19 Nisan 2018 Perşembe

ASYA'DAN "KAFİR" TÜRKLERİ, KOVAN MÜSLÜMAN TÜRKLER


Şu Bizim Şamanist Türkler Var Ya!
Türkler, Türkleri sürdüler. Türkler, Türkleri Orta Asya’dan kovaladılar. Apar topar geldiler Anadolu’ya Türkleştirdiler. Yani, 11.Yüzyılda atalarımız bir yarısı göçmek zorunda bırakılmışlar. Orta Asya’da İslamlaşan Türkler, uyup Arap’ın kışkışına İslamlaşmamış Şamanist Türkleri sürgünlere mahkûm etmişler, işi kendi aralarında kanlı savaşlara, sürtüşmelere kadar vardırmışlardır. En belirgin nedeni, atlı göçebe Şamanist Türkler, İslamlaşmış, yerleşikleşmiş Türkler, uymuşlar Arap’ın sözlerine, kendi kandaşlarına, “Kâfir” demeye başlamışlardır.

İşte bu “kâfir” Türkler, ilk Müslüman olan Karahanlılar, bir bozkır düzeni yerine, klasik İslam devleti düzenini kendilerine model seçmişler ama ilk zamanlarda göçebe Şamanist bozkır Türkleri ile işbirliğini sürdürmüşler. Örneğin, Karahanlı Sultanı Ali Tegin’in kendisi de Buhara’da sarayda değil de, göçebe savaşçı Türkler arasında çadırlarda yaşamıştır.

Sonra olan olmuş...
Bu göçebe Türkler “sart” denilen Tüccar, çiftçi Müslüman Türklerin ekili arazilerine sürüleri zarar verdikçe araları açılır ve kanlı düşman kardeşler olurlar. Çatışmalar başlar, Devlete egemen yerleşik Türk Müslümanlar, Müslüman olmamış Şamanist Türklerin sürülerini ekili alanlarda pervasızca otlatmalarıyla baş edemezler. Bunlara karşı Karahanlı Devlet, kölelerden oluşan ücretli özel ordu kurarlar ve dahi onları, göçebeliklerini unutturmak içinde uğraşırlar, başaramazlar...

Yay çekip ok atamasınlar diye başparmaklar kestirilir...
Daha sonra yine Türklerden oluşan ikinci Müslüman Devleti Gazneliler ortaya çıkar. Karahanlılar Devleti gibi benzer göçebelerden kaynaklanan sıkıntıları yaşarlar. Hatta Gazneliler, bu göçebe Türkler, iyi ok atamalarını engelleyebilsek belki savaştan alıkoyup, yerleşik düzene geçirebiliriz umuduyla, yay çekip ok atamasınlar diye erkeklerin başparmaklarını bile kesmişlerdir...

İşte bu dönemlerde Selçuklular da, Karahanlılar ve Gazneliler, Aral Gölüne dökülen Seyhan Irmağı kıyısında oturuyorlardı. Karahanlılr, Gazneliler ve Samanoğulları ile sürekli savaş halinde, bir gün biriyle, bir gün diğeriyle savaşarak bu devlet kurulmuştur. Yani, Selçuklular, iki Türk Müslüman Devletle vuruşarak, kırışarak Müslümanlaşırlar. Abbasi Halifelerinin yardımına bile koşarlar...

Türkler için, “savaşta melek, savaşta ifrit gibidirler” özdeyişi vardır...  
Rus Prof. Gordlevskiy, kitabında aktardığı, İranlı Ubeyd Zakani’nin, “Risale-i Tarifat” adlı yapıtında, Türkler için: “Türkler Deccal’ın ön habercisidirler” dediğini aktarır.

Hala Türkün, Türk’e düşmanlığı Anadolu’da da sürmektedir. Örnek mi? Müslüman Kızılbaş-Alevi Türklere karşı, Müslüman Sünni egemen güçlerce 500 yıldan bu yana, bu topraklarda çeşitli katliamlar ile yüz yüze getirilmişlerdir.

İslam’dan önce Türkler, birbirleriyle sürekli çatışmalar yaptığı bir gerçektir. Ama Türkler hiçbir zaman Tanrı adına, din iman ve cennete gitme adına birbirlerini öldürdükleri tarihte ala görülmemiştir. Anacak, Türkler İslamlaştıktan sonra birbirlerini Tanrı-din adına, farklı mezheplerinden dolayı birbirlerini öldürmeye başlamışlardır.

Anadolu’da Türkler, birçok beylikler kurmuşlar ve üç tanede tarihe geçmiş güçlü devletler kurmuşlardır. 1. Selçuklu Devleti, onların mirası üzerine 2. Osmanlı devleti, son olarak ta her ikisinin mirası üzerine Türkiye Cumhuriyetini kurmuşlardır.

Selçukluyu kuran göçebe Oğuzlar olmuş, güçlenip İslamlaştıkça kendisini kuran, destekleyen göçebe Oğuz Türkleri dışlanmış, horlanmış, Türk olan Sultanların adları Araplaştırılmış ve Farslaştırılmıştır. Sonuçta Türkmen Babailer ayaklanmasından sonra dikiş tutturamamışlar 1240’tan sonra fazla ayakta kalamayıp batıp gitmişlerdir...

Selçuklular battıktan sonra, onları mirası üzerine, önceleri küçük bir aile olan, daha sonra Selçuklulara bağlı bir küçük beylik olan Osmanlılar, çevresinde toplanan göçebe Türkler ve heterodokus tasavvufçu bilge kişiler desteğinde 1299’da Osmanlı Devleti temeli atılır. Bu ilki Türk devletinin kuruluşlarında Haçlılara karşı ölümüne göğüs geren adsız Türkler olmuştur. Bu devletlerin her zayıf yanını kolladıkça Haçlılar harekete geçmişlerdir.

M.S.1147’de Konya Savaşında Selçuklu Sultanı Mesut’a karşı, İmparator Manuel Komnenos yönetimindeki Bizans ordusunu bozguna uğratıp planlarını bozan göçebe Oğuzlar olmuştur. Bu göçebe Oğuzlar, Bizans Ordusunun önüne tuzaklar kurmuşlar, baskınlar düzenlemişler ve sonuçta yenmişlerdir. Bu savaştan sonra en çok Batılı kaynaklar, Anadolu’ya “Türkia” demeye başlamışlardır. Yani, Türlerin ülkesi denmesi, bu savaşçı göçebe Türklerin sayesindendir.

2. Haçlı Ordusu, Alman İmparatoru 3. Konrad ve Fransız Kralı 7. Louis yönetimindeki orduları, Anadolu’ya güçlü bir saldırıya kalkıştılar. Göçebe Türkler karşısında Eskişehir dolaylarında bozguna uğradılar. Böylece bir kez daha Selçuklular göçebe Türkler tarafından korundular...

Biraz geri gidersek, 1048’de Hasankale, 1071 Malazgirt, 1147, Konya savaşı, Anadolu’nun Türkleştirilmesi açısından çok önemliydi, Türklerin Anadolu’yu vatan yapmada dönüm noktasıydı. Dahi, 1176’da 2. Kılıçaslan’ın Konya Savaşını yenmesinde gene göçeri Türkler ön plandaydı. Bu savaşa Bizanslı tarihçiler “ikinci Malazgirt Savaşı” demişlerdi.

Sonuç, Selçukluları Anadolu’nun en güçlü hale getiren göçebe Türk savaşçılardı...
İlginç olanı; Anadolu Selçuklu Devleti, bu göçebe Türklerin savaşçılığıyla güçlenip genişledikçe, gelirleri arttıkça, değiştiler. Kuruluş felsefelerinde fetih ve yağmacılığa dayalı göçebe devlet biçiminden, güçlenip geliştikçe, bir feodal devlet konumuna dönüşüp tarıma, ticarete, zanaata dayalı bir tür ekonomi siyaseti uygulamaya başlamaları 13. Yüzyılda Selçukluların Bizans ile iyi ticari ilişkilere girmeleri ve hatta Selçuklu-Bizans savaşları sırasında Hıristiyanların Anadolu içlerinden Bizansların yönetimindeki batıya bölgelerine kaçmışlardı. O batı bölgelerine kaçan Hıristiyanların geriye, Anadolu içlerindeki kendi köy ve kasabalarına dönmelerine bile izin verilmişti.

Daha açıkçası, Orta Asya’dan beri süregelen orduyu Türklerden oluşturup, temizleme operasyonlarını yaptırdıkları Türkleri, temizleme yollarına başlamaları, kendilerine göre ücretli askerlerden oluşan ordular kurarak, ordudan türlü yöntemlerle temizleme yoluna gitmişlerdi. Bu; kendini kuran, ayakları yere sağlam bastığını sanan Anadolu Selçukluları, savaşçı Oğuzlardan söz ederlerken, onlara ilk kez, “Türkmenler” demeye başladılar. Selçuklular bu “Türkmen” sözcüğünü bilinçli bir biçimde, göçebe Oğuzlar anlamına, aşağılayıcı bir terim olarak kullanmaya başlamışlardır...

Mevlana’nın Oğlu Veled, “Türkmenleri Kurban Et...”
Selçuklular da Türkmen sözcüğü, tarihi belirtilere göre, git gide öyle bir duruma gelmiş ki, soykırım aşamasına gelmiştir. Mevlana’nın oğlu Veled Çelebi, Selçuklu Sultanı Mesut’a bir Türkmen kırımı bile önerir, şöyle der: “Âlem yıkıcı bu Türkmenler, öyle zarar vermişlerdir ki, Şah’ım sakın sen onlara acıma, halkın yaşamasını istiyorsan onların tümünü kurban et (öldür)" demiştir.

Prof. Stanford Shaw’un yazdığına göre Selçuklu Hükümdarı 2. İzzettin’in annesi vaftiz edildiğini, sarayda da Gürcü Prensesinin Konya’ya yanında papazlar ve kutsal (ikona) eşyalar ile gelmesine ses çıkarmaz. Osman Turan, “Selçuklu Tarihi 
ve Türk İslam Medeniyeti” 1965. S.257’de yazdığına göre, Hatta Gürcü prensesin sarayda dinsel inançlarını yerine getirebilmesi için özel bir ibadethane (chapelle) yaptırmıştır. Ama Türkmen sözcüğü bilinçli bir biçimde aşağılayıcı göçebe kavramının karşılığı olarak kullananlar, dahi, git gide kendi öz kültürlerine bile yabancılaşmaları, dahi, kendi öz dilleri olan Türkçeyi artık Selçuklu saraylarında konuşulması yasaklayan Selçuklu Sultanlarıydı.

Öyle hal aldı ki, Selçuklu Sultanları, temelde kendilerinin kökeninin Türk olduğunu gizleyerek, kendi ana dillerini bile yasaklayan, yerine Arapça-Farsçayı dil diye seçmeleri; en acı tarafı ise, kendilerinden söz ederlerken ya “Rumi” veya “İslamlar” diye söz etmişlerdir. Hatta önceleri Türkçe adlarını, sonraları Keykubat, Keykavus, Keyhüsrev, Rüstem, Hürrem vs. gibi birçok Farisi, 10 yüzyılda İranlı Fidevsi’n yazdığı “Şahname adlı destanımsı kitapta geçen, kahramanlıklarını Turanîlere yani Türklere karşı yapmış hayali savaş kahramanların adlarını kullanmışlardır.    

Âşık Paşazade tarihinde göçeri “el-il”, Oruç Beğ Tarih-i Al-i Osman’ın da ve Neşri Tarihinde “göçer konar yürükler” diye geçer. Lakin Selçuklular, “göçebe” anlamının Türkmen sözcüğü anlamında kullanıldı. Yani Arapça-Türkçe karışımı bir dil olarak, dil bilimcilerine göre “men” eski Arapçada “o kimse” veya “kim ki” anlamınadır. Türkmen sözcüğü, ilk kez 11. Yüzyılda Müslümanlığı kabul eden Oğuz Türkleri için, yani göçebecilikten yerleşikliğe geçmiş, kentli anlamına kullanılmıştır. Lakin Selçuklular da Türkmen sözcüğü git gide, öyle bir hal almış ki, düşman hale getirilmiştir...

1176, Konya Savaşında tutsak düşen Bizans İmparatoru Manuel Komnenos, törenle İstanbul’a gönderilirken, yolda üzerlerine yine Türkler saldırınca, onu korumakla görevli birlik komutanı Selçuklu Beyi’nin, bu durma şaşıran İmparatora “onlar Türkmenlerdir, bizden değildir” dediği bile söylenir.

Selçukluların giderek artırdıkları Türklere şiddeti dayanılmaz boyutlara ulaşır. 13. Yüzyılda Türkler arasında aşağılanma, horlanma, dışlanma, baskılar nedeniyle yer yer homurtular başlar. Bir gün gelip, karşılarına başkaldırı olarak çıkar ve kurdukları devletin yıkıcı unsurları da göçebe Türkler olur.

Tam bu sıralar Orta Asya’da Cengiz Kağan yönetiminde Moğolların Orta Asya’yı kasıp kavurduğu günlerdir. İlk önce Moğol İmparatorluğu 1218’de Pekin’i, 1220’de Buhara’yı, 1221’de de Harezmşahlar İmparatorluğuna son verirler. Böyle olunca, Moğolların baskılarından Oğuz Türkleri can havli ile dalgalar halinde Anadolu’ya doğru yeni bir göç akımına başlarlar...

Bundan dolayı Selçuklu-Türkler ilişkileri daha da sert bir biçimde gerginleşerek düşmanlığa dönüşür. Anadolu artık gittikçe her geçen gün kargaşa ortamına doğru sürüklenmektedir. Biryandan da Anadolu’ya akın akın gelen göçebe Oğuz Türkleri, Anadolu’nun yerli nüfuzu Hıristiyanları oldukça çok geçer, Hıristiyan nüfuz azınlığa düşer...

11. Yüzyılda Anadolu’ya gelen göçebe Şamanist Türklerin Orta Asya’da yağma yapmaktan vazgeçmedikleri için, yağma yaptıkları yerleşik Müslüman Türkler tarafından, bunlara Anadolu’yu göstererek yağma yapılacak en uygun topraklar olarak olduğunu göstererek göndermişlerdi. 11. Yüzyılda Anadolu’ya gelen bu Müslümanlığı kabul etmemiş Şamanist göçebe Türkler, Anadolu’da Sünni Hanefi mezhebinden Müslümanlaşırlar...

13. Yüzyılda Moğol kasırgası önünden kaçarak Anadolu’ya gelen göçebe Türkler ise Orta Asya’da iken Müslümanlaşmışlardı ama onlar salt Hanefi mezhepli olmayıp çok farklı değişik mezheplere sahiptiler. Bu farklılık Anadolu’da kısa sürede fark edildi, çok sayıda Anadolu topraklarında farklı tarikatlar kuruldu. Bunlar Bektaşilik, Kadrilik, Melamilik, Yesevilik, Mevlevilik vs. gibi belli başlı tarikatlardı...

13. yüzyıldan itibaren kurulan bu tasavvufi disiplinli Türk tarikatları, İslamiyet’in kurallarına sıkıca sarılmak yerine, eski dini gelenekleri, töreleri ve Şamanizm dini İslamiyet’e uyarlanmış halde birer Mehdi Babalar, Abdallar 13. Yüzyıldan itibaren ortaya çıkmaya başlar ve böylece Anadolu’da farklı bir görünüm ortaya çıkmaya başlar. Farklı görümlerin sergileyen farklılıklar, Anadolu’da ne kadar ezilen, horlanan, dışlanan, gale alınmayan göçebe Türklerin gözünde, Baba İshak, Barak Baba, Sarı Saltuk Baba gibileri birer peygamber sıfatı taşırlar. Anadolu göçebe Türkler arasında Baba İlyas, “Baba Resul”, yani peygamber Baba olarak anılır olmuştu.

Daha çok Anadolu’da 13. Yüzyıldan itibaren gelişen tarikatlar, pekte Arabî İslam kurallarına uymazlar, müziği, semahı, İslam’ın hor görmeyeceğini iddia ederek dini ayinlerin bir parçası yaparlar. Daha Şamanist etkisinden arınmamış bu Anadolu’daki yeni Müslüman Türkleri çok kolayca etkilemiş “Dede”, “Baba” veya “Abdal” diye nitelenen dervişler birer kurtarıcı gözle görülmüşlerdir. Hatta bu babalar ve dervişler salt dini ritüellere değil, gaziler harekâtına katılmışlar, savaşarak da böylece kitleler yön vermişlerdir.

13. yüzyıl Anadolu’ya Türkistan’dan gelmiş Türkmen Babaların, Yesevi dervişlerinin, Horasan Erenlerinin, Bektaşi Babalarının, Abdalların hepsi de, ezilmiş, horlanmış, sahipsizleştirilmiş, zulüm görmüş Türklerin hiç kuşkusuz aksakalı uluları, pirleri ve birer kurtarıcı Mehdileriydiler. Gösterişten uzak bu aksakalı pirler, ulular Anadolu’da Şaman din adamları gibi giyiniyorlardı. Ozandılar, yol gösterendiler, Türk töre ve geleneklerine bağlıydılar, bir lokma, bir hırka, akşam olunca başlarını altına yastık bir taş, bir kaşık, bir tastı bütün varlıklarıydı.

Selçuklu ve Osmanlıların aslını inkâr edip öz dilini yasaklayıp Farsça, Arapça konuşmuyorlardı. Göçebe Türklerin anladığı dil arı Türkçe konuşuyorlardı. İslam’ı da Şamanist bir düşünce ile buluşturarak basitleştirerek yorumlayıp anlattıkları için herkes anlıyordu. Yani Arapçanın anlaşılmaz karmaşasından arındırılmış tük dili ile toplumlara hitap ediyorlardı.

Gelirsek Babailer isyanına, Babailer isyanı,13. Yüzyılda Anadolu’nun Türk tarihine en önemli damgasını vuran olaylardan biri ve Türkler için bir dönüm noktası olmuştur. 1237’de 1. Sultan Alâeddin’in genç yaşta ani ölümü üzerine yaratılan kargaşa ortamında, ezilen, horlanan, kimsesizleştirilen, insan yerine konulmayan göçebe Türkleri de yanına alarak yürüyüşe geçen Baba İshak’a karşı Selçukluların topladığı paralı Gürcü ve Frank askerleri ile bastırıldılar. Ama takatten düşen Selçuklular 1243’de bu kez Moğollara karşı Kösedağ Savaşında yenik düştüler, Anadolu bütünüyle Moğol istilası altında 1243’ten 1336’ya kadar 100 yıla yakın süren Moğol valilerin yönettiği ülke durumunda kaldı.

Müslümanlaşmışlar, Şamanizm’e Cilala Yapmışlar...
Yine söylersek, Osmanlı devletini Müslüman Türkler kurmuştur, kuşku yok. Ama bu Müslümanlık, Arap-Acem Müslümanlığından çok farklıydı. Bu konuda Prof. Osman Turan, “Selçuklular Devri” kitabında, Türk Müslümanlar için: “çok satı” der. Ve “Türk İslam Medeniyeti” kitabında Fuat Köprülü: de, Anadolu Türklerinin Müslümanlık anlayışı hakkında ise: “Bu Türk aşiretler genellikle Müslüman olmakla birlikte, her tür bağnazlıktan uzak, din kendileri için, çapraşık ve gerçekleştirilmesi zor hükümlerine uymaktan çok eski budunsal geleneklerinin dıştan Müslümanlık cilasıyla cilalamış basit bir şekline uygun eski Türk Şamani, dış görünüşü İslamlaşmış bir devamı”  diye yazar. 

Ziya Gökalp ise, “Türkçülüğün Esasları” yapıtında: "Türkler eski dinlerinde zühdü ibadetleri yoktur” diyerek, Türklerin hiç bir zaman dine aşırı düşkün olmadıklarına açıklık getirmiş olur. Yani, kısacası, aşırı bir dine bağlılığı, din bağnazlığı yoktur...

Prof. Stenford Ahaw: “Büyük bir gelir kaynağını karatmamak için bile olsa, halkı kütleler halinde din değiştirmelere zorlama gibi bir çaba göze çarpmamaktadır” der.
Selman ZEBİL

Yararlanılan Kaynaklar:
Prof. Osman Turan, “Selçuklular Devri” yapıtı
Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi" 
Fuat Köprülü, İslam Medeniyeti” yapıtı.
Aşık Paşa, "Garib-Name" 1,2,3,4,5 ciltler
Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar 
İlhan Arsel, "Arap Milliyetçiliği ve Türkler
John Freely, At Üstünde Fırtına (Anadolu Selçukluları)
Julius Wellhausen, İslamiyet'in İlk Devirlerinde Dini-Siyasi Muhalkefet Patiler" 
Bahattin Ögel, "İslamiyet'ten Önce Türk Kültür Tarihi" 
Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sufiler Kalenderiler" 
Ahmet Yaşar Ocak, "Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler" 
Ahmet Yaşar Ocak, "Babailer İsyanı" (Aleviliğin Tarihsel Altyapısı, Yahut Anadolu İslam'ı-Türk Heterodoksinin Teşekkülü) 
Halil İnancık, "Makaleler" 
Faruk Sümer, "Oğuzlar, Tarihleri-Boy Teşkilat-Destanları"
Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü" 
Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar
Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgaları, (Celali İsyanları)
Burhan Oğuz, "Türk Halkının Kültür Kökenleri" 2. cilt
Claude Cahen, "Türkler Nasıl Müslüman Oldu" 4. Baskı
Jean-Paul Roux, "Türklerin Tarihi, (Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl)
Wilhelm Radloff, "Türklük ve Şamanlık" 3. Baskı
B.Y..Vladimirtsov, Moğolların İçtimai Teşkilatı, (Moğol Göçebe Feodalizmi) 
V.V. Barthold, "Moğol İstilasına Kadar Türkistan"
Mikail Bayram, "Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi"



Hiç yorum yok:

TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)

ETHEM NEJAT (1887-1921) Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün...