesini öngörüyordu alttaki haritada görüldüğü gibi.

Yandaki harita, Wilson'un hazırlattığı ve Sykes-Picot 1896’daki anlaşmasının 2006’daki 100. Yıldönümünde Amerikan Medyası tarafından arşivden çıkarılan Osmanlı Devleti'nin bölünmüş haritası gündeme sökülmüştür.

Bu planın detaylarını açıklayan Emekli Amiral İlker Güven’in açıklamalarına göre: 1975’te İncirlik’te Türkiye’yi parçalanmış gösteren bir harita vardı! Bu haritanın kökeni, gizli tutulan 31 Ocak 1896 tarihli ABD Kongre kararı, 1996’da açığa çıktı.

İçeriğinde ise, Osmanlı’nın şeytani bir devlet olduğu iddia ediliyor ve bölünmesi öngörülüyordu! Karara göre: Türkiye eyaletlere bölünecek, Hristiyan yöneticiler atanacak, “Türkiye Birleşik Devletleri” kurulacak!

ABD’nin 1896’daki planının Amacının detayları: Osmanlı’nın sonunu getirmek, bölgede bir Ermeni devleti kurarak, ABD ve müttefikler bu yapıyı destekleyecek, İslami yönetim modeli yasaklanacaktı!

1970’lerde Türk diplomatlarını öldürerek terör estiren “Asala” denen Ermeni terör örgütü lav edilerek, ikili oynayan ABD, 1984’ten itibaren Asala yerine PKK’yı terör örgütü ilan etmesine rağmen gizliden gizliye destekliyordu ABD! Neden? Çünkü Türkiye’yi bölme, parçalama planı hala yürürlükteydi!

Açık biçimde ABD, TSK’nın daha çok Kuzey Irak’ta yuvalanmış PKK’ya karşı operasyon yapmasını bile bazen açık, bazen dolaylı biçimde engellemeye çalışıştı.

Emekli Amiral İlker Güven, Düşünün: “Süleyman Demirel’e, Özal’a ve Erdoğan’a neden eyalet sistemi dayatıldı? Bugün Erdoğan’ın “Türkiye kimliği” söylemi, bu 1896’dan beri süren Amerikan projesinin bir parçası mı? Sizce bu anayasa gerçekten Türk milletine mi, yoksa başka bir güce mi hizmet ediyor?” diyordu.

ABD’nin 1896’da başlattığı Türkiye’yi bölme, parçalara ayırma, içinden güdümlü küçük devletçikler çıkartma planı salt geçmişte kalmış sanılmasın, sürmekte olduğu bilinmeli ve her an uyanın olunmalıdır.

Emekli Amiral İlker Güven diyor ki, “2006’da Roma’daki NATO brifinginde, ABD’li bir albay Türkiye’yi bölen haritayı sundu! Türk subaylar ne yaptı? Brifingde kullanılan harita, Kürdistan devleti içeren ve Türkiye’yi parçalanmış gösteren bir plandı! Türk subaylar sert tepki gösterdi ve salonu terk etti! Bu skandal, ABD’nin Armed Forces Journal dergisinde yayınlanan haritanın bir devamı mıydı?..

Türk Genelkurmayı olayı öğrenir öğrenmez harekete geçti! Org. Yaşar Büyükanıt, ABD Genelkurmay Başkanı’nı arayarak sert tepki gösterdi! Diğer kuvvet komutanları da Amerikalı muhataplarını arayarak protesto etti! ABD yetkilileri “yanlışlık oldu” diyerek özür diledi!

ABD’nin 1896’dan beri sürdüğü Türkiye üzerindeki sinsi planları, Türkiye’yi yöneten ABD’ye karşı zayıf karakterli kişileri buldukça böyle yansımalar yaparak nabız yoklaması, 1896’dan bu yana aynı bölgede, benzer güncelleştirilmiş haritalar farklı dönemlerde ortaya koyması, 130 yıllık idealinin bitmemiş olduğunu, arada bir ısıtarak ortaya koymasıdır.

Düşünün bir an, ABD’nin bitmez Türkiye’yi parçalama hayallerine kendi saltanatlarının sürmesi adına, yeni bir anayasa ile Türkiye’yi nasıl biçimlendirmek istenildiği, yen Anayasa içerine gizlendirilmiş bazı ipuçları ile ABD amacına ulaşması sağlanır mı? Bu Büyük İsrail Projesine bağlantı sağlar mı?

ABD’nin oluşturduğu BOP (Büyük Ortadoğu Projesi), Büyük İsrail’in oluşmasına katkı amaçlı oluşturulan projeye, AKP lideri Erdoğan çıkıp meydanlara defalarca hem BOP Eş Başkanı olduğunu söylüyordu hem de İsrail’e sözde ağır dille tepki gösteriyordu.

Ama BOP demek Büyük İsrail demek olduğunu Erdoğan bilmiyor demek yanıltıcı olur. Yani böylece AKP lideri Erdoğan, Türkiye’yi bölgesel kaosa sürükleyerek Büyük İsrail’in önünü açan bir politika izliyor!..

Son olarak Erdoğan’dan bir açıklama: “Biz Ortadoğu Projesinin Eş başkanıyız, bizden habersiz Ortadoğu’da yaprak kıpırdamaz” diyordu.
Selman Zebil 6 Nisan 2025



24 Mart 2025 Pazartesi

RECEP TAYYİP ERDOĞAN'IN 1993'TE RP'Sİ İSTANBUL İL BAŞKANI İKEN VERDİĞİ MESAJ

 



Recep Tayyıp Erdoğan "2. Cumhuriyet Tartışmaları" Kitabındaki Konuşması.

2. Cumhuriyet, “Batılaşma süreci” içerisinde bir harekettir. Batılılaşma dün Kemalist olmayın ve Sosyalist olmayı gerektirirken; bugün 2. Cumhuriyetçi olmayı gerektirmektedir. Kaldı ki 70 yıllık tarihimizi “Cumhuriyet” olarak kabul eder ve rakamlarsak bu sayının ikiden birçok olması gerekir. Her şeyden önce, Birinci Meclis, her yönüyle farklı bir dönemdir. İkinci Meclis’le çok partili döneme kadar olan süre ikinci aşamadır. DP iktidarından 60 ihtilaline kadar ayrı bir özellik arz eder ve üçüncü olarak nitelemek hakkı vardır.

1960-83 arasını “Dördüncü Cumhuriyet” olarak numaralarsak, bu döneme de “Beşinci Cumhuriyet” diyebiliriz. Ancak gerçek İkinci Cumhuriyetçilerin, gerek Yeni Osmanlıcıların, toplumun düşünce ufuklarının genişlemesi, haklarının farkına varması ve bir kimlik arayışı içine girerek, geçmişin geleneksiz kimlik kazanmasının imkansızlığını görmesi açısından büyük yaraları olmuştur. Bu sağlıklı bir gelişme olup bunu içeren değişmeden yana olmak bir zorunluluktur.” S. 418

1993’te Metin Sever ve Cem Dizdarlar’ın
Başak Yayınlarında çıkan 2. “Cumhuriyet Tartışmaları” kitabı

Cumhuriyet ve Demokrasi kavramlarının Türkiye Cumhuriyetinin 70 yıllık tarihindeki ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? ”

Erdoğan: “Türkiye Cumhuriyetinin 70 yıllık tarihine çok kestirme bir biçimde, kuşbakışı baktığımızda rejimin yüz aklığı ile çıktığını söyleyemeyiz. 1. Meclis hariç, Türkiye Cumhuriyeti gerek temel hak ve özgürlükler açısından gerekse halkın egemenliği açısından üzerinde taşıdığı “demokrasi” ve “cumhuriyet” kavramlarının gereğini yerine getirmemiştir.

Rejimi kuran militarist ve sivil bürokrasi, demokrasi ve cumhuriyet kavramlarını kendi egemenliklerini ve dayatmalarını halka kabul ettirmek için aracı olarak kullanmışlardır.

Bu bürokrasinin gözünde halk; birtakım hakları kullanmaya layık olmamıştır. Aksine halk her zaman gariban, zavallı, eğitilmeye muhtaç yaratıklardır. Ve, onları “adam etmek” için uygulanacak her yöntem meşru görülmüştür.

Demokrasi bugüne kadar bazen amaç bazen ise araç olarak görülmüştür. Hem amaç hem de araç olarak yorumlayanlar da olmuştur. Bize göre ise de demokrasi ancak bir araçtır. Hangi sisteme girmek istiyorsanız, bu düzenlerin seçiminde seçimin de bir araçtır. Yani demokrasi ile düzenler gelir, düzenler gider. Tabi bunun demokrasiyle gerçekleşmesi, halkın iradesinin tecelli etmesi güzel bir şey. Ve bu noktada demokrasiyi halkın iradesinin tecellisi şeklinde tanımlayabiliriz. Fakat bugün ülkemizde demokrasi bir amaç olarak yorumlanıyor ve bu amaç olarak görülen demokrasi, ne yazık ki bugün Türkiye’de totaliter bir yapıyı gündemde tutuyor. Bugün Türkiye görüyoruz. Ne yazık ki demokrasi kavramı bizde tam olarak yerine oturmamıştır. S. 419

Halk iradesini tecelli şekli dediniz. Eğer demokrasi sadece bir araç olarak tanımlanabilirse; halk iradesi adına iktidara yerleşmiş düşünce demokrasinin aleyhinde işlemeye başladığında, yani totaliter özellik kazandığında, yeni totaliter özellik kazandığında da ne olacak? Kısaca tanımlamanız üzerinde konuşulduğunda; demokrasinin araç edinilmesiyle iktidara gelmiş bir totaliter rejimden vazgeçilebilmenin şartları en azından demokratik yollardan mümkün görünmüyor...

Halka rağmen iktidar olunmaz, Tarihe baktığımız zaman totaliter rejimler hep halk tarafından yıkıldığını görürüz. Eğer halk totaliter bir rejimi istiyorsa buna saygı duymalıyız. Ama rejim geldi ve halk memnun değil, bunu değiştirecek olan yine halktır.

Peki, bu değişimin aracı sizce ne olabilir?..
Yine halk. Rejimlerin hiçbiri halka rağmen orada durmaz.

70 yıllık tarihin sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin temek problemleri neler? 70 yıllık tarih taşıyıcısı Kemalizm, gelinen noktada kendini yenileyebilir mi? Toplumsal sorunlar karşısında yanıt verebilecek bir çekim merkezi olabilir mi?..

70 yıllık tarihinde Türkiye Cumhuriyeti katı bir üniter anlayışa sahip olmuştur. Her konuda “tekçi” olmuştur. Ve bu tek olan şeyi de kendisi seçmiştir. Hukuk halka sorulmadan bir yerden aktarılmış ve zorla halka dikta ettirilmiştir. Çağdaşlık anlayışı, ahlak anlayışı vs. Hatta Türkiye, din konusunda da aynı anlayışı seçmiş; kendisine din olarak “Kemalizm’i” almış ve başka hiçbir dine hayat hakkı tanımayarak kitlelere zorla dikta etmiştir. S. 420

Ancak hem dünyadaki değişim rüzgarları hem de halktan kopuk olan sistemlerin uzun süre yaşayamayacağı gerçeğinin ortaya çıkmasıyla yoğunluk kazanan değişim dalgası sonucu resmi ideoloji taraftar bulama hale gelmiştir.

Ne yazık ki Türkiye’nin 70 yıllık tarihi boşa harcanmış bir zamandır. Bu süre içinde halkın refah seviyesi diğer dünya devletleriyle eşit oranda artmamıştır. Temel hak ve özgürlükler konusunda Türkiye hala bir üçüncü dünya ülkesidir. Her sene ilgili dünya örgütlerince azarlanmaktadır!..

Türkiye Cumhuriyeti 1923’ten bu yana sürekli olarak bir gerileyişin içindedir. Bununu bir kaç başlık altında toplamak istiyorum; Ekonomide 1923’te dünyada altıncı sıradayız, bugün 46. Sıraya düşmüşüz. 1924 yılında 1 dolar 90 kuruş; sene 1993, 1 dolar 9 bin liranın üzerinde. Para ekonominin namusudur. Paramızın bu noktadaki durumu, bizim nereye geldiğimizin ifadesidir. O gün istihdam noktasında açığımız yokken, bugün resmi açığımız 4,5 milyondur. O günü, o günkü dünya ölçülerine; bugünü ise, bugünkü dünya ölçülerine göre değerlendirmek durumundayız. Dolaysıyla o gün fabrikamız yoktu, bugün var dememiz bir şey ifade etmez.

Ekonominin yanında ahlaki, düzenimiz bozuk. Bugün İstanbul’un göbeğinde fuhuş sektörü aldı başını gitti. Ahlak olarak çöken bir toplumun bağımsızlığını kazanması imkansızdır. Yanlışlar doğru, doğrular yanlış takdim edilmeye başladı. S. 421

Bir devlet memuru rüşvet almasını bilmiyorsa ona aptal gözüyle bakılıyor...
İlmi düzeyde büyük bir çöküntü var. Eğitim var ama üretim yok. Üniversitelerimiz düşünce üretmiyor. Resmi ideolojinin tekelinden kurtarılmış bir eğitim, öğretim programı gerekiyor.

Bir diğer sorun askeri bağımsızlığımızın da tehlikeye girmesi...
NATO’nun baskısı elimizi kolumuzu bağlıyor. Bir diğer sıkıntımızda milli bütünlüğümüzün tehlikede olması. Bunu şu şekilde açayım; resmi ideoloji ırkçı bir kişilik taşıyor, bu yapısıyla da milli bütünlüğün korunması mümkün değildir...

Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 etnik gurup yaşamakta. Bu 27 etnik gurubunda varlıklarının tanınması gerekmektedir. “Türkiye Türklerindir” gibi tezler yanlıştır. Türkiye, Türkiye de yaşayan herkesindir. Bir inanç birlikteliği bu insanların bütünlüğünü sağlayabilir. Aksi taktirde milli bütünlüğümüzü sağlamak mümkün değildir. Temel sorunlarımız noktasında ana başlıklar olarak bunları söyleyebiliriz.

Soru: Milli bütünlüğün korunmasından söz ettiniz. Bu değişim süreci içerisinde eğer, ülke içinde yaşayan bazı gurup insanlar milli yapı içerisinde kalmak istemezlerse ne olacak?

Recep Erdoğan’dan yanıt: “Onun kararını yine halk verecek...
Örneğin Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler...
Bu durumda belki Osmanlı eyaletler sistemi benzeri bir şey yapılabilir... S. 422

Soru: Bağımsızlık isterlerse, tamamen ayrılmak isterlerse...
Erdoğan: Bu toprak üzerinde böyle bir bağımsız yapıyı kurma kudreti varsa kurar. Ama kudreti yoksa...

Soru: “Buna hakkı var mıdır? Kudretli olmayabilir...
Erdoğan: Bu hakkı kimden isteyeceği önemlidir.

Soru: Hak istenmez. O hak meşrudur ya da değildir. Burada sorulan o; meşru mudur?..
Erdoğan: Coğrafi bütünlük içerisinde evet, ama coğrafi ayrılık içerisinde hayır.

Soru: Coğrafi bütünlükten kastınız Misak-ı Milli sınırlar mı?..
Erdoğan: Ona orda hudut tayin edemem...

Soru: O zaman bu hakta meşru değildir diyorsunuz...
Erdoğan: Eyalet tarzı bir sistem içinde olabilir diyorum.

Ama bağımsız bir devlet olarak tasarlayamam diyor musunuz?

Erdoğan: Tasarlayamam. Çünkü bu coğrafyanın mücadelesini veren sadece Kürtler olmamıştır ki...

Soru: Ama o coğrafyada yaşayan insanların böyle bir talebi olduğunda... “Biz kendi kimliğimizle, bayrağımızla, Kazakistan, Kırgızistan gibi bir ülke olmak istiyoruz” derlerse, siz bu hakkı meşru bulur musunuz; bunu öğrenmek istiyorum... s. 432

Erdoğan: Onu meşru olarak görmüyorum.

Soru: Burada zikredilen milli tanım, İslam’ın ümmet kavramıyla çelişik gözükmüyor mu?.. Ayrıca bütünlüğünü çalışmaya uğraştığınız bu sınırlar içerisinde sizde söylediniz değişik etnik yapılar ve dinsel guruplar var. Bunlar hem ümmet çerçevesinde hem de milli devlet içinde nasıl düşünebiliyorsunuz?..

Erdoğan: Ümmet kavramı içerisinde düşünmüyorum ki, İslam devlet planı içinde düşünüyorum. “Adil Düzen” diye tanımladığım bir devlet çerçevesinde ele alıyoruz. Ümmetin içerisinde zaten Hristiyan’ın, Yahudi’nin olması söz konusu değil. Ama bu ümmet, Hıristiyan’la da Yahudi’yle de kendi hukuklarını belirleyerek yaşayabilir.

Soru: Türkiye Cumhuriyeti’nin 70 yıl sonunda karşısına çıkan temel problemleri kendinize göre ifade ettiniz ve resmî ideolojinin altını çizdiniz. Resmi ideolojinin izdüşümü olarak görülen Kemalizm gelinen noktada kendini yeniden üretebilir mi; toplumsal sorunlara yanıt verebilir mi?..

Erdoğan: Gelinen 70 yıllık sürenin sonunda Türkiye’nin GSMH’si ne yazık ki bir Japon firmasının, bir İTT’nin yıllık cirosundan daha azdır. Yani Japonların veya Amerikalıların milyonu dahi bulmayan bir insan topluluğu ile gerçekleştirdiği üretimi Türkiye 60 milyonla başaramamaktadır. Bunun suçlusu halk değil rejimdir. Gelinen bu noktada; Türkiye tam bir kaosla karşı karşıya. Rejim tıkanmıştır, çürümüştür, etrafa rahatsız edici kokular salmaktadır. Kimsenin rejime güveni kalmamıştır. Bu nedenle Türkiye’de bizzat rejimin kurum ve kuruluşlarında her şey illegal olarak işlemektedir. Örneğin: Her yıl Milli Eğitim Bakanı, okullara yeni kayıtlarda ücret almayacağını söyler ama, hiçbir aile para vermeden kayıt yaptıramaz. Esnaf vergisini dahi rüşvetsiz yatıramaz. Vs. S. 424

Bütün bunlardan sonra Türkiye’nin yarınında artık “Kemalizm’e” veya başkaca herhangi bir resmi ideolojiye yer yoktur. Kemalizm’in yeniden kendisini üretmesi söz konusu değildir. Çünkü böyle bir altyapıya ve argümanlara sahip değildir. Aradan 70 yıl geçti. Artık militarist ve sivil bürokrasi, “devleti biz kurduk, korumak ve kollamak görevi de bizimdir” diyemez. Çünkü insanlar böyle bir devleti istemiyorlar.

Bu bağlamda Kemalizm kendini yeniden üretmesi söz konusu değildir. 2000’li yılların dünyasında ve büyük dünya ailesinin bir birimi olan Türkiye’de artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur. Eğer rejim, bu yeni şartlara, zaman ve mekana uygun yeni bir sistem geliştirse, bu Kemalizm’in yeniden kendisini üretmesi olmayacaktır. Artık o başka bir sistemdir. Ve hatta bu tür arayışlar da mevcuttur...

Soru: Değişim taleplerini ve 2. Cumhuriyet tanımlamasının argümanlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?.. Erdoğan: Yukarda artık Kemalizm’in devrini tamamladığını ve kendisini yeniden üretmesinin söz konusu olmadığını söylerken, insanların farklı bir sistem arayışı içinde olduğunu söylemiştik. İşte bu noktada sisteme ilişkin yeni ve evrensel bir kavramla karşı karşıya kalıyoruz. “Değişim” s. 425

Özellikle 8. Cumhurbaşkanı Özal’ın ölümüyle geriye doğru göndermeler yapılarak konuşulan ama elitler ve okumuşlar katmanında daha önceden tartışılmaya başlanan bir kavram, “Değişim”

Biz bu kavrama iki yönden yaklaşmanın uygun olacağına inanıyoruz...
Birincisi: Kelimenin bizzat lügat anlamı açısından. Eğer değişim doğada ve insan hayatında şu anın dünyada, yarının bugünden farklı olacağını, olması lazımlığı anlamak için kullanılıyorsa; inanıyoruz ki herkesin değişimden yana olması gerekir. Çünkü doğada hiçbir şey sabit ve muhkem değildir. Az önce akan suyla bu su, az önce esen rüzgarla bu rüzgar, az önce nefes aldığım havayla bıraktığım hava aynı şey değildir. Evrenin yapısı sürekli değişim ve hareket üzerinedir. Bu anlayış bize inancımızın sıkı sıkıya tembihlediği bir şeydir. Allah’ın “ol” emri (ki her şey o emir mucidindedir) hem “küllidir” hem de “süreklidir” Yani her an yeniden yaratılır ve birbirinden farklıdır. Yine Peygamberimizin biz Müslümanlarca çok önem verdiği bir söz de şöyledir: “bir günü bir gününe eşit olan zarardadır”

Bizim kendi inanç kaynaklarımızdan daha birçok örnek gösterebiliriz. Ancak uzatmamak için bu kadarla yetinerek şunları da söylemek istiyorum: Değişim her zaman tekamül değildir. Arzulanan tekamülle örtüşen bir değişimdir. Ama pratik her zaman böyle olmaz, olmamışta.

İkinci nokta; değişim kavramının bugünkü kullanılışı daha farklı boyutlar içermektedir. Her şeyden önce felsefi bir yönü vardır. Öyleyse bu felsefi düşüncenin kavranması gerekir. Bu konudaki düşüncemizi birkaç madde halinde özetlemeye çalışırsak:

1- Kavram bizim üretimimiz olmayıp dışımızda bir oluşumunun bize dayatmasıdır.

2- Batı her ne kadar dün “demokrasi insanlığın ulaşabileceği en faziletli sistemdir” demişse de bugün demokrasi de dahil bütün sistemlerde bir tıkanma vardır. Batı kendini yenileyebilmek, dünya hakimiyetini devam ettirebilmek için yeni kavramlar üretmektedir. En son üretimleri ise budur.

3- Bu özellikleri ile ve radikal değişimcileri söyleyişi biçimleri ile “değişim” yeni bir din söylemidir. Çünkü insanlar kalın çizgilerle en üst belirleyici olarak “değişimden yana olmak” ve “değişime karşı çıkmak-statükoculuk” biçiminde ikiye ayrılmaktadır. Oysa bir Müslümanlar için din “İslam’dır” En üst belirleyici İslam’ın ilkeleridir...

Bu mülahazalara baktığımızda son yıllarda çokça gündeme gelen “İkinci Cumhuriyet”, “Yeni Osmanlıcılık”, “Tarih ile Barışmak” gibi söylemler farklı bakışımız ve değerlendirmelerimiz vardır. Bu değerlendirme toptancı bir bakış değildir. Ne toptan ret ne de körü körüne angaje olmak bizim tavrımız olamaz.

Soru: 2. Cumhuriyetin temel argümanlarından birisi devletin ekonomideki payının azaltılması ve serbest piyasa ekonomisi. Bu arada iktisadi liberalizasyonu siyasi liberasyonu da beraberinde getireceği düşünülüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?..

Erdoğan: Özellikle Mehmet Altan’ın başını çektiği 2. Cumhuriyet “Batılaşma süreci” içerisinde bir harekettir. Batılılaşma dün Kemalist olmayı ve sosyalist olmayı gerektirirken bugün 2. Cumhuriyetçi olmayı gerektirmektedir. Kaldı ki, 70 yıllık tarihimizi “cumhuriyet” olarak kabul eder ve rakamlarsak bu sayının ikiden çok olması gerekir. Her şeyden önce 1. Meclis her yönüyle farklı bir dönemdir. 2. Meclis’le çok partili döneme kadar olan süre 2. aşamadır. DP iktidarı, 60 ihtilaline kadar ayrı bir özellik arz eder ve 3. Olarak nitelenme hakkı vardır. 1960-83 arası “Dördüncü Cumhuriyet” olarak numaralarsak, bu döneme de “Beşinci Cumhuriyet” diyebiliriz. S. 427-28

Ancak yine de gerek 2. Cumhuriyetçilerin gerek Yeni Osmanlıcıların, toplumun düşünce ufuklarının genişlemesi, haklarının farkına varması ve bir kimlik arayışı içine girerek geçmişsiz, geleneksiz kimlik kazanmanın imkansızlığını görmesi açısından büyük faydalar olmuştur. Bu sağlıklı bir gelişme olup bunu içeren değişimden yana olmak bir zorunluluktur...

Yeniden Türkiye’deki, değişim isteklerine dönelim. Yeni Dünya Düzeni diye bir kavram sıkça telaffuz edilmeye başladı. Yeni Dünya Düzeninden söz edilebilir mi? Böyle bir düzen bizim karşımıza nasıl çıkacaktır? Ne yazık ki Türkiye’deki değişim talepleri, “Yeni Dünya Düzeni” talepleri ile paralellik içindedir. Bu bir nakısadır. Çünkü Yeni Dünya Düzeni uğruna ölünecek bir hülya değildir. Dünya egemen sistemin bulaştığı patronaj biçimidir. Dün, iki başlık içinde sürdürülen bu sistem son değişimle birlikte tek başlılığa dönüştürülmektedir...

Yeni Dünya düzeninde ana espri hiç bir ülkenin tek başına ayakta kalmasına yetecek güçte ve kendi kendine yeter özellikte olmaması; aynı zamanda da, komşu olan ülkeler için, her ülkenin birbirleri ile sorunlarının olmasıdır. Bu sayede her ülke, geleceği için “büyük abiye” muhtaç olmakta ve ona bağımlı kalmakta. Bizim açımızdan önemli bir başka konuda “büyük abi” ailesini oluşturan devletlerin tamamının Hıristiyan olmalarıdır ve ısrarla Müslüman ülkelerde istikrarsızlık ve iktidarsızlık peşinde koşmalarıdır. S. 428

Soru: İktisadi liberasyonun siyasi liberasyonda beraberinde getireceğini düşünüyor muşunuz?
Erdoğan: Ben gereğine inanmıyorum. Eğer siyasi liberasyon olursa ekonomide de liberasyon olacaktır. Öncelikle siyaseti serbest bırakılması gerekmektedir.

Soru: Ama netice olarak siz ekonomik yapıda serbest piyasa ilişkilerinden yanasınız, onu savunuyorsunuz...
Erdoğan: Serbest piyasayı savunuyorum.

Soru: Bu bağlamda da kapitaliz mi savunmuş olmuyor musunuz?..
Erdoğan: Hayır. Kapitalizmde bugün serbest piyasa ekonomisi kesinlikle yok. Güdümlü serbest piyasa onlar.

Soru: Benim açmaya çalıştığım bu ülkedeki işleyiş değil. Doktriner olarak soruyorum. Siz kapitalist üretim ilişkilerinden yana mısınız?

Erdoğan: Kapitalist üretim ilişkilerinden yana değilim. Ancak İslami anlayışta da kesinlikle sınır koymak mümkün değildir. Yani ne fiyatlara sınır koyabilirsin ne üretime. Çünkü orada ahlak esastır. Nedir o? “Emrolunduğu gibi dosdoğru ol” Üretimde çürüğü sağlam diye taktim edemezsin, en iyisini yapmaya mecbursun. Kapitalizmin böyle bir kuralı yok ki. Dolaysıyla kapitalist üretimdeki serbest piyasa diye ortaya konulan olay eksiktir. S. 429

Soru: Şimdi düşünelim; bizde üretilen Tofaşların Almanya’da satılma şansı var mı? O çürük çarık malın Almaya pazarında satılma şansı yok. Alman pazarında savaşan otoların hepsi birbirinden kaliteli. Bu da “İslam dosdoğru ol” ilkesine denk düşüyor. Yani piyasa o ülkeyi yaşama geçiriyor.

Erdoğan: Kapitalizm bunu İslam’dan almıştır. Diyor.
Soru: Değişim tartışmaları yapılırken birbiriyle ilişkili iki değişik açılım daha ortaya çıktı. Bir tanesi Türkiye’nin emperyal bir vizyona sahip olabileceği iddiasını taşıyordu, buna bağlı olarak Neo-Osmanlılık tartışması yapıldı. Bu konuda ne diyeceksiniz?

Erdoğan: Türkiye’nin emperyal bir vizyon taşıyacak bir gücü vardır. Hatta eğer Türkiye, 2000’li yılların dünya ailesinde saygın bir üye olarak yer almak istiyorsa (ki istemelidir) emperyal bir vizyon üstlenmeye mahkumdur. Bu mahkumiyetin gerçekleri tarihindedir, coğrafyasındadır, etnik yapısındadır.

Yetişmiş elemen gücü, genç nüfus Türkiye’yi bu yönde zorlamaktadır. Hatta böyle bir vizyon üstlenmiş Türkiye, bu vizyonun kapsamına girecek diğer ülkeler ve insanlar içinde tek kurtuluş kapısıdır. Bu nedenle biz hem dünya vatandaşı olarak hem Müslüman olarak hem Ortadoğulu olarak hem de tüm ezilmişler olarak Türkiye’yi çok önemsiyoruz ve zaten “Türkiyeliler olmakta” buna mecburuz. S. 430

Soru: Başkanlık sistemi için neler söyleyeceksiniz?
Erdoğan: Türkiye şimdilik buna hazır değil. Başkanlık sisteminin ortaya çıkışı bir özentinin sonucu ya da Amerikan emperyalizminin bize bir tavsiyesi. Bunun oluşması için siyasette serbestte serbest piyasanın oluşması lazım.

Soru: Peki son olarak konu dağılacak ama demokrasi ve İslam hukuku noktasında bir şeyler sormak istiyorum. İnsanların benimsedikleri hukuk anlayışını terk etme gibi bir şansları var mı?

Erdoğan: Sormak istediğiniz şeyi anlıyorum. Sorunuzu öncelikle tarafız biri olarak hatta teknik bir anlayışla yaklaşmak istiyorum. Sorunuzun ikinci kısmında insanların benimsedikleri hukuk anlayışını terk etme gibi bir şansları var mı diyorsunuz? Bu soruya olumsuz cevap vermek (garipsediğimi söyleyerek belirteyim ki sizin sorunuzun içinde kendi cevabınızı bu yönde olduğunu dair şeyler seziyorum) her şeyden önce insanı bir varlık olarak tanımadığımızı ya da günümüz Türkiyelilerin hafife aldığımızı gösterir. İnsanların benimsedikleri bir şeyi terk etme şansı niçin olmasın? O zaman yukarda sözünü ettiğimiz değişimin hiçbir anlamı kalmaz. Eğer bugünün Türkiye’sinde yaşayan, sözüm ona laikliği benimsemiş inananların bu anlayışını terk edip İslami bir anlayışa ve hukuka geçmeleri mümkün müdür diye sormak istiyorsanız, öncelikle şunu hatırlatmak isterim: Bu insanların atalarının 100 yıl önce 200 yıl önce hangi hukuk sisteminde yaşıyorlardı.? Bugünkü hukuk sistemini kabullenmeleri ve adapta olmaları nelerin pahasına, hangi yöntemler gerçekleştirildi.? Bundan 30 sene önce halkın İslam’a ilgisi ne kadardı, bugün hangi seviyede? Biz inanıyoruz ki Türkiye’de insanların hemen hemen tamamı gerek varlık olarak fıtratları gereği gerekse üzerinde yaşadıkları coğrafya ve tarihi misyon gereği zaten Müslümandırlar. Ancak bu özelliklerini ortaya koymaları engellenmiştir. Cebri yollarla bastırılmıştır. Eğer insanların beyinlerindeki, ipotekleri kaldırırsak onlar kendiliğinde İslam’ı seçeceklerdir. Çünkü özlerinde inanç vardır. S. 431

Bu arada, biz inancımızı ve dinimizi başka sistemlerle mukayese etmekten hoşlanmasak da sorunuzu cevapsız bırakmamak için demokrasi ve İslam noktasında da özetle düşüncelerimi söyleyeyim:

Biz Türkiyelilere ve insanlığa diyoruz ki, bu konuda gerek teorik gerek pratik referanslarımız sayılamayacak kadar çoktur. Uzun sayılacak bir süredir Müslümanlar bir fetret devri yaşamışlardır. Bu nedenle Müslümanlar inançlarını, düşüncelerini çağın diline uygun bir söylemle ve çağdaş bir insanın algılayabileceği bir biçimde ortaya koyamamışlardır. Buna belki iç fetretten daha çok dış dayatmalar, tuzaklar, hileler etkili olmuştur. Burada sırf Müslümanlara reva görülenleri hatırlatmak yeterlidir. İstiklal Mahkemeleri vasıtası ile kurulan darağaçlarında kimlerin ve hangi suçlamayla idam edildiğini nasıl izah edecekler?

Tevhid-i Tedrisat kanunu nelerin önünü tıkamak, nelerin önünü açmak içindi? Harf İnkılabı vasıtası ile bir ülkenin tamamının bir anda sıfır okuryazar seviyesine indirgenmesi kimlere yaramıştır? Bir fazilet rejimi olarak takdim edilen demokrasinin ana özelliği çoğunluğu elde etmektir. Yani %51, %49’a tahakküm eder. Oysa bize göre %99’un, %1 üzerinde dahi tahakküm kurma hakkı yoktur. Bir ferdin dahi, bir ülke menfaati için hakları elinden alınmaz. Bizim geçmişimiz bunun referansları ile doludur. S. 432.

Kaynak: Metin Sever ve Cem Dizdar, “Yeni Arayışlar, Yeni Yönelimler, 2. Cumhuriyet Tartışmaları” Başak Yayınları 1993, s. 417’den 432’ye kadar.

 

Recep Erdoğan, “Demokrasiyi “Amaca Ulaşılan Araç” Olarak Görüyor

DEVLETLER NEDEN ÇÖKER? KÜLTÜR YOZLAŞMASINDAN ÇÖKER

BİR DEVLET NEDEN ÇÖKER, ÖZ KAYBEDİNCE, KADINI DIŞLAYINCA ÇÖKER Selçuklu Sultanı Ahmet Sancar’a, “Devletin neden çöktü?” diye sorarlar.Sancar...