1258’de Bağdat’a giren Hulagu Han Bağdat’ı alıncaya kadar süren Abbasilerin İslam Halifeliği dağılmak üzereydi. O zaman, Selçuklular ile Halifelik sıkı bağları vardı. Dağılmak üzere olan İslam devletini kurtararak yeniden Türkler hayat verdi; bazı farklı yenilikler getiren Türkler, Devlet-Hükümdar otoritesini yeniden düzenleyerek bir yola soktular.
Selçukluların İslam dünyasının başına geçmesi öyle pek kolay olmadı. Bazı tavizler verildi. Sultan ona iltifat etti. Vezir, Halife’nin kendisine olan teveccühünü ve selamını bildirdi. Tuğrul’a Halife’nin mektubunu verdi, vezir Halife adına Büveyhoğulları hükümdarı “Melik’ür-Rahim” ve ordu kumandanları ile dost kalacağına dair ondan yemin aldı. Teşekkür eden, yer öpmeye kalkışan Tuğrul, sonra şu nutku irad etti:
“Buraya büyük işleri bırakarak ve Halife’nin yüksek emirlerine uyarak geldim. Bir maksadım da Halife’nin yüksek hizmetinde bulunarak ona yaklaşmak suretiyle diğer Horasan hükümdarları arasında temayüz etmek, düşmanlardan intikam almaktır.” (1)
15 Aralık 1055’de Tuğrul Bey adına Bağdat camilerinde hutbe okundu. Tuğrul Bey’in adını, Melikü’r-Rahim’in adı takip ediyordu. Böylece İslam tarihinde ilk kez müstakil bir Türk hükümdarı, 25 Aralık 1055’de Tuğrul Bey, Sünni İslam dünyasının merkezi olan Bağdat’a girer. (2)
Sarayda, Halife nezdinde Tuğrul Bey’in değeri ve itibarı oldukça artmış olduğuna dair müşahede ediliyordu. Mesele Tuğrul Bey halifelik sarayın kapısında at üzerinde uzun müddet bekletildi. Daha sonra Halife, Tuğrul Bey’i altı metre yüksekliğinde bir tahta oturmuş halde 23 Ocak 1058’de kabul etti.
Tuğrul Bey, Halife’nin önünde eğilerek defalarca yer öptü. Tuğrul için halifelik tahtının altında bir taht dikildi. Halife Tuğrul’a çalışmalarından dolayı ve adaletinden dolayı teşekkür etmiş, Allah’ın kendisine memleketlerin (3) idaresi hususunda tevdi ettiği bütün salahiyetleri Tuğrul’a devrettiğini ve Tanrı kullarının idaresini ona verdiğini tekrarlamış, ülkelerin imarına ve halkın refahına, adaletin yayılmasına çalışmasını istemiştir. Ayağa kalkan Tuğrul tekrar eğilip yer öpüş, halifenin ‘hadimi’ ve ‘kulu’ olduğunu, emrini yerine getireceğini bildirmiştir. Hil’at giydirildikten sonra başında bir taç olduğu halde huzura tekrar gelen Tuğrul Bey’in yer öpmesine Halife mâni olmuş ve ona kendi eliyle kılıç kuşatmış, “Melikü’l-Maşrik ve’l-Mağrib” (Doğunun ve Batının hükümdarı) unvanını ve başka sancaklar da vermiştir. Sonra da Tuğrul’un eline bir ferman vererek, ona göre işlerini yürütmesini istemiştir. Abbasi Halifesinin dünyevi yetkilerini kendi rızası ile Selçuklu Sultanı hükümdarına devretmiş olmaktaydı. Böylece Sünni-Şii İslam âleminin şamili olmuş oluyordu.
Daha önce Türklerin geleneğinde hiç olmayan el etek öpme işi ilk defa Tuğrul Bey, Halife’nin önünde eğilerek yapması ve ilk defa bir Türk Kağanını bir başkasına biat etmesi var mıdır, düşünmek gerekir.
Halife’nin ona sunduğu ayrıcalıklardan sonra Tuğrul Bey söz alır, halifelik emrinin Tanrı’nın emri olduğunu söyler ver dahi, Tuğrul’un talebi üzerine Halife’nin uzattığı elini öptü ve iki kez “yüzüne” koydu!
Yine el ayak öpmek işi…
1 Şubat 1060’da Bağdat civarında “Nehrevan”a gelindiği zaman Sultan Tuğrul Halife’yi karşılamaya çıktı, Halife çadırını görür görmez atından indi ve Halife’nin yanına varıncaya kadar yürüdü. Tuğrul Bey Halife’nin önünde eğilerek yedi defa yer öptü ve kendisi İbrahim Yınal’ın isyanından dolayı (gelmekte) geciktiği için özür diledi. Kardeşinin birkaç kez isyan ettiği halde affettiğini, fakat bu sefer, onun yüzünden “Emir’ül Müminin” zarar gelince, yayının kirişiyle boğduğunu; kendisi kurtarmak için yola çıkmak niyetinde iken kurtulduğu, Mühariş’in ona gereken hizmet yaptığı haberini aldığını söyledi. Sultan, bunu müteakip “köpek” diye bahsettiği “Besasiri” ile onun isyanından mesul saydığı Mısır Fatımi Hükümdarına karşı nasıl hareket edeceğini izah etti.
Bunun üzerine Halife teşekkür etti ve kendi kılıcını Tuğrul’a kuşattı. Tuğrul (diz çöküp) yer öptükten sonra ayağa kalktı ve askerlerin kendisini görmeleri huzura alınmalarına izin verilmesi istedi. Halife’nin çadırına giren ordu mensupları, yer öpüyorlar ve ayrılıyorlardı…
Selçuk’un adını taşıyan Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Selçuk’un oğulları ve torunları arasında çıkan taht anlamazlı mücadelesinde parçalanmış; taht için ayaklanan Kutalmış oğlu Süleyman Şah Anadolu’ya kaçarak sınmak zorunda kalır ve batmakta olan bir Selçuklu Devletinden, Anadolu’da ayrı bir Selçuklu Devleti kurulmasında öncülük etmiş olur.
Anadolu Selçukluları zamanında Türkiye’nin nüfuz yapısı ve kültür dokusu kısa sürede değişerek Türkler lehine değişmiştir ve 1000 yıldır Türklerin sahipliğine sahne olmuştur. Türk egemenliği Anadolu’da Konya Selçuklu Sultanlığı (1075-1308) sürer ve 14. Ve 15. Yüzyıllarında Doğu Anadolu’da Azerbaycan, İran ve Irak topraklarında Karakoyunlular, Akkoyunlular birer Türkmen devletleri olarak varlıklarını sürdürürler.
Öte taraftan Selçukluların İslam dünyasının başına geçmesi, Anadolu’yu ele geçirmesi, 1087’de Bizans’ın başkenti yakınlarındaki İznik’e yerleşerek, Bizans’ı tehdit eder duruma gelmesi feodal Avrupa’yı tedirgin ediyordu. İşte bu tedirginlik, Avrupalıları, Ortaçağ tarihinin en önemli olaylarından biri olan Haçlılar adıyla severlere çıkıp, ilk Haçlı Seferini M.S.1097’de İstanbul üzerinden Anadolu’ya (Selçuklulara) yapmışlardır. (4)
Eski Türk geleneklerinde boyun eğme ve el öpme liderlerin işi değildir...
Büyük Selçuklu sultanı Tuğrul Bey, 1057 de Abbasi Halifesi olan, sırtında Peygamberin hırkası ile bir dini merasimdeyken kürsüde oturur. Selçuklu sultanı Tuğrul Bey içeri girer, halifenin önünde diz çöküp elini öper, sonra kendine ayrılan bir yere oturur. Tuğrul ve Büyük Selçuklu Devletinin batma süreci böylece başlamış olur. Abu-l Farac Tarihinde, Geçmişte Türklerde Kağanların el öpme adet olmayan ama ilk kez Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Halife Kaim’in elini öper ve alnına koyduğunu yazar.
Tuğrul Bey, Halife Ebu Cafer Kaim’e, Türk geleneğinde olmayan şu sözü söyleyen ilk kişi olur: “Ben emrinize tabi bir bendeyim. Sizin iradenizi yerine getirmek hususunda Allah’ın yardımına güveniyorum” der dahi Halife’nin kendine doğru elini uzatmasını istedi. Halife Kaim elini uzatınca Sultan (Tuğrul Bey) elini iki kere öper ve onu alnına doğru götürdü” der. Abu-l Farac Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi 2.baskı 1.cilt s.312
1243 yılına gelindiğinde Anadolu Selçukluları, Kösedağ savaşında İlhanlı devletine yenilerek 60 yıla yakın başsız kalan Anadolu Türk halkı 1299 da Türk gelenek ve töreleri içinde yaşayan Oğuzların Kayı boyundan olan Osmanlı’yı kendilerine baş seçerler...
Kösedağ savaşında İlhanlılara yenilen Selçukluların zayıflamasının arkasında yatan baş neden, kendi öz halkına yabancılaşıp Arap-Acem tarzı objelerin sevimli hale gelmesi nedeniyle büyük kavganın başlaması ile tarihe “Babailer isyanı” olarak geçen Anadolu Türkmen halk ayaklanmasıydı...
Kısacası “milliyetçilik” vasfına sahip olduğunu sananlar geçmişin acı ve tatlı olaylarını pek bildiği söylenemez. Zaten bu ülkede çok az “milliyetçi” okuma alışkanlığına sahip. Çoğunluğun okuma alışkanlıkları yok denecek kadar azdır. Dolaysıyla Türk milliyetçiliği kulaktan telkinlerle verilen masalımsı hikâyelerin tekrarı ötesine geçmiş bir şey değildir. Elleriyle kurt başı silueti yapıp savunmalarında şiddeti öne çıkaran halleri “Tekbir; ya Allah bismillah, Allah-u Ekber” ile “Tanrı Dağından” uzaklaşarak “Hıra Dağına” tırmanmakta oldukları görülmektedir...
1683 yılı Osmanlıların parlak yükselişinin sonuydu. Geriye, çöküşe geçişti. İkici Viyana kuşatması zamanıydı. Türk halkının savaş meydanlarındaki yiğitliği, meclislerdeki hâkim hüneri ve ahlaki terbiyesi hiçe sayılarak, Sultanlar Türk halkının başına memur tayin ettikleri dönme devşirmeler halkın başına bela olmuşlardı. Türkmenler kendi kendilerinin efendileriyken, kendi topraklarında yokluk ve yoksulluk içinde olmalarına dayanamayıp devletine karşı isyan eder hale gelmişlerdi...
Osmanlının sonunu hazırlayan safahata ve tembelliğe düşmüş olmasından ileri geldiği, istiklal halinde yaşamak isteyen halka dayatılmak istenilen Türk’e özgü olmayan dini objelerin kültür hayatına sokmak, dini, Vahabi mezhebi ahlak ve terbiye kurallarına göre istenilmesinden kaynaklanan nedenlerin bugün işlenmek istenilen senaryoların birincisi dini objelerin Türk milliyetçiliğin önüne çıkarılmasıdır.
(1) Mehmet Atay Köymen “Selçuklu Devleti, Türk Tarihi” TTK. Ank. 2013 s.173
(2) a.y.s.175
(3) a.y.s.180
(4) Halil İnalcık, “Türklük, Müslümanlık ve Osmanlı Mirası” Kırmızı yayınları