Saplantı
Hastalığı ve Batıya Son Olarak Sığınmacı Kozu
|
Asla Türk'üm demem, ben Türk değilim" diye kadında burada
|
Önce Recep Erdoğan sığınmacı konusunda ilk başta saplantılı
“ümmetçi” ideolojik çizgisinde “yeni Osmanlıcı” siyasetinin bir tür kendisini
İslam dünyasında egemen kılma aracı olarak kullandı. Bu saplantısının hedefe
ulaşmasının zor olduğunu yarı anladı, yarı beyni bulanık bir durumda. Ülkedeki
sığınmacı oranının günümüzde %12’ye kadar çıktığı bir gerçeği ile ülke karşı
karşıyadır. Şimdi de görüyoruz ki, sığınmacılar hakkında Amerika’da, sığınmacı
sorununu, Batı ile pazarlık konusu yapıp sığınmacıları koz kartı.
Recep Erdoğan, sığınmacı sorunu konusunda seçimlerde
etkili konu olmuştur. Erdoğan’ın sığınmacılar konusunda seçimden önce başka
seçimden sonra başka sözler söylemesine alıştı halk. Ancak artık sürdürülemez
durma geldiğinin de farkındadır.
Türklerde “Ulus” Önünde “Millet” Deyimi Sürekli Engel
Olmuştur.
|
Bu beleşçiler ulus karşıtı, İslamcı ümmetçiler |
Kavram kargaşası var. Recep Erdoğan’ın “her türlü milliyetçiliği
ayaklarının altına alırım” demesi ile “tek millet” siyaseti, çözülmesi
karmakarışık çelişkiler yumağı. Recep Erdoğan her daim, siyasi gereksinimine
göre “millet” deyimini aslında “ümmet” anlamında kullanıyor, bunu da kendisini
ayakta tutan dayanağı MHP’yle işbirliğinden olsa gerek, “millet” ulus anlamında
kullanılıyor görüntüsü veriyor ve hatta şimdi de kafa karıştıran, ülkede milletin
çeşitliğini yansıtan “yeni anayasa” tasarımları var.
Recep Erdoğan’ın 2014’deki seçimden öncesi: “Kılıçdaroğlu
Alevi, Demirtaş Zaza, (Ekmeleddin) İhsanoğlu zaten yerli değil ama ben Sünni’yim,
Sünni” sözleri niyetinin su yüzeyine çıkması ile “Sünni-İslamcılık”
zihniyetinin sergilenmesiydi...
Kavramsal soruna gelirsek: Millet, Arapça bir
dine-mezhebe bağlı cemaat demek. Ümmet genel olarak Arapça kavim, halk ve özellikle
İslam toplumu demektir. Bu deyimle uluslaşmanın tamamen karşısında ve ideolojisi
olarak özellikle Türkiye’de ve bu topraklara çok geç girdi. Arapça millet
kavramının “ümmet” kavramın olduğunu Türkiye Cumhuriyeti kurulurken millet
sözcüğü güncellenmesiyle “ulus” kavramı ile aynı anlamda kullanılmaya
başlamıştır. Şeriatçılık özlemi çekenler “millet” sözcüğünü, dolaylı olarak
“ümmetçi” yerine arkadan dolanarak kullanırlar. Yani Latince “nation” (ulus) Arapçada
“millet” aynı kavramlar olmasa da Türkçede “ulus” yerine dilimizden
düşürmediğimiz “millet” deyimini sürdürmek, Türkçe “ulus” kavramına tam olarak benimseyip
geçememek ve “millet” deyimini “ulus” anlamını özünden saptırarak kullanmak, “millet,
milliyet” kavramından dolayı birçok sorunlara yol açarak Türk halkının önüne
çıkmaktadır...
Asla Irkçılığın İlacı “Ümmetçilik” Olamaz!
Öyle Araplara “Bir milletiz” mesajı vermek çok
geçmişlerde denendi, tutmadı, şimdi eskilere dönüp yeniden kampanya yaparak, “millet”
deyiminin aslında “ümmet” anlamındadır. Birçok kişi bunu farklı bir sözcükmüş
gibi kullanarak “ulus” anlamında olduğunu sanır. Bu dolaylı, dolambaçlı
kullanılan “millet” sözcüğü Osmanlı, dört millet olarak kullandı. Bunlar: “Müslüman,
Rum Ortodoks, Ermeni Katolik ve Yahudi milleti” diye. Bu videoyu izleyen Araplar
öyle sanıldığı gibi “Bir milletiz” mesajından “ulus” anlam çıkarmazlar, tersine
“ümmetçilik” yeni yeni bir Osmanlıcılık olarak görürler ve AKP ve Türk-İslamcı çevreler ile yakınlaşma
değil de daha çok düşmanlaşarak uzaklaşırlar...
İktidar
Yanlısı Sosyal Medyada Operasyonun Hedefi ve Yeni “Ümmetçilik”
Kampanyası
İktidara yanlısı gazetecilerin Arapçı sevdaları “Millet” diyerek
dorusu “ümmetçilik” çağrısıdır yaptıkları!..
İktidara yakın bir grup gazeteci, bir yerden
yönlendirilen, Gerçek Hayat dergisi, kampanyanın, “İslam âlemine” seslenen
video gösterisinde kimisi Türkçe kimisi Arapça seslenerek “Biz bir milletiz”
(Aslında amaç ümmetiz) mesajı vermişlerdir.
İktidar
yanlısı bu Arapçı gazetecilerin Türkçe ve Arapça “Biz tek milletiz” Gazeteciler, sözüm ona,
ırkçılıkla mücadele adı altında sinsi planlarla ülkeyi Araplaştırmak ve Arap
dünyasına “millet” adı altında “Ümmetçilik” çağrısı yaparak “tek millet” mesajı
veriyorlardı. Yani, “Biz tek ümmetiz” demek yerine, şimdilik, (bir bakıma da millet, ümmet anlamına
gelir), millet örtüsü altında yatan sevdaları “ümmetçilik”
olup bir gün üzerindeki
örtünün kalktığında görün
gerçek niyetlerini.
AKP iktidarına yakınlığıyla bilinen gazeteciler, dini içerikli “Gerçek Hayat Dergisi”
hesabından, Arap dünyasına görüntülü ve sesli olarak hazırlayıp yayınladıkları videodan
seslenerek, “Türkiye'de bazı kişilerin nefret tohumları ektiği” iddiasıyla Türkçe
ve Arapça “Biz bir milletiz” başlığıyla çağrı yapan bir video yayınladılar.
|
Hep bir ağızdan Arap-Türk Kardeşliği çağrısı yapanlar |
Şöyle sesleniyorlardı: “Bu çağrıya kulak verin” başlığıyla
AKP’li gazeteciler Arap dünyasına, “Türk olduğunu iddia ederek ırkçılık
yapanların Türk milletinin değerleriyle alakası olmadığı” iddiasında bulunanlar
Türkçe ve Arapça, “Türkiye’de bazı kişilerin nefret tohumları ektiğini” iddia
eden gazeteciler Aralarında “Asla
Türk’üm demem, Türk değilim!” diyen Esra
Elönü, “Türk diye bir
millet yoktur” diyen Yasin Aktay, Özlem Doğan, Hikmet Genç, Hacı Yakışıklı, Taha
Hüseyin Karagöz, Yakup Köse, Öznur Sirene, Turan Kışlakçı, Kemal Özer, İsmail Halis, Tacettin Kutay, Yusuf Alabarda, Baki Yaya, Ahmet Yusuf ve
Ürdünlü gazeteci Nidal Siyam gibi kişilerden
oluşuyordu.
15 yerli bir Ürdünlü gazetecinin “Millet” deyimiyle”
aslında “Ümmetçilik” çağrısındaki videoda Türkçe ve Arapça şu sözleri kullandılar: “Türk milletinden yeryüzündeki bütün
Müslümanlara selam olsun. Bu çağrıya kulak verin. İman edenler bir bedendir ve
bu bedeni bölmek istiyorlar. Her toplumun içinde iyi insanlar olduğu gibi kötü
insanlar da vardır. Son günlerde Türk olduğunu iddia eden bazı şahıslar
ülkemizde ırkçılık tohumları ekiyor. Bu tehlikenin farkındayız ve Türk
gazetecileri olarak bu çağrıyı yapma gereği duyduk...
100 yıl önce yaptıkları gibi bugün de Müslümanların
arasına fitne sokmaya çalışıyorlar. "Biz Türkler tarihin her devrinde
misafirperverliğiyle ile anılmış ve Müslümanları bağrına basmış bir milletiz.
Türk olduğunu iddia ederek ırkçılık yapanların Türk milletinin değerleriyle
uzaktan yakından alakası yok. Azınlık bir grubun yaptığı bu ırkçı saldırılar,
Türk milletini temsil etmiyor. Hiçbirimiz ırkçılığı kabul edemeyiz. Irkçılık İslam’da
yasaktır. Biz hep birlikte bir halkız, Türk’üz, Kür’üz, Arap’ız, Gürcü’yüz ve
diğerleriyiz. Hepimiz aynı milletin birer parçalarıyız. Ten rengimiz farklı
olsa da kalplerimiz renksizdir. Irkçılık insanlığın ilerlemesini engelleyen bir
hastalıktır. Biz Müslümanlar ezelden ebede dek kardeşiz ve öyle kalacağız. Biz
tek milletiz.!” Diyorlardı.
18 Temmuz 2011 sayısında Fetö’ye övgüler yağdıran, yere göğe sığdırmayan, bu “Gerçek Hayat Dergisi
(@Gercek_Hayat), Fetö’ye hasret sözleri şöyle: “Vatan size
hasret” manşeti yanına Fetullah
Gülen’in fotoğrafının kullanıldığı dergi kapağında, “Fetullah Gülen başta olmak üzere adı
konulmamış bir sürgün yaşıyor. Türkiye sürgündeki değerlerinin Esat Coşan ve
Ahmet Kaya gibi vatana hasret vefat etmesini istemiyor. Kemal Burkay dönüyor ya
diğerleri…” sözlerine yer vererek
manşet atmıştı.
Yine dergi
kapağında “16 Temmuz
günlükleriyle bir direnişin şanlı hikayesi…” dikkat çeken bir
başka başlıklı yazısıydı.
Bir
zamanlar Fetö’ye övgü yağdıran Gerçek Hayat dergisine şimdi ise Arap dünyasına ümmetçilik
çağrısı yapmaktadır.
Aslında kim
Atatürk’e düşmansa, videoda o isimlerden seçilmiş kişiler ses vermişlerdir.
Gürsel Tekin,
bu videonun işleniş biçimine tepki kor ve şöyle seslenir: “Bizim bir millet olduğumuzu bir biz mi
biliyoruz? Bizim vatandaşımız Suudi Arabistan’a vizeyle gidiyor. Suudi
Arabistan’a gitmeye kalkan Etiyopyalılar yolda vuruluyor, Afganlar ülkeye
sokulmuyor. Biz bir millet değiliz. Bu ülkenin insanları da ne Suudi Kralının tebaası
ne bilmem ne emirinin kulunun. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları tek millettir.
Bu ülkede bizim. Parasını basanın, kafasına esenin dünyanın öte yakasından
kalkıp basacağı paspas değil.”
Demiştir.
Toplumsal
Olarak “Dinci-Laik” Kutuplaşma Tehlikesi ve İslamcı Gazetecilerin Rolü
Türkiye'de son günlerde artan İslamcı Gazetecilerin
siyasi-ideolojik Arapçılığın temsilcileri midirler?..
Günümüz Türkiye’sinde en tehlikeli gelişme siyasi
ortamını belirleyen en önemli faktör, tek adam yanlı karaları ve muhalefete
ağır söylemleri ile başlatılan, gittikçe derinleşen çatışmalara kadar
varabilecek toplumsal kutuplaşmadır.
Ülkede oldukça yüksek düzeyde seküler cumhuriyetten yana
ağırlık verirken, kitleleri İslami değerleri benimsemiş kitle dindar kitleleri
karşı karşıya getiren Recep Erdoğan ve AKP iktidarı ve yanlıları olan kesim ile
muhalif kesim ve kentsel uyumda ve git gide muhafazakarlaşan kırsal kökenli alt
ve orta sınıflar arasında sertleşmeler kendisini göstermektedir.
Bu derinleşen kutuplaşmalar salt toplumun siyasi ve
ahlaki konsensusunu oluşturan değil, ortak yaşamda siyasi ve etik değerleri de
yanında yıkmaktadır.
Ortak bir orta yol ve değerler sistemi her geçen gün din
ve toplumsal yapıya kendi düşüncesine uyarlayarak uygun biçime getirerek amaca
ulamak için güçlendikçe her şeyi denemektedir. Git gide birçok bası ve yayın
kurumları ve onların gazetecilik kimliğinin dışına çıkmış gazeteciler mahkûm
edilerek iktidarın siyasetinin ideolojik alanına hapsolmuş durumda olup, salt
iktidarın yardakçılığı yapma zavallılığındalar. Toplum önünde gerçek
gazetecilerin gündemini, neyin doğru haber neyin haber değeri olmadığını ve
haber dairelerinin yazım çizgilerini belirlemektir. Ancak ulusun imaj inşası,
İslamcı çizgide giden ideolojik saplantılı iktidara bir süreliğine iktidarın
muhalefete karşı ideolojik çatışmasında ideolojik taraflar olarak hizmet etmesi,
kişilik kaybıdır. Bir başka deyişle, bir ulusal toplumluluğa doğru, tarafsız
gazeteci kimliğiyle haber üretmesi gerekir ve gazetecilik alanındaki ahlakını
gösterir.
|
Ümmetçi tarikat liderleri ve müritleri
|
Ülkede birçok sözüm ona gazeteci kimliğiyle çıkıp ortaya
videodan seslenerek iktidar yanlısı, ümmetçi sevdası ağırlıklı gazeteciler
kendilerine sanki kutsal görev yapmışçasına, Bu İslamcı gazeteciler, Arap
imajının, Araplaşma sevdasının bir tür kusmuğuydu. Bu İslamcı gazeteciler aralarında
haber üretme sürecinden nasıl siyasi ve siyasetin kurguladığı gerçeği gün gibi
su üstüne çıkıvermiştir.
En temel sorun, Türkiye’deki İslamcılar Osmanlı’dan beri
bir türlü kendi öz kimliklerini “ümmetçi” bir kimlik altında sakladı durdu.
Arapların öz kimliklerini ise “Arap Kardeşlerimiz” diyerek Arap ulusçuluğunu tanımlayarak,
kendi ulus kimliğine gelince “ümmetçi” bir havaya büründürerek saptırmışlardır.
Bu siyasal İslamcı
çevrelerin saptırmayı ortak dini ve tarihi gelenek haline getirmişlerdir.
Türkiye’de İslamcı gazetecilerin gündelik çalışma yaşamlarında
Orta Doğu’yla ilgili haberleri yorumlarken, aralarında tartışırken ve haber
metnine yazarken Arap insanını tanımlayıcı ve kategorize edici belirli birtakım
temsiller, yankılama yapan tipler ve kodlar kullanırlar. İşeri Arap toplumuna
bütün Müslümanların, Başta Türklerin Arap dünyasına nasıl baktığını ve Arap
dünyasını nasıl yorumladığını siyasi olanaklarını zorlayarak “ideal bir toplum”
olduğuna dair beyanda bulunurlar. Bu da gösteriyor ki, Türkiye’de gazetecilerin
hangi ideolojik saplatışında oldukları doğrultusunda kanalize edildikleri olduğu,
gündelik haberlerde nasıl İslam-ideolojik eylemci olarak çalıştıkları
görülebiliyor. Böylece bunda ülkede bir tür “Laik-Dinci” ideolojik kamplaşma
olduğunun en belirgin kanıtlarından biri olduğunu ve çatışan toplumsal
grupların farklı toplum ve ulus kimliğinin gelişmesine, siyaset ve medya gücünü
kullanarak yaymaya ve kitleleri harekete geçirmeye çalışmaları engel olmaktadır.
İdeolojik olarak, Arap kimliğinin temsilinde, Araplardan
daha çok dinci-İslamcı, laiklik karşıtı ve dünya görüşünün ve siyasi rolünü, Arap
İmajı Arapların toplumsal imajı ve onlara iliştirilen kimlik, Türk milli
kültürünün ve kimliğinin inşasında önemli rol oynamıştır. Bu bir “ötekileştirmedir”
ve siyasi ve kültürel olarak kendimizi tarihsel olarak Arap toplumundan ayırma
tarzımız, Türkiye’deki ülküsel toplum ve ulus anlayışının gelişimine ışık tutmuştur.
Bu akıllanmanın ve aklı başına gelmenin tarihsel gelişim,
1. Dünya Savaşı’ndaki Arap İsyanları ve toplum üzerindeki Osmanlı ve Arap
etkisinin azaltılmasına yönelik erken Cumhuriyet dönemini reformlarıyla ciddi
ölçüde şekillenmiştir. Arap İsyanları, Türkiye’deki Arap kimliğini, “hain”,
“bizi sırtımızdan bıçaklayan”, “güvenilmez” yankılamalarını kodlamış; Osmanlı
İmparatorluğu’nun dağılmasıyla gelişen Türk ulus-devlet fikri ve Türk milliyetçiliği,
Türklüğü esas alırken Arap kimliğini dışlamıştır.
Türkiye’de erken dönem Cumhuriyet devrimlerinin seküler
ve aydınlanma devrimleri, kökten İslamcılar geri kalmışlığın Arapçı yanı ağır
basarak sürdürülmesinden yana sürekli eylemdeydiler. Bunu kullanırlarken de
1950’den itibaren daha ağırlıklı 1960’larda başlayıp, 1970’ler de hızını
artarak, 12 Eylül askeri darbe ile 1980’lerde “komünizm tehlikesi” hep ileri
sürülerek, can yeleği gibi Türk-İslam Sentezcileri önde olmuşlardır. Bu bir
bakıma “Yeni Osmanlıcılık” tutkunlarının türemesinde ve Osmanlı tarihine Türkiye’de
yeni bir bakış açısıyla taraftar kazanılması ile Kemalizm’in seküler dokusunu
ve önemini yaralayarak Türkleri, İslam dini ile yücelteceği tezini bu şekilde Müslümanlık
ile Türk kimliğini İslam dini ile sentezlemeye amacında uğraşı verdiler. Hatta Türk-İslam
Sentezcileri hakkında, “İslami
yücelten Türklerdir ve İslam’ın bugünkü güçlü konumu Türklerin savaşçılığı
sayesindedir. İslam’ın yüceltilmesinde Araplar ise ikincil konumdadır ve hatta
zaman zaman “geri kalmış” kültürleri ile İslam dinini zayıflattıkları, lekeledikleri
iddiasında bulunurlar. (J. White, “Muslim
Nationalism and the New Turks”
Princeton: Princeton University Press.2013)
Arapları tanımlayıcı, Arap toplumunu ve söylemlerini
temsil eden tipler, Türk-İslamcı ideoloji arasındaki bağ kurmaya
çalışmışlardır. Bu çalışma için kullanılan veriler ise, araştırmanın “İslamcı” akımlar
artarak, daha cesur biçimde 21 yıllık AKP iktidarında yoğun biçimde ülke
kendisini Orta Doğu siyaseti ve “Arap Baharı”, “Filistin sorunu”, Mısır’da ...
Darbesi ile “Müslüman Kardeşler” yankılanmasından Mursi iktidarının darbe ile
çöküşü karşısında taraf olan Recep Erdoğan ve başında bulunduğu AKP,
Ortadoğu’da gelişmeleri kendisine görev bilmiş, ülkeyi uzun süre İsrail, Suriye,
İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Irak, Suudi Arabistan gibi İslamcı Ortadoğu
ülkelerine kendisini odaklayarak 10 yıldan fazla süre Türkiye’yi bu ülkeler
düşman görmelerine neden olmuştur.
Çünkü, bu süreçte en ilgi çekici konu, Ortadoğu
insanlarının selefi İslamcı anlayışları ve onların Türklere bakışlarını İslamcı
bir halife olmakla düzeleceğini, bu halifenin de Recep Erdoğan’ın hayallerinde
yaşattığı kendisi olacağını, bütün Arap dünyasının kendisine biat edeceğini
sandı. Bu gösterdi ki Arap toplumunu hiç tanımladığı anlamına geliyordu ki 10
yıldan fazla süre Katar dışında diğer Arap Körfez ülkelerinin, Erdoğan’ın İslam Halifeliği ülküsünü
sezip karşı kabullenilmez cephe
oluşturmalarına neden olması sonucu ülke çok zarar gördü ve şu günümüzde
yaşanan ekonomik krizlerin nedenidir. Son günlerde bazı Erdoğan yanlısı gazetecilerin devreye girerek Arap
imajı inşa etme uğraşıları da
boşunadır.
Arap-Türk
İki Kardeş midirler? Arap Toplumu Aynı Düşücede mi?
Söyledikleri
“İki kardeş toplum” gerçeğinin altında yatan sinsi amaç “ümmetçilik” arzuları
yatmaktadır...
Daha önce bu kadar Arapçılık yapan sözüm ona gazeteci
geçinen AKP iktidarı yanlısı gazetecilik görevini siyasi bir patiye bağlayan ve
o partinin lideri karşısında “evet efendimci” el pençe divan duran gazeteciler,
Türkler ile Araplar arasında yeni bir ilişki ve yakınlık kurma yalakalığında
sınır tanımaz bir durumda, kendilerinde gururlu, gurursuz bir biçimde
seslenişler sunmaları, Türkiye’nin Arap dünyası ile gelişmelere hizmet edecek
sanmaları, dünya siyasetinden ne kadar tutarsız ve anlaşılmaz olduklarını
göstermişlerdir. Onlar sanıyorlar
ki, Araplar ile kardeşlik
kurularak, “Osmanlı’nın yeniden doğuşu ve halifelik”
hayalleri Arap toplumlarıyla bağlantılı olarak, büyük bir memnuniyetle kabul edilerek “ümmet” toplumu kurma çabalarının bir
başlangıcı olacağını sanıyorlar.
Ulusal aidiyeti, ulusal kimlikten ayıran İslamcılık
doğrusu, Türkleri ulusal kimliklerinden ayrıştıran tek referans, İslamcılık
ideolojinin ana unsuru “ümmetçilik” bütün Müslümanlarını bir çatı altında toplayarak
birleştirilmiş Müslüman ulusların
ulus kimliklerini yok ederek “ümmetçi” kuruluşunu hedefleyen siyasi bir yapılanmadır. Bu konuda, İslamcılık ile
milliyetçilik arasındaki uyuşmazlık
açıktır. Ancak dikkat edilmesi gereken ise ağır basan galip gelebilir.
Ümmetçi düşünce, Türkçü milliyetçilik ile çelişmektedir,
çünkü “ümmetçi” ülküde, Müslüman dünyasındaki bütün ulusal sınırların kalkması
ve ulusal kimliklerinin yerini din adına “ümmetçi” ayrımlar hiçbir sınıf ya da
rütbe farkı olmaksızın bütün Müslümanların eşit statüde bir arada yaşamasıyla
gerçekleşebilir iddiası vardır. Ancak uygulamada böyle bir şeyin asla
geçekleşmesi ve birlikteliği olası değildir. Alası olması için tek şey,
ümmetçilik ancak tek dilli, tek ulusun birlikteliğinde gerçekleşmesi olabilir,
yani çok uluslu, çok kimlikli, dinin çok mezheplisi kimselerin bu çağda birlikte “ümmet” olmaları olası
değildir ve toplumların ulus olma
ülküsüne zıtlıklar içerir.
Bu bir ideal daha
önce İslam toplumlarında
geçmişte yaşanmıştır; bir yararı olmamıştır Yeniden eski yaşanmışa dönmek
akılsızlıktır. İslamcılık, yeniden
tarihte yaşandığı gibi
Müslümanlara dayatılarak formüle edilmesi ve uygarlıkta ilerlemesi gereken topluma
uyarlanması abesle iştigaldir. İslamcılık sevdalısı gazeteciler, Türklerin
ve Arapların İslam’ın
şemsiyesi altında bir arada, huzur
ve güven içinde yaşadıklarını, yeniden bu düzene geçilmesi gerektiği iddiasındalar. Bu ya tarihi
gerçekleri görmemek veya art niyetlilik veya da menfaatçi bir zihniyet işin
içinde yatmaktadır.
Suriye’deki iç savaşa ilişkin tartışmalar ve haber üretim
süreci bakmak gerekir...
Nalan, ümmet fikrini destekleyen ve basında kurgulanan
Esat rejimine karşı 2012’den bu yana katı bir muhalif tutum takınan Recep
Erdoğan Suriye lideri Esat’a “zalim Esad” diyor Esat’a karşı savaşan Sünni
Müslümanlara da “özgürlük savaşçısı” statüsü veriyordu. Suriye’de Müslümanların
Müslümanlara karşı veya “iyi” Müslümanlarla “kötü” Müslümanlar arasında iç savaş
yapılıyordu.
23 Eylül 2011’de Suriye iç savaşın başladığı günlerde bir
haber-videoda “Esad rejimine bağlı askerler, Şam yakınlarında bir camide kutsal
mekâna saygısızlık ettiler” diye propaganda bilgiler sunulur. Bu haber-video
tam bir güvenirliği ve inanırlığı olmayan internet sitesinden alınmış olduğu
kanıtlanır. Videoda, aralarındaki Arapça konuşmaları alt yazı ile sunmaları ve haber-videoda
askerlerin, camide sigara içmeleri ve aralarında gülüşmeleri gösterilmekte; “Esad
askerleri namazla alay etti” gibi yorumlar verilmekteydi. Haberin bu durumuyla,
kanalın sadık dindar Sünni Müslüman izleyici kitlesinde, Alevilere karşı bir
öfke uyandıracağı planı açıktır. Bunlar, İdeoloji organize yalan haber üreten sayısız
fırsatçı temsilcilerden biriydi.
İslamcı gazetecilerin çalışma deneyimleri, siyasi yaşamın
zihinlerinde gizlenmiş, sürekli seküler yapıyı ve Kemalist düşüncenin
yaşamasını kendilerine tehlikeli tehdit olarak görmeleri hastalığı
içindedirler. Böylece, araştırmacı gazetecilik yerine, haberin üretme yerine
ağırlık verdikleri İslamcı zihniyetli gazetecilerin Kemalistler ve seküler yapıya
ve koruyucu güçlerle olan bitmez kin ve nefret yüklü uğraşıları sürmekte olup,
buradaki temel eylemcilik durumları korkuya dayalı olup, bir gün gelebileceğini
düşündükleri “seküler baskı rejimi” ile karşı karşıya gelebilmektir. AKP
yönetimine kadar İslamcılar, sürekli kendilerini eküler bir baskı rejiminin
değişmeyen kurbanları olarak görürdüler, sürekli kendine tehdit oluşturabilecek
“Kemalist ordu ve sivil elitler” olarak tanımlayan İslamcılar ve İslamcı
gazeteciler daha çok kariyerlerini güçlendirme değil de sosyal ve kültürel
varoluşlarını da tehdit eden bir unsur olarak gördüler. 21 yıllık AKP iktidarı döneminde
siyasi güç elde ettiler ancak yine de seküler güçler karşında sürekli tetikte
olmaları da geri tutmadılar.
Daha doğrusu bu İslamcı yapıdan olanların Ortadoğulunun
kaderine ortak, kendilerini sürekli kurbanlık olmaktan geri durmadılar. Çünkü,
Türk İslamcı gazetecilerin, Orta Doğu haberlerinde sıkça görülebilen bu kurban ölçümleri,
Arap toplumlarını kapsayacak biçimde ve onların kompleksli siyasi koşulları ve
kendine özgü yaşam tarzlarını anlamlandıracak biçimde kapsamlıdır. Onların dindar
kimliğinden dolayı “seküler zalim” mazlum kurbanlar ise bütün İslam dünyasıdır.
Yani, kurban kimliğinin yakıştırılması bütün Müslümanlar,
karşısına seküler zalimlerdir. Ortadoğu’da olumsuz gelişen acılı olayların İslamcılar
tarafından paylaşılması, Türkiye iç siyasetinin ayrılmaz bir parçası ve önemli
sorunu oluşturulmaktadır.
Son 15 yıldır Ortadoğu’yu oluşturan Arap toplumlarının
siyasi yaşamlarında birçok değişimlere neden olmuştur. Mısırlı, Iraklı,
Sudanlı, Somalili, Tunuslu, Filistinli, Suriyeli ve Libyalı Müslümanların aynı
şartlarda aynı seküler baskı rejimi altında yaşadıkları bir gerçektir. Sonunda,
“Arap Baharı” adıyla birbirinden farklı güç dinamiklerine geliştiler,
ülkelerini daha da karanlığa sürüklediler. Son söz olarak, Türkiye’deki İslamcı
gazetecilerin seküler güçlerle karşı yürüttükleri güç mücadelesi Arap isyanlarındaki
kitlesel hareketi sonucu parçalanma olduğunun farkına varmalılar artık. Müslümanlık
itikadı uğruna “ümmet” içinde, birbirine bağlayan ulus kimliklerini eriterek
yok etmek artık bu çağda yok oluştur.
Michael Mann’ın ski kurumsal ideolojilerin ve pratiklerin
artık işlemediği kriz zamanlarında, insanlara denenmemiş toplum tezleri sunan
ideolojiler daha güçlü, çekici ve görünür hale gelir. Der. (M. Mann., 2012, “The Sources of Social Power” (Vol.
3), Global Empires and Revolution,1890-1945. Cambridge: Cambridge University
Press.) Selman Zebil 29 Eylül 2023