Beyşehir'in Alaettin Keykubat Dönemine Doğru
Osman Turan,
“Selçuklular Zamanında Türkiye” adlı
yapıtında: “Türk akıncılar Antalya civarına kadar indiler Bu durum imparatoru M.S.1142 baharında tekrar sefere çıkmaya mecbur etti. Bizans ordusu Beyşehir
civarına kadar ilerleyip İstanbul-Antalya yolunu emniyete almak istiyordu.
Fakat bu havalenin Hıristiyan halkı Türklerle dostluk ve ticaret yapmakta,
onların adetlerine uymuş bulunmakta idi. Bu sebeple Yuannis’e itaati ret ve
kendisine hakaret ettiler.
İmparator Beyşehir
(Karalis) adalarına sığınan ve Sultan Mesut’a bağlı kalan halkı tenkile kara
verdi; gemiler inşa ederek adalara sevk etti. Gemilerin bir kısmı fırtınada
battı ise de adalar işgal edildi. Sultan’ı tercih eden halkı Konya’ya tatd
eyledi” (1)
Osman Turan, aynı
yapıtında: “Hıristiyan kaynaklarında inikas eder. Filhakika İskenderiye
patrikleri tarihi Sultan Mesut’a ait ‘memleketlerin ve raiyyetin pek çoğu Rum
olup iyiliğini ve adaleti dolaysıyla Hıristiyanlar onun idaresine rağbet ‘
ettiklerini kaydeder. Bizans kaynaklarında Hıristiyan ve Bizans’ın tebaası
olduğu halde Beyşehir civarındaki halkın M.S.1142 seferinde İmparator Yuhannis’e
karşı gelip Sultan Mesut’u tercih ettiklerini belirtmiştir” (2)
(1) Osman Turan,
“Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi” 1984, s. 177
(2) Osman Turan a.y. s. 194
Beyşehir
Gölü Kıyısındaki Kubadabad Sarayı
Antik
dönemde adının Lykaonia olan Konya’nın güneyine düşen, yine antik adı Pisidia
adıyla bilinen bölgeden alan üç Pisidia gölünün en büyüğü olan Beyşehir Gölünün
güney kıyısında bulunan yer. Bir adı
Dipoyraz Dağı olan 2992 metre yüksekliğindeki Anamas Dağı’nı dibine düşen bu
yeri görüp beğenen Selçuklu Sultanı 1. Alâeddin Keykubad, Konya’nın yaz
sıcağından kaçıp dinlenmek amaçlı 1235’te yaptırmıştır. Ancak Konya’yı
Beyşehir’e bağlayan bu yazlık Kubadabad sarayın keyfini çıkartmadan Alâeddin
Keykubat bir yıl sonra ölmüştür.
Anadolu
Selçuklu hanedanlık yazlık sarayıdır...
Anadolu Selçuklu hanedanları içinde en etkili sultan Alâeddin Keykubad
olmuştur. Fars kökenli Selçuklu tarihçisi İbn Bibi yazılarına göre Alâeddin
Keykubad’ın Beyşehir Gölü güney-batı kıyısında, Anamas Dağları eteğinde,
Gölyaka (Hoyran) köyüne 3 kilometre uzaklıkta M.S.1236’da inşa edilen Kubadabad
Sarayından söz eder.
Beyşehir Gölü Kıyısı ve
Nişabur’la kıyaslanması…
Alâeddin Ata Melik
Cüveyni’nin M.S.1260 yılında yazdığı “Tarih-i Cihan Güşa” (*) adlı yapıtında: “Eğer
gökyüzüyle karşılaştırıp şehirleri yıldızların yerine koysak, Nişabur
yıldızların arasında parlak Zühre yıldızının yerini tutar. Eğer onu insan
organlarının birinin yerine koymak istersek, hiç şüphesiz gözün yerine koyarız.
İnsan Merv-i, Bağdat’ı ve Küfe’yi ne yapsın? Nişabur dünyada insanın gözünün
bebeği gibidir”
Çok yaşa Nişabur! Eğer
yeryüzünde cennet varsa orası sensin. Eğer sen cennet değilsen, yeryüzünde
cennet yok demektir. Bu sözlere benzer sözleri Alâeddin Keykubat, Alanya dönüşü
Beyşehir Gölü kıyısına ulaştığında gördüğü güzelliğe hayran kalarak söylediği
sözler Bibi. Beyşehir Gölü kıyısına
gelindiğinde burasının İran kenti Nişabur’a benzetilmesi:
“Çok yaşa Nişabur! Eğer
yeryüzünde cennet varsa orası sensin. Eğer sen cennet değilsen, yeryüzünde
cennet yok demektir.” Şiirimsi sözlerin benzerini Alâeddin Keykubat, Alanya
dönüşü Beyşehir Gölü kıyısına ulaştığında gördüğü güzelliğe hayran kalarak
söylediği sözlerin bir benzerini, Antalya’dan Konya’ya dönüşünde, yol üzerine
düşen Beyşehir Gölünün alüvyondan oluşan güney-batı kıyılarına hayran kalır.
Şöyle der; “Cennet burası değilse neresidir” diyerek hayran kaldığı orada nasıl bir yazlık saray yapılabileceğini
tasarlar, ilgili yerlere bu gölün kıyısına bir saray yapımı için emreder.
Bizzat nasıl bir saray yapılacağını da kendisi planlar ve yapıya dair oldukça
genel bilgiler bile verir. Sonuç olarak cennet gibi olan bu yöreye Kubadabad
Sarayı yapılmış olur.
Hatta Amasya-Babailer
isyanında (M.S.1240) Selçuklu Sultanı 2. Keyhüsrev zor anlar yaşar, Konya
sarayından gizlice kaçarak Beyşehir Gölü kıyısındaki bu yazlık sarayda saklanır
bir müddet.
İbn Bibi yazılarında
anlatımlarına göre: “Buhayre-i Gurgurum” denilen bu yerin neresi olduğunu ve dahi bahsettiği “Gurgurum” denilen vilayetin neresi olduğu hakkında bir işareti bilgiyle tarif
edilmemişti. İş böyle olunca, uzun zaman bu sarayın yeri ve adı terk
edilmişlikten bilinmeden kaybolur gider ta ki M.S.1940’lı yıllara Zeki Oral’ın bu
yeri bulup alana çıkarana kadar.
O zamanın Konya Müze
müdürü M. Zeki Oral’ın Kubadabad Sarayının ören yerini bulup alana çıkarmasıyla
1949 yılında Konya Anıtlar Dergisindeki yazdığı bir makaleyle alana çıkmıştır.
Kubadabad Sarayı kalıntıları hakkında araştırmalar sürdürülür ve sondaj
çalışmaları yapılır, bulgular ve tarihin alana çıkmasıyla Türk-tarih bilimine
zenginlik katışı Belleten dergisinde makaleler halinde yayımlanır.
Kazılar ve yüzey
araştırmalarından anlaşıldığına kadarıyla Beyşehir ve yöresi, yerleşim alanı
olarak İ.Ö.6000 ile 7000 yıllara kadar uzanan bir tarihe sahip olduğu
bilinmektedir. Yörede iz bırakan Hititler, Frigya, Lidya devletleri üzerine
Romalılar, daha sonra Selçuklular eline geçmiştir. Hititlerden sonra en verimli
çağını Eşrefoğlu Beyliği döneminde olur.
Eşrefoğulları Beyliği
yıkıldıktan sonra Hamitoğullarının eline geçer Beyşehir. Karamanoğullarını
eline geçiren Fatih Sultan Mehmet tarafından Beyşehir de Osmanlı topraklarına
dâhil edilir.
(*) Alaeddin Ata Cüveyni, “Tarii Cihan Güşa” çevri:
Mürsel Öztürk, TTK Yayınları, s.177
Kubat-Abat Sarayı ve Tarihi
Anadolu Selçuklu Türk
Sanatı hakkında Alaettin Keym-kubat önemli yet tutar. Birçok yapıtlar bıraktığı
Anadolu’da hala ayaktadırlar. Bu yapıtla, Alaettin Keykubat Konya, Kayseri’deki
yapıları yanında bizim konumuz Beyşehir’de kendi adını vererek bayındır yaptığı
Kubat-Abat sarayıdır.
Selçuklu tarihçisi İbn
Bibi’den aktaran Osman Turan, “Alaettin Keykubat Akdeniz sahillerine doğru
hareket etti. Yolda Beyşehir Gölü üzerinde çok hoşlandığı bir yerde kendi
adına “Kubat-Abat” mamuresinin inşasına
başlanmasını (1) emretti…”
Osman Turan, “Keykubat
devrinde medeniyet ve kültür hareketleri, iktisadi kalkınmayı da hızlandırdı.
Sultan Alaettin, bu sayede büyük inşaat işlerine girişmiştir. Gerçekten de bu
büyük Selçuklu Sultanı büyük şehirleri muhteşem surlarla çevirdikten başka
cami, medrese, hastane, tersane, köprü ve kervansaraylar ile Türkiye’yi
bezemiştir. Onun inşaatı arasında Alaiye, Beyşehir gölü üzerinde Kubat-Abat
şehirleri…
Kubat-Abat şehri, meyve ağaçları ve yeşillikleri, suları, havası ve gölün manzarası ile çok şirin bir yer idi. Bu güzel yer Sultan’ın dikkatini çekince, o zaman mimar ve av işleri emiri bulunan Saadettin Köpek’e burada, bu güzel yerde, bir mamure yapmasını emretti. Sultan kedi düşüncesine göre bu şehrin plan ve resimlerini (suret-i nüsha) yaptırdı ve her mevkide bir saray resmi koydurdu. Sadettin Köpek, padişahın arzusuna göre, az bir müddet zarfında mukavves kemerleri ve mukarrnas eyvanları ile ruha ferahlık veren köşkler, güzel manzaralar, hoş havuzlar ve çardaklar yaptı. Duvarlarda renkli tezyinatı ve çeşitli süsleri ve resimleri ile firuze ve lacivert renkleri ile alami semayı andırıyordu.
Kubat-Abat şehri, meyve ağaçları ve yeşillikleri, suları, havası ve gölün manzarası ile çok şirin bir yer idi. Bu güzel yer Sultan’ın dikkatini çekince, o zaman mimar ve av işleri emiri bulunan Saadettin Köpek’e burada, bu güzel yerde, bir mamure yapmasını emretti. Sultan kedi düşüncesine göre bu şehrin plan ve resimlerini (suret-i nüsha) yaptırdı ve her mevkide bir saray resmi koydurdu. Sadettin Köpek, padişahın arzusuna göre, az bir müddet zarfında mukavves kemerleri ve mukarrnas eyvanları ile ruha ferahlık veren köşkler, güzel manzaralar, hoş havuzlar ve çardaklar yaptı. Duvarlarda renkli tezyinatı ve çeşitli süsleri ve resimleri ile firuze ve lacivert renkleri ile alami semayı andırıyordu.
Her köşesinde gül suyu
gibi akan çeşmeler vardı; bunlardan biri göl tarafına akıyordu. Önünde bir bağ
ve Çin ipeği gibi dalgalı mavi deniz bulunuyor ve uzaktan cennet gibi bir
manzara beliriyordu.
Alaettin Keykubat, kışı
Akdeniz sahillerinde geçirip, M.S.1228 senesi baharında Erzincan seferi için Konya
ve Kayseri’ye dönerken, yolda Kubat-Abat’a uğradı; inşaatın tamamlandığını
gördü ve çok beğendi. Buada avlanıp ‘kuy ve çevgen’ oynamakla bir ay kaldı.
Sultan her sene Akdeniz sahillerine gider ve oradan dönerken bir müddette
burada yaşar; eğlenir ve dinlenirdi. (2) Tarihçi İbn Bibi, Sultan Alaettin’i
anlatırken, onun beğenerek dinlendiği, kışlamak üzere Akdeniz sahiline
giderken, bu bölgenin bağlarını, meyve bahçelerini gölünü ve köşklerini
anlatmıştır yapıtında. Yazları ise Alaettin Keykubat’ın Kayseri de yaptırdığı
“Devlet-hane” oturduğunu, daha sonra ise kente bir fersah uzakta M.S.1225’te inşa
ettirdiği “Keykubadiye” sarayına
çekildiğini yazmıştır.
Beyşehir gölü kıyısında
1. Alaettin Keykubat (Sultanlı 1220-1237) tarafından inşa ettirilen Kubad-Abad”
sarayı ve külliyesi; Selçuklu Sultanlarının Konya’dan Antalya’ya geliş
gidişlerde kullandıkları saray statüsündeydi. Selçuklu tarihçisi İbn Bibi’nin
kaydına göre av emiri ve mimar olan Sadettin Köpek’in 1. Keykubat’ın istekleri
doğrultusunda yaptığı Kubat-Abat”
sarayının hemen batışındaki düzlükte onunla yeni adı taşıdığı anlaşılan
bir de yerleşim ortaya çıkmıştır. (3) 1. Keykubat’tan sonra, 2. Gıyasettin
Keyhüsrev ve diğer Selçuklu sultanları da ikamet olarak bir süre kullanmış,
Anadolu’da Moğol karışıklıkları başladığında pek kullanılmaz olmuştur;
unutulmuştur.
Beyşehir Gölü kıyısına
ikinci bir kalıcı eser, 13. Yüzyıl sonlarına doğru Selçuklu sultanları
tarafından önce Sahip Ata oğullarına, ardı da Eşerfoğullarına ikta olarak
verilmiş olduğu görülüyor. 2. Keykavus’un iktidardan düşürülmesiyle M.S.1266’ya
kadar tek başına Selçuklu tahtına oturan 4. Kılıç Aslan zamanında, Sahip
Ata’nın oğulları Kütahya, Sandıklı ve Akşehir ile birlikte Gorgorum yöreleri
ikta olarak verilmişti. (4) Bu arada güçten tamamen düşmüş, hiçbir yaptırımı
olmayan Selçuklu sultanları kendi aralarında çekişirken, biz dönelim Eşrefoğlu
Süleyman Bey’e.
M.S.1289’da ayaklanan
Eşrefoğlu’na karşı harekete geçen 2. Mesut, “Viranşehir’e” gitmiştir. Anonim tarihin anlattığına göre,
“Süleymanşehir” daha sonra “Beğşehir” adı verilen yer olsa gerek Selçuklu sultanları aralarında sürekli taht
ayaklanmaları sonucu ve Moğol emirlerinin keyfi müdahalesiyle geçen son
dönemler, Selçuklu sultanlarının Kubat-Abad’a bir daha hiç uğramadıkları;
unutulmuş olarak atıl kaldığını göstermekte. Zaten devlette fiili
olarak 1277’den sonra Moğolların hâkimiyeti alanına girmiştir.
Sonuç; devlet
idaresinde ellerinde hiçbir şey kalmayınca, Selçuklu Sultanları öylesine
yoksullaşmaya başlarlar ki, 3. Alaettin Keykubat Moğollarla bir olup, kendi
ülkesini soymaya, zenginlerin mallarını gasp etmeye başlamıştı. (5) Demek ki bu
şartlar altında Kubat-Abad kimsenin aklına gelecek durumda değildir artık,
Kubat-Abad’a sığına olduğu sanılmamaktadır.
Sonuç; Alaettin
Keykubat, imar edilmiş bir Anadolu miras bıraktıktan sonra, Anadolu
Selçukluları sekteye uğrayarak Alaettin Keykubat’tan altı yıl sonra, Moğollara
karşı Kösedağ savaşı ile Selçuklu devletinin yazgısı ivedilikle değişmeye
başlar.
Bu konuda Vezir Mühezzibüddin
Ali’nin Amasya Kadısı olan Fahretti’e söylediği sözler bu durumu nedeni
anlamaya yeterlidir Bu akıllı vezir bozgun üzerine Amasya’ya varınca kadıya
olayı gözyaşları ile herkesin ağlayışı karşısında anlatırken:
”Memleket işleri ve
saltanat ahvali sultanın akılsızlığı, gençliğe ve nadanlığa, ayak takımı ve
rezillerle oturup kalkması sebebi ile derekeye düştü; aşırı eğlencenin
uğursuzluğu yüzünden bu hale geldi. Diye ifade kullanmıştır. Böylece felaketin
ana nedenini belirtiyordu”.
Miroir Historial’da
Beauvais’ye göre: “Türklerin mağlubiyetine hayret etmemelidir. Zira muharebenin
başladığı gece sultan tamamıyla sarhoş idi. Sultanın kifayetsizliği, eğlenceye
düşkünlüğü yanında şaşkın ve korkak tabiatı da kusurları arasında idi. Nitekim
bu korkaklık sebebiyle Babai hareketinde asiler henüz Sivas tarafında iken
Konya’da bile kendisini güvende hissedememiş; Kubat-Abat (Beyşehir gölü)
üzerinde bir adaya sığınmıştı. Esasen Moğollara karşı bütün dünyada husula
gelen korku ve yerleşen aşağılık duygusu, Türkler üzerinde de etkisini
gösteriyor; onların yenilmez bir millet olduğu kanaati bütün dünyaya yayılmış
bulunuyordu” (6)
Moğolların saldırıları
sonrasında Anadolu’da istilanın dehşetin karşında halk ve daha çok zenginler
şehirlerinden kaçarak daha güvenli yerlere taşınırlarken, bütün yollar perişan
kaçan insanlarla doluydu. Selçuklu sultanı Gıyasettin Keyhüsrev kaçanların
başında geliyordu. Babai isyanı sırasında Beyşehir Gölünde bir adaya veya
Kubat-Abat sarayına sığınmıştı.
Bu kez de Tokat’tan
Ankara’ya oradan da Antalya’ya gitti. Orada da kendisini emniyette görmeyince,
Menderes havzasına vardı, Ancak Sulu bu durumu öğrenince Konya’ya döndü. Oradan
ailesinin bulunduğu Kayseri’ye gelerek, hazinelerini, anasını kızını,
cariyesini ve hizmetçilerini yanına alarak Klikya’ya kaçtı. Selman Zebil 2019 Antalya
(1) Osman Turan a.y, s.354
(2) Osman Turan, İbn Bibi’den aktarma, a.y. s.397
(3) İbn Bibi El Evamürü’l-Alaiye
Fi’l-Umuri’l-Alaiye (Selçuk-Name) TCKB yayınları Mürsel Öztürk 1996, Ank. S.
362-363 100 metre arada
(4) Kerimüddin Mahmut-i Aksayai, “Umuri’l-Alaiye”
(Selçuk-Name) Hazırlayan Mürsel Öztürk, TCKB Yayınları Ank. 2000, s. 56,
Aktaran Ali Osman Uysal, “Eşrefoğulları Beyliği, TTK yayınları, s.75.
(5) Keramüddin Mahmut Aksarayi a.g.e. s. 227-236
(6) Osman Turan aktaran, ”Selçuklular Zamanı
Türkiye” s.438