Ebu Bekir Razi (M.S.864-930)
İslam düşünce tarihinde hekim-filozof tipinin olduğu kadar doğacı, felsefenin de en başarılı temsilcisi Ebu Bekir Muhammed Bin Zekeriya el-Razi, 864-65 yılında İran'ın Rey kentinde dünyaya geldi Gençlik yıllarında müzik, matematik, astronomi, kimya, felsefe ve tıp bilimleri ile ilgilenmiştir. Hekimliğe karşı duyduğu ilgi sonucu tıp eğitimine yönelmiştir. Hekimlik akanında çalışmaları ve bu alanda çalışkanlığı ile halk arasında ün kazanmış olan Ebu Bekir Razi Rey kenti hastanesine başhekim olarak görev üstlenmiştir. Tıp eğitimi üzerinde çalışmalar yapmış başarılı olmuş, başarılarından dolayı, dönemin en ünlü hastanelerinden olan Bağdat hastanesine başhekim olarak atanmıştır. Yaşamının büyük bir bölümünü bu kentte geçiren Ebu Bekir Razi, M.S.930’da bu kentte yaşama gözlerini yumdu.
Çalışmalarının büyük bir kısmı tıp üzerine olan Ebu Bekir Razi’nin en ünlü yapıtı "El Hevi” (Liber Continens) olmaktadır. Tıp üzerine olan yapıtı, hastalıkların teşhis ve tedavisi üzerine yazılmış olup, döneminin en geniş medikal ansiklopedisidir. (*)
İslam düşünce tarihinde hekim-filozof tipinin olduğu kadar doğacı, felsefenin de en başarılı temsilcisi Ebu Bekir Muhammed Bin Zekeriya el-Razi, 864-65 yılında İran'ın Rey kentinde dünyaya geldi Gençlik yıllarında müzik, matematik, astronomi, kimya, felsefe ve tıp bilimleri ile ilgilenmiştir. Hekimliğe karşı duyduğu ilgi sonucu tıp eğitimine yönelmiştir. Hekimlik akanında çalışmaları ve bu alanda çalışkanlığı ile halk arasında ün kazanmış olan Ebu Bekir Razi Rey kenti hastanesine başhekim olarak görev üstlenmiştir. Tıp eğitimi üzerinde çalışmalar yapmış başarılı olmuş, başarılarından dolayı, dönemin en ünlü hastanelerinden olan Bağdat hastanesine başhekim olarak atanmıştır. Yaşamının büyük bir bölümünü bu kentte geçiren Ebu Bekir Razi, M.S.930’da bu kentte yaşama gözlerini yumdu.
Çalışmalarının büyük bir kısmı tıp üzerine olan Ebu Bekir Razi’nin en ünlü yapıtı "El Hevi” (Liber Continens) olmaktadır. Tıp üzerine olan yapıtı, hastalıkların teşhis ve tedavisi üzerine yazılmış olup, döneminin en geniş medikal ansiklopedisidir. (*)
El Razi'nin en önemli çalışması ise çiçek ve suçiçeği hastalıkları üzerine yazdığı araştırmalarıdır. "Liber de Pestilentia" adlı yapıtında bu iki hastalığı da ayrıntılı biçimde tanımlamış ve bu iki hastalığın ayırıcı tanısını yapmıştır. 18. Yüzyıla kadar birçok tıp fakültelerinde okutulmuş yapıtları olan Ebu Bekir El Razi’ye 1970 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından çiçek ve suçiçeği hastalıkları üzerine özgün çalışmalarından dolayı şükran ödülü ile ödüllendirilmiştir.
(*) Sosyolog Ömer Yıldırım Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı
Ebu Bekir Razi’nin Felsefesi
Düşünce tarihinde bir filozof için temel sorun “bir” ile “çok” ya da ezeli olanla sonradan olan, değişmeyenle değişen varlık arasındaki ilişkiyi makul bir sistem halinde temellendirmektir. Razi, Tanrı-varlık arasındaki ilişkisini ve kozmik varlığın ortaya çıkışını beş ezeli ilke: Tanrı (el- kudemaü’l-hamse) adını verdiği sistem ile açıklamaktadır. Bu beş ezeli ilke; Tanrı (yaratıcı ya da el-bari), Nefis (külli nefis), mekân ve madde! Başlangıçta bu beş varlık aynı anda mevcuttu ve bu hareket söz konusu değildi. Nefis, maddeyle birlikte olmaya yönelik aşırı arzusuna yenik düşmüş ve böylece hareket başlamış, ancak bu düzensiz bir şekilde olmuştur.
Tanrı merhamet sahibi olduğundan Nefs’e ve âleme merhamet etmiştir. Nefs’e aklı bahşederek ona kendi hatasını anlama ve düzensiz hareketi düzenleme imkânı sağlamıştır. O dünyadaki kötülüğün Tanrı’dan değil Nefs’in maddeyle kurduğu ilişkiden kaynaklandığı söyler. Razi’ye göre bu dünyanın kirinden, pasından arınmayı sağlayacak olan din değil felsefedir. Razi Kindi’nin benimsediği gibi yoktan ve zaman içinde yaratmayı hiçbir şekilde kabul etmemektedir.
Razi metafiziğin omurgasını oluşturan bu bağ ezeli ilke ve onun bu yöndeki görüşlerini sergilediği “el-İlmü’lilahi” adlı çalışması, İslam düşüncesi tarihinde en çok eleştiri olan ve üzerine en fazla reddiye yazılan eserlerdendir. Filozofa yapılan itirazlar Allah’tan başka ezeli varlık kabul ettiği, sistemin kendi içinde çelişkiler barındırdığı ve bu sistemin orijinal olmayıp Sokrat öncesi filozoflarından ya da Harranlı Sabiiler’den veya Maniheist’lerden alınmış olduğu şeklindendir. İsmaili yazarların onunla tartışma halinde olması dikkate değer. İsmaililerin Razi’nin takındığı tutuma karşı hücumlarının bağlıca konuları şunlardır: zaman, tabiat, ruh ve peygamberlik. Karşı çıkışları her şeyden önce Razi’nin felsefesinin en belirleyici savını, beş ebedi ilkenin benimsenişini hedef alır. Razi, uyumuş ruhları uyandırılma görevinin filozoflara ait olduğunu söylerken, İsmaililer, bu ruhların uyarılması görevinin filozofların gücü üzerinde olduğu yanıtını verirler.
El-İlmü’l-ilahi adlı eserinde yapılan alıntıları ve özet metinleri Paul Kraus tarafından Resa’il felsefiye başlığı altında yayımlanmıştır. (Kahire 1939)
Ebu Bekir Razi'nin Varlık Felsefesi Anlayışı
Yaratıcı bir Tanrıya inandığı halde peygamberliği ve dini kabul etmeyen Razi’ye göre Allah’ın verdiği akıl gücü ve adalet duygusu sayesinde insan, peygamberin ya da herhangi bir ruhaninin aracılığıyla gerek kalmadan kendi yolunu kendisi bulabilir.
(*) Sosyolog Ömer Yıldırım Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı
Ebu Bekir Razi’nin Felsefesi
Düşünce tarihinde bir filozof için temel sorun “bir” ile “çok” ya da ezeli olanla sonradan olan, değişmeyenle değişen varlık arasındaki ilişkiyi makul bir sistem halinde temellendirmektir. Razi, Tanrı-varlık arasındaki ilişkisini ve kozmik varlığın ortaya çıkışını beş ezeli ilke: Tanrı (el- kudemaü’l-hamse) adını verdiği sistem ile açıklamaktadır. Bu beş ezeli ilke; Tanrı (yaratıcı ya da el-bari), Nefis (külli nefis), mekân ve madde! Başlangıçta bu beş varlık aynı anda mevcuttu ve bu hareket söz konusu değildi. Nefis, maddeyle birlikte olmaya yönelik aşırı arzusuna yenik düşmüş ve böylece hareket başlamış, ancak bu düzensiz bir şekilde olmuştur.
Tanrı merhamet sahibi olduğundan Nefs’e ve âleme merhamet etmiştir. Nefs’e aklı bahşederek ona kendi hatasını anlama ve düzensiz hareketi düzenleme imkânı sağlamıştır. O dünyadaki kötülüğün Tanrı’dan değil Nefs’in maddeyle kurduğu ilişkiden kaynaklandığı söyler. Razi’ye göre bu dünyanın kirinden, pasından arınmayı sağlayacak olan din değil felsefedir. Razi Kindi’nin benimsediği gibi yoktan ve zaman içinde yaratmayı hiçbir şekilde kabul etmemektedir.
Razi metafiziğin omurgasını oluşturan bu bağ ezeli ilke ve onun bu yöndeki görüşlerini sergilediği “el-İlmü’lilahi” adlı çalışması, İslam düşüncesi tarihinde en çok eleştiri olan ve üzerine en fazla reddiye yazılan eserlerdendir. Filozofa yapılan itirazlar Allah’tan başka ezeli varlık kabul ettiği, sistemin kendi içinde çelişkiler barındırdığı ve bu sistemin orijinal olmayıp Sokrat öncesi filozoflarından ya da Harranlı Sabiiler’den veya Maniheist’lerden alınmış olduğu şeklindendir. İsmaili yazarların onunla tartışma halinde olması dikkate değer. İsmaililerin Razi’nin takındığı tutuma karşı hücumlarının bağlıca konuları şunlardır: zaman, tabiat, ruh ve peygamberlik. Karşı çıkışları her şeyden önce Razi’nin felsefesinin en belirleyici savını, beş ebedi ilkenin benimsenişini hedef alır. Razi, uyumuş ruhları uyandırılma görevinin filozoflara ait olduğunu söylerken, İsmaililer, bu ruhların uyarılması görevinin filozofların gücü üzerinde olduğu yanıtını verirler.
El-İlmü’l-ilahi adlı eserinde yapılan alıntıları ve özet metinleri Paul Kraus tarafından Resa’il felsefiye başlığı altında yayımlanmıştır. (Kahire 1939)
Ebu Bekir Razi'nin Varlık Felsefesi Anlayışı
Yaratıcı bir Tanrıya inandığı halde peygamberliği ve dini kabul etmeyen Razi’ye göre Allah’ın verdiği akıl gücü ve adalet duygusu sayesinde insan, peygamberin ya da herhangi bir ruhaninin aracılığıyla gerek kalmadan kendi yolunu kendisi bulabilir.
Allah’ın insanlar arasından peygamber veya ruhani bir şahsiyeti üstün niteliklere donatarak imtiyazlı kılması ve insanlara mürşit olarak göndermesi O’nun hikmet, adalet ve merhametiyle bağdaşmayan bir durumdur. İnsanlar akıl ve diğer nitelikleri açısından eşit yaratılmıştır, üstün niteliklerle donatılmış imtiyazlı birinin varlığı bu eşitliği bozar. Ayrıca filozof tarih boyunca devam eden savaşların din farklılığından ileri geldiğini, dolayısıyla insanlığı kurtarma iddiasıyla ortaya çıkan peygamberlerin insanlığın felaketini hazırladığını ileri sürmektedir. Bu düşünceleri nedeniyle hiçbir dini olguyu eleştirmekten çekinmez. Ayrıca mucizenin kehanetten, Kur’an’daki icazın sanat değeri yüksek bir şiirden farklı olmadığını söyler. Kısaca Razi'ye göre Yüce Allah’a en yakın olan kul en bilgin, en adil, en merhametli ve en şefkatli olandır. Bütün filozoflar,” Felsefe insanın gücü yettiği ölçüde Allah’a benzemesidir” sözüyle bunu anlatmak istemiştir. (es-Siretü’l-felsefiyye)
“Bir, değişmeyen, ezelî” olan ile “çok, değişen ve sonradan” olan varlık arasındaki ilişkinin tutarlı ve anlaşılabilir bir yaklaşımla temellendirilmesi hususu, düşünce tarihi boyunca varlık sorunun önemli bir boyutu olarak daima filozofların gündeminde yer almıştır.
Kısaca “Tanrı-âlem ilişkisi” adıyla anılan sorunu Kindî “yoktan yaratma” telakkisini felsefi zeminde temellendirmek şeklinde ele alırken, Fârâbî ve İbn Sînâ “sudûr yahut kozmolojik akıllar” teorisiyle bu ilişkiyi açıklamaya çalışmışlar, İbn Rüşd ise tartışmaya “sürekli yaratma” teziyle katılmıştır.
İnsanoğlu gerek fizik dünyada gerekse toplum hayatında karşı karşıya kaldığı doğal afetler, savaşlar, haksızlıklar, kıtlıklar, hastalıklar vb. türlü olumsuzlukların nedeni üzerinde düşünmekten kendini alamaz. İlk bakışta her olumsuzluğun bir nedeni bulunabilirse de bu durumun mutlak iyi, âdil, hikmet ve kudret sahibi bir Tanrı’nın var olduğu ve olup biten her şeyin gerçek yaratıcısının o olduğu inancıyla nasıl bağdaştırılacağı konusu. “Kötülük problemi ve teodise” başlığı altında bir felsefe sorunu olarak daima filozofların gündeminde kalmış ve ateist düşünürlerin kanıtları arasında yer almıştır. (Razi, 1939: 220-225).
Düşünce tarihinde bir filozof için temel sorun “bir” ile “çok” ya da ezeli olanla sonradan olan, değişmeyenle değişen varlık arasındaki ilişkiyi makul bir sistem halinde temellendirmektir.
Ebu Bekir Razi, Tanrı-varlık arasındaki ilişkisini ve kozmik varlığın ortaya çıkışını beş ezeli ilke: Tanrı (el-Kudemaü’l-Hamse) adını verdiği sistem ile açıklamaktadır. Bu beş ezeli ilke; Tanrı (yaratıcı ya da el-bari), Nefs (külli nefis), zaman (dehr), mekân ve madde (heyula) dir. Başlangıçta bu beş varlık aynı anda mevcuttu ve bu hareket söz konusu değildi. Nefis, maddeyle birlikte olmaya yönelik aşırı arzusuna yenik düşmüş ve böylece hareket başlamış, ancak bu düzensiz bir şekilde olmuştur. Tanrı merhamet sahibi olduğundan Nefis’e ve âleme merhamet etmiştir. Nefs’e aklı bahşederek ona kendi hatasını anlama ve düzensiz hareketi düzenleme imkânı sağlamıştır. O dünyadaki kötülüğün Tanrı’dan değil Nefs’in maddeyle kurduğu ilişkiden kaynaklandığı söyler.
Razi’ye göre bu dünyanın kirinden, pasından arınmayı sağlayacak olan din değil felsefedir.
Razi metafiziğin omurgasını oluşturan bu beş ezeli ilke ve onun bu yöndeki görüşlerini sergilediği “el-İlmü’lilahi” adlı yapıtı, İslam düşüncesi tarihinde en çok eleştiri olan ve bunun üzerine en çok reddedilen yapıtı olmaktadır. Filozofa yapılan itirazlar Allah’tan başka ezeli varlık kabul ettiği, sistemin kendi içinde çelişkiler barındırdığı ve bu sistemin orijinal olmayıp Sokrat öncesi filozoflarından ya da Harranlı Sabiiler’den veya Maniheist’lerden alınmış olduğu şeklinde iddialardandır. Ancak bu konuda Ebu Bekir Razi ile İsmaili yazarların tartışma halinde olurlar. Yani, İsmaililerin Ebu Bekir Razi’nin bu görüşlerine karşı saldırılarının başlıca nedeni şunlardır: “zaman, tabiat, ruh ve peygamberlik.” Karşı çıkışları her şeyden önce Razi’nin felsefesinin en belirleyici savının, beş ebedi ilkenin benimsenişini hedef alır. Razi’ye göre, “uyumuş ruhları uyandırılma görevinin filozoflara ait” olduğu tezine karşı İsmaililer ise, “bu ruhların uyarılması görevinin filozofların gücünü aştığına dair” görüştedirler.
El-İlmü’l-ilahi adlı yapıtındaki alıntıları ve özet metinleri Paul Kraus “Resa’il Felsefiye” başlığı altında yayımlanmıştır. (Kahire 1939)
Tabiat Felsefesi ve Ebu Razi’de Deist Duruş
Doğadaki her çeşit oluşum, gelişim ve değişimi teorik düzeyde temellendirmeye çalışan ve tabiiyyun (natüralistler) olarak bilinen bu felsefe akımının kurucusu Razi’dir. Yani, deist bir filozof olan Razi aynı zamanda koyu bir rasyonalisttir. Çalışmalarında gözlem, deney ve tümevarım yöntemini başarıyla uygulamıştır. Razi, yapısı gereği maddenin dinamik olarak hareket etme gücüne sahip olduğunu savunmuş ve bu konudaki düşüncelerini İnneli’l-cismi hareketini zatih ve inne’l-hareke mebde’ün tabi’iyye adlı eserinde temellendirmeye çalışmıştır. Ayrıca tabiat ve tabiat olaylarının yorumu üzerine otuz iki eser kaleme almış, fakat bunların çoğu güzümüze ulaşmamıştır.
Evcilleşmiş ve Yabani Hayvanlar
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri de düşünme, yorumlama ve bilinenlerden bilinmezi bulma ve yeni durumlar yaratma yetisi olduğuna göre, acaba, insanın sosyal ve zihni yapısında da böyle bir ıslah, bunaklık körelme vardır.
“Bir, değişmeyen, ezelî” olan ile “çok, değişen ve sonradan” olan varlık arasındaki ilişkinin tutarlı ve anlaşılabilir bir yaklaşımla temellendirilmesi hususu, düşünce tarihi boyunca varlık sorunun önemli bir boyutu olarak daima filozofların gündeminde yer almıştır.
Kısaca “Tanrı-âlem ilişkisi” adıyla anılan sorunu Kindî “yoktan yaratma” telakkisini felsefi zeminde temellendirmek şeklinde ele alırken, Fârâbî ve İbn Sînâ “sudûr yahut kozmolojik akıllar” teorisiyle bu ilişkiyi açıklamaya çalışmışlar, İbn Rüşd ise tartışmaya “sürekli yaratma” teziyle katılmıştır.
İnsanoğlu gerek fizik dünyada gerekse toplum hayatında karşı karşıya kaldığı doğal afetler, savaşlar, haksızlıklar, kıtlıklar, hastalıklar vb. türlü olumsuzlukların nedeni üzerinde düşünmekten kendini alamaz. İlk bakışta her olumsuzluğun bir nedeni bulunabilirse de bu durumun mutlak iyi, âdil, hikmet ve kudret sahibi bir Tanrı’nın var olduğu ve olup biten her şeyin gerçek yaratıcısının o olduğu inancıyla nasıl bağdaştırılacağı konusu. “Kötülük problemi ve teodise” başlığı altında bir felsefe sorunu olarak daima filozofların gündeminde kalmış ve ateist düşünürlerin kanıtları arasında yer almıştır. (Razi, 1939: 220-225).
Düşünce tarihinde bir filozof için temel sorun “bir” ile “çok” ya da ezeli olanla sonradan olan, değişmeyenle değişen varlık arasındaki ilişkiyi makul bir sistem halinde temellendirmektir.
Ebu Bekir Razi, Tanrı-varlık arasındaki ilişkisini ve kozmik varlığın ortaya çıkışını beş ezeli ilke: Tanrı (el-Kudemaü’l-Hamse) adını verdiği sistem ile açıklamaktadır. Bu beş ezeli ilke; Tanrı (yaratıcı ya da el-bari), Nefs (külli nefis), zaman (dehr), mekân ve madde (heyula) dir. Başlangıçta bu beş varlık aynı anda mevcuttu ve bu hareket söz konusu değildi. Nefis, maddeyle birlikte olmaya yönelik aşırı arzusuna yenik düşmüş ve böylece hareket başlamış, ancak bu düzensiz bir şekilde olmuştur. Tanrı merhamet sahibi olduğundan Nefis’e ve âleme merhamet etmiştir. Nefs’e aklı bahşederek ona kendi hatasını anlama ve düzensiz hareketi düzenleme imkânı sağlamıştır. O dünyadaki kötülüğün Tanrı’dan değil Nefs’in maddeyle kurduğu ilişkiden kaynaklandığı söyler.
Razi’ye göre bu dünyanın kirinden, pasından arınmayı sağlayacak olan din değil felsefedir.
Razi metafiziğin omurgasını oluşturan bu beş ezeli ilke ve onun bu yöndeki görüşlerini sergilediği “el-İlmü’lilahi” adlı yapıtı, İslam düşüncesi tarihinde en çok eleştiri olan ve bunun üzerine en çok reddedilen yapıtı olmaktadır. Filozofa yapılan itirazlar Allah’tan başka ezeli varlık kabul ettiği, sistemin kendi içinde çelişkiler barındırdığı ve bu sistemin orijinal olmayıp Sokrat öncesi filozoflarından ya da Harranlı Sabiiler’den veya Maniheist’lerden alınmış olduğu şeklinde iddialardandır. Ancak bu konuda Ebu Bekir Razi ile İsmaili yazarların tartışma halinde olurlar. Yani, İsmaililerin Ebu Bekir Razi’nin bu görüşlerine karşı saldırılarının başlıca nedeni şunlardır: “zaman, tabiat, ruh ve peygamberlik.” Karşı çıkışları her şeyden önce Razi’nin felsefesinin en belirleyici savının, beş ebedi ilkenin benimsenişini hedef alır. Razi’ye göre, “uyumuş ruhları uyandırılma görevinin filozoflara ait” olduğu tezine karşı İsmaililer ise, “bu ruhların uyarılması görevinin filozofların gücünü aştığına dair” görüştedirler.
El-İlmü’l-ilahi adlı yapıtındaki alıntıları ve özet metinleri Paul Kraus “Resa’il Felsefiye” başlığı altında yayımlanmıştır. (Kahire 1939)
Tabiat Felsefesi ve Ebu Razi’de Deist Duruş
Doğadaki her çeşit oluşum, gelişim ve değişimi teorik düzeyde temellendirmeye çalışan ve tabiiyyun (natüralistler) olarak bilinen bu felsefe akımının kurucusu Razi’dir. Yani, deist bir filozof olan Razi aynı zamanda koyu bir rasyonalisttir. Çalışmalarında gözlem, deney ve tümevarım yöntemini başarıyla uygulamıştır. Razi, yapısı gereği maddenin dinamik olarak hareket etme gücüne sahip olduğunu savunmuş ve bu konudaki düşüncelerini İnneli’l-cismi hareketini zatih ve inne’l-hareke mebde’ün tabi’iyye adlı eserinde temellendirmeye çalışmıştır. Ayrıca tabiat ve tabiat olaylarının yorumu üzerine otuz iki eser kaleme almış, fakat bunların çoğu güzümüze ulaşmamıştır.
Evcilleşmiş ve Yabani Hayvanlar
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri de düşünme, yorumlama ve bilinenlerden bilinmezi bulma ve yeni durumlar yaratma yetisi olduğuna göre, acaba, insanın sosyal ve zihni yapısında da böyle bir ıslah, bunaklık körelme vardır.
Sığır türü doğanın en yabani ve en saldırgan türlerinden biridir…
Yabani bir boğanın karşısına çıkabilen pek az canlı bulunur; son derece saldırgandır ve özgür yaşamaya uygun bir hayvandır. Ancak insanlar, bunların saldırganlarını öldürmüş, daha sakin ve itaatkâr olanları yanlarında barındırmış ve üremelerine izin vermişlerdir. Sonunda doğanın o görkemli hayvanı, akşam sabah memesi ellenen, sırtına yük vurulan, toprağı sürmeye zorlanan öküze dönüşmüştür.
Köpek, bilgilerimize göre evrimsel gelişimine çok daha küçük vücutlu olarak başlamış; çok da saldırgan bir tür değilmiş keza kurtlar gibi özgür bir doğası da varmış. Ancak insan soyu onları birilerini üzerine saldırtmak için bu yönde seçmeye başlayınca son derece saldırgan bir soy ortaya çıkmış; bu saldırganlığın denetimini kolaylaştırma için itaat edenleri, ne olursa olsun sadakatle bağlananları da seçince bugün bildiğimiz köpekler ortaya çıkmış.
Ebu Bekir Razi’nin Din Anlayışı ve İlk Deizm Düşünceleri
Yaratıcı bir Tanrıya inandığı halde peygamberliği ve dini kabul etmeyen Razi’ye göre Allah’ın verdiği akıl gücü ve adalet duygusu sayesinde insan, peygamberin ya da herhangi bir ruhaninin aracılığıyla gerek kalmadan kendi yolunu kendisi bulabilir. Allah’ın insanlar arasından peygamber veya ruhani bir şahsiyeti üstün niteliklere donatarak imtiyazlı kılması ve insanlara mürşit olarak göndermesi O’nun hikmet, adalet ve merhametiyle bağdaşmayan bir durumdur. İnsanlar akıl ve diğer nitelikleri açısından eşit yaratılmıştır, üstün niteliklerle donatılmış imtiyazlı birinin varlığı bu eşitliği bozar. Ayrıca filozof tarih boyunca devam eden savaşların din farklılığından ileri geldiğini, dolayısıyla insanlığı kurtarma iddiasıyla ortaya çıkan peygamberlerin insanlığın felaketini hazırladığını ileri sürmektedir. Bu düşünceleri nedeniyle hiçbir dini olguyu eleştirmekten çekinmez. Ayrıca mucizenin kehanetten, Kur’an’daki icazın sanat diğeri yüksek bir şiirden farklı olmadığını söyler. Kısaca Razi ‘ye göre Yüce Allah’a en yakın olan kul en bilgin, en adil, en merhametli ve en şefkatli olandır. Bütün filozoflar,” Felsefe insanın gücü yettiği ölçüde Allah’a benzemesidir” sözüyle bunu anlatmak istemiştir. (es-Siretü’l-felsefiyye)
El Razi şöyle düşünür: “Bir, değişmeyen, ezel olan” ile çok, değişen ve sonradan olan” varlık arasındaki ilişkiyi anlaşılabilir tutarlıkla yaklaşım göstermektedir. Özgün düşüncesini öne sürmüş ve tarihi boyunca “varlık” sorunu filozofların gündeminden düşmemiştir.
Dünyada İlk Deist Ebu Bekir Razi
Ebu Bekir Razi ve felsefesin de beş ezelî ilke (el-kudemau’l-hamse) konu edilir ve adını verdiği sistemin kendisine özgü olduğunu, Harran’lı Sabii ve Antik Yunan düşüncelerinden esinlendiği iddialara karşı açıklamalar yapmaya çalışır. Yapıtı, “Ebû Hâtim er-Râzî, 2003: 88” de sistemin temel unsurları “Yaratıcı” (el-bari), “nefis” (külli nefis), “heyulâ” (şekilsiz ilk madde), “hâlâ” (boşluk, mutlak mekân) ve “dehr” (mutlak zaman) olarak belirtir. Bunların her birini ezelî saymakla birlikte aralarında derece ve mahiyet farkı gözeten filozofa göre yaratıcı ile nefis aktif, heyulâ pasif, hâlâ ve dehr ise ne aktif ne de pasiftir (Bedevî, 1990: 56; Kaya, 2007: 479).
Ebu Bekir Razi’ye göre, ilk olarak Yaratıcı (Bari) bu düzen ve tertibin gerisinde mutlak akıl ve kusursuz hikmet sahibi; âdil ve merhametli, bilgi, irade ve kudretiyle her şeyi kuşatan ezelî bir yaratıcı Tanrı vardır. Yaratıcı ilke olan Tanrı hiçbir zorunluluk olmaksızın âlemi yaratmışsa da yaratma anının belirlenmesi bir başka ezelî ilkenin bulunmasını gerektirmiştir ki bu ezelî ilke küllî nefistir (Razi, 1939: 282-284).
Ebu Bekir Razi’nin sisteminde evrenin yaratılması için iki aktif ilkenin yanında bir de pasif ilkenin bulunması gerekiyordu. Çünkü evrenin yaratılmasının yoktan var olduğu düşüncesi, yaratmanın yönelip üzerinde gerçekleştiği “ezelî ve pasif” bir ilke olarak heyulânın yani mutlak maddenin bulunması gerekir. Şu var ki Razi’nin ezelî bir ilke saydığı heyulâ, Aristocu gelenekteki heyulâdan farklıdır. Peripatetik felsefede henüz hiçbir forma girmemiş salt güç ve olanak kabul edilen heyulâ (ilk madde), Razi’nin sisteminde son derece küçük olan fakat hacmi bulunan düzensiz parçacık veya atomları işaret etmektedir.
Yaratıcının yardımıyla nefsin ilişkiye girmesi sonucunda bu parçacıkların birleşerek düzene kavuşması, Razi’nin ikinci heyulâ dediği madde ve cisimler âlemi meydana gelmiştir. Cisimler âlemindeki çeşitlilik, birleşime katılan atomların yoğun ve seyrek oluşuyla ilgilidir. Aynı şekilde cisimlerin ağırlık ve hafifliğini belirleyen de yine birleşimdeki atomların sayısıdır (Hatim er-Razi, 1939: 220-225).
Ebu Bekir Razi, daha mutlak mekândan söz eder!..
Ebu Bekir Razi’nin Din Anlayışı ve İlk Deizm Düşünceleri
Yaratıcı bir Tanrıya inandığı halde peygamberliği ve dini kabul etmeyen Razi’ye göre Allah’ın verdiği akıl gücü ve adalet duygusu sayesinde insan, peygamberin ya da herhangi bir ruhaninin aracılığıyla gerek kalmadan kendi yolunu kendisi bulabilir. Allah’ın insanlar arasından peygamber veya ruhani bir şahsiyeti üstün niteliklere donatarak imtiyazlı kılması ve insanlara mürşit olarak göndermesi O’nun hikmet, adalet ve merhametiyle bağdaşmayan bir durumdur. İnsanlar akıl ve diğer nitelikleri açısından eşit yaratılmıştır, üstün niteliklerle donatılmış imtiyazlı birinin varlığı bu eşitliği bozar. Ayrıca filozof tarih boyunca devam eden savaşların din farklılığından ileri geldiğini, dolayısıyla insanlığı kurtarma iddiasıyla ortaya çıkan peygamberlerin insanlığın felaketini hazırladığını ileri sürmektedir. Bu düşünceleri nedeniyle hiçbir dini olguyu eleştirmekten çekinmez. Ayrıca mucizenin kehanetten, Kur’an’daki icazın sanat diğeri yüksek bir şiirden farklı olmadığını söyler. Kısaca Razi ‘ye göre Yüce Allah’a en yakın olan kul en bilgin, en adil, en merhametli ve en şefkatli olandır. Bütün filozoflar,” Felsefe insanın gücü yettiği ölçüde Allah’a benzemesidir” sözüyle bunu anlatmak istemiştir. (es-Siretü’l-felsefiyye)
El Razi şöyle düşünür: “Bir, değişmeyen, ezel olan” ile çok, değişen ve sonradan olan” varlık arasındaki ilişkiyi anlaşılabilir tutarlıkla yaklaşım göstermektedir. Özgün düşüncesini öne sürmüş ve tarihi boyunca “varlık” sorunu filozofların gündeminden düşmemiştir.
Dünyada İlk Deist Ebu Bekir Razi
Ebu Bekir Razi ve felsefesin de beş ezelî ilke (el-kudemau’l-hamse) konu edilir ve adını verdiği sistemin kendisine özgü olduğunu, Harran’lı Sabii ve Antik Yunan düşüncelerinden esinlendiği iddialara karşı açıklamalar yapmaya çalışır. Yapıtı, “Ebû Hâtim er-Râzî, 2003: 88” de sistemin temel unsurları “Yaratıcı” (el-bari), “nefis” (külli nefis), “heyulâ” (şekilsiz ilk madde), “hâlâ” (boşluk, mutlak mekân) ve “dehr” (mutlak zaman) olarak belirtir. Bunların her birini ezelî saymakla birlikte aralarında derece ve mahiyet farkı gözeten filozofa göre yaratıcı ile nefis aktif, heyulâ pasif, hâlâ ve dehr ise ne aktif ne de pasiftir (Bedevî, 1990: 56; Kaya, 2007: 479).
Ebu Bekir Razi’ye göre, ilk olarak Yaratıcı (Bari) bu düzen ve tertibin gerisinde mutlak akıl ve kusursuz hikmet sahibi; âdil ve merhametli, bilgi, irade ve kudretiyle her şeyi kuşatan ezelî bir yaratıcı Tanrı vardır. Yaratıcı ilke olan Tanrı hiçbir zorunluluk olmaksızın âlemi yaratmışsa da yaratma anının belirlenmesi bir başka ezelî ilkenin bulunmasını gerektirmiştir ki bu ezelî ilke küllî nefistir (Razi, 1939: 282-284).
Ebu Bekir Razi’nin sisteminde evrenin yaratılması için iki aktif ilkenin yanında bir de pasif ilkenin bulunması gerekiyordu. Çünkü evrenin yaratılmasının yoktan var olduğu düşüncesi, yaratmanın yönelip üzerinde gerçekleştiği “ezelî ve pasif” bir ilke olarak heyulânın yani mutlak maddenin bulunması gerekir. Şu var ki Razi’nin ezelî bir ilke saydığı heyulâ, Aristocu gelenekteki heyulâdan farklıdır. Peripatetik felsefede henüz hiçbir forma girmemiş salt güç ve olanak kabul edilen heyulâ (ilk madde), Razi’nin sisteminde son derece küçük olan fakat hacmi bulunan düzensiz parçacık veya atomları işaret etmektedir.
Yaratıcının yardımıyla nefsin ilişkiye girmesi sonucunda bu parçacıkların birleşerek düzene kavuşması, Razi’nin ikinci heyulâ dediği madde ve cisimler âlemi meydana gelmiştir. Cisimler âlemindeki çeşitlilik, birleşime katılan atomların yoğun ve seyrek oluşuyla ilgilidir. Aynı şekilde cisimlerin ağırlık ve hafifliğini belirleyen de yine birleşimdeki atomların sayısıdır (Hatim er-Razi, 1939: 220-225).
Ebu Bekir Razi, daha mutlak mekândan söz eder!..
Ezelî ve pasif ilke konumundaki atomların yahut heyulânın aynı zamanda hacmi de söz konusu olduğuna göre onun bir mekânda bulunduğunun kabul edilmesi gerekir. Bu itibarla Razi, “biri küllî-mutlak diğeri cüzî-izafî” (göreli) olmak üzere iki ayrı mekândan söz eder. “İçinde hiçbir nesne bulunmayan boşluk” demek olan mutlak mekân, ezelî olan heyulânın varlığıyla birlikte düşünülmek durumunda olan uzaydır. Herhangi bir cisimle ilişkili olmayan mutlak mekân ezelî ve sonsuz olup işaretle gösterilemez. Küp biçiminde istiflenmiş nesneler dağıldıktan sonra işaret edilebilecek bir küp bulunmadığı halde küp kavramının zihinde kalması gibi, mutlak mekân da yalnızca akıl tarafından düşünülebilir. İzafî mekân ise yer kaplayan nesneyle ilişkili olup nesnenin varlığıyla var, yokluğuyla yok olur. fiu halde mutlak mekân âlemin yaratılışından önce ezelî bir ilke olarak bulunduğu halde, bir nesnenin kapladığı yer yahut hacim demek olan izafî mekân ezelî değil, cisimler âleminin varlığına bağlı olarak ortaya çıkan bir kavram olmaktadır (Ebu Hatim er- Razi 2003: 92).
Razi’ye göre, Mutlak zaman ezelden ebede doğru akan sürekliliği işaret etmektedir. akıl, âlemden bağımsız, onu aşan ve kuşatan bir sürekliliği düşünebilmektedir. Mutlak zaman bir hareket türü yahut hareketin sayısı değildir. Felek ve feleğin dönüşü ortadan kalksa bile mutlak zamanın zihindeki kavramı varlığını sürdürür. Mutlak mekân gibi mutlak zamanın da cisimler âlemiyle bir ilişkisi bulunmadığına göre günlük dilde kullanılan an, saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay ve yıl gibi birimler de ancak izafî yahut cüzî zamanın birimleri olmaktadır. Dolayısıyla izafî zamanın ölçülebilir ve sınırlı oluşuna karşılık mutlak zaman ölçülemez ve sınırsızdır (Ebu Hatim er-Razi, 2003: 91).
Ebu Bekir Razi’nin Ahlakı ve Akıl
İslam düşüncesi tarihinde dini epistemoloji zemininde, ahlakı da bir felsefe problemi olarak ele alan ilk düşünür Kindî olmuştur. Deist dünya görüşü dolayısıyla bir dine ve peygamberlik kurumuna inanmayan Razi’nin ahlakı dinden bağımsız ve tümüyle bir felsefe sorunu olarak ele alması doğaldır. Nitekim Razi’ye göre Allah’ın verdiği akıl gücü ve adalet duygusu sayesinde insan, peygamberin ya da herhangi bir ruhanînin önderliğine gerek kalmadan iyiyi kötüyü, yararlıyı zararlıyı, güzeli çirkini, doğruyu yanlışı, haklıyı haksızı birbirinden ayırt edebilir.
Kindi’den sonra Razi’den dini telakkinin dışına çıkarak ahlakı bir felsefe problemi tarzında ele almıştır. Bu konudaki temel kitabı “et-Tıbbü’r-ruhani” adlı yapıtıdır. Razi, ruh sağlığının belli ahlak ilkelerine sadakatle kazanılacağını savunur. Ayrıca filozof, “Alamatü’l-ikbal ve’d-devle” adlı risalesinde karizmatik bir liderde bulunması gereken ahlaki ve psikolojik özellikleri on madde halinde sıralamıştır. Hekimlik ahlakıyla ilgili tespit ve tavsiyeleri içeren “Ahlaku’t-tabib” adlı risalesi is günümüze ulaşmıştır ve kendi alanında ilk eser sayılmaktadır.
Razi’nin referansları filozofların üstadı ve en büyüğü diye nitelediği Eflatun ile Galen (Calinus) ve onun “Kita fi’l-Ahlak” adlı yapıtının muhtasarıdır. Son dönem Stoa ahlak felsefesinin temsilcilerinden olan Galen’in bu eseri vasıtasıyla Stoacı görüşler İslam toplumunda yankı bulmuştur. Ayrıca onun kaynakları arasında “Kindi’nin el-Hile li-def’il-ahzan” ile Razi’nin içinde yaşadığı toplumun ahlak konusundaki değer yargılarını da saymak gerekir.
Razi, ahlak anlayışını akıl, irade ve tutku kavramları etrafında şekillendirmekle, bir bakıma ahlakı psikoloji temeli üzerine oturtmuş olmaktadır. Bu konuda Eflatun’un nefis anlayışına gönderme yapan filozof, onun insanda üç çeşit nefis bulunduğu şeklindeki görüşünü benimser. Bunlar düşünen nefis, hayvanî nefis ve nebatî nefis olup ilkine ilahî, ikincisine gazabı, üçüncüsüne de şehevî nefis adı da verilir. Bedenin beslenip gelişmesini ve üremeyi sağlayan nebati-şehevî nefis ile öfkenin kaynağı durumundaki hayvanî nefis, düşünen nefse yani akla hizmet ve destek için vardır. Özellikle hayvanî nefsin, şehevî arzu ve tutkuları kontrol altına alması hususunda akla yardımcı olma işlevi ahlak açısından büyük önem taşır. Diğer yandan düşünen nefsin bedenden bağımsız ve ölümsüz olmasına karşılık, nebatî ve hayvanî nefis beden gibi ölümlüdür.
Ebu Bekir Razi, “Tıbbü’r-rûhânî” adlı kitabında gerek ruh sağlığı gerekse konuya ilişkin diğer eserlerinde sıkça gönderme yapmasından hareketle Razi’nin ahlak anlayışını temellendirirken daha çok “filozofların üstadı ve en büyüğü” olarak gördüğü Eflatun ile kendisinden “velinimetim” diye söz ettiği Calinus’tan yararlandığı açıktır. Bununla birlikte Kindî’nin Üzüntüyü Yenmenin Çareleri “Risâle fi’l-hîle li-def’il-ahzan” adlı kitabında onun kaynakları arasında yer aldığını, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ahlaki değerlerinden esinlenmiş olduğunu söylemek de mümkündür.
Yirmi bölümlük Ruh Sağlığı’nın ilk bölümünde yaratıcı tarafından insana bahşedilen en büyük, en değerli ve en yararlı nimetin akıl olduğunu belirtir Ebu Bekir Razi. İnsanı hayvanlardan üstün kılan akıl gücüdür. Gerek bu dünyada gerekse öbür dünyada her türlü yararı elde etmemiz, varlığı tanımamız, hedefler belirleyip onlara ulaşmamız, araç gereç yapıp kullanmamız, bilim ve sanat yapmamız, dahası sahip olabildiğimiz en önemli ve en değerli hazinemiz olan “Allah’ı tanıma” akıl gücü sayesinde başarılır. (Razi, 2008: 57-58).
İnsanın fiil ve davranışlarının ahlaki sayılması için onun akıllı olmasının tek başına yetmeyeceğini söyleyen Razi, aklın önündeki engelleri kaldırmada iradenin önem taşıdığına dikkat çeker. Ona göre akıl gibi irade de Allah’ın diğer canlı varlıklar içinde sadece insan türüne verdiği özel bir yetenektir. Ne var ki akıl ve irade gününü etkin kılma bakımından toplumdan topluma ve insandan insana farklılaşmalar ortaya çıkar ki bu durum öğrenim ve irade eğitiminin önemini gündeme getirir.
İnsanlar akıl ve iradesiyle değil de tutkularıyla davranırlar…
Bu konuda pek de iyimser olmadığı anlaşılan Razi’ye göre, insanların akıl ve iradeleriyle değil, çoğunlukla tutku ve ihtiraslarıyla davrandıklarını düşünür. Bunun insanların yalnızca kendilerini ve o anı düşünmelerinden kaynaklandığını belirtir. Düşünen nefis yani aklın, tutkuları yönetmek yerine onların güdümüne girmesidir. Bu ise Razi’ye göre hiçbir dinin ve akıl sahibinin onaylamadığı bir durumdur (Razi, 2008: 59-61-66-69)
İnsan yapısı ve davranışları…
Ebu Bekir Razi’ye göre aşk, kendini beğenme, çekememezlik, öfke, yalan, cimrilik, açgözlülük, sefahat, içki ve cinselliğe düşkünlük, mal ve makam hırsı gibi bayağı duyguların yanı sıra üzüntü ve ölüm korkusunu da insanı karamsarlığa düşürüp mutlu olmasını engelleyen etkenler olarak değerlendirir. Ona göre insan doğasından kaynaklanan üzüntü ve tasanın tümüyle yok edilmesi mümkün olmasa da etkisini azaltmak mümkündür. Bunun için öncelikle üzüntüye kapılmamak yahut etkisini olabildiğince azaltmak için önlem almaya çalışmalı, bunda başarılı olunamazsa üzüntüden bir an evvel kurtulmanın çareleri aranmalıdır.
Razi’ye göre üzüntü ya sevilen bir şeyin kaybedilmesi veya bir beklentinin gerçekleşmemesi sonucunda ortaya çıkar. Sevilen ve beklentiye konu olan şeyin büyüklüğü üzüntünün yoğunluğunu da belirler. Şu hâlde akıllı kimseler, bu dünyadaki her şeyin sürekli değiştiğinin, dolayısıyla her an üzüntüyle karşı karşıya kalabileceğinin bilinciyle yaşar. Bu bilinç ona her üzücü olay ve durumu doğal karşılama; kendi irade ve gücünü aşan olumsuzluklar karşısında sarsılmama; daha kötüsünün de olabileceğini, üzülmenin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini, her sevinç ve mutluluk gibi üzüntü ve tasanı n da gelip geçici olduğunu düşünerek üzüntüsünü hafifletme yolun açar (Razi, 2008: 105-110).
Razi’nin karamsarlık ve mutsuzluğa yol açtığını düşündüğü bir diğer etken de ölüm korkusudur. Ona göre ancak ölümden sonraki hayata inanmakla bu korkunun üstesinden gelinebilir. Çünkü ölümün bir yok oluş değil, adaletin gerçekleşeceği bir hayatın başlangıcı olduğuna inananlar ölümden korkmadıkları gibi yaşama sevincini de daima diri tutarlar. Dolayısıyla ebedî bir hayatın varlığı akıl ve adalet duygusunun olduğu kadar Allah’ın hikmet ve merhametinin de bir gereği olmaktadır. Ölümü sonsuz bir yok oluş şeklinde değerlendirenler, ölüm korkusu karşısında birtakım şeylerle kendilerini avutma yoluna gitseler de karamsarlıktan kurtulamaz ve giderek intiharı kurtuluş sayacak duruma gelirler (Razi, 2008: 137-140).
Ebu Bekir Razi Akıl Konusunda
Razi yirmi kısa bölümden oluşan “et-Tıbü’r-ruhani”nin ilk bölümünde yaratıcının insana lütfettiği en büyük ve en yararlı nimetin akıl olduğunu belirterek bu konuda rasyonel bir yöntem izleyeceğinin işaretlerini verir. İnsanı hayvanlardan üstün kılan en önemli güç akıldır; varlığı akıl sayesinde tanır, bilim ve sanatı akılla yapar, Allah’ı da akılla buluruz. Şu hâlde davranışlarımızda akla uygun olduğu ölçüde ahlaki sayılır. Aklın işlevini yapmasına en büyük engel ise nefsani arzulardır. Duygular ve arzular aklı mahkûm durumuna düşürebilir. Aklın önündeki engelleri aşabilmek için Allah insana hayvanlarda bulunmayan ve irade denilen bir yetenek vermiştir. Şu hâlde insanın ahlaki bir kimlik kazanabilmesi için eğitime ve irade egzersizine ihtiyacı vardır. Ancak filozof iradeyle ilgili görüşlerinde oldukça kötümserdir. Ona göre çoğunlukla insanlar akıl ve iradeleriyle değil tutku ve ihtiraslarıyla hareket ederler. Hâlbuki mutluluğa giden yol akıl, bilgi ve güçlü bir iradeden geçer. Razi’ye göre kendine hâkim olabilen iradeli insan tipini erdemli filozof oluşturur ki bu ideal filozof tipinin ahlak felsefesinin kurucusu Sokrat olduğuna şüphe yoktur.
Razi, aklın işlevini tam olarak yapmasına ve insanın mutluluğuna engel saydığı için hazcılığı eleştirir. Ona göre normalin dışına çıkmak elemi, normal hale dönüş ise hazzı meydana getirir. Burada vurgulanmak istene husus, sıkıntı ve zahmetlere katlanarak elde edilen maddi hazların çok kısa sürdüğü gerçeğidir. Çünkü vücut doyum noktasına ulaşınca yani tabii hale dönüşünce artık haz duymaz. Razi haz-elem ilişkisini şu örnekle açıklar: Serin gölgede oturan biri oradan ayrılıp kızgın güneş altında yürürken elem duyar, önceki yerine dönünce haz ve huzur bulur. Fakat vücudu kısa sürede ortama alışınca yani tabii hale dönünce arttık haz almamaya başlar. Razi’ye göre bu durum bütün maddi hazlar için geçerlidir.
Aşk konusunda Razi…
Hazcılığı eleştirirken Eflatun gibi Razi de aşkı bir tür ruhi hastalık sayar; âşıkları şehvet düşkünü, nefsani arzuların kulu kölesi olmakla suçlar ve hayvanlardan daha aşağı düzeyde olduklarını söyler. Razi hazzın mahiyetiyle ilgili “Kitabül’l-Lezze” adlı günümüze ulaşmayan bir eser yazmış ve bu çalışması da kültür çevrelerince hayli tepkilere yol açmış üzerine reddiyelere yazılmıştır.
Ebu Bekir Razi ve Tıbbı
Horasan bölgesindeki çeşitli merkezlerde Yunan, Hint, İran ve İslam tıbbı üzerinde araştırmalar yapmış ve Helenistik çağın en ünlü hekimi Galen’den beri hiçbir tabibin ulaşmadığı tıp bilgisine sahip olmuştu. Rey’de Bimaristan başhekimliğine getirilmiş devamında hem saray hekimliği hem de devlet işlerinde danışman olarak önemli görevler üstlenmiştir. “Bimaristan-ı Adudi” adıyla anılacak olan hastanenin başhekimlik sınavını yüz hekim arasından kazanmıştır. Hizmeti muntazam bir şekilde nöbetleşe yürütebilmek için hastaneye dâhiliye, hariciye, nöroloji, ortopedi ve göz hekimlerinden oluşan yirmi dört kişilik uzman kadrosu ilave etmiştir. Razi geliştirdiği çok ileri bir yöntemle kliniklerde hastaları önce asistanla, sonra başasistanlara muayene ettirir, onların teşhiste güçlük çektikleri bir vaka olursa kendisi müdahale ederdi. Hastanelerde muayene, teşhis, ilaçların etkileri ve vakanın bütün seyri deftere geçilirdi.
Ayrıca o tıp tarihinde kimyayı tıbbın hizmetinde kullanan ilk hekim olarak bilinmektedir. Cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanan, ilk göz ameliyatını yapan ve yine ilk kez alkolü tıpta kullanan tabip olduğu da söylenir. Klinik tıbbın üstadı kabul edilen Razi, kendisine çok şey borçlu olduğunu söylediği Galen’i eleştirmek üzere kaleme aldığı “Kitabü’ş-Şükuk” adlı yapıtının girişinde tıp ve felsefede kanıtlanmış bilgi dışında hiçbir otoriteye güvenilemeyeceğini söyler. Tabiat ilimlerinde uyguladığı görülmektedir.
Muayene sırasında hastanın yaşını, beslenmesini, geçirdiği rahatsızlıkları, şikâyetinin ne olduğunu ve ne zaman başladığını sormakta, koyduğu teşhisleriyle birlikte bütün bulguları kayda geçirmekteydi. Bu alandaki zengin bikrimi sayıları on beş yılda vücuda getirdiği tıp ansiklopedisi mahiyetindeki “el-Havi” adlı kitabında görmek mümkündür. Kızamık ve çiçek hastalılarının teşhisi doğru koyan ilk hekim olan Razi bu konuda “el-Cüderi ve’l-hasbe” adlı bir eser yazmıştır. “Ahlaku’t-tabib” adlı eserinde hekim-hasta ilişkisinde uyulması gereken kuralları hatırlatarak,” Tıpta kehanet olmaz, hekim her şeyi bilemez, hasta denek olarak kullanılamaz, hekim hasta ile doğrudan diyalog kurmalı” şeklinde tavsiyelerde bulunur.
Ebu Bekir Razi ve Kimyası
Razi deneyleri esnasında gliserin, soda, sirke asidi, alkol, kükürt asit ve nitrik asit gibi kimyasal maddeleri bulmuş olması sebebiyle kimyayı teoriden pratiğe geçirdiği için bu ilmin kurucularından kabul edilmiştir. Ayrıca değersiz madenleri birtakım işlemlere tabi tutmak suretiyle, onlardan değerli maddeler elde etmenin mümkün olduğuna inanan Razi’ye ilk karşı çıkan Kindi olmuştur. Kindi bu konuda iki eser yazarak madenlerin asli nitelikleri değiştirmenin mümkün olmadığını, bunu yapmaya kalkışanların halkı aldattığını söyleri buna karşı “er-Red’ale’l-kindi fi reddihi, ale’l-kimya” adıyla bir risale kaleme alarak Kindi’nin görüşlerini çürütmeye çalışmıştır. Ancak Razi’nin uzun yıllar kimya deneyleriyle uğraştığı halde iksir dediği o sihirli maddeyi bulamamış olması Kindi’nin haklı olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Ebu Bekir Razi’nin Yapıtları
Razi’nin ölümünden iki yıl önce yazdığı risalede o güne kadar 200’e yakın eser kaleme aldığını belirtmiştir. Buna göre tıp alanında elli atı, tabiat ilimlerinde otuz iki, mantıkta yedi, matematik ve astronomide on, felsefede on yedi, metafizikte altı ilahiyatta on dört, kimyada yirmi iki, küfriyatla ilgili iki, çeşitli konularda on iki kitap yazmış olup bunlardan günümüze ulaşanların çoğu tıpla ilgilidir.
Bibliyografya: Adamson, Peter Taylor, Richard C.; çev: Cüneyt Kaya, İstanbul, 2008
Corbin, Henry; çev, Hüseyin Hatemi, c.1, İletişim Yay, İstanbul, 2004 DİA İA
Kaynaklar:
Ömer Yıldırım Kişisel Ders Notları, Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" ve 2, 3, 4. Sınıf. Ebu Bekir Razi kimdir, düşüncesi, felsefesi nedir ve yapıtları.
Bibliyografya: Adamson, Peter Taylor, Richard C.; çev. Cüneyt Kaya, 2008 İstanbul,
Corbin, Henry; çev, Hüseyin Hatemi, c.1, İletişim Yay, İstanbul, 2004 DİA İA
Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde ilim,1943 İstanbul: Maarif Matbaası.
H. Akgündüz, “Klasik dönem Osmanlı medrese sistemi”. İ1997 stanbul Ulusal Yayınları.
C. Aydın, “Ali Kuşçu”, DİA, C. 2, 1989, İstanbul: TDV Yayınları.
M. Bilge, (1984). “İlk Osmanlı Medreseleri” İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi vr. No: 67b
R. Demir, “Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türk felsefesi” C. I.2005, Ankara: Lotos Yayınları.
M. Kaya & H. Sarıoğlu “Gazali “Tehâfüt el-Felâsife, Filozofların Tutarsızlığı (çev.) Klasik Yayınları İstanbul:
Tusi, Alâaddin (1990). Tehâfütü’l-Felâsife (tah. Ve ta’lil: Rıza Saade). Beyrut: Daru’l Fikri’l-Lübnani.
Türker, Mübahat (1956). Üç Tehâfüt bakımından felsefe ve din münasebeti. Ankara: TTK Basımevi.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Osmanlı Tarihi”, C. 2. 1983 Ankara: TTK. Basımevi
Razi’ye göre, Mutlak zaman ezelden ebede doğru akan sürekliliği işaret etmektedir. akıl, âlemden bağımsız, onu aşan ve kuşatan bir sürekliliği düşünebilmektedir. Mutlak zaman bir hareket türü yahut hareketin sayısı değildir. Felek ve feleğin dönüşü ortadan kalksa bile mutlak zamanın zihindeki kavramı varlığını sürdürür. Mutlak mekân gibi mutlak zamanın da cisimler âlemiyle bir ilişkisi bulunmadığına göre günlük dilde kullanılan an, saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay ve yıl gibi birimler de ancak izafî yahut cüzî zamanın birimleri olmaktadır. Dolayısıyla izafî zamanın ölçülebilir ve sınırlı oluşuna karşılık mutlak zaman ölçülemez ve sınırsızdır (Ebu Hatim er-Razi, 2003: 91).
Ebu Bekir Razi’nin Ahlakı ve Akıl
İslam düşüncesi tarihinde dini epistemoloji zemininde, ahlakı da bir felsefe problemi olarak ele alan ilk düşünür Kindî olmuştur. Deist dünya görüşü dolayısıyla bir dine ve peygamberlik kurumuna inanmayan Razi’nin ahlakı dinden bağımsız ve tümüyle bir felsefe sorunu olarak ele alması doğaldır. Nitekim Razi’ye göre Allah’ın verdiği akıl gücü ve adalet duygusu sayesinde insan, peygamberin ya da herhangi bir ruhanînin önderliğine gerek kalmadan iyiyi kötüyü, yararlıyı zararlıyı, güzeli çirkini, doğruyu yanlışı, haklıyı haksızı birbirinden ayırt edebilir.
Kindi’den sonra Razi’den dini telakkinin dışına çıkarak ahlakı bir felsefe problemi tarzında ele almıştır. Bu konudaki temel kitabı “et-Tıbbü’r-ruhani” adlı yapıtıdır. Razi, ruh sağlığının belli ahlak ilkelerine sadakatle kazanılacağını savunur. Ayrıca filozof, “Alamatü’l-ikbal ve’d-devle” adlı risalesinde karizmatik bir liderde bulunması gereken ahlaki ve psikolojik özellikleri on madde halinde sıralamıştır. Hekimlik ahlakıyla ilgili tespit ve tavsiyeleri içeren “Ahlaku’t-tabib” adlı risalesi is günümüze ulaşmıştır ve kendi alanında ilk eser sayılmaktadır.
Razi’nin referansları filozofların üstadı ve en büyüğü diye nitelediği Eflatun ile Galen (Calinus) ve onun “Kita fi’l-Ahlak” adlı yapıtının muhtasarıdır. Son dönem Stoa ahlak felsefesinin temsilcilerinden olan Galen’in bu eseri vasıtasıyla Stoacı görüşler İslam toplumunda yankı bulmuştur. Ayrıca onun kaynakları arasında “Kindi’nin el-Hile li-def’il-ahzan” ile Razi’nin içinde yaşadığı toplumun ahlak konusundaki değer yargılarını da saymak gerekir.
Razi, ahlak anlayışını akıl, irade ve tutku kavramları etrafında şekillendirmekle, bir bakıma ahlakı psikoloji temeli üzerine oturtmuş olmaktadır. Bu konuda Eflatun’un nefis anlayışına gönderme yapan filozof, onun insanda üç çeşit nefis bulunduğu şeklindeki görüşünü benimser. Bunlar düşünen nefis, hayvanî nefis ve nebatî nefis olup ilkine ilahî, ikincisine gazabı, üçüncüsüne de şehevî nefis adı da verilir. Bedenin beslenip gelişmesini ve üremeyi sağlayan nebati-şehevî nefis ile öfkenin kaynağı durumundaki hayvanî nefis, düşünen nefse yani akla hizmet ve destek için vardır. Özellikle hayvanî nefsin, şehevî arzu ve tutkuları kontrol altına alması hususunda akla yardımcı olma işlevi ahlak açısından büyük önem taşır. Diğer yandan düşünen nefsin bedenden bağımsız ve ölümsüz olmasına karşılık, nebatî ve hayvanî nefis beden gibi ölümlüdür.
Ebu Bekir Razi, “Tıbbü’r-rûhânî” adlı kitabında gerek ruh sağlığı gerekse konuya ilişkin diğer eserlerinde sıkça gönderme yapmasından hareketle Razi’nin ahlak anlayışını temellendirirken daha çok “filozofların üstadı ve en büyüğü” olarak gördüğü Eflatun ile kendisinden “velinimetim” diye söz ettiği Calinus’tan yararlandığı açıktır. Bununla birlikte Kindî’nin Üzüntüyü Yenmenin Çareleri “Risâle fi’l-hîle li-def’il-ahzan” adlı kitabında onun kaynakları arasında yer aldığını, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ahlaki değerlerinden esinlenmiş olduğunu söylemek de mümkündür.
Yirmi bölümlük Ruh Sağlığı’nın ilk bölümünde yaratıcı tarafından insana bahşedilen en büyük, en değerli ve en yararlı nimetin akıl olduğunu belirtir Ebu Bekir Razi. İnsanı hayvanlardan üstün kılan akıl gücüdür. Gerek bu dünyada gerekse öbür dünyada her türlü yararı elde etmemiz, varlığı tanımamız, hedefler belirleyip onlara ulaşmamız, araç gereç yapıp kullanmamız, bilim ve sanat yapmamız, dahası sahip olabildiğimiz en önemli ve en değerli hazinemiz olan “Allah’ı tanıma” akıl gücü sayesinde başarılır. (Razi, 2008: 57-58).
İnsanın fiil ve davranışlarının ahlaki sayılması için onun akıllı olmasının tek başına yetmeyeceğini söyleyen Razi, aklın önündeki engelleri kaldırmada iradenin önem taşıdığına dikkat çeker. Ona göre akıl gibi irade de Allah’ın diğer canlı varlıklar içinde sadece insan türüne verdiği özel bir yetenektir. Ne var ki akıl ve irade gününü etkin kılma bakımından toplumdan topluma ve insandan insana farklılaşmalar ortaya çıkar ki bu durum öğrenim ve irade eğitiminin önemini gündeme getirir.
İnsanlar akıl ve iradesiyle değil de tutkularıyla davranırlar…
Bu konuda pek de iyimser olmadığı anlaşılan Razi’ye göre, insanların akıl ve iradeleriyle değil, çoğunlukla tutku ve ihtiraslarıyla davrandıklarını düşünür. Bunun insanların yalnızca kendilerini ve o anı düşünmelerinden kaynaklandığını belirtir. Düşünen nefis yani aklın, tutkuları yönetmek yerine onların güdümüne girmesidir. Bu ise Razi’ye göre hiçbir dinin ve akıl sahibinin onaylamadığı bir durumdur (Razi, 2008: 59-61-66-69)
İnsan yapısı ve davranışları…
Ebu Bekir Razi’ye göre aşk, kendini beğenme, çekememezlik, öfke, yalan, cimrilik, açgözlülük, sefahat, içki ve cinselliğe düşkünlük, mal ve makam hırsı gibi bayağı duyguların yanı sıra üzüntü ve ölüm korkusunu da insanı karamsarlığa düşürüp mutlu olmasını engelleyen etkenler olarak değerlendirir. Ona göre insan doğasından kaynaklanan üzüntü ve tasanın tümüyle yok edilmesi mümkün olmasa da etkisini azaltmak mümkündür. Bunun için öncelikle üzüntüye kapılmamak yahut etkisini olabildiğince azaltmak için önlem almaya çalışmalı, bunda başarılı olunamazsa üzüntüden bir an evvel kurtulmanın çareleri aranmalıdır.
Razi’ye göre üzüntü ya sevilen bir şeyin kaybedilmesi veya bir beklentinin gerçekleşmemesi sonucunda ortaya çıkar. Sevilen ve beklentiye konu olan şeyin büyüklüğü üzüntünün yoğunluğunu da belirler. Şu hâlde akıllı kimseler, bu dünyadaki her şeyin sürekli değiştiğinin, dolayısıyla her an üzüntüyle karşı karşıya kalabileceğinin bilinciyle yaşar. Bu bilinç ona her üzücü olay ve durumu doğal karşılama; kendi irade ve gücünü aşan olumsuzluklar karşısında sarsılmama; daha kötüsünün de olabileceğini, üzülmenin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini, her sevinç ve mutluluk gibi üzüntü ve tasanı n da gelip geçici olduğunu düşünerek üzüntüsünü hafifletme yolun açar (Razi, 2008: 105-110).
Razi’nin karamsarlık ve mutsuzluğa yol açtığını düşündüğü bir diğer etken de ölüm korkusudur. Ona göre ancak ölümden sonraki hayata inanmakla bu korkunun üstesinden gelinebilir. Çünkü ölümün bir yok oluş değil, adaletin gerçekleşeceği bir hayatın başlangıcı olduğuna inananlar ölümden korkmadıkları gibi yaşama sevincini de daima diri tutarlar. Dolayısıyla ebedî bir hayatın varlığı akıl ve adalet duygusunun olduğu kadar Allah’ın hikmet ve merhametinin de bir gereği olmaktadır. Ölümü sonsuz bir yok oluş şeklinde değerlendirenler, ölüm korkusu karşısında birtakım şeylerle kendilerini avutma yoluna gitseler de karamsarlıktan kurtulamaz ve giderek intiharı kurtuluş sayacak duruma gelirler (Razi, 2008: 137-140).
Ebu Bekir Razi Akıl Konusunda
Razi yirmi kısa bölümden oluşan “et-Tıbü’r-ruhani”nin ilk bölümünde yaratıcının insana lütfettiği en büyük ve en yararlı nimetin akıl olduğunu belirterek bu konuda rasyonel bir yöntem izleyeceğinin işaretlerini verir. İnsanı hayvanlardan üstün kılan en önemli güç akıldır; varlığı akıl sayesinde tanır, bilim ve sanatı akılla yapar, Allah’ı da akılla buluruz. Şu hâlde davranışlarımızda akla uygun olduğu ölçüde ahlaki sayılır. Aklın işlevini yapmasına en büyük engel ise nefsani arzulardır. Duygular ve arzular aklı mahkûm durumuna düşürebilir. Aklın önündeki engelleri aşabilmek için Allah insana hayvanlarda bulunmayan ve irade denilen bir yetenek vermiştir. Şu hâlde insanın ahlaki bir kimlik kazanabilmesi için eğitime ve irade egzersizine ihtiyacı vardır. Ancak filozof iradeyle ilgili görüşlerinde oldukça kötümserdir. Ona göre çoğunlukla insanlar akıl ve iradeleriyle değil tutku ve ihtiraslarıyla hareket ederler. Hâlbuki mutluluğa giden yol akıl, bilgi ve güçlü bir iradeden geçer. Razi’ye göre kendine hâkim olabilen iradeli insan tipini erdemli filozof oluşturur ki bu ideal filozof tipinin ahlak felsefesinin kurucusu Sokrat olduğuna şüphe yoktur.
Razi, aklın işlevini tam olarak yapmasına ve insanın mutluluğuna engel saydığı için hazcılığı eleştirir. Ona göre normalin dışına çıkmak elemi, normal hale dönüş ise hazzı meydana getirir. Burada vurgulanmak istene husus, sıkıntı ve zahmetlere katlanarak elde edilen maddi hazların çok kısa sürdüğü gerçeğidir. Çünkü vücut doyum noktasına ulaşınca yani tabii hale dönüşünce artık haz duymaz. Razi haz-elem ilişkisini şu örnekle açıklar: Serin gölgede oturan biri oradan ayrılıp kızgın güneş altında yürürken elem duyar, önceki yerine dönünce haz ve huzur bulur. Fakat vücudu kısa sürede ortama alışınca yani tabii hale dönünce arttık haz almamaya başlar. Razi’ye göre bu durum bütün maddi hazlar için geçerlidir.
Aşk konusunda Razi…
Hazcılığı eleştirirken Eflatun gibi Razi de aşkı bir tür ruhi hastalık sayar; âşıkları şehvet düşkünü, nefsani arzuların kulu kölesi olmakla suçlar ve hayvanlardan daha aşağı düzeyde olduklarını söyler. Razi hazzın mahiyetiyle ilgili “Kitabül’l-Lezze” adlı günümüze ulaşmayan bir eser yazmış ve bu çalışması da kültür çevrelerince hayli tepkilere yol açmış üzerine reddiyelere yazılmıştır.
Ebu Bekir Razi ve Tıbbı
Horasan bölgesindeki çeşitli merkezlerde Yunan, Hint, İran ve İslam tıbbı üzerinde araştırmalar yapmış ve Helenistik çağın en ünlü hekimi Galen’den beri hiçbir tabibin ulaşmadığı tıp bilgisine sahip olmuştu. Rey’de Bimaristan başhekimliğine getirilmiş devamında hem saray hekimliği hem de devlet işlerinde danışman olarak önemli görevler üstlenmiştir. “Bimaristan-ı Adudi” adıyla anılacak olan hastanenin başhekimlik sınavını yüz hekim arasından kazanmıştır. Hizmeti muntazam bir şekilde nöbetleşe yürütebilmek için hastaneye dâhiliye, hariciye, nöroloji, ortopedi ve göz hekimlerinden oluşan yirmi dört kişilik uzman kadrosu ilave etmiştir. Razi geliştirdiği çok ileri bir yöntemle kliniklerde hastaları önce asistanla, sonra başasistanlara muayene ettirir, onların teşhiste güçlük çektikleri bir vaka olursa kendisi müdahale ederdi. Hastanelerde muayene, teşhis, ilaçların etkileri ve vakanın bütün seyri deftere geçilirdi.
Ayrıca o tıp tarihinde kimyayı tıbbın hizmetinde kullanan ilk hekim olarak bilinmektedir. Cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanan, ilk göz ameliyatını yapan ve yine ilk kez alkolü tıpta kullanan tabip olduğu da söylenir. Klinik tıbbın üstadı kabul edilen Razi, kendisine çok şey borçlu olduğunu söylediği Galen’i eleştirmek üzere kaleme aldığı “Kitabü’ş-Şükuk” adlı yapıtının girişinde tıp ve felsefede kanıtlanmış bilgi dışında hiçbir otoriteye güvenilemeyeceğini söyler. Tabiat ilimlerinde uyguladığı görülmektedir.
Muayene sırasında hastanın yaşını, beslenmesini, geçirdiği rahatsızlıkları, şikâyetinin ne olduğunu ve ne zaman başladığını sormakta, koyduğu teşhisleriyle birlikte bütün bulguları kayda geçirmekteydi. Bu alandaki zengin bikrimi sayıları on beş yılda vücuda getirdiği tıp ansiklopedisi mahiyetindeki “el-Havi” adlı kitabında görmek mümkündür. Kızamık ve çiçek hastalılarının teşhisi doğru koyan ilk hekim olan Razi bu konuda “el-Cüderi ve’l-hasbe” adlı bir eser yazmıştır. “Ahlaku’t-tabib” adlı eserinde hekim-hasta ilişkisinde uyulması gereken kuralları hatırlatarak,” Tıpta kehanet olmaz, hekim her şeyi bilemez, hasta denek olarak kullanılamaz, hekim hasta ile doğrudan diyalog kurmalı” şeklinde tavsiyelerde bulunur.
Ebu Bekir Razi ve Kimyası
Razi deneyleri esnasında gliserin, soda, sirke asidi, alkol, kükürt asit ve nitrik asit gibi kimyasal maddeleri bulmuş olması sebebiyle kimyayı teoriden pratiğe geçirdiği için bu ilmin kurucularından kabul edilmiştir. Ayrıca değersiz madenleri birtakım işlemlere tabi tutmak suretiyle, onlardan değerli maddeler elde etmenin mümkün olduğuna inanan Razi’ye ilk karşı çıkan Kindi olmuştur. Kindi bu konuda iki eser yazarak madenlerin asli nitelikleri değiştirmenin mümkün olmadığını, bunu yapmaya kalkışanların halkı aldattığını söyleri buna karşı “er-Red’ale’l-kindi fi reddihi, ale’l-kimya” adıyla bir risale kaleme alarak Kindi’nin görüşlerini çürütmeye çalışmıştır. Ancak Razi’nin uzun yıllar kimya deneyleriyle uğraştığı halde iksir dediği o sihirli maddeyi bulamamış olması Kindi’nin haklı olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Ebu Bekir Razi’nin Yapıtları
Razi’nin ölümünden iki yıl önce yazdığı risalede o güne kadar 200’e yakın eser kaleme aldığını belirtmiştir. Buna göre tıp alanında elli atı, tabiat ilimlerinde otuz iki, mantıkta yedi, matematik ve astronomide on, felsefede on yedi, metafizikte altı ilahiyatta on dört, kimyada yirmi iki, küfriyatla ilgili iki, çeşitli konularda on iki kitap yazmış olup bunlardan günümüze ulaşanların çoğu tıpla ilgilidir.
Bibliyografya: Adamson, Peter Taylor, Richard C.; çev: Cüneyt Kaya, İstanbul, 2008
Corbin, Henry; çev, Hüseyin Hatemi, c.1, İletişim Yay, İstanbul, 2004 DİA İA
Kaynaklar:
Ömer Yıldırım Kişisel Ders Notları, Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" ve 2, 3, 4. Sınıf. Ebu Bekir Razi kimdir, düşüncesi, felsefesi nedir ve yapıtları.
Bibliyografya: Adamson, Peter Taylor, Richard C.; çev. Cüneyt Kaya, 2008 İstanbul,
Corbin, Henry; çev, Hüseyin Hatemi, c.1, İletişim Yay, İstanbul, 2004 DİA İA
Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde ilim,1943 İstanbul: Maarif Matbaası.
H. Akgündüz, “Klasik dönem Osmanlı medrese sistemi”. İ1997 stanbul Ulusal Yayınları.
C. Aydın, “Ali Kuşçu”, DİA, C. 2, 1989, İstanbul: TDV Yayınları.
M. Bilge, (1984). “İlk Osmanlı Medreseleri” İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi vr. No: 67b
R. Demir, “Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türk felsefesi” C. I.2005, Ankara: Lotos Yayınları.
M. Kaya & H. Sarıoğlu “Gazali “Tehâfüt el-Felâsife, Filozofların Tutarsızlığı (çev.) Klasik Yayınları İstanbul:
Tusi, Alâaddin (1990). Tehâfütü’l-Felâsife (tah. Ve ta’lil: Rıza Saade). Beyrut: Daru’l Fikri’l-Lübnani.
Türker, Mübahat (1956). Üç Tehâfüt bakımından felsefe ve din münasebeti. Ankara: TTK Basımevi.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Osmanlı Tarihi”, C. 2. 1983 Ankara: TTK. Basımevi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder