24 Temmuz 2024 Çarşamba

DEVLET BAHÇELİ ve PARTİSİ MHP'NİN 154 KİŞİYİ SUÇLAMASI


MHP  ve Lideri Devlet Bahçeli: “Bölücü, Liberal, Marksist, FETÖ'cü” Diye 154 Kişiyi Listeleyerek Suçluyor...

Barış Terkoğlu’nun araştırmalarında ortaya çıkarttığı, MHP’nin Sinan Ateş davası hakkında mahkemeye verdiği dilekçede, Sinan Ateş soruşturmasında hak, hukuk arayanları susturmak için bir tür “organizasyon görüntüsü” verilmek isteniyordu.

Bugünün MHP’lileri kendilerini “Türklüğün temsilcileri” sanıyor ve kendilerini Türklükle eşitlendirilmesini istiyorlar. Sinan Ateş’in karanlıkta kalan cinayetinin açığa çıkıp aydınlanmasını istemeyen Semih Yalçın, kendilerinden olmayan diğer milliyetçilere de “milliyetçi değil zillettir” diyebiliyor…

Devlet Bahçeli’de, 23 Temmuz 2024’te elinde bir dosya ile TV’ye çıkarak: “Bazı çevreler 2024 yılının içerisinde MHP'ye karşı çok büyük haksızlıklar, iftiralar, küçük görmeler, suçlamalarda bulunmuşlardır. Bunların toplamı 154 kişidir; dosya elimizde, günü geldiğinde eylemede geçecektir. Böylece Bahçeli, 154 kişiyle hesaplaşacağız” diyerek tehditkâr bir tutum içinde gözdağı veriyordu.

Bahçeli konuştuğu satırlar arasında CHP ile DEM’i eşitlemesi: “…Azgınlaşmış tahrikleri dikkatle yakınan takip ediyoruz. Türkiye'nin bölünmesi hususunda kapalı devre işbirliği halinde olan ve siyasi ortaklık kuran CHP ile DEM'in ateşle oynadığı malumlarınızdır. …DEM'lenen CHP demokrasimize leke sürmektedir.” Diyordu.

MHP’ye göre milliyetçilik: “Atatürk’ün Cumhuriyet'i milliyetçilik fikri üzerine kurduğu, Atatürk’ün ölümünden sonra milliyetçiliğin geri plana atıldığı, Alparslan Türkeş’in MHP’yi kurmasıyla milliyetçiliğin siyasette yer aldığı, Bahçeli’nin milliyetçiliği çağa uyarladığı söylendikten sonra şu ifadeler kullanılmış: “MHP’nin durduğu yer Türkiye üzerinde hesapları olan pek çok farklı kesimi rahatsız etmektedir.” Deniyor.

Kısaca bugünün MHP’sinin milliyetçiliği uhrevi bir milliyetçiliği ve Türk-İslam sentezci yapıdadır. Atatürk ve CHP milliyetçiliği ise, ulusal-seküler yapılı bir milliyetçiliktir. İkisi asla birbirine benzemez zıtlıklar içerir. Çünkü Atatürk milliyetçiliği akla dayanır, MHP milliyetçiliğinin akıldan çok varlığı, tehdit, şiddete ve itaate dayalı tek tipçidir. CHP ise tersi, çoğulcu ve halkçıdır.

Konumuzu ilgilendiren, MHP ve liderinin, Sinan Ateş cinayeti konusunda tartışan 154 kişiyi suçlayarak mahkemeye verdiği son dilekçesiydi!..

MHP’nin mahkemeye verdikleri dilekçede MHP’yi şöyle tanımlıyor: “MHP, Türk milletinin kadim hikâyesini temsil eden ve tarihsel tecrübenin bugünkü adresi ve kurumsal merkezidir. MHP’nin eleştirisi, Türk milletinin eleştirisi” sayılıyor!

MHP’nin mahkemeye verdiği dilekçesinde, Sinan Ateş cinayeti üzerinden MHP’yi eleştirenleri şöyle suçluyordu: “Bölücü, liberal, Marksist, FETÖ’cü yapıların elemanları, sistematik ve istikrarlı bir şekilde, küresel çeşitli güçlerle ittifak içinde ve siyasi meşreplerine de uygun paylaşım, haber ve yazılarla MHP’ye iftira etmektedir.” Deniyor ve aşağıda adları geçenlerin sorgulanmalarını istiyordu. Bu sorgulanmaları istenilenler, Barış Terkoğlu’nun elde ettiği bilgilere göre, MHP avukatları İbrahim Ethem Yiğit ve Çağrı Can Pak'ın, mahkemeye sundukları, çoğunluğu televizyon programlarından oluşan bir hard disk sunuduğunu belirterek, “MHP’ye saldırı” yaptığına dair 154 kişinin adları yazılı bir liste verilmiş. Bu 154 kişinin mahkemeye çağrılmasını, sorgularının yapılmasını, tabiri caizse “MHP ile derdiniz nedir” diye sorulmasını istemiştir.

İşin ilginci, MHP’nin dilekçesinde Sinan Ateş cinayeti üzerinden MHP’yi eleştirenler şöyle yazıyordu: “bölücü, liberal, Marksist, Fetöcü yapıların elemanları, sistematik ve istikrarlı bir şekilde, küresel çeşitli güçlerle ittifak içinde ve siyasi meşreplerine de uygun paylaşım, haber ve yazılarla MHP’ye iftira etmektedir.” diye andığı 154 kişinin çoğunluğu Marksist ya da liberal olmadığı gibi, FETÖ ve bölücü ideolojilerle de çok mücadelesiyle tanınan kişiler olurken, FETÖ’cülük ile nam salmış birçok kişiler ise listede yok.”

Barış Teroğlu, MHP'yi iftira ettiklerini ileri sürdükleri 154 kişinin adını 22 Temmuz 2024’te köşesinde açıkladı. MHP’nin mahkemeye sunduğu dilekçesinde 154 kişinin listesini açıklıyordu:

Siyasetçiler: Özgür Özel, Deniz Yavuzyılmaz, Gökhan Günaydın, Ali Mahir Başarır, Sezgin Tanrıkulu, Murat Bakan, Yunus Emre, Özgür Karabat, Cumhur Uzun, Ali Öztunç, Mustafa Adıgüzel, Mahir Polat, Ümit Özdağ, Müsavat Dervişoğlu, Uğur Poyraz, Turhan Çömez, Buğra Kavuncu, Ahmet Davutoğlu, Selçuk Özdağ, Ali Babacan, Erkan Baş, Levent Tüzel, Sevda Karaca, Alper Taş, Remzi Çayır, Hüseyin Baş, Salih Uzun, Cem Toker, Doğan Aydal, Ahat Andican, Aytun Çıray, Bahattin Yücel, Ali Haydar Fırat, Emin Şirin, Fikri Sağlar, Gülay Yedekçi, Mustafa Böğürcü, Nazif Okumuş, Önay Alpago, Bahadır Erdem, Turan Aydoğan, Yavuz Ağıralioğlu, Yavuz Değirmenci, Gaye Usluer, Nesrin Nas, Ufuk Söylemez, Gülistan Kılıç Koçyiğit.

Gazeteciler: Murat Muratoğlu, Akif Beki, Ali Kemal Erdem, Altan Sancar, Asuman Aranca, Atakan Sönmez, Ayşen Şahin, Bahadır Özgür, Barış Pehlivan, Caner Taşpınar, Çiğdem Toker, Deniz Zeyrek, Dinçer Gökçe, Nedim Türkmen, Elfin Tataroğlu, Elif Doğan Şentürk, Doğan Şentürk, Ersin Eroğlu, Fatih Ergin, Fatih Polat, Fırat Fıstık, Fikret Bila, Hakan Çelenk, Hilmi Hacaloğlu, Hüsnü Mahalli, İbrahim Kahveci, İnanç Uysal, İslam Özkan, İsmail Saymaz, Kemal Göktaş, Masum Gök, Mehmet Bal, Mehmet Tezkan, Merdan Yanardağ, Miyase İlknur, Murat Ağırel, Murat Karan, Murat Yetkin, Nevşin Mengü, Nevzat Çiçek, Nurcan Gökdemir, Orhan Uğurluoğlu, Özlem Akarsu Çelik, Emre Kongar, Sertaç Eş, Seyhan Avşar, Taha Akyol, Timur Soykan, Uğur Dündar, Yaşar Aydın, Yavuz Oğhan, Yavuz Selim Demirağ, Yıldız Yazıcıoğlu, Zübeyde Sarı, Mustafa Balbay, Mustafa Kurdaş, Hilal Köylü, Orhan Bursalı, Umut Taştan, Alican Uludağ, Namık Koçak, Özlem Gürses, Yalçın Doğan.

Hukukçular: Celal Ülgen, Afşin Hatipoğlu, Bülent Yücetürk, Ruşen Gültekin, Figen Çalıkuşu, Gürkan Çakıroğlu, İlhan Cihaner, Mehmet Saral, Muzaffer Nerse, Hasan Sınar, Salim Şen, Gamze Pamuk Ateşli.

Araştırmacı/Akademisyen: Can Selçuki, Ceren Kumbasar Mumay, Güven Gürkan Öztan, Berk Esen, Can Kakışım, Haldun Solmaztürk, İbrahim Uslu, Eren Aksoyoğlu, Erol Mütercimler, Mehmet Ali Kulat, Mehmet Yaşar Altındağ, Oğul Aktuna, Mithat Baydur, Öner Günçavdı, Sait Yılmaz, Ersin Kalaycıoğlu, İpek Özkal Sayan, Semih Turhan, Sezin Öney, Suat Özçelebi, Seda Demiralp, Osman Sert, Burak Cop, Barış Övgün, Necati Özkan, Tacire Bektaş, Tayfun Atay, Onur Alp Yılmaz, Gülgün Erdoğan Tosun.

Diğer: Türker Ertürk (emekli amiral), Hanefi Avcı (emekli polis), Ömer Zengin (Sinan Ateş’in arkadaşı).

Daha çok, Tolgahan Demirbaş’tan Emre Yüksel’e sanıkların, Olcay Kılavuz’dan Ahmet Yiğit Yıldırım’a şüphelilerin önemli bir kısmı MHP ve Ülkü Ocakları yönetiminden. MHP’nin cinayete adlarını karıştıran bu kişilerden değil de cinayeti sorgulayan kişilerden şikayetçi olması dikkat çekiyordu. Böylece 154 kişi öne sürülüp sorgulanmaları bile yılları alabilecek, böylece Sinan Ateş cinayeti davasının sonucu iyice karmakarışık olup belirsizleşmesi ile MHP’nin amacı cinayetle ilgili hesaplaşma yerini, hesap sorulmasını isteyenlerle hesaplaşmaya çalışıyor olmasıydı.
Selman Zebil 25 Temmuz 2024-Beyşehir

19 Temmuz 2024 Cuma

ÜLKÜCÜLERİN BİLMESİ GEREKEN 55 YILLIK TARİHLERİ



Nihal Adsızın Bozkurt’undan Alpaslan Türkeş’in Üç Hilale                            Geçiş Süreci

Bozkurt İşaretinin Kısa Tarihi…
Bozkurt işareti veya sembolü, Bozkurt eylemleri, Türk kimliğini sembolize eden, kurt benzeri ile yapılan el işaretidir. Türklerde Mitolojik anlam taşıyan bu sembol herhangi bir siyasi görüş tanımaksızın bütün Türk dünyası tarafından kullanılmaktadır. CMKP’den (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) dönüşüp 1969 Adana kongresinde MHP’leşerek kendi aralarında büyük kavgalar olur. 1969’da katıksız Türkçülük yerini Türk İslam sentezli bir partiye ilk adımını attığına dair Mustafa Nihal Atsız: “Allah, Tanrı'yı MHP'den kovdu” der.

Yani, Bozkurt işaretinin İslam öncesine uzanan kökleri vardır ve Türk mitolojisindeki Bozkurt'un (Gök Kurt’un) rolünden kaynaklanır, İslam öncesi Türklerin Şaman, Budist, Tengrici kök kültürlerinden Orta Asya Türk halklarının birbirlerini tanıma sembolü olarak tanımlanır. Tarihsel araştırmalar Bozkurt işaretinin Batı'ya göç eden Hunlar, Kıpçaklar ve Peçenekler gibi diğer çeşitli Türk halkları arasında soylarını, soy bilinçlerini anlatmak için kullandıkları görülmüş olduğunu tarihi kaynaklar göstermektedir.

9 Şubat 1969 Adana kongresinde M. Nihal Adsız’a karşı yarıştığı kongrede Alparslan Türkeş kazanır ve Nihal Adsızın CMKP’sı yenilgiye uğrar, Türkeş parti başkanı seçilir ancak ilk işi Adsızın CMKP amblemini değiştirerek MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) yapar. Sonuç mu? Alpaslan Türkeş laik karakterli görünümüne rağmen partisini, oy kaygılarından dolayı Türk-İslam sentezine uyarlamak için sürekli sloganlar üreterek aslında yapmacık İslamlaştırmaya çalışmıştır.

Türklerin Kurt’u seçmesi hikayesi…
Savaşçı yaratılışlı Türklerin, savaşçı tinini (ruhunu), özgürlüğü, hızı ve doğayı temsil edişinin simgesi olarak hayvanlar arasında Kurt’u seçmiştir. Türklerin İnanışlarına göre Kurt, diğer hayvanlar gibi eğitilip kafese kapatılmaz, yani Kurt asla teslim olmayan bir özelliği oluşundan Türkler onu kendisi ile özdeşleştirmiştir. Yani Türklerde teslim olmayıp ya savaşarak ölürler veya tuzağa düşürülüp yakalandıkları anda intihar ederlermiş. Bir başka açıklaması ise, Türk milletinin başına tehlikeli bir şey geldiği anda Kurt ortaya çıkar ve onlara yolu göstererek tehlikeyi savar. Türk mitolojisinde dişi kurt Asena, Türk ve Moğol boylarının mitolojik ortak bir köken hikâyesinin parçasıdır.

6. yüzyılda Göktürklerin mavi bayrağında kurt figürü bulunmaktadır…
Göktürk çadırların önüne kurt başlı direkler bulundurulurmuş. 6. yüzyıldan kalma taş anıtta, kurdu emziren bir çocuk bulunmaktadır. Anadolu’nun bazı yörelerinin halk kültüründe kişiler nazardan koruduğuna inanarak ceplerinde kurt dişi taşırlar. Yakut Türklerine ait kaynaklarda kurda Bosko denir. Kırgız kültüründe ise kırda yürürken kurt görmekte, rüyada kurt görmek de güzeldir ve iyiye işarettir. Hamile kadını nazardan korumak için yastığın altına kurt dişleri veya kurt derisi konur. Bazı Türk boylarında bir koyun sürüsüne dalmak veya bir ahıra giren kurt için bir nimet sayılıyordu…

Alpaslan Türkeş’in sürgün yıllarından parti başına geçişi…
27 Mayıs 1960 Devrimi’nden sonra tasfiye edilen ve 14'ler olarak anılan Kurmay Albay Alparslan Türkeş sürgüne gönderilenlerdendi. Türkeş, 1965'te sürgünde bulunduğu Yeni Delhi'den (Hindistan) Türkiye'ye döndü. Onu, 1944’te, Turancı-Türkçülük davasından tutuklanan, bir süre cezaevinde yatan edebiyat öğretmeni olan, Nejdet Sançar Ankara havaalanında karşılar. Alpaslan Türkeş, sürgünden döndükten kısa bir süre içinde arkadaşları ile birlikte H. Nihal Adsız’ın CMKP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne) katıldılar.

Adsızın partisine katılmadan önce, Alpaslan Türkeş ve Nejdet Sançar ile birlikte İstanbul Maltepe'deki, Nihal Atsız'ın evine gelirler ve Türkeş, siyaset yapmak istediğini söyler. Atsız, CKMP'de katıksız Türkçülerin hâkim olduğunu, Osman Bölükbaşı'nın yerine Türkeş'i getirebileceklerini açıklar. Alpaslan Türkeş, kendisiyle birlikte yürüyen Türk milliyetçilerinin desteği ile 1965’te CKMP'nin genel başkanlığına getiriliyor. Türkeş’in ekibini Dündar Taşer, Rıfat Baykal, Muzaffer Özdağ (Ümit Özdağ’ın babası) gibi isimlerden oluşur.

Katıksız Türkçü Mustafa Nihal Atsız ve diğer Türk milliyetçiliğinin fikir önderleri Türkeş'in CKMP'de kadrolaşmasına ve CKMP'nin Türk Milliyetçiliğinin kalesi olması için büyük destek vermişlerdi.

Yaşar Okuyan’nın anlatılarına göre ancak bir şey olur; 1961’de Osman Bölükbaşı'nın başkanlığında olan seçimlerinde CKMP %13,95 oy alırken, 1965’teki seçimlere CKMP, Türkeş'in başkanlığında girilen seçimlerde %2, 24 oy ancak alabilmişti!

1961’den 4 yıl sonra 1965’te Türkeş’in başkanlığında seçimlerde oldukça çok oy kaybetmesine rağmen, CKMP’yi kongreye götürdü. Kongre, Atsız ve diğer Türkçüler Ankara'da, İstanbul’dan daha çoğunlukta oldukları için, Türk-İslam sentezcilerin hâkim olduğu Adana'da yapıldı. (Yaşar Okuyan, “O yıllar” adlı anıları)

Başını Sadi Somuncuoğlu gibi İslamcıların çektiği ekip, Türkçülere iki gün süren kongre boyunca hücum ettiler. Somuncuoğlu'nun Devlet Gazetesi kongreye kadar Türkçülerle ilgili etkili çok yalan haberler yapar. “Türkçüler dinsizdir, Atsız Şamanist derneği açtı” gibi birçok etkili propaganda yaparlar.

1969 Adana kongresi sonucu, İslamcıları arkasına alan Türkeş, Nihal Adsız ve diğer Türkçüleri partiden atarlar. Bu ayrılık günümüze kadar, bazen şiddetlenerek, bazen küllenerek süregelmiştir.

1972'de Nihal Atsız, "Ötüken" dergisinin Türkeş tarafından partililerine yasaklanması, bir yıl sonra türkçü ülkücü Ali Balseven'in sentezci ülkücüler tarafından öldürülmesi aranın dahada çok gerilmesine neden olan bir diğer önemli etkenlerdir.

Parti'nin ideolojisi, Türkçülüğün ilkelere bağlandığı Ziya Gökalp tarafından yazılmış, Atsız tarafından geliştirilmiş, sonraları Türkeş imzasıyla kitap halinde yayımlanmış olan o ünlü “9 Işık” olmuş, günümüze kadar uzanan “Ülkü Ocakları” temeli de "Genç Ülkücüler Teşkilatı" ile atılmış oluyordu.

Sonunda delegeler Adan kongresinde oyunu kullanıyor, Alparslan Türkeş, Muzaffer Özdağ, CKMP Genel Yönetim Kurulu Üyeleri ve 750 delegenin çoğu bu heyetin içinde yer alırlar.

Yürüyüşte sık sık “Bozkurtlar geliyor, Başbuğ geliyor” sloganları atılmıştır. Taşınan dövizlerde ilk kez, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız” sloganı dikkatleri çekiyordu.

Ancak her ne olursa olsun kaybeden Nihal Adsız CKMP’si olurken kazanan taraf Alpaslan Türkeş ve CKMP’den dönüştürdüğü MHP’si olur.

Araştırmalara göre Ülkücüler Türkçüleri nasıl kovdu…
8-9 Şubat'ta CKMP'nin kongresi Adana'da toplandı. Kongre gelip çattığı gün önce Adana Kuruköprü semtindeki parti binası önünden saat 09.45’te “9 Işık” vurgusu yapılarak, 9 motosikletli genç, 9 Işık’ı temsilen 9 adet mavi gömlekli genç, Adana caddelerinde motosikletle tur atmış, Türkeş bu “9 genç” ile birlikte 43 kişilik "Milli Türk Talebe Birliği"ne bağlı Mehter Takımı ve 500 komandolar ile Menderes Spor Salonu'na gelmişti. 9 Şubat 1969’da Adana'da, CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) MHP’ye (Milliyetçi Hareket Partisi’ne) dönüştürüldüğü gündür.

CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) adının değiştirerek, Türk Milliyetçiliği adına vurgu yaparak MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) olarak adını değiştirmesi ile diğer tüzük ve programının da tamamen yeni oluşturulan MHP’ye uyarlanmıştır. Böylece CKMP’li Adsız yanlıları, ancak bu değişiklik ile ülkücüler partiden Türkçüleri kovarlar. Böylece, Adsız Türkçüleri ile Türk-İslam Sentezini benimseyen Türkeş yanlıları arasında bir mücadele başlamasının önü açılmıştır…

CKMP’den MHP’ye geçişle “Üç Hilal’in” Fikir babası…

Hikmet Çiçek’in kaynaklarına göre, Üç Hilal'in fikir babası Mayıs 2017’de yitirdiğimiz Levon Panos Dabağyan idi. Dabağyan, Türkiye Ermeni’si araştırmacı ve yazar olarak Alparslan Türkeş ve Milliyetçi Hareket Partisi ile ilgili kitap yazan ilk Ermeni’dir. Der.

Ermeni kökenli vatandaş Levon Panos Dabağyan, 2013 yılında verdiği bir söyleşide şöyle diyordu: “Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi 1969 yılında Adana'da büyük kongresini topladı. Partinin ambleminin ne olacağı gündeme gelince, Atsız’cı kanat ‘Kurt’un amblem olarak seçilmesini önerdi, fakat ben ‘Biz Osmanlıyız! Bize üç hilal yakışır!’ diyerek bağırdım. Bu çağrım alkışlarla desteklendi ve partinin amblemi olarak üç hilal seçildi. Böylece üç hilal MHP, kurt ise Ülkü Ocakları amblemi oldu.” Diye anlatır.

Adana Kongre toplanmadan önce, CKMP Adana İl Başkanı Faruk Akkülah, Adana Teşkilatı olarak partinin adının “Milli Hareket Partisi” olmasını, ambleminin de “Üç Hilal” olarak değiştirilmesi için teklif vereceklerini açıklayarak, CKMP'nin adını yeni adını ve ambleminin ne olacağı konusunda kongreden önce ilk işareti vermiş oluyordu.







1969 yılında partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi olurken. Amblemi de Osmanlı’nın donanma bayrağı olan üç hilal olur. Gençlik kollarına da bozkurt işareti verilerek bir denge sağlandı.

Artık katıksız Adsız Türkçüler dışlanıyor, kongrenin ilk günü Türkçüler ile Türk İslam sentezciler arasında çıkan kavgadan sonra Türkçüler, delege ve üye kartlarını yırtarak salondan ayrılıyorlar. Alan yeni MHP sentezcilerine kalıyor. Nihal Atsız ise, bu gelişen duruma: “Allah, Tanrı'yı MHP'den kovdu” diyordu.

O günleri eski Ülkücü Yaşar Okuyan anılarında şöyle anlatıyordu: “1969’da Adana’da partinin kongresi oldu. O kongrede CMKP’nin ismi MHP’ye dönüştü ve çok büyük kavgalar yaşandı. Partideki gerçek ayrılık tam olarak yüzünü gösterdi. İkiye bölündük. Gençlerin önemli bir kısmı Nihal Atsız’ı destekliyordu. Atsız grubu, ‘Amblem bozkurt olsun’ önerisinde ısrarcıydı. Biz yani Türkeş’i destekleyen genç ekip ise ‘üç hilal’ olması için bastırıyorduk. Hatta bir ara ‘Gençlik kollarında, hilal içinde bir bozkurt amblemi kullanılsın’ denildi. Kabul görmeyince gerilim tırmandı ve büyük kavgalar çıktı. Sopalarla birbirimize girdik, polis bile müdahale etmekte zorlandı. O gün Türkeş ekibi olarak seçimi kazandık. Partinin ismi MHP olarak değiştirildi. Amblem ise üç hilal oldu.” Diyor.

Bu Adana’da yapılan 1969 kongresi, Türkçülerin ve Türk İslam Sentezcilerin tarihi bir dönüm noktası olur. Bazı tartışmalara göre, “ABD'den patentli Türk-İslam sentezinin görüş olarak benimsendiği tarihtir. Türk-İslam sentezi, 1960'lı yıllarda ABD’nin bütün dünya ülkelerinde sistematik bir biçimde uyguladığı anti-komünizm siyasetinin bir tür ürünü olduğudur.

Kırılma Noktası…
Burada, 16 bağımsız Türk devletinin bayraklarını taşıyan 16 gençle buluştular. Askeri bir disiplini içinde yürüyenlerin istikameti; büyük bir coşkuyla artan kalabalıklar arasında Alparslan Türkeş ve parti yöneticilerinin de gelmesiyle yürüyüşe geçilerek milliyetçi hareketin o gün en büyük tarihsel dönüşümünün yaşanacağı kurultay salonuna girişle başladı. İslam sentezci Türkeş’ten yana olanlar, Türkeş’e mesafeli Türkçü-Turancı Adsız yanlılarından olan taraftarlar geliyordu.

Türkçü-Turancılar “Tanrı Türk’ü Korusun” pankartı altında toplanmışlardı. Orta Asya Türk mitlerini canlandıran bu Türkçü gençler arasında, başlarında kalpak, sarkık bıyıklı, yakalarında bozkurt simgesi rozetler ile Kam-Şamist simgeler taşıyorlardı. Ülküleri, esir Türkleri kurtarıp, yeniden bir Türk birliğini (Turan) sağlamak, “büyük Türkiye’yi kurmak ülkülerine inanıyorlardır.
Selman Zebil Temmuz 2024

Yaralanılan Kaynak: Reha Oğuz Türkkan, “Bozkurtçunun Amentüsü” yazısını Bozkurt Dergisi, Sayı 1, 5 Mart 1942.)
Eski Ülkücü Yaşar Okuyan,
“O yıllar” adlı anıları)

14 Haziran 2024 Cuma

KUTNU ve FERMENE ANADOLU TÜRKMEN GİYSİLERİ KÖKENİ

Türkmen Giysilerinden Fermene-Cepken
Daha çok Anadolu’nun güneyine düşen Yörük kadını ve erkeklerin yaşlanıp iyice deneyim kazanınca kebzence olur adı. O oymağın bilge kişisi, akıl danışılanıdır artık. Konargöçer Türkmen toplulukları kadınlarına erkeler eşitliği yüce bir hak tanır. Yörük kızları, başlık parası ile satılmazlar; sevdiklerini kendileri seçerek evlenirler.


Torosların orta ve batıya doru kesimlerinde daha çok Yörük kızları evlenirlerken “Mor Cepken” ve “Fermene” adı verilen bir yelek, altında kutnu etek ile evlenirler. Herhangi bir nedenle eğer evlilikte bir terslik olursa Yörük kadını erkeğine karşı boşanma özgürlük hakkını kullanır. Bu daha çok adatılmış, ihanete uğramış olmanın rengi olan “Mor Cepken, yani, “Mor Çatı” olarak ta kullanılır…

Daha çok Batı Toroslar ve Aysın dolaylarında, evli Yörük kadını, ihanete uğrayınca ya da kocası tarafından aşağılanıp dövülünce, bir şekilde Mor Cepkeni giyip herkesin görebileceği bir meydan yere otururdu. “Mor Cepken” ile oturuşunu gören, anlar ki, “Ben bu kocamı boşadım” demek olduğunu anlar. Bu töre karşında akan sular durur, herkes saygıda kusur etmezler; kadınlar derlenir başına, ağzı laf yapan deneyimli kadılar, analar, bacılar, doğum ebeleri “Mor Cepken” giyen kadının çevresini alırlar…

Boşadığı kocası ise evinden dışarı çıkamaz, kahveye gidemez, kimse yüzüne bakmaz. Büyük ödün verip de karısına Mor Cepkeni çıkartamazsa evlenemez, ömrünün sonuna kadar dul kalır. Çünkü kimse ona kimse kızını vermez. Körocak olarak kalır. Konargöçer Yörüklerin kadınları böyledir! 1800 yılların sonlarına doğru, Aydın-Nazilli dağlarında, dağa çıkarak kadın hakları için savaşan “Gizemli Kadın Efe” olarak tanınan bunlardan biridir. Ege yöresinin unutulmaz bir er kadındır. Yararlanılan kaynak kişi Cabbar Bozdan

Mor cepken Ege efelerinin giydiği bir giysidir. Buralarda efelik kadın erkek işi değil yürek işidir. Kybele, Artemis, Tahtacı Yörüklerinden bu yana kadın baş tacıdır bu topraklarda...

Anadolu Kadınlarının Kültürel-Geleneksel Kutnu Kumaşı
Anadolu Kültüründe kutnu kumaşı ve üç etek giysilerdendi. Anadolu'da bir sözlü sözlerden bir söz vardır: “Alaca basma tez satılır, kutnu kumaş geç satılır” diye. İşte o 
kutnu kumaş, el tezgahlarında üretilen, Anadolu kültürünün en değerli ürünlerinden biri olan, Şamlar köyünde biçilip dikilerek adına “üç etek” denen ve özel günlerde kadınların giydiği idi. Geleneksel kutnu dokumacılığını, tarihin en eski dönemlerine kadar uzanan Gaziantep’te dokunan; Gaziantep’e özgüdür. 

Bazı kutnular, gökkuşağının renkleri andıran görünümüyle, başta köylü kadınların sandıklarında bohça içinde sakladığı, özel günlerde düğün ve bayramlarda vazgeçilmez giysilerindendi kutnu. Söylencelere göre kutnu, Kerem’in, Aslı’sına en değerli hediyesi olur kutnu kumaşından giysi.

Ozanların dilinde, içli türkülerde:

Tarlada arı peteği,

Parlar kutnunu eteği. 

Anadolu’da başta Kızılbaş-Alevi-Bektaşi kadınların, düğünlerde, bayramlarda ve cem ibadetlerinde tertemiz olarak giydikleri kutnudan yapılma üç etek giysiler giyerlerdi. Keza salt Anadolu Kızılbaş-Alevi-Bektaşi kadınları giymezdi, diğer Anadolu Sünni kadınlarda benze özel günlerde kutnu giysiler giyerlerdi.  

Hatta İstanbul Osmanlı saray kadınları ve soylu halkta benzer giysilerin daha süslü, gösterişli olanlarını giyerlerdi. Bu ipeksi kutnu dokuma kumaşlardan yapılmış elbiselere rağbet edilirdi. Genellikle bu adı geçen kutnu kumaşı Antep’te (Gaziantep) dokunurdu.

Dokumacılık sanatının ruhu olan kutnu kumaştan giysiler artık yerli halktan uzaklaşmış, günümüzde turistik amaçlı eşyalarda ve ulusal folklorik yapılar için üretiliyor. Hatta yeri olan Antep’te, kutnu dokumacılığı geçmiş dönemlere kıyasla çok daha sönük bir biçimde yaşamakta olup özellikle Gaziantep az sayıdaki birkaç usta tarafından zor koşullarda üretim sürdürülmektedir.

19. Yüzyılda 5 bine yakın tezgâhta, Gaziantepli ustalar tarafından 60 çeşit kutnu dokuması üretildiği söylenmektedir. Bu kutnu çeşitlerinden bazıları, Sultan Kutnu, Bağlamalılar, Çiçekliler, Düz Çizgililer, Düz Mecidiye, Hindiye Kutnu, Kemha Kutnu, Sedefli Kutnu, Sarı Tas Kutnu, Zincirli Kutnu, Vişneli Kutnu, Kerasi Kutnu, Çiçekli Furç Kutnu, Darıca Kutnu, Taraklı Kutnu başlıca çeşitleri arasındadır.

16. yüzyılda ilk kutnu kumaşının hikayesi başlar.
Padişahların kaftanları ve soylu insanların özel günlerde giydiği bir tür kostüm olur kutnu. Daha sonraları, Anadolu’da köylüler, çiftçiler bayramlarda kendilerine kutnudan dikilmiş, düğünlerde bayramlarda giyilen giysi olarak git gide halk arasında yayılmıştır. Başta altın rengindeki kutnu kumaşa Kırmızı, mor, yeşil, bordo, pembe, mavi ve siyah renkleri sanki gökkuşağı gibidir. Bu kutnuların çözgüleri ipekten, atkıları pamuktandır.

Selman Zebil 14 Haziran 2024

Kaynakça: Bir Sevdadır Anadolu’m. “🇹🇷 Sanat Köprüleri”

22 Nisan 2024 Pazartesi

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇLER



BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI
KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ


Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı.
Espen B. Øyulvstad tarafından steigan.no'ya çevrilmiştir ve Norveççeden de Türkçeye çevrilmiştir.


Yazar: Matthew Ehret @matthewehret





Gazeteci, karikatürist, Rising Tide Vakfı'nın yöneticisi, Canadian Patriot Review'un kurucusu, Moskova'daki Amerikan Üniversitesi Kıdemli Üyesi.



Hizbullah İsrail'i uyardı: “Sivillerin kanının bedeli kanla ödenecek”

Haberlerde Uluslararası Savaş ve Barış, İle ilgili yazar-17 Şubat 20240
İsrail, Hizbullah'ın ileri gelenlerinin yanı sıra Lübnan'da da çok sayıda sivili öldürdü. Bu da Hizbullah hareketinin intikam sözü vermesine neden oluyor. Çevrimiçi gazete The Cradle, İsrail ile Hizbullah arasında büyüyen savaşı takip ediyor.

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, 16 Şubat'ta İsrail'in Lübnan'ın derinliklerine düzenlediği hava saldırısında yedisi aynı aileden on Lübnanlı sivili öldürmesinin ardından “Sivil kanın bedelinin kan olacağını” vurguladığı bir konuşma yaptı bu haftanın başlarında.




Nasrallah, “Dostuma da düşmanıma da söylüyorum ki, düşman Nabatiye, Al-Sowanah ve güneydeki diğer köylerde kadınlarımızın ve çocuklarımızın kanını kanla dökmenin bedelini ödeyecek” dedi.

Hizbullah'ın perşembe günü İsrail'in kuzeyindeki Kiryat Şmona yerleşimine “ilk tepki olarak düzinelerce Katyuşa roketi ve birkaç Falak roketiyle” saldırdığını belirtti.

Nasrallah, “Lübnan'daki direniş, Kiryat Şmona'dan Eilat'a kadar uzanan muazzam ve isabetli füze yeteneklerine sahip” diye uyardı.

Hizbullah'ın İsrail genelindeki yerleri vurabilecek yaklaşık 150.000 roket ve füzeye sahip olduğuna inanılıyor.

Genel Sekreter ayrıca İsrail'in Gazze'de devam eden bombardımanı ve kara operasyonlarıyla neyi başarmak istediğini de yorumladı; bu operasyonlar şu anda 12.300'den fazlası çocuk olmak üzere 28.000'den fazla Filistinliyi öldürdü.

“Mescid-i Aksa selinin ortaya çıkardığı şey, İsrail'in hedefinin Filistinlileri yerinden etmek, saf bir Yahudi devleti kurmak ve Batı Şeria halkını Ürdün'e, Gazze halkını Mısır'a ve 1948 topraklarının halklarını sürmek olduğuydu. Lübnan'a.”

Nasrallah, İsrail'in Batı medyasında yaydığı, Hamas'ın 7 Ekim'de Mescid-i Aksa Tufanı sırasında İsraillilere yönelik kitlesel tecavüz, işkence ve yakılarak öldürme olaylarına katıldığı yönündeki uydurma haberlere değindi.

İsrail'in tek bir çocuğun kasten katledildiğine ya da tek bir kadına tecavüz edildiğine dair kanıt sunmadığını belirtti. Cesetleri yakılan siviller İsrail ordusu tarafından tank ve füzelerle öldürüldü. İsrail'in 7 Ekim olaylarını soruşturmayacağını, çünkü soruşturma yapılması halinde Gazze'deki savaşı meşrulaştırmak için kullandıkları iddiaların çökeceğini söyledi.

"Hamas'la dost olduğunu iddia eden ülkeler de dahil olmak üzere pek çok kişi İsrail'in 7 Ekim hakkındaki uydurmalarına inandı" dedi.

Nasrallah ayrıca ABD'nin rolüne de değindi. Beyaz Saray yetkilileri İsrail'in Gazze'deki Filistinlileri kitlesel olarak katletmesini sıklıkla sözlü olarak protesto ediyor, ancak İsrail'e yardım etmek için büyük miktarda silah göndermeye devam ediyor.

Belirtti: ABD Başkanı Joe Biden ve ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, “Bugün bölgede dökülen her damla kandan onlar sorumludur.” Savunma Bakanı Yoav Gallant ve Başbakan Benjamin Netanyahu'nun da aralarında bulunduğu İsrailli liderler. “Bunlar Amerikan hedeflerini hayata geçirmenin araçlarıdır. İsrail bir Amerikan üssüdür.”

Ayrıca, “Lübnan ordusunun, Lübnan'ı korumak için caydırıcı bir denge sağlayan silah ve füzelere sahip olmasını engelleyen Amerika'dır” dedi.

İsrail'in başkent Beyrut da dahil olmak üzere Lübnan'a saldıracağı yönündeki son tehditlere rağmen Nasrallah, silahlı direnişi sürdüreceğine söz verdi.

“Ne kadar sürer olursa olsun ne yaparsanız yapın, hangi tehditler yaparsanız yapın, bu cephe durmayacaktır” ve “teslim olmak, yaşlılarımız, çocuklarımız, bizim şerefimiz ve servetimiz.”

Haçlı Seferleri Medeniyeti (Korstogets sivilisasjon)
Av George Chabert, 17. februar 2024


https://steigan.no/2024/02/korstogets-sivilisasjon/


George Chabert.George Chabert.


Émil Signol: Korsfarerne erobrer Jerusalem 15. juli 1099
Émil Signol: Haçlılar Kudüs'ü ele geçirdi 15 Temmuz 1099


1095'te Papa II. Urban, Avrupalıları İsa'nın ülkesi Kudüs'ü fethetmek için bir haçlı seferi etrafında birleştirdi: "Kutsal Kabir'e giden yola çıkın, bu ülkeyi korkunç bir ırktan kurtarın ve onu kendiniz yönetin, çünkü Kutsal Yazılarda belirtildiği gibi, bu topraklar için, oradan akan süt ve bal, Tanrı tarafından İsrailoğullarına mülk olarak verilmiştir". Haçlı Seferleri iki yüz yıl sürdü. Bu yalnızca bir başlangıçtı; sömürge yönetimi bir sonraki adımdı.

“Bu kafirler en kötüsüdür, ama ülkeleri en iyisidir; et, bal, mısır ve kümes hayvanları bakımından zengindir ve eğer iyi yetiştirilmiş olsaydı, zenginlik açısından hiç kimse onunla kıyaslanamazdı. İşte, ünlü Saksonlar, Fransızlar, Lorraines ve Flamanlar, dünyanın fatihleri, bu, ruhlarınızı kurtarmak ve dilerseniz kendinize yaşanacak en iyi ülkeyi elde etmek için bir fırsattır”.

Afrika, Asya ve Amerika halklarına boyun eğdirmek için yola çıkan fatihler kendilerini haçlı olarak görüyorlardı. İlk olarak Afrika ve Güney Amerika'yı fetheden Portekiz ve İspanya, beş yüzyıllık "Reconquista" yani yeniden fetih tarafından şekillendirilen bir ideolojiyle doluydu. Kolomb'un takıntısı Amerika değil Kudüs'tü. Aralık 1492'de, Amerika'ya gelişinden üç ay sonra, günlüğüne arzusunun 
prenslerin Kutsal Kabir'i fethetmeyi taahhüt edecekleri miktarlarda" altın bulmak olduğunu yazdı.

Kudüs unutulmadı. Şehir nihayet 9 Aralık 1917'de Hıristiyan birlikleri tarafından yeniden ele geçirildi. İngiliz General Edmund Allenby görkemli bir alayla şehre yürüyerek girdiğinde "Haçlı Seferlerinin sonunu” ilan etti. Ama hiçbir zaman sona ermedi.

İsa'nın yerini demokrasi, insan hakları ve özgürlükler aldı ama İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ABD'nin önderliğindeki Batı hâlâ Haçlı medeniyetiydi. Birincisi, Amerika Birleşik Devletleri 1800'lü yıllarda Pasifik Okyanusu'na doğru genişleyerek Açık Kaderini gerçekleştirdi. Woodrow Wilson'ın 1912'de söylediği gibi, artık ABD "dünya uluslarına özgürlük yolunda nasıl yürüneceğini gösterebilir". 1776'daki Bağımsızlık Bildirgesi'nden 2024'e kadar ABD 230 yıldır savaş halindedir. 246 yıllık geçmişi.

Batının önderlik ettiği Haçlı seferleri artık 929 yıldır sürüyor. Yaklaşan savaş ve kitlesel yok oluş ideali zaten belirlenmişti: "Ne kadar özgürlük ve ne kadar maddi tüketim istediğinize bağlı olarak gezegende yaklaşık bir milyar, belki de iki milyar insan için yer var." İklim değişikliği konusunda 1968'de kurulan küresel bir düşünce kuruluşu olan Club of Rome'un üyesi olan Amerikalı araştırmacı g
ezegendeki bu "gerekli" nüfusun bir veya iki milyara indirilmesinin "uygar bir şekilde gerçekleşebileceğini" umuyor "
Selman Zebil 2024


18 Mart 2024 Pazartesi

TÜRKLERİN EN ACIKLI SAVAŞLARINDAN BİRİYDİ ÇANAKKALE SAVAŞI



Çanakkale Savaşında Atatürk ve arkadaşları
TÜRKLERİN EN ACIKLI SAVAŞLARINDAN BİRİYDİ ÇANAKKALE SAVAŞI

Çanakkale Savaşı 1. Dünya Savaşı sırasında 1915-1916 yıllarında Gelibolu Yarımadası girişinde Osmanlı İmparatorluğu ile emperyalist İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara savaşı idi. İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek istiyorlardı. Başta amaçları, Rusya ile güvenli bir erzak tedarik ve askeri ikmal yolu açmaktı. Ancak ölümüne direnen Türk kahramanları emperyalist güçlerinin saldırıları başarısızlığa uğrattılar ve ummadıkları büyük bir yenilgiyle geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu kara ve deniz savaşı sonucunda iki taraf da çok ağır kayıplar vermişti ancak kazanan kahramanlık Türk güçlerinin olmuştur.

Çanakkale Savaşı Sonrası Anzak Anneleri Mektupları
Atatürk “Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır” mesajı vermişti…
1915 Çanakkale Savaşına katılıp Çanakkale’de savaş meydanında ölen Anzak askerleri için 1934 yılında Anzak annelerine hitaben Atatürk şöyle seslenir: “Sizler, Mehmetçikler ile yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır.”

Atatürk’ün bu sözleri ile bütün dünyada zihinlere kazınmıştır…

Anzak askerleri
1934’te Atatürk’ün Anzak annelerine yazdığı mektup şöyle başlıyor: “Bu memleketin topraklarında kanlarını döken kahramanlar! Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

Atatürk’ün bu sözlerine karşın Avustralyalı bir annenin mektubu: “Gelibolu topraklarında yitirdiğimiz evlatlarımızın acısını, alicenap sözleriniz hafifletti. Gözyaşlarımız dindi. Bir ana olarak bana, bir güzelim teselli bahşetti. Yavrularımızın sonsuz uykularında, huzur içinde dinlendiklerinden hiç kuşkumuz kalmadı. Majesteleri kabul buyururlarsa bizler de kendilerine Ata demek istiyoruz. Çünkü, yavrularımızın mezarları başında söylediğiniz sözler, ancak bir öz babanın sözleri gibi yüce, ilahi. Evlatlarımızı bir baba gibi kucaklayan büyük Ata’ya tüm analar adına şükran, sevgi, saygıyla…” diyordu Avustralyalı bir anne!..










28 Şubat 2024 Çarşamba

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI "ÇEDES" İLE NEREYE VARMAK İSTİYOR?



ÇEDES İle Nereye Varılmak İsteniyor?
Sorgulamayan, biat kültürüne alıştırılmış bir nesil yetiştirilmek isteniyor...
AKP ve lideri Recep Erdoğan’ın, “Dindar ve kindar nesil” yetiştirme yolunda ÇEDES denen bir uygulama olan 21. yüzyılda Ortaçağ zihniyetini inadına hortlatarak ülkenin çocuklarına gerici, yobaz, akıl dışı, bilim dışı anlayışla ulusal eğitim sistemine dayatma darbesidir. Yani, Ortaçağ zihniyeti ile körpe çocukları akıl, bilim ve çağdaş yaşamdan kopartılarak geleceklerini bilinçli olarak karatıyorlar.

ÇEDES ile Başlayan Akıl Tutulma Travmaları Yaşatan Skandallar
25 Şub 2024’te ÇEDES Okulda maket mezar sergiledi, bir öğrenci de mezarın başında anasıymış gibi ağıtlar yaktı ağlama ritüeli sergiledi. Bu ülke nereye gidiyor? Ülkenin pedagogları, psikologları, psikiyatristleri, neden sesleri çıkartamaz duruma getirilmiş olmaları çok üzücü. Bu ülke, çağdaş uygarlıklardan her geçen gün seviyesi düşerek uzaklaşmaktadır. Yakalamaya çalışılan seviyesizlik ise Afganistan dengine inmektir.

Okullarda daha ilkokul dengindeki çocuklara ders vermek üzere pedagog eğitimi olmayan imamların okullara sokularak derslere girmesinin önünü açan ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum) uygulamasına tepki çekerken, Qers’teki yani Kars’taki bir okul içinde öğrencilere “sabır” konusunu anlatmak üzere bir mezar maketi kuruldu. Çocuklardan “yaşamını yitiren anneleri için ağıt yakmaları” istenir. Kurulan maket mezarın başına bir öğrenci seçilerek, vefat eden annesine özlemini “sabır teması” işlenerek korku salan, yürekleri titreten ağıt yaktırdılar.

Yetmedi, eğitim dışı uygulamalara zorlanarak ÇEDES kapsamında öğrenciler camilere götürülüyor, çeşitli dini seminerlere zorunlu bırakılıyorlar.

Bu bir tür tek din, tek mezhep dayatmasından başka bir şey değildi...
Başında “Milli” olan “Milli Eğitim” milli kimliğini yitirmekte olup, bu gibi davranışlar ve söylemlerin özünde tek adamın ideolojik takıntısından dolayı, eğitimde tür eylem ve davranışların özünde öğrencilere, kendisi gibi inanma duyguları aşılayarak, tek din, tek mezhep üzerinden kendine özgü ideolojik değerler yüklemektir. Bu ülkede bu tür adımları, diğer başka inanç ve mezhep sahibi velileri yok sayma dayatması olarak açık biçimde anlaşılmaktadır. Bu ülkede, tarikat ve cemaatlerin ve dahi dini dernek ve vakıfların Millî Eğitim Bakanlığı Bakanı tarafından her gün cemaatlerle art ada önü ardı kesilmeyen protokoller imzalayarak, Cumhuriyet değerlerinin yıkılması amacına hizmet ettiği bilinmektedir artık. Çünkü, tek adam, tek inanç, tek din, tek mezhep ile biat kültürünün yürütülmesi geliştirilmesi, sorgulamayan, sormayan, “evet efendimci” kendilerine ölümüne bağlı nesiller yetiştirmektir amaçları.

Bu ÇEDES’in projesi kapsamında daha önce bu Tekirdağ ve Batman’da öğrencilere cami temizletildiğini; bazı okullarda öğrencilere mezar temizliği yaptırılması gündeme getirmişti. Rize Ardeşen’de bir ortaokulda benzer durumlarla karşılaşıldı. Ardeşen Seslikaya Ortaokulu öğrencilerine de ÇEDES kapsamında cami temizliği yaptırıldı. Benzer durumla Muş Bulanık’ta, Bulanık Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencilerinden camide temizlik yapmaları istendi.

Yani istenilen sistem şöyle işliyor: Aç bırak yalvar yakar olsun; cahil bırak aklı ermez, düşünemez, sorgulayamaz olsun biat etsin ki düzenin yürüsün! Değilse 22 yıldır kesintisiz ülkeyi yöneten kişinin ülkeyi nasıl ekonomik zorluklara getirdiğine bakmak gerek.

AKP ve onun lideri Recep Erdoğan, dindar nesil yetiştireceğiz diye travmalı, dindar, kindar nesiller yetiştirme kapılarını araladı. Örnek mi, okula mezar getirip çocuklara yaşama sevinci yerine yas tutmasını, ağıt yakmasını öğrettiler.

Osmanlı’nın yıkılmasında bir neden de Kadızadeler aşırı selefi dinci-şeriatçı harekatlarıydı. Şimdi de cumhuriyetin yıkımına doğru dinci-şeriatçı İŞİD belasıdır.

Allah’ın soracağı soruları insanlara sormaya çalışan dinci zihniyet, “namaz kılıyor musun, oruç tutuyor musun diyerek Allah’ı soracağı soruları soran zihniyet “açmışın, tok musun, mutlu musun” diye sormuyor,

Atatürk, Kurtuluştan, kuruluşa ve fabrikalaşmaya uzanan yol 1950’den itibaren bir bir yok edildi, AKP ile tamamen bitirilerek sonlandırıldı! Sonra da “Milli-Yerli” nutukları atacaksın, “din-iman” ile uyutup halkı kandıracaksın.

Kısacası ÇEDES Projesi Nedir?
ÇEDES projesi, 2023-2024 eğitim öğretim yılı içinde ortaokul ve imam hatip ortaokulunda uygulanmaya başlamıştır. Projenin, 2025-2026 eğitim öğretim yılında ise bütün ortaokul ve imam hatip ortaokullarında uygulanmaya geçilmesi planlanıyor.

Türkiye’de AKP ve zihniyeti doğrultusunda çocuklar, çocukluk evrelerini hem duygusal açıdan hem de dini gelişim açısından değerlendirilirse, pedagoji bilimine tamamen ters, erken çocukluk döneminde dini öğelerin çocuklara tanıtılması çocuğun zihninden silinmez korkuların oluşmasına yol açabilmektedir.

ÇEDES projesi, inadına bilimsel eğitim yerine spiritüalizmin, ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ yerine psikolojik olarak salt korkuya dayalı Diyanetin, tarikatın, cemaat, tarikat, şeyhlik, şıhlık, biat kültürü ile okullarda kötü rol model olmaktadır. Böylece geleceğe yetiştirilen çocuk zihinlere tecavüz edilerek toplumun dinci dönüşüme hazırlanması zorlanması yapılmaktadır.

Böylece, ÇEDES programında körpe çocukların zihinlerine girerek unutulmaz sarsıntılar yaratacak, Türkiye’nin Milli egemenlik sorunu durumuna getirilmektedir.

Bu proje her yol dincilik kapsamında, daha ilkokul çağındaki çocuk öğrencilere din üzerinde çevre bilinci, din üzerinden milli ve manevi değerler, din üzerinden ahlaki ve insani değerler, din üzerinden bilimsel ve teknolojik gelişmeler gibi konularda batıl, çağdaş bilime tamamen ters eğitimler verilmektedir.

Salt Ortaokul ve İmam Hatip okulları değil, sınırları zorlayan ÇEDES projesi kapsamında, Sivas Şarkışla’da Çağdaş Yaşam Kenan Tunakan Anaokulunda eğitim gören beş yaş grubu çocuklar camiye götürüldü. İstanbul Çekmeköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ise “Hep birlikte huzura” başlığıyla öğrencileri sabah namazına çağırdı.

Yapılan uygulamalardan bazıları, kurban kesme, mezarlara ziyaret, Cumhuriyet Gazetesinden Cengiz Karagöz'ün haberine göre, Tekirdağ, Batman ve Niğde’de öğrencilere ÇEDES kapsamında cami temizleme yaptırılır. Adıyaman ve Muğla’da ise bu proje kapsamında öğrencilere mezarlık temizliği yaptırılması. Bitlis’in Hizan ilçesinde Nurs Ortaokulu’nda, okulun sınıflarında tarikat şeyhine Kâbe maketi kurup okulun 7’nci sınıf öğrencilerine “hac ibadetini öğretmek” amacıyla sınıfta Kâbe’yi temsilen bir maket kondu, şeytan taşlama denemesi yaptırıldı. Böylece bu tür karaları ile koşar adım ortaçağa doğru çocuklar itilmektedir.

İzmir Menemen’de bir okul çocukları CEDES programı kapsamında, Kubilay ve arkadaşlarını katleden yakalanıp idama mahkûm edilen ancak yaşı geçkin olduğundan dolayı idamı yapılmayan Esat Erbili denen cumhuriyet düşmanı gerici yobazın, yobazlıkta sınır tanımayan öğretmeler tarafından mezarını ziyaret ettirildi.

Türk devletleri tarihine bir bakın. 16 devlet kurmuş ama hepsini batırmıştır. Buna en büyük neden hiçbir zaman “dış güçler” değil hep içten yıkılmıştır. Şu günlerde de benzer durumda, ülke içten yıkılıyor. Selman Zebil 2024

23 Şubat 2024 Cuma

BÜYÜK İSRAİL HAYALİ ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI

 



BÜYÜK İSRAİL HAYALİ ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI 
İlgili yazar 19 Şubat 2024, Norveçli Steigan.no'dan alınmadır.

                     Yazar: Mathew Ehret'in yazısı ENTERNASYONALİST 360 

1996 yılında, Paul Wolfowitz, Dick Cheney, Donald Rumsfeld ve Richard Perle'nin çevresindeki Amerika doğumlu emperyalistlerden oluşan bir yuvayı, “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi” adında yeni bir düşünce kuruluşu kurdu. 

Düşünce kuruluşunun ilkeli hedefi, sonuçta, Orta Doğu'da yeni bir rejim değişikliği savaşları çağını meşrulaştıracak başka bir Pearl Harbor anına bağlıyken, formülün ikincil ama aynı derecede önemli bir kısmı, iktidarı ele geçiren Likud fanatiklerinin hakimiyetini içeriyordu. Yitzhak Rabin'in suikastından sonra. Bu fanatikler sözde BÜYÜK İSARAİL” için çalışıyorlar. 

Richard Perle, Washington ve Tel Aviv'in stratejik vizyonuna rehberlik edecek bir dizi hedefin ana hatlarını çizen Temiz Ara: Bölgenin Güvenliğini Sağlamaya Yönelik Bir Strateji raporunu, Başbakan Benjamin Netanyahu'nun yeni rejiminin başlangıcına doğru yazdı. Önümüzdeki yirmi yıl. Şunları gerektiriyordu:

1- Orta Doğu'da iki devletli çözüm kapsamında ekonomik işbirliği yoluyla barış ortamı yaratılmasını tehdit eden Oslo anlaşmalarının temeli iptal edildi.

2- Filistin topraklarına silahlı saldırıları meşrulaştıran yeni bir sıcak takip hakkı doktrininin başlatılması.

3- ABD'nin Irak'ta Saddam Hüseyin rejimini devirmesini sağlayın! 

4- Lübnan'daki silahlı saldırılar ve Suriye ve İran'a yönelik olası saldırılar.         

2007 yılında General Wesley Clark, 11 Eylül'den on gün sonra Wolfowitz ve Rumsfeld ile yaptığı tartışmanın içeriğini açıklayarak bu Neocon programına daha da fazla ayrıntı verdi. General Clark, kendisine yedi ülkenin beş yıl içinde gerçekleşmesi planlanan işgal planlarının söylendiğini belirtti: “Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan ve İran”

Kısacası bu program, yüz yıldan fazla bir süre önce Theodor Herzl, Vladimir Jabotinsky ve Haham Abraham Isaac Kook gibi isimler tarafından desteklenen, uzun zamandır beklenen "Büyük İsrail" in kurulması için bir reçeteydi. 

Sonraki yıllarda Anglo-Siyonist zaman çizelgesi kesintiye uğrasa da (bazen ABD istihbarat topluluğundaki bireylerin cesur müdahalelerini de içeriyordu) Temiz Ara raporunda yer alan niyet hiçbir zaman kaybolmadı...

Bir yanda aşırı şişmiş Batı finansal sisteminin çöküşü, diğer yanda uygulanabilir yeni çok kutuplu bir güvenlik ve ekonomik mimarinin ortaya çıkmasıyla birlikte, 11 Eylül'ü planlayan suçluların Rabin (1995) ve Arafat'a (2004) suikast düzenlediği görülüyor. Haçlı Seferlerini yeniden canlandırdı ve satranç tahtasını devirmeye karar verdi... 

Bu tür bir dinamiğin motivasyonlarının rasyonel bir analizini yapmak, rasyonel kişisel çıkarların bir oyunun katılımcılarını harekete geçirdiğini varsayan, akademik olarak kabul edilebilir terimlerle düşünmeye alışkın herhangi bir jeopolitik yorumcu için büyük zorluk teşkil etmektedir. Bu durumda, rasyonel kişisel çıkar, ağır dozda kendini aldatan hegemonizm, fanatik emperyalist fanatizm ve mesihvari bir dönüşümle (hem Hıristiyan hem de Yahudi biçimlerini alan) son zaman düşüncesiyle enfekte olmuştur.

Düzeni kaostan elemek
Netanyahu ve onun Amerika ve
 Britanya'daki neo-muhafazakâr destekçileri, bir yandan İsrail'in büyük bir bölgesel savaşı kışkırtma hırsını desteklerken, bir yandan da İsrail'i Rusya ve Çin önderliğindeki düzeni bozmak için bir kama olarak kullanabileceklerine inanıyorlar. Diğer tarafta kalkınma koridorları (BRI, Kuşak ve Yol Girişimi ve Uluslararası Kuzey-Güney Ulaşım Koridoru'nun kısaltması).

Bu Avrasya kalkınma koridorları, uzun vadeli düşünmeye ve karşılıklı işbirliğine dayalı yeni bir ekonomik mimarinin yaşayabilirliğinin temelini oluşturduklarından, haklı olarak Batılı emperyalistler için varoluşsal bir tehdit olarak görülüyor.

İsrail'in BRI karşıtı bir gündemde oynaması beklenen rolün, emperyal Rand* tarzı senaryo kurucularının bu fildişi kule fantezi oyunu içindeki üç büyük proje şeklini alması amaçlanıyor. *(Rand Corporation, Pentagon destekli Amerikan düşünce kuruluşu. Oa.)

Bunlar:
1) 15 Ekim 2023'te G20'de açıklanan ABD liderliğindeki Hindistan-Orta Doğu Avrup
a Ekonomik Koridoru (IMEEC), Hindistan'dan BAE, Suudi Arabistan, İsrail ve Avrupa'ya uzanan geniş bir demiryolu ve karayolu ağı öngörüyor. Bu, geniş demiryolları, boru hatları, nakliye koridorları, limanlar ve veri kabloları ağının TÜRKİYE’Yİ atlayacağını ve Çin'in merkezi ve planlanan güney BRI koridorlarını baltalayacağını öne sürüyordu.

2) İlk kez 1963 yılında Amerikalı mühendisler tarafından önerilen David Ben Gurion Kanalı'nın yeniden canlandırılması. Bu plan, stratejik açıdan değerli Süveyş Kanalı'nı atlayarak Kızıldeniz'den Akdeniz'e kadar yaklaşık 260 km uzunluğunda bir kanalın kazılması için 520 nükleer patlamanın kullanılmasını içeriyordu. 

3) 1999'dan günümüze Gazze kıyısı açıklarında keşfedilen büyük açık deniz petrol ve doğal gaz yataklarının işletilmesi, bu da İsrail'i önde gelen OPEC ülkeleriyle bağları olan dünyanın birincil petrol merkezi haline getirecek. 

IMEEC’İN Hayal Gücü:
ABD kontrolündeki ‘Bunun BRI olmadığına inanamıyorum’ dolandırıcılıklarının uzun ve içler acısı listesi göz önüne alındığında, büyük beğeni toplayan ve ortaya çıktık
tan birkaç saniye sonra dağılan (ör: Build Back Better for for) Dünya, Tek Güneş Tek Dünya Tek Izgara, Mavi Nokta Ağı, Yeşil Küresel Ağ Geçidi, Küresel Yeşil Anlaşma veya Yeşil Kuşak Girişimi), IMEEC'in jeopolitik ıslak hayalperestlerin jeopolitik ıslak hayalperestleri için yapılmış, başlangıç dışı bir ürün olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Batı sadece IMEEC gibi uzun vadeli projelere yatırım yapacak finansal araçlardan yoksun olmakla kalmıyor, aynı zamanda böyle bir mega projeyi inşa etmek için gereken mühendislik becerilerini de kaybetmiş durumda. Bu mükemmel beceriksizlik fırtınası, bu etkileyici projeyi yaşanmaz hale getiriyor...

DAVİD BEN GURİON KANALI PROJESİ HAYALİ
Son haftalarda internette fenomen haline gelen David Ben Gurion kanalının yeniden hayata geçirilmesi ihtimali için bir kelimeyi belirtmekte fayda var ve bazı yanılgıların açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Bu, ilk kez 1963'te ABD Enerji
 Bakanlığı'ndaki mühendisler tarafından önerilmiş (ve 1993'e kadar hızla sınıflandırılmış) olmasına rağmen, son yıllarda bu projeyi yeniden canlandırmak için kurumsal tartışmanın yapıldığına dair hiçbir kanıt yok. 

Birçok çevrimiçi yorumcu projenin Gazze'ye yüzlerce nükleer silah atılması çağrısında bulunduğunu iddia ederken (İsrail'in Gazze'ye nükleer silah atma tehdidinin bu kanalın inşası için bir kılıf olduğunu ima ediyor), asıl mühendislik çalışması yönlendirilmiş patlama kullanan özel olarak tasarlanmış nükleer patlamalar gerektiriyordu Tünel inşaatındaki TNT patlamalarından tamamen farklı olmayan geometriler (birçok kez daha güçlü olmasına rağmen). Bir çöle 'bomba atmak' gibi basit bir kaba kuvvet asla işe yaramaz ve bu yazarın görüşüne göre, teknik beceri, maliyet ve inşaatın gerektirdiği yıllar, projeyi IMEEC kadar olanaksız kılmaktadır.

İsrail'in Süveyş Kanalına alternatif kana açma planı

Büyük İsrail fanatiklerinin sadece Süveyş Kanalı'nın kontrolünü ele geçirmek istemeleri daha olası görünüyor (tabii ki Mısır'la bir savaş kışkırtılabilir sonra) ve bu nedenle 1963 kanalının inşası seçilmişlerin (insanların) kafasında yersizdir.
Selman Zebil Antalya

 

HUDA-PAR BAŞKANI ZEKERİYA YAPICIOĞLU ANAYASANIN DEĞİŞMEZ 4 MADDESİ İÇİN NE DEDİ?

HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu Anayasa'nın Değiştirilemez, Değiştirmesi Bile Teklif Edilemez 4 maddesi Hakkındaki Rahat Kon...