Saplantı Hastalığı ve Batıya Son Olarak Sığınmacı Kozu
Asla Türk'üm demem, ben Türk değilim" diye kadında burada |
Önce Recep Erdoğan sığınmacı konusunda ilk başta saplantılı “ümmetçi” ideolojik çizgisinde “yeni Osmanlıcı” siyasetinin bir tür kendisini İslam dünyasında egemen kılma aracı olarak kullandı. Bu saplantısının hedefe ulaşmasının zor olduğunu yarı anladı, yarı beyni bulanık bir durumda. Ülkedeki sığınmacı oranının günümüzde %12’ye kadar çıktığı bir gerçeği ile ülke karşı karşıyadır. Şimdi de görüyoruz ki, sığınmacılar hakkında Amerika’da, sığınmacı sorununu, Batı ile pazarlık konusu yapıp sığınmacıları koz kartı.
Recep Erdoğan, sığınmacı sorunu konusunda seçimlerde etkili konu olmuştur. Erdoğan’ın sığınmacılar konusunda seçimden önce başka seçimden sonra başka sözler söylemesine alıştı halk. Ancak artık sürdürülemez durma geldiğinin de farkındadır.
Türklerde “Ulus” Önünde “Millet” Deyimi Sürekli Engel Olmuştur.
Bu beleşçiler ulus karşıtı, İslamcı ümmetçiler |
Kavram kargaşası var. Recep Erdoğan’ın “her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına alırım” demesi ile “tek millet” siyaseti, çözülmesi karmakarışık çelişkiler yumağı. Recep Erdoğan her daim, siyasi gereksinimine göre “millet” deyimini aslında “ümmet” anlamında kullanıyor, bunu da kendisini ayakta tutan dayanağı MHP’yle işbirliğinden olsa gerek, “millet” ulus anlamında kullanılıyor görüntüsü veriyor ve hatta şimdi de kafa karıştıran, ülkede milletin çeşitliğini yansıtan “yeni anayasa” tasarımları var.
Recep Erdoğan’ın 2014’deki seçimden öncesi: “Kılıçdaroğlu Alevi, Demirtaş Zaza, (Ekmeleddin) İhsanoğlu zaten yerli değil ama ben Sünni’yim, Sünni” sözleri niyetinin su yüzeyine çıkması ile “Sünni-İslamcılık” zihniyetinin sergilenmesiydi...
Kavramsal soruna gelirsek: Millet, Arapça bir dine-mezhebe bağlı cemaat demek. Ümmet genel olarak Arapça kavim, halk ve özellikle İslam toplumu demektir. Bu deyimle uluslaşmanın tamamen karşısında ve ideolojisi olarak özellikle Türkiye’de ve bu topraklara çok geç girdi. Arapça millet kavramının “ümmet” kavramın olduğunu Türkiye Cumhuriyeti kurulurken millet sözcüğü güncellenmesiyle “ulus” kavramı ile aynı anlamda kullanılmaya başlamıştır. Şeriatçılık özlemi çekenler “millet” sözcüğünü, dolaylı olarak “ümmetçi” yerine arkadan dolanarak kullanırlar. Yani Latince “nation” (ulus) Arapçada “millet” aynı kavramlar olmasa da Türkçede “ulus” yerine dilimizden düşürmediğimiz “millet” deyimini sürdürmek, Türkçe “ulus” kavramına tam olarak benimseyip geçememek ve “millet” deyimini “ulus” anlamını özünden saptırarak kullanmak, “millet, milliyet” kavramından dolayı birçok sorunlara yol açarak Türk halkının önüne çıkmaktadır...
Asla Irkçılığın İlacı “Ümmetçilik” Olamaz!
Öyle Araplara “Bir milletiz” mesajı vermek çok geçmişlerde denendi, tutmadı, şimdi eskilere dönüp yeniden kampanya yaparak, “millet” deyiminin aslında “ümmet” anlamındadır. Birçok kişi bunu farklı bir sözcükmüş gibi kullanarak “ulus” anlamında olduğunu sanır. Bu dolaylı, dolambaçlı kullanılan “millet” sözcüğü Osmanlı, dört millet olarak kullandı. Bunlar: “Müslüman, Rum Ortodoks, Ermeni Katolik ve Yahudi milleti” diye. Bu videoyu izleyen Araplar öyle sanıldığı gibi “Bir milletiz” mesajından “ulus” anlam çıkarmazlar, tersine “ümmetçilik” yeni yeni bir Osmanlıcılık olarak görürler ve AKP ve Türk-İslamcı çevreler ile yakınlaşma değil de daha çok düşmanlaşarak uzaklaşırlar...
İktidar
Yanlısı Sosyal Medyada Operasyonun Hedefi ve Yeni “Ümmetçilik”
Kampanyası
İktidara yanlısı gazetecilerin Arapçı sevdaları “Millet” diyerek
dorusu “ümmetçilik” çağrısıdır yaptıkları!..
İktidara yakın bir grup gazeteci, bir yerden yönlendirilen, Gerçek Hayat dergisi, kampanyanın, “İslam âlemine” seslenen video gösterisinde kimisi Türkçe kimisi Arapça seslenerek “Biz bir milletiz” (Aslında amaç ümmetiz) mesajı vermişlerdir.
İktidar
yanlısı bu Arapçı gazetecilerin Türkçe ve Arapça “Biz tek milletiz” Gazeteciler, sözüm ona,
ırkçılıkla mücadele adı altında sinsi planlarla ülkeyi Araplaştırmak ve Arap
dünyasına “millet” adı altında “Ümmetçilik” çağrısı yaparak “tek millet” mesajı
veriyorlardı. Yani, “Biz tek ümmetiz” demek yerine, şimdilik, (bir bakıma da millet, ümmet anlamına
gelir), millet örtüsü altında yatan sevdaları “ümmetçilik”
olup bir gün üzerindeki
örtünün kalktığında görün
gerçek niyetlerini.
AKP iktidarına yakınlığıyla bilinen gazeteciler, dini içerikli “Gerçek Hayat Dergisi” hesabından, Arap dünyasına görüntülü ve sesli olarak hazırlayıp yayınladıkları videodan seslenerek, “Türkiye'de bazı kişilerin nefret tohumları ektiği” iddiasıyla Türkçe ve Arapça “Biz bir milletiz” başlığıyla çağrı yapan bir video yayınladılar.
Hep bir ağızdan Arap-Türk Kardeşliği çağrısı yapanlar |
Şöyle sesleniyorlardı: “Bu çağrıya kulak verin” başlığıyla AKP’li gazeteciler Arap dünyasına, “Türk olduğunu iddia ederek ırkçılık yapanların Türk milletinin değerleriyle alakası olmadığı” iddiasında bulunanlar Türkçe ve Arapça, “Türkiye’de bazı kişilerin nefret tohumları ektiğini” iddia eden gazeteciler Aralarında “Asla Türk’üm demem, Türk değilim!” diyen Esra Elönü, “Türk diye bir millet yoktur” diyen Yasin Aktay, Özlem Doğan, Hikmet Genç, Hacı Yakışıklı, Taha Hüseyin Karagöz, Yakup Köse, Öznur Sirene, Turan Kışlakçı, Kemal Özer, İsmail Halis, Tacettin Kutay, Yusuf Alabarda, Baki Yaya, Ahmet Yusuf ve Ürdünlü gazeteci Nidal Siyam gibi kişilerden oluşuyordu.
15 yerli bir Ürdünlü gazetecinin “Millet” deyimiyle” aslında “Ümmetçilik” çağrısındaki videoda Türkçe ve Arapça şu sözleri kullandılar: “Türk milletinden yeryüzündeki bütün Müslümanlara selam olsun. Bu çağrıya kulak verin. İman edenler bir bedendir ve bu bedeni bölmek istiyorlar. Her toplumun içinde iyi insanlar olduğu gibi kötü insanlar da vardır. Son günlerde Türk olduğunu iddia eden bazı şahıslar ülkemizde ırkçılık tohumları ekiyor. Bu tehlikenin farkındayız ve Türk gazetecileri olarak bu çağrıyı yapma gereği duyduk...
100 yıl önce yaptıkları gibi bugün de Müslümanların arasına fitne sokmaya çalışıyorlar. "Biz Türkler tarihin her devrinde misafirperverliğiyle ile anılmış ve Müslümanları bağrına basmış bir milletiz. Türk olduğunu iddia ederek ırkçılık yapanların Türk milletinin değerleriyle uzaktan yakından alakası yok. Azınlık bir grubun yaptığı bu ırkçı saldırılar, Türk milletini temsil etmiyor. Hiçbirimiz ırkçılığı kabul edemeyiz. Irkçılık İslam’da yasaktır. Biz hep birlikte bir halkız, Türk’üz, Kür’üz, Arap’ız, Gürcü’yüz ve diğerleriyiz. Hepimiz aynı milletin birer parçalarıyız. Ten rengimiz farklı olsa da kalplerimiz renksizdir. Irkçılık insanlığın ilerlemesini engelleyen bir hastalıktır. Biz Müslümanlar ezelden ebede dek kardeşiz ve öyle kalacağız. Biz tek milletiz.!” Diyorlardı.
18 Temmuz 2011 sayısında Fetö’ye övgüler yağdıran, yere göğe sığdırmayan, bu “Gerçek Hayat Dergisi (@Gercek_Hayat), Fetö’ye hasret sözleri şöyle: “Vatan size hasret” manşeti yanına Fetullah Gülen’in fotoğrafının kullanıldığı dergi kapağında, “Fetullah Gülen başta olmak üzere adı konulmamış bir sürgün yaşıyor. Türkiye sürgündeki değerlerinin Esat Coşan ve Ahmet Kaya gibi vatana hasret vefat etmesini istemiyor. Kemal Burkay dönüyor ya diğerleri…” sözlerine yer vererek manşet atmıştı.
Yine dergi kapağında “16 Temmuz günlükleriyle bir direnişin şanlı hikayesi…” dikkat çeken bir başka başlıklı yazısıydı.
Bir
zamanlar Fetö’ye övgü yağdıran Gerçek Hayat dergisine şimdi ise Arap dünyasına ümmetçilik
çağrısı yapmaktadır.
Aslında kim Atatürk’e düşmansa, videoda o isimlerden seçilmiş kişiler ses vermişlerdir.
Gürsel Tekin, bu videonun işleniş biçimine tepki kor ve şöyle seslenir: “Bizim bir millet olduğumuzu bir biz mi biliyoruz? Bizim vatandaşımız Suudi Arabistan’a vizeyle gidiyor. Suudi Arabistan’a gitmeye kalkan Etiyopyalılar yolda vuruluyor, Afganlar ülkeye sokulmuyor. Biz bir millet değiliz. Bu ülkenin insanları da ne Suudi Kralının tebaası ne bilmem ne emirinin kulunun. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları tek millettir. Bu ülkede bizim. Parasını basanın, kafasına esenin dünyanın öte yakasından kalkıp basacağı paspas değil.” Demiştir.
Toplumsal
Olarak “Dinci-Laik” Kutuplaşma Tehlikesi ve İslamcı Gazetecilerin Rolü
Türkiye'de son günlerde artan İslamcı Gazetecilerin
siyasi-ideolojik Arapçılığın temsilcileri midirler?..
Günümüz Türkiye’sinde en tehlikeli gelişme siyasi
ortamını belirleyen en önemli faktör, tek adam yanlı karaları ve muhalefete
ağır söylemleri ile başlatılan, gittikçe derinleşen çatışmalara kadar
varabilecek toplumsal kutuplaşmadır.
Ülkede oldukça yüksek düzeyde seküler cumhuriyetten yana
ağırlık verirken, kitleleri İslami değerleri benimsemiş kitle dindar kitleleri
karşı karşıya getiren Recep Erdoğan ve AKP iktidarı ve yanlıları olan kesim ile
muhalif kesim ve kentsel uyumda ve git gide muhafazakarlaşan kırsal kökenli alt
ve orta sınıflar arasında sertleşmeler kendisini göstermektedir.
Bu derinleşen kutuplaşmalar salt toplumun siyasi ve ahlaki konsensusunu oluşturan değil, ortak yaşamda siyasi ve etik değerleri de yanında yıkmaktadır.
Ortak bir orta yol ve değerler sistemi her geçen gün din ve toplumsal yapıya kendi düşüncesine uyarlayarak uygun biçime getirerek amaca ulamak için güçlendikçe her şeyi denemektedir. Git gide birçok bası ve yayın kurumları ve onların gazetecilik kimliğinin dışına çıkmış gazeteciler mahkûm edilerek iktidarın siyasetinin ideolojik alanına hapsolmuş durumda olup, salt iktidarın yardakçılığı yapma zavallılığındalar. Toplum önünde gerçek gazetecilerin gündemini, neyin doğru haber neyin haber değeri olmadığını ve haber dairelerinin yazım çizgilerini belirlemektir. Ancak ulusun imaj inşası, İslamcı çizgide giden ideolojik saplantılı iktidara bir süreliğine iktidarın muhalefete karşı ideolojik çatışmasında ideolojik taraflar olarak hizmet etmesi, kişilik kaybıdır. Bir başka deyişle, bir ulusal toplumluluğa doğru, tarafsız gazeteci kimliğiyle haber üretmesi gerekir ve gazetecilik alanındaki ahlakını gösterir.
Ümmetçi tarikat liderleri ve müritleri |
Ülkede birçok sözüm ona gazeteci kimliğiyle çıkıp ortaya videodan seslenerek iktidar yanlısı, ümmetçi sevdası ağırlıklı gazeteciler kendilerine sanki kutsal görev yapmışçasına, Bu İslamcı gazeteciler, Arap imajının, Araplaşma sevdasının bir tür kusmuğuydu. Bu İslamcı gazeteciler aralarında haber üretme sürecinden nasıl siyasi ve siyasetin kurguladığı gerçeği gün gibi su üstüne çıkıvermiştir.
En temel sorun, Türkiye’deki İslamcılar Osmanlı’dan beri bir türlü kendi öz kimliklerini “ümmetçi” bir kimlik altında sakladı durdu. Arapların öz kimliklerini ise “Arap Kardeşlerimiz” diyerek Arap ulusçuluğunu tanımlayarak, kendi ulus kimliğine gelince “ümmetçi” bir havaya büründürerek saptırmışlardır. Bu siyasal İslamcı çevrelerin saptırmayı ortak dini ve tarihi gelenek haline getirmişlerdir.
Türkiye’de İslamcı gazetecilerin gündelik çalışma yaşamlarında Orta Doğu’yla ilgili haberleri yorumlarken, aralarında tartışırken ve haber metnine yazarken Arap insanını tanımlayıcı ve kategorize edici belirli birtakım temsiller, yankılama yapan tipler ve kodlar kullanırlar. İşeri Arap toplumuna bütün Müslümanların, Başta Türklerin Arap dünyasına nasıl baktığını ve Arap dünyasını nasıl yorumladığını siyasi olanaklarını zorlayarak “ideal bir toplum” olduğuna dair beyanda bulunurlar. Bu da gösteriyor ki, Türkiye’de gazetecilerin hangi ideolojik saplatışında oldukları doğrultusunda kanalize edildikleri olduğu, gündelik haberlerde nasıl İslam-ideolojik eylemci olarak çalıştıkları görülebiliyor. Böylece bunda ülkede bir tür “Laik-Dinci” ideolojik kamplaşma olduğunun en belirgin kanıtlarından biri olduğunu ve çatışan toplumsal grupların farklı toplum ve ulus kimliğinin gelişmesine, siyaset ve medya gücünü kullanarak yaymaya ve kitleleri harekete geçirmeye çalışmaları engel olmaktadır.
İdeolojik olarak, Arap kimliğinin temsilinde, Araplardan daha çok dinci-İslamcı, laiklik karşıtı ve dünya görüşünün ve siyasi rolünü, Arap İmajı Arapların toplumsal imajı ve onlara iliştirilen kimlik, Türk milli kültürünün ve kimliğinin inşasında önemli rol oynamıştır. Bu bir “ötekileştirmedir” ve siyasi ve kültürel olarak kendimizi tarihsel olarak Arap toplumundan ayırma tarzımız, Türkiye’deki ülküsel toplum ve ulus anlayışının gelişimine ışık tutmuştur.
Bu akıllanmanın ve aklı başına gelmenin tarihsel gelişim, 1. Dünya Savaşı’ndaki Arap İsyanları ve toplum üzerindeki Osmanlı ve Arap etkisinin azaltılmasına yönelik erken Cumhuriyet dönemini reformlarıyla ciddi ölçüde şekillenmiştir. Arap İsyanları, Türkiye’deki Arap kimliğini, “hain”, “bizi sırtımızdan bıçaklayan”, “güvenilmez” yankılamalarını kodlamış; Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla gelişen Türk ulus-devlet fikri ve Türk milliyetçiliği, Türklüğü esas alırken Arap kimliğini dışlamıştır.
Türkiye’de erken dönem Cumhuriyet devrimlerinin seküler ve aydınlanma devrimleri, kökten İslamcılar geri kalmışlığın Arapçı yanı ağır basarak sürdürülmesinden yana sürekli eylemdeydiler. Bunu kullanırlarken de 1950’den itibaren daha ağırlıklı 1960’larda başlayıp, 1970’ler de hızını artarak, 12 Eylül askeri darbe ile 1980’lerde “komünizm tehlikesi” hep ileri sürülerek, can yeleği gibi Türk-İslam Sentezcileri önde olmuşlardır. Bu bir bakıma “Yeni Osmanlıcılık” tutkunlarının türemesinde ve Osmanlı tarihine Türkiye’de yeni bir bakış açısıyla taraftar kazanılması ile Kemalizm’in seküler dokusunu ve önemini yaralayarak Türkleri, İslam dini ile yücelteceği tezini bu şekilde Müslümanlık ile Türk kimliğini İslam dini ile sentezlemeye amacında uğraşı verdiler. Hatta Türk-İslam Sentezcileri hakkında, “İslami yücelten Türklerdir ve İslam’ın bugünkü güçlü konumu Türklerin savaşçılığı sayesindedir. İslam’ın yüceltilmesinde Araplar ise ikincil konumdadır ve hatta zaman zaman “geri kalmış” kültürleri ile İslam dinini zayıflattıkları, lekeledikleri iddiasında bulunurlar. (J. White, “Muslim Nationalism and the New Turks” Princeton: Princeton University Press.2013)
Arapları tanımlayıcı, Arap toplumunu ve söylemlerini temsil eden tipler, Türk-İslamcı ideoloji arasındaki bağ kurmaya çalışmışlardır. Bu çalışma için kullanılan veriler ise, araştırmanın “İslamcı” akımlar artarak, daha cesur biçimde 21 yıllık AKP iktidarında yoğun biçimde ülke kendisini Orta Doğu siyaseti ve “Arap Baharı”, “Filistin sorunu”, Mısır’da ... Darbesi ile “Müslüman Kardeşler” yankılanmasından Mursi iktidarının darbe ile çöküşü karşısında taraf olan Recep Erdoğan ve başında bulunduğu AKP, Ortadoğu’da gelişmeleri kendisine görev bilmiş, ülkeyi uzun süre İsrail, Suriye, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Irak, Suudi Arabistan gibi İslamcı Ortadoğu ülkelerine kendisini odaklayarak 10 yıldan fazla süre Türkiye’yi bu ülkeler düşman görmelerine neden olmuştur.
Çünkü, bu süreçte en ilgi çekici konu, Ortadoğu insanlarının selefi İslamcı anlayışları ve onların Türklere bakışlarını İslamcı bir halife olmakla düzeleceğini, bu halifenin de Recep Erdoğan’ın hayallerinde yaşattığı kendisi olacağını, bütün Arap dünyasının kendisine biat edeceğini sandı. Bu gösterdi ki Arap toplumunu hiç tanımladığı anlamına geliyordu ki 10 yıldan fazla süre Katar dışında diğer Arap Körfez ülkelerinin, Erdoğan’ın İslam Halifeliği ülküsünü sezip karşı kabullenilmez cephe oluşturmalarına neden olması sonucu ülke çok zarar gördü ve şu günümüzde yaşanan ekonomik krizlerin nedenidir. Son günlerde bazı Erdoğan yanlısı gazetecilerin devreye girerek Arap imajı inşa etme uğraşıları da boşunadır.
Arap-Türk İki Kardeş midirler? Arap Toplumu Aynı Düşücede mi?
Söyledikleri “İki kardeş toplum” gerçeğinin altında yatan sinsi amaç “ümmetçilik” arzuları yatmaktadır...
Daha önce bu kadar Arapçılık yapan sözüm ona gazeteci geçinen AKP iktidarı yanlısı gazetecilik görevini siyasi bir patiye bağlayan ve o partinin lideri karşısında “evet efendimci” el pençe divan duran gazeteciler, Türkler ile Araplar arasında yeni bir ilişki ve yakınlık kurma yalakalığında sınır tanımaz bir durumda, kendilerinde gururlu, gurursuz bir biçimde seslenişler sunmaları, Türkiye’nin Arap dünyası ile gelişmelere hizmet edecek sanmaları, dünya siyasetinden ne kadar tutarsız ve anlaşılmaz olduklarını göstermişlerdir. Onlar sanıyorlar ki, Araplar ile kardeşlik kurularak, “Osmanlı’nın yeniden doğuşu ve halifelik” hayalleri Arap toplumlarıyla bağlantılı olarak, büyük bir memnuniyetle kabul edilerek “ümmet” toplumu kurma çabalarının bir başlangıcı olacağını sanıyorlar.
Ulusal aidiyeti, ulusal kimlikten ayıran İslamcılık doğrusu, Türkleri ulusal kimliklerinden ayrıştıran tek referans, İslamcılık ideolojinin ana unsuru “ümmetçilik” bütün Müslümanlarını bir çatı altında toplayarak birleştirilmiş Müslüman ulusların ulus kimliklerini yok ederek “ümmetçi” kuruluşunu hedefleyen siyasi bir yapılanmadır. Bu konuda, İslamcılık ile milliyetçilik arasındaki uyuşmazlık açıktır. Ancak dikkat edilmesi gereken ise ağır basan galip gelebilir.
Ümmetçi düşünce, Türkçü milliyetçilik ile çelişmektedir, çünkü “ümmetçi” ülküde, Müslüman dünyasındaki bütün ulusal sınırların kalkması ve ulusal kimliklerinin yerini din adına “ümmetçi” ayrımlar hiçbir sınıf ya da rütbe farkı olmaksızın bütün Müslümanların eşit statüde bir arada yaşamasıyla gerçekleşebilir iddiası vardır. Ancak uygulamada böyle bir şeyin asla geçekleşmesi ve birlikteliği olası değildir. Alası olması için tek şey, ümmetçilik ancak tek dilli, tek ulusun birlikteliğinde gerçekleşmesi olabilir, yani çok uluslu, çok kimlikli, dinin çok mezheplisi kimselerin bu çağda birlikte “ümmet” olmaları olası değildir ve toplumların ulus olma ülküsüne zıtlıklar içerir.
Bu bir ideal daha önce İslam toplumlarında geçmişte yaşanmıştır; bir yararı olmamıştır Yeniden eski yaşanmışa dönmek akılsızlıktır. İslamcılık, yeniden tarihte yaşandığı gibi Müslümanlara dayatılarak formüle edilmesi ve uygarlıkta ilerlemesi gereken topluma uyarlanması abesle iştigaldir. İslamcılık sevdalısı gazeteciler, Türklerin ve Arapların İslam’ın şemsiyesi altında bir arada, huzur ve güven içinde yaşadıklarını, yeniden bu düzene geçilmesi gerektiği iddiasındalar. Bu ya tarihi gerçekleri görmemek veya art niyetlilik veya da menfaatçi bir zihniyet işin içinde yatmaktadır.
Suriye’deki iç savaşa ilişkin tartışmalar ve haber üretim
süreci bakmak gerekir...
Nalan, ümmet fikrini destekleyen ve basında kurgulanan Esat rejimine karşı 2012’den bu yana katı bir muhalif tutum takınan Recep Erdoğan Suriye lideri Esat’a “zalim Esad” diyor Esat’a karşı savaşan Sünni Müslümanlara da “özgürlük savaşçısı” statüsü veriyordu. Suriye’de Müslümanların Müslümanlara karşı veya “iyi” Müslümanlarla “kötü” Müslümanlar arasında iç savaş yapılıyordu.
23 Eylül 2011’de Suriye iç savaşın başladığı günlerde bir haber-videoda “Esad rejimine bağlı askerler, Şam yakınlarında bir camide kutsal mekâna saygısızlık ettiler” diye propaganda bilgiler sunulur. Bu haber-video tam bir güvenirliği ve inanırlığı olmayan internet sitesinden alınmış olduğu kanıtlanır. Videoda, aralarındaki Arapça konuşmaları alt yazı ile sunmaları ve haber-videoda askerlerin, camide sigara içmeleri ve aralarında gülüşmeleri gösterilmekte; “Esad askerleri namazla alay etti” gibi yorumlar verilmekteydi. Haberin bu durumuyla, kanalın sadık dindar Sünni Müslüman izleyici kitlesinde, Alevilere karşı bir öfke uyandıracağı planı açıktır. Bunlar, İdeoloji organize yalan haber üreten sayısız fırsatçı temsilcilerden biriydi.
İslamcı gazetecilerin çalışma deneyimleri, siyasi yaşamın zihinlerinde gizlenmiş, sürekli seküler yapıyı ve Kemalist düşüncenin yaşamasını kendilerine tehlikeli tehdit olarak görmeleri hastalığı içindedirler. Böylece, araştırmacı gazetecilik yerine, haberin üretme yerine ağırlık verdikleri İslamcı zihniyetli gazetecilerin Kemalistler ve seküler yapıya ve koruyucu güçlerle olan bitmez kin ve nefret yüklü uğraşıları sürmekte olup, buradaki temel eylemcilik durumları korkuya dayalı olup, bir gün gelebileceğini düşündükleri “seküler baskı rejimi” ile karşı karşıya gelebilmektir. AKP yönetimine kadar İslamcılar, sürekli kendilerini eküler bir baskı rejiminin değişmeyen kurbanları olarak görürdüler, sürekli kendine tehdit oluşturabilecek “Kemalist ordu ve sivil elitler” olarak tanımlayan İslamcılar ve İslamcı gazeteciler daha çok kariyerlerini güçlendirme değil de sosyal ve kültürel varoluşlarını da tehdit eden bir unsur olarak gördüler. 21 yıllık AKP iktidarı döneminde siyasi güç elde ettiler ancak yine de seküler güçler karşında sürekli tetikte olmaları da geri tutmadılar.
Daha doğrusu bu İslamcı yapıdan olanların Ortadoğulunun
kaderine ortak, kendilerini sürekli kurbanlık olmaktan geri durmadılar. Çünkü,
Türk İslamcı gazetecilerin, Orta Doğu haberlerinde sıkça görülebilen bu kurban ölçümleri,
Arap toplumlarını kapsayacak biçimde ve onların kompleksli siyasi koşulları ve
kendine özgü yaşam tarzlarını anlamlandıracak biçimde kapsamlıdır. Onların dindar
kimliğinden dolayı “seküler zalim” mazlum kurbanlar ise bütün İslam dünyasıdır.
Yani, kurban kimliğinin yakıştırılması bütün Müslümanlar, karşısına seküler zalimlerdir. Ortadoğu’da olumsuz gelişen acılı olayların İslamcılar tarafından paylaşılması, Türkiye iç siyasetinin ayrılmaz bir parçası ve önemli sorunu oluşturulmaktadır.
Son 15 yıldır Ortadoğu’yu oluşturan Arap toplumlarının siyasi yaşamlarında birçok değişimlere neden olmuştur. Mısırlı, Iraklı, Sudanlı, Somalili, Tunuslu, Filistinli, Suriyeli ve Libyalı Müslümanların aynı şartlarda aynı seküler baskı rejimi altında yaşadıkları bir gerçektir. Sonunda, “Arap Baharı” adıyla birbirinden farklı güç dinamiklerine geliştiler, ülkelerini daha da karanlığa sürüklediler. Son söz olarak, Türkiye’deki İslamcı gazetecilerin seküler güçlerle karşı yürüttükleri güç mücadelesi Arap isyanlarındaki kitlesel hareketi sonucu parçalanma olduğunun farkına varmalılar artık. Müslümanlık itikadı uğruna “ümmet” içinde, birbirine bağlayan ulus kimliklerini eriterek yok etmek artık bu çağda yok oluştur.
Michael Mann’ın ski kurumsal ideolojilerin ve pratiklerin artık işlemediği kriz zamanlarında, insanlara denenmemiş toplum tezleri sunan ideolojiler daha güçlü, çekici ve görünür hale gelir. Der. (M. Mann., 2012, “The Sources of Social Power” (Vol. 3), Global Empires and Revolution,1890-1945. Cambridge: Cambridge University Press.) Selman Zebil 29 Eylül 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder