1 Kasım 2018 Perşembe

TOROS DAĞLARININ DİK DURAN YÖRÜKLERİ İDİLER


BOYDAN BOYA TOROS YÖRÜKLERİN AŞKI AMAÇI
Toroslar; bu halkın esir edilemez mahal-i olmuştur…

Ne Osmanlıyı takmıştır, ne Acem şahını, ne de çölden sunulan Emevi zırvasını. Sığınmıştır kervan geçmez, yolu yolağı olmayan dağlara. Demiştir; “kapına gelirse öşürcü padişah adamı, yüzünü bile gösterme, uzat vergini kapı aralığından gitsin.” His ve duyguları kalem ile ak kağıda dökmeye güç yetmez Yörükleri yazmaya!

Kendine özgü olgun kültürleri vardı, sistem her defasında müdahale etti, huzur vermedi. “Benim sisteminde olacaksın”  baskısını her gelen hükümdar artırdı, onlar yılmadılar…

Torosları mekân seçtiler…
Sarp yamaçlar, karlı tepeler, dağ koyakları, buz gibi sular şırıl şırıl akan…

Son Yörük inerken, son çadır sökülürken, son keçiden süt sağıldığında son kervan düzülüp yola, ovaya doğru süzülürken son nefesi vermek gibi bir şeydi, dönüp geriye, bir daha Toroslara sahip olamam hüznüyle yerleşik düzene geçmekti zorlanan...

Toros dağları, yalçın kayalıklar, sarp dağlar arasında dar geçitler, dik uçurumlar, sisli zirveler, karı eksik olmayan dağların dorukları, eteklerinde buz gibi su akan, bin bir çiçek açan yaylaları, yamaçları, bazen sert bazen yumuşak esen rüzgârların estiği çam, ladin, sedir, ardıç ormanlara karıştığı Toros Dağları. Akdeniz’e ivedilikle, kaya kovuklarına gire çıka, eğrile kıvrıla, bazen sakin, bazen delicesine akarak kendine uzanan dalları yalayarak Akdeniz’e ulaşmaya çalışan görkemli akan ırmaklar…

Yörükler yurdu…
Sancılanıp, kıvrılıp çalı dibinde doğuran cefakâr anaların yurdu…

Mezarları olup ta, mezarlıkları olmayan göçerler yurdu…

Bir ateş dumanı görürsen, git bak orada bir Yörük obası var, yaşam sürüyor demekti. Orada çilekeş, cefakâr ama mutlu insanlar yurdu var demekti. Ne ateş yanar oldu, ne duman tüter, dağlar kimsesiz, Yörükler anasını kaybeden öksüz gibi kaldılar...

Sevdiği dağları, doğduğu çalı dibini unutmaz; ‘vay dağlar, karlı Boranlı yaylalar’, der duru. Torosların yaylalarında özgür, başına buyruk iken çadırından ayrılışı ölüme bir adım daha erken yaklaşmasıydı. Çünkü dağların havasına, suyuna, doğasına alışmış âşıktı. En çokta özgürlüğüne alışmış Yörük için kentlere yerleşip oturmak gurbettir ona, kafeste bülbül gibidir, özlem dağlara, yaylalara, yaşamayan bilemez… 

Dönüp bir bakalım neler çekmişler, nelere karşı koyup onurlarını korumuşlar!

OZAN DEDEMOĞLU Osmanlı İskân Siyasetine İsyanı

Ozan Dedemoğlu, Oğuz Boylarından Boz-Ok-Beğdilli budunu kolundan olup, yaşamının bir bölümünü Gaziantep, Maraş bölgeleri göçerilerinden olduğu söylenir.
  
Dedemoğlu, 17. Yüzyıl sonlarına doğru 18. Yüzyıl ortalarına kadar yaşamış; yaşadığı dönem, ülke iç savaşlara, zulümlere, sürgünlere doymaz bir biçimdedir. Dedemoğlu, oldukça güzel ve düzgün bir dil kullanarak, savaşları, zulümleri, baskıları, sürgünleri deyişlerinde yeri yerinde anlatmıştır.

Dedemoğlu, şimdiki Suriye sınırları içerisinde kalan Rakka bölgesinde sürgün yaşadığı, daha sonra tekrar Anadolu’ya döndüğü deyişlerinden anlaşılmaktadır.

Dahi, Dedemoğlu, Türkmen aşiretlerin toplanıp, istişare yaptıklarına dair yeni iskân tabi tutuldukları yerlerin adlarını verir deyişlerinde. Bu yer adları, Akçakale, Goncan, Colap, Seylan, Şirvan ve Ören gibi yerler işte deyişinin biri aşağıda:

Toplandık aşiret geldik CULAP’a (Fırat suyu)
Baş bend Firuz Bey değil mi?
Emretti Beyler, konduk yan yana
Hacı Ali’nin yurdu SEYLAN değil mi?

Ondan aşağı Budak düzüldü
Bend sahih ismi ismine yazıldı
Orda Berk Ağa’nın keyfi bozuldu
Torunların yurdu ŞİRVAN değil mi?

Yurt verildi Ulaş’ın beyine
Oda kondu Berk Ağa’nın sağına
Firkat geldi AĞCAKALE (Akçakale) dağına
Bayındırın yurdu gonca değil mi?

DEDEMOĞLU Haymanların kurulsun
Çekilsin bayraklar, mehter vurulsun
Döğülsün kahfen harbin çağrılsın
Abdalların yurdu ÖREN değil mi?

Doğu Toroslar bölgesinde bir dram yaşanır Türkmen, Arap ve Kürt aşiretler yan yana yaşadıkları ve Türkmenlere karşı öyle bir hal alır ki, bezdirici, bıktırıcı, saldırıları hat safhada rahatsızlıklar verir olur. Bu durum karşısında Dedemoğlu bir deyişinde şöyle der:

Ömrümde sevmezdim Arabı Kürdü,
Geldi çadırını dibime kurdu. 

Ozan Dedemoğlu, Türklerin lojistik bölgesi Horasan’dan Anadolu’ya yapılan Türkmen göçleri, her ne kadar Anadolu’yu Türk yurdu haline getirmiş olsa da, zamanla muktedirler yönetimi ellerine geçirdiklerinde, Anadolu’yu Türk yurdu yapanları perişan etmekte hiç sakınca görmemişlerdir. Baskılarla, kıyılmalarla zorunlu göçlerle, zorunlu iskânlara zorlanmışlardır.

Aşağıdaki deyişinde net bir biçimde anladığımıza göre salt Anadolu bağlantılı olmadığını, kökeni, Türkmen yurdu Horasan bağlantılarının da diri olduğunu görürüz: 

Çıktık Horasan’dan sökün eyledik
Düşürdüler bizi tozlu yollara
Omuzda parlayan kargı cıdanlar
Alıp aşırdılar karlı dağlara

Bölük bölük oldu yüklendi göçler
İhtiyarlar atlı yayadır gençler
Başımıza geldi gördüğü düşler
Düşürdüler bizi görülmedik ellere

Gâhî konduk gâhî göçtük yollara
Bilip bilmediğin gurbet ellere
Âlem dağlarında şu daz çöllerde
Bizden sonra bir ad kalsın dillere

Oradan yüklendik geldik Culub’a (Fırat suyu)
Seksen dört bin hane gelmez hesaba
Deve, koyun hayli insan kalaba
Susuz hayvan inileşir çöllere

DEDEMOĞLU derki aşkın bağından
Aşırdılar bizi Yozgat Dağından
Anadolu Sivas şehri sağından
Göçtüğümüz destan olsun dillere.

Dedemoğlı’nun yukarıdaki deyişinden anladığımız kadarıyla 84 bin hane-çadır olarak Osmanlının iskân siyasetinin kurbanları olarak Rakka’ya sürgün edildiklerini deyişlerinde söylemektedir.

Tarihin tozlu sayfalarında kalan Rakka (Şimdi Suriye sınırları içerisinde bir bölge) çöllerine Türkmen sürgün günleri, Osmanlının kan, zulüm, gözyaşı, ölüm, iç içe, içler acısı bir durumdu. Rakka’ya sürgün edilirler. Beydili Türkmenleri 16.18. Yüzyıla kadar süren bir coğrafya da iskâna zorlanırlar.

Türkmenler fırsat buldukça kaçarak gizliden eski yurtlarına dönerler, genellikle Toroslar da dağlık, ormanlık, Osmanlı adamının ulaşamayacağı yerlere perem perçem yerleşirler; oralarda yaşamaya başlarlar. Bazı Türkmenleri, Osmanlının yerleştirdiği Kürt aşiretleri aralarında ve Kürt aşiretleri içinde yaşamaya başlarlar. Süreç içinde birçok Türkmen Kürtleşirler. Batıdaki Akrabaları Türk kalırken onlar Kürtleşirler.

Arap aşiretlerin ve Kürt aşiretleri arasında yaşama tutulan Türk oymaklar içinde fırsatını bulup bölgeden kaçanlara Osmanlılarca “kaçkıncı” adı verilen Türkmenler genellikle Toros, Canik, Munzur dağlarına sığındılar. 

PİR OZAN GEVHERİ 16. Yüzyılda yaşamı Türkmen ozanı şöyle sesleniyordu:

Başına bir hal gelirse
Dağlara gel dağlara gel
Seni saklar vermez ele
Dağlara gel dağlara gel

Bu canım aşka düşeli
Aşk odu ile pişeli
Yeşil dağlar menefşeli
Dağlara gel dağlara gel

Rakibe miktarın bildir
Yanına civanlar uydur
Zamane dostundan yeğdir
Dağlara gel dağlara gel

Gevheri düşmüş dillere
Diyar-ı gurbet illere
Billahi vermem ellere
Dağlara gel dağlara gel.


DADALOĞLU (1785-1868)
Avşar Boylarındandır. Osmanlı 1865 yılında göçebe boyları yerleşik düzene geçirmek amacıyla “Fırka-i İslâhiye” kararıyla eyleme geçer. Yalınız bu öyle sanıldığı gibi kolay olmuyor. Bu iklim değişimi yıllarca acılarla dolu geçmesini sağlamış. Avşarların yetiştirmiş oldukları çok hayvanları var, yeni yerleşik yaşama uyum sağlamaları hayli güçlükler içinde geçer. Bu olan biten rahatsız olan Dadaloğlu “Fırka-i İslâhiye” kumandanı Derviş Paşa’ya ve genelde Osmanlının Türkmen siyasetine çatar:

Derviş Paşa yaktı, yıktı elleri
Soldu bütün yurdumuzun gülleri

Aşağıdan iskân evi gelince
Sararıp da gül benzin solunca
Malın mülkün Seyfi  (Alıcı avcı kuş) gözlüm kalınca
Kaypak Osmanlılar size de aman mı?

Dadaloğlu, Avşar Türkmenlerinden olup 18. Yüzyıl içinde doğduğu, 19. Yüzyıl içinde öldüğü bilinmektedir. Gerçek adı Veli i olup mahlasını Dadaloğlu olarak kullanmıştır. Dadaloğlu’nun yaşadığı Orta Toros Dağlarında Gâvur Dağı, Bulgar Dağı, Ahır Dağı, Çukurova’dır. Ayrıca, Orta Anadolu ve güney illerinde yaşayan konargöçer Avşar, Sıkıntı, Kırıntı, Bozdoğan, Karsantı, Berber, Menemenci gibi Türkmenlerin içinde yaşamıştır. Dadaloğlu Toros dağlarında dolaşan göçebe Avşar Türkmenlerinden olduğu kesin kanıtı:

Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden iller bizimdir.

Dadaloğlu, Türkmenlerin yerleşik yaşam zorlanarak geçirilmelerine en ağır tepkisini kor ve deyişlerinde yerleşik yaşama geçmek istemeyen Türkmen oymaklar için sesi ve sözlü tarihi olur. Osmanlı tarım arazilerinde çalışmayı önerirse de onlar yine de geleneksel göçebe yaşamlarını sürdürmek isterler, itaat etmezler.  

Türkmenler, (Yörük taifesi) Osmanlının zorunlu sürgün ve iskân siyasetine karşı koyarak obaları hınçla haykırarak Osmanlı Devleti ile savaşlarını deyişlerinde duru ve yalın bir dil kullanarak Osmanlıya karşı halkı savaşa teşvik ediyordu. Göçebe toplum ruhunun bir geleneği olan  “anca beraber, kanca beraber” ilkesi vardır. Her türlü eylem birlikte yapılır, birlikte karara başlanır. Her şeyde “biz” vardır, “benlik” yoktur. Dadaloğlu bu ilkeye sadık kalarak bakın nasıl seslenir:

Kalktı göç eyledi Afşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağlan aşan yollar bizimdir.

Belimizde kılıcımız kirmanı
Taş deler mızrağımız temreni
Hakkımızda devlet vermiş fermanı
Ferman padişahınsa dağlar bizimdir

Dadaloğlu’m yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir

Aslında Dadaloğlu normal yaşamında doğa ve aşk deyişleri söyler, her türlü güzel şeyleri sever, onların üzerine deyişler düzen biridir. Dadaloğlu’nu içinde yaşadığı durum ve toplumsal duyuş onun, Osmanlının yaptığı “İskân” ve “Sürgün” siyaseti zoruna gider ve öylesine bir nefret dönüşür ki deyişlerinde açığa çıkar:

Ilgınca sılgınca görünen dağlar
Yoksa Türkmen ili başın duman mı?
Deli gönlüm kayıp coşunca
Hey ağalar coştucağım güman mı?

Aşağıdan akça koyun geliyor
Bezirgânlar koç yiğide gülüyor
Kitabın dediği günler oluyor
Yoksa gün döndü de ahır zaman mı?

Aşağıda akça kuğum ötüyor
Katar başı mayalarım çökünce
Şah’tan ferman Türkmen ili göçünce
Daha da hey Osmanlıya aman mı?

DADALOĞLU’M derki gördüm düşümde
Yiğide at verirler on beşinde
Alışkın piştovla dağlar başında
Azrail’den başkasına aman mı?

Benzer deyişin bir başka söyleniş biçimi daha var ki şöyle:

Ilgıt ılgıt seher yeli esiyor
Gâvur dağlarının başı dumanlı
Gönül binmiş aşk atına aşıyor
Bire beyler cünunluğun zamanı mı?

Aşağıdan iskân evi gelince
Sararıp ta gül benzimiz solunca
Malım mülküm Seyfi gözlüm kalınca
Kaypak Osmanlı size aman mı?

Aşağıdan iskân evi geliyor
Bezirgânlar koç yiğide gülüyor
Kitabın dediği günler geliyor
Yoksa devir döndü ahir zaman mı?

Aşağıda akça çığın ötünce
Katar başı mayaların sökünce
Şah’tan (Padişah’tan) ferman Türkmen ili göçünce
Daha da hey Osmanlıya aman mı?

DADALOĞLU’M sevdası var başımda
Gündüz hayalimde gece düşümde
Alışkan tüfekle dağlar başında
Azrail’den başkasına aman mı?

Toros Dağların uçsuz bucaksız sarp yerlerine, bir yarısı Suriye içlerine doğru kaçarlar. Aslında Osmanlının amacı, yerleşik düzene geçmelerine dair onlara iyi bir yaşam alanları açmak değildi, böyle bir projeleri de yoktu. Osmanlı Avşarları iyi denetleyebilmek, kolay baskı altına alabilmek için böyle bir yola girmişti.

Osmanlı İskân siyasetine isyanın açıkça yapmış olduğunu gösteren deyişi:

Kaypak Osmanlılar size aman mı?
Şah’tan (Padişah’tan) ferman Türkmen ili göçünce
Daha da hey Osmanlı aman mı?

Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahınsa dağlar bizimdir.

Dadaloğlu’nun Osmanlı’ya “kaypak” demesine neden, Osmanlı Avşarları (1) Uzun Yaylaya yerleştirme sözü verir. Avşarlara verdiği bu sözden cayarak yerine getirmez, Uzun Yaylaya Çerkez göçmenleri yerleştirir. Ayrıca Dadaloğlu, Doğu Kozan Ağası Yusuf Bey’i hile ile yakalamış, bu nedenle de Dadaloğlu’nun diline  “Kaypak Osmanlı” yerleşmiş olur.

Dahi, Osmanlı Mescit Paşa şöyle tehdit eder Avşarları: “…uslu durmazlarsa atlarını ve burnu hızmalı kızlarını Adana pazarında satarım”  der. Bunu duyan ozan “namus ve ar” eder kendine, Osmanlı’ya başkaldırı (2) eylemine girişir ve şöyle der deyişinde:

Feke’de bir kıyımdan söz ediliyor ki gelinlerin dul kaldıklarını dile getiriyor.

Şu Feke’nin hanımları
Talim bilmez âlimleri
Kör olası Derviş Paşa
Hep dul koydu gelinleri

Gitti cerit (cirit?) gitti gide Avşarlar
Gider oldu namusumuz arımız
Kavga kuruldu da kılıç çalındı
Hey ağalar nerde vardı yarımız

Büyük bir halk ozanı olan Dadaloğlu en güçlü deyişleri yanında, yaşadığı bölgenin dövüşlere de boynu eğik değildir. Haksızlığa karşı tepkili olmuştur her daim:

Ölürüz de kömür gözlüm ölürüz,
Dost ağlasın zalim felek utansın
Kıyamette kavuşmak var biliriz,
Dost ağlasın, kahpe felek utansın

Bir çıkmaza girdi bugün yolumuz
Geçit vermez sağımızla solumuz
Kalır gayri burada ölümüz
Mert ağlasın, namert olan uttansın

Avşar ili yaylasına göçmedik
Aşın yiyip, sularını içmedik
Tenhalarda kendimizden geçmedik
Can ağlasın, hain felek utansın

DADALOĞLU’M yine coştu çağladı
Ak üstüne karaları bağladı
Firkat oldu yüreciğim dağladı
Ben ölende Çapanoğlu utansın

Dadaloğlu’nun umutsuzluğa düştüğü deyişin:

Yine tuttu Gâvur dağı dumanın
Hançer vurup açarladı yaramı
Sana derim Mıstık Paşa ereni
İçindeki bunca beyler nice oldu

Sabahaca kandilleri yanardı
Soytarılar fırıl fırıl dönerdi
Ha deyince beş yüz atlı binerdi
Sana inip konan beyler nice oldu

Ağlayı ağlayı DADAL’IN şöyle
Vefasız dünyayı şu insan neyler
Bir yiğidi bir kötüye kul eyler
Şimd’en sonra yaşaması güç oldu.

Osmanlı Türkmenleri cezalandırmak için Rakka’ya Abbas Paşa adlı birini görevlendirmiştir. Abbas Paşa, İskenderun’dan karaya çıkarak Rakka’ya gelişini Avşar Türkmenlerinden Dadaloğlu da deyişini söyler:

İskeleden kalktı ol Abbas Paşa
Kızıla boranlı dağ var önünde
Elbeyli beylerin at başı çekmez
Çevrilip konacak yer var önünde

İllerinde Osman Bey, zorbaların başı
Aşireti var, çıplak eder savaşı
Keser kelleler, basar üleşi
Kartallar dönecek yer var önünde

Küçük Ali oğlu da, haykırır kakar
Düşman görünce belini büker
Cimbulat kılıçla demir bent büker
Omuzu kalkanlı er var önünde

DADALOĞLU der; ordan geçerse
Elbeyli Türk’ün yolun açarsa
Akan kanlı Murat köpük saçarsa
Seyit Battal gibi er var önünde.

KUL SADUN ve Osmanlı İskan Siyaseti
Orta Toroslardan Rakka ve Civarında iskân için sürülmüştür. Orada, Türkmenlerin Arap ve Kürt aşiretleriyle savaşlarını anlatan ozan Kul Sadun, deyişinde ise Arap kabilelerin baskıları ve Halep Valisi Abbas Paşa’nın Arap kabillerinin yanında yer alarak Türkmenlere zulmü destek olmasından, çok olumsuz şartlar geçirir bölgede. Bu nedenle bazı Türkmenler Anadolu içlerine, Konya, Karaman, Kütahya gibi yerlere kadar göç ederler. Bazıları da daha önceki ata yurtları olan Yozgat, çorum, Ankara, Kırşehir ve Çankırı yörelerine yerleşirler. Ozan Kul Sadun bu duruma şöyle der deyişinde:

Rakka çöllerinden gelen gaziler
Rakka’nın gonca gülü soldu mu?
Yeniden bir haber duydum oradan
Cerit Bekir öldü derler, öldü mü?

Cerit Bekir öldü ise kırıldı kilit
Yolumuza kötü bir kara bulut
Kürdülü Kerim’le Bayındır Halit
Kolu bağlı cellâtlara vardı mı?

KUL SADUN’um der ki bulmadık vefa
Hükmümüz geçerli şol Kaf’tan Kaf’a
Ulaşlu oğlu Hacı Mustafa
Alayları bölük bölük böldü mü?

 KARACAOĞLAN (1606-1679)
Karacaoğlan, Adana’nın Farsak köyünde doğduğu; Torosların Gavurdağı yörelerindeki Türkmenlerin içinde yetiştiği söylenir. Esmer kara yağız olduğundan adına Karacaoğlan denmiş. Gezdiği yerler ise Konya, Ankara, Karaman, Adana, Halep, Mardin, Diyarbakır kentler olduğu söylenir. Ayrıca Suriye, Mısır, Trablus ve Rumeli bölgelerini gezmiş olduğu söylenir.

17. Yüzyılda Orta Toroslar ve Çukurova’da yaşadığı bilinen Karacaoğlan deyişlerinde çok yalın, katıksız arı duru Türkçe kullanan Karacaoğlan, daha çok aşk ve doğayla iç içe olma yanında ayrılık, gurbet, sıla özlemi, sevda, acı, dostluk, yoksulluk, zulüm, ölüm içerikli, insanın doğasında var olan temaları çok işlemiştir. Hep duygularını, düşüncelerini, işin puştluğuna kaçmadan içten ve gerçekçi bir bakışla, kendine özgü bir deyiş yapısı içinde söylemiştir. Mezarı Mersin’in Mut ilçesi Çukur köyünde olduğu sanılmaktadır. Bize en çok Karacaoğlan’ı tanıtan ve deyişlerini derleyen Nüzhet Ergun olmuştur.

Dinleyin ağalar size bir şey söyleyim
Hatırdan gönülden geçici olma
Bir yiğidin amanını kesişin
Sırrını ellere açıcı olma

Meclise varışın kâmili dinle
El iki söylerse sen birin söyle
Elinden geldikçe iyilik eyle
Sakın ol başlara kakıcı olma

Karacaoğlan kalk gidelim buradan
Allah’ımız seni beni yaratan
Sakın kendini haramdan zinadan
İnsanı insana takıcı olma.
Selman ZEBİL

(1) Ahmet Z. Özdemir, “Avşarlar ve Dadaloğlu” Ank. 1985, s. 93
(2) Battal Pehlivanlı, “Dadaloğlu, Yaşamı, Sanatı, Şiirleri”  İst. 1984 s.24-27

18 Ekim 2018 Perşembe

BEYŞEHİR'DE GEÇMİŞİ YANSITAN EVLERİN YERİNİ RANT UĞRUNA BETONA BIRAKMASI


Beyşehir Tarihi Kâgir evleri, Şimdi Yerlerinde Değiller

Foto S. Zebil, Bu ev yıkıldı, yerine beton ev yapıldı
Tarih, toplumların süreç içinde kentleşerek gelişim gösterdiklerine tanıklık eder. İnsanlar, birlikte yaşam içinde kültür ve kimlik yapılarını kazanırlar. İnsanoğlu, dış tehlikelerden ve doğa olaylarından korunmak için mutlak kendine bir sığınak yapmıştır. Modern mimarlık kültürü, İnsanoğlunun kendisine yaptığı ilkel sığınaktan doğmuş ve birbirlerine dayanışma içinde yan yana yerleşim yerleri inşa etmişlerdir. Ülkemizde binlerce yıldan bu yana birçok mimari yapı günümüze kadar gelmiş olduğunu gözlerimizle görmekteyiz. Bu mimari yapılar insanlık tarihinin en önemli tanıklarıdır.

Ekonomik, kültürel ve sosyal alanda değişimin görülen mimarideki etkileri… Bir iki yıl Beyşehir dışında kaldıktan sonra gelip gördüğü manzara başta ilçede muazzam demir-beton evlerin yükseldiğini fark edersiniz; gözlerinize inanamazsınız. Bu hal köylerde de konut yapısı ile değişim, geleneksel kâgir, kerpiç evler yok etmiş, yerini beton ve demir tehlikesine bırakmıştır.

Foto S. Zebil, bu evin kaderi de yıkılmak oldu
Beyşehir, maalesef geçmişine sahip olduğu, tanığı olduğumuz birçok kültürel mimari mirasın değerini kavrayamamış, para kazanma uğruna pervasızca, ata eseri güzelim kâgir ve kerpiç binaları yıkıp yerine, demir ve betondan binalar yaptılar. Ataya saygı, boşuna “Osmanlı Torunlarıyız” lafları, Osmanlı döneminden kalma tarihi binaları yıkarak, yerine (sözüm ona) modern binalar dikmekle daha uygar olduklarını sananların yanıltısıdır. 


Öyle çıkıp cahilce, "Osmanlı Torunuyuz" demekle olmuyor...





8 Ekim 2018 Pazartesi

ATATÜRK'E BİTMEYEN İFTİRALAR

Türkler Hıristiyan Yunanlıları (Pontus’ta) katletti...

Ermenilere işkence yapılmasından vazgeçmeyen Türkler, zulmü Yunanlılara dayattı.

Binlerce Yunanlı (Karadeniz) kıyıdan Küçük Asya'nın (Anadolu) içlerine kadar sürgün edildiler"  diyor yandaki propaganda kitabın kapağında...


Aşağıdaki fotoğrafta Atatürk oturuyor, önünde ise sevimli köpek enikleri var. Bu fotoğrafı montajlayarak, propaganda amaçlı kullanmışlar, sanki Atatürk'ün önünde bir Ermeni'nin cesediymiş gibi gösterilmiştir.



Bizimkilerde dincilik adına Atatürk'ün kucağında elinde şişe ile oturan çocuğa "Bakın Atatürk çocuğa bira içiriyor" diye iftira yapmışlardı.








15 Eylül 2018 Cumartesi

NORVEÇ (NORGE)TARİHİ ve NORVEÇ ADININ KÖKEN ANLAMI


NORVEÇ (NORGE) KISA TARİHİ

Oslo 

Avrupa’nın en kuzeyinde demokratik anayasal monarşi ile yönetilen bir ülkedir. Başkenti Oslo, dili ise İskandinav dillerinden olan Norveççe,  kendi özgü konuşulan bir dildir. Norveç toplam nüfuzu 5 milyonun üzerindedir. Norveç nüfuzu, etnik topluluk olan Samilerle birlikte ülkenin %89’unu oluştururken, %11’ide diğer değişik etnik topluluklardan oluşmaktadır.

17 Haziran 1814, Norveç Anayasasının
kabulü olup, 1884’te değiştirilmiştir.
1814’de Eidsvoll Yemini: “Enig og tro til Dovre falle” (Dovre düşene kadar birlikte 
ve inançla)

7 Haziran 1905’de Birleşik İsveç-Norveç ayrılmışlardır. Bu gün Norveç’in bağımsızlık günüdür. Norveç bağımsızlık sloganı “alt for Norge” (Her şey Norveç için) Ulusal marşları ise: “Ja, vi elsker dette landet” (Evet, ülkemizi seviyoruz) Ve Kraliyet marşı ise: “Kongesangen” (Kral şarkısı) Norveç’in ulusal bayramı ise 1900’de başlayan 17 Mayıstır.

1940’dan 1945 yıları arasında Norveç’in, Naziler neden olduğu Avrupa’nın kötü kaderine, Alman Nazilerin işgaline maruz kalarak ortak oldu.

Norveç, Avrupa kıtasının en kuzeyinde, İskandinavya coğrafyasında bulunan, kutuplara kadar uzanan ilginç bir ülkedir. Norveç adının geldiği köken, denizcilerin parolası olarak “Norge” (Norveç) “daha kuzeye, sürekli kuzeye giden yol” denilmiş.

Hint-Avrupa Cerman İskandinav diller topluluğundan olan Norveççeye “Nor” sözcüğü kuzey, Almancada “nord”, İngilizcede “north” olarak kullanılır.

Eski Norveçliler ülkelerine Norsk dilindeki “Noregr” (kuzey yolu) anlamına gelmektedir.

Etimolojik olarak Viking denizciler bu ifadeleri “parola” amaçlı kullanmışlardır. Yani, Vikingler, bugünkü Norveç topraklarını, “kuzey yolu” anlamına “Noregr” olarak kullanmışlardır. Bugün ki Baltık Denizinin güneyinde bulunan Almanya, Fransa, Polonya, Hollanda gibi ülkeler, “Søregr” Güney yolu” Baltık Denizi kuzeyindeki alanlara da “Noregr” (Kuzey yolu) olarak kullanıyorlardı.

M.S.849 yılına ait bir Ortaçağ yazması Latincede Norveç’in adı “Norvagia” olarak geçmektedir. M.S. 900 yılı bir Fransız kroniklerinde ise “Norwegia” olarak geçmekte.

9. yüzyılın sonlarında bugünkü Britanya ve Saksonya topraklarına hükmeden ve bu toprakları Vikingler’e karşı ölümüne savunduğu için İngiliz tarihinde “Great” (Büyük) adını taşıyan tek kral olan Ælfræd the great (M.Ö.849-99)’ı ziyaret etmesinden sonra, Norveç coğrafyasına o zamanki İngilizcede “Kuzeylilerin Ülkesi” anlamına  “Norodwegr” derlermiş. Ve o zamanki İngilizcedeki anlamı ise “Kuzeyli Adamların Toprakları” anlamında “Nordmannaland” deniyormuş. Hatta bazı tarihçilerin söylediklerine göre, o dönem Britanya topraklarında konuşulan İngilizcede “Norseman” sözü, “Viking” anlamına kullanılıyormuş.

15. Yüzyıl’a ait İzlandaca el yazmalarında ise Norveç toprakları “Noreg” veya “Norg” adıyla yer almaktadır.

Geçmişte her ne kadar Norveç, “Danimarka-Norveç Krallığı, daha sonra da Norveç-İsveç Krallığı adı altında yaşamış bir devlet olsa da, 7 Haziran 1905 tarihinde bağımsızlığını ilan ederek, bağımsız “Norveç Krallığı” (Kongariket Norge) adıyla bağımsız bir krallık devlet olarak ortaya çıkmıştır.

1905 yılının başında Norveç’te önce “Bağımsızlık Referandumu” gerçekleştirilir. Meclis tarafından yürütülen bu halk oylaması sonucunda 184 kişiye karşı 368 bin 208 kişiyle Norveç’in bağımsızlığı desteklenir. Ardından 17 Mayıs 1905 günü “Norveç Anayasası” hazırlanır. Norveç Anayasası’nın hazırlanmasından 21 gün sonra, 7 Haziran 1905 günü Norveç bağımsızlığını ilan eder ve Norveç devleti kurulur. Bağımsız Norveç Devletinin kurulmasından dolayı 17 Mayıs milli bayram olarak kutlanır.

Yalınız bir başka sorun çıkar, yönetim biçimi krallık mı yoksa cumhuriyet mi olsun diye. Bunun içinde ikinci bir referandum yapılır. Devlet kurulduktan 4 ay sonra, 12 Kasım 1905 tarihinde yapılan bu referandumda Norveç halkının % 79’u monarşi yani krallıktan yana oy kullanırlar. Böylece devletin adı “Norveç Krallığı” (Kongariket Norge) olur. İsveç, 26 Ekim 1905 tarihinde Norveç’in aldığı bağımsızlık kararını tanımak zorunda kalır.

NORVEÇ’İN (M.S.800-1400) TARİHİ SERÜVENİ
Coğrafi bir kavram olan Norveç, aslında İngilizce ve Almanca adı modern İskandinav’ca biçiminden “Norge” olarak açık bir biçimde yansıtılıyor. “Kuzey’e giden yol” Norveç sahillerinden geçen uzun seyir rotasıydı. Skagerrak-Kattegat bölgesinden başlıyor, Lindesnes’i, ülkenin güney ucunu dolaşıyor, sürekli yerleşimler boyunca kuzeye doğru davam ediyordu. Viking çağında Tromsø dolaylarında sürekli yerleşimin olduğunu gösteriyordu.

M.S.890 yılında Ottar adlı biri bu bölgenin en kuzey ucundan çıkıp İngiltere’ye kadar gitti. Ktal Alfred’e bu yolculuğunu anlattı. Bu anlatıları da kâğıda yazıldı. (1,N.Lund) Orada şöyle anlatıyor Ottar, güneye inen yol boyunca, sancak tarafında “Kuzeylilerin ülkesi” olduğunu söylüyordu. Bu ülke uzun ve dar bir coğrafyadaydı. Adına “Nordweg” deniyordu. O dönemde Norveçlilerden söz eden tek Ottar’ın anlattığı hikâye değildi elbet. O döneme ait Skandik bir şiirde “Haraldskædi” Harald Finehair’e “Kuzeylilerin kralı (2, Finnur Jonsson) dediğini görürüz. “Norveç” veya “Kuzeyliler” gibi adlar 9.yüzyılın ikinci yarısında sıkça kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu adında kökeni, güneyde yaşayan İskandinavyalıların, kuzeyde yaşayanların verdiği ad olması kesindir.

Norveç’in erken Viking çağında siyasi bir birim oluşturduğunu gösteren bir kanıt yoktur. Muhtemelen kökleri tarih öncesine uzanan Hålogaland, Trøndelag, Møre, Hordaland, Rogaland, Agder gibi kendilerine özgü alar alan nüfusları da buna uygun olarak etnik ya da kabile adları anılan birkaç Norveçli kabileler ülkesi, buna eski kuzeyli dilinde “Folkland” (Halkın ülkesi) deniyordu. Bu bir siyasi anlamda değil, coğrafi yakınlıkla biçimlendirilen bir kimlik olması düşünülüyor.

Olası istisnalardan biri Trøndelag’dır. Burası başta Trondheim fiyordunun iç kesim çevresinde nüfuz yoğunluğu olduğu bir bölgeden oluşuyordu.

Modern dönemlerde Norveç’in kurulması, yani ülkenin birleştirilmesi anlamına gelen “Rikssamlingen” Pan-İskandinav tarihi ansiklopedisi, Norveç’le ilgili tanımı, İsveç’e ve Danimarka’ya göre daha fazla yer kaplamaktadır. Modern tarih bilinci 19. Yüzyılda gelişirken Norveçliler, birkaç yüzyıl müddet Danimarka ile birlikteliklerini sonlandırmak ve bir ulus yaratmak için isyan eden yurttaşlar, Norveç’in tarihsel özgürlüğünü, özellikle bir ulus yaratmak, erken tarihini tezahür ettiği görülmektedir. Ayrıca zengin kaynaklar, çekici en eski Kuzey Saga (masal-efsane) edebiyatı, özellikle Norveç krallarını konu alan sagalardır.

Norveç Tarihi ile yakın bir bağlantı inşa etmiş, uzun bir hanedanlık, M.S.850 yılından beri Kara Halfdan ve Harald Finehair’le başlıyor, 13. yüzyıl Sverre hanedanından krallarla son bulyordu. Bazı sagalarda bu uzun hanedan zamanında geriye, Gamla Uppsala’nın ulusal efsanevi Ynglinga krallarına dek uzanır. (3. Claus Krag)

Ulusal bir kral ve hanedan kurucusu Harald Finehair olarak önemi, Fagrskinna adlı sagada, (M.S.1220-1230 yazarı bilinmeyen) Şöyle özetleniyor Claus Krag:

“Kara Halfdan’ın oğlu Harald babasından sonra krallığı aldı. O zamanlar kışları dikkate alınan genç bir adamdı ama saraylı bir kralın sahip olması gereken erkekliğe tam anlamıyla sahipti. Saçlarının rengi dikkat çekiciydi. Bu bakımdan da en fazla ipeğe benzetmek yerinde olurdu. Bütün erkeklerin en yakışıklısıydı, olağanüstü güçlüydü ve Haugesund’deki mezarının üstündeki taştan görülebileceği kadar uzun boyluydu. Çok akıllı, ileri görüşlü, cesur bir adamdı, beraberinde şans getirirdi. Norveçlilerin toprakları üzerinde kral olmayı amaç edindi, giderek artan bir onurla ülke bu zamana kadar onun soyunun elinde oldu. Bu zamanda böyle olsun”

Vikingler
Bu gibi birkaç Skandik mısra dışında Harald’ın fetihlerini anlatan, açığa çıkaran, aydınlatan, o döneme ait doyurucu kaynak yoktur. Skandik mısralarda Hafrsfjurd, (Stavanger’in biraz güney yönü)  savaşla Harald’ın fethi tamamlanmıştır. Bu savaşta Harald’ın son hasımlar, Bergen’in güneyindeki bölge Vestlands’in kralları yenilgiye uğratmıştır.(5. Claus Krag,1989) Böylece ihtimal Danimarka’nın desteğiyle de, Güneybatı Norveç krallığında hüküm süren Harald olur. Nordvestland (kuezey Vestland) ve daha kuzeyde Harald’ın lordluktan başka bir yetkisi yoktu, oraların asıl iktidarlığı düklerin elindeydi.

Bu adı geçen düklerden en iyi tanınanı Håkon Grjotgardsson ile halefleri idi. Bunların tahtlarının merkezi Trøndelag’da Lade’deydi ama bu aile aslen hatırı sayılan bir aile değil, etkileri Hålogaland’dan alıyordu. Ama Håkon kendi çıkarları için yayılmayı ön gören bir yöneticiliği vardı, birçok bakıma Harald’ın dengiydi. Viken Harald her ne kadar Norveç'in Güneydoğu sahil bölgelerinin hâkimi olsa da, burada Viking çağının başından beri Danimarka krallarının nüfus alanlarıydı.

Harald’ın ölümünden (M.S.932) sonra yerine oğullarından Eirik Bloodaks (M.S.930-934) daha sonra İyi Håkon (M.S.934-961) kral olur. 10.Yüzyıl ortalarında Danimarka krallığı yeniden güçlenmiş, Kral Bluetooth M.S.958-987) hüküm sürmüş, hem Viken, hem Harald Finehair’in birleştirdiği krallık dâhil olmak üzere Norveç krallığını kendisine bağlamıştır. Eirik Bloodakse’nin oğulları bağlı krallar olmuştur, sonra Håkon Sigurdsson Ladejarl, (Håkon Grjotgardsson’un torunu) Danimarka kralının dükü olarak Norveç’in büyük bir bölümünü yönetmiştir. Sonra Håkon, hükümranlığının son yıllarında, Lindesness’ten kuzeye uzanan sahil bölgelerinde daha bağımsız bir denetim kurmayı başarmıştır.

Norveç tarihine M.S.950-1035 arası yönetim biçimine baktığımızda Dan kralları hakimiyetine Güney İskandinavya kıyılarına yayıldıklarını görürüz. Danimarka krallarının (Danimarka Vikingleri) daha da ileri giderek deniz aşırı, özellikle İngiltere zenginliklerini yağmalamak için Dük Håkon oğlu, dük Eirik (ö.1024) Dan krallarıyla işbirliği yaparlar, büyük Knut’un dükü olarak Northumberland’e meslek yaşamlarını tamamlarlar.

Norveç’teki Dan egemenliği Olof Tryggvason (hüküm M.S.995-1000) ile Olaf Haraldsson (Aziz Olav, hükmü 1015-28/30) kırmaya çalışırlar ve başarırlar. Bu işte ikisi de tahta çıkmadan önde İngiltere’deler. Dan fetihleriyle orada zenginlik ve güç kazanmışlardır.(5) Ülkelerine bu zenginlik ve güçleriyle döndüler. Eğer bu güç ve zenginlikleri olmasaydı ülkelerinde krallık kurmaları zorlaşırdı.

11. yüzyıl sonrası patlak veren olaylarda Olaf Tryggvson ile Olaf Haraldsson’un hükümranlıkları Norveç tarihinde önemli olaylar olduğudur. M.S.1035’te Danimarka imparatoru Büyük Knut’un ölünden sonrası dağıldığında gerçek Norveç hanedanları kendi ülkelerinde krallık kurmaya başladılar. İlk bunu başaran Olaf Haraldsson’un oğlu İyi Magnus (hükümdarlığı 1035-1047) olur, ondan sonra da Olaf’ın üvey kardeşi Harald Sigurdsson hardrade “Acımasız ve sert yönetici” (hükmü 1046-1066) arasında tahta kalır.

Ortaçağ Norveç krallarının tamamı azizleştirilmiş, Norveç’te ilk azizleştirme işi Olaf Haraldsson’un ölümünden birkaç yıl sonra azizleştirilmesi ile başlar. Böylece ardıl haleflerin taht üzerinde iddiaları meşrulaştırılır; Bu arada Olof Haraldsson, Harad Hardrada soyundan gelenlerin hükümranlıkları sürer. Adı geçen bu krallar döneminde Østland ve daha iç kesimlerdeki topraklar ilk kez ulusal krallığa katılır. Bu konuda bakın Ozan Kara Ottar, Olaf Haraldsson’un Norveç iç kesimlerdeki direnişi ve nasıl kırıldığını şöyle anlatır:

“Hedmark’ın bütün kralları kaçtı, en kuzeyde oturan dışında dilinin kesilmesini emrettiğin dışında… Şimdi bir zamanlar beş kralın hüküm sürdüğü, doğuda Eidsog’a kadar uzanan geniş topraklara hükmediyorsun. Böyle bir krallığa hükmeden bir kral gelmedi hiç” (6, Finnur Jonsson 1912,s. 271-272)

Norveç iç savaş sırasında krallığın örgütsel gelişmesi sürmüştü. Buna neden ise bütün olarak devlet açısından yerel idarelerin eskisinden daha sağlam olmasıydı. Norveçlilerin çoğunun dediğine göre 13. Yüzyıl ülkenin görkemli dönemleri temsil eden unsurların döneme damga vurması. Siyasi, ekonomik, kültürel canlanma ve geniş bölgeleri kendisine bağlayan yani, Göta nehrinden Grönland’a, İrlan’da denizinden Finmark’a kadar Norveç’ bağlayan kralları Sverre soyundan gelen üç kuşak krallardı. Håkon Håkonsson idaresini uzun sürmesi ve baskın kişiliğidir. Onun ölümünden sonra oğlu Magnus Lagabøte (hük.1263-1280) Onun oğulları Eirik Magnusson (hük.1280-1299) ve sonrası Hakon on Magnusson (1299-1319) dönemleri izlerdi.

Hakon Hakonsson, döneminde Norveç topraklarına Grönlad’ı ve İzlanda’yı topraklarına katmıştır. Magnus Lagabøte enersinin büyük bölümünü Norveç sınırlarını genişletmek için harcamıştır. M.S.1274 yılında “Ulusal Kanun” (Landsloven) çıkarmış, eski taşra kanunun yerini almıştır, ülke tek kanun ile yönetir duruma getirmiş, ayrıca tek bir kanun olan Avrupa ülkesi arasına katılmıştır. Bu yeni kanunla Norveç İsveç’ten 70 yıl önce böyle bir kanun çıkartmıştı. Dahi, İsveç’te kendi ulusal kanunu yaparlarken Norveç kanunu örnek almışlardır. Danimarka’da ise aynı kanun 400 yıl sonra yaşama geçirilmiştir.

Ne var ki, Norveç 1266 yılında elinde bulunan Habrid adaları ve Man adasını uzun süre elinde tutamayacağını anlayarak, Perth Barışıyla İskoç Kralı 3. Alexander’a teslim etmiştir. O tarihten son yön değiştiren Norveç sistemi, Viking çağında elde ettiği kolonileştirdiği topraklardan askeri ve ekonomik zayıflama nedeniyle çekilmeye başlamasıyla Norveç krallığı geriler. 14. ve 15. Yüzyılda Norveç’i gelişmeye başlayan İskandinavya topluluğunun en zayıf halkası durumuna gelmişti.

Böylece Norveç, 1450 yılından sonrası başlayarak 1814 yılına kadar Danimarka’ya bağlı birlik olarak sürdürmüştür yaşamını.

Viking Çağı İskandinav'da önemli bir dini değişim dönemiydi. 
Putperest Vikinglerden nefret eden Hıristiyan Kilisesi' vardı. Bu dönemde, İskandinav toplumunun neredeyse tamamının birçok tanrıları olan pagan olduğu bir gerçekti. Ancak Hıristiyan bir tanrıyı da kendi tanrılarının yanında kabul etmeleri bir sorun değildi.

Vikingler baskınları ile Hıristiyanlıkla ilişki içine girdiler ve Hıristiyan bir nüfusa sahip yerleşim yerlerine yerleştikleri zaman Hıristiyanlığı da çok çabucak kabul ettiler. 

Putperestler ölümlerini mezar eşyaları ile gömüyorlardı, ancak Hıristiyanlar genel olarak böyle bir şey yapmıyorlardı. Vikingler de bu tür işlerden geri kaldılar artık.

Viking Çağı da İskandinavya'da kademeli bir dönüşüm geçirdi. Din değiştirme sürecinde pagan alanlarını Hıristiyanlık dolduruyordu. Anglo-Sakson ve Alman misyonerler putperestleri dönüştürmek için Vikinglerin yurduna geldiler. 11. yüzyılın ortalarına doğru Hıristiyanlık Danimarka'da ve Norveç'in birçok yerlerinde oluşmaya başlamıştı. İsveç'te ise 11. yüzyılın başlarında geçici bir dönüşüm gerçekleşmesine rağmen, 12. yüzyılın ortalarına kadar orada Hıristiyanlığın kurulduğu pek bilinmiyordu. 

Viking Pagan İnancı Hakkında
Viking Çağındaki pagan dini uygulamaları hakkında derinlemesine pek bir bilgi yok olsa da, elde bulunan çağdaş kanıtlar çok azı; 13. yüzyılda İzlanda'da bulunan Viking çağlarından kalma paganizme ait bazı bilgiler, Hıristiyanlığa geçişten 200 yıl sonra yazıldığını hatırlamak zorundayız. Başka hinlerin papaz olarak da bir çeşit rolü olduğunu biliyoruz ve putperest ibadet atların fedakârlığını içeriyordu, fakat çok fazla değil.

Pagan tanrılarıyla ilişkili hikâyeler hakkında daha çok şey biliyoruz. İlk şiirlerde zaman zaman yapılan atıfların yanı sıra, bu hikâyeler dönüşümün ardından hayatta kalmıştı, çünkü dini inançların ifadesi olarak değil, sadece mitler olarak görmek mümkündü. Temel kanıt kaynakları Eddas, eski putperest inançları masal olarak temsil eden muhteşem edebi eserlerdir. Burada bile bazı Hıristiyan nüfuz var. Örneğin, ana Tanrı Odin, bir ağaca asılarak kendine feda edildi ve kenarda bir mızrakla delindi ve bunu bir kaç gün sonra, İsa'nın çarmıha gerilmesi ile açık bir paralellik izledi.

Buna rağmen, Eddas (tanrılar) ve devler, erkekler ve cüceler ile olan ilişkileri hakkında büyük miktarda bilgi sunar. En güçlü tanrı, tek gözlü Odin, Allfather, savaş tanrısı, adalet, ölüm, bilgelik ve şiirdi. Bununla birlikte, muhtemelen en popüler tanrı, aptal ama inanılmaz derecede güçlü olan Thor'du. Cüceler tarafından hazırlanan çekiç Miollnir ile devlerin devleri karşısında tanrıların ana savunucusu oldu. Ayrıca şimşek tanrısı vardı ve özellikle denizciler tarafından ibadet edilirdi. 

Thor'un çekiçlerinin tılsımları Viking dünyasında popülerdi. Kardeşi ve kız kardeşi Frey ve Freyja, doğurganlık tanrısı ve tanrıçası da önemlidir ve diğer birçok küçük tanrı ve tanrıçalar da vardır.

Tanrılar ve devler
Tanrıların en büyük düşmanı devlerdi ve arasında çatışmalar vardı. Tanrılar ve devler arasında bir maç vardı, bu yüzden tanrılar devleri geçmek için kurnazlık yapmaktaydı. Odin'in kendisi akıllı ve kurnazca bir hile yapmak zorundaydı. Yangın tanrısı Loki'ye döndüler. Loki, gerekli sıcaklığından dolayı büyük yıkıma neden oldu, onlara büyük zarar veridi ve sıkça çözdüğü sorunlar onun baştan çıkarmasına bağlı yargılardan kaynaklanıyordu.

İki kurt ve kargalar yanında Tanrı Odin
Tanrı ve devler arasındaki gerilime rağmen, bireysel olarak adil bir miktarda temas vardı ve bir takım tanrıların Giantes'le ilişkiler kurdu. Bunlardan birisi dev karısı tarafından üç canavar çocuğu olan Loki'ydi. Kızı Hel ise, yeraltı dünyasının hâkimiydi. Bir oğlu Jormunagund, o kadar büyüdü ki dünyanın her tarafına doğru uzanan bir yılandı. Diğer oğlu Fenris, o kadar güçlü bir kurt ki zamanın sonuna kadar onu bağlayan sihirli bir zincire bağlanmasına izin vermek için onu kandırdıktan sonra tanrıları korkutuyordu.

Dünyanın son tanrı ve devler arasındaki Ragnarok savaşı ile sona ereceği düşünülüyordu. Loki ve çocukları, birbirleriyle uzun süredir kavga eden Thor ve Jormunagund birbirlerini öldürecekler ve Odin Fenris kurdunun öldürmesi üzerine öldürülecek ve kurt da öldürecekti. Bir ateş, hem tanrıları hem de insanları yok eden bütün dünyayı süpürürdü. Bununla birlikte, her iki ırkta yeterli sayıda üye yeni bir dünyaya başlamak için ayakta kalacaktı.

Pagan ve Hıristiyan Birlikte
Frank krallıkları İngiliz Adaları üzerindeki baskınlar yapıyorlardı. Bu arada Hıristiyanlıkla daha fazla temasa geçti. Her ne kadar Vikingler baskın oldukları dönem boyunca inançlarını sürdürmüş gibi gözükse de, Hıristiyanlarla daha barış içinde ilişkiler yapmak istiyorlarsa da, Hıristiyanlığa geçmek için önemli bir baskı vardı. Bu, M.S.878 yılında Wedmore Antlaşması'nda olduğu gibi siyasi bir seviyede gerçekleşebilirdi. Antlaşma Viking lideri Guthrum'u vaftiz babası Wessex'in Alfred'iyle birlikte Hıristiyanlığı kabul etmesiyle Alfred ise Guthrum'u Doğu Anglia'nın hükümdarı olarak tanıdı.

Ticarette uygulanan az ya da çok resmi bir sözleşme, Hıristiyanlar paganlarla gerçekten ticaret yapmamalıydı. İskandinav tüccarlarının tamamı için tam bir dönüşüm istenmemekle birlikte, ilk imzalama yapılma özelliği getirildi. Bu, vaftiz olmamakla birlikte, Hıristiyanlığı kabul etme yönündeki istekliliğini gösteren yarım adımdı ve bu genellikle ticarete izin vermek için yeterli kabul edildi. Vikingler, Hıristiyan komşuları ile yan yana yerleştikçe daha da baskı yapıldı. Bilim adamları, İskandinav yerleşiminin İngiliz Adaları'nın farklı bölgelerinde tam olarak ne kadar kapsamlı oldukları konusunda fikir birliği olmamış olsa da, az sayıdaki kişi şimdi Vikinglerin herhangi bir bölgedeki yerli nüfusun yerini tamamen almış olduğunu kabul etmeyecekti. 

Özellikle, yerleşimciler çoğunlukla yerli eşlerini (veya en azından ortaklarını) almış olsa da, bazı yerleşimciler görünüşe göre ailelerini İskandinav bölgesinden uzaklaştırdı. Bu nedenle, bu karışık evliliklerin çocukları kısmen Hıristiyan hanelerde yetişecek ve hatta Hıristiyanlar olarak yetiştirilebilirler. Daha fazla evlilik, kilisenin etkisiyle birleşince kademeli olarak tam bir dönüşüm sağladı. Vatandaşların ve Hıristiyanların barış içerisinde bir arada yaşaması, Viking York'un sünneti ile öne sürülmüştür. 

Çekiç sallayan Thor
Bir madeni para tipi, cetvelden ziyade Aziz Petrus'un adını taşır. Bu çok açık bir şekilde Hıristiyan gibi görünüyor, ancak sikkelerin birçoğunda, 'Peteri' nin son 'ben', Thor'un çekiç biçimini alıyor ve bu sikkelerin bazılarının da tersine çekiçleri var. Bu sikkeler, paganizm ve Hıristiyanlığın kabul edilebilir olduğu yönünde kasıtlı bir mesaj taşıyor gibi görünmektedir.

İskandinavya'da Dönüşüm
İskandinavya'yı dönüştürme girişimleri Viking Çağ'dan önce başlamıştı. Anglo-Sakson St Willibrord, 725'te Danimarka'ya bir misyon başlattı; ancak kral tarafından iyi karşılanmasına rağmen, görevinin pek bir etkisi yoktu. Frankish St Ansgar, Frank İmparatoru Louis the Pious'ın desteğiyle 820'den sonra ikinci bir misyonerlik dalgasına öncülük etti. Ansgar ve takipçiler, yerel yöneticilerin desteğiyle hem Danimarka hem de İsveç'te görev yapmış, ancak nüfusu bir bütün olarak
etkilememişti.

Arkeolojik kanıtlar, Hıristiyanlığın yerel Chieftain'in dönüştürülüp değiştirilmediğine bağlı olarak yerleşimlerin dönüşümlü olarak ya da değil Norveç'te küçük parçalı olarak kabul edildiğini gösteriyor. Aynı fikir daha büyük bir ölçekte de görebilir. 10. yüzyılda, İngiltere'de kıyısında büyümüş olan Norveç'in kralı Hakon, yetkisini Hıristiyanlığı kurmak için kullanmaya çalıştı. Bununla birlikte, putperest rahiplerin desteğini kaybedeceği açık bir şekilde ortaya çıkınca, girişimlerini bıraktı, Anglo-Sakson piskoposları İngiltere'ye gönderildi.

Danimarka'nın Harald Bluetooth'u görünüşte daha başarılıydı. Jelling'deki ünlü koşu taşı kendisine 'Danimarkalı Hıristiyan' yaptığını anlatıyor ve hem Danimarka sikkeleri üzerindeki hükümranlığından, hem de çeşitli Danimarka kasabalarında piskoposların kurulmasıyla ilgili Alman kayıtlarıyla destekleniyor. Bu, Danimarkalıların kalıcı dönüşümüne başladı. Harald'ın ölümünden sonra kısa bir pagan tepkisi olmasına rağmen, Knut, M.S.1018'de hem İngiltere hem de Danimarka'nın hükümdarı olduğunda, Kilisenin etkisi sıkı bir şekilde kuruldu.

Anglosakson misyonerler tarafından yüzyılın sonlarına doğru fazla girişimler sonucu, Norveç ve İsveç'te sınırlı bir etkiye sahipti. Norveç'ten Olaf Tryggvasson ve İsveç'in Kralı Olof Tribute, ikisi de dönüştürüldü, ancak bu durum nüfusu bütünüyle etkiledi. Olaf Haraldsson (St Olaf) (M.S.1015-30) tarafından Norveç'te yapılan başka bir dönüşüm dalgası başarılıydı ve sürekli dönüşümün sürmesine yol açtı. Bununla birlikte İsveç, 11. yüzyıl ortalarında putperest bir reaksiyon geçirdi ve 12. yüzyıla kadar Hıristiyanlığın sıkı bir şekilde yerleştiğine pek inanmadı.

Yarlanılan Kaynaklar
Finnur Jonsson 1912,
K. Bergsland, “Om Middelalderens Finnmarker” (Norsk) Historisk Tidsskrift1 1970
J. Bately ve A. Anglert’ten alıntı, “Viking Dünyası” s.86
Stefan Brink-Neil Price,“Viking Dünyası” Inger Zachrisson “Samiler Kuzey Halklarıyla Etkileşimleri” 
Andy Orchard'ın Norse Mit ve Efsanesi Sözlüğü (Cassell, 1997)
HR Ellis Davidson'ın Kuzey Avrupa Tanrıları ve Mitleri (Viking Press, 1990)
Viking Yaşındaki İskandinav Dinleri Thomas A Dubois (University of Pennsylvania Press, 1999)
Viking Çağının Ansiklopedisi John Haywood (Thames & Hudson, 2000)
Graham-Campbell ve diğerleri (Andromeda, 1994) tarafından düzenlenen Viking Çağının Kültür Atlası
Penguen John Haywood'un Vikinglerin Tarihi Atlası (Penguin, 1996). İskoçya, İrlanda, İngiltere, İzlanda ve Normandiya'daki Viking yerleşimlerinin ayrıntılı haritaları. Bağlantılar



BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...