RUS MÜLTECİLER (1918-1921) SOVYET DEVRİMİNDEN İSTANBUL'A YIĞILMALARI
Salt Türkiye’ye İspanya Yahudilerinin Hıristiyan engizisyonundan kaçanlar, sonra Alman Nazileri toplama kamplarından canlarını zor kurtarıp kaçanların sığındığı ülke değil, 1917 Sovyetler Devriminden kaçanlara da ev sahipliği yapmıştır. Museviler en ilginci de, Sovyetlerin kuruluşunda katkıları olanlar da zamanla devrim kendilerini yer hale gelince Türkiye de almışlardır soluğu..
Lev Troçki’nin Kaderi
1917 Ekim devriminin iki ünlü adından biriydi Lev Troçki, Lenin’in 1924’de, beklenilmedik bir anda ölümü üzerine Komünist Pati içi iktidarı ele geçiren Stalin’in 1925’te Savaş Komiserliği görevinden aldığı ve 1927’deki 15. Kongre’de Komünist Partisi üyeliğinden atılır. Ve ardından Kazakistan başkenti Almatı’ya sürgüne gönderdiği Troçki, 1929 yılında sınır dışı edilince, Stalin’in elinden canını zor kurtarıp Türkiye’ye sığınmıştır. Troçki, 4 yıl yani 1933’e kadar İstanbul-Büyükada da yaşamıştır.
Lev Troçki Büyükada’da kimlerle yaşar bir bakalım...
İnanılmaz ama gerçek; bu adaya, Kızıl Ordu’nun elinden canını zor kurtarmış devrim karşıtları da oradalar. Yani, Beyaz Rus soyluları, Rus prensleri, Heybeli’ye, Burgaz’a Büyükada’ya Kınalıada’ya önceden yerleşmişlerdi. Tam manasıyla Troçki, Stalin’in elinden kaçarak 17 Devrim düşmanlarının aralarına düşmüştür. Hatta ne gariptir ki, Lev Troçki’nin komşuları arasında Rus Çarı’nın yakın çevresinden dükler, kontlar, baronlar, generaller de vardır.
Jak Deleon, 1917’den sonra kaçarak İstanbul’a sığınan Ruslar hakkında ilginç, kaynak sayılabilecek kitabında Beyaz Rusların İstanbul’a 1919’da nasıl gelmeye başladıklarını ele almış ve yazmıştır.
1918’de ülkede kanlı bir iç savaşın patlamasının başlamasından hemen sonra Troçki, “Savaş Komiserliği”ne getirilmiştir. Troçki’de, o güne kadarki gönüllü askerliği zorunlu duruma getirerek orduyu yeni baştan örgütlemiş ve “Kızıl Ordu”yu kurmuş; bu yeni orduyu da, hem doğudaki, Amiral Kolchak’ın, hem de güneydeki General Denikin’in Beyaz Ordularını yenerek, kanlı karşıdevrimin, kanlı bir biçimde bastırılmasını sağlamıştır.
İşte böyle, 1919’un başlarından itibaren akın akın gelip İstanbul’a sığınan bu Beyaz Ruslar da, Kızıl Ordu’nun önünde canını zor kurtarıp kaçmış General Danikin’in askerleri, subayları, onların eşleri, çokluk çocukları ve yakın akrabaları da adalardadırlar. Bütün buNları dağıtan Kızıl Ordu’ya emir veren Troçki’nin de, bir gün kaçarak sığındığı yerde, General Danikin’in sığınmacı komşusu oluvermişti.
Jak Deleon’un sözünü ettiği "Spassibo Bosphorus” dediği araştırmasında, 1917 devriminden kaçıp Türkiye’ye gelen Rusların kapılarını açmıştır. 1917 devriminden kaçan Rusların sayısı bazı kaynaklara göre 40 bin, kimi kaynaklara göre ise 150-200 bini bulduğu doğrultusunda (1)
Yine aynı kaynakta verilen bilgilere göre, 1919-1921 yılları arasında İstanbul’a sığınan Beyaz Ruslar sayısının 200 binin bile çok üzerinde olması gerekir. Sadece, “14 Aralık 1920’de, kayıtlara göre 7802’si yaralı ve hasta olmak üzere tam 118 bin 963 kişi Moda Kıyılarına ayak basmış” deniyor. O günlerde Moda Kıyısına ayak basanlardan biri olan Alexis Tchebycheff, gene aynı kaynakta o günleri şöyle anlatır: “kırım kıyıları, Romalı askerlerden canlarını kurtarmaya çalışan Hıristiyanlarla doluydu sanki. Çar Nikola’nın ünlü Beyaz Ordusu tümüyle parçalanmış, subaylar, erler, soylu hanımefendiler genelev kadınları birbirlerine karışmışlardı. Kızıl Ordu Kafkasya’yı da almış, Kırım’ı kuşatmıştı Sivastopol’ü (Sebastopol) ulaşması an meselesiydi. Bolşevikler, özellikle Beyaz Ordu mensuplarına acımasızca davranıyor, gördükleri yerde kılıçtan geçiriyorlardı. General Wrangel’in kaçmak üzere olduğu haberleri de Kızıl Ordu komutanlarının büsbütün galeyana getirmişti. Tek çare bir an önce gemilere atmakta yatıyordu” diye yazıyor. (2)
Sivastopol limanından kaçarak İstanbul’a sığınalar arasında Beyaz Rusya ordusundan ünlü komutan General Baron Wrangel de vardı. Yanına, Beyaz Ordu’nun kurmay heyetinden sağ kalabilmiş subayları da yanına alarak Korniloff destroyeriyle Amiral Dumesnil’in filosuna katılmış ve İstanbul’a gelmiştir.
Rusya’da 1917 Ekim Devriminden sonra, 1918-1921 yılları arasında Kızıl Ordu’dan İstanbul’a kaçan Beyaz Rusların sayısı 200 bindi. 1927 yılındaki sayımda 690 bindi. Düşünür müsünüz; daha 1918-1921 yıllarında İstanbul’un nüfuzu 500 bin falandı. Bu 500 bin nüfuz, 200 bin göçmen Beyaz Rus’u barındırıyor, yedirip içiriyordu.
Jak Deleon, şöyle diyordu: “İstanbul’daki Beyaz Rus olgusu 1918’den 1940’lara kadar sürdü. Beyaz Ruslar varlıklarını en çok duyumsattıkları yıllar 1918-1924 arasıdır. Bu yıllarda Beyoğlu Beyaz Rus istilasına uğramıştı sanki” diye yazmaktadır.
Spassibo İstanbul!
İstanbul’a o günlerde yerleşen kaçak Ruslar, 1924 yılında Rusça "spassibo" Rusça (Şükran, teşekkür) anlamına gelen, bir tür şükran belgesi niteliğinde sayılabilen bir kitapçık yayınladılar. Kitapçıkta “Senin İçin Türkiye” başlıklı bölümde de “İkinci vatanımızdayız, Gözyaşları ve umutsuzluk içinde, kıyılarına ayak bastığımız Türkiye’de sıcak bir dostlukla karşılaştık. Bu konuksever topraklar bizi bir kardeş kucağı gibi sardı ve ısıttı. İstanbul’da yeniden insan kimliğimize kavuştuk. Bir bölümümüz Batı Avrupa ve Amerika’ya gidiyor. Ama hiçbiri Türkiye’yi unutturmayacak, tümümü beraberinde Türkiye’den güzel anılar götürecektir. Bu nedenle kardeşçe şükranlarımızı ve yine kardeşçe elvedamızı lütfen kabul edin. Bu küçük kitabın amacı, İstanbul’da yaşayan her ulustan, her dinden insana Rus insanının şükranlarını sunmaktır Spassibo Constantinopole! Şükran sana İstanbul. Bize kollarını açtın, barındırdın, iş buldun, hayatımızı kurtardın. Sizleri hiç unutmayacağız. Seni hiç unutmayacağız, dünya güzeli şehir!” diye yazılıydı.
Jak Deleon’un yukarıda sözünü ettiği kitapçığında anlattığına göre, 1918’den itibaren Kızıl Ordu’nun elinden zor kurtulup, çok zor şartlarda Türkiye’ye kaçanlardan yaşlı bir Rus: “Rusya’dan kaçarken hep, 1492 yılında İspanya engizisyonundan kaçan Yahudilere kapılarını açan tek ülke olan Türkiye, 1920’lerde de bizi geriye çevirmeyecektir elbette, diye düşündük” dediğini yazmaktadır.
1917 Rus devriminden sonra ülkeden kaçan, sayıları yüz binleri bulan Çarlık yanlısı Beyaz Rusların, canlarını zor kurtarıp İstanbul’a gelmişlerdi. Büyük çoğunluğu birkaç yıl kaldıktan sonra da başka ülkelere taşınmışlardı.
Haraşolar...
Rusça, haraşo: bir tür yün örgü (argo: Rus Kadını) anlamına kullanılmıştır...
Aynı kaynağa göre, bütün zorluklara rağmen, “Haraşo” diye adlandırılan, güzel ve açık saçık Rus kadınlarından kocalarını kıskanan Türk kadınları, “Asrı Kadınlar Cemiyeti” adlı bir dernek kurarlar. 1922’de bir basın toplantısı düzenleyip, Rus kadınlarının meyhanelerde, kahvehanelerde garsonluk yapmasının, tombala (3) oynatmasının, sigara satmasının yasaklanmasını ve “ahlaka mugayir” davrananların da sınır dışı edilmesi istenilmesi dışında Ruslarla Türkler arasında önemli bir sorun yaşanmamıştır.
Refik Halit Karay: “… Haraşoların derdiyle insanlar nasıl yandı, kavruldu, bunu deniz kenarlarının dilleri olsa da anlatsalar! Kim bilir kaç genç Florya Kumsalından Kalamış Körfezi’ne kadar o upuzun mesafeyi grupta ve mehtapta dalgalardan teselli aranmak, mahzun gönüllerini avutmak ve feryatlarına germi vermek için gezdiler, o yerlerde ağladılar, kaç kişi kaçar defa o yerlerde intiharı düşündüler ve inlediler.” Der. (4)
Geçmişte, Haraşolar yüzünden ülkede yaşanan manzara, nikâh bozup karısından ayrılanları mı dersin, Haraşalarla yeni nikâhlananlar mı dersin. Birçok evlerin, konakların arazilerin satılıp Haraşalarla yenip içilmesine mi dersin, ne derseniz deyin ama o günlerin tapu kayıtlarına bir bakmak gerekir, köşklerin, evlerin arsaların nasıl, niçin el değiştirildi.
Nataşalar...
Rusçada Nataşa, kadın adıdır, nasıl bizde çok kullanılan Ayşe, Fatma vs. gibi kadın adı ise, Ruslarda en çok kadın adı Nataşa’dır. (bir süreliğine Türkiye’de Nataşa, argo olarak başka amaçlı kullanılmıştır)
1917 Ekim devrimi sonucu, devrim karşıtlarından 200 bin Rus, Kızıl Ordu kıyımlarından kurtulabilenler çok zor şartlarda Türkiye’ye, kaçarak İstanbul’a kadın, erkek, çoluk çocuk gelmişlerdi. Bu gelen bazı Rus kadınlar, Türk erkeklerle zevk sefa sürmeye başlamaları sonucu, Türk kadınları erkeklerini kıskanmışlardır. Bu Rus kadınlara, “Haraşo” adını vermişlerdir. Yani değişen bir şey yok, gelinmiş 1990’lara, salt adlar değişmiş, 1920’lerin “Haraşo”su, 1990’larda olmuş sana “Nataşa” Halef, Selef olmuşlar.
Ne var ki, tarihin tekerrürü, “Haraşo” olmuş “Nataşa!”...
1917 Ekim Devriminin 1990 yılında son bulmasıyla da kapılar açılmış, yine Rusya’dan binlerce kadın Türkiye’ye akın etmişler, yine Türk kadınları, kocalarına tebelleş olan bu güzel Rus kadınlardan kocalarını kıskandıkları için, “Nataşalar” adını vermişlerdir.
Halkımızın 1990’larda, yani Ekim 1917 Sovyet Devriminden yaklaşık 75 yıl sonra, başlayan “Nataşa” adını taktığı ve nerdeyse 15-20 yılı yakın süre dilden düşmeyen birçok Rus kızlarının Türkiye’de Türk erkeklere, gönül ilişkileri işçiliği yaptıkları süreçte takılmış bir argo addı “Nataşa.” Çünkü bu “Nataşalar” yüzünden birçok evlikler bitirdi, birçok yuvalar yıkıldı, birçok erkek karısını terk etti; çocuklar perişan bırakıldılar.
Bu furya, 1990’larda başlayıp 15-20 yıla yakın sürdü. Lakin 1920’lerdekinden farklı gelişmeler oldu. On binlerce Rus-Türk evlilikler ortaya çıktı ve “Nataşa” olayları yerini düzenli aileler ortamına evirildi. Rus gelinler, artık yukarıdaki bağlamda ele alınamaz ve onlar bizim vatandaşlarımız oldular, evlilikler yoluyla Türk vatandaşı oldular. Böylece onların evliliklerden doğan çocuklar, bizim çocuklar, hem Türkçeyi hem annelerinin dilini, kültürünü öğrenerek yetişiyorlar ülkemizde.
Selman ZEBİL
(1) Jek Deleon, “Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar”, Ç. Gülersoy, Vakfı Kütüphanesi Yayınları İst. 1990
(2) Jak Deleon, aynı yapıt, s.14-15.
(3) Demirtaş Ceyhun, “Ah Şu Bizim Kara Bıyıklı Türkler” 2017, ist, s.359
(4) Refik Halit Karay, “Haroşaları Azimet Münasebetiyle, Aydede 10 Nisan 1922” İnkılâp Yayınevi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder