28 Şubat 2024 Çarşamba

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI "ÇEDES" İLE NEREYE VARMAK İSTİYOR?



ÇEDES İle Nereye Varılmak İsteniyor?
Sorgulamayan, biat kültürüne alıştırılmış bir nesil yetiştirilmek isteniyor...
AKP ve lideri Recep Erdoğan’ın, “Dindar ve kindar nesil” yetiştirme yolunda ÇEDES denen bir uygulama olan 21. yüzyılda Ortaçağ zihniyetini inadına hortlatarak ülkenin çocuklarına gerici, yobaz, akıl dışı, bilim dışı anlayışla ulusal eğitim sistemine dayatma darbesidir. Yani, Ortaçağ zihniyeti ile körpe çocukları akıl, bilim ve çağdaş yaşamdan kopartılarak geleceklerini bilinçli olarak karatıyorlar.

ÇEDES ile Başlayan Akıl Tutulma Travmaları Yaşatan Skandallar
25 Şub 2024’te ÇEDES Okulda maket mezar sergiledi, bir öğrenci de mezarın başında anasıymış gibi ağıtlar yaktı ağlama ritüeli sergiledi. Bu ülke nereye gidiyor? Ülkenin pedagogları, psikologları, psikiyatristleri, neden sesleri çıkartamaz duruma getirilmiş olmaları çok üzücü. Bu ülke, çağdaş uygarlıklardan her geçen gün seviyesi düşerek uzaklaşmaktadır. Yakalamaya çalışılan seviyesizlik ise Afganistan dengine inmektir.

Okullarda daha ilkokul dengindeki çocuklara ders vermek üzere pedagog eğitimi olmayan imamların okullara sokularak derslere girmesinin önünü açan ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum) uygulamasına tepki çekerken, Qers’teki yani Kars’taki bir okul içinde öğrencilere “sabır” konusunu anlatmak üzere bir mezar maketi kuruldu. Çocuklardan “yaşamını yitiren anneleri için ağıt yakmaları” istenir. Kurulan maket mezarın başına bir öğrenci seçilerek, vefat eden annesine özlemini “sabır teması” işlenerek korku salan, yürekleri titreten ağıt yaktırdılar.

Yetmedi, eğitim dışı uygulamalara zorlanarak ÇEDES kapsamında öğrenciler camilere götürülüyor, çeşitli dini seminerlere zorunlu bırakılıyorlar.

Bu bir tür tek din, tek mezhep dayatmasından başka bir şey değildi...
Başında “Milli” olan “Milli Eğitim” milli kimliğini yitirmekte olup, bu gibi davranışlar ve söylemlerin özünde tek adamın ideolojik takıntısından dolayı, eğitimde tür eylem ve davranışların özünde öğrencilere, kendisi gibi inanma duyguları aşılayarak, tek din, tek mezhep üzerinden kendine özgü ideolojik değerler yüklemektir. Bu ülkede bu tür adımları, diğer başka inanç ve mezhep sahibi velileri yok sayma dayatması olarak açık biçimde anlaşılmaktadır. Bu ülkede, tarikat ve cemaatlerin ve dahi dini dernek ve vakıfların Millî Eğitim Bakanlığı Bakanı tarafından her gün cemaatlerle art ada önü ardı kesilmeyen protokoller imzalayarak, Cumhuriyet değerlerinin yıkılması amacına hizmet ettiği bilinmektedir artık. Çünkü, tek adam, tek inanç, tek din, tek mezhep ile biat kültürünün yürütülmesi geliştirilmesi, sorgulamayan, sormayan, “evet efendimci” kendilerine ölümüne bağlı nesiller yetiştirmektir amaçları.

Bu ÇEDES’in projesi kapsamında daha önce bu Tekirdağ ve Batman’da öğrencilere cami temizletildiğini; bazı okullarda öğrencilere mezar temizliği yaptırılması gündeme getirmişti. Rize Ardeşen’de bir ortaokulda benzer durumlarla karşılaşıldı. Ardeşen Seslikaya Ortaokulu öğrencilerine de ÇEDES kapsamında cami temizliği yaptırıldı. Benzer durumla Muş Bulanık’ta, Bulanık Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencilerinden camide temizlik yapmaları istendi.

Yani istenilen sistem şöyle işliyor: Aç bırak yalvar yakar olsun; cahil bırak aklı ermez, düşünemez, sorgulayamaz olsun biat etsin ki düzenin yürüsün! Değilse 22 yıldır kesintisiz ülkeyi yöneten kişinin ülkeyi nasıl ekonomik zorluklara getirdiğine bakmak gerek.

AKP ve onun lideri Recep Erdoğan, dindar nesil yetiştireceğiz diye travmalı, dindar, kindar nesiller yetiştirme kapılarını araladı. Örnek mi, okula mezar getirip çocuklara yaşama sevinci yerine yas tutmasını, ağıt yakmasını öğrettiler.

Osmanlı’nın yıkılmasında bir neden de Kadızadeler aşırı selefi dinci-şeriatçı harekatlarıydı. Şimdi de cumhuriyetin yıkımına doğru dinci-şeriatçı İŞİD belasıdır.

Allah’ın soracağı soruları insanlara sormaya çalışan dinci zihniyet, “namaz kılıyor musun, oruç tutuyor musun diyerek Allah’ı soracağı soruları soran zihniyet “açmışın, tok musun, mutlu musun” diye sormuyor,

Atatürk, Kurtuluştan, kuruluşa ve fabrikalaşmaya uzanan yol 1950’den itibaren bir bir yok edildi, AKP ile tamamen bitirilerek sonlandırıldı! Sonra da “Milli-Yerli” nutukları atacaksın, “din-iman” ile uyutup halkı kandıracaksın.

Kısacası ÇEDES Projesi Nedir?
ÇEDES projesi, 2023-2024 eğitim öğretim yılı içinde ortaokul ve imam hatip ortaokulunda uygulanmaya başlamıştır. Projenin, 2025-2026 eğitim öğretim yılında ise bütün ortaokul ve imam hatip ortaokullarında uygulanmaya geçilmesi planlanıyor.

Türkiye’de AKP ve zihniyeti doğrultusunda çocuklar, çocukluk evrelerini hem duygusal açıdan hem de dini gelişim açısından değerlendirilirse, pedagoji bilimine tamamen ters, erken çocukluk döneminde dini öğelerin çocuklara tanıtılması çocuğun zihninden silinmez korkuların oluşmasına yol açabilmektedir.

ÇEDES projesi, inadına bilimsel eğitim yerine spiritüalizmin, ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ yerine psikolojik olarak salt korkuya dayalı Diyanetin, tarikatın, cemaat, tarikat, şeyhlik, şıhlık, biat kültürü ile okullarda kötü rol model olmaktadır. Böylece geleceğe yetiştirilen çocuk zihinlere tecavüz edilerek toplumun dinci dönüşüme hazırlanması zorlanması yapılmaktadır.

Böylece, ÇEDES programında körpe çocukların zihinlerine girerek unutulmaz sarsıntılar yaratacak, Türkiye’nin Milli egemenlik sorunu durumuna getirilmektedir.

Bu proje her yol dincilik kapsamında, daha ilkokul çağındaki çocuk öğrencilere din üzerinde çevre bilinci, din üzerinden milli ve manevi değerler, din üzerinden ahlaki ve insani değerler, din üzerinden bilimsel ve teknolojik gelişmeler gibi konularda batıl, çağdaş bilime tamamen ters eğitimler verilmektedir.

Salt Ortaokul ve İmam Hatip okulları değil, sınırları zorlayan ÇEDES projesi kapsamında, Sivas Şarkışla’da Çağdaş Yaşam Kenan Tunakan Anaokulunda eğitim gören beş yaş grubu çocuklar camiye götürüldü. İstanbul Çekmeköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ise “Hep birlikte huzura” başlığıyla öğrencileri sabah namazına çağırdı.

Yapılan uygulamalardan bazıları, kurban kesme, mezarlara ziyaret, Cumhuriyet Gazetesinden Cengiz Karagöz'ün haberine göre, Tekirdağ, Batman ve Niğde’de öğrencilere ÇEDES kapsamında cami temizleme yaptırılır. Adıyaman ve Muğla’da ise bu proje kapsamında öğrencilere mezarlık temizliği yaptırılması. Bitlis’in Hizan ilçesinde Nurs Ortaokulu’nda, okulun sınıflarında tarikat şeyhine Kâbe maketi kurup okulun 7’nci sınıf öğrencilerine “hac ibadetini öğretmek” amacıyla sınıfta Kâbe’yi temsilen bir maket kondu, şeytan taşlama denemesi yaptırıldı. Böylece bu tür karaları ile koşar adım ortaçağa doğru çocuklar itilmektedir.

İzmir Menemen’de bir okul çocukları CEDES programı kapsamında, Kubilay ve arkadaşlarını katleden yakalanıp idama mahkûm edilen ancak yaşı geçkin olduğundan dolayı idamı yapılmayan Esat Erbili denen cumhuriyet düşmanı gerici yobazın, yobazlıkta sınır tanımayan öğretmeler tarafından mezarını ziyaret ettirildi.

Türk devletleri tarihine bir bakın. 16 devlet kurmuş ama hepsini batırmıştır. Buna en büyük neden hiçbir zaman “dış güçler” değil hep içten yıkılmıştır. Şu günlerde de benzer durumda, ülke içten yıkılıyor. Selman Zebil 2024

23 Şubat 2024 Cuma

BÜYÜK İSRAİL HAYALİ ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI

 



BÜYÜK İSRAİL HAYALİ ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI 
İlgili yazar 19 Şubat 2024, Norveçli Steigan.no'dan alınmadır.

                     Yazar: Mathew Ehret'in yazısı ENTERNASYONALİST 360 

1996 yılında, Paul Wolfowitz, Dick Cheney, Donald Rumsfeld ve Richard Perle'nin çevresindeki Amerika doğumlu emperyalistlerden oluşan bir yuvayı, “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi” adında yeni bir düşünce kuruluşu kurdu. 

Düşünce kuruluşunun ilkeli hedefi, sonuçta, Orta Doğu'da yeni bir rejim değişikliği savaşları çağını meşrulaştıracak başka bir Pearl Harbor anına bağlıyken, formülün ikincil ama aynı derecede önemli bir kısmı, iktidarı ele geçiren Likud fanatiklerinin hakimiyetini içeriyordu. Yitzhak Rabin'in suikastından sonra. Bu fanatikler sözde BÜYÜK İSARAİL” için çalışıyorlar. 

Richard Perle, Washington ve Tel Aviv'in stratejik vizyonuna rehberlik edecek bir dizi hedefin ana hatlarını çizen Temiz Ara: Bölgenin Güvenliğini Sağlamaya Yönelik Bir Strateji raporunu, Başbakan Benjamin Netanyahu'nun yeni rejiminin başlangıcına doğru yazdı. Önümüzdeki yirmi yıl. Şunları gerektiriyordu:

1- Orta Doğu'da iki devletli çözüm kapsamında ekonomik işbirliği yoluyla barış ortamı yaratılmasını tehdit eden Oslo anlaşmalarının temeli iptal edildi.

2- Filistin topraklarına silahlı saldırıları meşrulaştıran yeni bir sıcak takip hakkı doktrininin başlatılması.

3- ABD'nin Irak'ta Saddam Hüseyin rejimini devirmesini sağlayın! 

4- Lübnan'daki silahlı saldırılar ve Suriye ve İran'a yönelik olası saldırılar.         

2007 yılında General Wesley Clark, 11 Eylül'den on gün sonra Wolfowitz ve Rumsfeld ile yaptığı tartışmanın içeriğini açıklayarak bu Neocon programına daha da fazla ayrıntı verdi. General Clark, kendisine yedi ülkenin beş yıl içinde gerçekleşmesi planlanan işgal planlarının söylendiğini belirtti: “Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan ve İran”

Kısacası bu program, yüz yıldan fazla bir süre önce Theodor Herzl, Vladimir Jabotinsky ve Haham Abraham Isaac Kook gibi isimler tarafından desteklenen, uzun zamandır beklenen "Büyük İsrail" in kurulması için bir reçeteydi. 

Sonraki yıllarda Anglo-Siyonist zaman çizelgesi kesintiye uğrasa da (bazen ABD istihbarat topluluğundaki bireylerin cesur müdahalelerini de içeriyordu) Temiz Ara raporunda yer alan niyet hiçbir zaman kaybolmadı...

Bir yanda aşırı şişmiş Batı finansal sisteminin çöküşü, diğer yanda uygulanabilir yeni çok kutuplu bir güvenlik ve ekonomik mimarinin ortaya çıkmasıyla birlikte, 11 Eylül'ü planlayan suçluların Rabin (1995) ve Arafat'a (2004) suikast düzenlediği görülüyor. Haçlı Seferlerini yeniden canlandırdı ve satranç tahtasını devirmeye karar verdi... 

Bu tür bir dinamiğin motivasyonlarının rasyonel bir analizini yapmak, rasyonel kişisel çıkarların bir oyunun katılımcılarını harekete geçirdiğini varsayan, akademik olarak kabul edilebilir terimlerle düşünmeye alışkın herhangi bir jeopolitik yorumcu için büyük zorluk teşkil etmektedir. Bu durumda, rasyonel kişisel çıkar, ağır dozda kendini aldatan hegemonizm, fanatik emperyalist fanatizm ve mesihvari bir dönüşümle (hem Hıristiyan hem de Yahudi biçimlerini alan) son zaman düşüncesiyle enfekte olmuştur.

Düzeni kaostan elemek
Netanyahu ve onun Amerika ve
 Britanya'daki neo-muhafazakâr destekçileri, bir yandan İsrail'in büyük bir bölgesel savaşı kışkırtma hırsını desteklerken, bir yandan da İsrail'i Rusya ve Çin önderliğindeki düzeni bozmak için bir kama olarak kullanabileceklerine inanıyorlar. Diğer tarafta kalkınma koridorları (BRI, Kuşak ve Yol Girişimi ve Uluslararası Kuzey-Güney Ulaşım Koridoru'nun kısaltması).

Bu Avrasya kalkınma koridorları, uzun vadeli düşünmeye ve karşılıklı işbirliğine dayalı yeni bir ekonomik mimarinin yaşayabilirliğinin temelini oluşturduklarından, haklı olarak Batılı emperyalistler için varoluşsal bir tehdit olarak görülüyor.

İsrail'in BRI karşıtı bir gündemde oynaması beklenen rolün, emperyal Rand* tarzı senaryo kurucularının bu fildişi kule fantezi oyunu içindeki üç büyük proje şeklini alması amaçlanıyor. *(Rand Corporation, Pentagon destekli Amerikan düşünce kuruluşu. Oa.)

Bunlar:
1) 15 Ekim 2023'te G20'de açıklanan ABD liderliğindeki Hindistan-Orta Doğu Avrup
a Ekonomik Koridoru (IMEEC), Hindistan'dan BAE, Suudi Arabistan, İsrail ve Avrupa'ya uzanan geniş bir demiryolu ve karayolu ağı öngörüyor. Bu, geniş demiryolları, boru hatları, nakliye koridorları, limanlar ve veri kabloları ağının TÜRKİYE’Yİ atlayacağını ve Çin'in merkezi ve planlanan güney BRI koridorlarını baltalayacağını öne sürüyordu.

2) İlk kez 1963 yılında Amerikalı mühendisler tarafından önerilen David Ben Gurion Kanalı'nın yeniden canlandırılması. Bu plan, stratejik açıdan değerli Süveyş Kanalı'nı atlayarak Kızıldeniz'den Akdeniz'e kadar yaklaşık 260 km uzunluğunda bir kanalın kazılması için 520 nükleer patlamanın kullanılmasını içeriyordu. 

3) 1999'dan günümüze Gazze kıyısı açıklarında keşfedilen büyük açık deniz petrol ve doğal gaz yataklarının işletilmesi, bu da İsrail'i önde gelen OPEC ülkeleriyle bağları olan dünyanın birincil petrol merkezi haline getirecek. 

IMEEC’İN Hayal Gücü:
ABD kontrolündeki ‘Bunun BRI olmadığına inanamıyorum’ dolandırıcılıklarının uzun ve içler acısı listesi göz önüne alındığında, büyük beğeni toplayan ve ortaya çıktık
tan birkaç saniye sonra dağılan (ör: Build Back Better for for) Dünya, Tek Güneş Tek Dünya Tek Izgara, Mavi Nokta Ağı, Yeşil Küresel Ağ Geçidi, Küresel Yeşil Anlaşma veya Yeşil Kuşak Girişimi), IMEEC'in jeopolitik ıslak hayalperestlerin jeopolitik ıslak hayalperestleri için yapılmış, başlangıç dışı bir ürün olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Batı sadece IMEEC gibi uzun vadeli projelere yatırım yapacak finansal araçlardan yoksun olmakla kalmıyor, aynı zamanda böyle bir mega projeyi inşa etmek için gereken mühendislik becerilerini de kaybetmiş durumda. Bu mükemmel beceriksizlik fırtınası, bu etkileyici projeyi yaşanmaz hale getiriyor...

DAVİD BEN GURİON KANALI PROJESİ HAYALİ
Son haftalarda internette fenomen haline gelen David Ben Gurion kanalının yeniden hayata geçirilmesi ihtimali için bir kelimeyi belirtmekte fayda var ve bazı yanılgıların açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Bu, ilk kez 1963'te ABD Enerji
 Bakanlığı'ndaki mühendisler tarafından önerilmiş (ve 1993'e kadar hızla sınıflandırılmış) olmasına rağmen, son yıllarda bu projeyi yeniden canlandırmak için kurumsal tartışmanın yapıldığına dair hiçbir kanıt yok. 

Birçok çevrimiçi yorumcu projenin Gazze'ye yüzlerce nükleer silah atılması çağrısında bulunduğunu iddia ederken (İsrail'in Gazze'ye nükleer silah atma tehdidinin bu kanalın inşası için bir kılıf olduğunu ima ediyor), asıl mühendislik çalışması yönlendirilmiş patlama kullanan özel olarak tasarlanmış nükleer patlamalar gerektiriyordu Tünel inşaatındaki TNT patlamalarından tamamen farklı olmayan geometriler (birçok kez daha güçlü olmasına rağmen). Bir çöle 'bomba atmak' gibi basit bir kaba kuvvet asla işe yaramaz ve bu yazarın görüşüne göre, teknik beceri, maliyet ve inşaatın gerektirdiği yıllar, projeyi IMEEC kadar olanaksız kılmaktadır.

İsrail'in Süveyş Kanalına alternatif kana açma planı

Büyük İsrail fanatiklerinin sadece Süveyş Kanalı'nın kontrolünü ele geçirmek istemeleri daha olası görünüyor (tabii ki Mısır'la bir savaş kışkırtılabilir sonra) ve bu nedenle 1963 kanalının inşası seçilmişlerin (insanların) kafasında yersizdir.
Selman Zebil Antalya

 

19 Ocak 2024 Cuma

KONYA-AKSARAY YOLU ÜZERİNDEKİ SULTANHANI ve OBRUK HANI TARİHÇESİ

 


KONYA-AKSARAY YOLU ÜZERİNDE BULUNAN OBRUK HANI ve SULTAN HANI

Obruk Han’ı, Konya-Aksaray Yolu Üzerinde Bulunan Konya’nın Obruk Köyü Girişindedir.

Kuzeydoğu güneybatı yönünde uzanan dikdörtgen planlı bir oturum alanı üzerine inşa edilen han, güneybatı kanadında yer alan avlu ve kuzeydoğu kanadındaki kapalı/barınak bölümünden oluşur. Güneybatı cephesinin ortasında dışa taşkın bir kütle olarak yükselen taç̧ kapı, üst çerçevesi üzerindeki eklemeler ile bir kale kapısı görünümünde tasarlanmıştır; cephenin köselerinde prizmatik birer kule yer alır.

Taçkapının sivri kemerli kapı açıklığının irtibatlandığı sivri beşik tonoz örtülü̈ derin bir giriş̧ eyvanı vasıtasıyla dahil olunan dikdörtgen planlı avlu, iki uzun kenarı boyunca ve karşılıklı olarak yerleştirilmiş̧ mekânlarla çevrili durumdadır. Avluyu kuzey kenarı boyunca sınırlandıran dikdörtgen planlı müstakil beş̧ mekân, sivri beşik tonozlarla örtülü̈ ve avluya sivri kemer gözleri halinde acılan eyvanlardan ibarettir; avlunun güney kenarını ise sivri kemerlerle birbiriyle bağlantılı ve sivri kemerli beş̧ göz halinde avluya acılan mekânların oluşturduğu bir revak kurulusu sınırlandırmaktadır.

 Avlunun batı kanadı fevkani bir kuruluştur; zemin kat, taç kapının irtibatlandığı giriş̧ eyvanının iki kanadındaki sivri beşik tonoz örtülü̈ ve simetrik düzende ikişer odadan müteşekkildir. Hâlihazırda hayli harap olmuş̧ durumdaki birinci kata, geçmişte, giriş̧ eyvanının avluya bakan kapısına bitişik bir merdivenle çıkıldığı anlaşılmaktadır.

Söz konusu katta, bir kapı açıklığıyla dahil olunan ve birbirine iç kapılarla bağlantılı dört müstakil odanın yer aldığı anlaşılmaktadır. Odalar dikdörtgen planlı ve sivri beşik tonozlarla örtülüdür. Güney kanatta yer alan odanın kıble duvarındaki mihrap inişi, geçmişte mescit olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır.

 

 

Avlunun batı kanadında yer alan ve hayli harap durumdaki kapalı/barınak bölümünün, derinlemesine doğrultuda yerleştirilmiş kare planlı ayaklarla beş̧ sahna taksim edilmiştir; sivri beşik tonozla örtülü̈ olduğu anlaşılan orta sahanı daha geniştir. Hanın inşaatında düzgün kesme ve kaba yonulmuş taşlar kullanılmıştır; duvar örgüsü̈ arasında yoğun olarak antik ve Bizans dönemine alt devşirme taşlar da kullanılmıştır. Hanın inşa kitabesi yoktur; Selçuklu cağında ve 13. yüzyılda inşa edildiği kabul edilir. Selcuklumirasi.com

Aksaray Sınırları İçerinde Bulunan Sultan Hanı

Konya-Aksaray yolu üzerinde bulunan Sultanhan’ı Aksaray ilinin Sultanhanı Kasabası'ndadır. Han 1229 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılmıştır. 1278 yılında ise Anadolu Selçuklu Sultanı 2. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından genişletilmiştir. Yazlık kısmının geometrik şekillerle süslenmiş muhteşem bir giriş kapısı vardır. Han içinde bulunan tüm yapı, özellikleri itibariyle Sivas’taki Gök Medreseye benzemektedir.

Sivri kemerin hemen altında Elminnetül Lillah (Güç Allah'ındır) duası yazılıdır. Kervansarayın ilk kitabesinde kademeli çıkıntıların olduğu basamaklı çatma tavandan oluşan kubbe ile dış kapı nişini çeviren süs kemerinin iki tarafında altıgen madalyonlar içinde sağda ve solda yer almaktadır. Uzun bir dehlizden geçtikten sonra avluya varılır. Burada arabalara mahsus revak şeklinde yerler, sol tarafında ise kemerli ve yolculara mahsus odalar, salonlar, iki hamam ve ambarlar vardır. Avlunun ortasında dört kemer üzerine dayanmış bir mescit bulunmaktadır.

Bu mescit Selçuklu süsleme sanatını en güzel örneklerinden birini sergilemektedir. Yazlık kısmın sonunda, batı duvarında tezyinat (süsleme) bakımından giriş ana kapısından geri kalmayan bir ana kapısı vardır. Bunun da dış ana kapında olduğu gibi sağında solunda birer niş bulunmaktadır. Kitabe kemer ve nişlerin üzerindedir.

Basık kemerli bir kapıdan girilince kışlık kısma geçilir. Üstü tonozla örtülü bu kısmı kare kasetli dört kısa, sekizer ayak dizisi, beş sahana ayırmaktadır. Ortadaki sahan diğerlerinden daha büyük ve geniştir. Tam ortadaki yerin yukarısı pandantiflerle sekiz kenarlı kasnağa oturan bir kubbe ile örtülmüştür. İçeriyi kubbe feneri ile duvarının sağına ve soluna dörder, dip deki duvarda ise, üç olmak üzere yukarılara açılmış mazgal biçiminde iki pencere aydınlatmaktadır. Bunlardan başka ışık ve hava alacak yeri yoktur. Çok sağlam durumdaki iç portal da kuvvetli rölyefler halinde geometrik yıldız geçmeler ve rozetlerle işlenmiştir. Karatayhan'ın iç giriş kapısı bunu örnek alarak aynen tekrarlanmıştır. Bu iki giriş kapısı Alaaddin Keykubat zamanında, hol kısımlarıyla birlikte tamamlandığına bir işarettir. Mukarnaslı tromplar üzerine oturan kubbe, süslemeleriyle holdeki sade taş minareyi canlandırır. Kubbenin külahı yıkılmıştır. Aksaray İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü http://xn--kltrportali-thbc.com/ Tuncer Arpacı Arkeoloji Türkiye

10 Ocak 2024 Çarşamba

ARNOLD JOSEPH TOYNBEE (İngiliz)




Arnold Joseph Toynbee (1889-1975)

Arnold Joseph Toynbee
Toybee, yazdığı 
“A Study of History” (Tarih Bilinci) adlı kitabında Türkler hakkında şöyle der: “Güney Müslümanlığı Eşarilik (Fastan Arabistan’a kadar) bizim için tehlike olmaktan çıkmıştır. Bir şeyh satın alır, hepsini yönetirsiniz. Bizim için Kuzey Müslümanlığı, Maturidilik (Türkistanlı İmam Maturidi düşüncesi) İstanbul’dan Buhara’ya kadar Türk bölgesi tehlikelidir. Bunlar bilimle barışıktır. O nedenle her zaman Atatürk gibi asi çıkartabilir. Önlemi şimdiden alınmalıdır.” Diyerek İngilizleri uyarmaktadır.

İngiliz tarihçi. Tarihin konusunun kültürler olduğunu söyleyen, kültürlerin ise dinamik yapılar olup, özelliklerini yaratıcı kişilerden aldığı, dolayısıyla tarihin kültürler hakkında olumlu ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunmak yerine, kültürleri anlamaya çalışması gerektiği düşüncesiyle seçkinleşen tarih felsefecisidir. (*)

Arnold Joseph Toynbee’nin Yaşamı...
14 Nisan 1889'da Londra'da dünyaya geldi. Winchester, Balliol Koleji ve daha sonraları öğretim kadrosu içinde yer alacağı Oxford'da eğitim gördü. Birinci Dünya Savaşı çıktığında ülkesinin edebiyatçılarından birçoğu gibi o da savaş bakanlığına bağlı propaganda bürosunda çalıştırıldı. Bu esnada birçok propaganda eserine imzasını attı. Bunların arasında o zamanlar Britanya İmparatorluğu ile harp halinde bulunan Türkiye'yi karalayan mavi kitap ve benzeri kitaplar da bulunmaktaydı.

Yazdığı Kitabın değişik kapakları
Daha sonraları, Londra Üniversitesi'ndeki Bizans ve Modern Yunan Dili, Edebiyatı ve Tarihi üzerine Koraís kürsüsünün kurucu profesörü olarak göreve başladı. 1921 yılında, mevcut görevinden izin alarak “Manchester Guardian” adına Anadolu'daki Türk-Yunan savaşını yerinde izledi ve Yunan birliklerinin giriştiği vahşet hareketlerini bu gazetenin okurlarına aktardı.

Dönüşünde, Türkiye’de ve Yunanistan’da Batı Meselesi adlı eserini kaleme aldı. Bu kitap Mustafa Kemal önderliğindeki Millî Türk Ordusunun Yunan kuvvetlerini bozguna uğratmalarının hemen öncesinde, 1922 yılının yazında yayınlandı. Toynbee’nin bu yazıları ve Türklerin davasına karşı giderek artan sempatisi Koraís kürsüsünün finansmanına katkıda bulunan Yunan hükümetinin ve destekçilerinin tepkisini çekti. Baskı ve suçlamalardan bunalan Toynbee 1924 yılında kürsüden ayrıldı. Daha sonra, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsünde 1955 yılında emekli oluncaya dek çalışacak ve önemli eserlerini bu kurumda kaleme alacaktı 22 Ekim 1975'te öldü.

Eserlerinin özellikleri...
Tarihçinin insan türünün birtakım temel bölümlerinin yaşamlarını ele aldığını, toplum denen söz konusu varlıkları seçip incelediğini dile getiren Toynbee, tarih araştırmacısının toplumlar arasındaki ilişkileri yalnızca belli kavram ve kategoriler altında incelediğini savunur.

Kendisi bilhassa Yunan ve Doğu Medeniyetleri üzerine önde gelen tarihçilerden biri olup eserlerinde ehliyetli bir bilim adamı tarafından yapılan yüksek kaliteli yorumların ağırlığı hissedilir. Ufkunun genişliği ve anlatım gücü, dünya tarihini 26 medeniyete bölerek, yükseliş ve çöküşlerini “tehlikelerle yüz yüze gelme ve bunlara cevap verme” dönemlerine göre analiz ettiği, en önemli eseri olan, on iki ciltlik. 2 cilt halinde ilk olarak 1947 ve 1957'de yayınlanan “A Study of History” (Tarih Bilinci) adlı yapıtında da görülmektedir. Selman ZEBİL Ocak 2024

(*) Arnold Toynbee. “Encyclopædia Britannica”, 2009 tarihi.

9 Aralık 2023 Cumartesi

OSMANLI DEVLETİ ARMALARI İLK KEZ 1857'DE İNGİLİZLER TASARLAR

 

Osmanlı Devlet Armasının İngiliz Kraliçesi Viktorya'nın Emriyle 1857'de Tasarlandığını Bilmiyor muydunuz? 

Konuya girmeden önce...
Bu ülke halkının tarih okumadan, tarih bilgisini söylentilerden oluşturan halk, ezbere dayalı, beyninde değişmeyen masalımsı bilgilerle gerçek tarihi bilgilerden uzak kalmaktadır. Bir toplum olarak tarihin acı tatlı günlerinden geçmiş atalarının tarihi konusunda bir gerçek bilgi birikiminin yok denecek kadar azlığı; sorgulamayı ve araştırmayı bilmeyen nesiller ancak tarihi doğrudan değil, ancak dolaylı söylence kültüründen yalanlarla, yanlışlarla bezenmiş hikayelerden öğrenirler.

Osmanlı armasındaki hangi sembol neyi anlatıyor?
Dr. Selman Can’ın anlattığı Osmanlı araması düşüncesinin Osmanlı ile Rusyalar arasında başlayan Kırım Savaşı sırasında ortaya çıktığını anlatıyor. Dr. Can'ın verdiği bilgilere göre, bu dönemde İngiltere, Osmanlı ile yakın ilişkiler kurmaya çalışıyordu. Fransa'nın Sultan Abdülmecid'e verdiği “Legion” nişanı İngiltere'yi harekete geçirerek,

Yarış içinde rol kapmak için olsa gerek, İngiltere Kraliçesi Victoria, Fransa'nın verdiği nişana karşılık olarak Kasım 1856'da “Dizbağı Nişanı” adıyla Osmanlı Sultanına sundu. Dr. Can, İngilizlerin sunduğu “Osmanlı arması” ile ilgili şöyle diyordu: "Böylece Sultan Abdülmecid, ‘Dizbağı Nişanı’ sahibi oldu. (1)

Osmanlı armalarında otuz ayrı semboller bulunmaktadır...
Prens Charles Young adlı bir İngiliz tarafından tasarlanan Osmanlı armasında; güneş, 2. Abdülhamit'in tuğrası, sorguçlu serpuş, kalkan, sancak, mızrak, top, kılıç, borazan, yay, çapa, hilafet sancağı, Kur'an-ı Kerim, terazi, kılıç, süngülü tüfek, şefkat nişanı, Mecidi nişanı, nişan-ı iftihar, nişan-i Osmani gibi 30 ayrı sembol bulunmaktadır.

Kraliçe tarafından Sultan Abdülmecid'e verilmek istenen şövalyelik nişanını aldıktan sonra hükümdarın arması St. George Kilisesi duvarına asılmalıdır ancak Osmanlı'nın bir arması bulunmamaktadır...

30 ayrı sembol içeren armanın en üstünde bulunan
güneş sembolüyle tuğra imparatorluk ve padişahın güneş
gibi ulu olduğunu temsil ediyor, her dönem padişahına göre değişiyor.

Bunlar armanın taşıdığı anlamlardan sadece birkaçı ancak asıl anlatmak istediğimiz konu armanın tarihiyle ilgili. İlginçtir, bu arma Kraliçe Viktorya döneminde, 1867'de tasarlatılıyor ve Sultan Abdülmecid'e hediye ediliyor.

1882'de kabul edilen Osmanlı İmparatorluğu armasının onlarca detayla dolu tasarımına aşinayız.

İngiliz Kraliçesi Victoria
Sonradan değişiklikler yapılıyor ve 1882'de Osmanlı İmparatorluğu'nun simgesi oluyor. İngiliz Sarayında resmi armalar ve bayrakların kullanımından sorumlu Charles George Young'ın tasarladığı bu armanın Osmanlı'ya ulaşma hikayesi de hayli ilginç.

1346'da İngiltere Kral 3. Edward döneminden bu yana düzenlenen “Dizbağı Nişanı” geleneğine göre, nişanı alan kişi ya da hükümdarların armaları Londra'da Windsor Sarayı'nda bulunan Saint George Kilisesi'nin duvarında asılmaktadır. Böylece İngilizlerin yaptığı Osmanlı Devleti arması İngiltere'nin Saint George Kilisesi'ndeki yerini alır. Kraliçe Victoria'nın Charles Young'a tasarlattığı arma, Sultan 2. Abdülhamit döneminde terazi ve silahlar eklenerek son biçimini alır. İngiltere Kralı 3. Edward'dan bu yana sürdürülen “Dizbağı Nişanı” geleneğiyle ile şövalyelik alan ve Hristiyan olmayan ilk kişi Sultan Abdülmecit oluşu.

Aynı nişan kardeşi Sultan Abdülmecid'e Kraliçe Viktorya tarafından verilmek istenir ancak bu törenden sonraki uygulamaya göre nişanı alan hükümdarların arması Windsor Sarayı'nda yer alan St. George Kilisesi duvarına asılacak. Orada Sultan'ın bir arması bulunmamaktadır.

Kraliçe Viktorya'nın emriyle arma Young tarafından tasarlanır.
Tasarım sırasında Young İstanbul'a gelir, ona Mösyö Etienne Pizani eşlik eder.

Tasarımcı padişahlığı temsil eden saltanat kavuğunu, sorgucu, sancağı, tuğrayı ön plana çıkarır, tasarımı tamamlar. Yaklaşık bir yılın ardından tamamlanan arma (görseldeki armanın sonradan güncellenen hali) Osmanlı'nın Londra Sefiri Kostaki'ye teslim edilir, Sultan Abdülmecid de armayı beğenir, böylece Osmanlı arması kilisedeki yerini alır.

Sultan Abdülmecid'in ardından Sultan Abdülaziz'in 756. şövalye olarak nişanı aldığı törenin tablosu George Housman Thomas tarafından da resmediliyor.

İlginç olan; armaya terazi ve silah detayları eklenir ve bugün bildiğimiz imparatorluk arması ortaya çıkar. Şayet Kraliçe Viktorya bu nişanı vermiş olmasaydı, Osmanlı'nın sembolü haline gelen bu arma olmayacaktı. İlginç değil mi?

Osmanlı Devleti ile yakın ilişkiler kurmaya çalışan İngiltere'yi harekete geçirir. İngiltere Kraliçesi Victoria, Fransa'nın verdiği nişana karşılık Kasım 1856'da Dizbağı Nişanı'nı Osmanlı Sultanı'na sunar. 1346'da Kral 3. Edward tarafından ortaya çıkarılan Dizbağı Nişanı'nın geleneğinde şöyle bir uygulama vardır: Nişanı alan kişi ya da hükümdarların armaları Londra'da Windsor Sarayı'nda bulunan Saint George Kilisesi'nin duvarında asılmaktadır.

Ancak Osmanlı Padişahı'nın arması bulunmamaktadır. Bunun üzerine Kraliçe Victoria, Prens Charles Young ismindeki arma uzmanını Osmanlı için arma tasarlamak üzere görevlendirir. İstanbul'a gelerek araştırmalarda bulunan Young'a, Etyen Pizani isminde bir tercüman yardımcı olur.

Arma Sultan Abdülmecid döneminde ortaya çıksa da son halini aldığı vakit 2. Abdülhamit dönemidir.

Osmanlı Sultanı 2. Abdülhamit
Kraliçe Victoria, Prens Charles Young ismindeki arma uzmanını Osmanlı için arma tasarlamak üzere görevlendirir. İstanbul'a gelerek araştırmalarda bulunan Young'a, Etyen Pizani adında bir çevirici yardımcı olur.” İngiliz tasarımcı, padişahlık alameti olan saltanat kavuğunu, sorgucu, ay-yıldızlı sancağı ve tuğrayı ön plana çıkararak bir arma hazırlar. Bir yılda hazırlanan arma, Osmanlı Devleti'nin Londra Sefiri Kostaki'ye teslim edilir. Kostaki tarafından İstanbul'a gönderilen arma çizimlerini Sultan Abdülmecid de beğenir. (1) Bu şekilde oluşan Osmanlı Devleti arması İngiltere'nin Saint George Kilisesi'ndeki yerini alır. Osmanlı nişanının son hali, 17 Nisan 1882'de Sultan 2. Abdülhamid tarafından yürürlüğe konmuştur.
Selman Zebil 9 Aralık 2023

Kaynaklar: 
(1) Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Yard. Doç. Dr. Selman Can, Osmanlı Devleti'nin sembolü haline gelen 'Osmanlı arması' fikrinin İngiltere Kraliçesi Victoria'dan çıktığını söyler.
(2) Kuruluşunun 700. Yılında Osmanlı, Nesa Yayınları, s. 9
I. A. Tyroff, Wappenbuch der regierenden Monarchen Europas (Nürnberg 1846)





9 Kasım 2023 Perşembe

SON 20 YILDIR DÜNYAYI İSTİLA EDEN ÇOK ZARLI BÖÇEKLERE DİKKAT!

KAHVERENGİ KOKARCA BÖCEĞİ (Hemiptera: Pentatomidae)

Dünya’da ve Türkiye'de yeni bir zararlı, istilacı kahverengi kokarca böceği...

Doğu Asya Halyomorpha halys kökenli, tarımsal üretimde önemli ölçüde kayıplara neden olan istilacı tahripkâr ve polifag zararlı bir tür böcektir. Türkiye’de bu kahverengi kokarca böceğin varlığı ilk kez 2017’de görülmüştür. İlk Araştırmalara göre bulunduğu alanların 2018’de belirlenmesi amacıyla sürvey çalışmaları sonucunda Karadeniz ve Marmara Bölgesinde varlık tespitleri yapılmıştır. Bu zararlı böceğin hızlı ayılma özelliği bulunmakta olup, başta fındık olmak üzere elma, armut, turunçgil, şeftali, ceviz, Trabzon hurması, mısır, fasulye, domates, biber, patlıcan gibi ekonomik değeri olan birçok ürün için verim ve kalite kaybı riski oluşturmaktadır.

Bu zarlı kahverengi kokarca böceği, insan sağlığı açısından büyük tehlike oluşturmaktadır. Yaz mevsimi sonunda kışlamak için özellikle evlerdeki sokulgan yerler ve depo gibi korunaklı alanlarda yerleşerek yaza kadar barınırlar.

Hemiptera takımından, pentatomiae ailesinden olan Halyomorpha halys, Carl Stål, 1885
Araştırmacılara göre kahverengi kokarca (Halyomorpha halys) Pentatomidae) ailesinin böceğinin anavatanı Çin, Japonya, Kore Yarımadası ve Tayvan'a özgü bir böcek türü olduğudur.

Bu böcek türü ilk kez Eylül 1998'de Kuzey Amerika-Allentown, Pensilvanya'da görülmüştür. Kahverengi kokarcaların larva ve yetişkinleri, birçok tarımsal ürün de dahil olmak üzere 100'den çok bitki türüne çok zarar vererek beslenmektedir. Bu böcek türünün daha sonraları ise, Amerika Orta Atlantik bölgesindeki elma yetiştiricileri %90’a varan kayıpla milyonlarca dolar zarara uğramalarına neden olmuştur. Sonraları da yayılarak Avrupa ve Güney Amerika'da da çoğalmaya başlamıştır. Kahverengi kokarca böceği Avrupa’da ise elmadan beslenirken ilk kez 1998 kışında İsviçre'nin Zürih kentindeki Çin bahçesinin onarım çalışmaları sırasında görülmüştür.

Kahverengi Kokarca Böceğinin Tanımı
Dişi, bir yaprağın üzerine tek seferde 28 yeşil yumurta bırakır. Yumurtaların rengi zamanla ak renge dönüşür. Kahverengi kokarca böceğinin dişisi sezon boyunca 3.000 yumurta bırakabilmektedir. Bu kahverengi kokarca böceği günde 30 km uçabiliyor ve fındık bitkisinin kökünü 20 günde kurutabilme özelliğine sahiptir. Yetişkin olan kahverengi kokarca böcekleri yaklaşık 1.7 santim uzunluğa ve genişliğe sahip olabilmektedir. Yani, Pentatomoidea üst ailesindeki diğer türler gibi boyunun uzunluğu genişliğinin uzunluğuna eşittir. Üst tarafı koyu kahverengi olan türün alt tarafı kremsi ak-kahverengi renktedir. Dolaysıyla bazı örnekler kırmızı, gri, açık kahverengi, bakır veya siyahın tonlarında da olabilir. Türü diğerlerinden ayıran en önemli özelliği ise üzeri mermerle kaplanmış gibi duran görünümüdür. Ayrıca antenindeki açık renkli çizgiler de ayırt edici özelliklerini taşımaktadır. Bacaklarında soluk beyaz renkte benek veya çizgiler olabilen türün bacakları kahverengidir.

 Kokarcanın skleritleri arasında kırmızı kabuk vardır. Larvalar ilk dönemlerinde ak renk işarete sahip değildir, ancak zamanla siyah antenlerinde beyaz çizgiler oluşur. Larvaların bacakları kara olup, zamanla da ak çizgiler oluşmaya başlar. Larvalar deri değiştirirken kırmızı işaretli soluk beyaz renktedir. Kahverengi kokarca, günde 30 kilometre uçabilir.

Tüm kötü kokulu böcekler gibi, salgı bezleri göğsün alt kısmında, birinci ve ikinci bacak çifti arasındadır. Kur sırasında erkek, bütün kötü kokulu böceklerde olduğu gibi kendi titreşim sinyallerine cevap veren dişi ile iletişim kurmak için feromon ve titreşim sinyalleri yayar. Böcekler sinyalleri birbirlerini tanımak ve bulmak için kullanırlar. Bu türün titreşim sinyalleri düşük frekanslı olmasıyla bilinir. Diğer kötü kokulu böceklere kıyasla bu tür daha uzun süreli sinyaller yayar. Titreşim sinyalinin uzunluğunun önemi henüz belli değildir.

Kahverengi kokarca böceği, diğer yarım kanatlılar gibi bitkileri emmek için hortumunu kullanır. Kahverengi kokarcanın beslendiği meyvelerin dış yüzeyinde nekroz alanları veya çukurlu bölgeler oluşabileceği gibi, yapraklarda benekler ortaya çıkabilir. Ayrıca tohum kaybı ve bitki patojenlerinin bulaşmasına da sebep olabilen bu tür, meyve ve sebzelere zarar veren bir haşeredir. Tür, Japonya'da soya fasulyesi ve meyve veren bitkilere de zarar vermektedir. Türün ABD'de mayıs ayının sonları ve haziran ayının başlarında şeftali, elma, yeşil fasulye, soya fasulyesi, kiraz, ahududu ve armut gibi birçok bitkiye zarar verdiği rapor edilmiştir.

Kokarca böceği, Çin'in Pekin’den ithal edilen çatı kiremitleriyle İsviçre'ye gelmiş olan bu böcekler çoğalarak Avrupa'da kısa sürede çoğalarak yayılmıştır. Güney Almanya'da ise ilk kez 2011'de Konstanz'da görülmüştür. Daha sonra sırayla İtalya’da 2012’de, Avusturya’da 2016’dan sonra görülmeye başlamıştır.

Rusya’dan, Balkanlar ve Gürcistan'dan Türkiye'ye yayılması. Tür Türkiye'de ilk kez İstanbul'dan Levent’te Eylül 2017'de görülmüş ve kaydedilmiştir. Daha sonra da Artvin’de Ekim 2017'de görülmüştür. Zaman içerisinde Doğu Karadeniz illerine yayıldığı, fındık üretimine zararlar verdiği ve 2018'de Sakarya'nın Hendek ilçesinde görülüştür. Ocak 2020’ye gelindiğinde ise, bu böcek Artvin, Rize, Trabzon, Giresun, Samsun ve Yalova illeri yanında 8 ildeki 46 ilçede görülmüştür. Türkiye'de özellikle fındık bitkisine zarar veren kahverengi kokarca, 2017'de 200 milyon, 2018'de 300 milyon, 2019'da ise yaklaşık 500 milyon dolarlık zarara neden olmuştur. 2019'da Karadeniz Tarımsal Araştırmalar Enstitüsü bu türü yakalamak için Artvin'de 450 feromon tuzak kurmuştur. Prof. Dr. Celal Tuncer'e göre, Artvin'deki fındıkların %20'sinin hasarlı olmasına neden olan bu türün fındıktaki kalite ve verimi yüzde 50 düşürmesi beklenmektedir.

Evlerde ve yapılarda kış uykusuna yatıp barınmaları...
Bu kahverengi kokarca böceği diğer ailelerine kıyasla sonbaharda insan yaşama alanları evleri istila etme olasılığı çok daha yüksektir. Kışa doğru böcek, sonbaharda binanın içine girerek kışı orada geçirebiliyor. Araştırmalar göre, bir evde 26.000'in üzerinde kahverengi kokarca böceği bulunmuştur. Bu böceğin yetişkinleri birkaç aydan bir yıla kadar yaşayabilirler. Bina cephesinin içine, alt yüzeylere, pencere ve kapı çerçevelerine, bacalara veya girebilecekleri kadar büyük olan yerlere giriyorlar, oralarda kış uykusuna yatıp kışı geçirene kadar barınıyorlar. Ancak barındıkları yeri evin sıcaklığı olduğu zaman bu böcekler, evin içindeki sıcaklık armasından dolayı böcekler ev ışık kaynaklarının dolaylarında uçarak dolaşabiliyorlar.

SELMAN ZEBİL  9 kasım 2023

Kaynakçalar:
Skip Navigation Links Artvin İl Tarım ve Orman Müdürlüğü
Vikipedi, özgür ansiklopedi
1- "Karadeniz'de 'kahverengi kokarca' böceği tehlikesi". sabah.com.tr. 18 Şubat 2019.
2- B. Çerçi, & Ö. Koçak, 2017. Further contribution to the Heteroptera (Hemiptera) fauna of Turkey with a new synonymy. Acta Biologica Turcica, 30(4): 121-127". 22 Ekim 2017.3- Ali Güncan; Ebru Gümüş, (2019/01). "Brown Marmorated Stink Bug, Halyomorpha halys (StåL, 1855) (Hemiptera: Heteroptera, Pentatomidae), a New and Important Pest in Turkey”. Entomological News. 128 (2): 204-210.4- "Batı Karadeniz'de ana vatanı Asya olan kahverengi kokarca alarmı". tgrthaber.com.tr. 6 Mayıs 2020.
5- Aylin Rana Aydın (29 Ocak 2020). "Kokarcaya karşı samuray". milliyet.com.tr.
6- "Fındıkta 'kahverengi-yeşil kokarca' tehdidi". sozcu.com.tr. 21 Mart 2019.
7- “Karadeniz'de 1 milyar dolar 'kahverengi kokarca' zararı". cnnturk.com. 29 Ocak 2020.
8- “Fındığa 'kahverengi kokarca' tehdidi". cnnturk.com. 25 Haziran 2019.
9- “Karadeniz'de yeni tehlike: Kahverengi kokarca". sozcu.com.tr. 29 Ocak 2020.
10- İsmail Oğuz Özdemir ve Celal Tuncer, 2021, c.: 4 Sayı: 2, 58-67.
11- Wermelinger, Beat; Denise Wyniger; Beat Forster. 2008. First records of an invasive bug in Europe: Halyomorpha halys Stål (Heteroptera: Pentatomidae), a new pest on woody ornamentals and fruit trees? Mitteilungen der Schweizerischen Entomologischen Gesellschaft: Bulletin de la Société Entomologique Suisse 81: 1–8.
12- Arşivlenmiş kopya" (PDF). 4 Mart 2016 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi. Erişim tarihi: 25 Temmuz 2020.
13- Kötü kokulu böcekler bilgi sayfası1 Haziran 2009. “(kahverengi kokarca böceği” ile ilgili Penn State Fact Sheet)
14- UF / IFAS Özellikli Canlılar Web sitesinde kahverengi kokarca böceği 12 Kasım 2019
15- Oregon Eyalet Üniversitesi'nde kahverengi kokarca böceği 9 Mayıs 2020
16- Kahverengi kokarca böceği 25 Temmuz 2020, (Yeni Zelanda Temel Endüstriler Bakanlığı bilgi formu)
17- StopBMSB.org 24 Temmuz 2020 -ABD Gıda ve Tarım Enstitüsü, ABD Tarım Bakanlığı, Kahverengi kokarca böceği yönetimi bilgi.






28 Ekim 2023 Cumartesi

İSLAM DÜNYASININ FİLOZOF-BİLİM İNSANI EBUBEKİR RAZİ

 


Ebu Bekir Razi (M.S.864-930)
İslam düşünce tarihinde hekim-filozof tipinin olduğu kadar doğacı, felsefenin de en başarılı temsilcisi Ebu Bekir Muhammed Bin Zekeriya el-Razi, 864-65 yılında İran'ın Rey kentinde dünyaya geldi Gençlik yıllarında müzik, matematik, astronomi, kimya, felsefe ve tıp bilimleri ile ilgilenmiştir. Hekimliğe karşı duyduğu ilgi sonucu tıp eğitimine yönelmiştir. Hekimlik akanında çalışmaları ve bu alanda çalışkanlığı ile halk arasında ün kazanmış olan Ebu Bekir Razi Rey kenti hastanesine başhekim olarak görev üstlenmiştir. Tıp eğitimi üzerinde çalışmalar yapmış başarılı olmuş, başarılarından dolayı, dönemin en ünlü hastanelerinden olan Bağdat hastanesine başhekim olarak atanmıştır. Yaşamının büyük bir bölümünü bu kentte geçiren Ebu Bekir Razi, M.S.930’da bu kentte yaşama gözlerini yumdu.

Çalışmalarının büyük bir kısmı tıp üzerine olan Ebu Bekir Razi’nin en ünlü yapıtı "El Hevi” (Liber Continens) olmaktadır. Tıp üzerine olan yapıtı, hastalıkların teşhis ve tedavisi üzerine yazılmış olup, döneminin en geniş medikal ansiklopedisidir. (*)

El Razi'nin en önemli çalışması ise çiçek ve suçiçeği hastalıkları üzerine yazdığı araştırmalarıdır. "Liber de Pestilentia" adlı yapıtında bu iki hastalığı da ayrıntılı biçimde tanımlamış ve bu iki hastalığın ayırıcı tanısını yapmıştır. 18. Yüzyıla kadar birçok tıp fakültelerinde okutulmuş yapıtları olan Ebu Bekir El Razi’ye 1970 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından çiçek ve suçiçeği hastalıkları üzerine özgün çalışmalarından dolayı şükran ödülü ile ödüllendirilmiştir.

(*) Sosyolog Ömer Yıldırım Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

Ebu Bekir Razi’nin Felsefesi
Düşünce tarihinde bir filozof için temel sorun “bir” ile “çok” ya da ezeli olanla sonradan olan, değişmeyenle değişen varlık arasındaki ilişkiyi makul bir sistem halinde temellendirmektir. Razi, Tanrı-varlık arasındaki ilişkisini ve kozmik varlığın ortaya çıkışını beş ezeli ilke: Tanrı (el- kudemaü’l-hamse) adını verdiği sistem ile açıklamaktadır. Bu beş ezeli ilke; Tanrı (yaratıcı ya da el-bari), Nefis (külli nefis), mekân ve madde! Başlangıçta bu beş varlık aynı anda mevcuttu ve bu hareket söz konusu değildi. Nefis, maddeyle birlikte olmaya yönelik aşırı arzusuna yenik düşmüş ve böylece hareket başlamış, ancak bu düzensiz bir şekilde olmuştur.

Tanrı merhamet sahibi olduğundan Nefs’e ve âleme merhamet etmiştir. Nefs’e aklı bahşederek ona kendi hatasını anlama ve düzensiz hareketi düzenleme imkânı sağlamıştır. O dünyadaki kötülüğün Tanrı’dan değil Nefs’in maddeyle kurduğu ilişkiden kaynaklandığı söyler. Razi’ye göre bu dünyanın kirinden, pasından arınmayı sağlayacak olan din değil felsefedir. Razi Kindi’nin benimsediği gibi yoktan ve zaman içinde yaratmayı hiçbir şekilde kabul etmemektedir.

Razi metafiziğin omurgasını oluşturan bu bağ ezeli ilke ve onun bu yöndeki görüşlerini sergilediği “el-İlmü’lilahi” adlı çalışması, İslam düşüncesi tarihinde en çok eleştiri olan ve üzerine en fazla reddiye yazılan eserlerdendir. Filozofa yapılan itirazlar Allah’tan başka ezeli varlık kabul ettiği, sistemin kendi içinde çelişkiler barındırdığı ve bu sistemin orijinal olmayıp Sokrat öncesi filozoflarından ya da Harranlı Sabiiler’den veya Maniheist’lerden alınmış olduğu şeklindendir. İsmaili yazarların onunla tartışma halinde olması dikkate değer. İsmaililerin Razi’nin takındığı tutuma karşı hücumlarının bağlıca konuları şunlardır: zaman, tabiat, ruh ve peygamberlik. Karşı çıkışları her şeyden önce Razi’nin felsefesinin en belirleyici savını, beş ebedi ilkenin benimsenişini hedef alır. Razi, uyumuş ruhları uyandırılma görevinin filozoflara ait olduğunu söylerken, İsmaililer, bu ruhların uyarılması görevinin filozofların gücü üzerinde olduğu yanıtını verirler.

El-İlmü’l-ilahi adlı eserinde yapılan alıntıları ve özet metinleri Paul Kraus tarafından Resa’il felsefiye başlığı altında yayımlanmıştır. (Kahire 1939)

Ebu Bekir Razi'nin Varlık Felsefesi Anlayışı
Yaratıcı bir Tanrıya inandığı halde peygamberliği ve dini kabul etmeyen Razi’ye göre Allah’ın verdiği akıl gücü ve adalet duygusu sayesinde insan, peygamberin ya da herhangi bir ruhaninin aracılığıyla gerek kalmadan kendi yolunu kendisi bulabilir.

Allah’ın insanlar arasından peygamber veya ruhani bir şahsiyeti üstün niteliklere donatarak imtiyazlı kılması ve insanlara mürşit olarak göndermesi O’nun hikmet, adalet ve merhametiyle bağdaşmayan bir durumdur. İnsanlar akıl ve diğer nitelikleri açısından eşit yaratılmıştır, üstün niteliklerle donatılmış imtiyazlı birinin varlığı bu eşitliği bozar. Ayrıca filozof tarih boyunca devam eden savaşların din farklılığından ileri geldiğini, dolayısıyla insanlığı kurtarma iddiasıyla ortaya çıkan peygamberlerin insanlığın felaketini hazırladığını ileri sürmektedir. Bu düşünceleri nedeniyle hiçbir dini olguyu eleştirmekten çekinmez. Ayrıca mucizenin kehanetten, Kur’an’daki icazın sanat değeri yüksek bir şiirden farklı olmadığını söyler. Kısaca Razi'ye göre Yüce Allah’a en yakın olan kul en bilgin, en adil, en merhametli ve en şefkatli olandır. Bütün filozoflar,” Felsefe insanın gücü yettiği ölçüde Allah’a benzemesidir” sözüyle bunu anlatmak istemiştir. (es-Siretü’l-felsefiyye)

“Bir, değişmeyen, ezelî” olan ile “çok, değişen ve sonradan” olan varlık arasındaki ilişkinin tutarlı ve anlaşılabilir bir yaklaşımla temellendirilmesi hususu, düşünce tarihi boyunca varlık sorunun önemli bir boyutu olarak daima filozofların gündeminde yer almıştır.

Kısaca “Tanrı-âlem ilişkisi” adıyla anılan sorunu Kindî “yoktan yaratma” telakkisini felsefi zeminde temellendirmek şeklinde ele alırken, Fârâbî ve İbn Sînâ “sudûr yahut kozmolojik akıllar” teorisiyle bu ilişkiyi açıklamaya çalışmışlar, İbn Rüşd ise tartışmaya “sürekli yaratma” teziyle katılmıştır.

İnsanoğlu gerek fizik dünyada gerekse toplum hayatında karşı karşıya kaldığı doğal afetler, savaşlar, haksızlıklar, kıtlıklar, hastalıklar vb. türlü olumsuzlukların nedeni üzerinde düşünmekten kendini alamaz. İlk bakışta her olumsuzluğun bir nedeni bulunabilirse de bu durumun mutlak iyi, âdil, hikmet ve kudret sahibi bir Tanrı’nın var olduğu ve olup biten her şeyin gerçek yaratıcısının o olduğu inancıyla nasıl bağdaştırılacağı konusu. “Kötülük problemi ve teodise” başlığı altında bir felsefe sorunu olarak daima filozofların gündeminde kalmış ve ateist düşünürlerin kanıtları arasında yer almıştır. (Razi, 1939: 220-225).

Düşünce tarihinde bir filozof için temel sorun “bir” ile “çok” ya da ezeli olanla sonradan olan, değişmeyenle değişen varlık arasındaki ilişkiyi makul bir sistem halinde temellendirmektir.

Ebu Bekir Razi, Tanrı-varlık arasındaki ilişkisini ve kozmik varlığın ortaya çıkışını beş ezeli ilke: Tanrı (el-Kudemaü’l-Hamse) adını verdiği sistem ile açıklamaktadır. Bu beş ezeli ilke; Tanrı (yaratıcı ya da el-bari), Nefs (külli nefis), zaman (dehr), mekân ve madde (heyula) dir. Başlangıçta bu beş varlık aynı anda mevcuttu ve bu hareket söz konusu değildi. Nefis, maddeyle birlikte olmaya yönelik aşırı arzusuna yenik düşmüş ve böylece hareket başlamış, ancak bu düzensiz bir şekilde olmuştur. Tanrı merhamet sahibi olduğundan Nefis’e ve âleme merhamet etmiştir. Nefs’e aklı bahşederek ona kendi hatasını anlama ve düzensiz hareketi düzenleme imkânı sağlamıştır. O dünyadaki kötülüğün Tanrı’dan değil Nefs’in maddeyle kurduğu ilişkiden kaynaklandığı söyler.

Razi’ye göre bu dünyanın kirinden, pasından arınmayı sağlayacak olan din değil felsefedir.
Razi metafiziğin omurgasını oluşturan bu beş ezeli ilke ve onun bu yöndeki görüşlerini sergilediği “el-İlmü’lilahi” adlı yapıtı, İslam düşüncesi tarihinde en çok eleştiri olan ve bunun üzerine en çok reddedilen yapıtı olmaktadır. Filozofa yapılan itirazlar Allah’tan başka ezeli varlık kabul ettiği, sistemin kendi içinde çelişkiler barındırdığı ve bu sistemin orijinal olmayıp Sokrat öncesi filozoflarından ya da Harranlı Sabiiler’den veya Maniheist’lerden alınmış olduğu şeklinde iddialardandır. Ancak bu konuda Ebu Bekir Razi ile İsmaili yazarların tartışma halinde olurlar. Yani, İsmaililerin Ebu Bekir Razi’nin bu görüşlerine karşı saldırılarının başlıca nedeni şunlardır: “zaman, tabiat, ruh ve peygamberlik.” Karşı çıkışları her şeyden önce Razi’nin felsefesinin en belirleyici savının, beş ebedi ilkenin benimsenişini hedef alır. Razi’ye göre, “uyumuş ruhları uyandırılma görevinin filozoflara ait” olduğu tezine karşı İsmaililer ise, “bu ruhların uyarılması görevinin filozofların gücünü aştığına dair” görüştedirler.

El-İlmü’l-ilahi adlı yapıtındaki alıntıları ve özet metinleri Paul Kraus “Resa’il Felsefiye” başlığı altında yayımlanmıştır. (Kahire 1939)

Tabiat Felsefesi ve Ebu Razi’de Deist Duruş
Doğadaki her çeşit oluşum, gelişim ve değişimi teorik düzeyde temellendirmeye çalışan ve tabiiyyun (natüralistler) olarak bilinen bu felsefe akımının kurucusu Razi’dir. Yani, deist bir filozof olan Razi aynı zamanda koyu bir rasyonalisttir. Çalışmalarında gözlem, deney ve tümevarım yöntemini başarıyla uygulamıştır. Razi, yapısı gereği maddenin dinamik olarak hareket etme gücüne sahip olduğunu savunmuş ve bu konudaki düşüncelerini İnneli’l-cismi hareketini zatih ve inne’l-hareke mebde’ün tabi’iyye adlı eserinde temellendirmeye çalışmıştır. Ayrıca tabiat ve tabiat olaylarının yorumu üzerine otuz iki eser kaleme almış, fakat bunların çoğu güzümüze ulaşmamıştır.

Evcilleşmiş ve Yabani Hayvanlar
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri de düşünme, yorumlama ve bilinenlerden bilinmezi bulma ve yeni durumlar yaratma yetisi olduğuna göre, acaba, insanın sosyal ve zihni yapısında da böyle bir ıslah, bunaklık körelme vardır.

Sığır türü doğanın en yabani ve en saldırgan türlerinden biridir…

Yabani bir boğanın karşısına çıkabilen pek az canlı bulunur; son derece saldırgandır ve özgür yaşamaya uygun bir hayvandır. Ancak insanlar, bunların saldırganlarını öldürmüş, daha sakin ve itaatkâr olanları yanlarında barındırmış ve üremelerine izin vermişlerdir. Sonunda doğanın o görkemli hayvanı, akşam sabah memesi ellenen, sırtına yük vurulan, toprağı sürmeye zorlanan öküze dönüşmüştür.

Köpek, bilgilerimize göre evrimsel gelişimine çok daha küçük vücutlu olarak başlamış; çok da saldırgan bir tür değilmiş keza kurtlar gibi özgür bir doğası da varmış. Ancak insan soyu onları birilerini üzerine saldırtmak için bu yönde seçmeye başlayınca son derece saldırgan bir soy ortaya çıkmış; bu saldırganlığın denetimini kolaylaştırma için itaat edenleri, ne olursa olsun sadakatle bağlananları da seçince bugün bildiğimiz köpekler ortaya çıkmış.

Ebu Bekir Razi’nin Din Anlayışı ve İlk Deizm Düşünceleri
Yaratıcı bir Tanrıya inandığı halde peygamberliği ve dini kabul etmeyen Razi’ye göre Allah’ın verdiği akıl gücü ve adalet duygusu sayesinde insan, peygamberin ya da herhangi bir ruhaninin aracılığıyla gerek kalmadan kendi yolunu kendisi bulabilir. Allah’ın insanlar arasından peygamber veya ruhani bir şahsiyeti üstün niteliklere donatarak imtiyazlı kılması ve insanlara mürşit olarak göndermesi O’nun hikmet, adalet ve merhametiyle bağdaşmayan bir durumdur. İnsanlar akıl ve diğer nitelikleri açısından eşit yaratılmıştır, üstün niteliklerle donatılmış imtiyazlı birinin varlığı bu eşitliği bozar. Ayrıca filozof tarih boyunca devam eden savaşların din farklılığından ileri geldiğini, dolayısıyla insanlığı kurtarma iddiasıyla ortaya çıkan peygamberlerin insanlığın felaketini hazırladığını ileri sürmektedir. Bu düşünceleri nedeniyle hiçbir dini olguyu eleştirmekten çekinmez. Ayrıca mucizenin kehanetten, Kur’an’daki icazın sanat diğeri yüksek bir şiirden farklı olmadığını söyler. Kısaca Razi ‘ye göre Yüce Allah’a en yakın olan kul en bilgin, en adil, en merhametli ve en şefkatli olandır. Bütün filozoflar,” Felsefe insanın gücü yettiği ölçüde Allah’a benzemesidir” sözüyle bunu anlatmak istemiştir. (es-Siretü’l-felsefiyye)

El Razi şöyle düşünür: “Bir, değişmeyen, ezel olan” ile çok, değişen ve sonradan olan” varlık arasındaki ilişkiyi anlaşılabilir tutarlıkla yaklaşım göstermektedir. Özgün düşüncesini öne sürmüş ve tarihi boyunca “varlık” sorunu filozofların gündeminden düşmemiştir.

Dünyada İlk Deist Ebu Bekir Razi
Ebu Bekir Razi ve felsefesin de beş ezelî ilke (el-kudemau’l-hamse) konu edilir ve adını verdiği sistemin kendisine özgü olduğunu, Harran’lı Sabii ve Antik Yunan düşüncelerinden esinlendiği iddialara karşı açıklamalar yapmaya çalışır. Yapıtı, “Ebû Hâtim er-Râzî, 2003: 88” de sistemin temel unsurları “Yaratıcı” (el-bari), “nefis” (külli nefis), “heyulâ” (şekilsiz ilk madde), “hâlâ” (boşluk, mutlak mekân) ve “dehr” (mutlak zaman) olarak belirtir. Bunların her birini ezelî saymakla birlikte aralarında derece ve mahiyet farkı gözeten filozofa göre yaratıcı ile nefis aktif, heyulâ pasif, hâlâ ve dehr ise ne aktif ne de pasiftir (Bedevî, 1990: 56; Kaya, 2007: 479).

Ebu Bekir Razi’ye göre, ilk olarak Yaratıcı (Bari) bu düzen ve tertibin gerisinde mutlak akıl ve kusursuz hikmet sahibi; âdil ve merhametli, bilgi, irade ve kudretiyle her şeyi kuşatan ezelî bir yaratıcı Tanrı vardır. Yaratıcı ilke olan Tanrı hiçbir zorunluluk olmaksızın âlemi yaratmışsa da yaratma anının belirlenmesi bir başka ezelî ilkenin bulunmasını gerektirmiştir ki bu ezelî ilke küllî nefistir (Razi, 1939: 282-284).

Ebu Bekir Razi’nin sisteminde evrenin yaratılması için iki aktif ilkenin yanında bir de pasif ilkenin bulunması gerekiyordu. Çünkü evrenin yaratılmasının yoktan var olduğu düşüncesi, yaratmanın yönelip üzerinde gerçekleştiği “ezelî ve pasif” bir ilke olarak heyulânın yani mutlak maddenin bulunması gerekir. Şu var ki Razi’nin ezelî bir ilke saydığı heyulâ, Aristocu gelenekteki heyulâdan farklıdır. Peripatetik felsefede henüz hiçbir forma girmemiş salt güç ve olanak kabul edilen heyulâ (ilk madde), Razi’nin sisteminde son derece küçük olan fakat hacmi bulunan düzensiz parçacık veya atomları işaret etmektedir.

Yaratıcının yardımıyla nefsin ilişkiye girmesi sonucunda bu parçacıkların birleşerek düzene kavuşması, Razi’nin ikinci heyulâ dediği madde ve cisimler âlemi meydana gelmiştir. Cisimler âlemindeki çeşitlilik, birleşime katılan atomların yoğun ve seyrek oluşuyla ilgilidir. Aynı şekilde cisimlerin ağırlık ve hafifliğini belirleyen de yine birleşimdeki atomların sayısıdır (Hatim er-Razi, 1939: 220-225).

Ebu Bekir Razi, daha mutlak mekândan söz eder!..
Ezelî ve pasif ilke konumundaki atomların yahut heyulânın aynı zamanda hacmi de söz konusu olduğuna göre onun bir mekânda bulunduğunun kabul edilmesi gerekir. Bu itibarla Razi, “biri küllî-mutlak diğeri cüzî-izafî” (göreli) olmak üzere iki ayrı mekândan söz eder. “İçinde hiçbir nesne bulunmayan boşluk” demek olan mutlak mekân, ezelî olan heyulânın varlığıyla birlikte düşünülmek durumunda olan uzaydır. Herhangi bir cisimle ilişkili olmayan mutlak mekân ezelî ve sonsuz olup işaretle gösterilemez. Küp biçiminde istiflenmiş nesneler dağıldıktan sonra işaret edilebilecek bir küp bulunmadığı halde küp kavramının zihinde kalması gibi, mutlak mekân da yalnızca akıl tarafından düşünülebilir. İzafî mekân ise yer kaplayan nesneyle ilişkili olup nesnenin varlığıyla var, yokluğuyla yok olur. fiu halde mutlak mekân âlemin yaratılışından önce ezelî bir ilke olarak bulunduğu halde, bir nesnenin kapladığı yer yahut hacim demek olan izafî mekân ezelî değil, cisimler âleminin varlığına bağlı olarak ortaya çıkan bir kavram olmaktadır (Ebu Hatim er- Razi 2003: 92).

Razi’ye göre, Mutlak zaman ezelden ebede doğru akan sürekliliği işaret etmektedir. akıl, âlemden bağımsız, onu aşan ve kuşatan bir sürekliliği düşünebilmektedir. Mutlak zaman bir hareket türü yahut hareketin sayısı değildir. Felek ve feleğin dönüşü ortadan kalksa bile mutlak zamanın zihindeki kavramı varlığını sürdürür. Mutlak mekân gibi mutlak zamanın da cisimler âlemiyle bir ilişkisi bulunmadığına göre günlük dilde kullanılan an, saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay ve yıl gibi birimler de ancak izafî yahut cüzî zamanın birimleri olmaktadır. Dolayısıyla izafî zamanın ölçülebilir ve sınırlı oluşuna karşılık mutlak zaman ölçülemez ve sınırsızdır (Ebu Hatim er-Razi, 2003: 91).

Ebu Bekir Razi’nin Ahlakı ve Akıl
İslam düşüncesi tarihinde dini epistemoloji zemininde, ahlakı da bir felsefe problemi olarak ele alan ilk düşünür Kindî olmuştur. Deist dünya görüşü dolayısıyla bir dine ve peygamberlik kurumuna inanmayan Razi’nin ahlakı dinden bağımsız ve tümüyle bir felsefe sorunu olarak ele alması doğaldır. Nitekim Razi’ye göre Allah’ın verdiği akıl gücü ve adalet duygusu sayesinde insan, peygamberin ya da herhangi bir ruhanînin önderliğine gerek kalmadan iyiyi kötüyü, yararlıyı zararlıyı, güzeli çirkini, doğruyu yanlışı, haklıyı haksızı birbirinden ayırt edebilir.

Kindi’den sonra Razi’den dini telakkinin dışına çıkarak ahlakı bir felsefe problemi tarzında ele almıştır. Bu konudaki temel kitabı “et-Tıbbü’r-ruhani” adlı yapıtıdır. Razi, ruh sağlığının belli ahlak ilkelerine sadakatle kazanılacağını savunur. Ayrıca filozof, “Alamatü’l-ikbal ve’d-devle” adlı risalesinde karizmatik bir liderde bulunması gereken ahlaki ve psikolojik özellikleri on madde halinde sıralamıştır. Hekimlik ahlakıyla ilgili tespit ve tavsiyeleri içeren “Ahlaku’t-tabib” adlı risalesi is günümüze ulaşmıştır ve kendi alanında ilk eser sayılmaktadır.

Razi’nin referansları filozofların üstadı ve en büyüğü diye nitelediği Eflatun ile Galen (Calinus) ve onun “Kita fi’l-Ahlak” adlı yapıtının muhtasarıdır. Son dönem Stoa ahlak felsefesinin temsilcilerinden olan Galen’in bu eseri vasıtasıyla Stoacı görüşler İslam toplumunda yankı bulmuştur. Ayrıca onun kaynakları arasında “Kindi’nin el-Hile li-def’il-ahzan” ile Razi’nin içinde yaşadığı toplumun ahlak konusundaki değer yargılarını da saymak gerekir.

Razi, ahlak anlayışını akıl, irade ve tutku kavramları etrafında şekillendirmekle, bir bakıma ahlakı psikoloji temeli üzerine oturtmuş olmaktadır. Bu konuda Eflatun’un nefis anlayışına gönderme yapan filozof, onun insanda üç çeşit nefis bulunduğu şeklindeki görüşünü benimser. Bunlar düşünen nefis, hayvanî nefis ve nebatî nefis olup ilkine ilahî, ikincisine gazabı, üçüncüsüne de şehevî nefis adı da verilir. Bedenin beslenip gelişmesini ve üremeyi sağlayan nebati-şehevî nefis ile öfkenin kaynağı durumundaki hayvanî nefis, düşünen nefse yani akla hizmet ve destek için vardır. Özellikle hayvanî nefsin, şehevî arzu ve tutkuları kontrol altına alması hususunda akla yardımcı olma işlevi ahlak açısından büyük önem taşır. Diğer yandan düşünen nefsin bedenden bağımsız ve ölümsüz olmasına karşılık, nebatî ve hayvanî nefis beden gibi ölümlüdür.

Ebu Bekir Razi, “Tıbbü’r-rûhânî” adlı kitabında gerek ruh sağlığı gerekse konuya ilişkin diğer eserlerinde sıkça gönderme yapmasından hareketle Razi’nin ahlak anlayışını temellendirirken daha çok “filozofların üstadı ve en büyüğü” olarak gördüğü Eflatun ile kendisinden “velinimetim” diye söz ettiği Calinus’tan yararlandığı açıktır. Bununla birlikte Kindî’nin Üzüntüyü Yenmenin Çareleri “Risâle fi’l-hîle li-def’il-ahzan” adlı kitabında onun kaynakları arasında yer aldığını, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ahlaki değerlerinden esinlenmiş olduğunu söylemek de mümkündür.

Yirmi bölümlük Ruh Sağlığı’nın ilk bölümünde yaratıcı tarafından insana bahşedilen en büyük, en değerli ve en yararlı nimetin akıl olduğunu belirtir Ebu Bekir Razi. İnsanı hayvanlardan üstün kılan akıl gücüdür. Gerek bu dünyada gerekse öbür dünyada her türlü yararı elde etmemiz, varlığı tanımamız, hedefler belirleyip onlara ulaşmamız, araç gereç yapıp kullanmamız, bilim ve sanat yapmamız, dahası sahip olabildiğimiz en önemli ve en değerli hazinemiz olan “Allah’ı tanıma” akıl gücü sayesinde başarılır. (Razi, 2008: 57-58).

İnsanın fiil ve davranışlarının ahlaki sayılması için onun akıllı olmasının tek başına yetmeyeceğini söyleyen Razi, aklın önündeki engelleri kaldırmada iradenin önem taşıdığına dikkat çeker. Ona göre akıl gibi irade de Allah’ın diğer canlı varlıklar içinde sadece insan türüne verdiği özel bir yetenektir. Ne var ki akıl ve irade gününü etkin kılma bakımından toplumdan topluma ve insandan insana farklılaşmalar ortaya çıkar ki bu durum öğrenim ve irade eğitiminin önemini gündeme getirir.

İnsanlar akıl ve iradesiyle değil de tutkularıyla davranırlar…
Bu konuda pek de iyimser olmadığı anlaşılan Razi’ye göre, insanların akıl ve iradeleriyle değil, çoğunlukla tutku ve ihtiraslarıyla davrandıklarını düşünür. Bunun insanların yalnızca kendilerini ve o anı düşünmelerinden kaynaklandığını belirtir. Düşünen nefis yani aklın, tutkuları yönetmek yerine onların güdümüne girmesidir. Bu ise Razi’ye göre hiçbir dinin ve akıl sahibinin onaylamadığı bir durumdur (Razi, 2008: 59-61-66-69)

İnsan yapısı ve davranışları…
Ebu Bekir Razi’ye göre aşk, kendini beğenme, çekememezlik, öfke, yalan, cimrilik, açgözlülük, sefahat, içki ve cinselliğe düşkünlük, mal ve makam hırsı gibi bayağı duyguların yanı sıra üzüntü ve ölüm korkusunu da insanı karamsarlığa düşürüp mutlu olmasını engelleyen etkenler olarak değerlendirir. Ona göre insan doğasından kaynaklanan üzüntü ve tasanın tümüyle yok edilmesi mümkün olmasa da etkisini azaltmak mümkündür. Bunun için öncelikle üzüntüye kapılmamak yahut etkisini olabildiğince azaltmak için önlem almaya çalışmalı, bunda başarılı olunamazsa üzüntüden bir an evvel kurtulmanın çareleri aranmalıdır.

Razi’ye göre üzüntü ya sevilen bir şeyin kaybedilmesi veya bir beklentinin gerçekleşmemesi sonucunda ortaya çıkar. Sevilen ve beklentiye konu olan şeyin büyüklüğü üzüntünün yoğunluğunu da belirler. Şu hâlde akıllı kimseler, bu dünyadaki her şeyin sürekli değiştiğinin, dolayısıyla her an üzüntüyle karşı karşıya kalabileceğinin bilinciyle yaşar. Bu bilinç ona her üzücü olay ve durumu doğal karşılama; kendi irade ve gücünü aşan olumsuzluklar karşısında sarsılmama; daha kötüsünün de olabileceğini, üzülmenin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini, her sevinç ve mutluluk gibi üzüntü ve tasanı n da gelip geçici olduğunu düşünerek üzüntüsünü hafifletme yolun açar (Razi, 2008: 105-110).

Razi’nin karamsarlık ve mutsuzluğa yol açtığını düşündüğü bir diğer etken de ölüm korkusudur. Ona göre ancak ölümden sonraki hayata inanmakla bu korkunun üstesinden gelinebilir. Çünkü ölümün bir yok oluş değil, adaletin gerçekleşeceği bir hayatın başlangıcı olduğuna inananlar ölümden korkmadıkları gibi yaşama sevincini de daima diri tutarlar. Dolayısıyla ebedî bir hayatın varlığı akıl ve adalet duygusunun olduğu kadar Allah’ın hikmet ve merhametinin de bir gereği olmaktadır. Ölümü sonsuz bir yok oluş şeklinde değerlendirenler, ölüm korkusu karşısında birtakım şeylerle kendilerini avutma yoluna gitseler de karamsarlıktan kurtulamaz ve giderek intiharı kurtuluş sayacak duruma gelirler (Razi, 2008: 137-140).

Ebu Bekir Razi Akıl Konusunda
Razi yirmi kısa bölümden oluşan “et-Tıbü’r-ruhani”nin ilk bölümünde yaratıcının insana lütfettiği en büyük ve en yararlı nimetin akıl olduğunu belirterek bu konuda rasyonel bir yöntem izleyeceğinin işaretlerini verir. İnsanı hayvanlardan üstün kılan en önemli güç akıldır; varlığı akıl sayesinde tanır, bilim ve sanatı akılla yapar, Allah’ı da akılla buluruz. Şu hâlde davranışlarımızda akla uygun olduğu ölçüde ahlaki sayılır. Aklın işlevini yapmasına en büyük engel ise nefsani arzulardır. Duygular ve arzular aklı mahkûm durumuna düşürebilir. Aklın önündeki engelleri aşabilmek için Allah insana hayvanlarda bulunmayan ve irade denilen bir yetenek vermiştir. Şu hâlde insanın ahlaki bir kimlik kazanabilmesi için eğitime ve irade egzersizine ihtiyacı vardır. Ancak filozof iradeyle ilgili görüşlerinde oldukça kötümserdir. Ona göre çoğunlukla insanlar akıl ve iradeleriyle değil tutku ve ihtiraslarıyla hareket ederler. Hâlbuki mutluluğa giden yol akıl, bilgi ve güçlü bir iradeden geçer. Razi’ye göre kendine hâkim olabilen iradeli insan tipini erdemli filozof oluşturur ki bu ideal filozof tipinin ahlak felsefesinin kurucusu Sokrat olduğuna şüphe yoktur.

Razi, aklın işlevini tam olarak yapmasına ve insanın mutluluğuna engel saydığı için hazcılığı eleştirir. Ona göre normalin dışına çıkmak elemi, normal hale dönüş ise hazzı meydana getirir. Burada vurgulanmak istene husus, sıkıntı ve zahmetlere katlanarak elde edilen maddi hazların çok kısa sürdüğü gerçeğidir. Çünkü vücut doyum noktasına ulaşınca yani tabii hale dönüşünce artık haz duymaz. Razi haz-elem ilişkisini şu örnekle açıklar: Serin gölgede oturan biri oradan ayrılıp kızgın güneş altında yürürken elem duyar, önceki yerine dönünce haz ve huzur bulur. Fakat vücudu kısa sürede ortama alışınca yani tabii hale dönünce arttık haz almamaya başlar. Razi’ye göre bu durum bütün maddi hazlar için geçerlidir.

Aşk konusunda Razi…
Hazcılığı eleştirirken Eflatun gibi Razi de aşkı bir tür ruhi hastalık sayar; âşıkları şehvet düşkünü, nefsani arzuların kulu kölesi olmakla suçlar ve hayvanlardan daha aşağı düzeyde olduklarını söyler. Razi hazzın mahiyetiyle ilgili “Kitabül’l-Lezze” adlı günümüze ulaşmayan bir eser yazmış ve bu çalışması da kültür çevrelerince hayli tepkilere yol açmış üzerine reddiyelere yazılmıştır.

Ebu Bekir Razi ve Tıbbı
Horasan bölgesindeki çeşitli merkezlerde Yunan, Hint, İran ve İslam tıbbı üzerinde araştırmalar yapmış ve Helenistik çağın en ünlü hekimi Galen’den beri hiçbir tabibin ulaşmadığı tıp bilgisine sahip olmuştu. Rey’de Bimaristan başhekimliğine getirilmiş devamında hem saray hekimliği hem de devlet işlerinde danışman olarak önemli görevler üstlenmiştir. “Bimaristan-ı Adudi” adıyla anılacak olan hastanenin başhekimlik sınavını yüz hekim arasından kazanmıştır. Hizmeti muntazam bir şekilde nöbetleşe yürütebilmek için hastaneye dâhiliye, hariciye, nöroloji, ortopedi ve göz hekimlerinden oluşan yirmi dört kişilik uzman kadrosu ilave etmiştir. Razi geliştirdiği çok ileri bir yöntemle kliniklerde hastaları önce asistanla, sonra başasistanlara muayene ettirir, onların teşhiste güçlük çektikleri bir vaka olursa kendisi müdahale ederdi. Hastanelerde muayene, teşhis, ilaçların etkileri ve vakanın bütün seyri deftere geçilirdi.

Ayrıca o tıp tarihinde kimyayı tıbbın hizmetinde kullanan ilk hekim olarak bilinmektedir. Cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanan, ilk göz ameliyatını yapan ve yine ilk kez alkolü tıpta kullanan tabip olduğu da söylenir. Klinik tıbbın üstadı kabul edilen Razi, kendisine çok şey borçlu olduğunu söylediği Galen’i eleştirmek üzere kaleme aldığı “Kitabü’ş-Şükuk” adlı yapıtının girişinde tıp ve felsefede kanıtlanmış bilgi dışında hiçbir otoriteye güvenilemeyeceğini söyler. Tabiat ilimlerinde uyguladığı görülmektedir.

Muayene sırasında hastanın yaşını, beslenmesini, geçirdiği rahatsızlıkları, şikâyetinin ne olduğunu ve ne zaman başladığını sormakta, koyduğu teşhisleriyle birlikte bütün bulguları kayda geçirmekteydi. Bu alandaki zengin bikrimi sayıları on beş yılda vücuda getirdiği tıp ansiklopedisi mahiyetindeki “el-Havi” adlı kitabında görmek mümkündür. Kızamık ve çiçek hastalılarının teşhisi doğru koyan ilk hekim olan Razi bu konuda “el-Cüderi ve’l-hasbe” adlı bir eser yazmıştır. “Ahlaku’t-tabib” adlı eserinde hekim-hasta ilişkisinde uyulması gereken kuralları hatırlatarak,” Tıpta kehanet olmaz, hekim her şeyi bilemez, hasta denek olarak kullanılamaz, hekim hasta ile doğrudan diyalog kurmalı” şeklinde tavsiyelerde bulunur.

Ebu Bekir Razi ve Kimyası
Razi deneyleri esnasında gliserin, soda, sirke asidi, alkol, kükürt asit ve nitrik asit gibi kimyasal maddeleri bulmuş olması sebebiyle kimyayı teoriden pratiğe geçirdiği için bu ilmin kurucularından kabul edilmiştir. Ayrıca değersiz madenleri birtakım işlemlere tabi tutmak suretiyle, onlardan değerli maddeler elde etmenin mümkün olduğuna inanan Razi’ye ilk karşı çıkan Kindi olmuştur. Kindi bu konuda iki eser yazarak madenlerin asli nitelikleri değiştirmenin mümkün olmadığını, bunu yapmaya kalkışanların halkı aldattığını söyleri buna karşı “er-Red’ale’l-kindi fi reddihi, ale’l-kimya” adıyla bir risale kaleme alarak Kindi’nin görüşlerini çürütmeye çalışmıştır. Ancak Razi’nin uzun yıllar kimya deneyleriyle uğraştığı halde iksir dediği o sihirli maddeyi bulamamış olması Kindi’nin haklı olduğunu kanıtlar niteliktedir.

Ebu Bekir Razi’nin Yapıtları
Razi’nin ölümünden iki yıl önce yazdığı risalede o güne kadar 200’e yakın eser kaleme aldığını belirtmiştir. Buna göre tıp alanında elli atı, tabiat ilimlerinde otuz iki, mantıkta yedi, matematik ve astronomide on, felsefede on yedi, metafizikte altı ilahiyatta on dört, kimyada yirmi iki, küfriyatla ilgili iki, çeşitli konularda on iki kitap yazmış olup bunlardan günümüze ulaşanların çoğu tıpla ilgilidir.

Bibliyografya: Adamson, Peter Taylor, Richard C.; çev: Cüneyt Kaya, İstanbul, 2008
Corbin, Henry; çev, Hüseyin Hatemi, c.1, İletişim Yay, İstanbul, 2004 DİA İA

Kaynaklar:
Ömer Yıldırım Kişisel Ders Notları, Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" ve 2, 3, 4. Sınıf. Ebu Bekir Razi kimdir, düşüncesi, felsefesi nedir ve yapıtları.
Bibliyografya: Adamson, Peter Taylor, Richard C.; çev. Cüneyt Kaya, 2008 İstanbul,
Corbin, Henry; çev, Hüseyin Hatemi, c.1, İletişim Yay, İstanbul, 2004 DİA İA
Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde ilim,1943 İstanbul: Maarif Matbaası.
H. Akgündüz, “Klasik dönem Osmanlı medrese sistemi”. İ1997 stanbul Ulusal Yayınları.
C. Aydın, “Ali Kuşçu”, DİA, C. 2, 1989, İstanbul: TDV Yayınları.

M. Bilge, (1984). “İlk Osmanlı Medreseleri” İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi vr. No: 67b
R. Demir, “Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türk felsefesi” C. I.2005, Ankara: Lotos 
Yayınları.
M. Kaya & H. Sarıoğlu “Gazali “Tehâfüt el-Felâsife, Filozofların Tutarsızlığı (çev.) Klasik Yayınları İstanbul:
Tusi, Alâaddin (1990). Tehâfütü’l-Felâsife (tah. Ve ta’lil: Rıza Saade). Beyrut: Daru’l Fikri’l-Lübnani.
Türker, Mübahat (1956). Üç Tehâfüt bakımından felsefe ve din münasebeti. Ankara: TTK Basımevi.

İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Osmanlı Tarihi”, C. 2. 1983 Ankara: TTK. Basımevi



TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)

ETHEM NEJAT (1887-1921) Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün...